YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
66064cab5b7a4
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 5 8 8
Bugün : 9858
Dün : 16551
Bu ay : 405066
Geçen ay : 338123
Toplam : 22731016
IP'niz : 54.91.19.62

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Mahiyeti, marifeti ve Amerika’daki karanlık odalarla münasebeti malum olan Ruşen Çakır “Hizbullah Görücüye Çıkıyor” yazısında şunları söylüyor ve “Tabi Hizbullah tek başına kendi kaderini belirleme imkânına sahip bulunmuyor” tespitleriyle, bu tür oluşumların perde arkasındaki dış ve iç odakları da tarif ediyordu:

“Bugün TT Arena’da AKP kongresi izlerken aklım aynı saatlerde Diyarbakır İstasyon Meydanı’nda düzenlenen “Ahde Vefa Mitingi”nde olacaktır. “Ahde vefa”dan kasıt 2004 yılında kurulup ülke çapında 20 şubesi bulunan ve geçtiğimiz günlerde kapatma kararı Yargıtay tarafından onaylanan Mustazaflar Derneği’ne destek sağlamaktır. Ancak bunun sadece bir protesto mitingi olacağını düşünenler yanılır. Çünkü başlığa çıkarttığımız gibi esasında Hizbullah’ın görücüye çıkması söz konusudur.

Konuyu açalım: Kurucu lideri Hüseyin Velioğlu’nun çatışmada ölmesinin ardından bir süre kabuğuna çekilen Hizbullah 2000’li yılların ortalarından itibaren hiç yapmadığı bir şey yaptı, yasal alanda faaliyete başladı ve zamanla bu stratejiyi temel aldı. Mustazaf-Der’in bu stratejinin lokomotifi olduğunu ve bu yüzden kapatıldığını çekinmeden söyleyebiliriz.

Musatazaf-Der’in kapatılması kuşkusuz Hizbullah’ı olumsuz anlamda etkilemiştir ancak onun kadar popüler ve etkili olmasa da bir dizi yasal kuruluş benzer çizgide faaliyet gösteriyor; örgüt, bazı gazete, dergi, radyo istasyonu, internet sitesi, haber ajansı ve televizyon kanalları aracılığıyla görüşlerini kamuoyuna iletiyor. Nitekim Diyarbakır’da görüştüğüm kapatılan Musatazaf-Der’in genel başkanı avukat Hüseyin Yılmaz bunun yerine yeni bir derneğin kurulmayacağını vurguladı. “O zaman mitingde toplananlara bundan sonrası için ne söyleyeceksiniz?” diye sorduğumda kendisinden “Yeni yol haritasını açıklayacağız” cevabını aldım.

Geçtiğimiz günlerde medyada, İslamcı bir Kürt partisi girişimi olduğu hakkında haberler çıkmış ve gözler doğal olarak Hizbullah’a çevrilmişti. “Yeni yol haritası derken bu partiyi mi kastediyorsunuz?” diye sorduğumda “Bizi çağırmadılar, haber bile vermediler. Görülüyor ki bu, sanıldığı gibi BDP’ye değil tam tersine bizlere alternatif olma iddiasında bir girişim, ama daha başlamadan bitmiş durumda.”

Söz konusu parti girişimiyle ilgilerinin olmaması Hizbullah’ın yasal alanda siyaset yapmaya niyetli olmadığı anlamına gelmiyor. Anladığım kadarıyla Hizbullah yeni dönemde daha aktif bir şekilde yasal siyasete dahil olacak; dolayısıyla bugünkü Diyarbakır mitinginde yasal bir “siyasi hareket”in ilan edilmesini ve böylece bir partileşme sürecinin startının verilmesini bekleyebiliriz.

Tabii Hizbullah kendi kaderini tek başına belirleme imkanına sahip değil!? Öncelikle devletin bu dönüşüme ne diyeceği, nereye kadar izin verip nerede ne tür engeller çıkaracağı önemli. İkinci olarak, PKK’nın başını çektiği Kürt siyasi hareketinin Hizbullah’ın yeni stratejisini nasıl değerlendireceği henüz belli değil.

Hizbullah (Diyarbakır’da) aynı alanda daha önce birkaç kez çok büyük kalabalıkları toplamıştı. Ancak bunların hepsi “Kutlu Doğum Haftası” gibi vesilelerle Hz. Muhammed’e saygı gösterileriydi ve örgütle alakası olmayan dindarları da bir araya getirmişti. Dolayısıyla bugünkü mitingin önemi, Hizbullah’ın sahici toplumsal tabanını ve gücünü gösterecek olması nedeniyle daha da artıyor.”[1]

diyen Ruşen Çakır, daha sonraki yazılarında ve TV yorumlarında:

“Hizbullah, geçmişiyle ve Hüseyin Velioğlu dönemiyle arasına mesafe koymayı ve artık tamamen yasal ve siyasal bir zeminde kalacağı kanaatini aşılayabilirse, yeni parti girişimlerinde başarılı olabilir. PKK’nın BDP’si gibi Hizbullah’ın da bir siyasi temsilcisi gereklidir” anlamında laflar ediyor ve bir nevi karanlık mihrakların mesajlarını Hizbullah’a iletmiş oluyordu.

İsrail’den Kürtçe atağı!

Tam bu sırada Ortadoğu ve Afrika konularına yoğunlaşan İsrail’deki Moşe Dayan Enstitüsü, Kürt öğrencilere Sorani ve Kırmançi lehçelerinde eğitim veriyordu. Moşe Dayan Enstitüsü Kürt Çalışmaları Programı başkanı Prof. Ofra Bengio, Kürt haber sitesi Rudaw‘a çalışmalarıyla ilgili açıklamalar yapıyordu.

Kürt Programı’nın açılmasına gerekçe olarak, “Kürtlerin Ortadoğu’da siyasi bir güç olarak gelişen rolleri ve artan önemleri” gösteriliyordu. Program Kürt konusuyla akademik düzeyde ilgilenenler için tarihi, siyasi ve kültürel alanda çalışmalar yürütüyordu.

Yahudi Bengio, Kürt konusuyla 30 yılı aşkın süredir ilgileniyordu. 15 yıldan beri bu konuda çalışan öğrencilerin araştırmalarını yönetiyordu. Bengio, programda kayıtlı öğrencilerin hem Sorani ve hem de Kırmançi lehçelerinde çalışmalar yürüttüklerini, ancak çok duyurulamadığı için çalışmaların fazla kişi tarafından bilinmediğini belirtiyordu. Bu sene açılan Kürtçe kursu, programın çalışma ayaklarından bir başkasını oluşturuyordu. Halen bir sınıf öğrencisi olan kursun sorumlusu Bitlis kökenli Cenk Sağnıç oluyordu.

Kursu yöneten Sağnıç, öğrencilerden birisi hariç geri kalanların İsrailli olduğunu belirtiyordu. İsrailli olmayan tek kişi Türkiye’den katılıyordu. “Türkiye’de Kürtçe öğrenme şansı olmadığı için” İsrail’e gitmiş olduğu vurgulanıyordu.

MOSSAD yöneticisi Kürtçe dersi veriyordu!

Kürt çalışmaları üzerine yayınlar programın bir diğer çalışma alanını oluşturuyordu. İsrailli Prof. Bengio’nun verdiği bilgiye göre, merkezin daha önce düzenlemiş olduğu çeşitli seminerlere Dr. Mordehai Zaken, eski MOSSAD yetkilisi Eliezer Tzafrir, Dr. Denise Natali ve Dr. Şerko Kirmanji gibi isimler katılıyordu. Çalışma konuşları arasında, “Irak savaşı sonrası Kürt bölgesi”, “Kürt-İsrail ilişkileri”, “Kürt milliyetçiliği”, “Kürtler ve Kürdistan’da Grupçuluk”, İslami Kürt Hareketleri”, konuları işleniyordu.[2]

“Hizbullah”ın kelime anlamı ve istismar alanı!

“Hizbullah”; “Allah’ın partisi, Hakkın tarafgirleri, İslam’ın mücahitleri” anlamına gelen ve Kur’an’da bütün Müslümanların ortak sıfatı olarak zikredilen bir kavramdır. Kur’an-ı Kerimde üç yerde “Hizbullah”, iki yerde ise “Hizbuşşeytan – Şeytanın partisi, Şeytanın avenesi” tekrarlanır. Bütün Müslümanların genel sıfatı olan “Hizbullah” herhangi bir ülkede, herhangi bir kavmin, ekibin veya partinin kendisine “özel isim” olarak alması kesinlikle yanlıştır, yanıltıcıdır; çünkü kendilerine katılmayanları “Hizbuşşeytan” sayıp dışlama, ayrıştırma, birlik ve dirliği bozma tehlikesi barındırmaktadır.

Hizbullah; Türkiye’de 1980’li yıllarda “Parti gibi batıl yöntemlerle Hakka hizmet edilmez, Cumhuriyetin küfür prensipleriyle İslami hedeflere erişilmez, Hümeyni örneği bir diriliş ve direniş gerekir” sloganlarıyla, özellikle Güneydoğu’daki bazı bilgili, cesaretli, özverili ve medrese ehli insanlarımızı ayartıp ve İran’la irtibatlarını sağlayıp, asıl hedef olarak Erbakan’ı zora sokmak ve Milli Görüş’ü zayıflatmak amacıyla, CIA ve MOSSAD tarafından ve bunların ülkemizdeki asker, emniyet ve MİT içindeki uzantıları vasıtasıyla teşkilatlandırılmış ve maalesef sonunda herkesçe bilinen ve tüyler ürperten icraatlarda kullanılmıştır.

Bu zulüm ve kötülüklere bulaştırılan insanlarımızın:

* Bir kısmı hapishaneleri boylayıp, hayatları kararmış

* Aile ve iş düzenleri yıkılmış

* Bazıları yaptıkları yanlışlık ve haksızlıkların vicdan azabına dayanamayıp psikolojik bunalımlara kapılmış

* Pek az bir takımı da, kazandıkları dünyalık makam ve menfaatle iyice şımarmış, İslami ve insani değerlerinden uzaklaşıp, tamamen yozlaşmıştır.

Umarız diğer kardeşlerimiz, şimdi yeni ve tehlikeli maceralara tekrar atılmayacaktır.

İyi niyetli ve dini gayretli bazı insanlarımızın içyüzünü bilmeden Hizbullah’a katılmaları ve destek çıkmaları, bunları haklı çıkarmaya ve aklamaya yeterli olmayacaktır. Bir zamanlar “katı ve katıksız şeriatçı” geçinen, kendileri dışında herkesi “Hizbuşşeytan” görüp hakaret eden, hatta rahatlıkla cinayet işleyen bu ekip, şimdi tamamen Kürtçü ve bölücü bir zihniyet ve söyleme kaydırılmıştır. Açıkça ilan ve ikaz ediyoruz: PKK’nın arkasında hangi Siyonist odaklar varsa, Hizbullah’ı şımartan, samimi ve cesaretli Müslüman Kürt kardeşlerimizi kullanmaya çalışan da hep aynı odaklardır. Ilımlı İslamcıları organize eden güçlerle, sözde katı şeriatçı Hizbullah’ı koordine edenlerin aynı olduğunu artık anlamak lazımdır.

Hizbullah’ı yeniden ve şimdi siyasi parti hüviyetiyle diriltme çabalarıyla amaçlanan şunlardı:

1-    Dindar Kürtleri bünyesinde toplayıp, ABD ve İsrail’in “Özerk Kürdistan” hedefini çabuklaştırmaktı.

2-    Tabanı ve Milli Görüş’ten kalma alışkanlıkları nedeniyle açıkça sahip çıkamadığı “Özerk Kürdistan” yükünden AKP’yi kurtarmak ve işini kolaylaştırmaktı.

3-    Oğuzhan Asiltürk, kuklası Mustafa Kamalak ve yalaka yandaşları eliyle iyice sönükleştirilen ve ümit veremez hale getirilen SP’nin Kürt kökenli taraftarlarını Hizbullah’a aktarmaktı.

4-    Bu Hizbullah ve Radikal İslam korkusuyla toplumun ılımlı İslam’a daha sıkı sarılmasını ve meşruiyet kazanmasını sağlamaktı.

5-    Recep T. Erdoğan Belediye Başkanlığında ve AKP iktidarlarında bu Hizbullah mensubu ve militanı adamları doldurmuşlardı ve tabi bütün bunlardan ABD ve İsrail’in haberi, hatta emri vardı.

6-    AKP’nin iktidara taşınmasında ve reklâmının yapılmasında Hizbullahçılar büyük katkılar sağlamışlardı.

7-    Ilımlı İslam’ın da, Radikal İslam’ın da arkasında Amerika vardı. Eski sağ-sol kavgasının yerini ılımlı-radikal İslamcı vuruşturması olacaktı.

8-    İslam, ABD güdümlü Hizbullahçıların inancı ve amacı değil, sadece istismar aracıydı. Bir dönem, CIA ve MOSSAD destekli yerli Galdyo’nun güdümünde, en vahşi cinayetler için uyduruk fetva kaynağı olarak kullandıkları İslam’a; şimdi Güneydoğu’nun ülkemizden koparılması ve küçük İsrail olacak bağımsız Kürdistan’ın oluşturulması hıyanetlerine siyasi slogan vasıtası olarak yararlanılmak için başvurulacaktı.

9-    Erbakan hareketini başarısız kılmak ve halkın kafasını karıştırmak için: “Peygamber parti kurmamış ve kâfir kurumlardan yararlanmamıştır. Batıl yöntemlere ve Batılıların demokratik sistemlerine sığınanlar kâfir sayılır” gibi dayanaksız fetvalarla saldıranlar, sonra ABD madalyalı ve AB hayranı Recep T. Erdoğan’ı hararetle desteklemekten ve şimdi koyu bir demokrasi havarisi kesilmekten sakınmamış ve sıkılmamışlardı.

10- Yeniden ve bu sefer “silahlı terör şebekesi” yerine “siyasi parti” hüviyetiyle diriltilmeye çalışılan Hizbullah, asla PKK’nın alternatifi ve ilacı değil, tam aksine, onların Türkiye’yi parçalama hesaplarına destek çıkma ve meşrulaştırma tezgâhıdır.

11- Güya fikri, insani, İslami hizmet kılıflı birçok dernek ve sivil örgütlenmenin başına bu ekibin taşınması ve reklâm için sürekli gündemde tutulması, elbette dış güçlerin ve işbirlikçilerin şeytani planlarının bir parçasıdır.

12- Hizbullah’ı bir parti olarak ortaya çıkarmanın bir amacı da, giderek güçlenen ve rakipsiz hale gelen Recep Erdoğan Bey’in sonunda şımarıp ABD’ye kafa tutmasına ve kontrolden çıkıp Milli Görüş Projelerini uygulamaya kalkmasına engel olmak ve AKP’yi zayıflatmaktır.

Hizbullah-Fethullah kargaşası ve Türkçe Olimpiyatları’nın perde arkası

Değişik ülkelerden öğrencilerin Türkçe öğrenmesi, Türkçe şiirler, türküler seslendirmesi, elbette gönlümüzü okşuyor, göğsümüzü kabartıyor ve gözümüzü yaşartıyordu. Bu yöndeki emekleri ve meyvelerini küçümsemek insafsızlık oluyordu. Ancak şu soruların da elbette sorulması gerekiyordu. Bunları sormak, haram, günah ve yasak olmadığına göre acaba niye hiç kimse gündeme getirmiyordu?

1- Şu Fetullahçılar, çok farklı ülkelerde, kolaylıkla okul açmanın diplomatik ve ekonomik desteğini kimden alıyordu? Mesela, bir Hıristiyan misyoneri, Türkiye’ye gelip, yerli Ermeni bir vatandaşımızın hibe ettiği araziler üzerinde gayet rahtlık ve kolaylıkla bu tür okulları ve yurtları açsalardı, ne düşünmemiz ve nasıl tepki vermemiz gerekiyordu?

Veya Türkiye’den başka bir tarikat veya dini cemaat, gidilip aynı ülkelerde bu tür okulları niye açamıyor, önüne bin türlü engel çıkarılıyor, hatta casus diye tutuklanıyordu? Yani her şey Fetullah Gülen’in yüce himmet ve kerameti ve o ülkelerin hoşgörü zihniyetiyle mi yürüyordu; yoksa bütün bunlar ABD’nin sinsi projeleri istikametindeki özel himaye ve inayetine sadece yaldızlı ve ay yıldızlı bir kılıf mı yapıyordu?

2- Buralarda binlerce öğrenciye öncelikle İngilizce öğretiyorlardı. Yani asıl İngilizceyi yaygılaştırmaktalardı. Birkaç yüz öğrenciye Türkçe öğretilmesi ise, yoksa Amerikan dilinin, kültürünün ve hâkimiyetinin yerleştirilmesi günahının kılıfı mı yapılıyordu?

3- Birkaç yüz yabancıya göstermelik Türkçe öğretenlerin, Güneydoğuda şimdi “Kürtçenin seçmeli ders” ileride eğitim dili ve resmi dil yapma hıyanetlerine verdikleri desteğin günahına kefaret mi sayılıyordu?

4- Türkiye’de, ABD’de ve Avrupa ülkelerinde İslam şeriatına, yani din ahlakına ve Kur’an ahkâmına düşmanlıklarını saklamaya bile gerek duymayan; iş adamlarından ses ve sinema sanatçılarına, Masonik yazar ve oyuncu takımından sporculara, siyasi parti kurmaylarından, Yahudi ve Hıristiyan din adamlarına; bu şerli ve şeytani kesimlerin, şu Fetullahçı organizasyona ve Türkçe Olimpiyatlarına dört elle sahip çıkmalarının ardında ne yatıyordu?

5- Ve en önemli ve gerekli soru:

Farklı din ve ırktan öğrencilere; Allah’ı, imanı, Kur’an’ı, İslam’ın adalet ve saadet nizamını, Müslümanların ve insanlığın düşmanı olan Siyonist ve emperyalist odakları tek bir kelime olsun anlatmayıp, onlara sadece Türkçe birkaç türkü, şarkı ve folklor dansları öğretmenin, dinimize göre fetvası ve sevabı ne oluyordu?

Bu yaptıkları farz mıydı, lazım mıydı, vacip miydi, sünnet miydi?

Başta Diyanet İşleri uzmanlarından, ilahiyat hocalarından ve Risale-i Nur okurlarından, bu sorunun doğru ve doyurucu yanıtı bekleniyordu.

Ziyaret için gittiği Kazakistan’da “Dinlerarası Diyalog olmaz, bu dinlerin birbirine dönüştürülmesi anlamını taşır ki, temelinden ve tamamen yanlıştır. Diyalog din adamları arasında yapılır. Oturup dünyayı ve insanlığı ilgilendiren konular tartışılır” diyerek yürekli ve gerçekçi bir açıklama yapan Sn. Diyanet Reisimiz Prof. Mehmet Görmez’in bu çağrımızı yanıtsız bırakmayacağı umuluyordu.

Unutulan Hizbullah’ın yol güzergâhı!..

Türkiye Hizbullah örgütünü 17 Ocak 2000’de İstanbul Beykoz’da düzenlenen bir operasyonun ardından daha iyi tanınmış ve şaşkınlığa uğramıştı. Örgüt lideri Hüseyin Velioğlu’nun öldürüldüğü operasyon sonrası gösterilen mezar evler, Hizbullah iç yüzünü gözler önüne çıkarmıştı. Peki, aradan geçen 11 yılda unutulan Hizbullah neler yapmaktaydı?

PKK ile çatışması sırasında yüzlerce faili meçhulde kullanılan örgüt, 11 yıl önceki operasyonun ardından çöküş sürecine bırakılmıştı. 5 binden fazla militanı yakalanan Hizbullah, Kürt sorununda daha aktif olabilme uğruna 5 yıl önce siyasallaşma düğmesine basmıştı. Aralarında “Mustazaflarla Dayanışma Derneği”nin de bulunduğu çok sayıda dernek ve vakıf kuran örgüt, yayımladığı gazete ve dergilerle Kürt sorununda aktör olabilmek için çırpınmaktaydı. Ancak örgüt PKK, AKP ve Cemaatin ardından, ancak Kürt meselesinde dördüncü sıraya düşmüş durumdaydı.

Diyarbakır Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okan’ın 24 Ocak 2001’de şehit edilmesi eyleminin ardından “Kendi Dilinden Hizbullah” adlı bir kitap yayımlayarak özeleştiri yapan örgüt, faili meçhullerle kazandığı şöhretinden şiddeti soyutlamak için son 5 yıldır yardım faaliyetlerini yoğunlaştırmıştı. Örgütün şu dönemde en çok yoğunlaştığı kampanya ise “tesettür…” Hizbullah’a ait dernekler ve yayın organları Türkiye’nin her köşesinde “tesettür kampanyası” başlatmıştı. Bu arada Hizbullah özellikle internet medyasını da çok iyi kullanmaktaydı. 15 yıl süreyle kapalı bir kutu gibi duran ve gizemini koruyan dinci örgüt, 11 yıl önceki çöküşün ardından siyasallaşma sürecine girince üzerindeki sis perdesini de bir nebze olsun aralamıştı! Örgütün artık “Hizbullah Basın Bürosu” bile vardı!

Hizbullah imaj yenileme ve taban genişletme çalışmaları sırasında sık sık anketlere de başvurmaktaydı. Yani örgüt Kürt meselesinin çözümü iddiasında geri kalmamak için bir çeşit yön bulma faaliyetleri yapmaktaydı. Örgüt, adını Beykoz operasyonundan alan bir internet sitesinde son dönemde çok çarpıcı anketler yayınlamıştı. Örgütün ilk anketinin başlığı: “Sizce Türkiye’de çözülmesi gereken en büyük sorun nedir?..” diye atılmıştı.

“Tebliğ, teşkilat, cihat” istismarı

Hizbullah şiddet yorgunu olan tabanının reaksiyonlarını da ilginç sorularla ölçmeye çalışmıştı. Örneğin 685 kişinin katıldığı, “Küfrün hâkim olduğu böylesi bir zamanda sizce Müslümanlar ne yapmalıdır” başlıklı ankete verilen yanıtlar dikkat çekiyordu:

“Tebliğ cihat (yüzde 25), Kuran ve sünnete sarılmalı (yüzde 25), İslami çalışmalara hız verilmeli (yüzde 10), Müslümanlara yapılan operasyonlara karşılık verilmeli (yüzde 9), birlik beraberlik (yüzde 9), örgütlenip teşkilatlanmak (yüzde 7), cemaate dava erleri kazandırmalı (yüzde7).”

Hizbullah’ın üçüncü anketinin başlığı ise bir çeşit güven tazeleme amacı taşımaktaydı. En büyük ilgiyi çeken bu anket “Türkiye’deki İslami hareketlerin hangisini doğru ve tutarlı buluyorsunuz?” adı altında yapılmıştı.

Bu ankete katılan 2020 kişinin verdiği yanıtların yüzdeleri ise şöyle sıralanmıştı:

“Hizbullah hareketi (yüzde 81), particilik hareketi- Saadet, AKP (yüzde 2) , Fethullahçılık hareketi (yüzde 3), Nurculuk hareketi (yüzde 3), Milli Görüş hareketi (yüzde 2), radikal hareket (yüzde 2), tasavvufi hareket (yüzde 1), Süleymancılık hareketi (yüzde 1), diğer hareketler (yüzde 5)

PKK’nın Kürt sorununda neredeyse tek aktör olması, AKP’nin bu meseleye yön verme çalışmaları ve özellikle Fethullahçılar’ın Kuzey Irak ve Güneydoğu’daki faaliyetlerinin Hizbullah’ı huzursuz ettiği anlaşılmaktaydı.

Özellikle Hizbullah-PKK ve Hizbullah – Cemaat arasındaki restleşmenin neredeyse bir çatışmaya dönüşmesinin arabulucuların çabalarıyla önlendiğini de daha önce yazılmıştı. Örgütün düzenlediği, “Sizce Hizbullahi mücadelenin Türkiye’deki hedefi nedir?” başlıklı anket bu yüzden çok anlamlıydı. Bu ankete katılan 272 kişinin verdiği yanıtların oranı şöyle sıralanmıştı:

“Allah’ın dinini yeryüzüne hâkim kılmak (yüzde 44), İslam’ı yaşamak ve yaşatmak (yüzde 15), rejimi yıkıp yerine İslam’ı hâkim kılmak (yüzde 11), sadece Allah’ın rızasını kazanmak (yüzde 10), küfür düzeninin tamamen yıkmak (yüzde 8), PKK terör örgütünü ortadan kaldırmak (yüzde 6), İnsanların hidayetine vesile olmak (yüzde 4), Müslüman Kürtlerin haklarını savunmak (yüzde 2).”

Hizbullah, siyasallaşma yolunda imaj yenilemek, güzergâh belirlemek ve taban genişletmek için anketlere başvursa da, bir zamanların korkulu örgütü, sonunda dikkat çekici sessizliğini bozmaktaydı.

Bu gidişat; sessiz ve derinden yeni bir örgütlenmeyi mi yoksa yeni bir stratejiyi mi karşımıza getirecek bekleyip göreceğiz!..” diyen Mehmet Faraç haklıydı.

   İstanbul’daki Hizbullah operasyonu davası sanığının Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül hakkındaki sözleri çarpıcı bir itiraftı

İstanbul’daki Hizbullah operasyonu davasının İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen ilk duruşmasında, Hacı İnan ile örgütün Türkiye sorumlusu olduğu iddia edilen Mehmet Bahattin Temel’in de aralarında bulunduğu tutuklu 6 sanık tahliye edilince artık davanın tutuklu sanığı kalmamıştı. İstanbul 14.Ağır Ceza Mahkemesinde görülen duruşmada savunmasını yapan tutuklu sanık Hacı İnan’ın “Cumhurbaşkanı, Başbakan olan zat ile 80 öncesi beraber çalıştık” sözleri mahkemeye damgasını vuracaktı. Anayasal düzeni şiddet ve cebir kullanarak değiştirmeye çalışmakla suçlandığını söyleyen sanık Hacı İnan, şu savunmayı yapmıştı:

“12 senedir F tipi cezaevindeydim. Cezaevinde bir makas bile zimmetle veriliyor. Makası kaybedince yenisini de vermiyorlar. Bu şartlardaki bir insan nasıl olur da şiddet kullanarak anayasal düzeni değiştirebilir? Cumhurbaşkanı, Başbakan olan zat ile 80 öncesi beraber çalıştık. Onlar da bizimle aynı ıstırabı yaşadılar. Doğulu olsalardı belki de benim düştüğüm durumu yaşayacaklardı. Cumhurbaşkanı dindar bir insandır. Ben ona karşı niye terör uygulayayım? Referandumda ‘evet’ oyu kullandım. Bu topraklarda Müslüman halka baskı vardı. Yavaş yavaş bu durum değişiyor ve düzeliyor. Halk sabretti karşılığını alıyor. Kur’an hafızıyım. İlahiyatçıyım. Bir ilahiyatçıya bu kadar kolay terörist denebilir mi?”

AKP İle İsrail’i barıştırma forumları!

Haftalardır billboardları işgal eden ve “Değişimin parçası ol “(Be part of it) sloganıyla tanıtılan İstanbul Dünya Siyasi Forumu, İstanbul Kongre Merkezi’nde oturumlar düzenliyordu. 17-18 Mayıs tarihlerini kapsayan Forum’un açılışına hükümet temsilcilerinden hiçbirisinin katılmaması dikkat çekiyordu.

Forumun kurucusu ve Türk Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Eyüp Özgüç’ün yarım saat geç başlayan açılış konuşmasından sonra Arap, İsrailli ve Batılı ülkelerden siyasetçi, gazeteci ve akademisyenlerinin katıldığı Forum’da, Arap ülkelerinde yaşanan siyasal gelişmelerin bölgeye ve dünyaya etkileri tartışılıyordu.

Haaretz’çi Yahudinin taktiği

Oturuma katılan üç isimden LSE’de (London School of Economics) Uluslararası İlişkiler profesörü olan Paul Tyler ile Harvard Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünden Profesör Stephen Walt; Türkiye’nin değerli bir müttefik, bölgeye önemli bir model olduğunu belirtiyordu.

Üçüncü sırada konuşan İsrailli gazeteci Gideon Levy’nin ilk cümlesinden itibaren salondaki muhafazakâr izleyicilerin yüzünde mutluluk ifadesi beliriyordu. İsrail’in işgal politikasından duyduğu utancı dile getiren Levy, çizdiği sıra dışı İsrailli portresiyle izleyicilerin takdirini kazanıyordu.

Levy’nin “İsrail’in Türkiye’ye Türkiye’nin İsrail’e duyduğu ihtiyaçtan çok daha fazla ihtiyacı var. İsrail’de yaşayan 5 milyon Yahudinin isteklerini dünyada yaşayan 7 milyar kişiye nasıl dayatırız? Türkiye İslâm ve demokrasi sentezini gerçekleştirmiş çok önemli bir modeldir. Demokrasi öncesi diktatör Arap devletleri ile İsrail devleti arasında ne kadar fark var acaba” sorusu izleyicilerden tam not alıyordu. Yani AKP ile İsrail’i barıştırıp buluşturma hazırlıkları yapılıyordu.

ABD Başkanı ve İslam’a karşı 21. Haçlı Seferleri başlatma kahramanı, gâvur Bush’un 2004’teki Türkiye ziyaretinde, bu şerefli şahsiyetle fotoğraf çektirmek için kırk takla atan ve Bush’la aynı karede bulunmanın onuruna kavuşmak için çırpınan Vakit, Yeni Şafak, Kanal 7 ve Akşam yazarları ve AKP yalakaları, dindar ve duyarlı tabanlarını avutmak için, bir yandan da ABD ve Bush’a küfürler yağdırmaktan sakınmaz ve sıkılmazlardı. AKP’nin Kürt açılımını hakaretle destekleyen ve TSK’yı yıpratma kampanyası yürüten bu kiralık kalemler, Uludere faciasına neden olan ABD’yi neden suçlamaz ve sorgulamazlardı.

Yalnız bunlar değil, Uludere bombalamasıyla ilgili TSK’yı savaş suçlusu olarak, Uluslararası Ceza Mahkemesine şikâyet eden Sivil PKK=BDP, şimdi yanlış ve kasıtlı istihbarat verdiği anlaşılan ABD aleyhinde neden tek kelime konuşmazlardı? Bunun gibi, Hizbullah taraftarı yayın organları da, TSK’yı sürekli karaladıkları halde, Amerika’nın Uludere hıyanet tuzağını ağızlarına bile almazlardı.

Eski CIA Başkanı William Colby’nin oğlu Carl Colby, Ortadoğu’da artık “Bütün operasyonları Türkiye yönetecek” diyerek AKP’nin ABD jandarmalığını itiraf ediyordu.

Kuruluşundan itibaren Gladyo görevi yapan ve CIA Başkanlığına kadar yükselen William Colby’nin oğlu Carl Colby, “Türkiye bölgenin süper gücü haline geldi. ABD’nin yerine geçecek ve muhtemelen bütün operasyonları yönetecek” diyordu.

Hürriyet yazarı Tolga Tanış, Carl Colby ile yaptığı söyleşiyi köşesine aktarıyordu.

Söyleşinin Türkiye’ye ilişkin bölümü şöyle:

“Türkiye’de 1 Mayıs Katliamı’nın defterleri açılmışken, Carl Colby’ye Türkiye ile ilgili hatırladığı bir şey olup olmadığını da sordum. Katliamdan yaklaşık bir yıl önce CIA’deki görevinden ayrılan babasından bu konuda tek işittiğinin Türkiye’ye duyduğu hayranlık olduğunu söylüyordu.

“Colby, ‘Türkiye bölgenin süper gücü haline geldi. Amerika’nın yerine geçecek ve muhtemelen tüm operasyonları Türkiye yönetecek’ diyordu.

Tanış, “birkaç ay önce bir think thankçiyle (düşünce kuruluşu analizcisi)” yaptığı Suriye hakkındaki konuşmayı aktarıyordu. ABD’nin ve Türkiye’nin Suriye’de neler yapabileceğini soruyor, analizcinin yanıtı, “Türkiye çok hazırlıksız yakalandı” oluyordu. Nedenini de şöyle açıklıyordu: “Çünkü Suriye’ye silah sızdırmak istese Türkiye’nin çalıştığı küresel silah kaçakçıları var mı, ondan bile eminim değilim.”

Bu konuyu yine Ruşen Çakır’ın itiraflarıyla bağlayalım: Ve böylece kuru iddia ve iftirada bulunmadığımızı ortaya koyalım.

Hizbullah ve PKK: Zemin aynı, yollar ayrı (Türkçesi: Hedef ortak, yöntem farklı N.K.)

1) Hizbullah ile PKK arasında çok sayıda benzerlik var. Örneğin ikisinin de temelleri 1970’li yılların sonunda atıldı. İki örgütün de kurucu liderleri, yani Abdullah Öcalan ile Hüseyin Velioğlu Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okudu. PKK Marksist-Leninist, Hizbullah ise İslamcı ideolojiyi esas almakla birlikte iki örgüt de Kürtler arasında doğdu, gelişti ve güçlendi; dolayısıyla birer Kürt hareketi olarak görüldüler. İki örgüt de şiddeti bir siyasal mücadele aracı olarak benimsedi ve buna geniş ölçüde başvurdu.

2) Özellikle ilk yıllarda Hizbullah Kürt kimliğini geri plana atarken, PKK da Kürtlerde hayli egemen olan dindarlıkla arasına mesafe koydu. Bu durum, iki örgütün Kürtlük ortak paydasında birleşmelerini imkânsız kıldığı gibi aralarındaki rekabetin kanlı bir çatışmaya evrilmesinde de etkili oldu.

3) Her iki örgüt de benzer toplumsal tabanlara sahip oldukları için sık sık karşı karşıya geldi. Nispeten daha güçlü oldukları yerlerin haritaları çıkarılırsa (sadece Güneydoğu değil metropoller ve hatta Avrupa da dahil) PKK ve Hizbullah’ın nerdeyse iç içe yaşadıkları görülecektir.

4) Bu iç içelik PKK’yı fazlasıyla rahatsız etti. PKK, kendisine rakip gördüğü grupları fazla zorlanmadan baskı ve şiddetle etkisizleştirmiş olduğu için Hizbullah’ı da kolay lokma olarak gördü ve 1990’lı yılların başlarında onu tasfiye etmeye kalktı. Ancak beklemediği bir dirençle karşılaştı. Derin devlet yapılanmalarının (ve onları kurup kullanan dış odakların M.Ç.) büyük ölçüde manipüle ettiği PKK-Hizbullah çatışmasında her iki taraf da, ama en çok PKK, büyük yaralar aldı.

5) Velioğlu’nun ölümünün ardından, Gaffar Okkan suikastı hariç, bir süre kendini unutturan Hizbullah, 2004’ten itibaren yasal alanda faaliyetlere başlayınca iki örgüt yine sık sık karşı karşıya geldi fakat birkaç olay dışında aralarında ciddi bir çatışma yaşanmadı.

Karşılıklı güvensizlik

Daha önce de belirtmiştim: Son dönemde PKK dine karşı hasmane tutumlardan iyice uzaklaştı hatta dindarları kazanmaya yönelik özel stratejiler geliştiriyor. Hizbullah da İslamcı kimliğini korumakla birlikte Kürt sorunu konusunda daha açık, somut politikaları benimsiyor. Her iki örgütün bu adımlarının onları birbirlerine yakınlaştırdığı açık, ancak geçmişte yaşananlar ve bunun doğurduğu karşılıklı güvensizlik bu yakınlaşmayı ciddi olarak frenliyor.

PKK’nın Hizbullah’a bakışını kısaca, onun gerçek gücünü görmeye yanaşmama olarak tanımlayabiliriz. Öte yandan bu gücün devlet ve diğer odaklar tarafından aleyhine kullanıldığı veya kullanılabileceği düşüncesi PKK’yı Hizbullah konusunda dikkatli davranmaya sevk ediyor. Örneğin Öcalan bir ara “Hizbullahçıların Demokratik Toplum Kongresi”nde yer alabileceklerini söyleyerek bir anlamda bu gücün meşruiyetini de kabul etmiş oldu. Ama bu çağrıya Hizbullah’tan olumlu bir karşılık gelmedi. (Çünkü karanlık odaklar bunları barıştırmak değil, vuruşturmak istiyor. M.Ç.)

Hizbullah da PKK’ya karşı alabildiğine temkinli yaklaşıyor. “Kendisini Kürt siyasi hareketinin merkezi görme” gibi gerçekdışı bir tutum takınmayan Hizbullah’ın beklentisinin, esas olarak PKK tarafından düşman olarak görülmeme olduğunu söyleyebiliriz.”[3]

Demek ki neymiş; Hizbullah ve PKK biri komünist inkârcılık, diğeri taklitçi şeriatçılık damarıyla, aslında Kürtçülüğü kışkırtıp, Türkiye’yi parçalamak için danışıklı dövüş yaptırılan iki kukla düşman kardeşmiş!..



[1] 27 Mayıs 2012, Vatan Gazetesi

[2] 11 Mayıs 2012, Aydınşık

[3] 02.Haziran 2012, Vatan

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Nail KIZILKAN

Nail KIZILKAN

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
5 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Zafer Korkutata

Reddiye
Öncelikle Milli Çözüm Dergisine ve bu makalenin yazarı sayın Nail Kızılkan beyefendiye teşekkür ediyor ve bu konuyu her yönüyle -din,dil,ırk,tarih,siyaset ve ululslararası ilişkiler- ele alarak çok doğru tahliller yaptığı için tebrik ediyorum.
Hem çevremde bulunan radikal islamcı arkadaşlarımdan hem de islamcı ama aynı zamanda kürtçü arkadaşlarımdan gördüğüm izlenim şudur ki bu camialardaki insanlar her nekadar Güneydoğu ve Doğu da BDP li diğer bölgelerde AKP li olsalarda aslında salt AKP veya salt BDP den haz duymuyorlar. Mesela düne kadar kürt olmasından dolayı bir zulüm görmemiş, radikal grupların yanında durarak islamı öğrenmiş Vanlı bir arkadaşım BDP yi hakkını savunan tek parti olarak gördüğünü belirtmişti. Kendisine BDP nin islam ile uzaktan yakından alakası olmadığını neden bu düşünceye vardığını sorduğumda “AKP sadece dindar kesim ama BDP hem kürtleri savunuyor hemde seçim öncesi bize dindar kelamlar ediyorlar” diyerek aslında kürtçü ama islamcı olduğunada tam inanacağımız bir parti olsa onu destekleriz manasına gelen cümleler kullanmıştı. Doğudaki gözlemlerim genelde bu yönde Halk BDP ve AKP arasında mecbur bırakılıyor ve dolayısıyla arada bir boşluk doğuyor. İşte bu boşluğu farkeden (oluşturan)Siyonist lobiler makalenizde de vurgulandığı üzere Hizbullahı önemli aktörlerini tahliye ederek yeniden ve kendi biçtikleri rol ile doğurmaya çalışıyorlar.
Gelelim “Ümmetçi Bakış” kod adıyla yorum yazan vatandaşa! En başta şu gerçeği bilmeni isterim; Uluslararası arenada kurulan örgütler yoktur, peki ya ne vardır Uluslararası büyük güçler tarafından kontrol edilen örgütler vardır. Bu örgütleri güçlü kılmak için maddi-medya-lobi desteklerinden daha çok inanmış tebası olmasının daha büyük önem arz ettiğinide çok iyi bilirler. Bu gerçeği örgütlerin fikir babaları, yöneticileri, ideologları ve silah vb kanallarını kontrol eden kolları çok iyi bilir çünkü sermayelerinin nereden akageldiğini bilir. Örgütlerin sizin gibi saf inanmış aslında islami veya başka hassasiyetleri kullanılarak kandırılmış tebası ise örgütün gösterilen hedefler doğrultusunda hareket ettiklerini zanneder. Siz şimdi diyorsunuzki hepsi samimi-pişman olmamış-maddi çıkar sağlamamış insanlar peki soruyorum siz örgüt içinde hiç kademe atladınızmı üst makamlarına terfi ettiniz mi? psikolojileri vs bozulmamış diyorsunuz soruyorum siz çoğu masum insanları ellerinden ve ayaklarından domuz bağı vurarak kafalarını bıçakla kestinizmi ki o psikolojinin ne olduğunu anladınız? teba her zaman örgüt-cemaat veya cemiyetin masum ve toz pembe gören yüzleridir. Gerçeği ve bulunduğunuz oluşumların hakikatını görmek isterseniz; bir defa sizde bu saf niyetin gözükmemesi, sonra bu özelliğiniz farkedilip içeride yükselmeniz ve yükseldikçe pisliği derinden görmeniz yetrli olacaktır. Bu makale gibi masum inanları ve ümmet sevdalılarını uyaran hakikat içerikli cümleleri eleştirmeden önce öz eleştiri yaparak mensub olduğunuz camiayı sorgulamanız menfaatinize olacaktır.
Teşekkürler…

Metin Sertkaya

Boşuna Horozlanmayın!
İyi niyetle Hizbullaha katılıp fedakarlık yapanlara sözümüz yok. Ama elebaşlarının dönekliğini ve dengesizliğini artık anlamak lazım. İşte üç örnek:

1- Bir zamanlar “parti küfürdür, T.C. kanunlarına uymak zulümdür” diyenler, şimdi koyu AKP’li ve Tayyip yandaşı olmadılar mı?

2- Bir zamanlar: “Haçlı Batı barbardır, Yahudi ve Hristiyanlarla dos olanlar alçaktır” diyenler şimdi AB’ye girmek için can atan demokrasi havarileri olmadıloar mı?

3- Bir zamanlar :”Humeyni önderdir, İran İslam Devrimi bize tek örnektir” diyenler, şimdi Suriye konusunda İran’ın değil Amerikanın safında olmadılr mı?

Ya hu, döneklerin davası olmaz!

Kürşat

Ferasetli bakış
[quote name=”ümmetçi bakış”]öncelikle bu iftiralarınız beni daha çok hizbullah cemaatine bağladı çünkü bu iftiralarınızın hiç birinin doğru olmadığını %100 biliyorum ben vallahi senelerce onların içindeyim onların derneklerine onların etkinliklerine programlarına yardım faaliyetlerine islami çalışmalarına kısacası bir çok alanda onlarla beraberim ben bu atılan iftiraların hiçbirinin doğru olmadığımı gördüm

Diyorsunuz ki menfaat için çalışıyorlar buda yalan ben ve onlarla olduğum cemaat fertleri onlarca belki hatta belki yüzlerce faaliyetlerinde,işlerinde ne ben ne de arkadaşlarım ve nede tanıdığım binlerce kişinin vallahi birkuruş dünyalık bir menfaatleri bize dokunmamış hatta gerektiğinde bizler ihtiyacımızın olduğu halde ALLAH rızası için kendi gönlümüzle onlara infak ediyorduk
yine diyorsunuz ki onlardan bir kısmı hapihaneye girip hayatları karardı
ama onlar öyle kendi hallerinden şikayetçi değiller gidin araştırın ki ELHAMDULİLLAH ki onların çoğunluğu cezaevlerinde Alim oldular ceza evinden çıkıp islami faailiyetlerine daha bir sıkı şekilde çalışıyorlar

yine diyorsunuz ki
* Bazıları yaptıkları yanlışlık ve haksızlıkların vicdan azabına dayanamayıp psikolojik bunalımlara kapılmış pişman olmuş
ben öyle bunalımlara girmişleri görmemiş duymamışım
bazıları dediğiniz kaç kişi acaba belki
yüzbinler arasında belkkide öyle olanların sayısı 100 bulmuyor bu pişman olanlarda islamdan ALLAH rızasından uzaklaşanlardır yoksa ben şahsen çok yakından tanıdığım kişiler belki müebbet yiyecek ama mahkemede hakimin yaptıklarından pişman mısın sorusuna hayır asla yaptıklarımın hiçbirisinden pişman değilim diyenleri çok görmüş ve tanıyorum[/quote]

İlmi, senetli sepetli bir yazıya karşı sadece boş faraziyelerle cevap verilmiş…. Siz kimsiniz ki sizin sözleriniz senet yerine geçsin, belki o yörelerden olmanız, diyarbakır veya çevresinden ve içinize kuru menfaatlerle dolu nifak tohumları serpilmiştir…. Ama grubun gidişatı hayır değildir, muratları batıldır….

Görünen köy kılavuz istemez, Hizbullah yada benzeri gruplar adam gibi müslüman olsalar dı o bölgede PKK’nın gölgesi bile görülmezdi fakat düşmanın düşmanı dostumdur diyerek akılalrı sıra Türkiye devletine karşı PKK ile şimdi aynı hedefte birleştiler, Hizbullah dediğinz gibi adam olsa idi komunist dinsiz imansız pkk nın sesi çıkmazdır… Kalkıp it sürüleri Kürtlerin asıl dinleri zerdüştlüktür diye ötmezdi… Ama durum ortadadır orada yer bulan hizbullah malesef PKK ya payanda olma yolundadur…. Amel ortadadır…. Kimseye ne gazel ne de hikaye okumayın…

ümmetçi bakış

hizbullah a atılan iftiralardan dolayı onlara daha çok bağlanıyorum
öncelikle bu iftiralarınız beni daha çok hizbullah cemaatine bağladı çünkü bu iftiralarınızın hiç birinin doğru olmadığını %100 biliyorum ben vallahi senelerce onların içindeyim onların derneklerine onların etkinliklerine programlarına yardım faaliyetlerine islami çalışmalarına kısacası bir çok alanda onlarla beraberim ben bu atılan iftiraların hiçbirinin doğru olmadığımı gördüm

Diyorsunuz ki menfaat için çalışıyorlar buda yalan ben ve onlarla olduğum cemaat fertleri onlarca belki hatta belki yüzlerce faaliyetlerinde,işlerinde ne ben ne de arkadaşlarım ve nede tanıdığım binlerce kişinin vallahi birkuruş dünyalık bir menfaatleri bize dokunmamış hatta gerektiğinde bizler ihtiyacımızın olduğu halde ALLAH rızası için kendi gönlümüzle onlara infak ediyorduk
yine diyorsunuz ki onlardan bir kısmı hapihaneye girip hayatları karardı
ama onlar öyle kendi hallerinden şikayetçi değiller gidin araştırın ki ELHAMDULİLLAH ki onların çoğunluğu cezaevlerinde Alim oldular ceza evinden çıkıp islami faailiyetlerine daha bir sıkı şekilde çalışıyorlar

yine diyorsunuz ki
* Bazıları yaptıkları yanlışlık ve haksızlıkların vicdan azabına dayanamayıp psikolojik bunalımlara kapılmış pişman olmuş
ben öyle bunalımlara girmişleri görmemiş duymamışım
bazıları dediğiniz kaç kişi acaba belki
yüzbinler arasında belkkide öyle olanların sayısı 100 bulmuyor bu pişman olanlarda islamdan ALLAH rızasından uzaklaşanlardır yoksa ben şahsen çok yakından tanıdığım kişiler belki müebbet yiyecek ama mahkemede hakimin yaptıklarından pişman mısın sorusuna hayır asla yaptıklarımın hiçbirisinden pişman değilim diyenleri çok görmüş ve tanıyorum

adile sayın

ALLAH RAZI OLSUN
YAZINIZI BÜYÜK BİR İLGİ VE ALAKA İLE OKUDUM. ÇOK İSTİFADE ETTİM. ŞU GÜZELİM VATANIMDA NE OYUNLAR OYNANIYORMUŞTA HABERİMİZ YOK. GÖZÜMÜZÜ AÇAN, GÖNLÜMÜZÜ FERAHLANDIRAN, YÜZÜMÜZÜ AYDINLATAN MİLLİ ÇÖZÜM EKİBİNE TAŞEKKÜR VE SAYGILARIMI ARZ EDİYORUM.

ÖZEL YAZILAR

YORUMLAR

Son Yorumlar
5
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx