YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6621ddddefc89
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 3 1
Bugün : 2072
Dün : 26845
Bu ay : 453952
Geçen ay : 453014
Toplam : 23232916
IP'niz : 3.137.172.68

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

İstanbul’da, Üniversite öğretim üyelerinin isteği üzerine ve çok seçkin bir davetli ve dinleyici önünde; Ahmet Akgül Hocamızın “Adil Düzen Kavramı ve Kurumları” konusundaki konferansının video çözümleri:

 

“FAİZ”Cİ SÖMÜRÜ TUZAĞI VE ALTERNATİF ÇÖZÜM PROGRAMLARI

 

faiz1

faiz2

 

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Böylesine hayırlı ve yararlı bir maksatla bizleri bir araya getiren Cenab-ı Hakka sonsuz şükürler ederek başlıyorum.

“Siz bütün insanlık için çıkarılmış hayırlı bir ümmet oldunuz” (Ali İmran: 110) ayetinde sadece kendi ülkemizin değil, sadece İslam ümmetinin de değil bütün İnsanlık aleminin huzur ve refahını sağlayacak bir hedefle ortaya çıkmamız emrediliyor. Bu da yeterli ve uygulanabilir ilmi bir sistem projeleri hazırlamamızı gerektiriyor. İşte hem İslami hem ilmi hem de insani bir DÜZEN’de, tahribatçı FAİZ sistemi yerine, faizsiz kredileşme ve adil vergi düzeniyle ilgili kanaatlerimizi böylesine seçkin ve seviyeli bir topluluk huzurunda paylaşma fırsatı hazırlayan Muhterem Hocalarımıza teşekkürlerimi arz ediyor, tüm değerli konuklarımıza saygılar sunuyorum.

A- Hz. Peygamber Efendimize kadar “şeriatların değişme süreçleri” geçirilmiş, İslam ise “içtihatların değişmesi” dönemini getirmiştir.

• İlim: İçtihat (çözüm) üretmektir. “Tilavet Kur’an değildir, rivayet ilim değildir.” (Hadis)

Onlar doğru ve yanlışları, sağı ve solu birbirinden ayıramamışlardır. Hatta onlar gece odun toplayanlar gibi ellerine geçen her şeyi bir araya getirmişlerdir. Bunları taklit edenlere yazıklar olsun.” (M. Ebu Zehra) Rastgele bir sürü bilgileri ezberleyip dağarcığına dolduran kimseler, gece odun toplayıp yığan kimse gibidir” (İbn-i Abidin)

• Bütün içtihatlar beşeridir. (Bizim pirinç sizin hiçten iyi değil mi?)

• Sarih ayetlere ve sahih sünnete dayalı yeni çözümler gereklidir. Sünneti 3 kısma ayırmak münasiptir. 1-Şahsi sünnet (Peygamberimize özel) 2-Örfi Sünnet (Adet ve geleneklerin devamı) 3-Daimi (hepimizi bağlayıcı) sünnet.

• Kelime ve kavramların önemi ve ilişkisi: Eski kelimelere yeni kavramlar yüklenmelidir.

Ortak kelime: “De ki: “Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek (olan) bir kelimeye (tevhide) gelin. Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim.” (Ali İmran: 64)

Laiklik Tanımı yeniden yapılmalı ve Demokrasi Kavramı açıklığa kavuşturulmalıdır.

Dinin (içinde) de zorlama yoktur. Çünkü takibi ve tespiti mümkün olmayan suçlara ceza tatbik edilemeyecektir.

Örf: Önceki Medeniyet verileri de örfe dâhildir. Yani medeniyetlerin birbirinden etkilenmesi tabiidir ve normaldir.

B- Yeni Bir Düzen İhtiyacı

Müslümanları ve insanlığı yüzlerce yıl önceki şartlara ve o dönemler için hazırlanmış kalıplara uymaya zorlamak, nehirleri baş yukarı akıtmaya kalkışmak gibi bir divaneliktir.

Müspet (ispat edilmiş ve kesinleşmiş) ilmin verileri, binlerce tecrübenin meyveleri olan insanlık tarihinin birikimleri… Aklıselimin ve vicdani kanaatlerin ortak ürünleri… Ve, hayret ve hayranlık uyandıracak şekilde bütün bunlara uygunluğu görülen: Kur’an-ı Kerim’in açık hükümleri “değişmeyen doğrular”dır… Sünnet; Efendimizin hayat sisteminin ve stratejisinin esaslarıdır. Asr-ı Saadet ve Ashabın (ra) hayatı, “İslam’ı nasıl anlamamız, uygulamada neleri esas almamız ve problemleri çözmede hangi yöntemleri kullanmamız”, hususunda kıyamete kadar örnek levhalarımızdır. İlim ve içtihat erbabının ve mezhep imamlarının mutlak doğrulara dayanarak ortaya koydukları prensipler ise, bizim genel düsturlarımızdır.”

Bugün ülke ve dünya şartlarına uygun yeni “zekât ve vergi sistemi” nasıl olacaktır? Helal ve hayırlı bir “banka ve kredi düzeni” nasıl kurulacaktır? İnsanlığa uygun bir “siyasi ve sosyal yapılanma” nasıl oluşacaktır? Çağımızın şartlarına ve ihtiyaçlarına cevap verecek yeni bir “ilim ve eğitim biçimi” nasıl uygulanacaktır? Emeklilik, sendika ve sigorta işleri ve diğer sosyal hizmetler hangi kurum ve kurallara dayanacaktır? gibi sorulara cevap verecek ve bu tür sorunlara çözüm getirecek yeni ve ilmi içtihatlara ihtiyacımız bulunduğunu kabul etmemek, kafamızı kuma gömmektir.

Evet, Osmanlı dönemi zekât ve vergi sistemini bugüne aynen tatbik edemeyiz! Selçuklu dönemi borç alıp verme düzeniyle, bugünkü banka ve kredi düzenini yürütemeyiz!.. Abbasi dönemi usta-çırak ilişkilerini esas alan kurum ve kurallarla bugünkü işçi-işveren münasebetlerini, sendika ve sigorta hizmetlerini başa götüremeyiz. Asrı Saadet şartlarına uygun Suffa örneği ile veya sonradan geliştirilen medrese usulüyle bugünkü eğitim ve öğretim işlerine ve üniversite hizmetlerine çeki-düzen veremeyiz!…

Eski hal, muhal; Ya yeni hal, ya izmihlal!

C- Düzenin Adil Olması İçin, Dengeleri Koruması Lazımdır.

Adil Düzen; Her dinden her kavimden, her görüşten ve her sınıf ve seviyeden bütün insanların, birlikte barış ve bereket içinde yaşama düzeni ve herkesin temel insan haklarıyla kişisel hürriyetlerini, başkalarına zarar vermeden kullanma disiplinidir. Zaten İslâm da, “silm” kökünden, barış demektir.

Evet İslâm; hayatın ve hakikatin kendisidir. Huzur ve hürriyetin reçetesidir. İslâm, medeniyetin ve insaniyetin ilahi rehberi ve tarifesidir. Çünkü; İslâm hem Hak ve İlahi dinlerin ortak ismidir. Hem, her asırda kâmil ve adil bir düzen öngörmektedir. Hem de birbirine zıt ve karşıt gibi görünen durumlar arasında, gerçek bir denge ve yüksek bir ahenk oluşturan ve her türlü dışlamayı ve düşmanlığı barıştıran bir mutluluk ve sonsuzluk müjdesidir. Bu bakımdan Adil Düzen:

1- Maneviyatçılıkla akılcılık arasında,

2- Sabitlikle değişkenlik arasında,

3- Madde ile mana arasında,

4- Fert ile cemiyet arasında,

5- Adalet ile hürriyet arasında,

Yani “bireylerin hürriyetleriyle başkalarının hakları ve haysiyetleri” ortasında uyum ve denge kurmuş, asla barışmaz ve bir arada olmaz zannedilen kavram ve kurumları uyuşturmuş… Dünyaya huzur ve emniyet, ölüme ise hayat ve ebediyet kazandırmayı amaçlamış ve bunlardan bir bütün oluşturmuştur. İmam-ı Gazali’nin dediği gibi İslâm’ın en önemli gayesi: Dini, hayatı, aklı, nesli ve mülkiyeti korumaktır.[1] Bu nedenle Adil Düzende ilahi prensiplerle ilmi ve akli neticeler uyuşmaktadır. Bir toplumun diniyle düzeni çatışırsa: 1-Vatandaşlar ya düzene uyacak, dini yozlaşacak 2-Ya dinine bağlı kalacak, düzenle çatışacak 3-Veya dinini düzene uydurup münafıklaşacaktır.

D- Adil Bir Düzen Nedir?

– Adil Düzen’in genel esasları

“Adil Düzen”in genel esaslarını şöyle sıralayabiliriz;

Adil Düzen; Her dinden, her kavimden ve her seviyeden bütün insanların birlikte barış ve bereket içinde yaşayacağı ve tüm temel hak ve hürriyetlerin sağlanıp korunacağı, İslami, ilmi ve insani yepyeni ve orijinal bir düzendir.

İslamidir; Çünkü, sarih ayetlere, sahih hadislere ve icma-i ümmete dayalıdır. İslam barış ve bereketi esas almaktadır.

İlmidir; Çünkü, akli delillere ve Müspet ilmin verilerine uygun hazırlanmıştır.

İnsanidir: Çünkü, yalnız Müslümanları değil bütün insanları kapsamakta ve kucaklamaktadır.

Adil Düzen; “Elmüslimune kerrecülil vahid “müslüman (insanların topluluğu) bir kişi (tek vücut) gibidir” hadisinin hikmet ve gerçeğine uygun olarak, toplum yapısı bir insan vücuduna benzetilerek hazırlanmıştır.

a- İnsanda İyiyi – kötüden ayırmaya yarayan (His (kalbi duygu) ve vicdana) karşılık cemiyet planında dini – ahlaki Adil Düzen vardır.

b- İnsanda faydalıyı – zararlıdan ayırmaya yarayan (irade-menfaat düşüncesi ve sindirim sistemine) karşı toplum planında iktisadi (Adil Ekonomik) düzen hazırlanmıştır.

c- İnsanda adaleti – zulümden ayırmaya yarayan (ünsiyet ve sinir sistemine) karşılık cemiyet ve devlet planında idari (Adil Siyasi) düzen yapılandırılmıştır.

d- Ve yine insandaki doğruyu – yanlıştan ayırmaya yarayan Akıl ve düşünce sistemine karşılık toplum planında Adil ilmi düzen bulunmaktadır.

Bir insan vücudundaki ruhi ve vicdani değerlerle akli düşünceler nasıl uyum içinde bulunuyor, sinir sistemi ile sindirim sistemi, boşaltım sistemi ile dolaşım sistemi nasıl ki birbirine karışmıyor ve müdahale etmiyor (aksi halde kangren ve kanserleşme olur).

Adil Düzen, “Mutlak doğrulara” dayanılarak ve “Kesin yanlışlardan” sakınılarak hazırlanmıştır.

Doğru ve yanlışların tespitinde ise şu değer ölçüleri esas alınmıştır

1. Aklıselimin gerekleri,

2. Müspet ilmin verileri,

3. Vicdani kanaat neticeleri,

4. Tarihin tecrübe ve birikimleri,

5. Evrensel Hukuk kaideleri,

6. İlahi dinlerin öğretileri. İşte bu altı değer ölçüsünün, ittifakla “Hayırlı ve Yararlı” gördüğü şeyler “Doğru”, yine bunların ittifakla “Kötü ve Zararlı” gördüğü şeyler de “Yanlış” kabul edilmiştir.

“Değişmeyen doğru”ları ve adaleti esas alan düşünce ve düzenler HAK, “Devamlı yanlışlar” üzerine kurulan, haksızlık ve ahlaksızlığa yol açan düşünce ve düzenler ise BATIL sayılmıştır.

Bunun içindir ki Adil Düzen;

1- Hakkı üstün tutan bir düzendir,

2- Hürriyeti esas alan bir düzendir,

3- Huzuru ve güveni sağlayan bir düzendir.

Çünkü;

A- Hem kafayı,

B- Hem kalbi,

C- Hem de karnı doyuran bir sistemdir.

Bu arada, farklı köken ve kültürden, ama herkesin hayrına ve huzuruna yarayan, çağdaş bilimin verileriyle ve evrensel hukuk prensipleriyle de uyuşan “gerçeklere ve güzelliklere”, sadece, bunlar “din”den kaynaklanıyor diye karşı çıkanların; asla olumlu ve onurlu bir tavır sergilemedikleri, demokrasi ve laikliği özümsemedikleri ve içlerine sindiremedikleri de acı bir gerçektir.

E- Faizsiz, Adil ve üretici Ekonominin temel esasları

Harbi Umumi, 1. senesi Kafkas–Rus cephesinde, Bediüzzaman tarafından talebelerine yazdırılan aslı Arapça olan, bir Tefsir mukaddimesi tarzında hazırlanan sonra kardeşi Abdulmecit Nursi tarafından Türkçeye tercüme olunan. “İşaratül icaz” çok önemli bir eserdir.

İlimler genellikle: 1- Kesbi, 2- Vehbi olarak elde edilir.

Kesbi: Rasihun âlimlerin (ilimde derinleşenlerin) bilgileridir. (Ali İmran: 7)

Ribbiyun: Rabbani bilginler ise “Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever” (Ali İmran: 146) ayetinde işaret edilen manevi inayet ve hikmet ehlidir.

“İşaratül icaz”da, Bakara 3. ayetinin tefsirinin sonunda: Eğer tedkiki bir bakışla tarih sahifelerine bakacak olursak insanlık âlemini zillet ve zelzelelere ileten, nevi beşeri umumi felaketlere sürükleyen, toplu isyan ve ihtilalleri körükleyen iki şeytani ve gayri insani düşünce görülecektir:

1- Ben tok olayım da başkaları acından ölsün, bana ne!?

2- Sen zahmet ve mihnet içinde boğuş ve boğul ki ben nimet ve lezzet içinde rahat edeyim.

Bu iki fasit ve zalim düşünceyi kökünden kurutup halleden İslam’ın şu iki prensibidir:

1- Vücub-u Zekat (Servet ve üretim vergisi).

2- Hürmet-i Riba (Faizin yasak edilmesi).

Veda Hutbesinde: “Faizin her türlüsü kaldırılmıştır, ayağımın altındadır” buyrulmuştur.

– Hadis: Haramların adı değişip işlenecek.

F- Faiz Nedir?

Faiz genel olarak beş çeşittir:

1- Misliyattan (aynı cinsten ve aynı ölçekte verilen borç malları geri öderken) alınan fazlalık faizdir.

2- Borç alınan aynı marka ve miktar PARA’dan (veya altın ve gümüş eşyadan) zaman uzadıkça artarak alınan kira, kazanç, nema faizdir.

3- Zarara katılmayan ve risk alınmayan kâr ortaklığı ve getirisi faizdir.

4- Zaruri ihtiyaç maddelerinde ve enflasyonsuz bir düzende, veresiye satılan malların vade farkı faizdir.

5- Kişilere veya şirketlere “üretmeden tüketme hakkı tanıyan” her türlü imkân ve fırsat faizdir.

Günümüzde Hz. Peygamber Efendimizin ve Raşit halifelerinin (ve özellikle Hz. Ömer’in) bahsettiği “Gizli faiz” sıkça görülmekte ve yine “Ümmetimin üzerine (faiz gibi) günahların ismini değiştirip işleyecekleri bir zaman gelir” mealindeki hadisi şeriflerin haber verdiği bir süreç yürümektedir.

Faiz belası ve borç batağı

• 12 yıllık AKP iktidarı boyunca, halkımız kasıtlı ve planlı bir “Beyin yıkayıp faizli krediyle borçlandırma” süreciyle %80’i çoğu Yahudi olan yabancıların elindeki bankalara borçlandırılmış, Türkiye “gizli sömürge ülkesine” toplum ise, tüketim teşvikiyle “Siyonist sermaye kölesine” çevrilmiş durumdadır. Memurundan işçisine, esnafından köylüsüne, tam 16 milyona yakın insanımız; ev, araba, mobilya sahibi olma ve tatil yapma hevesiyle bankalara borçlandırılmış, yani faizci vahşi kapitalizmin uzaktan kumandalı kuklaları konumuna taşınmıştır. Böylece faizli krediye bulaştırılan her vatandaşın en az gelecek 10 (on) yılının bütün kazancı ve aylığı peşinen ipotek altına alınmıştır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) verilerine bakıldığında, 2002 yılında 1 milyon 655 bin vatandaşın toplam 6,5 milyar lira olan kredi borcu, Eylül 2014 sonu itibarıyla toplam 15 milyon kişiye ve kredi borcu tutarı 345,5 milyar TL’ye ulaşarak 52 kat artmıştır.

• Bugün devlet dairelerinde, belediyelerde ve özel sektörde çalışan kesim, artık aybaşında bankamatik sıraları oluşturmamaktadır; çünkü maaşlarının tamamı zaten faizli kredi borçlarına mahsuben kesilmiş bulunmaktadır. Artık en zaruri ihtiyaçlarını bile karşılamakta zorlanan işçi ve memur kesimi, mecburen hanımlarına –ne olursa olsun- iş bulma telaşına kapılmakta, bu da aile yapısının sarsılmasına, yuvaların dağılmasına, psikolojik bunalımların artmasına ve kıskançlık katliamlarına yol açmaktadır; çünkü namus düşmanlarına ve fırsat istismarcılarına gün doğmaktadır.

Türkiye’yi yabancı kaynaklı ve ekonomikman teslim alma maksatlı “karşılıksız sıcak para” ile aldatıcı ve günü kurtarıcı bir sahte rahatlık ortamıyla avutup oyalayan AKP iktidar kurmayları, hatta fiili Başbakan gibi davranan Sn. Cumhurbaşkanı ile, maalesef büyük payı yabancı ortaklı Merkez Bankasıyla giriştiği laf atışmaları –veya planlı danışıklı dövüş hesapları- ve hızla artan dolar yükselişi sonucu, sadece bir ayda borç toplamı tam 150 milyar dolar artmış bulunmaktadır.

Faizli kredi borcuna mahkûm edilen vatandaşlarda “AKP’ye oy vermeye mecburuz” algısı oluşmaktaydı! (Bir günlük elektrik kesintisi sıcak paracıların uyarısıydı.)

Elektrik şirketlerinin, devletten borcunu alamayınca, onların 1 günlük kesinti uyarısı yaptığı konuşulmaktaydı. AKP iktidarının bu aciz ve çaresiz tavrı, yarın sıcak para spekülatörlerinin bankaları boşaltması halinde, ülkenin nasıl bir akıbete kaydırılacağının da ispatıydı. Bu ülke çapındaki skandal elektrik kesintileri palavracı politikacılara bir kulak çekme provasıydı ve artık Türkiye’mizi bu karanlık kafalardan kurtarma zamanıydı! Çünkü Hükümet bu kesintilerin sebebini bile bulup millete açıklayamamıştı?

• IMF Banka Değil Aracı Kefalet Kurumudur!

Faizli Türk Ekonomisi Verem Hastasıdır

Türkiye’nin dış borcu: 2002’de; 129,592 milyar dolardı. 2013’te; 388,243 milyar dolar oldu. Bugün 650 milyar (özel borç da dâhil olmak üzere) toplam 800 milyar dolardır. Dünya kriteri şudur; borç, milli gelirin yüzde 40’ını geçerse o ülke için kırmızı alarm verilmektedir. Türkiye’de oran yüzde 53!

Cari açık 2013’te Cumhuriyet tarihi rekoru kırdı: 83 milyar dolara ulaştı.

Kişi başına düşen borç: 2002’de: 1.963 dolardı. 2013’te; 5.105 dolar oldu.

Ekmek, kilosu 2002’de 1,03 liraydı, bugün 4 lira oldu.

Benzin, 2002’de 1,66 liraydı, bugün 5,12 lira oldu.

Motorin, 2002’de 1,30 liraydı, bugün 4,65 lira oldu.

Tüp, 2002’de 15 liraydı, bugün 75 lira oldu.

Büyük devalüasyonun yapıldığı 2002’de 1 dolar 1,412 lira idi; 2013’te 1 dolar 2,022 lira. Şimdi 2,70’lere dayandı.

2002’de 1 euro 1,42 lira idi; 2014 başında 1 euro 2,87 liraya fırlamıştı. O gün asgari ücret net 949 liraydı. Dört kişinin açlık sınırı ise 1.592 liraydı. O süreçte Türkiye’de 12 milyon 225 bin kişi, aylık 376 lira gelirle yoksulluk sınırı altında yaşamaktaydı.

Bugün tasarruf, yatırım oranları; petrol krizi ve Kıbrıs Savaşı’nın yaşandığı 1974 ile aynı düzeyde, imalat sanayiinde ise düzeyimiz 1955 seviyesinde bulunmaktadır.

Türkiye’de çalışanların yüzde 48,8’inin hiçbir sosyal güvencesi yoktur. Tarım sektöründe bu yüzde 86,7’ye çıkmaktadır. Tüm çalışanların yüzde 69’unun evine 3000 liradan az para giriyor durumdadır.

Her 100 memurdan 97’sinin borcu vardır. 2002’de toplam kredi borcu 6,308 milyar iken 2013’te bu 333,661 milyara fırlamıştır. İnsanlar “tüketim canavarı” yapılmıştır.

Üç milyon yurttaşın tüketici kredisi ve/veya kredi kartı borcunu ödeyemediği için bankaların “kara listesi”nde olduğu açıklanmıştır. 5 köylüden 3’ü haciz kıskacı altındadır.

2000-2013 yılları arasında Türkiye’de dükkân kapatan esnaf ve sanatkâr sayısı 1 milyon 261 bin 722. İcra dosya sayısı 2002’de 6 milyon idi, şimdi 15 milyona ulaşmıştır.

Vatandaşların bankalara borcu 2002 yılında 47 milyar lira iken, 2013 yılı Mayıs itibariyle 890 milyar lirayı aşmıştır. Cezaevinde bulunanların yüzde 38,7’si İcra ve İflas Kanunu’na muhalefet suçundan yatmaktadır.

1980’de nüfusumuz 50 milyon, sendikalı işçi sayısı 2,5 milyon. 2013’te nüfusumuz 75 milyon, sendikalı işçi sayısı 600 bin kadardır. Sendikalaşma oranı yüzde 8 civarındadır. Bu oran Finlandiya’da yüzde 70, İtalya’da yüzde 35 kadardır. Bu kadar düşen sendikalaşma oranına rağmen, toplu sözleşmeden yararlanan işçi, yüzde 5,4 civarındadır.

Peki işçi sayısı mı azalıyor; hayır! 2002’de 387 bin taşeron işçi vardı. 2013’te 2 milyon taşeron işçi vardı. Tek bir örnek yeter: geçen yıl inşaat sektöründe çalışan 1 milyon 600 bin işçiden sadece 41 bin 414’ü sendikalıydı. Türkiye’de büyük bir taşeronlaşma sorunu yaşanmaktadır. Bu kendini sadece yokluk kriterinde göstermiyor. Ölüyorlar.

G- Para Nedir?

İnsanlar sadece “tam bir toplu düzen”de yaşayabilecek özelliklerle yaratılmamış, bunun yanında; tek tek yaşayan canlıların da yararlı yönlerini almış olduğu için, toplu yaşayan hayvanlarınkine benzer, “birlikte üretim; birlikte tüketim, her şey ortak” hayaline dayanan ve kişilerin ferdi hürriyet ve haysiyetini öldüren “Komünizm düzeni” insanlar arasında kurulamaz, kurulsa da uygulanamaz. Zaten insan fıtratına uygun olmadığı için daha bir insan ömrünü bile doldurmadan Komünizm iflas etmiş ve çökmüştür.

Eğer insanlardaki “çalışma ve üretme arzusu, yaşama ve tüketme arzusundan fazla” olsaydı, Marks’ın Komünizm hayali belki gerçekleşebilirdi. Ancak İlahi kudret ve hikmetin insanı böylesine “yaşamaya ve tüketmeye istekli, çalışıp üretmeye karşı ise tembel” yaratmış olması; hem imtihan sırrına uygunluğu, hem de insanlar arasındaki “yarışma düzeni”ni gerçekleştirmesi bakımından gereklidir. Bu yarışma isteği ve özelliği, maddi ve manevî yönden devamlı ilerlemeyi ve yenileşmeyi sağlayacak, yeni karakter ve kabiliyetler ortaya çıkacak ve herkes çalıştığının ve hak ettiğinin karşılığını alacaktır.

İnsanlardaki “çalışmadan kazanma, üretmeden tüketme ve yorulmadan yaşama” arzu ve isteğini, zararlı halden yararlı hale çevirmek için; ADİL BİR DÜZEN ve DİSİPLİN’e ihtiyaç vardır. İşte Adil Düzendeki “mülkiyet sistemi” bunu gerçekleştirmiştir. Bu sistem “Herkesin ancak ürettiği kadar tüketmesi” esasına dayanır. Buna göre her fert helal ve meşru yoldan, gücü ve aklı yettiği kadar çalışıp kazanmak, yani “üretmek ve çalışıp ürettiği kadar da tüketmek” hakkına sahip olacaktır. Öyle ise kim daha iyi yaşamak ve daha çok tüketmek istiyorsa, o halde daha çok yorulmak ve daha fazla üretmek zorundadır. Hiç kimseye “üretmeden tüketme” veya “ürettiğinden daha fazla tüketme” hakkı ve fırsatı verilmeyecektir. Bu sistemi; düzenlemek, denetlemek ve disiplinize etmek ise Adil Devletin görevidir.

Para: Toplumdaki her bireyin ne kadar ürettiğini belgeleyen ve çalışıp kazanarak topluma teslim ettiği malın miktarını gösteren bir “senete” ihtiyaç vardır ki, buna da PARA denir. Yani para; insanlara, ürettiği kadar tüketme hakkı ve imkânı sağlayan geçerli ve resmi bir belgedir.

Toplumda bu ekonomik dengenin ve Adil Düzenin korunması için “herkesin ürettiği kadar tüketmesi” esası yanında bir kurala daha ihtiyaç vardır. O da; “Önce üretme, sonra tüketme” esasıdır. Çünkü; önce tüketip sonra üretme durumunda “borçlu yaşama” düzeni ortaya çıkar ki, bu durum toplumun dengesini bozacaktır. Özellikle FAİZ, borçlu yaşama düzenini doğurmaktadır. Faizle kredi alan kişi, henüz üretmediği bir malı tüketmeye başlamış sayılır. Bu durum ekonomide doğal dengeyi bozacaktır. Faiz ve borçlu yaşama düzeniyle bir ülke; önce kendi milli servetini tüketip harcayacak, sonra da mecburen dış ülkelere borçlanmaya başlayacak ve sonunda çözülüp çökmek kaçınılmaz olacaktır.

Faiz ise, insanlara “üretmeden tüketme hakkı” vermektir. Daha doğrusu çalışıp üretenlerin hakkını, çeşitli hilelerle alıp başkalarına peşkeş çekmektir. Örneğin; Bankaya bir milyon koyup yılsonunda bir buçuk milyon alan kişi, fazladan aldığı bu yarım milyonu hak edecek hiçbir üretimde bulunmamıştır. Faiz olarak alınan bu yarım milyon lira, ya çalışarak üretenlerin hakkından kesilerek kendisine ödenecektir ki, bu açıkça bir zulüm ve haksızlıktır. Veya karşılıksız para basılarak kendisine verilecektir ki, bu da paranın değerini ve alım gücünü düşüreceği, enflasyon ve pahalılığı körükleyeceğinden yine haram ve haksızlıktır.

Adil ekonomideki herkesin ne kadar mal ve hizmet ürettiğini ve bunun karşılığında ne kadar tüketmeyi hak ettiğini gösteren bir senet durumundaki “sağlam para” adalet ve saadetin anahtarıdır.

H- Kredi Kurumları (Karzı Hasen’in Sistemleşmesi)

Adil Düzende krediler aşağıdaki şekillerde sağlanacaktır:

1- Kâr Ortaklığı anlaşmalarına verilecektir. (Örnek: 5 katılımlı bir yatırım ortaklığına) Şöyle ki:

a- Sermaye sahipleri tesisleri ve fabrikaları kurarak,

b- Yöneticiler, işletmecilik ve organizecilik hakkını alarak,

c- İşçi ve ustalar emekleriyle katılarak,

d- Hammadde teminini üstlenen şirket, kooperatif veya onlara kredi veren banka da bir ortak sayılarak,

e- Devlet ise kanalizasyon su, elektrik, telefon gibi altyapı, bilgi bankası ve proje ve teşvik yardımı gibi genel hizmetleriyle katkıda bulunarak, kurulacak Kâr Ortaklığı yatırımlarına yeteri kadar faizsiz kredi sağlanacaktır. Mesela, eşit katılımlarla kurulan beş ortaklı bir Şeker Fabrikası her gün 1000 torba şeker üretiyorsa, her ortak beşte bir payı olan 200 torba şekeri veya değerini hak etmiş ve almış olacaktır. Bu durumda işçi – usta – yönetici – işletmeci hepsi birden daha çok çalışmaya ve daha çok üretip kazanmaya gayret edecektir. Çünkü üretim arttıkça, kendi payları ve kazançları da haliyle artmış olacaktır. Hatta mesela aynı fabrikada çalışan 40 kişi gelip işletmecilere “biz aynı işi 30 arkadaşla da yürütebiliriz… 10 arkadaşımızı ihtiyaç duyulan başka birimlere kaydırabilirsiniz” diyebileceklerdir. Zira aynı üretimden 40 kişiye bölüşülecek emek payı, bu sefer 30 kişiye dağıtılacak ve daha kazançlı çıkacaklardır. Yani Adil Düzen, “çıkar çatışması yerine, menfaat ortaklaşması” sistemini hazırlamıştır.

Hz. Peygamber Aleyhisselam Efendimiz: “İşçinin (emekçinin) hakkını tam vermeyenin, kıyamet günü hasmı (davacısı) Ben olacağım” (İbni Mace Sünen Kitabülahkam-Babül Ecir) buyurmaktadır. İşçinin (emekçinin) “tam hakkı”nın ne olacağı ise: yine Peygamberimizin o günün en önemli istihdam alanı olan çiftçilikte (tarım işletmeciliğinde); masrafların (girdi harcamalarının) çıkarılmasından sonraki net kazancın, işverenle işçiler arasında ortak paylaşımını esas alan tavsiyelerinden anlaşılmaktadır. Bu uygulama, Anadolu’da; arazi sahipleriyle çiftçiler arasında “Yarıcılık sistemi” olarak asırlar boyu yaşanmıştır. Bu durum “ortaklık ekonomisinin” delillerinden (kaynak ve dayanak prensiplerinden) birisi konumundadır. Buhari Muzuraa bölümünde Hz. İbni Ömer’den (RA) “Peygamber Efendimizin Hayber arazisini, mahsulün yarısı karşılığı, onu işleyecek Yahudilere verdiğini” aktarmaktadır.

2- Mükteseb Hak Kredisi:

Elinde birikmiş ihtiyaç fazlası parası olan kimseler bunu, başkaları faizsiz kredi olarak kullanabilsin diye bankaya yatırırsa, “bu paranın miktarıyla, bankada kaldığı zaman oranında” bir parayı kredi olarak alıp kullanma hakkı doğacaktır.

3- Emek Kredisi:

Özel ve tüzel kuruluşlar atölye ve fabrikalarında çalıştıracakları işçi sayısına göre, ek bir kredi alıp kullanacaktır.

4- Rehin Kredisi:

Elinde ürettiği ama satmak istemediği “dayanıklı tüketim malları” bulunanlar, bunları devlete rehin göstermek suretiyle kredi alacaktır.

5- Zamanında ve fazla vergi ödeyenlerin, bu dürüstlük ve başarılarını ve milli ekonomiye katkılarını ödüllendirmeye yönelik “Vergi Ödül Kredisi” uygulanacaktır.

6- Uygun ve yeterli projeleri ve gerekli teminat ve tezkiye belgeleriyle başvuranlara “Yatırım projesi kredileri” sağlanacaktır.

7- Selem Senedi Kredisi: Genellikle küçük ve orta ölçekli işletmeler ve mevsimlik üretimler için tatbik edilen “para peşin, mal veresiye, ama normal değerinden daha ucuza yapılan alışveriş” anlaşmasıdır. Bu durumda tüketici ihtiyaç duyduğu malı ucuza almış, üretici ise hazır ve faizsiz kredi bulmuş olacak ve bu uygulama üretimi arttıracak, ekonomiyi canlandıracak ve fiyatları ucuzlatmış olacaktır.

İ- Selem Senedi ve Kuralları

SELEM Senedi (Sipariş) Kredisi: Selem; para peşin, mal veresiye olmak üzere yapılan alışveriş sözleşmeleridir. Bu, kitap, sünnet ve icma ile sabit ve caizdir, aklen, ilmen ve vicdanen de gerekli ve geçerlidir. “Selem; para peşin, mal veresiye yapılan senetleşmedir” demek; yani birkaç ay sonra üretilecek buğday, peynir, kumaş vb. şeylerin, o günkü piyasa değerinden biraz daha düşük bir fiyatla satılıp peşin parası alınarak, karşılığında taahhüt edilen malın, üretildikten sonra ödenmesidir. Bu durumda; peşin para veren alıcı (tüketici) ucuza mal almış olacaktır. Bu parayı tüketiciden veya bankadan peşin ve faizsiz kredi olarak alan müteşebbis ise, üretimi gerçekleştirmek ve işini genişlettirmek imkânı bulacaktır. Ancak, selemin, faiz şüphesinden uzak kalması ve meşru sayılması için şu şartları taşıması gerekir:

1- Para peşin olarak ödenmelidir.

2- Malın veresiye (en az bir ay gibi bir müddet sonra) verilmesi gereklidir.

3- Peşin ödenen paranın cinsi ve miktarı mutlaka belirtilmelidir. (45 Cumhuriyet altını, 7000 TL, 2000 ABD doları, 3000 Euro, gibi.)

4- Peşin alınan para karşılığında sonradan verilmesi taahhüt edilen malın,

a. Cinsi (buğday – peynir – kumaş gibi),

b. Nev’i (yerli buğday, kaşar peyniri, yazlık terlen kumaş gibi),

c. Miktarı (300 kg., 5 teneke, 170 m. gibi),

d. Sıfatı (süper, iyi, orta, düşük kalite gibi) her halde belirtilmiş olmalıdır.

5- Malın teslim edileceği yerin ve zamanın gösterilmesi şarttır.     

6- Bu malın kararlaştırılan mekân ve mevsimde piyasada bulunur cinsten olması lâzımdır.

7- Selem yapılan iki bedelin (paranın ve malın) faiz illetine karışmaması için, farklı cins ve miktarda olması esastır.

Bütün bu şartların faize dönüşmemesi için aşağıdaki esasların da uygulanması gerekir. Bu esaslar İbni Abbas (ra) Hazretlerinin selem ayeti dediği, Bakara 282 ve 283. ayetlerinden çıkarılmıştır. Şöyle ki:

A- Selemin mutlaka yazılması (selem senedi veya sipariş senedi şeklinde),

B- Bu senedin devlet teminatı altında bulunması, yani resmi olması,

C- Bu senetlerde alacaklının değil, sadece borçlunun belirtilmesi,

D- Selem senetlerinin “Hamiline” şeklinde düzenlenmesi,

E- Taahhüt edilen malın belirlenen yer ve zaman, miktar ve evsafta teslim edilmemesi halinde bunu tazmin etmek üzere yeterli bir ipotek alınması ve teminat gösterilmesi.

F- Selemle satışa konu olan malın şartlara ve standartlara uygunluğunu kontrol edecek resmi bir teşkilatın bulunması gerekir.

İlk bakışta selemin (para peşin, -biraz ucuz sayılarak- mal veresiye alışverişin) faize benzediği zan ve iddia edilir ama bu asla doğru değildir. Şimdi faizi haram ve haksız, selemi caiz ve yararlı kılan; İslam’ın hangi hikmet ve hedefleri esas aldığını ve faizle selemin farklarını ortaya koyalım.

a- Faiz, malı önceden alıp parasını sonradan ödemek şeklinde olduğu için -vade farkından dolayı- fiyatlar artıyor ve enflasyonu körüklüyor. Selemde ise parayı peşin verip mal sonradan alındığı için fiyatları düşürüyor ve enflasyonu önlüyor.

b- Faiz, daha parasını ödemeden ve karşılığında bir şey üretmeden önce “peşin tüketim” yaptırıyor. Böylece “borçlu yaşama” düzenini doğurup, ekonomik dengeyi bozuyor. Selemde ise önce parası ödeniyor, tüketim sonraya bırakılıyor. Böylece hem üretime destek verilip teşvik ediliyor, hem de “dengeli yaşama düzeni” kuruluyor.

c- Adil Düzen’deki selem (Sipariş) senedi “malı” temsil ediyor. Bugünkü senetler ise “para” yerine geçtiği için mevcut para değerini ve alım gücünü otomatikman düşürüyor.

d- Faizli krediler; işletmeyi küçültür, üretimi düşürür ve işsizliği artırır. Selem kredisi ise tam aksine işletme kapasitesini büyültüyor, üretimi artırıyor ve işsizliği önlüyor.

e- Selem senetleri zaten “Hamiline” (taşıyana) yazılı olduğu için icabında para gibi işlem görüyor. Böylece selem yoluyla faizsiz kredi bulabilen hiç kimse, artık faizli krediye mecbur kalmıyor ve itibar etmiyor. Yani sadece “selem müessesesi” bile faiz yuvalarını kurutmaya yetecektir. Bu nedenle “Atom bombasıyla sarsamayacağınız Siyonist sömürü sistemini selem senediyle yıkabilirsiniz” sözü, asla mübalağa olmayıp gayet ilmi ve insani bir gerçeğin ifadesidir.

J- Adil Düzen’de Vergi Uygulaması

Adil Düzen’de Vergi Sistemi şöyle olacaktır:

1- Tek cins vergi konulacaktır. O da “Servet ve üretim vergisi” olacaktır.

2- Gelirden ve ücretten vergi alınmayacaktır.

3- Para yerine “üretimin mal cinsinden” de vergi toplanacaktır.

4- Vergide vatandaşın beyanı esas alınacak, ama ancak o beyan edilen miktarı kadar sigortalı yapılacak veya istimlak durumunda o beyan geçerli sayılacaktır. (Örnek gizlenen koyunlar sigortalı sayılmayacak.)

5- (Maden işletmelerinden beşte bir, tabii sulanan ve az emek harcanan zirai gelirden onda bir, masraflı ve modern ziraattan yirmide bir, servetten ve sınai mamullerden kırkta bir) gibi üretimden alınan vergi payı anayasa ile belirlenmiş olacaktır.

6- Devlet kâr ortaklığı yatırımlarından ise ayrıca vergi istemeyip sadece katılım payını alacaktır.

“Vergi toplamanın gereği” üzerinde devletler ve sistemler arasında ittifak vardır. Asıl fark, bu verginin nereden ve nasıl alınacağı konusundadır. Bu hususta genelde iki temel görüş ve uygulama vardır.

1- Batıl ve kapitalist sistemlerde olduğu gibi, vergiyi gelirden ve nakit (para) olarak almak,

2- Vergiyi servetten ve üretimden, “mal” olarak almak.

Sonuç: İçtihat–Cihat ilişkisi:

  “Ya Dünyaya yön verecek bir konuma çıkacaksınız veya bir kasabaya bile Adil sistemi uygulayamazsınız!.”

Çağın Fatihi ve zulmü defetme-etkisizleştirme projeleri.

“Müslüman Toplulukları ve Sorumlulukları” konulu ilmi konferansta Çağımızın Fatihi;

İslam dünyasının ve insanlığın temel problemlerini ve sebeplerini,

Kurtuluş çarelerini ve çözüm projelerini,

•Bunlarla ilgili yeni fikir önerilerini, fiili tatbikat örneklerini ve başarılı pratiklerini, çok akıcı bir dille ve çarpıcı misallerle anlatmıştı ve bunlar Milli Çözüm Dergimizde yazılmıştı:

Pilotsuz uçaklar:

Baykar Makine Sanayi ve Teknoloji Araştırma Şirketinin ürettiği pilotsuz uçaklar uzaktan kumanda ile uçurulmuş ve istenilen hedefe ulaştırılmıştır. Simülatör sistemiyle, bu uçakların kendisine zarar vermeden çok çeşitli denemeler rahatlıkla yapılmıştır. Bütün bunlarda seri imalat safhasına gelinmiş durumdadır. Her türlü silah ve teknolojik araç ve gereçler üretilip savunma ihtiyaçlarımız için hazırlanmıştır. Bütün bu özgün başarı ve birikimler, şanlı ordumuzun hizmetine sunulmuş bulunmaktadır.

a- Pilotsuz uçakların ve her türlü bilgisayarlı araç gereçlerin,

b- Duvardan, kapıdan, mayınlı ortamdan, tel örgülü ve elektrikli manialardan aşan ve hedefine ulaşıp görevini yapan yürüyen teknolojik böceklerin,

c- Ulusal ve uluslararası her türlü stratejik konuşma ve yazışmaları dinleyecek ve değerlendirecek, ama kendisi asla çözülmeyecek son sistem iletişim aletlerinin,

d- Bilgisayar sistemlerini, teknolojik projeleri, hıyanet ve saldırı girişimlerini, çok özel ve gizli casusluk şebekelerini takip ve tahrip edici, sentetik ilaç kapsülleri benzeri, uzaktan kumandalı ve fark edilmesi imkansız; bir nevi “suni cin” modellerinin:

Bunların hepsinin:

e- Tasarım ve proje başlangıçlarını, f- Model ve deneme safhalarını, g- Seri üretim ve geliştirme aşamalarını gerçek ve örnek video çekimleriyle gösteren tanıtım filmi, hayret ve hayranlık uyandırmış ve:

“Ahir zamanda ve Hz. Mehdi’nin Deccal’e karşı kutlu savaşında “barut ateş almayacak, silahlar patlamayacak” mealinde müjdelenen haberlerin nasıl hakikat olacağı böylece ispatlanmıştır.

Elbette bu kutlu gerçeklerin ve mutlu gelişmelerin, İsrail de farkındaydı ve telaşındaydı. O dönemde Hizbullah’ın kullandığı ve İsrail savaş gemilerini batırdığı ve Siyonistlerin paniğe kapıldığı pilotsuz uçakların nereden geldiğini ve asıl sahibini tanımaktaydı

 


[1] El – Mustasfa sh. 140

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
İsmet SEZGİN

İsmet SEZGİN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx