Ülke bütünlüğümüzün korunması, milli birlik ve dirliğimize sahip çıkılması konusundaki sağlam duruşunu ve vatanperverlik duygusunu takdir ettiğimiz Devlet Bahçeli’nin türban konusundaki tutarsız tavrı kafaları karıştırmıştı ve bir duyarsızlık olarak algılanmıştı.
MHP Liderinin:
“Türban sadece üniversitelerde serbest bırakılmalıdır” açıklaması şaşkınlıkla karşılanmıştı.
Yani; “Liselerde, devlet dairelerinde, hastanelerde, askeri mahallerde bu haksız ve dayanaksız yasak uygulansın” demeye çalışmıştı.
Bu bir temel insan hakkı ve Dinimizin bir kuralı ise, “19-24 yaş arası serbest bırakılsın, 18 yaş ve altına, 24 yaş ve yukarısına resmi kurumlardaki yasak aynen kalsın” demek nasıl marazlı bir mantıktı? Acaba kimlerden korkulmakta ve kimlere yaranmaya uğraşılmaktaydı? Yoksa bu talihsiz sözler, malum mahfillere:
“İslam’ın simgesi olan başörtüsü tehlikesinin asıl engeli biziz, kıymetimizi biliniz!” mesajı mıydı?
İsminin başında “Milliyetçi” kelimesi bulunan bir parti Lideri, bu talihsiz tavrıyla toplumun ve kendi tabanının haklı tepkilerini de mi hesaba katmamıştı? Bu yanlış ve haksız demeci düzeltecek ve Milli düşünceye uygun düşecek yeni açıklamalarını beklemek hakkımızdı..
Şimdi iz’an ve insafla düşünelim:
“Türban Nazilerin faşist gömleği ve Gamalı Haç işareti gibi bir simgedir” (12.10.2010-Hürriyet) diye zırvalayıp kinini kusan Özdemir İnce ile Devlet Bahçeli’nin bu yakışıksız yaklaşımı arasında ne fark vardı?
Başörtüsünün siyasi ve sosyal istismarına ve bazılarının ülkemize ve devletimize yönelik hıyanetlerini, gizli ve kirli melanetlerini türban taraftarlığıyla saklamaya çalışmasına elbette karşı çıkılmalı ve bunlar topluma tanıtılmalıydı. Ancak, temel bir insan hakkı olan ve doğuştan kazanılmış tabii haklardan sayılan ve hiçbir yasa ile sınırlandırılamayan bir inanç özgürlüğünün gereğini, “üniversitede yaparsın, ama lisede, hastanede, devlet dairesinde başını kapatamazsın” demek, hangi vicdanla, hangi hukukla, hangi milli duyarlılıkla bağdaşırdı? Yoksa Sn. Bahçeli bu sözleriyle AKP’ye halk nezdinde mazeret kazandırdığının ve işini kolaylaştırdığının farkında olmamış mıydı?
Umarız ki Sn. Devlet Bahçeli bu sözleri, “AKP’nin türban istismarıyla toplumu germeye ve bazı kurumları ürkütmeye ve bu yolla siyasi rant devşirmeye” yönelik tavrına bir tepki makamında ve eleştiri maksadıyla kullanmıştır. Ve tabi bazı yazar-yorumcu takımı ise, başörtüsüne derin bir hınçla saldırmaktadır. Onlara sözümüz: “Öfke geçici bir cinnet halidir ve sonu mutlaka nedamet ve hüsrandır.”
“Kamusal alan” açmazı ve başörtüsüne karşı yapılan itirazlar
“İttihad ve Terakki’den beri şahsi çıkarları için devlet kadroları üzerinde tahakküm oluşturup çeteleşme yönüne giden bir takım zevatın kendilerini devletin efendisi olarak, halkı da iradesine değer verilmeyi gerektirmeyen güdülmeye layık köleleri olarak görme zihniyeti yatmaktadır. Bütün mücadeleleri kendilerini halkın üzerine çıkarıp her yönden onlara tahakküm etme imkânları sunan statükonun devam ettirilmesi amaçlıdır.
Oysa “Kamusal (common) olan bir şey doğrudan devlete değil, halkın geneline ait olandır. Kamuoyundan (common sense) anlaşılan şey devletin resmi görüşü değil, halkın sağduyulu olarak sahip olduğu genel kanaattir. Küreselleşen dünyada kamusal alan özellikle sivil toplum alanıdır. Dini, inanç ve değerleri kamusal alanın dışına atma iddiası, bilimsel ve sosyolojik hiçbir temeli olmayan boş iddialardır. İnanç, din, tarih ve kültürle bağlantılı ideal ve değerler bireysel boyuta sahip olduğu kadar aynı zamanda sosyolojik boyutları vardır. Örneğin namaz, oruç, kurban, zekât gibi ibadetlerin ferdi boyutları yanında sosyolojik boyutları olduğu da muhakkaktır. Bu nedenle başörtüsüne karşı yapılan itirazlar laikliği korumaktan çok, devletin kamusal alanı doğrudan kendi alanı gibi görmesinden kaynaklanır. Toplumda yaşayan bir şahsın kimliği, sadece özele değil kamusal alana da ait bulunmaktadır. Sivilleşme ve demokratikleşme iddiasında olan bir toplumda herkesin kendi kültür dünyasında yaşamasının meşru olması kadar, o kimsenin medeni hukuk zemininde başkalarının hak ve özgürlüklerini de gözeterek kendi hayat tarzını bir kültür dünyasına dönüştürmek istemesi olağandır.
“Başörtüsü ve türban etrafındaki tartışmalar, kamusal alanın kime ait olup olmadığı konusundaki mücadelenin odak noktasını oluşturmaktadır. Bütün sivil alanları devlete ait kılmak isteyen laikçi jakoben zihniyetin Müslüman kadınların başörtüsüne tahammülsüzlüğü, ona zihniyetine göre şekil vermek istemesi veya onu rahip kılığıyla özdeşleştirerek örtünmenin sanki İslâm’ın bir emri / şiarı olmayıp Hıristiyanlıktan İslâm dünyasına intikal edip devşirilen yabancı bir unsur gibi gösterme gayretlerinin altında bu mücadele yatmaktadır. Ne yazık ki söz konusu tartışmalarda, doğruluğu Kur’an ve Sünnetle, Hz. Peygamber, Sahabe ve Tabiun döneminden günümüze kadar uzanan kesintisiz bir geleneğin şahitliği ile sabit olan konu, demokratikleşmenin karşısında yer alarak statükonun yanında taraf tutan bir takım ilahiyatçı sıfatını taşıyan zevatın indi ve keyfi yorumlarıyla sulandırılıp değersizleştirilmeye çalışılmaktadır.”[1]
“Başörtülü kadınlar yönetime giremese de en azından “kocaları” yönetime girebiliyor” diye hırçınlaşan CHP’nin de, ordu içindeki bazı beylerin de bu gerçeği artık içine sindirebilmesi lazımdır.
CHP’nin, Çankaya’da verilen resepsiyona katılmaması, generallerin “alternatif” bir resepsiyon yapması, böylece “kamusal alanda” başı örtülü bir kadının elini sıkmaktan kurtulmaya çalışmaları, en azından ayıptır ve ülkemiz için kayıptır. Halkının çoğunluğunun hayat tarzını reddeden ordu nasıl “milli ordu” olacak, halkının yarısını kamusal alanda görmek istemediğini açıklayan CHP o halktan nasıl oy alacak da iktidara taşınacaktır?
Diyanet’in, 1980 ve 1993 tarihli fetvaları, “başörtüsü İslam’ın emri” doğrultusundaydı
CHP, fetva soracakmış!
Referandum öncesi başörtüsü sorununu çözmek için harekete geçtiğini açıklayan CHP’nin, konuyu’ Din adamlarına’ sormaya hazırlandığı basına yansımıştı. Bugüne kadar başörtüsüne ve inanç hürriyetine karşı ters bir tavır sergileyen CHP’nin yeni girişimi hiç de samimi bulunmamıştı.
Konuyu hukukçuların yanı sıra din adamlarına soracak olan CHP’ye Diyanet’in başörtüsü konusunda verdiği iki fetva hatırlatılmıştı. Din İşleri Yüksek Kurulu, 1980 ve 1993 yıllarında, kadın kıyafeti ve tesettür konusunda verdiği fetvalarda; kadınların başını örtmesi Kur’an-ı Kerim’in açık ve tartışmasız emri olduğunu belirterek, kararın kaynağını ise, kitap, sünnet ve İslam âlimlerinin ittifakına dayandırmıştı.
Yıl 1980: “Türban, İslam dininin bir hükmü” kararı
16 kişilik uzman heyetten oluşan Diyanet’e bağlı Din İşleri Yüksek Kurulu, tesettür konusundaki ilk kararını 30.12.1980 tarihinde almıştı.
Millî Eğitim Bakanlığı’nın İmam Hatip Liselerinde okuyan kız öğrencilerin kıyafetlerinin nasıl olacağına karar vermek için görüş sorması üzerine Kurul, cevabi yazısında Müslüman kadının Kur’an-ı Kerim, hadis ve âlimlerin görüşleri doğrultusunda başlarını örtmesinin dini bir vecibe olduğu vurgulanmıştı.
“Müslüman hanımların başlarını kapatmaları, vücutlarının el, yüz ve ayaklar dışında kalan kısımlarını, aralarında dinen evlenme caiz olan yabancı erkekler yanında açık bulundurmamaları, bazı çevrelerce sanıldığı gibi belli zümrenin sonradan ortaya çıkardığı bir adet veya işaret değil, İslâm Dini’nin bir hükmüdür” denilen 1980 tarihli kararda, Atatürk’ün tesettüre ilişkin şu sözlerine atıflar yapılmıştı.
“Eğer kadınlarımız Şer’in tavsiye ve dinin emrettiği bir kıyafetle, faziletin icabettiği tavru hareketle içimizde bulunur, milletin ilim sanat, ictimaiyyat hareketlerine iştirak ederse bu hali, emin olunuz, milletin en mutaassıbı dahi men’-i nefs edemez”.
Kurul, Atatürk’ün Müslüman Türk kadınının kıyafeti konusunda benimsediği bu fikirlerine aykırı bir sözüne rastlanmadığı da hatırlatılmıştı.
Kurul, “Atatürk’ü ve ilkelerini, -çoğu zaman yapıldığı gibi- dinimizin kadın kıyafetiyle ilgili hükümlerine karşı göstermek, memleketimiz yararlarının gözetilmesi ve Atatürk ilkelerinin benimsenmesi açısından son derece sakıncalı bir tutumdur. Müslüman Türk vatandaşı, ‘ya Allah’ın emri, ya Atatürk ilkeleri’ şeklinde son derece vahim bir tercihle karşı karşıya bırakılmamalıdır” uyarısını ortaya koymaktaydı.
Kurul, dolayısıyla kadınların başlarını kapatmalarında ve dinin emrettiği şekilde örtünmelerinde; kamu düzenine, genel ahlaka ve kanunlara aykırı bir durum olmadığının da açık olduğunu belirterek, İmam Hatip Lisesi ve Kuran kurslarında başörtüsünün önüne geçilmesinin uygun olmayacağını da karara bağlamıştı.
Yıl 1993: “Baş örtmek İslam’ın kesin emri” fetvası
Din İşleri Yüksek Kurulu’nun ikinci kararı başörtüsü yasağının hızla yayıldığı 1990’lı yıllarda alınmıştı.
Kurul bu konuda görüş isteyen taleplerin artması üzerine 3.2.1993 tarihli kararında, bir kez daha Müslüman kadınların başını örtmesinin kitap, sünnet ve İslâm âlimlerinin ittifakı ile sabit olan kesin emri olduğunu açıklamıştı.
Kurul tesettür konusundaki ayet, hadis ve İslam âlemlerinin görüşlerini tek tek sıraladıktan sonra, Nur Suresi’nin 31. ayetinde kadınların başlarını örtmelerine ilişkin ayetin mealini ortaya koymaktaydı.
Kurul, dini dayanakları, kaynaklarıyla aktardıktan sonra şu karara varmıştı:
- Gerek erkeklerin ve gerekse kadınların gözlerini haramdan korumaları,
- Kadınların, vücudun el, yüz ve ayakları dışında kalan kısımlarını, aralarında dinen evlilik caiz olan erkekler yanında, vücut hatlarını ve rengini göstermeyecek nitelikte bir elbise (örtü) ile örtünmüş olmaları
- Başörtülerini, saçlarını, başlarını, boyun ve gerdanlarını iyice örtecek şekilde yakalarının üzerine salmaları, Dinimizin; Kitap, Sünnet ve İslâm âlimlerinin ittifakı ile sabit olan kesin emridir. Müslümanların bu emirlere uymaları dini bir vecibedir.
“Liberal demokratik rejim ilkeleri açısı”ndan da bu durum bir sorun teşkil etmemektedir:
1) “Etnik, dinsel ya da kültürel azınlıkların temel hak ve özgürlüklerinin çoğunluk (toplum) baskısına karşı korunması”. Cevap: Toplumun yüzde 75’i örtünüyorsa, niçin çoğunluk başını örtmeyen yüzde 25 azınlığa baskı yapsın? Bu nerede görülmüştür? Diyelim ki baskı yaptı, bunun yolu, çoğunluğun dini vecibelerini yasaklamak mı, yoksa tek tek kim baskı yapıyorsa, bunu adli bir mesele sayıp yargıya havale etmek mi? Elbette ikincisi.
2) “Anlaşmazlıkların bir tarafın iradesini diğerine yasak, baskı ve zorla dayatmasıyla değil, taraflar arasında müzakere ve uzlaşma (yani evet pazarlık) yoluyla çözülmesi” ilkesine gelince… Müzakere; sabiteleri tartışmak değil, onlarla nasıl çoğulcu bir düzen kurulabileceğini konuşmaktır. Çünkü Dinlerin inanç esasları ve açık hükümleri tartışmaya açılamaz, pazarlık konusu olamazdı.
Tesettürde “İran modeli” mostralığı!
İran’daki tesettür örnek alınıyormuş… Orada kadınların çoğu başlarını yarım yamalak örtüyormuş, saçlarının bir kısmı görünüyormuş!? Bunların hepsi safsata ve laf salatasıdır.
Böyle konuşmalarda hiç mantık yok, ne dediklerini bilmiyorlar.
İran’ın tesettür konusunda durumu şudur:
1. Bütün kadınlar tesettüre girmeye, başlarını örtmeye mecbur tutuluyor. Bütün ülkede, ev dışındaki bütün yerlerde kadınlar örtünüyor. Hiçbir kadın başı açık gezemiyor. Bu bir devlet dayatmasıdır ve yanlıştır.
2. İran’a gelen turist kadınlar sınırdan içeriye girer girmez örtünmekle yükümlü tutuluyor. Aksi takdirde içeriye sokulmuyor. O göstermelik örtünmelerin birçoğu bunlardan oluşuyor.
3. İngiltere veya Almanya Büyükelçisinin hanımı bile sokağa, gezmeye, alışverişe mi çıkacak, başını örtmesi mecbur sayılıyor.
4. Ülkede yaşayan Hıristiyan ve Musevî hanımlar da başları kapalı olarak dolaşıyor.
5. Dinî hassasiyetleri yeterli olmayan İranlı hanımlar çarşaflarını biraz geriye çekerek saçlarının bir kısmını gösteriyor ama başlarını büsbütün açmalarına izin verilmiyor.
6. İran’ı gezdiğimde dikkat ettim, hanımların ancak yüzde on beş kadarı saçlarını hiç göstermeyecek şekilde sımsıkı örtünüyor. (Devlet yasağına ve talimatlara rağmen kadınların yüzde seksenden fazlası başının ön kısmını açıyor ve rahat kıyafetlerle dolaşıyor)
Türkiye’nin sosyo-kültürel ve dinî yapısı İran’a benzemiyor. Bizde, kadınlara ve kızlara hürriyet verilmesi, isteyenin örtünmesi, isteyenin açık gezmesi gerekiyor.
Uyduruk Kemalist zihniyet İslâm kadınlarının tesettürüne, başörtüsüne karışıyor. Böyle bir karışma demokrasiye, temel insan hak ve hürriyetlerine, millî kimlik ve kültüre aykırıdır.
“Başörtüsü serbest bırakılacakmış ama saçların bir kısmı açılacakmış.” Böyle bir şey deli mantığıdır.
Ülkemizde tesettür hürriyet ve serbestliği, en azından İngiltere’de olduğu gibi:
1. İlkokuldan üniversiteye kadar bütün öğrencileri ve öğretmenleri…
2. Bütün resmî dairelerdeki kadın memureleri…
3. Adliyedeki bütün resmi ve sivil görevlileri…
4. Hastanelerde hemşireleri, kadın doktorları, diğer kadın personeli…
5. Medyadaki kadın TV spikerlerini…
6. Emniyet teşkilâtındaki kadın polisleri…
7. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girecek kadın milletvekillerini kapsamalıdır. Tabiî ki, isteyen örtünmeli, istemeyen başı açık olmalıdır. İşte hürriyet budur, eşitlik budur.
Adam Gizli Yahudi ve Mason; ne karışıyor Müslümanların tercihine, tesettürüne, başörtüsüne… Adam Gizli Hıristiyan ve Mason; ne karışıyor bizim dinimize, ibadetimize, kıyafetimize…
(Adam açıkça, sözde bütün semavi dinlerin ve putperest mezheplerin Birleşik Kilisesi olan; Siyonizmin güdümünde ve ABD’nin himaye ve hizmetinde bulunan MOON Tarikatının ve ılımlı İslamcıların ve Protestan Müslümanların bağlandığı Haçlı Siyonist örgütü (Ahir Zaman Azizleri” yani MORMON Misyoner Teşkilatının müntesibi, o halde niye istismar ediyor eşarbımızı, türbanımızı, pardösülerimizi…)
Bazı Gizli’ler ne kadar mantıksız, ne kadar çelişkili… İran modelini teklif ediyorlar, neymiş orada kadınların saçının bir kısmı görünüyormuş… Bu adamlar ne kadar dar kafalı ki, İran’da tesettürün mecburî olduğunu, hiçbir kadın ve kızın, hatta turistlerin, diplomatların karılarının baş açık gezemediğini düşünemiyor.
Bugünkü durumumuzda en doğru örnek İngiltere’dir. Arzu eden aile orada yedi yaşındaki kızının başını bağlıyor, okula öyle gönderiyor.
Geçen gün internette Müslüman olmuş bir İngiliz kadın hâkiminin filmini seyrettim, başını örtmüştü. Orada devlet ona, “başını niçin örttün?” yahut “saçının bir kısmı niçin görünüyor?” diye sormuyor.
Demokrat, medeni, ileri ülkelerde Müslüman bir kadın polis memuru başını örtebiliyor, üzerine polis şapkasını giyip, öyle hizmet verebiliyor. Hiç kimse ona yan bakmıyor, tehdit ve tehlike saymıyor..
Gizli Yahudiler, Gizli Hıristiyanlar, İslâm ve Müslüman karşıtları saçma sapan nazariyeleri, teklifleri, boş ve kof çare ve çözümleri bıraksınlar ve halk çoğunluğuna din hürriyeti verilmesi için samimiyetle çalışsınlar.
Mini eteğe, bikini mayoya tam hürriyet var da, tesettüre niçin yok? Böyle bir dengesizlik insan haklarına, eşitlik ilkesine aykırı değil midir?
Elbette bir gün gelecek, ülkemizde de tam bir din hürriyeti olacaktır. Niçin direnip duruyorlar, niçin engel çıkartıyorlar? Bıraksınlar herkes hür yaşasın. Akıl, vicdan, mantık, bilgelik, adalet, insaf, demokrasi, hukuk, vatanseverlik bunu gerektirmez mi?[2]
“Bu sun’i sorunlar bir bir aşılacak ve herkes başörtüsüne alışacak” diyenler haklıydı
Türbanlı yargıç niye olmasındı?
Önce türban tartışmasında aşılan eşikleri alt alta yazalım:
– “Ne yani? Saç telinden tahrik mi oluyorlar?” eşiği: Bu eşik, başkalarının inanç ve ibadet tarzını saçma bulmak ile saygı göstermek arasındaki farkın anlaşılmasıyla aşılmıştır.
– “Neden başlarını örtüyorlar?” eşiği: Bu eşik, “Sana ne kardeşim…” şeklindeki yanıtla layık olduğu yere, yani çöp sepetine postalanmıştır.
– “Benim anneannem de başörtülüydü” eşiği: Bu eşik, anneannenin ya da babaannenin başını örtmesinin ya da örtmemesinin türban tartışmasında bir yeri olmadığının anlaşılmasıyla aşılmıştır.
– “Başörtüsüne değil, türbana karşıyım” eşiği: “Başörtüsü” ile “türban” arasındaki ayrımın ne kadar boş, ne kadar saçma, ne kadar şekilci, ne kadar yapay olduğunun ortaya çıkmasıyla aşılmıştır.
– “Para aldıkları için türban takıyorlar” eşiği: Bu eşik, iddiayı kanıtlayabilecek doğru dürüst bir tek kanıtın bile ortaya konamamasıyla aşılmıştır.
– “Kuran’da örtünme diye bir şey yok” eşiği: Bu eşik, “Var ya da yok. Bu bizi ilgilendirmez. Bizi sadece var olduğuna inanan insanların hakları ilgilendirir” yanıtıyla aşılmıştır.”[3]
Bu arada, “özgürlük şövalyesi ve barış havarisi” gibi takdime çalışılan ve sürekli nasıl öldüğü tartışılan, ama her nedense başörtülü kızlarımızı üniversitelerde nasıl mahrum ve mağdur bıraktığı ve diğer siyasi, sosyal ve ekonomik tahribatları unutulan rahmetli Turgut Özal’ın nasıl öldüğünden çok, nasıl yaşadığını ve neler başardığını(!) merak etmelidir. Yaşarken, ihtilalcı K.Evren’in dahi maslahatgüzarlık olarak tuttuğu İsrail ilişkilerini nasıl ve hangi gerekçe ile büyükelçiliğe çevirdiğini, ülkenin üniversitelerinde okumak isteyen kız çocuklarını, hangi işlemlerle YÖK’e yem ettiğini bilmelidir. Bilmeli ki, iki dönem (8 yıldır) başörtüsünü çözme vaadiyle oy aldığı halde şimdi yine konuyu seçimlere havale eden AKP’nin ve diğer seçimleri bekleyenlerin çantasındaki keklik olmaktan kurtulabilsin.
Çözüm, neden bir sonraki seçim oluyordu?
Bir önceki seçim, seçim değil mi idi? Ve kazanılmamış mı idi? O günlerde bu sorun yok muydu? Vardı! Ve sorulmuştu seçimi kazanan AKP adlı hükümet partisinin bir bakanına; şimdi Meclis başkanlık kürsüsünde oturuyor galiba.
“Bizim öyle bir sorunumuz yok! O dediğin yüzde iki buçuk’un sorunudur!” deyip çıkmıştı!
Bugün “Kılıçdaroğlu istemiyor” diye çığlık atan yörüngedeki medya, o zata sormamıştı: Yüzde iki buçuk kim? Kimi kastediyorsunuz? Bu ülkeyi yüzde iki buçuk ve diğerleri şeklinde mi anlıyorsunuz? Umarız önümüzdeki seçim, bu ülke insanlarının Saadet’e erme seçimi olacaktır!”[4]
“Başörtüsüne karşıdan bakış” bırakılmalıydı
Hani; nehrin kenarına gelip karşıya geçmek isteyen adam, nehrin öbür kenarında söğüt ağacının altında oturana soruyor, “Karşıya nasıl geçebilirim?”
Karşıdaki adam cevap veriyor, “Karşıdasın ya!?” Veya bu olayı şöyle düşünelim: Filistin’de işgalci Siyonistlerin Müslümanları çağdaş hapishaneye sokmak için şehrin etrafına çektikleri duvarın dibindeki Filistinli biri duvarın dibinden bağırıyor, “Duvarın arkasına nasıl geçebilirim?”
Siyonist, cevap veriyor, “Duvarın arkasındasın ya!?”
Asılsız kuruntu ve kuşkularının esiri olmuş bir yazarımız “Türbanlı öğretmen Alevi öğrenciyi, ateist öğrenciyi nasıl eğitecek… Kendi inancını empoze etmeye mi, onları inandırmaya mı çalışacak, yoksa onları anlamaya mı çalışacak… Peki, türban doğası gereği bir inanç beyanı olduğu için bu yönde bir ’empatinin’ önünde engel değil mi?” diye soruyor.
Bu ifadelerde farkına varılmadan başörtüsü takmayan öğretmenlere bir sataşma seziliyor. Oysa başörtüsü takmayan öğretmenlerimizin neredeyse yüzde yüzü İslam dinine yürekten bağlı oldukları biliniyor. Çok kötümser bir düşünceyle binde bir tanesinin bile ateist olduğunu düşünsek, o zaman, kuruntulu yazarımızın sorusunu şöyle sormak gerekir, “Ateist öğretmen, imanlı ve başörtülü öğrenciyi nasıl eğitip okutacak?”
Veya kirada oturan bir hâkim, mal sahibiyle kiracı arasındaki davaya nasıl bakacak?
Ya da Kirada evleri olan hâkim, kira ihtilaflarına nasıl bakacak? Sorularını sıralamak gerekiyor.
Bay yazar “Türbanlı yargıç türbanlı-türbansız çatışması karşısına geldiğinde ne derece özgür davranacak… İnanmayanla inananın davasında adil ve hakkaniyetli karar verdiğine nasıl ikna olacağız? Türbanlı komşumla mahkemelik olduğumda aleyhimde çıkan kararda ‘türbanlı yargıç’ önyargımı nasıl kıracaklar?” diyor. Bu soruya duvarın arka tarafından veya ırmağın karşı tarafından bakıverse, cevabı kendiliğinden anlaşılır.
Bu mantıkla hareket edersek başörtüsü takmayan hâkim, başörtülülerin davasına nasıl bakacak? Aynı mantıkla hareket edersek CHP’yi tutan bir hâkim, SP davasına nasıl bakacak? AKP’yi tutan bir hâkim CHP davasına nasıl bakacak? sorusu çıkar ve bütün hakimlerin hakimliğine son verilmesi hükmüne varılır” diyen Mahmut Toptaş Hocanın uyarılarına kulak asılmalıydı.
[1] Prof. Talip Özdeş, “Türban Polemiği ve Provokasyonlar”, Stratejik Düşünce Dergisi, S. 11, Ankara- Ekim 2010, s. 98- 101.
[2] M. Şevket Eygi / 10.10.2010 / Milli Gazete
[3] Ahmet Hakan / 12 Ekim 2010 / Hürriyet
[4] Necati Tuncer / Milli Gazete
CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DEVLET VE HÜKÜMET YETKİLİLERİNİN VE DİĞER İLGİLİLERİN DİKKATİNE!..
ERDOĞAN’IN ASİLTÜRK ZİYARETİNİN PERDE ARKASI
YENİDEN REFAHÇI HADSİZE YANIT
Ey Nurcu Geçinen; YENİ ASYA’CI MÜNAFIK!
İyide sonuç ne? Her taşın altında Siyonist var. Peki nasıl temizlenecek? İran oyunun bir parçası.…
Bir gün mescitte Bilal-i Habeşi hazretleri oynuyordu. Hazret-i Ömer, (Ya Bilal, burası mescid, ne yapıyorsun,…
Nahl 45 Öyle ise (hâlâ), sinsice ‘kötülüğü örgütleyip düzenleyenler’ (ve çeşitli tuzak sistemler üretenler), Allah’ın…
12 Yıl Öncesinden; Nisan 2012’de Milli Çözüm Dergimizde Yayımlanan Yazı: George Friedman’a Göre; ABD ve İsrail…
BU OPERASYONDA HEDEF: TÜRKİYE’DİR… 7 Ekim sabahı Aksa Tufanı başladığında, bütün dünya şaşkınlığa kapılmıştı. Ama…
SİYONİZM İN HİZMETKARLARI Bizden görünüp bize hainlik yapanlar artık yolun sonuna gelmisti ve son kullanma…
Normalleşme sürecinde İsrailli yetkililerle görüşmelerinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan, "İsrail Cumhurbaşkanı Sayın Herzog'u mart ayında biliyorsunuz Külliye'de…
"Müminin ferasetinden sakınınız;çünkü o Allah'ın Nuruyla bakar " Hadis-i Şerif "...Ona sözlerin (ve düşlerin) yorumundan (olan bir bilgiyi) öğrettik.…
Yerel seçimlerin iktidar için büyük bir hezimet olduğu gerçeğini gizlemek için bazı yandaş kitleler bu…
Hamas urbanın hakkıçün Şehit kurbanın hakkıçün Ferman Kur'an'ın hakkıçün Gayrı ciğer kanar oldu... At izinin…