YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6621e0c84c447
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 3 1
Bugün : 2172
Dün : 26845
Bu ay : 454052
Geçen ay : 453014
Toplam : 23233016
IP'niz : 3.149.213.209

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

AKP yandaşı YENİ ŞAFAK yazarı ve yalakası Ali Bayramoğlu, güya kendisine gönderilen bir mektuptaki şikâyetleri haklı buluyor ve şunları söylüyordu:

“Türkiye’de 185 bin er; posta, kuaför, şoför gibi isimler altında sadece subaylara hizmet veriyor… 32 bin asker ise, “koruma” sıfatıyla yine kurum olarak TSK’ya değil,  komutanların şahsına çalışıyor. Ayrıca 14 bin asker de lojmanları bekliyor ve subay-astsubay ailelerinin özel işlerine koşturup duruyor.. Bunların toplamı 231 bin ediyor ki; Almanya’nın tüm ordu sayısı 240 bin, İtalya’nın 190 bin, İngiltere’nin 170 bin olduğu düşünülürse, yüz binlerce askeri boş yere ve şahsi hizmetler için tuttuğumuz ortaya çıkıyor” diyor ve tabi gerçekleri hem abartıyor, hem çarpıtıyor, hem de, “bu denli masraflı ve kalabalık orduya ne gerek var, bu milletin çocukları, subayların özel hizmetkârı mı?” demeye getirip halkımızı kışkırtıyordu!

Ama her ne hikmetse Ali Bayramoğlu; örneğin Emniyet teşkilatında kaç bin polisin aynı özel “koruma ve lojman” hizmetlerinde çalıştırıldığını hiç gündeme getirmiyordu?!.. Oysa dünyanın her yerinde ve tarihin her döneminde, asker ve polis gibi silahlı birimlerin özel disiplin ve düzeni gereği, bazı iç hizmetlerinin kendi personeline yaptırılması gerekiyordu. Elbette TSK’nın; hantallıktan kurtarılması, Milli Savunma yanında milli kalkınmaya da katkı sağlaması, daha profesyonel ve pratik bir yapıya kavuşturulması, ayrı ve yararlı bir konuydu. Ama Ordumuzun psikolojik, teknolojik ve askeri yönden caydırıcılık rolünün zayıflatılmasının ve çeşitli bahanelerle aleyhinde kampanyalar başlatılmasının arkasında çok sinsi niyetler sırıtıyordu.

TSK küçültülerek NATO’ya piyon yapılmak isteniyordu!

Ordu, ‘vatani görev’ sayılan askerlik hizmetinin süresini her yurttaş için eşitlemek istiyordu. Hükümetin ön şartı ise, “bedelli askerlik” kanunuydu. Ancak Bülent Arınç, “Türk Ordusuna kapsamlı bir sistem müdahalesi hazırlığı içinde olduklarını”, bu tartışmalar içinde ağzından kaçırıyordu. Sınır birlikleri ile ilgili düzenlemenin de yılsonuna kadar yasalaştırılması bekleniyordu. Daha sinsi plana göre ise; orta vadede birçok birliğin lağvedilmesi, uzun vadede ise “sembolik ordu”ya geçilmesi hedefleniyordu.

Asker ile AKP’nin, askerlik sistemi konusunda çetin bir mücadeleye giriştiği gözleniyordu. TSK ‘vatani görev’ sayılan askerlik hizmetinin her yurttaşı kapsaması için uzun süredir bir çalışma yürütüyordu. ‘Tek tip’ askerlik modelini geliştiren TSK, hükümete bu raporu sunmuştu.

TSK’nın askerlik süresini eşitleme planı hayata geçerse; orduların er ve erbaş mevcudunun yaklaşık 150 bin kişi azalacağı tahmin ediliyordu.

Ancak, hükümetin ön koşulu durumundaki bedelli askerlik düzenlemesi, ordunun öngördüğü bu sistemi baltalıyordu. Hükümet kaynakları, bedelli askerliğin çıkmasını bekleyen 100 bine yakın kişi olduğunu ileri sürüyordu. Bu rakamda bir bedelli uygulaması olursa, bir celp dönemi riske girecek; mevcudu, sadece bir celp döneminde 10 binin üzerinde azalacak olan TSK’nın ardından gelecek celp dönemlerinde de silâhaltına alınacak asker bulmakta zorlanacağı biliniyordu. Dayatmalarını TSK’ya kabul ettiremeyen Recep T. Erdoğan, Güney Kore ziyareti öncesi, “bedelli askerliğin gündemlerinde olmadığını” açıklamak zorunda kalıyordu.

ABD; AB ve NATO’nun dayattığı planın bir sonraki aşaması, TSK’nın adım adım küçültülmesi kapsamında bazı birliklerin lağvedilmesi oluyordu. Askeri kaynaklar, bu yöndeki çalışmaların, 2002-2004 yılları arasında Genelkurmay Başkanı olan Org. Hilmi Özkök’ün döneminde başlatıldığına dikkat çekiyordu.

Bu çerçevede atılacak adımların en başında, TSK’nın NATO’ya bağlı olmayan tek ordusu durumundaki Ege Ordu Komutanlığı’nın ortadan kaldırılması geliyordu.

Bu plan, TSK’nın mevcut görev ve yapılanmasının bütünüyle değiştirilmesini öngörüyordu. Tartışılmaya bu yıl içinde başlanan;  “profesyonel sınır birlikleri” projesinin hayata geçirilmesiyle, bu bölgelerde görev yapan askeri birliklerin sınırlardan çekilmesi gerekiyordu. Hem Jandarma’nın hem de sınır birliklerin uzun vadede idari yönden Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığına, taktik komuta yönünden ise İçişleri Bakanlığı’na bağlanması hedefleniyordu.

Planın tüm aşamaları gerçekleşirse Genelkurmay, komuta yönünden sembolik bir kurum halini alıyordu. Hatta personel ve birlik sayısı iyice azaltılacak olan TSK’da rütbelerin bile azaltılacağı konuşuluyordu.

Uzmanlar, “Plan bu şekilde işlerse Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda oturacak kişi orgeneral rütbesinde bile olamayabilir” sözleriyle, TSK’nın düşeceği durumu dile getiriyordu.

Ve planın son aşaması… Hilmi Özkök’lerin Genelkurmay Başkanlığı’yla Türk Ordusu’nun ulusal güvenlik anlayışını değiştirme çabasıyla paralel biçimde, Türk Ordusu, NATO’nun yeni konseptine uygun olarak uluslararası güvenlik için çalışacak bir kuruma dönüşüyordu. NATO ve BM güdümünde görev yapacak. Somali, Afganistan, belki İran’a karşı kullanılacaktı. NATO, nereyi hedef gösterirse Mehmetçik oraya koşacaktı! Yani, parası olana bedelli, garibana Somali, Afganistan yolları açılacaktı!

Milletimiz için Ordunun anlamı ve amacı ne oluyordu?

Şanlı tarihler yazan ve “Nizam-ı Alem” (Yeryüzüne adalet düzeni ve huzur sistemi) ülküsü taşıyan ve bunu nice bin yıllarca başaran Aziz Milletimizin:

a) Hem devlet olmaları

b) Hem medeniyete ve hâkimiyete ulaşmaları

c) Hem de devamlılık kazanmaları ve ayakta kalmalarında;

1- Kurucu

2- Koruyucu

3- Kurgucu özelliği taşıyan ordumuz, en temel unsur ve en hayati kurumdur.

Bir devletin oluşması için en önemli öğe olan halkın “kalabalık”tan “millet”e dönüşmesi için gereken:

1- Organize 2- Ortak İrade 3- Otoriteyi sağlamak da, bu kalıcı ve akılcı kurum olan ordumuzun sorumluluğudur.

Bu nedenle, Türk Ordusunu başka ülke ordularıyla kıyaslamak; demokrasi demagojileri ve küreselleşme kem-kümleriyle Onun tabii ve tarihi misyonunu kısırlaştırmaya çalışmak, son yıllarda karşılaştığımız, belki de en talihsiz ve tehlikeli bir durumdur.

Gafletle veya hıyanetle yapılan bu girişimler, bizzat devletimizin temeline dinamit koymakla eşit bir şuursuzluktur.

Osmanlı’nın yıkılışı öncesi, özellikle İttihatçılar döneminde orduya sabataist ve masonların sızdıkları ve bu yüce kurumu, devletimiz ve dirliğimiz aleyhine kullanmaya çalıştıkları… Ve yine, Atatürk sonrası İnönü, Menderes ve devamı sürecinde, bazı üst düzey askeri bürokratların ordumuzun bizzat dinimize, Milli değerlerimize ve Milletimize muhalif tavır takındığı izlenimi veren yanlışlıkları ve haksızlıkları, maalesef doğrudur.

Ancak sağlıklı bir bünyenin, organlarına sızan mikropları, vücuda zarar vermeden etkisiz hale getirmesi ve hatta bağışıklık sistemi geliştirmesi gibi; dış güçlerin ve işbirlikçi hainlerin marifetiyle, zaman zaman ordumuza sızan ve bu kutsal kurumu Milletimizin ve devletimizin aleyhinde kullanmaya kalkışan ve bazı tahribatlar yapmayı da başaran kişilerin ve kümelenmelerin: Milli özelliğini ve asli hüviyetini asla yitirmeyen Kahraman Ordumuzun sağlam bünyesi içerisinde eritildiği ve etkisizleştirildiği de, sevinilecek ve güvenilecek bir konudur.

Asırlar sonra, aynen haber verdiği şekilde gerçekleşmesiyle Hz. Peygamberimizin mucizesi sayılan İstanbul’un Fethiyle ilgili hadislerinde:

“Kostantin mutlaka fetholunacaktır. Onun emiri; ne güzel ve örnek bir komutandır. Ve Onun askeri; ne iyi ve bereketli bir ordu konumundadır.” Buyurmaları: Kahraman Türk Ordusunun şeref ve faziletinin, tarihi ve talihli zaferlere öncülük edeceğinin çok açık bir müjdesi ve garantisidir.

Evet, her şeye rağmen, müjdelenen ve hasretle beklenen, Türkiye merkezli yeni barış ve bereket Medeniyetinin en önemli destek ve dayanağının yine Asil Türk ordusu olacağını haber veren Bediüzzaman şunları söylemektedir:

“Gariptir, hem çok gariptir (hayret edilir ki Dış güçler ve hain işbirlikçi şahsiyetler) yedi yüz sene boyunca İslamiyet’in ve Kur’an’ın elinde şeref şiar (Şan ve şerefle şöhret bulan), barika-asa (Şimşek gibi parlayan) bir elmas kılınç olan Türk milletini ve Türkçülük (düşüncesini), muvakketen (geçici bir dönem) İslamiyet’in bir kısım Şeairine (Ezan, Kur’an, İmam Hatip, başörtüsü gibi dinin simgelerine) karşı kullanmaya çalışır. Fakat (tam) muvaffak olamaz (sonunda) geri çekilmeye (mecbur kalır) (Çünkü) “Kahraman ordu, dizginini Onun (masonluğun Siyonist ve sabataist hıyanet gurubunun) elinden kurtarıyor” (ve kurtaracak) diye, (hadis) rivayetlerden anlaşılıyor.[1]

Bu gün sevinerek görüyoruz ki; Ordumuz softalık ve istismarcılık niyetiyle Yüce Dinimizin yobazlaştırılmasına da, laiklik ve demokratiklik bahanesiyle devletimizin ve manevi değerlerimizin yozlaştırılmasına da karşıdır, ilmi, insani, akli ve ahlaki bir çizgiyi benimsemektedir.

Aziz Türk Milletinin ve Devletinin maddi ve manevi iki güçle ayakta kalacağına inanan Üstat:

“İşte;

1- Haysiyet-i askeriye (yani ordunun onuru, değeri, gücü ve kuvveti)

2- Hamiyet-i İslamiye (İslam ve iman gayreti) ve Şeriat-ı Muhammediye (Kur’an’ın bütün insanlığa getirdiği adaleti) bir terazinin iki kefesindeki Ağrı dağı ile Sübhan dağı gibi iki dengeye benzer.” Diyerek, ordunun önemini ve değerini ortaya koymaktadır.[2]

Yurdumuzun barbar batılılarca işgali sırasında ve mütareke yıllarında; istila kuvvetlerine şiddetle ve cesaretle karşı çıkıp direnen ve Milli Mücadeleye ve Atatürk’ün Ankara Hükümetine taraftarlık gösteren[3]

Anadolu hareketine karşı İngilizlerin dayatmasıyla Damat Ferit Hükümetinin, Şeyhülislam Dürrizade imzasıyla yayınladığı “Bunlar İsyan etmiştir. Öldürülmeleri gerekir fetvasını “Müslüman halkı Kuvay-ı Milliye aleyhine kışkırttığı” için kabul etmeyen, Ankara Müftüsü Rıfat Börekçinin fetvasını destekleyen ve “Zıt kavramlar yer değiştirmiştir; Zulme adalet, Cihada isyan, esarete ise hürriyet adı verilmiştir” diyerek Atatürk’ün başlattığı Milli Mücadeleyi cihat ve hürriyet hareketi kabul eden[4] Bediüzzaman; Kahraman Türk ordusuna çok değer vermekte ve sürekli övgüyle bahsetmektedir.

“Ben bu milletin bahadır ordusunun milyonlarca efradını, eratını ve subaylarını samimiyetle seviyorum, hürmet ve haysiyetlerini, elimden geldiği kadar korumaya çalışıyorum.

Ama benim garazkâr ve mason muarızlarım ise, bir tek adamı sevmek ve yüceltmek bahanesiyle, Türk ordusunun şehit olan ve hayatta bulunan milyonlarca mensubuna hıyanet ve hakaret ediyor.

Bana hücum edenlerin tek bahanesi “Mustafa Kemal’e itirazım ve dost olmadığım” (iddiası)dır. Hâlbuki o beni taltif etmek (itimat ve itibar göstermek) ve bütün Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya resmi yetkili umumi vaiz olarak göndermek üzere Ankara’ya çağırmıştır.[5]

Bediüzzaman; geçmişteki, günümüzdeki ve gelecekteki milyonlarca mensubuna hayran ve hayırhah olduğum “Bin seneden beri cengâverliğini, gaziliğini ve hakperestliğini dünyada gösteren ve ispatlayan… Kur’an’ın bayraktarlığını kılıçlarıyla ve kanlarıyla imzalayan bir ordunun bazı kumandanlarına yanlış ve haksız bulduğum davranışları yüzünden karşı çıkmam bahane edilerek, bana bu denli hücum ve hakareti hak ediyor muyum?” Diye sormakta ve aslında Atatürk’ün istismar ve suistimal edildiğine parmak basmaktadır.[6]

Son devrin büyük alimlerinden Seyyid Abdulhakim Arvasi Hazretlerinin şu tespitleri büyük önem taşıyordu:

“Türklük bir içtimai kavramdır. Biyolojik ve ırksal bir olay olarak değerlendirilmesi yanlıştır. Türklük sosyal bir ırktır, bu Milletin adalet ve hürriyet yolunda mücadele vermiş ve kendisini Allah’a ve insanlığa vakfetmiş kimliği” şeklinde algılanmalıdır. Bediüzzaman Hazretlerinin “Dünyanın neresine giderseniz gidin, Türk demek Müslüman demektir” sözleri de bu anlamdadır.

Türkler, Emeviler döneminde Müslüman ordularının Türkistan İstilası sırasında Arapları daha yakından tanımışlardı.

Bu dönemde, Arapların fetih hareketine katılan ve henüz İslam ahlakını sindirememiş bulunan bazı askerlerin yağmaya girişmesi, Türklerde, Emevi yönetimine karşı düşmanca tepkileri oluşturmuştu. Bu nedenle, Emevi yönetimine karşı çıkan Ehli Beyte mensup ihtilalci şahsiyetlerin Türklere sığınması Peygamberin nesline karşı kuvvetli bir sempati doğurmuştu.

Emevilere karşı isyan eden Ebu Müslim’in ordusunda henüz Müslüman olmamış Türklerin de çok sayıda yer alması bunun neticesi olmalıdır. Ehli Beyte karşı oluşan bu yakınlık, Türklerin Müslümanlığı kabulünden sonra daha da gelişmiş, bu konuda birçok destan ve menkıbenin meydana gelmesine yol açmıştır. Sonraki zamanlarda bu durum, Ehli Beyt soyunun Araplardan çok Türklere yakın olduğu kanaatini yaygınlaştırmıştır.

Meşhur Tarihçi Cahız, Horasanlılar hakkında bilgi verdikten sonra şunları yazar: “Buna göre Türkler Horasanlı ve halifelerin (Abbasiler) pek yakın akrabaları olan mevlalarıdır (dostları)dır. Bunun neticesi Türk, bunların hepsinin sahip olduğu üstünlüklere sahip çok şerefli bir kavimdir” [7]

Hendek savaşı sırasında, Hz. Peygamberin, ilk kazı işlerini ve şehrin müdafaasını kontrol etmek için seçtiği yer olan Seyhan denilen tepede kurdurduğu çadır, Kendi ifadesiyle “Kubbe-i Türkiye” (Türk Çadırı) idi.[8]

Bu konuda, Taberi Tarihinde, Amr b. Avf’dan naklen malumat verilmektedir. Medine etrafına hendek kazılması sırasında büyük bir kaya çıkması üzerine şunlar nakledilir: “Selman hendekten çıkarak (haber vermek için) Hz. Peygamberin bulunduğu yere geldi. Bu sırada Hz. Peygamber Türk çadırını (Kubbe-i Türkiye) kurmakla meşgul idi”[9] Bu gün bu yere, Hz. Peygamberin ikamet ettikleri “Kubbe-i Türkiye”nin hatırasına Zübab Camii inşa edilmiştir.[10] Hz. Peygamber Mekke’nin Fethinden sonra, burada kaldığı 15 gün müddetinde, Ebu Talip ve Hz. Hatice’nin kabirleri yakınında kurduğu “Kubbe-i Türkiye”de ikamet etmişlerdir.[11] Araplar buna “Gubba Turkıya” yani Türk Çadırı demişlerdir.[12] Bütün bunlar Hz. Peygamberin Türk kavmine ve Türk askerine olan özel ilgi ve sevgisinin bir göstergesi sayılır.

Aynı konuda, İzmirli de değerli bilgiler verir: “Müslim’in Sahih’inde Kadir gecesinin fazileti babında İstanbul’da olan Ebu Şeybeti Hudri’nin kardeşi Ebu Saidi Hudri’den tahriç (çıkartma) ettiği üzere, peygamber, bir ramazan ortalarında, bir Türk çadırında itikâf [13] etmiştir. Şarih[14] Nevevi bunu küçük geçe (keçe) çadırı diye tefsir ediyor ki tamamıyla bir Türk çadırıdır.[15]

İzmirli bir başka makalesinde, Hz. Peygamberin bu çadır da, ramazan ayında “tam on gün on gece Rabbına ibadette bulunmuştur” demektedir.[16] İzmirli, “Peygamber ve Türkler” adlı makalesinde, Kazan’ın tanınmış bilgini Şehabettin Mercani’nin (Öl.H.1306) “Müstefadülahbar” adlı eserinde, İbnü’l Esir’in “Üstüdülgabe fi Marifetissahabe”sine dayanarak, Hz. Peygamber’in Türk hakanına, Türkçe bir mektup yazmış olduğunu belirtmektedir, İzmirli o devirde Hz. Peygamberin çevresinde Türkçe bilenlerin bulunduğunu da anlatır.[17]

Ordumuz, niye yıpratılmaya çalışılıyordu?

Dış güçlerin ve AKP hükümetinin Kahraman Ordumuzu “layt”laştırmak ve laçkalaştırmak amacıyla, önce Sn. Büyük Anıt Paşa’nın Genel Kurmay Başkanlığını önlemeye ve komuta kademesini biri birine düşürmeye yönelik girişimleri başarısız kalınca, bu sefer “ordu yapısı değiştiriliyor!?” haberleriyle ortalık karıştırılmaya çalışılıyordu.

“26.08.2006 tarihli Milliyet Gazetesi, (CNN Türk-Kemal Yurteri) kaynaklı şu kışkırtıcı haberi yayınlıyordu:

Türk Silahlı Kuvvetleri, tarihinin en büyük değişimine hazırlanıyor. Yeniden yapılandırma planına göre, iki ordu karargâhı lağvedilecek, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlıkları, Genelkurmay çatısında birleşecek. Türk Silahlı Kuvvetlerinin kara gücü, iki ana komutanlık haline getirilecek.

Genelkurmay Başkanı Özkök’ün uzun zamandır üzerinde çalıştığı plana direnen bazı generaller de tasfiye edildi ve edilecek.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin yapısını baştan sona yeniden düzenliyor. Genelkurmay: Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün uzun zamandır üzerinde çalıştığı Genelkurmay Başkanlığı nöbetini devralacak olan Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın da imzasını taşıyan plana göre, Genelkurmay Karargâhı ve Kuvvet Komutanlıkları tamamen değişiyor.

Kademeli olarak yaşama geçirilecek plan için bazı adımlar atılıyor. Önümüzdeki yıllarda köklü değişikliklerin yaşama geçirilmesi hesaplanıyor. Plana göre 4 orduya sahip Kara Kuvvetleri Komutanlığında; Ege Ordusu ve 3. Ordu lağvedilecek, sadece birinci ve ikinci ordular kalacak. Plan, karargâhı İstanbul’da bulunan 1. Ordu ve Karargâhı Malatya’da bulunan 2.Orduyu “Doğu ve Batı Grup Komutanlıkları” haline getiriyor. Türkiye bu iki ordunun görev sahasına bölünecek.

Planda Genelkurmay Karargâhının yapısı tamamen değişiyor, merkezi bir karargah kuruluyor. Yıllara yayılan plana göre Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlıkları Genel Kurmay Başkanlığının çatısına çekilecek. Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlıkları,  halen mevcut olan taktik birimlerde yeni değişikliklerle plana tamamen uyumlu hale getirilecek.

Kuvvet komutanlıkları kapatılıyor(muş!)

Kuvvet komutanlıkları Genelkurmay Başkan yardımcıları haline geliyor. Kuvvet komutanları yerine, birimlerden sorumlu yardımcılar olacak. Plandaki önemli bir değişiklikte, bütün kuvvetlerde ayrı ayrı bulunan, lojistik, istihbarat, plan prensipler, eğitim gibi daire başkanlıkların da iptal edilmesi ve bu birimlerin Genelkurmay Karargâhından, J. Başkanlıkları tarafından tek merkezden yürütülür hale getirilmesi. Genel Kurmay Plan Prensipler Başkanlığı, ikiye bölünecek Genel Kurmay’da mali işlerden sorumlu yeni bir J. Başkanlığı da kurulacak ve böylece mali yönetim de tek elde toplanacak. Plan bu haliyle Amerikan ve İngiliz ordularının karma bir modeli olarak nitelendiriliyor.

Direniş tasfiye getiriyor(muş!)

Genelkurmay Başkanı Özkök, Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevinde üzerinde çalıştığı planı Genelkurmaya gelince hızlandırdı. Genelkurmay Harekât Başkanlığı tarafından yürütülen çalışmalar sırasında plana hem kuvvetlerden hem de Genelkurmaydan direniş geldi. Hatta Dönemin Harekât Başkanı Emekli Korgeneral Köksal Karabay’ın bu nedenle pasif göreve atandığı ve erken emekliliğini istemek zorunda bırakıldığı belirtiliyor.”

Genel Kurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt’ın, Kara Kuvvetleri Komutanlığı devir teslim töreninde kesin ve keskin bir dille yalanladığı bu, “Ordudaki değişim ve küçülme” haberleri, şu sinsi amaçları güdüyordu:

1- Orduyu karıştırmak ve kuvvet komutanlarını G. K. Başkanına karşı kışkırtmak

2- NATO kontrolü dışındaki Ege Ordumuzun lağvedileceğini öne sürüp yeni G.K. Başkanımız aleyhinde şüpheler ve şaibeler oluşturmak ve milletçe kendisine duyulan itimat ve itibarı sarsmak

3- İleride yapılması münasip ve muhtemel değişim projelerinin, çok farklı ve aykırı biçimde ortaya döküp, yeni komuta kademesinin hayırlı ve yararlı girişimlerini, peşinen boşa çıkarmak

Malum ve mel’un (Masonik) merkezler, bu tür çıkışlarıyla; ABD, NATO, İsrail ve Yahudi Lobileri gibi dış güçlere:

“Bu yeni G.K. Başkanı ve ekip arkadaşları bizim kontrolümüz dışındadır. Milli Haysiyetli amaçlar taşınmaktadır. Gerekli önlemler alınmalıdır.” Mesajını ulaştırmaya çalışmak…

İşte bütün bu şeytani hesapları fark eden G.K.B. Büyükanıt ve K.K.K. Başbuğ, devir teslim töreninde, oldukça kararlı ve tutarlı bir tavır sergilediler.

Org. Yaşar Büyükanıt’tan Sert ve net tepkiler geliyordu.

Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda düzenlenen devir teslim töreninde konuşan Orgeneral Yaşar Büyükanıt sert mesajlar vermişti. Büyükanıt, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin etkisizleştirilmek istendiğini bu çabaların son dönemde artırıldığını söyleyerek ”bu çabaların Türkiye Cumhuriyetinin üniter yapısından rahatsız olan çevreler tarafından yapıldığını” belirtip, mücadelelerinin kararlılıkla süreceğini kaydetmişti.

Son zamanlarda askerlere iğrenç saldırılar yapıldığını hatırlatan Büyükanıt, bu kampanyaları sürdürenlerin kendi yarattıkları ‘iğrenç bataklıkta’ boğulacaklarını ve günü geldiğinde bu kişilerin hesap vereceklerini de sözlerine eklemişti.

Bu saldırıların kendilerini yıldırmayacağını belirten ve “rüzgâr küçük ateşleri söndürür, büyük ateşleri ise daha da güçlendirir. Ne Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet değiştirilebilir ne de ülke bölünebilir” diyen Büyükanıt’ın konuşmasının sonunda; eşine, kızına, Cumhurbaşkanı ile eşine ve silah arkadaşlarına teşekkür ederken, Başbakana, Meclis Başkanına ve Savunma Bakanına teşekkür etmemesi dikkat çekmişti.

Org. Başbuğ: ‘Kararsızlıklar terörü besler’ diye uyarıyordu!

Orgeneral Büyükanıt’tan Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevini devralan Orgeneral İlker Başbuğ da güvenlik konseptinin küreselleşme ile birlikte değiştiğini ifade ederek, Türkiye’nin “küresel düşünüp, Ulusal hareket etmek” durumunda olduğunu belirtmişti.

Türkiye’nin geniş bir tehdit yelpazesiyle karşı karşıya olduğunu kaydeden Org. Başbuğ, “Eğe ve Doğu Akdeniz’deki dengelerin değiştirilme çabası ve uluslar arası anlaşmalardan doğan kazanımlara zarar verecek davranışların Türkiye’nin güvenliğini etkileyebilecek simetrik riskleri oluşturduğuna” dikkat çekmişti.

Bu gibi risklerin Türkiye’nin güçlü bir silahlı kuvvetlere sahip olmasını zaruri kıldığını belirten Başbuğ, “teknolojik olanaklardan yararlanarak, modüler ve esnek her ortamda görev yapabilecek bir gücün oluşturulması göz önünde bulundurulacaktır” demişti.

Türk Silahlı Kuvvetlerin yıpratılmaya çalışıldığını ve bölücü terör örgütünün de amaçlarına ulaşmak için demokrasiyi kullandığına vurgu yaparak: “Terör örgütünün etkinliği bitirilene kadar operasyonlar sürecektir. Kararsızlıklar bölücü terör örgütlerinin umudunu besler” diyerek terör örgütünün amacının; propaganda yapmak olduğunu ifade eden Başbuğ, “bu konuda medyaya büyük görev düştüğünü” söylemişti.[18]

Sn. Büyükanıt’la, Sn. Bağbuğ’un söylemleriyle eylemleri arasında rahatlatıcı bir uygunluk gözlenmese de, bu sözler gerçeğin ifadesiydi.



[1] 5.Şua 3.Küçük Mesele. 3. hadise

[2] Divanı Harbi Örfi

[3] Külliyat Nesil Yay. 1. cilt Sh: 1080- Başbakanlığa mektup

[4] Bediüzzaman’ın Hayatı Yeğeni Abdurrahman Nursi Sh: 106-107 Piran Yay. İst.

[5] Emirdağ Lahikası 27. Mektup

[6] Emirdağ Lahikası 27.Mektup

[7] (Prof. Ramazan Şesen El-Cahiz, Hilafet Ordusunun Menkıbeleri ve Türklerin Faziletleri. 2.Baskı Türk Kültürü Ar. Yay. Ank. 1988 Sh:59)

[8] Kitapçı, Yeni İslam Tarihi ve Türkler, s.154

[9] Kitapçı, Prof. Dr, Zekeriya, Hz. Peygamberin Hadislerinde Türk Varlığı, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yay., İstanbul Tarihsiz, s. 58.

[10] Hamidullah, M. Çin ile ilk Devir Müslüman ülkelerinin Temasları,  İ.T.E.D. İstanbul, 1975, s. 104 nak, Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı, Yeni İslam Tarihi ve Türkler s.182

[11] Kitapçı, Prof. Dr, Zekeriya, age, s.196

[12] Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, s. 34. Türk çadırları kubbe şeklinde oluyordu. Ortaçağ’da Türk çadırları sadece Türkler tarafından değil, diğer komşuları tarafından da kullanılmaktaydı. Hatta Peygamber devrinde Arabistan’da Türk çadırlarının  kullanıldığına dair kayıtlara sahip bulunmaktayız.. Dipno. Prof. Dr. Ramazan Şeşen. İbn Fazlan Seyahatnamesi, s.41

[13] İtikâf: ibadetle vakit geçirme.

[14] Şarih: Bir kitabı şerh eden, bir kitaba açıklama getiren

[15] İzmirli, Prof. İsmail Hakkı, Peygamber ve Türkler, s. 1017.

[16] İzmirli, Şark Kaynaklarına Göre Müslümanlıktan Evvel Türk Kültürünün Arap Yarımadasındaki İzleri, s. 281.

[17] İzmirli, Peygamber ve Türkler, s. 1017.

[18] Hürriyet

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Osman ERAYDIN

Osman ERAYDIN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx