Gizli Yahudi Kerry’nin Erdoğan ve Davutoğlu görüşmelerinin içeriği ortaya çıkıyordu. Özür sonrası Türkiye’nin yeni görevi: “Hamas’a diz çöktürmek” oluyordu!
AKP “Taşları bağla, köpekleri sal” politikasına taşeronluk yapıyordu. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin bir ay içinde üç defa Türkiye’yi ziyaret etmesinin gizli ve kirli kodları çözülüyordu. ABD tarafından terör örgütü olarak nitelenen Hamas, İsrail’i tanımadığı için masaya oturmuyordu. Direnişin simgesi olan HAMAS’ın bu tutumu İsrail’in meşruiyeti için en büyük tehlike arz ediyordu bu yüzden ABD, Türkiye’den Hamas’ı ikna etmesini istiyordu. Türkiye’ye verilen görev şuydu: Hamas şiddeti kınasın, direnişi bıraksın, İsrail’in varlığını tanısın, el sıkışmak için masaya otursun!
Her şey yavaş yavaş ortaya çıkıyor, son dönemlerde yaşanan ani gelişmelerin nedeni, Kerry’nin Türkiye’ye bir ayda yaptığı üç ziyaretle anlaşılıyordu. Kerry daha Türkiye’ye gelmeden ABD’de yayımlanan gazete ve dergilerde ziyaretin İsrail için yapıldığı belirtiliyordu. Yaşanan gelişmeler de bu iddiaları doğruluyordu. Yani Türkiye İsrail için devreye sokuluyor ve özür havucu uzatılıyordu!
20 Mart’ta İsrail’i ziyaret eden Obama, telefon diplomasisiyle, Türkiye ve İsrail ilişkilerinde yeni bir süreç başlatıyordu. Özür diplomasisiyle göz boyayan İsrail, Filistin’de yaptığı katliamlara devam ederken “Türkiye’ye öne sürülen şartlara ilişkin söz vermedik” açıklaması yapıyordu. Yani Türkiye tek taraflı olarak ‘bayrakları suya indirirken’ İsrail bildiğini okumaya devam ediyordu. Şimdi de ABD de İsrail’in güvenliği ve varlığının teminatı için Türkiye’den Hamas’ı ikna etmesini istiyordu. Uluslararası platformlarda yapılan bütün değerlendirmeler Hamas’ı ikna görevinin Türkiye’ye verildiğini gösteriyordu.
“Başbakan Erdoğan’ın Gazze’ye yapacağı ziyaretle El Fetih ve Hamas’ı birleştirme projesi, İsrail’i köşeye sıkıştırdı” palavraları çabuk patlamıştı. Yenişafak’tan Kazım Canlan’ın haberine göre ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin, ‘Erdoğan şimdi gitmesin’ talimatının altında, Tel Aviv yönetiminin, ‘birleşik Filistin’ fikrinden duyduğu rahatsızlık varmış… Türkiye’nin tavrı ise net ve açıkmış: Kimseden izin alınmayacak, Kerry’nin çıkışı hesaba katılmayacakmış!….
ABD Başkanı Barack Obama’nın ziyaretinde İsrail’in Türkiye’den özür dilemesiyle birlikte Gazze trafiği hızlanmıştı. Başbakan Erdoğan, 16 Mayıs’ta yapacağı ABD ziyareti sonrası Gazze’ye gitmeyi planlamıştı. Güya Filistin’de kalıcı barışın sağlanması için El Fetih ile Hamas’ın ortak hareket etmesi amaçlanmıştı. Bülent Arınç’ın “ABD Dış Bakanı Jhon Kerry, bunları açık ve medya huzurunda söyleyeceğine özel görüşmelerde ve tavsiye şeklinde belirtse daha iyi olurdu” sözleri işbirlikçilik psikolojisini yansıtıyordu.
AKP dış politikada tam teslimiyetçi ve işbirlikçi bir tavır sergiliyordu. ABD-İsrail ortak yapımı olan “özür” mizanseninin ardından bir anda kıymete binen Türkiye’ye gelenin gidenin haddi hesabı yoktu. ABD Dışişleri Bakanı Kerry, 1 ayda 3 defa Türkiye’ye gelirken, İsrail de Türkiye’yle girişecekleri yeni “işbirliklerini” ifşa ediyordu. Mavi Marmara şehitlerinin kanı üzerinden yapılacak pazarlıklarla İsrail kendini aklamaya uğraşırken, Türkiye ise Suriye ve İran’daki durumdan HAMAS’ın pasifize edilmesine kadar birçok konuda şer ittifakının dümen suyuna çekilmek isteniyordu.
Ortadoğu ve İslam coğrafyası son dönelerde büyük çalkantılar yaşarken, Türkiye de iç ve dış siyasette son derece kritik bir aşamaya gelmiş bulunuyordu. ABD’nin ön ayak olmasıyla birden bire İsrail’le kamuoyu önünde yeniden yakınlaşma ve muhtemel işbirliği fırsatlarının art arda gelmesi, bölgede yeni bir hareketliliğin işareti olarak görülüyordu. İsrail’in sözde özürle ilgili yaptığı “Suriye ve İran’daki durumla ilgiliydi” itirafı tazeliğini korurken, öte yandan da Türkiye vasıtasıyla HAMAS’ın pasifize edilmeye çalışılması İslam coğrafyasının başına yeni çoraplar örüleceğini gösteriyordu. ABD’li ve İsrailli yetkililerin ardı arkasına ziyaretleri ve bölgede yaşananlar, Türkiye’nin yeni bir “ortaklığa” zorlanması olarak görülüyordu.
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin ziyaretlerinin önemli bir gündem maddesi de HAMAS’ın direncinin kırılması olduğu biliniyordu. Türkiye’yi vasıta olarak kullanıp HAMAS’ın İsrail’i tanımaya ikna edilmesine çalışan ABD-İsrail şer ittifakı, bu durumu ise “Ortadoğu barış süreci” olarak formüle ediyordu. Gittiği her yere kan ve gözyaşı götüren ABD’nin, binlerce kilometre ötedeki Ortadoğu coğrafyasının barışı için çaba sarf etmesi ise tam bir tezat oluşturuyordu.
Şehitlerin kanı üzerinden pazarlıklar yapılıyordu
Ankara’ya gelen ve tazminat konusunu görüşeceği söylenen İsrailli heyet hükümetle, Mavi Marmara’da şehit olan 9 vatandaşımızın kanları üzerinden tazminat pazarlığına tutuşuyordu. Mavi Marmara katliamının sorumlularını cezalandırmaya yanaşmayan İsrail, sözde özür ile sadece tazminat ödeyeceğini belirtiyordu. İngiliz Sunday Times gazetesine göre, heyetin başkanı olan İsrail Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Yaakov Amidror’un, Ankara’daki Akıncı Hava Üssü’nün kullanım hakkı karşılığında Türkiye’ye gelişmiş füze ve izleme teknolojileri teklif edeceği söyleniyordu. Haberde Ankara’nın da İsrail’in elindeki Arrow balistiksavar füzeleriyle ve Elop şirketinin ürettiği gelişmiş görsel istihbarat sistemleriyle de ilgilendiği vurgulanıyordu.
Amaç, “İran’ı yalnızlaştırmak, Suriye’yi paylaşmak” oluyordu!
ABD, İsrail ve Filistin görüşmelerini yeniden başlatarak sorunun İsrail’den yana çözümü için bastırıyordu. Bunun içinde Hamas ve Müslüman Kardeşler’le arası iyi olan Türkiye’yi işin içine sokuyordu. ABD için İsrail ve Türkiye’nin ortak hareket etmesi gerekiyordu. Obama’nın diplomatik çabası bunu amaçlıyordu. ABD, Hamas ve Müslüman Kardeşler’i Türkiye ile birlikte kendi çizgisine çekmeğe ve bitirmeye çalışıyordu. Böylelikle İran’ın daha da yalnızlaşacağı, Rusya ve Çin’in karşısına da ABD’nin dizayn ettiği bir blokla çıkılacağı hesaplanıyordu.
Hatırlayınız, Olmert’in 2007 ziyaretinden sonra, Gazze’de “Dökme Kurşun Harekâtı” başlatılmıştı!
Türkiye ile İsrail arasında yaşanan ‘alçak koltuk’ krizinin gayri resmi özürle noktalanması, akıllara birçok kuşkuyu getiriyordu. Bir dizideki sahneler gerekçe gösterilerek çıkarılan diplomasi krizi, İsrail Savunma Bakanı Siyonist Ehud Barak’ın Türkiye ziyaretini nedense etkilemiyordu. Tam altı yıl önce dönemin Başbakanı Ehud Olmert’in Türkiye ziyaretinde 5 saat ateşkes konuşulduktan sonra İsrail, bir hafta geçmeden 1500’ü aşkın kişinin hayatını kaybettiği Gazze operasyonunu gerçekleştiriyordu. Acaba; ‘Diplomasi krizi ve özür tartışmaları konuşulurken, Barak’ın ziyaretinde asıl ele alınan yeni gelişmeler gözlerden mi kaçırılıyordu? İsrail, bir yıl önce yaptığı gibi kamuoyunun başka bir yöne odaklandığı sırada yeni bir hamle mi hazırlıyordu?” soruları hala yanıtını bekliyordu. İsrail, Türkiye ile ilişkilerinde ‘boz-yap’ stratejisi izliyordu. Kamuoyu önünde tartışılan gündemle, yapılan gizli görüşmeler ve gerçekleştirilen eylemler arasında büyük farklılıklar yaşanıyordu. Recep Erdoğan ise millete farklı, Yahudi lobilerine farklı bir tavır sergiliyordu.
Alçak koltuk küstahlığı
Türkiye kamuoyundan bu sözlere tepki yağarken, güya Kurtlar Vadisi dizisinde yer alan İsrail karşıtı görüntü ve ifadeleri protesto etmek üzere Türk Büyükelçisi Oğuz Çelikkol’u, Dışişleri Bakanlığı yerine İsrail parlamentosu olan Knesset’e çağıran Dış Bakan Yardımcısı Danny Ayalon, büyük bir diplomatik küstahlığa imza atıyordu. Aşırı sağcı Bakan Liberman’ın talimatıyla Büyükelçi nezdinde Türkiye’yi aşağılamak için diplomatik bir tuzak kuran Yardımcısı Ayalon, Büyükelçi Oğuz Çelikkol’u önce kapıda bekletiyor, ardından kendisinden aşağıda bir koltuğa oturtuyordu. Gazetecilerin ısrarlarına rağmen büyükelçimizle el sıkışmayı reddediyor, hiçbir ikramda bulunmuyor, alçak koltuk için de İbranice “Onun bizden daha aşağıda oturduğunun ve masada tek bir bayrak olduğunun görülmesini istedik” açıklamasını yapıyordu. Bu seviyesiz hareket nedeniyle, Türkiye ile İsrail arasında yeni bir suni kriz patlak veriyor ve kerizler yine oyalanıyordu. Türkiye’de basın ve kamuoyu krizin üzerine gidince, İsrail tarafı güya geri adım atıyor, Cumhurbaşkanı Şimon Peres devreye giriyor ve Peres’in isteği üzerine İsrail Dışişleri Bakanlığı Türkiye’ye muhabbet mektubu gönderiyordu. Mektupta Ayalon’un “Sizi küçük düşürmek gibi bir niyetim hiçbir şekilde yoktu. Girişimimin yapılış biçimi ve algılanışı nedeniyle özür dilerim. Lütfen bunu büyük saygı duyduğumuz Türk halkına iletiniz” ifadesi yer alıyordu. Yani kendi küstahlığından değil, yanlış algılayanların ahmaklığından(!) söz ediyordu. Ancak ilginçtir bu kriz, İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak’ın Türkiye’ye gelmesinden bir hafta önce çıkıyor, ancak kamuoyundaki gerginlik ve diplomatik skandal, Barak’ın gerçekleştireceği bu ziyareti etkilemiyordu. İsrailli Bakan, Başkent’te Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ile görüşüp ayrılıyordu.
Barak gitmiş müsteşarını yollamıştı!
İsrail Dışişleri Bakanlığı, Barak’ın Türkiye ziyaretinden sonra hemen bakanlık müsteşarını Ankara’ya gönderiyordu. İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman ve yardımcısı Danny Ayalon’un iki ülke arasında yol açtığı gerginlik üzerine İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak, Ankara’da ağırlanıyor, İsrail’den yapılan sözde özür açıklamaları ve Barak’ın Ankara ziyaretinden sonra İsrail Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Yossi Gal, Türkiye’ye geliyordu. Gal’ın, Türk Dışişleri Bakanlığı’nda Müsteşar Feridun Sinirlioğlu ile yapacağı 13. istişare toplantısında “Türkiye-İsrail ilişkilerinin yanı sıra bölgesel konuların da ele alınacağı” öğreniliyordu. Her ne hikmetse bu tür özür senaryolarının ardından hep AKP iktidarı eliyle İsrail’e büyük hizmetler yaptırılıyordu.!?
İsrail’le 13. Stratejik İstişare Toplantısı…
İsrail’le ilişkilerde hemen her adımın büyüteç altına alındığı günler yaşanıyordu. Tıpkı Davos’ta yaşanan ‘one minute’ çıkışında olduğu gibi ‘alçak koltuk’ olayı da Türkiye’de tuhaf bir atmosfer oluşturmuştu. Alçak koltuğa oturtulan Türkiye değilmişçesine ‘İsrail’e haddini nasıl bildirdik’ türünden açıklamalar havada uçuşuyordu. Malum, alçak koltuk krizinden hemen sonra İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak Türkiye’ye geliyor, çuval dolusu sıcak mesajı Ankara’ya bırakıp ülkesine dönüyordu. Ama bize göre bu ziyaretten de daha önemli olanı İsrailli bir müsteşarın Barak’dan hemen sonra Ankara’ya gelmesi oluyordu. Müsteşar Gal’in Ankara ziyaretinde önemli ve gizemli konular gözlerden kaçırılıyordu. Bu ziyareti Ehud Barak’ın ziyaretinden de daha önemli kılan bir şey; “İsrailli Müsteşarın Ankara’ya, Türkiye-İsrail Dışişleri Bakanlıkları arasındaki düzenli istişare toplantıları kapsamında gelmiş olmasıydı. Bir önceki stratejik istişare toplantısı ise 6 ay önce Kudüs’te yapılmıştı.
Garip değil mi, Davos’ta ‘one minute’ deniyor; alkışlar toplanıyor, eller havaya, oylar sandığa aktarılıyordu… Fakat ne tuhaftır ki; ‘one minute’den sonra da, ‘alçak koltuk’tan sonra da Türkiye ile İsrail Dışişleri Bakanlıklarının STRATEJİK İSTİŞARE toplantıları devam ediyordu. Üstelik dönemin Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, İsrail ile şu anda üzerinde çalışılan yeni bir anlaşmanın bulunmadığını belirterek, “Ama zaten her türlü ilişkimizi düzenleyecek, mesela askeri alanda 16 tane anlaşma var. Bunlardan hiçbiri yürürlükten kalkmış değil, hepsi yürürlükte” diyordu. Gönül, İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Ayalon’un “Büyükelçiyi sınır dışı ederiz” şeklindeki sözlerinin hatırlatılması üzerine, “Onlar Dışişleri Bakanlığının konusu. Dışişleri Bakanımız zannediyorum etraflıca görüştü” şeklinde konuşuyordu.
Danny Ayalon’un özrü, Mair Hartzion’un kancıklığı!
Eli kanlı katil Ariel Sharon’un arkadaşı ve suç ortağı olan Meir Hartzion, 1950’li yılların başında Gazze’de yapılan bir İsrail baskınında masum bir Filistinli’yi sırtından bıçaklayarak şehit ediyordu. Daha sonra kendisiyle yapılan bir röportajda, yaptığından vicdan azabı duyup duymadığı sorulduğunda Meir Hartzion böbürlenerek: “Vicdan azabı mı? Hayır! Neden vicdan azabı duymalıyım ki? Bir adamı tabancayla öldürmek çok kolayadır. Tetiği çekersin hepsi bu kadar. Ama bıçak bambaşka bir şey, gerçek bir silah. Fantastik bir duygu bu, erkek olduğunu hissettiriyor insana” yanıtını veriyordu. Bir masumu, savunmasız bir Müslüman’ı arkadan bıçaklayıp öldürmeyi ‘erkeklik’ sayanların erkeklikleri ne kadar kancıklıksa; özürleri de işte o kadar küstahlık sırıtıyordu.
“Bir Türk öldür ve dinlen” cümlesini bilmeyen Yahudi var mıydı?
Hikâyenin tamamıysa şöyledir: Çarlık Rusya’sında bir Yahudi genç, Türklerle savaş esnasında askere çağrılmıştır. Annesi gözyaşları içinde tren istasyonunda veda ederken onu şöyle teselli eder: “Kendini çok paralama! Bir Türk (Müslüman) öldür, dinlen. Bir Türk (Müslüman) daha öldür, yine dinlen!…”. Çocuk sözünü keser: “İyi de anne, [ben dinlenirken] ya Türk beni öldürürse?” diye sorunca Anne büyük bir şaşkınlıkla feryat eder: “Seni öldürürse mi? Neden ki oğlum, sen ne yaptın ki ona?” (Not: Batılı ve Rusyalı gavurlar Türk ile İslâm’ı aynı anlamda kullanırdı)
Türk Büyükelçisinin saflığı mı, yavşaklığı mıydı?
O süreçte İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon makamına çağırdığı Türk Büyükelçisi Oğuz Çelikkol’u kendi koltuğundan daha alçak bir koltuğa oturtarak sözde İsrail devletinin ne kadar büyük olduğunu göstermek istiyordu. Yaptığı nezaketsizliğin ne denli derin olduğunu gösterircesine etrafındaki basın mensuplarına bu fotoğrafı bir de açıklamaya kalkışıyordu. Denny Ayalon’un yaptığı açıklama: “Dikkat edin o alçakta biz yüksekte oturuyoruz, masada sadece bir İsrail bayrağı var ve gülümsemiyoruz” alçaklığın derinliğini gösteriyordu. Evet, fotoğrafa dikkatlice bakanlar ortada alçaklık durumu olduğunu fark etmekte zorlanmıyordu. Fakat kimin neye ve kime göre alçak olduğu koltukların konumlanış biçiminden değil, bize fotoğrafa ne tarafınızdan baktığınıza bağlı gibi geliyordu. Peki, Denny’nin küstahlığı karşısında acaba Büyükelçi Oğuz Çelikkol’un yapacak bir şeyleri olması gerekmiyor muydu? Haydi, İbranice bilmediği için hazırlanan tezgâhı anlayamadı diyelim, yahu vücut dilinden de anlamaz ve vurdumduymaz birisi nasıl büyükelçi yapılıyordu?
Posta’dan Rauf Tamer: “Hasta ruhluların özlediği fotoğraf” diyerek gizli Yahudi aşıklığını, Siyonizm uşaklığını ve AKP şakşakçılığını açığa vurmaktaydı!
“Danny Ayalon, hem Türkleri öfkelendirdi, hem İsrail kamuoyunda fazla destek bulamadı. Nedir o, yüksek iskemle / alçak kanepe şovları? Bunlar şık olmadı. Zekice bir iş sayılmazdı. Akıllıca hiç değil. Kurnazca bile değil. Üstelik kendine ve ülkesine on paralık faydası yok. Bu ne biçim Yahudi? Kafası hiç işlemiyor!.. Gelelim bizimkilere. Adam Türkiye’ye hakaret etti ya, aramızda sevinenler bile var. Yani üzüntü değil mutluluk duyuyorlardı. Askerlerimizin başına çuval geçirildiği gün de bunlar mutlu olmuşlardı. Bir şey söyleyeyim. İsrail’de ikinci sınıf bir memurun beni alçak kanepe’ye oturtmasıyla ben alçalacak değilim… Bay Ayalon da yüksek iskemlede oturmakla yücelmiş falan değildir. Ama asıl irtifa farkı, bazı Türklerle bazı Türkler arasında meydana geliyor. Beni Danny Ayalon’dan daha çok rahatsız eden budur. T.C.’nin Hariciye Politikası külliyen hezimete uğrarsa bunlar göbek atıp oynayacaklar. Kürt Açılımı, K. Irak, Kıbrıs,? Ermenistan, Batı Trakya… Her tarafta fiyasko bekliyorlar. İsrail özür mektubu falan yazmasın ki, bunların mutluluğu ikiye katlansın istiyorlar… Gerçi özür mektubu yazılsa bile bunlar ona da bir kulp bulurlar. Hasta ruhlar, hasta…” diyen bay yalakanın bu tavrı hastalıktan da beter bir “haspa”lıktı, haysiyet hamlığıydı ve İsrail hayranlığıydı!
İsrail’in özür küstahlığına işbirlikçilerin katkısı:
“Türkiye-İsrail ilişkileri dün akşam itibarıyla yeni bir döneme giriyor. Ancak yeni bir döneme giren, İsrail’in yalnızca Türkiye ile ilişkileri değil, bölgedeki varlığı başta olmak üzere uluslararası siyasetteki ağırlığıdır da” ifadelerini kullanan Radikal yazarı Murat Yetkin, İsrail’in özrünü “altın çağının sonu” olarak niteliyor ve Recep Bey’i kahraman ilan ediyordu. Oysa, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Köşk’te İsrail ile büyükelçi krizi üzerine yaptığı açıklamalar uluslararası Siyonist merkezlere verilen bir mesaj niteliği taşıyordu. Gül bu açıklamaları, bir ödül töreni sonrası kabul resminde gazetecilerin talebi üzerine özellikle yapmıştı. Bir gün önce Dışişleri Bakanlığı’nın İsrail’i protestosu biliniyordu. Müsteşar Feridun Sinirlioğlu’nun İsrail Büyükelçisi Gabby Levy’ye ortaçağ benzetmesi ile bir an önce izahat ve özür beklendiğini söylemesi de olağandı. Ancak Türkiye’nin İsrail’e yazılı özür için süre verdiği, böylece İsrail’in zararına olacak inatlaşmanın önlenmeye çalışıldığı anlaşılmıştı. Bu ültimatomu dünyaya ilan etme işini Cumhurbaşkanı Gül’ün üstlenmesi; İsrail yönetiminin atacağı adımın özür beklentisi dışında başka anlamlara çekilmesi girişiminin önüne geçmeyi amaçlamıştı. Gül’ün, “özür gelmediği takdirde Türkiye’nin İsrail’deki büyükelçisi Oğuz Çelikkol’un uçağa atlayıp yurda döneceğini” tekrar vurgularıyla söylemesi İsrail’i kurtarmaya yönelik çıkışlardı. Bu ültimatomdan saatler sonra İsrail’den değil, Levy’den yazılı özür gelmiş ve Erdoğan hemen bunun istenen cevap olduğunu açıklamıştı. Cumhurbaşkanı Gül’ün dün “Neden kendinizi bölgeden ve dünyadan bu kadar dışlatıyorsunuz’ diye İsrail’e sormak lazım” demesi Türkiye’nin mi, yoksa İsrail’in mi çıkarınaydı?
Arsız AKP’nin “Kaç Filistinlinin öldüğü beni alakadar etmez” diyen katil Barak’ı Türkiye’de ağırlaması alçak tezgâhtan da alçaltıcı bir davranıştı
O zaman da Türkiye büyükelçisine yönelik alçak tezgâhın ardından Hükümetten İsrail’e kurusıkı tepkiler yağmıştı. Ancak alçak tezgâhın yaşandığı aynı gün Türkiye’den Milli Savunma Bakanlığı’ndan bir heyet silah alımı ile ilgili müzakereler yapmak için İsrail’de bulunuyorlardı. Büyükelçiyi çekme tehdidinden önce bu heyeti de çekmesi gereken Türkiye, üstelik Dökme Kurşun Operasyonu’nun emrini vererek binlerce Filistinliyi katleden İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak’ı ağırlamıştı. Barak, Türk yetkililerle görüşmesinde Türkiye’ye silah satmak ve yeni savunma antlaşmaları imzalatmak için buradaydı. Katil Barak’ın Türkiye’de bulunması Alçak Tezgâh’tan da daha alçaltıcıydı. Terörist İsrail’in katil Bakanı Ehud Barak’ın Türkiye’ye yapacağı günü birlik ziyaretine tepkiler haklıydı. Daha Gazze’deki İsrail soykırımının acısı yüreklerde tazeliğini korurken bu soykırımı başlatan Ehud Barak’ın Türkiye’ye gelerek Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül tarafından kabul edilecek olması yürekleri yakmıştı. Bu ziyaretin İsrail’in Gazze’ye 27 Aralık 2008’de yaptığı işgal girişiminin birinci yıl dönümü protestolarının yapıldığı bir dönemde gerçekleşiyor olması da manidar karşılanmıştı. Terörist Ehud Barak, Mescid’i Aksa katliamının ardından yaptığı şu açıklama hafızalara kazınmıştı: “Bana Gazze’de, Batı Şeria’da ve diğer mıntıkalardaki çatışmaların nasıl dineceğini sormayın. Filistinli kalabalıklara karşı her türlü aracı kullanmak meşrudur. Kaç Filistinlinin öldüğü beni alakadar etmez. Benim için önemli olan halkımın emniyetidir”
İngiltere’ye giremeyen katil Türkiye’de ağırlanmıştı!
Ehud Barak, fosfor bombaları da dâhil olmak üzere uluslararası anlaşmalarca yasaklanmış çeşitli silahların da kullanıldığı bu barbarlığın “Savunma Bakanı” sıfatıyla birinci dereceden sorumlulardan biri olarak kabul edildiği için İngiliz mahkemelerince savaş suçlusu sayılıp ülkeye giriş yapması halinde tutuklanmasına karar alınmıştı. BM ve birçok uluslararası insan hakları örgütü Başbakan Ehud Olmert ve Dışişleri Bakanı Tzipi Livni ile birlikte Barak’ın da Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nde yargılanmaları gerektiğini ısrarla vurgulamıştı. Yine bu çerçevede İngiltere’de bir mahkeme Tzipi Livni hakkında İngiltere’ye gelmesi durumunda tutuklama kararı çıkartması üzerine, Livni’nin bu ülkeye planladığı ziyaretini yapamamıştı. Ardından bu kişilerin bir ‘güvercin’ edasıyla Ankara’ya gelip AKP tarafından ağırlanması karşısında, nedense Türkiye yargısının kılı kıpırdamamıştı!
İsrail Erdoğan’a “haddini bildirmeyi ve hizaya getirmeyi” amaçlamıştı!
“İsrail “kriz”le aslında Başbakan Tayyip Erdoğan’a haddini bildirmek istemiştir. “Çok konuşuyorsun, çok ileri gidiyorsun, haddini aşıyorsun, çizdiğimiz hudutların dışına çıkıyordun” mesajı vermiştir. Bakınız sonunda Tayyip Bey “İsrail ile krizi daha yukarıya götürmeyeceğiz” demiş ve bu mesele bitmiştir. Burada önemli nokta: Türkiye gibi bir ülkenin bir takım ahmak gazetecilerle ve medya yöneticileriyle bu yaşananları anlaması mümkün değildir. İsrail de Osmanlı topraklarından çıkmıştır. Ben Gurion İstanbul’da okumuştur. Bir ara Osmanlı olmaya çalışmış, fes giymiştir. İkinci Cumhurbaşkanı Ben Zvi İstanbul Hukuk’ta okumuştur, fes giymiştir. İlk Dışişleri Bakanı Moşe İstanbul’da okumuştur, Türk Ordusu’nda subaylık yapmıştır. Şimdi de hepsi Türkiye’yi düşürmek istemektedir. Ve maalesef kiralık kafalar bunu kabul etmiştir. Dolayısıyla Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan bir kimsenin İsrail’in hakaretlerine karşı: “özür dilersen bu işler düzelir” demesi, hayret vericidir. Türkiye’nin öğrenmesi gereken nokta şudur: Dışişleri Bakanı olan Lieberman çok yakın zamanlara kadar Sovyetler Birliği’nden, Rusya’dan gelen Yahudilerin kurdukları bir partidendir. Ortodoks bir partidir, ve “büyük İsrail” peşindedir. Bu sırada Ehud Barak geldi. Niye geldi, nasıl bir muamele gördü? Bunu doğru perspektife oturtabilmek için benim iki hatırlatma yapmam lazım. Bunlardan bir tanesi şudur: 1958 yılında Adnan Menderes’in başbakan olduğu zamandaki yolculuğunda Ben Gurion’un uçağı Ankara’ya inmiştir ve gizli bir ittifak yapmıştır. 1958’de Türkiye ile İsrail arasında gizli bir anlaşma gerçekleşmiştir ve bu anlaşma, Türkiye ile Amerika arasında olan ve ikili anlaşmaların hiçbiriyle mukayese edilmeyecek güçtedir. Bu ittifak uzun müddet işlemiştir. Aşağı yukarı 1958 ittifakıyla Türkiye ile İsrail neredeyse “tek devlet” düzeyinde iç içe girmiştir. Sonra çeşitli nedenlerle bu eskimiştir. 1996’da Tansu Çiller döneminde yeni bir ittifak imzalamışlardır. (Ama Yalçın Küçük gibi Yahudilik dürtüleri kabaranlar, Refah Yol’dan 4 ay önce imzalanan bu anlaşmayı Erbakan Hoca’ya mal etme sahtekârlığına yeltenmiştir) Bu ittifaka göre iki ordu, Hava ve Kara kuvvetleri sık sık ortak tatbikat yapabilmekte ve iki ülkenin belirli yüksek görevlileri belirli zamanlarda birbirini ziyaret etmektedir. İki devletin güvenlik, İstihbarat her türlü devlet ilişkilerini, tek bir devletmiş gibi konuşup değerlendirmektedir. Ehud Barak bunun için gelmiştir. Ve hiçbir kriz olmadan Türkiye’de görüşmelerini yapıp gitmiştir. Türkiye bir cahiliye devrine girmiştir. Şu hale bakın; güya Barak gelmiş ve biz kendisine tepki göstermişiz! Ne tepkisi, Tayyip Bey, Abdullah Bey, onunla görüşmemişmiş!… Bir bakan geldiği zaman haliyle bir ülkeye o bakan karşılığında olan bakanla görüşecektir. Türk Dışişleri Bakanı Amerika’ya gidince Obama’yla görüşüyor mu? Türk Savunma Bakanı sık sık Paris’e gidiyor Sarkozy ile görüşüyor mu? Başbakan’ından veya Cumhurbaşkanı’ndan özel bir mesajı varsa o zaman görüşebilir. Dolayısıyla Ehud Barak geldiğinde: Bakın Başbakan ve Cumhurbaşkanı Onunla görüşmedi” diye hava atılıyor! Peki, Genelkurmay’la görüşmesinin ne ilgisi olabilir… Bu ziyaret 1996’da Mesut Yılmaz ve Süleyman Demirel ittifakına göre yapılmıştır ve hiçbir tepki gösterilmemiştir. Ben Gurion 1958’de Türkiye ile gizli ittifakı yapmadan önce “Şu Türklere bakın ilişkilerimiz metres ilişkisine döndü” demiştir. Niye, çünkü çok zaman yüksek komutanlar İsrail’e gizli giderler. Onların listesi bende var, açıklayacağım. Ama bakanlar düzeyindeki görüşmeler açıktır. Artık Ehud Barak geliyor. Bunlar resmi birbirine sır veriyorlar sır alıyorlar. Tek devlet gibi. Çünkü Türkiye’nin gücü onun gelmesini önleyemezdi. Aradaki gizli ittifak hala yürürlükteydi. Çünkü Türkiye’de İsrail, İsrail’de olduğundan daha güçlü vaziyetteydi. Sadece iktidar ve yalakalarının değil, medyanın ve muhalefetin davranışlarından ve İsrail’e karşı saygılı tavırlarından, İsrail’in ne kadar güçlü olduğu kendini göstermiştir.
İsrail, Türkiye’nin hiçbir hareket serbestliği olmadığı için ciddi hiçbir tepki göstermeyeceğini biliyor ve buna göre davranıyor. 70’lerin sonunda İsrail’de çok önemli bir değişiklik oldu: O zamana kadar İsrail’i kuran Ben Gurion’un Emek Partisi iktidardaydı. 70’li yılların sonundan itibaren Likud partisi gelmiştir. Ergun veya Ezel’in partisidir. Bazen İrgun Demir bazen Ergun Demir diye geçer ve şöyle söylenir: Ziveyi Limni Askeri Teşkilatı. İrgun veya Ergun, “askeri teşkilat” veya “örgüt” demektir. Kısaca, İzel veya Ezel deriz. Bu 1936 yılından sonra Filistin’de çıkan bir terör örgütüdür. Biz Türkiye’de buna Ezel diyoruz. Dolayısıyla bugün Ezel diye dizileri, isimleri gördüğümüz zaman ben İsrail’i bilen bir insan olarak bu örgütü hatırlarım. Bu örgüt Büyük İsrail tarafındadır ve şiddet partisidir. Menhaim Begin’le iktidara gelmiştir. Bu örgütün partisi Likud’tur, iktidardadır ve Netenyahu bu partidendir. İshak Şamir bu partidendir. Bu partinin ufku, eski Ben Gurion’un İsrail’i gibi değildir, bu parti Büyük İsrail Projesi’nin sahibidir. Kendilerini çok büyük görürler. Bırakın İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesini hatta, yeni topraklar almayı hedeflemiştir. Bugünkü İsrail’i anlayabilmek için biz kendi tarihimizi bilmemiz gerekir. Ne yazık ki bugünkü Türkiye’de Başbakanlıkta da, Çankaya’da da, gazetelerin başında da, tarihlerini bilmeyen ve kendi medeniyetlerine güvenmeyenler görülmektedir. Bizim tarihimizde 1300’den itibaren 1550’ye kadar 250 yıl Türkiye’nin sabit bir haritası yoktu, çünkü her sene harita değişip gelişiyordu. İşte bugün de İsrail’in haritası yoktur; on yılda bir İsrail, kendi haritasını genişletmektedir. Bütün ahmaklar artık anlasınlar ki, bizim doğu illerimizdeki Devlet kontrolünün zayıflaması, bir İsrail Projesidir. Bunu Türkiye’de sadece iki kişi dile getirmiştir: Biri Erbakan, diğeri Biz. İsrail’in önünde bir Suriye engeli bulunmaktadır. Büyük İsrail hedefinde ve Arzı Mev’ud içinde bir de Türkiye’nin Güneydoğusu vardır. Burayı da vaat edilmiş topraklar içine alır. Ayrıca İsrail şu anda Azerbaycan’la tıpkı 1958’de, 1996’da (Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz ve Çevik Bir’le) Türkiye’yle yaptığı İttifaklara benzer ittifaklar yapmak üzeredir. Bizim Türkiye’deki kadar İbrani Yahudi Azerbaycan’da da yerleşiktir. Ayrıca Ermenistan’la çok ileri ilişkiler içindedir. Şimon Peres, Ben Gurion’un iki adamından biridir. Biri Moşe Dayan’dı, diğeri Şimon Peres’dir. Ben Gurion’un bütün komplolarını öğrenmiştir. Şimdi İsrail’deki bir dışişleri bakan yardımcısının Şimon Peres’ten habersiz bunu yapacağını sanmak gaflet ve cehalettir. Bakınız İran’ın, kendisi için her şartta ölmeye hazır ordusu görevdedir, İsrail’in de böyledir. Bizim içimizde ise Türk ordusunu devamlı kötüleyip köstekleyen bir cephe teşkil edilmiştir. Devamlı ordusunun kanadını kolunu ve onurunu kıranlar, bu gizli tahribat planlarına, CIA üzerinden Fethullah Gülen’le ekiplerini de saldırıya geçirmektedir. Ama ana muhalefet partisinin liderinin böyle bir ilişkiden habersiz olması bu konuda dudakların oynatmaması, nerdeyse yerin altına girip saklanması, bizim ne durumda olduğumuzu göstermektedir. Son olarak şunu söylüyorum: 1992 yılını herkes hatırlayacaktır. Bir yarışa çıktılar. O zamanki Devlet Başkanı Turgut Özal, “21. yüzyıl Türkiye yüzyıl’ı olacak” dedi. O zamanki Başbakan Süleyman Bey bundan geri kalmak istemedi. Ne oldu; 1993’de bundan bir hafta sonra 24 Ocak’ta Uğur Mumcu, arkasından Eşref Paşa, arkasından Turgut Özal öldüler. Turgut Özal 1990-91’de Musul’u almaya kalktı, ama bunu hayatıyla ödedi. Ben ne dedim; “AKP Türkiye’yi küçültmek için iktidara geldi. Kıbrıs’ı ve Musul’u vermek için. Bugün Musul’u verdi. Şu anda da Türkiye’nin onurunu vermektedir.” Türkiye’de herkes şunu bilmelidir: Basit şahsiyetler büyük ve bağımsız Türkiye projesine sahip çıkamaz. (Erbakan’ın başına gelenleri unutamaz!..) İsrail bunların yularını elinde tuttuğu için “Sen kimsin!” diyor ve Tayyip Bey’e haddini bildiriyor!” diyen Yalçın Küçük doğru söylüyor, ama yanlış yollar öneriyordu.
Türkiye gerçekten bağımsız mıydı?
Türkiye’de “bağımsızlık” sokak düzeyinde tartışılıyor ve maalesef asla bir “metre” ileri gitmiyordu. Sokaklarda, “Biz Amerika’yı istemiyoruz” diyenler toplanıyor, birileri de onlara, “Biz de şehrimizde PKK’yı istemiyoruz” diye saldırıyor… Farkında olsun olmasın her iki tarafta sadece Siyonizm’e figüranlık ediyordu!
Hangi ülkelerde Türkiye’deki gibi kontrolsüz bir “eline geçeni önüne gelene sat” politikası uygulanıyor ve giderek gizlice sömürgeleşiyordu? Meksika’da bugün sistemin yüzde 82’si yabancıların elinde, Arjantin’de yüzde 48, Şili’de yüzde 42, Peru’da yüzde 47, Macaristan ve Polonya’da yüzde 65, Çek Cumhuriyeti’nde yüzde 95, Slovakya’da yüzde 93, Estonya’da yüzde 100. Oysa: Amerika-Avrupa “dışarı” diye gösteri yapmakla hiçbir şey değişmiyor, küresel güçler “finansal prangayı” boğazımıza geçiriyor ve Türkiye Siyonizm’in sömürgesi haline geliyordu!
Kızılderililer New York’u kaça satmıştı?
Bugün dünyanın en pahalı arazisi sayılan New York’un ünlü Manhattan adasının 1624 yılında Peter Munite adlı bir tüccar tarafından Kızılderililerden 24 dolar değerindeki incik boncuk karşılığında satın alındığını, toplam 58 kilometrekare olan Manhattan’a ilk olarak aralarında Yahudi asıllıların da bulunduğu Hollandalı göçmenlerin sahip çıktığını ve buraya New Amsterdam adı verildiğini, bölgeye 1664 yılında yerleşen İngilizlerin New York adını taktığını, Kızılderililerin 24 dolarlarını 386 yıldır Amerikan hazine bonolarına yıllık yüzde 5 faiz ile yatırsalar bugün 2 milyar 336 milyon 536 bin 394 dolarları olacağını biliyor muydunuz? Peki, AKP’nin günü kurtarmak ve koltuğunu korumak için çoğu Yahudi asıllı yabancılara pırasa fiyatına peşkeş çektiği sanayi kuruluşlarımızın ve stratejik kurumlarımızın, tekrar hangi şartlarda ve kaç trilyon dolara kazanılacağını hiç düşünmüyor musunuz?
İsrail’in “Teröristlikten kurtulamama ve devlet olamama” sıkıntısı
İsrail yönetiminin ve dayandığı siyonist ideolojinin, Yahudi inanışının asıl düşmanı sayılması gerektiği açıktır. Bu şizofrenik durum bizzat İsrail yönetiminin varlığından kaynaklanmaktadır. Nitekim İsrail, altmış yılı aşkın süre içinde, devlet olgusunun kimlik cüzdanı demek olan bir Anayasa’dan bile yoksun bulunmaktadır. Öteden beri Filistin’de Yahudi inancı kimliğiyle yaşayanlar ile çeşitli coğrafyalardan derlenmiş göçebe niteliği sabit Yahudiler arasındaki uyumsuzluk en büyük engeli oluşturmaktadır. Siyonistler Filistin’den gasp edilmiş bir toprağın adeta kiracı-eşkiyaları konumundadır. Dolayısıyla İsrail’in devlet olamama psikozu, devletin ülke unsurunu içselleştirememe durumuyla da alakalıdır. İsrail’in şizofrenik ilişkisinin bir nedeni de Avrupa’nın, özelde İngiltere Krallığının kendilerine lütuf gibi gelen aldatmasıdır. Bunu açıkça dile getiremiyorlar, çünkü şizofrenik kişilik kendine duyduğu özgüvenin mutlak doğruluğunu kabul ettiği için, asıl gerçekliğe asla yanaşmamaktadır. Sapkın davranışlarda bulunması da bu psikozu dolayısıyladır. Nitekim Türkiye’yle, sözgelimi, aynı fotoğraf karesinde görünmesinin bile, kendi güvenliği bakımından ne derecede anlam ifade ettiğini pek çoğu algılayamayacak kadar gerçeklik dünyasından kopuklardır. İsrail yönetimi ve Siyonist ideoloji, geleceğinin Avrupa’da veya Kuzey Amerika’da olduğunu anlayıp gereğini yapıncaya kadar, kendisine Ortadoğu’da yaşama imkânı bulunmadığını hesaba katmak durumundadır ve İsrail’in son şansı ve sigortası AKP gibi işbirlikçi iktidarlardır, onların da sonu yakındır.
Siyonist İsrail’le işbirlikçi AKP arasında bu suni krizler yaşanırken, bizim “İsmail” dediğimiz, bazı İslamcı yazarlar ve Recep Bey hayranları “İsrail’e hak ettiği dersin verildiğinden…” “Recep Erdoğan’ın cesaretli ve dirayetli siyasetinden” dem vurup, iktidara rüşvet-i kelam cinsinden selamlar gönderince: “Bu ne turşu, bu ne perhiz? Sanmayın ki herkes keriz!” sorusunu hak ediyordu.
CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DEVLET VE HÜKÜMET YETKİLİLERİNİN VE DİĞER İLGİLİLERİN DİKKATİNE!..
ERDOĞAN’IN ASİLTÜRK ZİYARETİNİN PERDE ARKASI
YENİDEN REFAHÇI HADSİZE YANIT
Ey Nurcu Geçinen; YENİ ASYA’CI MÜNAFIK!
Şaşkına dönecek, tüm şarlatanlar Yüce Ferman ile, biz geliyoruz!.. Hizaya geçecek, süper Şeytanlar Elde Kur’an…
Artık şuursuz Luk tan ğözu kararmış yanlışı doğruyu farketmeyen toplumdan usandık zalimlerin yaptıklarını kınıyoruz kızgınlığımız…
Kim yüce fermana inanmış ve elinde Kur’an varsa (düzenini, özel hayatını, inancını onun ölçülerine…
“Erdoğan ve Netanyahu’nun politikalarında ki benzerlik Yahudi gazetelerinde haber konusu! Her ikisinin de “Tek…
Evet ülkemizde ve dünya üzerinde insanlık, herşeye hazır hale gelmiş durumda. 7Ekimden buyana İsrail'in vahşetlerine…
“İşi sıkı tutmak, ne işe yarar?”1 Kim önler; Allah, vermişse karar Bu hain dönekler, ümmete…
AYM’den Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’ne Dikkat Çeken İptal Kararı Evet Erdoğan'ın ve Bahçeli'nin son aylardaki telaşının ne…
Onlar, iyice korunmuş (sağlam tedbirler alınmış) şehirlerde veya surlar-kaleler gerisinde olmaksızın sizinle toplu bir halde savaşa girişemezler (kendilerine…
BAYRAM YAKLAŞIYOR Alâmetler zahir, sanma ki uzak İrade Allah’ın, sebepler kızak Yeis İblis’tendir, imana tuzak…
Herkes adalet aynasında ve vicdanı olarak tartması hususunda hassas olmalıdır. Aksi takdirde kaçınılmaz son yakındır.…