Üretime değil, faizci rantiyeye endeksli; fabrikalarımızın, stratejik kuruluşlarımızın ve topraklarımızın yok pahasına kendilerine satılması ve ülkemizin açık Pazar (yarı sömürge alanı) haline sokulması karşılığı pompalanan sıcak para (karşılıksız basılan dolar) destekli AKP ekonomisi bıçak sırtı dengeler üzerinde her an kriz sinyalleri verirken… Ve Güney (Suriye) sınırımız boyunca PYD-PKK kontrolünde yeni ve fiili bir Kürdistan oluşturulurken ve HDP kılıflı KCK Güneydoğumuzda “demokratik özerklik” hazırlıkları yaparken… Yani Türkiye’miz, ekonomik, siyasi, sosyal ve ahlaki yönden, belki de tarihinin en ciddi ve endişe verici tehdit ve tehlikeleriyle karşı karşıya bulunurken, başta Sn. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve diğer muhalefet başkanlarının:
1- Asla yürümeyecek, kalıcı, yararlı ve başarılı projeler üretemeyecek koalisyon pazarlıklarıyla
2- Veya, aslında bir erken seçime hazırlığın alt yapısı sayılacak geçici Hükümet provalarıyla halkı oyalamaları, kendilerine de, milletimize de, ülkemize de çok pahalıya mal olacaktır. Bu ortamda, basit ve fasit particilik hedeflerini, şahsi ikbal ve iktidar heveslerini bir kenara bırakıp, dışarıdan tespit ve tayin edilecek, bağımsız, donanımlı her parti ve düşünce kesiminde saygın ve ülke sevdalısı bir başbakan yönetiminde Meclisteki bütün partilerin sandalye sayısına göre ortak sorumluluk ve uygun bakanlık alacağı ve tercihen değil mecburen katılacağı bir Milli MUTABAKAT iktidarı kaçınılmazdır. Bunun dışındaki bütün arayışlar ve suni koalisyon tartışmaları boşunadır, ülkemiz için zaman, imkân ve eleman kaybıdır. Evet, hem mevcut Hükümetin hem muhalefetin hem meclis dışı partilerin ve sivil inisiyatif liderlerinin; vicdani duygu ve duyarlılıklarını, Milli şuur ve sorumluluklarını, vatanı için yapılacak feragat ve fedakârlıklarını ispatlamaları ve hayırla anılacak bir girişimde bulunmaları için, belki de bu son fırsattır!..
AKP’den yeni milletvekili seçilen anayasa doçenti ve eski raportörüOsman Canda “Kurucu Meclis” gibi çalışacak bir “Kurucu Hükümetin oluşturulması” gerektiğini açıklamıştı. 7 Haziran tablosu ile Meclis’in çok geniş bir temsil tabanına oturduğunu hatırlatıp “aksi takdirde kimsenin bunun sorumluluğundan kurtulamayacağına” vurgu yapmıştı. Akşam Gazetesinde “Kurucu Meclis ve Kurucu Hükümet” başlıklı, çok tartışılacak bir yazı kaleme alan ve bugünkü tabloyu “en çoğulcu ve temsil kabiliyeti en yüksek ve olumlu” olarak tanımlayan Osman Can; yeni meclise düşen görevin ise; “Meclisin iradesini koordine edecek, harekete geçirecek ve yapısal bir “cevap”a dönüştürecek kurucu bir hükümet oluşturmak olduğunu vurgulamış, sırf Hükümet kurmak için girişilecek bir koalisyonun bunu başaramayacağını, böylece tarihi bir fırsatın kaçırılacağını, bunun da faturasının çok ağır olacağını ve hiç kimsenin altından kalkamayacağını” hatırlatmıştı. Bu tarihi teklif ve temenniler bizim Milli Mutabakat çağrımıza oldukça yakın ve yatkındı.
1- AKP-CHP koalisyonu tutmayacak, kurulsa da ayakta duramayacaktır!
Dış odaklar, TÜSİAD gibi faizci rantiye baronları ve bunların kiralık yazar ve yorumcuları çok istese de, bir AKP-CHP koalisyonu hem kolay kolay kurulamayacaktır, kurulsa da hiçbir hayırlı icraat yapamayacak, bu koalisyonun bizzat kendisi sorun olacaktır. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu önce; “Hükümet kurma görevi bize düşüyor” diye ortaya çıkmış, “Seçim sonrasında yüzde 40’lık ve 60’lık bir denge oluştu. Bütün partilerin, bu dengeyi gözardı etmemesi gerekiyor. Ve asıl görev, hükümet kurma görevi yüzde 60’lık bloka düşüyor” şeklinde havalar atmış, ama tutturamamıştı.
Kılıçdaroğlu, Genel Merkezdeki Parti Meclisi (PM) toplantısı öncesinde yaptığı açıklamada, 7 Haziran’daki seçimlerde beklentilerinin tümünün gerçekleşmediğini, ancak Türkiye’nin, demokrasisinin kazandığını vurgulamıştı. Devlet kinle, ön yargıyla yönetilmez. Devlet akılla, bilimle, mantıkla, sağduyuyla yönetilir diyen Kılıçdaroğlu: “Seçim atmosferinden çıktık. Duygularımızla değil, sağduyumuzla, aklımızla hareket etmek zorundayız. Kendimizi, partimizi değil, Türkiye’yi, halkımızın çıkarlarını düşünmek zorundayız. Devlet kinle, ön yargıyla yönetilmez. Devlet akılla, bilimle, mantıkla, sağduyuyla yönetilir. Bu bağlamda hiçbir parti ve o partiye oy veren yurttaşlarımızı yok sayamayız, saymamalıyız” şeklinde olumlu açıklamalar yapmış, ama bir işe yaramamıştı.
Kılıçdaroğlu’nun:
• Cumhurbaşkanının anayasal sınırları içinde kalması,
• Örtülü ödeneği bir kişinin kullanması,
• “Yeni bir dış politika” planı,
• TBMM’de kesin hesap komisyonu kurulması,
• Yolsuzluklarla mücadele yapılması şartları da yeterli olmamıştı.
AB’den Kılıçdaroğlu’na telefon talimatı mı?
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu telefonla arayarak seçim sonuçları hakkında fikir teatisinde bulunmuşlardı. CHP Basın Birimi’nden yapılan yazılı açıklamaya göre, Genel Başkan Kılıçdaroğlu, seçim sonrası hükümet kurulma süreçleri ve AB ile ilişkiler konusunda görüşlerini AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Mogherini’ye aktarmıştı. Kim bilir, belki de Devlet Bahçeli, dış güçlerin ve işbirlikçilerin planlayıp dayattığı bir AKP-CHP koalisyonunu engellemek amacıyla, Meclis Başkanlığı seçimlerinde AKP adayı İsmet Yılmaz’ı destekleyip kazanmasını sağlamıştı.
Sivil CIA (Stratfor) yorumları şaşırtmıştı!
Bazılarının “sivil CIA” adını taktıkları Stratfor da bir “seçim sonrası Türkiye raporu” yayınlanmıştı. 7 Haziran seçimlerinin uluslararası dengeleri nasıl etkileyeceğine yönelik ABD ekseninden bir bakış açısıydı. Türkiye’nin işgal ettiği coğrafyanın en önemli ülkesi olduğunu vurgulayan rapor, son yıllarda bölgede oynayacağımız rollerin farkına vardığımızı, ancak bunu “anlamlı bir biçimde” nasıl oynayacağımızı doğru bilip ona göre davrandığımızı savunmakta, yani ABD güdümünden çıkmamamız gerektiği vurgulanmaktaydı.
2- AKP-MHP birbirine yamanamayacak, yamansa da dikiş tutmayacaktır!
Koalisyon seçeneklerinin değerlendirildiği toplantıda AKP milletvekillerinin yüzdeye 70’i MHP’yi tercih etse de, faizci-rantiyeci sermaye odakları, Amerika ve Avrupa baronları CHP-AKP koalisyonunda ısrarlıydı. Yeni Şafak gazetesi AKP kulislerinden edindiği bilgileri okurlarıyla paylaşmış, buna göre AKP’de milletvekillerinin yüzde 70’i MHP’den yana görüş bildirdiği ortaya çıkmıştı.
CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş, MHP’nin AKP ile koalisyon konusunda hemen hemen anlaşmaya vardığını açıklasa da, bu iş o kadar kolay olmayacaktı.
CHP Milletvekili Barış Yarkadaş, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın CHP’nin koalisyonda yer almaması için çaba harcadığını hatırlatmıştı. KRT Haber Koordinatörü Çağlar Cilara’nın yayınında soruları yanıtlayan Yarkadaş, MHP’nin, CHP tarafından dile getirilen “yüzde 60 hükümet kursun, Bahçeli Başbakan olsun” talebine neden karşı çıktığını anlatırken MHP’nin AKP ile gayri resmi pazarlıklar içinde olduğunu ve hemen hemen koalisyon için anlaştıklarını aktarmıştı.
Oysa, MHP lideri Devlet Bahçeli, AKP ile koalisyon için dört şart açıklamıştı:
1- Çözüm Süreci sona erdirilecek,
2- 17 ve 25 Aralık yolsuzluk dosyaları açılıp Meclis’e gelecek,
3- Cumhurbaşkanı anayasal sınırlarına çekilecek,
4- Erdoğan Saray’dan çıkıp Çankaya’ya geçecek,
Eğer bahçeli bu şartlara diretecek olursa bu koalisyon kesinlikle kurulamazdı. AKP’nin ve Sn. Cumhurbaşkanının bu şartları kabul etmesi ise imkânsızdı.
3- Abdullah Gül’lü senaryolar ve AKP’yi parçalama hesaplarıyla da sonuç alınamayacaktır!
Sn. Abdullah Gül’ü yeniden gündeme taşıyıp parlatma, başbakan adayı ve AKP Genel Başkanı planları yapma, bunlar olmazsa küskün ve düşkün milletvekillerini AKP’den koparıp yeni oluşumlara hazırlanma hesapları da tutarlı olmayacaktı.
İngiliz Yahudilerinin Türkiye’ye başbakan arayışları!
İngiliz Economist Dergisi, son sayısında başyazılarından birini Türkiye’deki genel seçim sonuçlarına ayırmış ve Türkiye için yeni bir başbakan önerisinde bulunmuşlardı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a atfen “Sultan zor durumda” diyen dergi, eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ise mükemmel bir Başbakan adayı olabileceğini yazmıştı. “Seçmenler otoriter bir lidere ‘Hayır’ dedi” yorumunu yapan Economist’in başyazısı şu satırlarla başlamaktaydı: “Yüzde 40 Aldılar Ama Mağlup Hissediyorlar”
7 Haziran seçim gecesinden itibaren gözlerin üzerine çevrildiği isimlerden birisi 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül olması bir tesadüf sanılmamalıydı. Seçim gecesi Başbakan Davutoğlu’nu, Çarşamba günü ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı arayan Abdullah Gül’ün ne yapmaya çalıştığı herkesi meraklandırmıştı. Bazıları Gül’ün, AKP Genel Başkanlığı için harekete geçebileceği yönünde sinyaller verdiğini yazmıştı. Seçim sürecinde, “Erdoğan ve Davutoğlu ile üçlü fotoğraf vermeye özen göstermesi, Kayseri mitingi ve İstanbul’daki Fetih şöleninde üçlü görüntü vermekten imtina etmesi “Keşke cesaretlendirici desteğini AKP’nin en çok ihtiyaç duyduğu seçim kampanyası sırasında verseydi” sitemlerine yol açmıştı.
4- AKP’ye kiralık veya satılık milletvekili ayarlama çabaları, çıbanları kangrenleştirmekten başka işe yaramayacaktır.
HDP’li 40 vekil Meclis’e katılmayarak AKP tek başına iktidar olmasını mı sağlayacaktı?
Habertürk gazetesi yazarı ve AKP yandaşı Muharrem Sarıkaya, AKP’nin tek başına iktidar olması için HDP’nin 40 milletvekilinin güven oylamasına katılmayacağını yazmıştı. Sarıkaya “Davutoğlu da ‘Bulun 276’yı’ derse” başlıklı yazısında AKP’nin tek başına iktidar olmasının Anayasa’ya göre mümkün olduğunu hatırlatmıştı. Hükümet kurmak için gerekli 276 güvenoyunun ‘ancak bütün milletvekillerinin oturuma katılması’ halinde gerekli olduğunu yazan Sarıkaya, “Önemli olan güven oylamasının yapıldığı gün Genel Kurul’da kaç milletvekilinin bulunduğudur, dolayısıyla güvenoyunun yapılacağı gün Genel Kurul salonunda, toplantı yeter için gerekli 184 milletvekilinin bulunması ve yarıdan bir fazlasının oyunun alınması yeterlidir. Bu durumda AKP 258’le de bir hükümet kurabilir veya CHP’nin anlaşacağı bir parti 212 milletvekiliyle koalisyon oluşturabilir” diyen yandaş Sarıkaya yazısının devamında ise HDP’nin AKP’ye destek için güven oylamasının olduğu gün 40 milletvekilinin Meclis’e gelmeyeceğini açıklamıştı!
Bazı iddialara göre ise CHP ve MHP’den ayrılan vekiller AKP’yi iktidar mı yapacaktı?
Abdurrahman Dilipak, CHP ve MHP’den ayrılacak vekiller ile AKP‘nin tek başına hükümet kuracağı iddiasını ortaya atmıştı ve tabi gerçek ayarlarını da böylece ispatlamıştı. Seçim sonuçları ile ortaya çıkan meclis aritmetiğinin kalıcı ve sağlıklı bir koalisyona imkân vermediğini savunan Akit Yazarı Abdurrahman Dilipak, CHP ve MHP’den ayrılacak vekiller ile AKP’nin tek başına hükümet kuracağını savunmuşlardı. Dilipak, koalisyon seçeneklerini teker teker yorumladığı yazısında hiç bir seçeneğin çözüm vadetmediğini vurgulamış, iddialı bir kehanette bulunarak CHP ve MHP’den çok sayıda milletvekilinin AKP’ye hükümet kurması için destek olabileceğini yazmıştı.
Bazı yazarların edindiği bilgilere göre:
7 Haziran akşamından beri bütün olasılıklar masaya yatırılmış, her türlü senaryo konuşulup tartışılmıştı. Her koalisyon formülünün onlarca sakat tarafı gündeme taşınıp olası sonuçlarıyla ilgili yorumlar yapılmıştı:
AKP-CHP koalisyonu olabilirdi, AKP-MHP koalisyonu olabilirdi, Çözüm Süreci şartlı, HDP destekli AKP azınlık hükümeti olabilirdi.. Derken yavaş yavaş ısıtılan bir senaryo daha vardı: Bu senaryo parlamento aritmetiğinde yapılacak, belki hukuki, ama gayri ahlaki bir değişikliğe dayandırılmaktaydı. Güya Bayram sonrası Suriye sınırında askeri hareketlilik artacaktı. Bu belirsizlik ekonomi üzerinde olumsuz etkiler oluşturacak ve toplumsal barışa yönelik endişeler artacaktı. İşte bu durumda (güya) Partilerinin koalisyona girmemesine kızan bir grup milletvekili istifa edip CHP ve MHP’den ayrılıp AKP’ye katılacaktı..
Yaşı müsait olanlar hatırlayacaktır: “5 Haziran 1977 seçimleri”nde, Bülent Ecevit’in CHP’si; tam da bugün AKP’nin aldığı oy oranından fazla “yüzde 41,3” oy almıştı. Süleyman Demirel’in Adalet Partisi “yüzde 36,8”, Erbakan Hoca’nın partisi MSP” de “yüzde 8,5” oy almıştı. O zamanlar, TBMM’de “450 milletvekili” vardı… Bu 450 milletvekilinden 213’ü CHP’ye, 189’u AP’ye, 24’ü MSP’ye, 16’sı da MHP’ye kalmıştı. Kısaca Ecevit’in CHP’si “yüzde 41” oy alarak “birinci parti” çıkmıştı, ama “tek başına iktidar” olamamaktaydı! Partisi, 5 Haziran 1977’de yapılan genel seçimlerde yüzde 41,3 oy oranı ile 213 milletvekili çıkaran Ecevit’in, 21 Haziran 1977’de “azınlık hükümeti”ni kurmuş, ancak 3 Temmuz’da TBMM’de yapılan “güvenoyu oylaması”nı alamamıştı. İşte bunun üzerine, “Türkiye’nin ilk mebus pazarı” kurulmuş ve Güneş Motel’deki “pazarlık”larla, “12 bağımsız milletvekili”nin CHP’ye transferi sağlanmıştı. Bu olay, Türk siyasî tarihinin belki de “ilk resmi ayıbı”ydı.. Çünkü Ecevit, kurduğu “mebus pazarı”ndan “transfer” ettiği milletvekillerinin hepsine de “bakanlık” sunmuşlardı. Ki, aralarında; “okuma-yazma bilmedikleri” gibi, “imzalarını bile atamayan” mebuslar vardı!.. Ama CHP’ye girip, Ecevit’i “Başbakan” yapmak için “imza” yerini doldurmaya ihtiyaç kalmamıştı. Çünkü cüzdanları “para” ile altları da “koltuk” ile doldurulmuş durumdaydı. Bazı bağımsız milletvekillerinin “transfer”iyle 1978 yılında kurduğu hükümette 21 ay başbakanlık görevinde bulunan Bülent Ecevit, 14 Ekim 1979’da yapılan ara seçimlerde iç çatışmalarla boğuşan partisinin oyları gerileyince, 16 Ekim’de hükümetten istifa etmek zorunda kalmıştı.. Ama bu devşirme ve kiralık “bakan” yaptıklarının çoğu, “yolsuzluk”ları dolayısıyla Yüce Divan’da yargılanmış, Tuncay Mataracı gibi “38 yıl hapis cezası” alanlar bile çıkmıştı. Elbette Davutoğlu ve Erdoğan bu tarihi tereslikten ders çıkarmalıydı.
5- Erken seçim hesapları ve halkı oyalama planları ülkenin başına büyük belalar saracaktı!
Reuters’in iddiasına göre, Sn. Erdoğan erken seçime hazırlanmaktaydı!
Reuters, 7 Haziran seçimleri analizinde, Erdoğan’ın “koalisyon seçeneklerinin denenmesini istemesini” erken seçime yönelik ‘taktik’ olarak görüldüğünü yazmıştı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, “siyasi partilerin egolarını bir kenara bırakarak hükümet kurmak için çaba harcamalarını ve kendisinin de anayasal sınırlar içinde üzerine düşeni yapacağını” açıklamasına karşın, AKP kurmayları ve yorumcular, Erdoğan’ın asıl isteğinin AKP’nin güçlenerek çıkacağı bir erken seçim olduğunu hatırlatmışlardı. Seçim sonuçlarının AKP’nin 13 yıllık tek parti iktidarına son veren bir tablo ortaya koyması ardından Erdoğan, kamuoyu önünde yaptığı ilk açıklamada, ülkenin hükümetsiz kalmaması ve tüm koalisyon seçeneklerinin denenmesi gerektiğini söylerken, analistler bunun bir ‘taktik’ olduğunu ve bu söylemin ardında Erdoğan’ın çözümsüzlük üretmesinin AKP’ye olumsuz dönüşü olabileceği endişesinin yattığını vurgulamıştı. Oysa böyle bir tavır ülkeyi çıkmaza sokacak ve devlet çarkı tıkanacaktı!
Elbette herhangi bir koalisyon kurulmazsa erken seçim kaçınılmaz olacaktı. 45 gün içinde iki defa hükümet kurma denemesi başarısızlığa uğrarsa, Cumhurbaşkanı erken seçim kararı alacaktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu eğilimde olduğu anlaşılmaktaydı. Baykal’ın açıkladığına göre, Cumhurbaşkanı hükümet kurdurma konusunda ilk iki deneme başarısız olursa üçüncü bir denemeye yanaşmayacaktı. Bu, seçim kararı alacak anlamını taşırdı.
Bazılarına göre, erken seçime gidilirse, istikrarsızlık korkusundan, AKP’nin oyları yüzde 45’e çıkacaktı. Siyaset tarzını bildiğimiz Erdoğan’ın böyle bir seçeneği, hem partisini güçlendirmek hem başkanlık sistemini yeniden gündeme getirmek için, zihninin bir kenarında tuttuğu anlaşılmaktaydı. Ancak tam aksine, HDP’nin oylarını daha da artırması ve AKP’nin oy kaybına uğraması da hesaba katılmalıydı ve ısrarla vurguladığımız “Dışarıdan atanacak bağımsız bir Başbakan yönetiminde bütün partilerin katılacağı bir Milli Mutabakat koalisyonu, ülkenin selameti için kaçınılmazdı.
Başbakan Davutoğlu’nun ise samimiyetle koalisyon istediğini, çevresindeki bazı insanlar açığa vurmuşlardı. Davutoğlu’nun koalisyonu savunan sözlerindeki gerekçelere ve konumuna bakıldığında erken seçim istememesi doğaldır. Çünkü AKP’li bir koalisyonda Davutoğlu başbakan olacaktır, yaz aylarında yapılacak parti kongresine bu güçle katılacaktır. Oysa Cumhurbaşkanı’nın kararıyla erken seçime gidilirse parti kongresinde önemli sürprizlerle karşılaşacağı konuşulmaktadır. Unutmayalım ki, 2014 Ağustos’undaki AKP kongresi, Abdullah Gül’ün aday olabileceği günün bir gün öncesinde yaptırılmıştı. Yani Gül’ün aday olması böyle hilekârlıkla engellenmiş olmaktaydı. Hâlbuki Davutoğlu görevinin kalıcı olmasını arzulamakta ve partisini “yenilemek” ve ülke yönetiminde şeffaflığa gitmek gibi önemli fikirleri savunmaktadır ki bu koalisyonu istediği anlamını taşır. Kısa erken seçim konusunda Başbakanla Cumhurbaşkanının hesapları farklıdır ve çatışmaktadır.
Seçim sonuçlarıyla balonu patlayan ve blöfü tutmayan, Meclis açılışında ise AKP grubu dışında önünden bile kalkılmayan Sn. Erdoğan’ın seçim akşamı yaptığı açıklama tam parlamenter sistem cumhurbaşkanına yakışan bir tavırdı.. “Gönlünde yatan aslan”a değil “bütün partiler”e çağrı yapmak zorunda kalmıştı. Şimdi Sn. Erdoğan’ın önünde iki seçenek vardı:
Ya kendisini siyasi tutumu ve erken seçim tutkusu yüzünden Türkiye’nin koalisyon kuramaması, ülkenin hükümetsiz kalması gibi ağır bir sorumluluk altına sokacaktı..
Veya siyasi olgunluğa sahip, makamın gerektirdiği siyasi tarafsızlığa uygun, hakem rolü oynayarak partileri uzlaştırmaya çalışan bir parlamenter sistem cumhurbaşkanı gibi davranacak, Türkiye’yi bu kritik ve kaotik süreçten selamete çıkaracak bir milli mutabakat iktidarına öncülük yapacaktı. Böylece hem kendisini hem de ülkesini derin bir kaos ve karmaşadan kurtarmış olacaktı!
6- Paralelci parazitlerin, fırsatçılık ve fesatçılık girişimleri kendilerini biraz daha batıracaktır!
Fetullah Gülen: “Güzel şeylerin arefesinde bulunuyoruz” diyerek yeni hayaller kurmaktaydı! AKP’nin tek başına iktidarı kaybettiği seçim sonrası Fetullah Gülen’in sohbeti ilginç mesajlar taşımaktaydı. Gülen seçimin olduğu gün yayınlanan “Tarih Şuuru ve Sulh Ruhu” başlıklı sohbetinde, “Firavun da kendini çok güçlü görüyordu; Hazreti Musa (aleyhisselam) ve bir avuç Musevî karşısında gark olup (yıkılıp) giderken, döndü (Musa’nın Rabbine) sığındı ama artık iş işten geçmişti” diyerek Erdoğan’a Firavunluğu yakıştırmıştı. Çok sayıda iddianamede 1 numaralı zanlı olarak geçen Gülen, sohbetlerinde hala mutlu mesajlar vererek cemaatini ayakta tutmaya çalışmaktaydı. Fetulah Gülen’in herkul.org sitesinde “Hızır Çeşmesi ve Ramazan” başlıklı yeni bam teli sohbeti yayınlanmıştı:
“Bu türlü şeylerin arefesinde olabileceğimiz ümidini yaşamalı ve bu ümidi hep korumalıyız. Allah dilerse yapar; “Bir şeyi dilediğinde O’nun buyruğu, sadece “Ol!” demektir, hemen oluverir!..“ (Yasin, 36/83) Evet değişik güzel şeylerin arefesinde bulunuyoruz. Ama unutmayın, yine de oruç gibi bir sıkıntısı vardır arefenin… Yani o eltâfın (lütfu ilahinin), güzel şeylerin dalga dalga gelmesinden evvel bir kısım sıkıntılar da yaşanacaktır. Fakat inşallah şafaklar söker ve söken şafakları güneşler tulûlarıyla taçlandırırlar” diyen Fetullah Gülen, herhalde Recep T. Erdoğan’ı Firavun yerine koyarken, Siyonist Yahudi odakları Hz. Musa, Amerika’yı ise O’nun orduları yerine koymaktaydı.
7- Suriye Kürdistanı yani Barzanistan’dan Akdeniz’e açılacak “Kürt Koridoru” son aşamaya dayanmıştır. Türkiye’nin bütünlüğü tehdit altındadır.
Tel Abyad’daki “tampon Kürt devleti” bombası herkesi şaşırtmıştı.
Tel Abyad’dan gelen son dakika haberlerin arka planı netleşince tampon Kürt devleti planı çıkmıştı. ABD ve Kürt güçleri (PKK-PYD) Türkmenleri zorla sürgün edip yerine Kürtleri yerleştirmeye başlamıştı. Tel Abyad’da çok tehlikeli gelişmeler yaşanmaktaydı. ABD havadan bombalarken YPG’nin karadan bastırması sonucu yüzlerce Türkmen ve Arap sınır kapısına yığılmıştı. Tel Abyad’da yaşanan son dakika gelişmeler üzerine Ankara’da alarm zilleri çalmaya başlamıştı. Tel Abyad’da Kürt güçleri ile IŞİD arasındaki çatışmalar hızlanmıştı.
Genelkurmay ve MİT’in de katıldığı üst düzey toplantılara göre, Suriye’nin kuzeyinde PKK kantonları arasında bulunan Arap ve Türkmenler, IŞİD’e karşı tampon bölge oluşturulma bahanesiyle göçe zorlanmaktaydı. Koalisyon güçleri, Cezire ve Kobani arasında yer alan Tel Abyad’ı hedef almıştı. Bölgede adım adım uygulanan planla, Kürt kantonları birleştirilecek ve Kürt petrolüne güzergâh oluşturacak tampon devlet kurulacaktı?
Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, Başbakanlık Çankaya Köşkü’nde, Başbakan Ahmet Davutoğlu başkanlığında düzenlenen Bakanlar Kurulu toplantısının ardından gazetecilere yaptığı açıklamalarda:
“Bombalanan yerlerde insanlar bir şekilde etnik temizliğe uğramaktadır. PYD ve YPG tarafından ve IŞİD tarafından, garip ilişkiler ve ittifaklar kurulmaktadır. Suriye’nin kuzeyinde yaşanan gelişmeler, oraları boşaltarak başka unsurları doldurmanın ve kantonları bir araya getirecek bir formül üzerinde çalışma yapıldığının işaretlerini ortaya koymaktadır” buyurmuşlardı. Yıllardır söyleyip dikkat çektiğimiz bu acı gerçeklerin nihayet AKP iktidarının da farkına varmış olması elbette geçte olsa umutlandırıcıdır. Bizim asıl kuşkumuz, iktidarın hala halkımızı avutma ve oyalama peşinde olmasıdır!
Bu Kürdistan haritası yıllar önce Amerikalılarca hazırlanmıştı!
Evet, yıllardır yazıp durduğumuz bu gizli harita olayı şimdi açığa çıkmıştı. İşte o haritanın mimarı Amerikalı, tam seçim öncesinde yine Diyarbakır’daydı.
“Aslında bunu yazmayacaktım; çünkü kimsede yersiz vehimlere yol açmayı, kimseyi yersiz töhmet altında bırakmayı istemiyorum. Ama aşağıda anlatacağım bazı gelişmeler, beni bunu yazmaya zorunlu bıraktı” diyen Serdar Turgut şunları anlatmıştı: “Amerika’da muhabirlik yaptığım yıl (1994) bir gün Washington’daki Pentagon binasında bana bir Amerikalı yetkilinin odasındaki toplantıda üzerinde konuşulan bir gizli harita uzatmışlardı. O yetkilinin odasında Barzani ve Talabani’nin temsilcilerinin yanında PKK temsilcisi de vardı. Gösterilen haritada Türkiye’nin güneydoğusu da olmak üzere yeni bir Kürt devleti oluşturulmaktaydı.
O toplantıyı düzenleyen yetkilinin seçim öncesinde Diyarbakır’da olduğunu öğrenince hem şaşırdım hem de “Ne yapmalıyım?” diye düşünmeye başladım. “Bu olayı yazsam, kim bilir kimler bunu istemediğim sonuçlar için kullanacaktır” diye korktuğumdan yazmayacaktım. Ama baktım ki bazı çevreler, Amerika’nın ve global derin güçlerin bir AKP-CHP koalisyonu kurmasını istediğini yazıp duruyorlardı. Eğer gerçekten bir global derin güç varsa, Amerika’nın asıl istediği koalisyon, AKP ile HDP arasında kurulabilecek olanıydı. Çünkü zayıflamış bir AKP ile güçlü bir HDP’nin o haritada ortaya konulmuş iradenin gerçekleşmesi yolunda kullanılabileceğini düşünüyorlardı. HDP benim için gerçekten çok önemli bir parti konumundaydı. Onun Meclis’te bu kadar güçlü temsil edilmesi, Türkiye’de çok uzunca zamandır özlenen demokratik bir gelişme sayılmalıydı. Ama şu gerçek de var: HDP’nin oyları aldığı bölgeleri harita üzerinde renklendirirseniz, o gizli haritada oluşturulan yeni Kürt devletinin Türkiye bölünümü ortaya çıkmaktaydı. Çünkü İsrail destekli Amerikan derin güçlerinin asıl amacı, o haritada yer alan iradeyi hayata geçirmeye elverişli ortamı yaratmaktır”dedikten sonra: “Bir AKP-CHP koalisyonu, Türkiye’ye özlediği huzur ortamını sağlayacağı gibi bizleri global güçlerin oyunlarına teslim etmeden ama onları da karşısına alıp ürkütmeden Türkiye’yi hak ettiği yerlere taşıyabilecek koalisyon olacaktır” diyen zavallı, aslında ABD ve İsrail’in bu amaçlarına ulaşmak için AKP-CHP koalisyonunu istediklerini, ya hala anlamamıştı veya halkımızı uyutmaya çalışmaktaydı.
Yeni Şafak yazarı Yasin Aktay, Telabyad’ı ele geçiren PYD’ye Suriye’de nasıl alan açıldığını şöyle yazmıştı:
Yasin Aktay, IŞİD’in hiç mantığı yokken saldırdığı bölgelere ABD uçaklarının desteğiyle PYD’ye yol verildiğini açıklamıştı. PYD’nin ele geçirdiği yerde terör ve vahşet bakımından IŞİD’den geri kalmadığını söyleyen yandaş ve yalaka yazar, bu durumun IŞİD’i şeytanlaştırma işlemini yürüten PR’cılar tarafından gizlendiğini vurgulamıştı. İyi de PYD’nin bu noktaya ulaşmasının asıl sorumlusu AKP iktidarıydı!
Evet, AB’yi kurtuluş kapısı gören AKP iktidarının gaflet ve dalaletiyle Türkiye parçalanmak üzere, adım adım kuşatılmaktaydı!
8- Doğu ve Güneydoğu’da iç savaş hazırlıkları yapılmaktadır.
Cemil Bayık Kandil’den Ankara’ya meydan okumaktaydı!
Kandil’den açıklama yapan PKK’nın elebaşısı Cemil Bayık ‘HDP, PKK’ya silah bıraktırsın diyen Yalçın Akdoğan’ı şaşırtan bir üslupla yanıtlamıştı. Cemil Bayık PKK’ya yakınlığı ile bilinen ajansa yaptığı açıklamada PKK silah bıraksın diyen Akdoğan’a şöyle çıkışmıştı: “Kürt sorunu çözüme ulaşmadan, Kürtler özgür ve demokratik yaşama kavuşmadan bu uğurda yıllardır verilen şehitlerin mücadele anlayışı ve felsefesini kimse bırakmayacaktır. Yalçın Akdoğan da bunları bilmeli, başkaları da bunları bilmeli ve ona göre konuşmalıdır. Kimse hayal görmeye kalkışmamalıdır. Amiyane deyimle “aç tavuk rüyasında kendisini darı ambarında sanmaktadır” Bu küstahça sözler “Kürdistan kuruluncaya kadar, PKK silahı bırakmayacaktır” mesajıdır.
HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Hüda-Par Diyarbakır’daki saldırılarıyla ilgili çarpıcı açıklamalar yapmıştı.
”Birçok Hizbullah militanı, elemanı şu anda Diyarbakır’da silahlandırılmış durumdadır. Evlerinde silahlandırılmış vaziyette tutulmaktadır. Kendilerine dönük saldırı olduğunda kim kimi vuracak, o bile belirlenmiş bulunmaktadır” diyen Demirtaş HDP’nin Diyarbakır mitingindeki bombalı saldırıyla ilgili olarak ta Demirtaş, ”IŞİD bağlantılı, yerelde de IŞİD destekçisi sunan güçler, hücre biçiminde teşkilatlanmıştır, kaygım odur ki Türkiye’nin yüzlerce yerine eylem talimatı bekliyorlar” ifadelerini kullanmıştı. Bu iddialar, ayrılıkçı Kürtlere bahane oluşturmak ve zemin hazırlamak üzere Doğu ve Güneydoğu’da, sözde dinci Kürtçülerle (Hüda-par) Komünist Kürtçüleri (PKK-HDP) kapıştıracak bir iş savaş hazırlığının yapıldığını ortaya koymaktaydı.
Demirtaş İstiklal Marşımızı “ırkçı dayatma” saymaktaydı!
TBMM’deki yemin töreninde HDP sıralarından İstiklal Marşı’na eşlik eden tek isim Eş Genel Başkan Selahattin Demirtaş’tı. HDP’lilerin İstiklal Marşı’nı okumamasına dair sorulan bir soruya yanıt veren Demirtaş, “Herkes öyle düşünmeyebilir, öyle hissetmeyebilir, İstiklal Marşı’nı zorla okuyacaksın diye bir şey mi var bilemiyorum yani. Bu bir ırkçı dayatma olarak yapılmamalı” ifadelerini kullanmıştı. Ve hayret bu konuda Hüda-Par da aynı kanaati taşımaktaydı.
Askerin Suriye sıkıntısı ve AKP’nin savaş istismarı!
Meclis’te yemin töreni tamamlandığı halde Sn. Recep Erdoğan, hala Hükümet kurulması için neden hemen görevlendirme yapmamıştı? Kürt koridoru son hızla tamamlanırken, ülkenin bekası çok ciddi tehdit altındayken, yeni ve milli bir mutabakat hükümetinin kurulması niye savsaklanmaktaydı?
Ahmet Takan’ın yazdığına göre Beştepe’de Recep Erdoğan başkanlığında “Suriye krizi” başlığı altında toplanan güvenlik zirvesinde, Başbakan Ahmet Davutoğlu TSK’ya “Cerablus’a girin” direktifi vermiş, ancak bu direktife başta Dışişleri Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı olmak üzere tüm devlet kademeleri olumsuz görüş bildirip karşı çıkmıştı. Aksaray’da yapılan toplantıda da; Kürt koridoru ve Suriye’de olup bitenler tüm ayrıntılarıyla masaya yatırılmış, ortaya çıkan büyük fotoğrafta Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı tüm tehlikeler ve alınması gereken tedbirler enine boyuna tartışılmıştı. Recep Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Suriye topraklarındaki, Cerablus bölgesine girmesi gerektiğini açıklamıştı. İlk itiraz toplantıda bulunan Dışişleri bürokrasisinden gelmiş, bunun çok kapsamlı bir harekât olacağının altı çizilerek Cerablus’a yönelik böyle bir harekât için yalnızca ABD ve koalisyon güçlerinin değil, Rusya ve İran’ın da ikna edilmesi ve hatta Esad yönetimi ile mutabık kalınmasının gerektiği vurgulanmıştı. Diplomatlar, gerekli görüşmeler yapılıp alt yapı hazırlanmadan, uluslararası haklı gerekçeler oluşturulmadan yapılacak operasyonda, sadece IŞİD ve PKK/PYD ile mücadele edilmeyeceğini, Suriye ile de karşı karşıya gelineceğini, Suriye’nin Kuzey Kuşağını (yani yeni Kürdistan’ı) inşa eden ABD ile de bozuşulabileceğini hatırlatmışlardı. Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı kaynaklarından ulaştığım bilgilere göre, TSK’nın komuta kademesi de iktidar kanadından gelen öneriye gayet temkinli yaklaşmıştı. Komuta kademesi, Süleyman Şah operasyonunu hatırlatarak operasyonun öncesi ve sonrasının çok iyi hesaplanması yönündeki kanaatini paylaşmıştı. Komuta kademesi, zirvede “Türk Silahlı Kuvvetleri, Hükümet karar verir, emrederse Cerablus’a girmekte tereddüt göstermez ve başarı ile operasyonu yapacak konumdadır. Orada büyük yangın var ve biz o yangını da söndürecek durumdayız. Fakat yangına giderken yolda ne gibi tuzaklar vardır? Yangının boyutu buradan gözüktüğü kadar mıdır? Yangın söndüğü zaman oradan nasıl döneceğiz, orada ne kadar güçle kalacağız? Bu soruların net yanıtları bugünden iyice planlanmalıdır.”
Bu Zirvede ayrıca, Recep Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu’na PYD’nin Ayn-el Arap (Kobani) operasyonuna verilen desteğin nelere yol açtığı, faturası (daha önce yapılan uyarılar da hatırlatılarak) tekrar diplomatik fakat net bir dille anlatılmıştı. Erdoğan ve Davutoğlu’nun “TSK Cerablus’a girsin” ısrarının aşılamaması üzerine zirve oldukça kritik bir noktaya gelip dayanmıştı. Başbakanlık kaynaklarından edindiğim bilgiye göre Dışişleri ve TSK şu değerlendirmeyi yapmıştı:
“Şu anda sıkıntılı bir süreçte bulunmaktayız. Sağlam bir koalisyonun acilen kurulması şarttır. Koalisyon Hükümeti kurulur kurulmaz konu Meclis’te sağlıklı bir şekilde tartışılmalı, bu operasyon emrini de yeni Başbakan vermiş olmalıdır.”
Buna rağmen Ahmet Davutoğlu, operasyonun bir an önce yapılmasında ısrar edince de komuta kademesi Başbakandan“gerekçeli yazılı emir” isteyince Davutoğlu TSK’ya sınır ötesi operasyon yapma yetkisi veren Hükümet direktiflerini hatırlatarak “daha önce verdiğimiz direktifleri kullanın” deyip sorumluluktan sıyrılmaya kalkışmıştı.
9- Tek ve gerçek çözüm ve son sözüm; Milli Mutabakat iktidarıdır!
AKP milletvekili Mahir Ünal’dan koalisyon açıklaması olumlu bir yaklaşımdı.
AKP Milletvekili Mahir Ünal, güçlü protokoller oluşturulması halinde farklı partilerin koalisyonun iyi olabileceğini aktarmıştı. AKP’nin önceliğinin Türkiye’nin 13 yıllık kazanımlarının korunması olduğunu ve birinci önceliğin de her vatandaşın işini aşını büyütmek olduğunu ifade eden Ünal, koalisyon görüşmelerinde her siyasi partinin sorumluluk içerisinde hareket etmesi gerektiğini vurgulamıştı. Mahir Ünal’ın, Habertürk’te 7 Haziran seçimlerini değerlendirirken:“Tam bir sorumluluk testinden geçiliyor. Diğer siyasi partilerin de sorumluluklarını yerine getirmesi bekleniyor. ‘Bir hükümet oluşturalım da belli operasyonları gerçekleştirmiş olalım’ sorumsuzluğuna düşülmemesi gerekiyor. Rövanşist bir tavır olmaması gerekiyor” sözleri olumlu, ılımlı ve umutlandırıcı bir yaklaşımdı.
Evet, artık yeni bir onarım ve tarihi toparlanma sorumluluğuyla oluşturulacak ve Türkiye’mizi gerçek anlamda Milli, insani ve asri bir ortama taşıyacak bir Milli Mutabakat iktidarının kurulması kaçınılmazdır ve mecburi istikamet olarak karşımıza çıkmış bulunmaktadır. Bunun dışındaki bütün koalisyon hesapları yanlıştır, yanıltıcıdır, yararsızdır, zaman ve imkân israfıdır ve fasaryadır.
Bakınız, Sn. Cumhurbaşkanı hala fikren ve fiilen AKP Genel Başkanı gibi davranmaktadır; daha kötüsü, tabanı ve teşkilatları da bu tutarsız tavrı doğru ve doğal karşılamaktadır. Sn. Başbakan, Bakanlar ve AKP Milletvekilleri de bu hayali ve hamasi “algı” kabullenmiş bir tavır ortaya koymakta, bu çemberi kıramamaktadır. AKP Gurubu, Kanun yaparken, kararname çıkarırken, hatta parti içi düzenlemeler yaparken Sn. Cumhurbaşkanının ağzına-tarzına bakmaktadır.
İşte bu nedenlerden dolayı, Sn. Davutoğlu başkanlığında kurulacak herhangi bir koalisyon hükümeti, Sn. Cumhurbaşkanının gölgesinden ve güdümünden kurtulamayacaktır. Muhalefet liderlerinin ise, hiçbirisi diğerinin Başbakanlığını hazmedemeyecek tavırlar ortaya koymaktadır. Öyle ise, Meclis dışından atanacak ve Cumhurbaşkanının ve başka odakların etkisinde kalmayacak bir karakter yapısında, bağımsız, donanımlı ve her kesimce olumlu karşılanacak bir Başbakan yönetiminde ve tüm partilerin tarihi bir mesuliyet ve mecburiyetle katılıp destek alacağı bir Milli Mutabakat iktidarı şarttır, lazımdır ve hatta belki de son çıkış şansı ve fırsatıdır. Sırası gelmişken en yetkili ve ilgili şahsiyetleri bir kez daha uyaralım; hala erken seçim havalarına ve şahsi saltanatlarını koruma hatırına ülkeyi karanlık kulvarlara sokmaya kalkışırlarsa, boylarından büyük makamlarda oturduklarına değil, hatta doğduklarına pişman edecek gelişmeler yaşanacaktır.
Baykal’dan Erdoğan’a kaset bombası ve Milli Mutabakat iması!
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yaptığı sürpriz görüşmeyle gündeme oturan CHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal’ın, Erdoğan’a kasetle ilgili görüşlerini söylediğini açıklaması da öne çıkmıştı. 7 Haziran seçimlerinin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Deniz Baykal’la görüşmesi gündemin en çok konuşulan konuları arasında yerini almıştı. Baykal, Hürriyet’ten Cansu Çamlıbel’le görüşmenin perde arkasıyla ilgili ilginç bir detay paylaşmıştı. Bu detay Baykal’a kurulan kaset komplosuyla ilgili konulardı. Deniz Baykal, daha önceleri kaset komplosuyla ilgili ‘Bunun Başbakan’ın bilgisi ve onayı dâhilinde yapıldığını düşünüyorum’ kanaatini aktarmıştı. Baykal, hala aynı kanaatte olduğunu ifade ederken bunu o görüşmede Cumhurbaşkanı Erdoğan’a da söylediğini açıklamıştı. Bu durum bile bağımsız, duyarlı ve tutarlı bir başbakan yönetiminde kurulacak Milli Mutabakat iktidarının nedenli kaçınılmaz olduğunu ortaya koymaktaydı. Yoksa Baykal bu yüzden mi Meclis Başkanı yapılmamıştı.
Milli Mutabakat Kurtuluş YADA YOK OLUŞ!
Toplumun her kesimini kucaklayan Milli Mutabakat Hükumetiyle; Tarihin-aklın-vicdanın-ilmin-İlahi Dinin evet dediği konulara evet, hayır dediği konularda hayır diyerek, Ülkemizin önündeki sorunlar en kısa sürede çözülebilir. Türkiye’de oluşacak böylesine güçlü bir hükumet sadece ülkemiz için değil Dünya için Tarihin en büyük şansı ve karanlık-ahlaksız-zulüm-kan ve gözyaşı dünyasından çıkış yolu olacaktı…
Ülkemizin; İslam ülkeleri ile olan kardeşane ilişkileri, Batı ile iletişimi ve Asya ülkeleriyle ortak paydada bulaşa bilme kabiliyeti ve ötesi TÜRKİYE’yi filen lider ülke yapıyor. Bunun farkında olan dış güçler, tüm bu kazanımları işbirlikçi hükümetler gayretiyle yok etmeye çalışıyor. Bugün Ülkemizin ve İnsanlık âleminin kurtuluşu “TÜRKİYE’de kurulacak Milli Mutabakat Hükumetine bağlıdır” dediğimizde abartılı ve imkansız bir şey söylemediğimizi işin ehli anlar.
Yada Devletimiz; sağ-sol, alevi-sunni, Kürt-Türk, Akp-Chp vs… gibi horoz dövüşleriyle meşgul edilecek. Sonuçta da tüm insanlık alemi, Dünyanın zalim 13 efendisine ve BOP projesine; daha köle, daha aç, daha kör, daha hasta haline getirilerek, hizmet ettirilip sonunda da yok edilecektir.
Plan
Çember daraldı Türkiye varlık- yokluk ayrımında!
Milli bir bilince sahip , lider ruhlu,bilge , partiler üstü bir şahsiyetin önderliğinde -Milli Mutabakat-la ancak çıkış görülüyor.
Yoksa her yönüyle tıkanan sistem başka türlü açılmıyacak; hayra doğru bir yöneliş beklenemiyecektir!..
Sorululuk mevkiinde bulunanların şahsi hesap ve beklentilerle hareket etmeleri kendineleriyle birlikte ülkeninmizi-bölgemizi de felakete surukleyecektir!..
Ancak yetkili zevat gaflet ve hiyanetle hareket etseler de Allah’ın lütfuyla -Milli Devlet Aklı-eliyle -Milli ve İnsani bir Dönüşüm -kaçınılmazdır.
Ülkemiz üzerine kirli hesaplar kuran siyonist şeytanların hevesleri kursaklarında kalacak, yıkımını planlayıp bekledikleri Türkiyeden hak katından kendilerine hazırlanmış planlarla yüzleri kara edilecektir.
İnsanlığın yüzü gülecektir!!!
gözde yaş kalmadı…dövecek diz kalmadı…
haberler…sosyal medya…memleket gündemi…
ortalık alev alev …
“40 senedir ben size ne anlatıyorum!?” buyuran Aziz Hocamın sözleri çınlıyor kulaklarımda…
“oh olsun,diyemem…çünkü sen benim milletimsin ve ben Yeniden Büyük Türkiye’yi sizinle kuracağım.” buyuran Aziz Hocamın sözleri evet…
dilimiz kurudu… ve artık anlatmaya mecalimiz kalmışken…
gözlerimiz kurudu… gelen şehit cenazelerine ağlamaktan…
şehitler geçse de ahirette haklarından …. hak talep etmeseler de …
ben edeceğim onlar adına….
bu millet suçludur arkadaş … şehitlerime ağlarım ama ailelerinin ciğeri yanmış….umurumda bile değil…
biz anlatırken “evinize ateş düşecek” diye yırtınırken … sustular çünkü … keşke sadece sussalardı ….bizi düşman bellediler…
ciğerleri yanmış….yansın arkadaş …beter olsunlar…
hem bu daha iyi günleri …
adl-i ilahi gereği…
zalimden yana oldu bu millet bile isteye…
şimdi o zalimin kirli ve basiretsiz politikaları sebebiyle ,hepsine zalimin zulmünden pay düşecek…
belki de her eve ateş düşecek…
bu işbirlikçileri desteklemenin bu dünyadaki cezası olacak…
tövbe etseler keşke de, bu dünyadaki ceza ile paçayı kurtarsalar…
ahiret cezası çok daha çetin olacaktır elbet…
bizim gözümüzde yaş kalmadı… o yüzden bu kadar duygusuz yazıyorum…
şimdi ağlama sırası tüm işbirlikçiler ve onların destekçilerinde …
çok ağlayın…
umulur ki gözyaşlarınıza merhamet edilir belki …
ağlayın ki su yükselsin…belki kurtulur gemi…
çözüldük
Evet yıllardır bop eşbaşkanlığının gereğini layıkıyla yerine getiren cumhurbaşkanı bugün sınırdan askerimize açılan ateşle şehit olan astsubayımızın, ensesine gece yarısı hainler tarafından sıkılan kurşunla şehit olan polislerimizin, diyarbakırda görev halinde pusuya düşürülüp şehit edilen güvenlik görevlimizin ve sınırımızda yaşanan tüm olumsuzlukların başsorumlusudur ve çözüm süreci diye diye çözümsüzlüğün fitilini ateşleyende bizzat kendisidir. istanbul başta olmak üzere türkiyenin her yerinde karakollara ve polise saldırı düzenlenmekte ama polise aman ha aman size saldırsalarda ateş etselerde karşılık verilmeyecek kendinizi koruyun ama ateşle karşılık vermeyin çözüm süreci zedelenmesin diyerek polisimizi açıkça hedef tahtasına koyan bu zihniyetin amacının ne olduğunu anlamamak ahmaklık olur. evet türkiye adım adım parçalanmaya doğru sürükleniyor. ama unutulmasınki onların ne kadar planı olursa olsun tek güç ve kudret sahibi Cenab-ı Hak’tır. Allah’ın planı onların şeytani planlarını alt üst edecek ve sonuçta kazanan milli duyarlılıkla hareket eden inançlı vatan evlatları olacaktır. önemli olan safımızı net olarak ortaya koyabilmektir. gerisi teferruattır. vesselam.
BAYKAL, Erdoğan’a ”Saray’da Görüşmem, Konuta gel Konutta Görüşelim”
Baykal’dan Erdoğan’a kaset bombası ve Milli Mutabakat iması!
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yaptığı sürpriz görüşmeyle gündeme oturan CHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal’ın, Erdoğan’a kasetle ilgili görüşlerini söylediğini açıklaması da öne çıkmıştı. 7 Haziran seçimlerinin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Deniz Baykal’la görüşmesi gündemin en çok konuşulan konuları arasında yerini almıştı. Baykal, Hürriyet’ten Cansu Çamlıbel’le görüşmenin perde arkasıyla ilgili ilginç bir detay paylaşmıştı. Bu detay Baykal’a kurulan kaset komplosuyla ilgili konulardı. Deniz Baykal, daha önceleri kaset komplosuyla ilgili ‘Bunun Başbakan’ın bilgisi ve onayı dâhilinde yapıldığını düşünüyorum’ kanaatini aktarmıştı. Baykal, hala aynı kanaatte olduğunu ifade ederken bunu o görüşmede Cumhurbaşkanı Erdoğan’a da söylediğini açıklamıştı. Bu durum bile bağımsız, duyarlı ve tutarlı bir başbakan yönetiminde kurulacak Milli Mutabakat iktidarının nedenli kaçınılmaz olduğunu ortaya koymaktaydı. Yoksa Baykal bu yüzden mi Meclis Başkanı yapılmamıştı.
ARTIK MİLLİ GÜÇLER ESKİSİNDEN ÇOK DAHA ETKİLİ DURUMDADIR. MİLLİ MUTABAKAT HUKUMETİ KAÇINILMAZDIR…
Saygılar Milli Çözüm…!!!!