GAVUR, 301'DEN NİYE RAHATSIZ?
301 Değişikliği Yine Yeterli Görülmedi
Avrupa'dan küstah rapor
AP raporunda, Leyla Zana ile birlikte DTP üyesi 53 belediye başkanı hakkında dava açılması eleştirilirken, Türk Ceza Kanunu'nun 301'inci maddesinin değiştirilmesi de yeterli görülmedi. Küstah raporda, Ermenistan'a ambargonun kaldırılması ve bu ülkeyle sınır kapısının yeniden açılması istendi.
AP Dışişleri Komisyonu, dün iç işlerimize tam müdahaleyi içeren Türkiye raporunu kabul etti. Raporda, AKP'nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasının sonuçlarından endişe duyulacağı" ifade edildi.
Avrupa'dan Türkiye'ye yönelik dayatmaların ardı arkası kesilmiyor. Avrupa Parlamentosu (AP) Dışişleri Komisyonu, Hollandalı Hıristiyan Demokrat parlamenter Ria Oomen-Ruijten tarafından hazırlanan küstah Türkiye raporunu kabul etti. Dün akşamki oylamadan, 53 "evet" 2 "hayır" ve 4 "çekimser" oy çıktı. Kabul edilen bir değişiklik önergesinde, "AKP'nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasının sonuçlarından endişe duyulacağı" belirtildi. Ayrıca "Kürt sorununa siyasi çözüm üretilmesi", Ruhban Okuluna resmen izin verilmesi ve Ermenistan'la diyaloga geçilmesi önerildi.
Hatırlanırsa: 2004 yılının haziran ayında Yeni Ceza Kanunu tasarısı, TBMM Adalet Komisyonu'nda görüşülürken, tasarının 301. maddesi, eski kanundaki "Türklüğü" aşağılama suçunu somutlaştırmak için "Türk milletini" aşağılama olarak yeniden tanımlamıştı. Komisyonda: acaba eski kanundaki gibi "Türklüğü" mü demeli, yoksa tasarıdaki gibi "Türk milletini" mi demeli?
Aynı şekilde, sadece "cumhuriyet" mi, yoksa "Türkiye Cumhuriyeti devleti" mi demeli? Tartışılırken Yargıtay adına komisyona katılan üye:
- Atatürk, kanunda ‘Türklüğü' denilmesini istemişti; yine öyle kalsın" demişti ve benimsenmişti. Ama şimdi Milliyetçilik mürtedi Taha Akyol:
"Bu da dogmatizmdir!" diye hoplanıyor. AB'nin ve AKP'nin davulunu çalıyor:
"Elbet 301. maddede "Türklüğü" denilmesini savunmak da mümkün. Bunun hukuki gerekçeleri, Yargıtay içtihatlarındaki anlamı, dünyadaki örnekleri falan araştırılıp tartışılır, Türkiye'de hangisinin daha ‘yararlı' olacağı tartışılır falan... Ama: "Atatürk böyle demişti" deyince akan sular niye duruyor?
Peki ama Atatürkçülük, "aklın, bilimin ışığında düşünmek" değil miydi?! Ama aklımızı kullanarak, ‘bilimsel' verilere bakarak çağımızda hangi terimin uygun olduğunu araştırmak yerine, eski fıkıh kitaplarındaki "kaale" yani "dedi ki" klişesini Atatürk adına devam ettiriyoruz?! Bu da dogmatizmdir!" Diyor ve bilgiçliğe devam ediyor:
"Çünkü demokrasilerde siyaseti yargı yapmaz; siyasetçiler yapar!
Şimdi 301. madde hem suç tanımındaki terimleri somutlaştırarak, hem Adalet Bakanlığı'nın ön izni şartını getirerek doğru yola girmiştir.
Zaten doğruyu bulmanın yolu dogmatizm değil, pratik akıldır."[1]
İyi de, ya bu pratik ve pragmatik akıl sahipleri, AB ve ABD'ye kiralanmışsa!?
Türk'e Küfrün Hukuki Yöntemleri
Tarihin en karanlık günlerini bin bir çile ve zorlukla aşan ve bugünlere ulaşan Müslüman Türk Milleti yeni bir karanlığın eşiğine doğru sürükleniyor.
Türklüğe ve Türk Milleti' ne karşı kin ve nefret duygularını bir türlü yenemeyen dahili ve harici "bed-hah"lar (kötü niyetli ve kinli fırsatçılar) tayfasının maalesef son yıllarda AB süreciyle birlikte yeniden saldırıya geçtiğini görüyoruz.
Alenen Türklüğe saldırabilmek için yeni bir oyunu sahneye koyan Haçlı Siyonistlerin ve işbirlikçi hinlerin yeni gündemi 301. maddedir.
Peki nedir bu 301. madde ve neden bu kadar çok tartışma konusu haline gelmiştir?
301. Madde'nin mevcut içeriği şu şekildedir;
1-) Türklüğü, Cumhuriyeti veya Türkiye Büyük Millet Meclisini alenen aşağılayan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
2-) Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini, Devletin yargı organlarını, askeri veya emniyet teşkilatını alenen aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
3-) Türklüğü aşağılamanın yabancı bir ülkede bir Türk vatandaşı tarafından işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte bir oranında artırılır.
4-) Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.
Bu maddelere baktığımız zaman düşünce özgürlüğünü ve demokrasiyi sınırlandıran bir madde veya bir cümle göremiyoruz.
Buradaki maddeler Türklüğü ve Türkiye Cumhuriyeti'ni oluşturan temel değerleri korumaya yönelik maddelerden ibaret. Son derece tehlikeli ve zor bir coğrafyada yaşayan Türk Milleti'nin kendi Milli ve Manevi Değerlerini koruması kadar doğal bir şey yoktur.
O halde sorun nedir?
Sorun Türklüğe ve Türkiye Cumhuriyeti'ne yönelik kin ve nefreti daha da yeşertmek ve meyvelerini daha rahat toplayabilmektir.
Bu amaçla 301. Madde'de yapılmak istenen değişiklik ise şu şekildedir;
1-) Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini veya Türkiye Büyük Millet Meclisini, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ve devletin yargı organlarını alenen aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
2-) Devletin askeri veya emniyet teşkilatını alenen aşağılayan kişi, 1. Fıkra hükmüne göre cezalandırılır.
3-) Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.
4-) Bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması cumhurbaşkanının iznine bağlıdır.
Aradaki farka baktığımızda Türklük kavramı yerine Türk Milleti kavramının konulduğu ve cezaların süresinin düşürüldüğünü görürüz
Şimdi diyebilirsiniz ki "pek fazla bir değişiklik yok. Boşuna gerginlik yaratıyorlar"
Halbuki mesele bu kadar basit bir mesele değil.
Meselenin iki farklı boyutu var.
Bunlar;
- Türklük ile Türk Milleti arasında derin ve geniş bir anlam farkının olması ve bu anlam farkına paralel olarak Türk'e küfrün daha da kolaylaşması
- Bu yasal değişikliğin ardından daha fazla yeni değişikliklerin yapılması ve son olarak 301. maddenin tamamen kaldırılmasıyla birlikte Türk'e küfrün demokrasi ve düşünce özgürlüğü adına tamamen serbest bırakılması
Türklük kavramı muhtevası itibariyle Türk Milleti kavramından daha derin ve daha kapsamlı bir kavramdır.
Türklük kavramı Türk Milleti' ne ait bütün Milli, Manevi ve Tarihi Değerlerin toplamından oluşan bir kavramdır.
Türklük kavramının içerisinde Milli olan Soy, Dil, Millet kavramları vardır.
Türklük kavramı içerisinde Manevi olan Din ve Kültür kavramı vardır.
Türklük kavramı içerisinde Tarihi olan Devlet, Destan, Zafer, Savaş ve Türk Büyükleri kavramları vardır.
Şimdi bütün bu kavramların toplamı olan Türklük kavramının yerine Türk Milleti kavramının konulmak istenmesinin sebebini daha da iyi anlamamız gerekir.
Şöyle bir örnek verecek olursak Türklük bir insanın bütün ruhsal ve bedensel yapısını ihtiva eder. Türk Milleti ise bir insanın sadece beynini ve kalbini ihtiva eder. Ruh ve beden bütünlüğü olmadan sadece beyin ve kalp hiçbir işlevi yerine getiremez.
İşte meselenin özü bu kadar ciddi ve derindir. Amaç Türk'ü ruhsuz ve bedensiz bir ceset haline getirmek ve bilinçaltlarındaki kin ve nefreti daha da gür bir şekilde ifade edebilmektir.
Bu kin ve nefretin ifadesi sadece sözde düşünce özgürlüğünde kalmayacak ve zaman içerisinde eylem noktasına gelecektir.
Dahili ve harici düşmanlar; ilk zamanlarda Türklüğe ait bütün Milli, Manevi ve Tarihi Değerleri yıpratacaklar ve psikolojik harbi uygulayarak Türklüğün temel savunma reflekslerini tahrip edeceklerdir.
Devamında ise Türklük tarihten silinmek istenecek ve Türk'e dair bütün kazanımlar tek tek yok edilecektir. Örneğin Türkiye Cumhuriyeti'ni bölmek daha da kolaylaşacak ve hatta bölünecektir.
Yapılacak olan yasal değişikliğin ardından hem anayasamızda hem de yasalarımızda daha fazla değişiklik yapılması istenecek ve 301. Madde kaldırılarak hem Türk Yargısı tamamen işlevini yitirmiş hale getirilecek hem de Türklük tamamen savunmasız hale getirilecektir.
Sözde aydınlar, siyasetçiler, yazarlar ve sözde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları çok rahat bir şekilde Türklük ve Türk Milleti için hakaret ve küfür dolu ifadeler kullanabilecektir. Orhan Pamuk ve Elif Şafak gibi sözde yazarların ardından yenileri gelecek ve Türklük ve Türk Tarihi en acımasız saldırıların hedefine dönüşecektir.
Dünyada hiçbir millet ve hiçbir devlet ve hatta hiçbir kabile dahi kendisine küfrü kabul etmezken ve düşünce özgürlüğü adına serbest bırakmazken, AKP iktidarındaki bu telaş ve hırs nedendir?
Neden Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni yönetmekle yükümlü bir siyasi iktidar, yönettiği devletin savunma reflekslerini ortadan kaldırmak istemektedir?
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının AKP için açtığı kapatma davasının hemen ardından alelacele bir şekilde ve uzlaşma aranmadan 301. Madde'de yapılmak istenen değişikliğin, yeni sıkıntılara ve kutuplaşmalara sebep olacağı bilinmesine rağmen, iktidarı buna mecbur ve mahkûm eden hangi çevrelerdir?
Özellikle ekonomik krizin yaklaştığı ve temel gıda maddelerinin kara borsaya düşmeye başladığı bu günlerde 301. Maddenin Meclisten geçirilmesi, hangi şeytani hesap ve girişimdir?
Yoksa, mevcut siyasi iktidar acaba 301. Madde tartışmalarını tetikleyerek, asıl gündemi gizlemek mi istiyor, ya da kendisini kapatmak isteyen Türk Yargısından ve doğal olarak Türk Devletinden intikam mı almak peşindedir?
Bu sorunun cevabı mutlaka ortaya çıkarılmalıdır ve bu tehlikeli intikam düşüncesi mutlaka engellenmelidir.
301. Madde ile yapılmak istenenleri engellemek bu Aziz Milletin asli bir görevidir. Bu amaçla yapılan her türlü mücadele Müslüman Türk Milleti tarafından güçlü bir şekilde desteklenmeli ve Türklüğün yüksek değerleri ve yüksek karakteri ezelden ebede kadar korunmalı ve yaşatılmalıdır.
Türk Milleti'nin yetiştirmiş olduğu Dahi Türk Milliyetçisi olan Mustafa Kemal Atatürk'ün şu sözü günümüz siyasetçileri için bir rehber olmalıdır.
"Türk Birliği'nin bir gün hakikat olacağına inancım tamdır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk Birliği'ne inanıyorum. Onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk Birliği ile açacaktır. Dünya sükûnunu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türklüğün varlığı, bu köhne âleme yeni ufuklar sunacaktır. Güneş ne demektir, ufuk ne demektir? İşte o zaman görülüp anlaşılacaktır." (Ata'nın bu öngörüleriyle, Ahir zamanda Türkiye merkezli yeni bir saadet medeniyetini müjdeleyen Muhammet Mustafa'nın haberleri ne kadar uyuşmaktadır. M.Ç.)
Ne Mutlu Türk'üm Diyene![2]
AB sürecine destek veren Sn. Devlet Bahçeli, 301'e neden sertti?
Milliyetçi Hareket Partisi, Brüksel'deki ‘şefaat makamına' şirin görünmek amacıyla TCK 301. maddesini değiştirerek, 'Türklüğe hakareti' serbest bırakmak isteyen işbirlikçi AKP iktidarına karşı etkin bir muhalefet başlattı.
TV reklamında Dr. Devlet Bahçeli'nin "Adımız bir, anımız bir, acımız bir. Büyük bir aileyiz. Kuzey'den Güney'e, Doğu'dan Batı'ya tek yürek, tek bileğiz. Biz Türkiye'yiz." sözlerinin ardından 301. madde ekrana yansıtılıyor ve şu soru soruluyor:
- "Bundan kim rahatsız?"
Ardından şu cevaplar veriliyor:
- "Türkleri soykırımcı ilan etmek isteyen lobiler rahatsız."
- "Bin yıllık kardeşliği bozmaya çalışan işbirlikçiler rahatsız."
- "Türklüğe hakaretle görevli, sözde aydınlar rahatsız."
MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli, 15 Nisan Salı günü, partisinin TBMM grup toplantısında yaptığı konuşmada, işbirlikçi AKP iktidarını topa tutmuştu:
Oysa, Dr. Devlet Bahçeli, Ankara'da bir baskın düzenleyen AB Komisyonu Başkanı Barroso ile yaptığı görüşmede, ‘resmi kayıtlara' da geçen şu ifadeleri kullandı:
- "Türkiye, AB'ye tam üye olmak için tam 49 yıldır samimi bir çaba gösterdi. Bu bir devlet politikasıdır. İşbaşına gelen her hükümetin katkıları oldu. Partimizin ortağı olduğu 57. Hükümet de AB Ulusal Programını hazırladı. Dokuz uyum paketi Meclis'e sunuldu. Bunlara rağmen Türk milleti AB'nin çifte standart ve dayatmalarından ötürü bir düş kırıklığı içinde. 49 yıl sabreden Türk milleti, bundan sonra da samimi ve kararlı bir şekilde bu süreci devam ettirecektir. Sizin bu ziyaretinizden sonra bu düş kırıklıklarının son bulmasını diliyoruz."
Hem "Devlet politikası" diyerek Türkiye'nin ‘milli egemenliğinin' devredilmesi pahasına Avrupa Birliği sürecine destek verecekseniz, hem ortağı olduğunuz 57. Cumhuriyet Hükümeti döneminde ‘Ulusal Program'ın altına imza atacak, ‘1, 2 ve 3 nolu' uyum yasalarını Meclis'ten geçireceksiniz, hem de AB komiserlerinin ‘kriter' olarak dayattığı 301. madde değişikliğine karşı çıkacaksınız."[3]
Üstelik DTP'lilerle bol bol el sıkışıp, kucaklaşıp, "barış kahramanı!" rolü oynayacaksınız!
Prof. Dr. Erol Manisalı'nın Jeopolitik'teki sorusu ve yanıtları oldukça önemliydi:
"AB Sürecinin" Bozulmasından Kimler Korkuyor?
Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üye yapılmayacağını, 1980'lerin sonundan beri konunun içinde olanlar açık olarak biliyorlar. Zaten bu nedenle, "AB'ye alınmayacak olan Türkiye'nin, Avrupa üzerinden Batı kapitalizminin güdümüne sokulabilmesi için", 6 Mart 1995 belgesi imzalandı. En çok uğraşan da Washington'du.
"Washington, Brüksel ve içimizdeki oligarşi üçlüsü", Osmanlı'nın kapitülasyonlarını bu belge ile geri getirmenin ilk adımını attılar. Dünkü Abdullah Gül, 8 Mart 1995'te TBMM'de yaptığı konuşma ile Türkiye'yi sömürgeleştiren bu belgeye haklı olarak isyan ediyordu.
AKP hükümeti iktidara geldikten sonra, 2004 ve 2005 yıllarında imzalanan iki çerçeve anlaşma ile "Türkiye'nin AB'ye alınmayacağını gösteren maddeler" bir bir belirlendi.
Türkiye'nin AB ile olan "tek yanlı bağları" üç ayaklıdır:
1- Washington, 2- Brüksel ve 3- Türkiye'deki oligarşi. Oligarşinin içine 28 Şubat 1997'den sonra, (Erbakan'dan koparılan ve Milli Görüşten kaytaran M.Ç.) işbirlikçi dinciler de dahil oldular ve "Avrupacı lobiye katıldılar".
Bugün Brüksel'de, "Türkiye'nin üyelik perspektifine" yönelik hiçbir belge bulunmuyor. Namuslu davranarak, Aralık 2007 Lizbon doruğunda, "Görüşmelerde üyelik perspektifinin bulunmadığını" kayda geçirdiler.
Günter Verheugen'in, Alman gazetecilere, "Biz Türklere, akıllı insanların anlayacağı bir tarzda, üye yapılmayacaklarını zaten söylüyoruz" ifadesi, belgeye de konmuş oldu. Bizdeki oligarşinin artık, "aptalı oynamasına gerek kalmadı".
Ama yine de ısrarla, Verheugen'i haklı çıkaracak bir biçimde aptalı oynayanlara aldanmamalı!..
Mevcut Süreç Nereye Götürüyor?
- İmzalanan kapitülasyon belgesi ile (6 Mart 1995) Türkiye'nin AB dışı dünya ile ticari ilişkileri ipotek altına alınmış oldu. Anayasaya aykırı bir biçimde "egemenlik hakkı" tek yanlı devredilmeye kalkışıldı.
- 17 Aralık 2004 ve 5 Ekim 2005 anlaşmaları ile Türkiye'nin üyelik yerine, "özel bağlanma sürecine" sokulacağı bir bir yazıldı.
- Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye'ye karşı aldığı birçok karardan, ilerleme raporlarının içeriğine kadar her yere, "Kopenhag kriterleri" dışında ve üyelikle uzaktan yakından ilgisi bulunmayan, aleyhimize düzinelerce madde konuldu. Ayrıca çerçeve anlaşmasına, "AB organlarının Türkiye'ye yönelik olarak aldığı ve alacağı kararların, görüşme sürecinin bir parçası olduğu" maddesi eklendi. Artık (masonik) Oligarşi, "Bu kararlar bizi bağlamaz" yalanını söylemekten utanmalı..
- Türkiye-AB iktisadi ve ticari ilişkilerinde dev ticaret açıklarından piyasanın işgaline kadar fiili gelişmeler ortaya çıktı.
- Türkiye üye yapılmadan iktisadi ve siyasi bir sömürge konumuna sokulmaya başlandı. Sağduyu sahibi çoğunluk bunu görüyor ve yaşıyor.
Peki, bütün bu olumsuz koşullara karşın "AB sürecinin" bu hali ile devamını savunanlar kimler? Amaçları ne?
1) İşbirlikçi dinciler, AB'yi arkalarına alarak Türkiye içindeki yollarını açmak istiyorlar. Özünde (önceden M.Ç.) AB'ye karşı oldukları halde, bugün için ihtiyaçları var. AB ile dinciler bir alışveriş içindeler. Yollarını açtırmaya karşılık AB'nin (ve Batı'nın) her istediklerini bol bol veriliyor. Hatta "bir adım önde" gidiliyor.
AKP ve AB, sürecin bu hali ile devamını istiyor. Brüksel'in "Dava" ile ilgili olarak apar topar Türkiye'ye taşınması bundan; aralarındaki alışverişin sürmesi için statükonun bozulmaması gerekiyor.
2) Bölücüler de AB sürecinin devamını istiyorlar. Onlar da AB'yi arkalarına almışlar. Avrupa Parlamentosu'nun Kürdistan projesine katkısı var hızıyla yürüyor. ABD işi Irak'ın kuzeyinde yürütürken Brüksel, Türkiye'nin güneydoğusunda projeyi tamamlıyor.
3) Bazı büyük sermaye çevreleri ise "AB'nin (ve Batı'nın) yeni Türkiye politikasını" desteklemek zorunda kalıyor. Batı kapitalizmi (ve şirketleri) ile kurdukları kader bağları, onları buna mecbur ediyor. Kapitülasyonlara ve sömürgeleşmeye karşı çıkılamıyor!
Avrupa (ve Batı) kendilerine, "Oligarşi içinde ortaklık" sunuyor. Oligarşinin ayakta kalması için Batı'nın taleplerine boyun eğiliyor.
'AB Süreci' bir kaldıraçtır
- Ermeni diyasporası, "AB süreci" kesilmesin istiyor.
- Fener Patrikhanesi, "Sakın ha, bu süreç aksamasın" diyor...
- Atina ve Rumlar, AB süreci bozulacak diye hop oturup hop kalkıyorlar. Neredeyse Bakoyanni rüşvet olarak bize veriliyor.
- Barzani ve Talabani'nin süreç kesilecek diye ödleri patlıyor, tabii PKK'nın da...
- Ve Washington... Türkiye'nin AB üzerinden devşirilmesini ve Gül'ün 13-14 yıl önce karşı çıktığı gibi, "Türkiye'nin arka bahçe yapılmasını" en fazla onlar istiyor. Zavallı Tony Blair'in canı çıkmıştı; Paris'e, Berlin'e, Papadopulos'a, "Yahu susun Türkleri uyandıracaksınız" demekten yorulmuştu adam.
Sevgili okurlar, AB süreci Türkiye'yi AB'ye üye yapan değil, ülkeyi sömürgeleştiren bir süreçtir. Oligarşi tarafından programlı bir biçimde yürütülmektedir. Belgeler, istatistikler ve yaşanan sonuçlar ortada... Sürecin yürümesini isteyenlerin niyetleri başka..."
[1] 21.04.2008 / Milliyet
[2] Bak: Sinan Yıldırım - 18.04.2008- Haber Dokuz
[3] 18.04.2008 / İsrafil K.Kumbasar /Yeniçağ
Bu yazarin diger makaleleri
< Önceki | Sonraki > |
---|