“Su” Siyonist şirketlere satılmaya hazırlanan son kaynağımız!
Dünya Su Forumu’nun hazırlıkları sürerken, dünyanın su sorunuyla ilgili ‘dehşet verici’ gerçekler ‘Sizi düşünüyoruz’ tadında bir reklam kampanyasıyla sunuluyordu. Güya dünyadaki aklı başındaki insanlar dünyanın su meselesini çözmek için bir araya gelecekti. Ve fakat kazın ayağı öyle değildi.
Forumu düzenleyen “Dünya Su Forumu denen dev” 1996’da kurulmuştu. İlk yaptıkları iş ‘kıt su kaynaklarının kullanımını konuşmak’ paravanı ardında suyun ticari bir mal olduğunu kabul etmek olmuştu.
Çokuluslu şirketlerin başını çektiği forum, hiç boş durmadı ve “suyun özelleştirilmesi” fikrini tüm dünyanın kafasına soktu. Forum en son Meksika’da yapıldı ve o günden beri Meksika’nın başı su şirketleriyle dertten kurtulamıyordu.
Bizimkiler de bu derde sevdalanmış olacak ki Dünya Su Forumu toplantısı öncesi AKP’nin Çevre Bakanı Veysel Eroğlu yandaş ve yalaka zenginlere şu coşkulu çağrıyı yapıyordu:
“Paranızı suya yatırın!”
Eroğlu’nun ağız sulandıran çağrısının arkasında AKP hükümetin inanılmaz açgözlü su politikaları yatıyordu. Bu öyle bir iştah ki Karadeniz’de sadece bir ırmak üzerine 50 baraj kurulması planlanıyordu. Etekleri zil çalarak başlattıkları ‘su sayacı’ projesiyle de, zaten bizim sahibi olduğumuz suyumuz bize, önce parasını alarak veriliyordu.
Bu, yemeyip içmeyip büyük düşünen AKP belediyeleri sayesinde, önceden parasını ödemeden su alamayacağız anlamına geliyordu.
Su Forumu sevinci
Yani bu Milli Görüş Gömleğini çıkarmış Müslüman kardeşlerimiz, Allah’ın suyunu santim santim kullarına satıyordu! En iyi anlaştıkları dindar yandaşları da Dünya Su Forumu’nu sevinçle bekliyordu!
Dünya Su Forumu bu tür küçük yavuz hırsızlıkların ardındaki ideolojinin üretildiği Siyonist asıllı bir platformdu. Toplantı yaptığı hiçbir ülkenin su bakımından bir daha gün yüzü görmediği platform, su meselesini öyle bir hale getiriyor ki şirketler yağmur suyunun bile sahibi oluyordu!
Hindistan’da hükümetle bölgenin bütün su varlığını işletmek üzere anlaşma yapan bu şirket susuzluktan yağmur suyu biriktirmeye çalışan köylülere bile artık ceza kesiyordu.
Küresel su şirketlerinin insafsızlığı
Türkiye şimdi bu durumdan sadece bir adım uzakta duruyor ve ‘suyu etkili ve verimli hale getirmek’ adı altında yapıyordu.
Oysa, şirket denen organizma doğası gereği tek bir şey bilir: Kâr etmek. ‘Bugün dünya nüfusunun sadece yüzde 5’i suyu ulus ötesi şirketlerden satın aldığı halde, bu şirketlerin yıllık gelirleri dünya petrol ticaretinin yıllık gelirinin yarısına ulaşmış bulunuyordu.’ (Dursun Yıldız, Su politikaları uzmanı, TMMOB dergisi) (http://www.suplatformu.net/).[1]
700 milyon kişi su kıtlığı nedeniyle göç edecek!
3. Dünya Su Gelişim Raporu’na göre, 3 milyona yakın erken ölüm sebebi hastalık suyla ilişkili bulunuyordu. Aynı rapora göre, su kıtlığından 700 milyon insan göç etmeye hazırlanıyordu. Su sektöründeki sayaç okuma gibi yolsuzluklara engel olunamıyordu. Bu da su ile ilgili harcamalarda yaklaşık 50 milyar dolarlık bir artışa denk geliyordu.
Birleşmiş Milletler (BM) “3. Dünya Su Gelişim Raporu”na göre, gelişmekte olan ülkelerde 3 milyona yakın erken ölüm sebebi hastalığını yaklaşık yüzde 80’i suyla ilişkili olup, günde 5 bin çocuk, başka bir deyişle her 17 saniyede bir çocuk ishal nedeniyle hayatını kaybediyordu.
Rapora göre, 2030’da dünya nüfusunun yüzde 47’si, yoğun su sıkıntısı olan yerlerde yaşayacaktı. 2020 itibariyle sadece Afrika’da 75 ila 250 milyon insan, iklim değişikliğinden kaynaklanan artan su sıkıntısıyla karşılaşma riski taşıyordu. Su kıtlığı sebebiyle 24 ila 700 milyon insanın göç etmesi bekleniyordu.
Su sektöründe sayaç okuma, adam kayırma ve iltimas gibi yolsuzluklara engel olunamadığı da belirtilen raporda, ‘Bazı ülkelerde bütçenin yüzde 30’u hortumlanmaktadır’ deniliyordu.
BM 3. Dünya Su Gelişme Raporu Sütlüce Kongre ve Kültür Merkezi’nde kamuoyuna açıklandı. BM’nin 26 kuruluşu tarafından Dünya Su Değerlendirme Programı (WWAP) koordinasyonunda hazırlanan rapor, yeryüzü su kaynakları konusundaki en sağlıklı istatistiki verileri sunan kaynak olma özelliğini taşıyordu. 2003’ten beri üçüncü kez yayımlanan rapordan satırbaşları şöyleydi:
- Bir gelişme olmazsa 2030’da dünya nüfusunun yüzde 67’sinin, gelişmiş bir sanitasyondan (sağlık koruma) yoksun kalacağı belirtiliyordu.
- Gelişmekte olan ülkelerde 3 milyona yakın erken ölüm sebebi hastalığın yaklaşık yüzde 80’i, su ile ilişkili olup, günde 5 bin çocuk, başka bir deyişle her 17 saniyede bir çocuk, ishal nedeniyle hayatını kaybediyordu.
- Şu anda 6.6 milyar olduğu tahmin edilen dünya nüfusu, her yıl 80 milyon çoğalıyordu. Buna göre tatlı suya talep, her sene 64 milyar metreküp artıyordu. 2050 itibariyle beklenen 3 milyarlık nüfus artışının yüzde 90’ı, suyun zaten kıt olduğu gelişmekte olan ülkelerde olacağı bekleniyordu.
- Tüm su tüketiminin yüzde 70’inin gittiği tarım alanında su kullanımı en iyi hale getirilmezse 2050 itibariyle tarım için su talebinin dünya çapında yüzde 70-90 arası artacağı biliniyordu.
- 2030’da dünya nüfusunun yüzde 47’si, yoğun su sıkıntısı olan yerlerde yaşayacaktı. 2020 itibariyle, sadece Afrika’da 75 ila 250 milyon insan, iklim değişikliğinden kaynaklanan su sıkıntısıyla karşı karşıya kalacaktı. Bazı kurak ve yarı kurak bölgelerdeki su kıtlığı, göçler üzerinde büyük etkiler yapacaktı. Su kıtlığından ötürü 24 ile 700 milyon arasında insan göç etmek zorundaydı.
- Su sektöründeki yolsuzluklar, su ve sanitasyona ilişkin ‘Milenyum Kalkınma Hedeflerini’ gerçekleştirme maliyetlerinde yaklaşık 50 milyar dolarlık bir vurguna ulaşıyordu.
Sayaç okuma sahteciliği, kamu donanımı satın alımında adam kayırma ve kamu işleri pazarlıklarında iltimas, tipik yolsuzluk örnekleri olarak sayılıyordu. Tahminlere göre, bazı ülkelerde bütçenin yüzde 30’u hortumlanıyordu.
GAP’a ‘bölgeyi değiştirdi’ övgüsü, İsrail’in gizli hesaplarını gizlemeyi amaçlıyordu:
Raporda, GAP projesinden övgüyle söz ediliyordu: “Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) bu az gelişmiş bölgenin gelirlerini artırmak için tasarlanmış, çok sektörlü bir sosyoekonomik kalkınma projesidir. GAP’ın toplam maliyeti 32 milyar dolardır ve şu anda bu tutarın 17 milyarı yatırıma dönüşmüştür. Sulamanın yayılmasıyla birlikte kişi başı tarım gelirleri üç katına çıkmıştır.
Kırsal alandaki elektrik iletimi ve ulaşım imkânı yüzde 90’a ulaşmış, okuryazarlık oranları yükselmiş, bebek ölüm oranları düşmüş, yeni açılan işyeri sayısı artmış ve sulanan bölgelerde daha adil bir arazi kullanım sistemi gelişmiştir” deniyordu, ama bölge insanımız bu tespitlere sadece gülüyordu. Çünkü GAP’ın rantı anarşi ve sefaletle boğuşan bölge halkımıza değil, ismi özenle gizlenen İsrail firmalarının taşeron ağalarının kasalarına akıyordu.
Gül: “Su yüzünden çıkacak sorunları tartıştık!”
Petrol gibi suyun da pazarlanmasına yönelik bir soruyu cevaplayan Cumhurbaşkanı Gül, ”Bu konuyla ilgili çok tartışmalar var. Bazıları su satılamaz, bazıları su satılır, bazıları ise suya erişim bir insan hakkı diyor. Önemli olan nokta suya herkesin erişebilmesini sağlamaktır. Bununla ilgili iyi diyalogların ve ilişkilerin bulunması önemlidir” demişti.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 5. Dünya Su Forumu liderler zirvesinde; suyla ilgili temel ilkeler, temel siyasal iradeler, suyun geleceği ve su yüzünden ortaya çıkacak büyük sorunların şimdiden bilinmesiyle ilgili bilinci artıracak ifadelere dünyanın dikkatini çektiklerini belirtmişti.
Abdullah Gül, Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun da katılımıyla zirve sonrası Çırağan Sarayı’nda basın toplantısı düzenleyerek artık herkesin çevreci olmak zorunda olduğuna işaret etmiş; “Bu Türkiye’nin, dünyanın geleceği için bir mecburiyettir. İlk kez toplanan mini zirveden dolayı mutluluk duyuyoruz. Zirveye tüm devlet başkanları davet edilmedi. Suyla çok yakın ilgisi olan ülkeler dahil edildi. Zirve sonunda tüm dünyaya yapılan çağrı, suyla ilgili temel ilkeler, temel siyasal iradeler ve suyun geleceğiyle ilgili dünyanın dikkatini çekecek ve su yüzünden ortaya çıkacak büyük sorunların şimdiden bilinmesiyle ilgili bilinci artıracak ifadeler yer aldı” demişti.
Türkiye’nin Kyoto Protokolü’nü onaylayan bir ülke olduğunu hatırlatan Gül, çevre bilincinin Türkiye’de giderek daha çok arttığını ifade ederek şunları söylemişti: “Artık herkes çevreci olmak zorundadır. Bu bir mecburiyettir, çocuklarımız için, torunlarımız için, Türkiye’nin, dünyanın geleceği için bir mecburiyettir. Onun için bu bilincin uyanması, bu bilincin bütün nesillere yayılması dünyanın geleceği açısından çok önemli bir olaydır. Su forumu bu nedenle çok yararlı bir girişimdir. BM Güvenlik Konseyi’nin geçici üyesi olan Türkiye bu süre zarfında bu sorunlarla yakından ilgilenecektir.” Abdullah Gül bu cafcaflı sözleriyle Türkiye sularının İsrail güdümlü şirketlere peşkeş çekileceğinin kılıfını hazırlıyor gibiydi.
“Sınır aşan sular konusu dünya genelini ilgilendiriyormuş!.”
Cumhurbaşkanı Gül, BM Güvenlik Konseyi’nin sadece savaşlar ve siyasi olaylarla değil, aynı zamanda insanlığın bu tip sorunlarıyla da ilgilenen bir konsey olduğu için Türkiye’nin de ilgisini giderek artıracak ve insanlığın faydasına olan her konuya daha çok ilgi göstereceğine dikkat çekmişti. “Sınır aşan sular konusunda Türkiye, Irak ve Suriye arasında ne gibi gelişmeler olacağına” yönelik bir soruya da “Bütün bunlar olumlu olacaktır. Su ile ilgili konular yalnızca Türkiye, Suriye ve Irak arasında değil, dünyanın her yerinde bulunuyor, bu tip konular dünyanın genelini ilgilendiriyor. Bunların birleştirici unsur olması, bunlarla ilgili işbirliği yapılması, diyalog kurulması ve suyun yararlarını tüm bölgeye yayma konuları çok önemli” karşılığını verdi. Irak ve Suriye’den temsilcilerin de su forumuna katıldığını söyleyen Gül, Suriye ve Irak ile gayet iyi bir işbirliği anlayışının söz konusu olduğunu, şu anda bu konuyla ilgili bir sıkıntı da yaşanmadığın” dile getirmişti. Bütün bunların Türkçesi, Dicle ve Fırat’ın, Manavgat’ın suları, bunların “dünya” dediği İsrail’in güdümüne verilecekti.
Kimse niçin sormamaktadır?
Türkiye’nin su problemi mi var ki sularımızla uğraşılıyor? Avrupa Parlamentosu’nun çerçeve belgesinde vaktiyle yazılı olduğunu öğrendiğimiz ve sonra unutulan, sularımızı bir konsorsiyomun idare etmesi lazım geldiği önerisinin bir parçası olan, bu, “sularımızı özelleştirme girişiminin”, Türkiye’nin işgal planlarından biri, bir parçası veya bir başka yöntemi olduğu nasıl oluyor da halkımızın gözünden kaçıyor veya kaçırılıyor?
Buradaki asıl amacın Türk sularının küresel “şirketlere” açılmasından başka bir şey olmadığı niçin halkımızdan gizleniyor? Kendilerini “Dünya Su Ailesi” olarak tanıtan Siyonist şirketlerin; dünya devleri SUEZ, RTW, Viole gibi şirketler ve onların yerel ortakları olduğu ve su forumun masraflarının 7 milyon Avrosunu bizim İSKİ ile DSİ, kalan 10 milyon Avrosunu da bu güçlerce karşılandığı niye anlatılmıyor?
Bizim Cumhurbaşkanımızın forumda söylediklerine bakın, Allah aşkına:
“Hepimiz çevreci olmak zorundayız. İnsanlığın tüm milletlerinin kaderlerinin kuvvetle bağlandığı yeni bir döneme giriyoruz. Kimsenin ben sadece kendi ülkemde, kendi bölgemde yaşıyorum deme hakkı yok. Sulara erişim bir insan hakkıdır ve dünyanın ortak malıdır”!?
Suyumuzu peşkeş çekecekler
Saadet Partisi yetkilileri, İstanbul’da gerçekleştirilen “5. Dünya Su Forumu”nu protesto etti. Programın yapılacağı Sütlüce’de bir basın açıklaması yapan Bekaroğlu, “Su hayattır, hayat satılamaz” diyerek su üzerinde oynanan oyunlara tepki gösterdi.
5. Dünya Su Forumu’nun yapıldığı Sütlüce Kongre ve Kültür Merkezi yakınındaki Beyoğlu Adliyesi’nin önünde yaptıkları basın açıklamasında, Dünya Su Konseyi’nin 2006 yılında Meksika’da gerçekleştirilen toplantısında, suyun ticari bir meta olduğu, temiz kullanılabilir suya ulaşım sorununun özelleştirmeler yoluyla çözüleceğinin vurgulandığını hatırlatıldı.
Dünya Su Konseyi’nin yaklaşımının, egemen neoliberal paradigmaya uygun bir şekilde temel bir insan hakkı olan suyun metalaştırılması ve sermaye birikiminin aracı haline getirilmesi olduğu belirtilerek, konseyin temiz su kaynaklarının kıtlığını bahane ederek suyun etkin ve verimli kullanılmasını önerdiğini, bunun için de suyun metalaştırılması ve ticarileştirilmesini öngördüğü vurgulandı. Pırlantadan yüzde sıfır KDV alınırken, şehir içi şebeke suyundan yüzde 8 KDV alındığı hatırlatılarak ”Adalet ve kalkınma anlayışı, suyu yerli ve yabancı tekellerin kâr edecekleri bir mesleğe dönüştürmeye kaçınmamaktadır. Kamu işletmelerinin özel sektöre devriyle başlayan özelleştirme süreci, sağlık ve eğitimden sonra suya gelip dayanmış durumdadır.”
AKP İstanbul Su Mutabakatını imzalamıştı
Dünya Su Forumu, İstanbul’da düzenlenen törenle başlamıştı. Sütlüce Kongre ve Kültür Merkezi’ndeki açılış töreninde konuşan 5. Dünya Su Forumu Genel Sekreteri Mason ve İsrail dostu Prof. Dr. Oktay Tabasaran, Fas, Hollanda, Japonya ve Meksika’nın ardından 5. Dünya Su Forumu’nun farklılıkların İstanbul’da yakınlaşması adına İstanbul’da gerçekleştirildiğini hatırlatmıştı. Dünya Su Konseyi ile beraber gerçekleştirilen foruma yoğun ilgili sebebiyle kayıtların durdurulduğunu ifade eden Tabasaran, 29 bin 144 başvuru yapıldığını, 192 ülkeden 23 bin 273 kişinin foruma kayıt yaptırdığını vurgulamıştı.
”Hedefimiz bu organizasyonun bir milat teşkil etmesi ve bundan böyle İstanbul öncesi ve sonrası olarak adlandırılmasıdır” diyen Tabasaran, bundan önce forum kapsamında Çevre ve Orman Bakanlığı ile Devlet Su işlerinin hem Türkiye’de, hem de çeşitli ülkelerde toplantılar düzenlediğini, bu toplantıların sonuçlarının forumda tartışılacağını hatırlatmıştı.
Forum kapsamında yerel idareleri su konusunda önlemler almaya ve bazı kriterleri oluşturmaya davet eden ”İstanbul Su Mutabakat”nın da imzaya açılacağını vurgulayan Tabasaran, forumda, ”küresel değişiklikler ve risk yönetimi, insani kalkınma, su kaynaklarının idare ve yönetimi, finans ve eğitim, bilgi ve kapasite geliştirme” gibi 23 konuda en az 100 oturumun gerçekleştirileceğini belirterek, BM Dünya Su Kalkınma Raporu’nun 3’üncüsünün de bu forumda açıklanacağını ifade ederek, farklılıkların birleştirilmesi ana teması paralelinde, özellikle Afrika ve Orta Asya’dan 1000 kişinin de ücretsiz olarak foruma katılmalarını sağlamaya çalıştıklarını anlatmıştı. Kısaca Türk suları artık “Dünya Su Platformu” dedikleri İsrail şirketlerinin hizmetine sunulacaktı.
Topbaş: Mutabakatı imzalayacağız
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş İstanbul’da, foruma katılan konukları ağırlamaktan memnuniyet duyduğunu söylemiş ve 19 Martta da Dünya Belediyeler Birliğinin toplantısında yerel yöneticiler olarak su ve su yönetimiyle ilgili bilgi ve deneyim paylaşımı yaparak sağlıklı ve içilebilir suya erişmede nasıl bir yol izleneceğine dair İstanbul Su Mutabakatı’nı imzalayacaklarını bildirmişti.
Su Formu Türkiye’yi Darfur yapma oyunuydu
Sudan’ın orta bölgesindeki sular, insafsız Batılılarca ve şeytani amaçlarla, hoyratça kullanılıp bitirilmişti. İnsanla doğa arasında kurulmuş o, olağanüstü denge yerle bir edilmişti. Nüfus artmış, yiyecek azalmıştı ve sular tükenmişti.
Hayvanlarını besleyecek suyu bulamayan bir kabile güneye, kendisine yaşam vaat eden topraklara doğru göç etmişti.
Üstelik suların bir kısmı Darfur bölgesine yönlendirilmişti.
Gittikleri yerlerdeki Batı destekli Hıristiyan kabileler ekip biçtikleri tarlaları ile yaşayıp gitmekteydi. Haliyle gelenleri pek sevmemişlerdi ve topraklarını, en önemlisi sularını paylaşmak istememişlerdi. Ve dış güçlerin kışkırtması ile bağımsızlık hevesine düşmüşler ve PKK gibi isyana girişmişlerdi.
Sudan’ın batısındaki Darfur bölgesinde su yüzünden 2003’te başlayan yaşam kavgasında bugüne kadar 300 bin insan ölmüş, 2 milyon insan ise göçe mecbur edilmişti.
Darfur, Batılılarca bir ‘soykırımın’ yaşandığı bölge olarak tanımlansa da, aslında 21’nci yüzyılın ilk ‘su savaşı’ olarak da tarihe geçti.
Suyun bittiği yerde insan vahşileşti…
Şimdi ise gelişmeler, yakın bir gelecekte Türkiye’nin ve bütün bölgemizin Darfur olabileceğinin ciddi sinyallerini vermekteydi.
Çok değil, sadece 2030 yılında dünyadaki temiz su oranı yarı yarıya düşerken, nüfus iki katına erişecekti.
Güçlü olan su kaynaklarına el koyacak, zayıf olanı ise açlık ve susuzluk içinde korkunç bir ölüm bekleyecekti.
Çünkü insanlığın bir kesimi, ‘su hakkını insan haklarının ayrılmaz parçası’ olarak görüyor ve ‘ortak değer’ kabul ederek kimsenin su kaynakları üzerinde ‘sahiplik’ iddia edemeyeceğini savunuyordu. Bu grubun tam karşıtları ise, işi neredeyse, ‘petrol de bir doğal kaynak, nasıl parayla satılıyorsa, gerekirse suya sahip olan devletler bunu parayla satabilirler’ görüşündelerdi. Türkiye ise maalesef sahipsiz gibiydi ve sorumsuz ellerdeydi.
Su Özelleşirse toprak da gider!
“Su forumunun derdi, Fırat-Dicle ve diğer sularla birlikte su havzalarının özelleştirilmesidir. Türk milleti olarak su forumunun bir aldatmaca olduğunu, Türkiye’deki su havzalarının özelleştirilmesinin istendiğini ve asıl gözün Fırat-Dicle ve GAP’ta olduğunu unutmamalıyız.” Suyun özelleştirilmesi, su havzalarının özelleştirilmesi anlamına gelmektedir.
2006 yılında Meksika’da yapılan 4. Dünya Su Forumu’nda “suyun özelleştirilmesi” ile ilgili genel bir eğilim belirmiş, bunun arkasında “Dünya Su Ailesi” olarak adlandırılan ve emperyalist Siyonist devletlerce desteklenen uluslararası su şirketleri devreye girmişti.
Dağlar, ovalar, yaylalar satılacak!
“Suyun özelleştirilmesi” su havzalarının özelleştirilmesi anlamına gelmekteydi. Su havzaları ise suyun toplandığı dağlar, ovalar ve yaylalar demekti.
2006 yılında Meksika’da suyun özelleştirilmesinin ardından, Meksika hem tarımsal sulamada, hem kullanım suyunda hem de sanayide sıkıntı çekmişti. Bu ülkede su fiyatları yüzde 300-400’lere varan artış göstermişti. Özelleştirme, su havzaları üzerindeki ulusal egemenliğin sona ermesi ve denetimin uluslararası yabancı şirketlerin eline geçmesi anlamına gelmekteydi.
AKP GAP’ı yabancılara açıyor
24 Şubat 2003 tarihinde AKP hükümeti ile Avrupa Birliği arasında yapılan anlaşmanın içeriği: “Avrupa Birliği ile Türkiye arasında oluşturulan bir konsorsiyum ile GAP’ın kültürel mirasını geliştirme, sosyo-ekonomik alanlarda projeleri ortak oluşturma” idi. Bunun, GAP’ı AB’ye vermek anlamına geldiği kesindi. 2008 yılı GAP eylem planı içinde, “GAP’a Yabancı Sermaye Çekme Dairesi” kurulması, burayı yabancılara verme kararının bir ifadesiydi.
Fırat ve Dicle meselesi
Batılı ülkelerin Fırat ve Dicle’ye ilgisi 1921 yılına kadar gitmekteydi. Fransa, Kurtuluş Savaşı sırasında 1921’de yapılan Ankara Anlaşmasında, Fırat ve Dicle’yi pazarlık konusu yapmak istemişti. Ancak Mustafa Kemal buna kesinlikle izin vermemişti. 1923’teki Lozan Anlaşmasında da Avrupalılar Fırat ve Dicle’nin, kendilerinin de içinde yer alacağı bir konsorsiyuma devredilmesini istemişlerdi. Son yıllarda yeniden ve bu kez Avrupa Birliği, Fırat ve Dicle’nin uluslararası bir konsorsiyuma devredilmesini Türkiye’ye dayatmaya girişmişti.
Sonuç: Su havzaları ve su satılamaz!
Suyun ticarileştirilmesi ve su havzalarının özelleştirilmesi AKP’nin programında yer almaktadır. Suyun meta haline dönüştürülmesi ve yabancı tekellere peşkeş çekilmesi için, AKP tarafından tüm yasal alt yapı hazırlanmıştır. Su forumunun, dünya tekeli üç yabancı İsrail kökenli firma tarafından organize edildiği unutulmamalıdır. Forumda su kaynaklarının yönetiminin halka açılması kararlaştırılmıştır. Bunun anlamı, suyun yönetiminin DSİ’den alınıp, çokuluslu şirketlere aktarılmasıdır. Sularımızın yönetiminin kesinlikle devletin denetiminde olması ve kimseyle paylaşılmaması hayati bir önem taşımaktadır.
[1] Ece Temelkuran / Milliyet
CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DEVLET VE HÜKÜMET YETKİLİLERİNİN VE DİĞER İLGİLİLERİN DİKKATİNE!..
ERDOĞAN’IN ASİLTÜRK ZİYARETİNİN PERDE ARKASI
YENİDEN REFAHÇI HADSİZE YANIT
Ey Nurcu Geçinen; YENİ ASYA’CI MÜNAFIK!
12 Yıl Öncesinden; Nisan 2012’de Milli Çözüm Dergimizde Yayımlanan Yazı: George Friedman’a Göre; ABD ve İsrail…
BU OPERASYONDA HEDEF: TÜRKİYE’DİR… 7 Ekim sabahı Aksa Tufanı başladığında, bütün dünya şaşkınlığa kapılmıştı. Ama…
SİYONİZM İN HİZMETKARLARI Bizden görünüp bize hainlik yapanlar artık yolun sonuna gelmisti ve son kullanma…
Normalleşme sürecinde İsrailli yetkililerle görüşmelerinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan, "İsrail Cumhurbaşkanı Sayın Herzog'u mart ayında biliyorsunuz Külliye'de…
"Müminin ferasetinden sakınınız;çünkü o Allah'ın Nuruyla bakar " Hadis-i Şerif "...Ona sözlerin (ve düşlerin) yorumundan (olan bir bilgiyi) öğrettik.…
Yerel seçimlerin iktidar için büyük bir hezimet olduğu gerçeğini gizlemek için bazı yandaş kitleler bu…
Hamas urbanın hakkıçün Şehit kurbanın hakkıçün Ferman Kur'an'ın hakkıçün Gayrı ciğer kanar oldu... At izinin…
Rahmet Sen'den,medet Sen'den Hidayet isti-kamet Sen'den Nefs elinde,bıktım benden Merhametin,melhem oldu!.. Hak Davan hep, devam…
Oy verdiniz kendine Aldanıp ta bendine Sen yandın sen derdine Bak düştüğün hallere. Az çalıyor…
İtikadi münafıkların ve siyonist timsahın gövdesi olan işbirlikçi takımının sonu gelmiş, kutlu ve şen baharların…