YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
662160b768524
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 3 0
Bugün : 24160
Dün : 32103
Bu ay : 449195
Geçen ay : 453014
Toplam : 23228159
IP'niz : 18.224.68.109

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

ABD'ye Türkiye'ye Müdahale Çağrısı Yapılıyor!

Amerikan Dergisi Newsweek, AK Parti'ye açılan kapatma davasını "yargı darbesi' olarak görüyor ve 'ABD müdahale etmeli' diyor.

AKP hakkındaki kapatma davası, ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi ve şu an The Century Foundation adlı düşünce kuruluşunda görev yapan Morton Abramowitz ile Türkiye Uzmanı Akademisyen Dr. Henry Barkey ikilisinin yazdığı, "Türkiye'de yargı darbesi" ve Owen Matthews ile Sami Kohen'in kaleme aldığı, "Yargıçların saldırısı" başlıklı yorum yazılarıyla değerlendiriliyor.

İşte bu iki yorum yazısından satır başları:

Yargıçlarımız saldırganmış!.

Türkiye'de iddianame için yargı darbesi yorumu yapılıyor. Ancak daha önceki darbelerden farklı olarak ordu bu kez suskun. Katı laik devleti savunma görevini yargı üstlendi. Temelde sorun Türkiye'yi kimin yöneteceği. Atatürk'ün prensiplerine fanatiklik derecesinde bağlı olan eski Cumhuriyetçi elit mi, yoksa hem Türkiye'yi Avrupa'ya götürmek isteyen hem de şüphesiz İslam'ı siyasetin içine yerleştirmek isteyen demokratik olarak seçilmiş AKP mi?

Eski cumhuriyetçiler istikrarı bile bozmaya hazırmış!..

Eski cumhuriyetçi elitler misyonlarının insanları kendilerinden kurtarmak olduğunu düşünüyor. Ve kendi üstünlüklerini korumak için her şeyi yapmaya hazırlar. Buna Türkiye'nin ekonomik istikrarını bozmak, Türkiye'nin batılı müttefiklerini uzaklaştırmak da dahil.

Askerler Yalçınkaya'ya destek çıkmış!

Şimdi Erdoğan, Anayasa Mahkemesi'nin siyasi partileri yasaklama yetkilerini kaldıran önlemler ile Avrupa Birliği'nce uzun bir süreden beri talep edilen reformları bir araya getiren bir çeşit 'alakart' reform paketini hazırlıyor. Paket 301. maddenin kaldırılması, Kürtçe yayın gibi konuları da kapsayacak. Çatışmada en önemli kart aslında ultra laiklerin en güçlüsü olan ordu… Şimdiye kadar en üst düzey generaller sessiz kaldı ancak geçmişte gösterdikleri eğilime bir kılavuz olarak alınırsa büyük bir olasılıkla Yalçınkaya'nın iddianamesini destekliyorlar. Ancak askerler, kendi popülaritesini korumaya özen gösteriyor.[1]

İsrail, Tarihinin En Büyük Tatbikatını Gerçekleştiriyor

İran'a yönelik askeri operasyonun konuşulduğu bir dönemde İsrail'in, ülke tarihinin en büyüğü olarak nitelendiren savunma tatbikatına başlaması, bölge ülkelerinde endişeyle karşılanıyor.

İsrail Başbakanı Ehud Olmert, yapılan sivil savunma tatbikatının Suriye ve Lübnan için tehdit olmadığını söylüyor.

İsrail'de düzenlenen beş günlük sivil savunma tatbikatının 'kamuoyuna açıklanan' amacı, ülkeyi terörist saldırılara, savaşa ve doğal afetlere hazırlamak. Okul, hastane ve hükümet binalarını kapsayan tatbikatta nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlarla saldırılara karşı alınacak önlemler halka öğretiliyor.

Ancak tatbikatı, İsrail'in savaş hazırlığı yaptığı şeklinde yorumlayan komşu ülkeler Suriye ve Lübnan, ordularını alarma geçirdi. İsrail Başbakanı Ehud Olmert, komşu ülkelerin kaygılarını yatıştırmaya çalışıyor.

Dünya Üç Devrimi Birden Yaşıyor

Dünya, eşzamanlı yürüyen üç ayrı devrimle yepyeni bir sürece kayıyor.

1-         Avrupa'daki geleneksel devlet sistemi dönüşüyor. 2- Batı Medeniyetinin yani Siyonist ve masonik egemenliğin tarihsel kavramlarına yönelik İslamcı ve insancıl bir meydan okuma güçleniyor. 3- Uluslararası ilişkilerin odak noktası da Pasifik ve Hint Okyanusu'na kayıyor ve NATO değişiyor.

Bu sözleri, ABD eski Dış Bakanı Henry Kissinger söylüyor ve davam ediyor:

Çin-ABD ilişkisi belirleyici olacak:

Geçmişte güç dengesindeki bu tür değişimler savaşa yol açardı; tıpkı 19. asrın sonunda Almanya'nın yükselişiyle yaşandığı gibi. Bugün Çin'in yükselişi böyle bir rolü, daha telaşlandırıcı bir yorum eşliğinde üstleniyor. Çin-Amerika ilişkisinin kaçınılmaz olarak klasik jeopolitik ve rekabetçi unsurları içereceği doğru.

Bunlar görmezden gelinmemeli. Fakat dengeleyici unsurlar da söz konusu.

Ekonomik ve finansal küreselleşme, çevresel ve enerjiyle ilgili mecburiyetler ve modern silahların yıkıcı güçü… Bütün bunlar bilhassa Amerika'yla Çin arasında küresel işbirliğine yönelik büyük bir çaba gösterilmesini gerektiriyor. Hasmane bir ilişki her iki ülkeyi de Avrupa'nın iki dünya savaşının ardından düştüğü konuma getirir. Avrupa ülkeleri, güç uğruna birbiriyle çatışıp kendi kendini yıkarken, vardıkları yerde diğer toplumların o güce ulaştığına tanık olmuştu.

Daha önceki kuşakların hiçbiri dünyanın ayrı köşelerinde eş zamanlı olarak gerçekleşen farklı devrimlerle başa çıkmak zorunda kalmamıştı. Her derde deva tek bir ilacın peşine düşmek boşuna. Yegâne süper gücün geleneksel ulus-devletin kabiliyetlerinden yana olduğu, Avrupa'nın yarı yolda çakılıp kaldığı, Ortadoğu'nun ulus-devlet modeline uyum gösteremeyip din güdümlü bir devrimle yüz yüze olduğu ve Güney ve Doğu Asya ülkelerinin hâlâ güç dengesini esas aldığı bir dünyada, bu farklı bakış açılarını bağdaştırabilecek uluslararası düzenin niteliği nedir? Amerika'nınkiyle kıyaslanabilir bir egemenlik kavramını ve Asya'nınkine benzer bir stratejik güç dengesi esasını öne süren Rusya'nın rolü ne olmalı? Mevcut uluslararası örgütler bu meselenin altından kalkabilecek güçte mi? Amerika kendisi ve dünya toplumu için hangi gerçekçi hedefleri önüne koyabilir? Büyük ülkelerin içsel dönüşümü ulaşılabilir bir hedef midir? Uyum içinde hangi hedefler için gayret gösterilmelidir ve tek taraflı eyleme geçmeyi meşru kılacak olağanüstü koşullar nelerdir? Belli grupların manşetleri kapmak için çıkardığı yaygaralara odaklanmak yerine, işte böyle bir tartışma yürütmemiz gerekiyor" diyerek, Siyonist sömürü saltanatının yıkılışa yaklaştığını görüyor ve Çin'i yanlarına çekerek ecellerini uzatmayı düşünüyordu.

Brzezinski: ABD Tarihin En Zor Dönemine Yaklaşıyor! Diye Feryat Ediyor!

Eski ABD ulusal güvenlik danışmanı Zbigniew Brzezinski, kaleme aldığı makalede 'Irak bumerangı' ABD'ye döndü dedi. Brzezinski, Amerikan yönetimine ilginç bir teklifte de bulundu: Doğuya yaklaş, 'düşman'ınla görüş…

ABD'deki başkanlık seçiminin ana meselesi, adayların Irak'a bakışı. Savaş ulusal bir trajediye, ekonomik bir yıkıma, bölgesel bir felakete ve uluslararası imajı onarılmaz bir yara alan ABD için küresel bir bumeranga dönüştü. Yeni yönetimin Irak'taki savaşçı birlikleri çekmesi şart

İki Demokrat başkan aday adayı da, ABD'nin Irak'taki savaşçı misyonunu kendilerinin muhtemel başkanlığından 12-16 ay sonra bitirmesi gerektiğinde hemfikir. Cumhuriyetçi adaysa savaşı belki de 100 yıl boyunca, 'zafer'e dek devam ettirmekten söz etti. Dolayısıyla, bu seçim kampanyasının ana meselesi savaşın faziletleriyle, onu devam ettirmenin getiri ve götürülerine dair temel bir anlaşmazlık.

ABD'nin savaşçı görevinden sıyrılması gerektiği savı güçlü. Fakat bunun, görev süresi dolmak üzere olan Bush yönetiminin kasıtlı olarak başlattığı, demagojik bir biçimde meşrulaştırdığı ve kötü yönettiği bir savaşın bölgedeki istikrarsızlaştırıcı etkilerini hafifletecek türden kapsamlı siyasi ve diplomatik çabalarla dengelenmesi gerekir.

İran'ı da güçlendirdik

Demokratların savaşı bitirmeye, Cumhuriyetçilerinse sürdürmeye yönelik savları arasındaki zıtlık belirgin ve dramatik. Savaşa son vermeye yönelik sav, fahiş ve somut bedellere dayandırılırken, 'rotada kalma' savı bilinmeze dair yaratılan belirsiz korkulardan ve en kötü durum senaryolarından besleniyor. Bush'un ve Senatör John McCain'in bölgesel felaket tahminleri, ABD'nin Vietnam'daki süren varlığını meşrulaştırmak için kullanılan 'düşen domino taşları' öngörülerini hatırlatıyor. Ne başkan ne de McCain savaşa son vermenin felaket anlamına geleceğine dair gerçek kanıtlar sunuyor; fakat, felaket tellallığı savaşı uzatmayı kolaylaştırıyor.

Bununla birlikte, Amerikan halkına beş yıldan uzunca bir süre önce Bush'un Saddam Hüseyin'i devirme saplantısının 4 bin Amerikalının hayatına, neredeyse 30 bininin yaralanmasına ve birkaç trilyon dolara -ABD'nin dünya çapındaki inanılırlığı, meşruiyeti ve ahlaki duruşuna verilen ve kolayca ölçülemeyen hasar bir yana- değip değmeyeceği sorulsa, yanıt neredeyse kesinlikle net bir 'hayır' olurdu.

Fiyaskonun bedeli burada da bitmiyor. Savaş Ortadoğu ve Güney Asya'daki Amerikan karşıtı duyguları körüklerken, Irak toplumunu parçaladı ve İran'ın nüfuzunu artırdı. İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad'ın Bağdat ziyareti, Irak'ta ABD'nin yerleştirdiği hükümetin bile İran'ın etkisi altına girmeye başladığına bol bol kanıt sunuyor.

Kısacası, savaş ulusal bir trajediye, ekonomik bir yıkıma, bölgesel bir felakete ve ABD açısından küresel bir bumeranga dönüştü. Dolayısıyla, buna son vermek en yüksek öncelikli ulusal çıkar. ABD'nin savaşçı operasyonlarına son vermek askeri bir karardan daha fazlasını gerektirecek. Iraklı liderlerle, bir dış tehdit söz konusu olduğunda (örneğin İran'dan) acil yardım verilmesi için, bir ABD gücünün bırakılmasına yönelik düzenleme yapılması gerekecek; bu aynı zamanda, Irak güçlerine kalan Kaide unsurlarıyla savaşırken Amerikan desteği verilmesinin sürmesi için yollar bulunmasını gerektirecek.

Askeri ilişkileri koparma kararı ayrıca, potansiyel tehlikelere karşı koruma amaçlı tasarlanmış siyasi ve bölgesel girişimlerle birlikte alınmalı. Kararlarımızı Bağdat'taki Yeşil Bölge'de bulunmayanlar da dahil tüm Iraklı liderlerle kapsamlı biçimde tartışmalıyız ve Irak'ın İran dahil tüm komşularıyla da bölgesel istikrar üzerine görüşmeler yapmalıyız.

Çıkışımızın felaket anlamına geleceğine dair Cumhuriyetçi iddiaların tersine, muharebenin mantıklı bir biçimde kesilmesi aslında Irak'ı uzun dönemde daha istikrarlı hale getirecek. Şii-Sünni ilişkilerindeki çıkmaz, yıkıcı ABD işgalinin acı bir yan ürünü; işgal, Irak toplumunu parçalarken bile Iraklıları bağımlı hale getiriyor. Britanya sömürgeciliği dönemini fazlasıyla hatırlatan bu bağlamda, Irak'ta ne kadar uzun süre kalırsak, çeşitli rakip grupların ödün verme dürtüsü o kadar azalacak ve hiçbir şey yapmamak için daha fazla neden bulacaklar. Iraklı liderlerle ABD'nin gelecekteki ayrılışıyla ilgili girişilecek ciddi bir diyalog, onları bu uyuşukluk halinden çıkaracak biçimde sarsar.

ABD'nin savaş çabasına son vermek tabii ki bazı tehlikeler de taşıyor. Fakat bunlar, böylesine geç kalınmışken kaçınılmaz. Irak'ın bazı bölgeleri zaten kendi kendilerini yönetiyor; buna Kürdistan, Şii güneyin bir kısmı ve Sünni merkezdeki bazı aşiret bölgeleri dahil. ABD'nin askeri ilişkileri kesmesi, Iraklılar arasındaki kendi bölgelerini daha etkin biçimde yönetme yarışını kızıştırır; bu da, halk arasındaki ihtilafların bir süreliğine şiddetlenmesine yol açabilir. Fakat bu tehlike, uzun süredir devam eden Amerikan işgalinin kaçınılmaz sonucu. İşgal ne kadar sürerse, yaşayabilir bir Irak devletinin ortaya çıkması da o kadar zorlaşır.

Irak'taki Amerikan karşıtı direnişin çoğunlukla Kaide'den esinlenmediğini teslim etmek de önemli. Yerel cihatçı gruplar, ancak kendilerini nefret edilen yabancı bir işgalciye karşı savaşla birlikte tanımladıklarında güç kazandı. İşgal biterken ve Iraklılar iç güvenlik konusunda sorumluluk alırken, Irak'taki Kaide tecrit edilecek ve varlığını sürdürmekte zorluk çekecek. Dolayısıyla işgalin sonlandırılması, Kaide'ye karşı savaş açısından rahatlama sağlayacak; sadece Kaide'nin Irak'ta belirmesini hızlandırmakla kalmayıp, ABD'nin dikkatini Kaide tehdidinin başta büyüdüğü ve varlığını sürdürmeye devam ettiği Afganistan'dan başka yere çeken, yanlış yola sapmış bu maceraya son verecek.

Komşularla görüşmemiz gerekiyor!

Siyonisr Brezinski şöyle devam ediyor:

ABD'nin askeri çabalarını sonlandırmak ayrıca, Irak'ın tüm komşularına yönelik geniş kapsamlı bir Amerikan girişimini de kolaylaştırır. Bazıları, ABD işgali belirsiz bir süre boyunca sürdürmeye kararlı göründükçe tartışmaya girmeye isteksiz kalacak. Bu nedenle, önümüzdeki yıl bir noktada, askeri ilişkileri kesme kararı ilan edildikten sonra, bölgesel istikrar, sınır kontrolü ve diğer güvenlik düzenlemelerinin yanı sıra ekonomik kalkınmayı teşvik etmek için bölgesel bir konferans toplanmalı. Bunların tümü, ABD'nin askeri ilişkileri kesmesiyle bağlantılı olan kaçınılmaz tehlikeleri hafifletmeye yardımcı olur.

Irak'ın tüm komşuları -farklı nedenlerden dolayı- buradan yayılan yoğun etnik ve dini ihtilaflar karşısında zayıf olduğu için, böyle bir konferansla muhtemelen ilgilenir. Mısır, Fas veya Cezayir gibi daha uzaktaki Arap devletleri de katılabilir ve bazıları, yabancı işgalinden özgürleştikten sonra Irak'a barış gücü yollamaya istek duyabilir. Dahası, Irak'ın kendini toparlaması ve özellikle de 2 milyondan fazla Iraklı mülteciye ev sahipliği yapan Ürdün ve Suriye'nin yükünü azaltmak için 'bölgesel bir rehabilitasyon programı'nı ele almalıyız.

Son yılların hatalarını düzeltmeyi amaçlayan kapsamlı bir Amerikan statejisinin nihai hedefi, Ortadoğu'yu alevlendirmek yerine yatıştırmak olmalı. Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra ortaya çıkan ve Bush yönetimindeki bağnazların çığırtkanlığını yaptığı 'tek kutuplu an', güç, askeri tehdit ve işgalin demokrasi maskesi altında tek taraflı kullanıldığı bir siyaset yaratmak için boşa harcandı; bunların hepsi gerilimleri amaçsızca artırdı, sömürgecilik karşıtı kızgınlığı ateşledi ve dini fanatizmi doğurdu. Ortadoğu'nun uzun vadedeki istikrarı giderek büyüyen bir tehlike altına atıldı.

Tahran'la uzlaşmamız hayati önem taşıyor!

Ve Brezinski baklayı ağzından çıkarıyor:

Savaşı durdurmak, Ortadoğu'yu sakinleştirmek için atılması gereken ilk adım, fakat başka önlemler de lazımdır. İran'la hem bölgesel güvenlik hem de ortaya koyduğu nükleer meydan okumaya dair ciddi müzakereler ABD'nin çıkarınadır. İran üzerinde güç kullanmaya yönelik tehditler de, İran milliyetçiliğini dini fanatizmle kaynaştırdıkları için yapıcı değil, yıkıcıdır.

Fena halde duraksayan İsrail-Filistin barış sürecinde gerçek ilerleme de, bölgenin dini ve milliyetçi tutkularını yatıştırmaya yardımcı olacaktır. Fakat böyle bir ilerlemenin gerçekleşmesi, tarihi bir uzlaşma için gereken karşılıklı ödünleri vermeye başlamaları konusunda ABD'nin iki tarafa da gayretle yardım etmesini gerektiriyor. İsrail-Filistin barışı, daha fazla bölgesel istikrara doğru atılmış dev bir adım oluşturur ve hem İsraillilerin hem de Filistinlilerin Ortadoğu'nun büyüyen servetinden nihayet yararlanmasının önünü açacaktır.

Bu savaşa düşünmeden başladık, ama bağlantımızı sorumlu biçimde sonlandırmalıyız. Ve, savaşa son vermemiz gerektiği kesinlik kazanmıştır. Bunun alternatifi, savaşı ABD'nin tarihi zarar görmesi pahasına ebediyen sürdüren, korkunun yönlendirdiği bir siyaset felci olacaktır."

NATO Zirvesinin Gizli Galibi Türkiye'dir

Bükreş'te sona eren NATO zirvesi, aynı zamanda bir "Rusya zirvesi" oldu. Rusya bu zirvede Avrupa üzerindeki doğalgaz tekelini bir siyasi kaldıraç olarak perde gerisinde başarıyla kullandı ve NATO'nun Ukrayna ile Gürcistan'a üyelik kapısını açmasını engelledi.

Kızılordu değil, doğalgaz

Rusya doğalgazı, hem fiyatlandırmada hem de çıkarmada bir politik silah olarak kullanıyor. "Eskiden caydırıcılığını borçlu olduğu Kızılordu'nun yerini şimdi doğalgaz aldı" dersek abartmış olmayız. İşte bu Rusya'nın doğalgazına muhtaç olan Fransa, Almanya, İtalya, İspanya ve Benelux ülkeleri, Rus gazabından çekindiler ve bu iki eski Sovyet cumhuriyetine, ABD'nin bu yöndeki bütün gayretlerine rağmen, yeşil ışık yakmadılar. Rus doğalgazının siyasi basıncı NATO'da küçük de olsa bir çatlak meydana getirdi.

Dolayısıyla zirve, şu çarpıcı gerçeği yalın biçimde ortaya koymuştur: Batı, Rusya'nın Avrupa üzerindeki doğalgaz tekeli kırılmadığı sürece, Avrasya jeopolitiğinde arzuladığı hedeflere ulaşmakta zorlanacak, zaman kaybedecek.

Enerji yollarının geçtiği ülkelerin güvence ve istikrar altına alınması, Batı'nın hedefleri arasında yer alıyor. Ukrayna ve Gürcistan'ın NATO'ya üye olması bu yüzden de önemli.

Nabucco mesajı

Bükreş zirvesinden Batı'ya giden en kritik mesaj, Rusya'nın enerji tekelini zaman yitirmeden sona erdirmenin bir mecburiyet olduğudur. Mesaj alınır ve iyi okunursa, buna verilecek ilk reaksiyon, önce Orta Asya, ve belki ileride Ortadoğu doğalgazını Avrupa'ya ulaştırarak Rus tekelini kırması hedeflenen Nabucco doğalgaz boru hattı projesinin bir an önce hızlandırılmasından başka bir şey olamaz.

Bükreş'ten Nabucco mesajı çıktığı içindir ki bu yazının başlığında "NATO zirvesinin gizli galibi Türkiye'dir" yazıyor. Çünkü Nabucco Türkiye'den geçecek. Projenin en değerli arsası Türkiye'dir.

Bükreş zirvesi Türkiye'nin potansiyel önemini çok artırmıştır. Türkiye'yi "zirvenin gizli galibi" yapan da budur.

Pazarlığı abartmamalı

Bugün ise Nabucco projesine ivme kazandırılacağını tahmin etmek için falcı olmak gerekmiyor. Jeopolitik önemi arttığından Batı'nın bu proje için artık daha fazla siyasi enerji harcaması beklenmelidir.

Türkiye'nin yapacağı en büyük yanlış, herhalde pazarlık gücünün arttığı gerçeğinden hareketle bu projedeki kilit pozisyonunu Avrupa'daki Türkiye karşıtı bazı çevrelere ders vermek için bir silah olarak kullanması olur. İş Batı için bu kadar ciddiyete binmişken onların da Türkiye'ye karşı gerektiğinde kullanabileceği güçlü misilleme imkânlarına sahip olduğu unutulmamalı.

Bükreş zirvesinde Türkiye'nin önünde açılan perspektifler değerlendirilecekse, olumsuz değil, yapıcı bir yaklaşımla değerlendirilmeli, bu yaklaşım Türkiye'nin AB sürecini desteklemeye hizmet etmelidir.

Tabii, iktidar partisinin kendisini 22 Temmuz seçimlerinden sonra içine düşürdüğü durum Türkiye için bir şanssızlıktır. Kapatma davası ile sakatlanmış, bekâ derdine düşmüş bir partinin başında olduğu hükümetin Nabucco fırsatlarını ne kadar göreceği ve bunlarla ne derece ilgileneceği belirsizdir.

Ancak NATO'nun Bükreş zirvesinin asıl galibinin, Milli Türkiye olduğu hep gizli kalacak!

 

 

 

 

 


[1] 07.04.2008 / İnternethaber.com

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Selman YÜCEL

Selman YÜCEL

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx