YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
660534089a406
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 5 8 7
Bugün : 8918
Dün : 25541
Bu ay : 387575
Geçen ay : 338123
Toplam : 22713525
IP'niz : 3.238.228.191

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Amerika’daki Time Warner isimli Yahudi şirketinin sahibi olduğu TNT’nin milyon dolarlar ödeyip halkımıza “milli ve manevi hizmet(!)” olarak izlettiği KURTLAR VADİSİ dizisinin, kafalara:

1- “ABD Yahudi Lobilerinin değil, İsrail ABD’nin güdümündedir. Yani stratejik müttefikimiz Amerika, Siyonist projelerin ve Ortadoğu’daki cinayetlerin sorumlusu değildir” yalanını kazımak

2- Toplumun İsrail’e ve Batılı güçlere yönelik haklı tepkisini, Polat Alemdar’ın ucuz kahramanlıklarıyla törpüleyip yürekleri soğutmak” olduğu iyice sırıtıyordu. Oysa Cumhuriyet tarihi boyunca Ankara’ya gönderilen bütün ABD büyükelçilerinin özellikle Yahudilerden seçildiğini, Kurtlar Vadisinin kuzuları, herhalde bilmiyordu?

3- Bir yandan “Asrın davası ve AKP’nin kahramanlığı” diye reklâm edilen Ergenekon balonuna hava üfleyip güya “faili meçhul cinayetlerin ve milli iradeye yönelik cunta faaliyetlerinin üzerine gidildiğini ve generallerin bile hizaya sokulup hesaba çekildiğini” söyleyip avunan aveller, acaba

a) Kurtlar Vadisinde kahramanlaştırılan ve Milli Derin Devletçe kullanıldığı imajı oluşturulan “Kara” kılıflı “YEŞİL”e nasıl ve neden sahip çıkılıyordu?

b) Aynı dizide Polat’ın ve şebekesinin yüzlerce faili meçhul cinayetleri niçin meşrulaştırılıyordu?

Vadi’deki tuhaf işler kafa karıştırıcıydı!

Bu aralar bir şifacı Meryem Ana modası vardı.

Ben ilk kez, 8 Aralık’ da “yazete.com” diye bir site’de rastlamıştım. Site Pana Film ve Reklamcılık’a aitti. Yani Kurtlar Vadisi’nin şirketi. Zaten yazete.com’un genel yayın yönetmeni de, Vadi’nin Deli Hüsnü’sü, Adnan Erdoğan’dı.

Site’de ilginç bir haber yer almaktaydı:

“Meryem Ana Şifa Veriyor!” diye yazmakta ve reklamını yapmaktaydı.

Meryem Ana dedikleri; Ukraynalı fizyoterapist Mari adında bir kadındı. Kendisini ilk keşfeden Koreli yaşlı bir Usta imiş. Bu Usta, Ukraynalı Mari’nin çok güçlü olduğunu fark etmiş ve ona bazı tedavi yöntemleri öğretmiş.

O’da 19 yıldır Türkiye’de Meryem Ana olarak şifa dağıtıyormuş.

Yazete.com’daki röportajdan anlıyoruz ki; Meryem Ana’nın şifa veremediği bir şey yokmuş. Akciğer problemleri, tansiyon, boyun ağrısı, görme bozuklukları, iktidarsızlık, kısırlık, prostat, sinirlilik, şeker… Her şeyi iyileştiriyormuş.

Benim asıl takıldığım; milliyetçi ve muhafazakâr hassasiyetleri ile bildiğimiz Vadi ekibinin; bu haberi “Meryem Ana Şifa Veriyor” gibi tartışılacak bir başlıkla vermesiydi!

“Ukraynalı Mari” ya da “Fizyoterapist Meryem” dense hiç problem değildi”[1]

Yoksa Kurtlar Vadisinin sitesinde ve Dinlararası Diyalog çerçevesinde, Batıl Meryem Ana reklamı ve Hıristiyanlık propagandası mı yapılıyordu?

Ömer Adıyaman’ın şu haklı ve anlamlı sorusu hala yanıt bekliyordu:

Kurtlar Vadisi’nin senaryosunu kim yazıyordu?

Yıllardır, büyük bir hayran kitlesine sahip olan Kurtlar Vadisi’nin her bölümü, Türkiye’de farklı bir skandalı beraberinde getiriyordu. Ancak, derin bir senaryo ile her hafta farklı stratejik bir konuyu işleyen bu dizinin gerçek senaristleri hala bilinmiyordu.

Bu dizi kimlere mesaj veriyordu? Kimlere hizmet ediyordu?

Kurtlar Vadisi esrarengiz bir şekilde ölen MİT’çi Kâşif Kozinoğlu’nu, keramet gösterip(!) daha önceden dizide öldürtüyordu. Ölen MİT’çi Kozinoğlu’nun simülasyonu Kazım Kaşifoğlu adında bir karaktere benzetiliyor ve bu karakteri “Yeşil”in simülasyonu olan “Kara” adlı bir karaktere öldürtülüyordu.

Bundan 7 yıl önce de Kâşif Kozinoğlu, Kurtlar Vadisi ile ilgili, dönemin MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’un emriyle bir “Kurtlar Vadisi raporu” hazırlıyordu. Kurtlar Vadisi 2003-06 periyodunda hem sivil siyasetçiler, hem Kürtler ve dindar kesimleri, hem de MİT ve emniyetteki istihbarat görevlilerini “vatan haini” gibi gösterdiği ve sadece askerlerin “vatansever” olarak lanse edildiği saptanıyordu.

Bugün TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Ayhan S. Üstün, ‘Yeşil’ kod adlı Mahmut Yıldırım’ın sözleşmeli futbolcu gibi kullanıldığını ve hala yaşadığına inandığını söylüyordu.

Ayhan S. Üstün ayrıca: Yeşil’in Ergenekon tarafından kullanıldığına” dair birçok bilgi de veriyordu.

Öyle anlaşılıyor ki, Kurtlar Vadisi’nin TNT’de yayımlanan yeni bölümleri ABD tarafından senaryolaştırılıp, önümüze servis ediliyordu. Önce, bu dizi kullanılarak kamuoyunda bir alt yapı oluşturuluyor ve sonrasında ise dengeler düzeltilmeye çalışılıyordu. Ve zaten TNT gibi bir kanalın milyon dolarlar verip, Kurtlar Vadisi dizisini yayımlatması kafa karıştırmaya yetiyordu. Çünkü TNT, Amerika Birleşik Devletlerinde genel merkezi bulunan Time Warner isimli Yahudi bir şirketin kanalıydı. Bu şirketin ofisi New York’da One Time Warner Center olarak geçiyordu.

Artık şunu netlikle söyleyebiliriz ki, Kurtlar Vadisi isimli dizi ABD tarafından senaryosu hazırlanıp, Türkiye’nin dış politikası, derin yapılanması, istihbarat kurumları arasındaki çatışmalar ve Türkiye ile ilgili birçok yeni projenin Türk halkına açık bir şekilde ABD tarafından enjekte ediliyordu. Yani Kurtlar Vadisi, bir Amerikan Vadisi oluyordu.

Dizinin önceki bölümlerinde, Polat alemdar, ihtiyarların başına verdiği yanıtta:

“Türkiye, Suriye ve Irak’a girse de mahvolacak, girmese de mahvolacak!” sözleriyle

“Eh, her iki halde de mahvolacağına göre, en iyisi Suriye’ye girsin” kanaatini oluşturuyordu.

Polat’ın ihtiyara:

1- Suriye’ye askeri müdahaleden çekinmemeliyiz

2- Gerekirse Irak’a da girmeliyiz

3- Bunun için Arap Birliğinin desteğini temin etmeliyiz

4- Irak’a girmezsek, Şiiler ve Sünniler birleşip Kürtleri ezebilir

5- Suriye’de ise, Nuseyri ailelerin geleceğini ve güvenliğini garanti edip iktidardan düşürmeliyiz”

diyordu. “Peki, o halde, niçin Suriye’ye Türk askeri sokuluyor ve ABD’ye taşeronluk yapılıyordu?” Sorusu ise nedense yanıtsız bırakılıyordu.

Kurtlar Vadisi: “ABD ile İsrail’in çıkarları çatışıyor, AKP Türkiye‘si ise ABD tarafında yer alıp, Ortadoğu’da milli politikasını yürütüyor” palavrasını yutturmaya çalışıyordu. Ve tabi bu safsataya kargalar bile gülüyordu.

PKK, İsrail’in ve ABD’nin taşeronluğunu yapıyordu!

Terör örgütünün kanlı eylemlerinin arkasında İran ve Suriye’nin olabileceğini iddia edenlere; “Neden İsrail’den hiç söz etmiyorsunuz?” diye soruşumuz İsrail’e karşı peşin hüküm içinde olduğumuzu kanıtlamazdı. Ama geçmişten bildiklerimiz vardı!

Türkiye’nin başı bir ara da Ermeni terör örgütleri ile sıkıntılıydı. Ermeni terör örgütleri yurt dışındaki temsilcilerimize yönelik suikastlar düzenliyorlardı!

Ve o günlerde Ankara’da bilgisayarla fal bakan bir Musevi vatandaş yakalanmıştı! Adamcağıza birçok suçlama yöneltilmişti ama O’nun bazı safları “bilgisayarla falınıza bakıyorum” diye kandırmaktan başka bir suçu yoktu! Emniyetteki sorgulaması sırasında görevliler ile sıkı bir dostluk kurmuştu! İşte bu Yahudi falcı:

“Ermeni terör örgütlerinin yabancı ülkelerdeki temsilcilerimize yönelik eylemlerinin artık sona ereceğini iddia ediyor ve bu iddiasını dönemin başbakanı Turgut Özal’ın Amerika’daki Yahudi cemaatleri ile yaptığı anlaşmaya bağlıyordu!”

Bu haberi ilk duyduğumuz da inanamamıştık! Ama sonra baktık adam ne dediyse aynen çıkmıştı. Evet, Ermeni terör örgütü artık eylem yapmamıştı! Yani, Yahudi Cemaatleri Başbakan Turgut Özal’a verdikleri sözü tutmuşlar ve Ermeni terörünün sona ermesini sağlamışlardı! Demek ki onları kışkırtan kendileri olmaktaydı.

Elbette babalarının hayrına yapmamışlardı ve kim bilir bu iyilikleri (!) karşısında, Turgut Özal’dan ne koparmışlardı? Bugün PKK’nın arkasında bunlar var diyerek İran ve Suriye’nin suçlanması ise bir hedef şaşırtmadır ve İsrail, ABD ve AB saklanıp aklanmaya çalışılmaktadır.

Neden TÜSİAD Suriye’ye düşmanlık güdüyordu?

Amerika Büyük Ortadoğu Projesiyle, Batı Asya’da belirlediği çıkarlarını sürdürmek ve geliştirmek istiyordu. Bu konudan, sağır sultanın bile haberi ve bilgisi olduğu biliniyordu. Askeri, istihbari, ekonomik, dini ve kültürel alanları kapsayan bu faaliyetlerin son hedefinin de, Suriye olduğunu bilmeyen yoktu. ABD, AB ve İsrail Suriye’nin ürettiği (petrol) ürünlerinin pazarlarını tıkamak için bankacılık ve ticari ortamı Suriye’ye kapatmak istiyordu. Bu durum Suriye halkının yaşamını zorlayacağı için kendi devletine düşmanlaşmasını getiriyordu.

Askeri olarak ta, uçuşa yasak bölge ilan ederek, tıpkı Irak’ta Kürt Bölgesini Saddam’a kapattığı gibi Suriye’de iki veya üç farklı bölge oluşturmayı amaçlıyordu. Askeri baskı ve müdahale etme ihtimalini sürekli canlı tutarak, Suriye’deki muhalefetin örgütlenmesi için psikolojik ortam hazırlıyor ve muhalefete sürekli cesaret kazandırıyordu. Bu sürece paralel olarak, Türkiye’de eğitip Suriye’ye soktuğu ajanlarla silahlı kalkışmayı daha bir üst düzeye taşıdığı konuşuluyordu ve bütün televizyonlarda yaygara yapıp, dünya kamuoyunu Esad’a karşı kışkırtıyordu.

Son aşamada da, NATO adına Türk askerlerini Suriye’ye sokarak Esad’ı emperyalist ganimet gibi linç edip yutmaya çalışıyordu.

Konuya Amerika’nın Türkiye’deki müttefikleri açısından bakarsak:

TÜSİAD’ın üyelerinin çoğu ya Yahudi ortaklıdır, ya da bizzat Yahudi’dir. Tabi ki İsrail’e her türlü desteği vermek isteyeceklerdir. Suriye’nin parçalanması İsrail’in güvenliği için çok önemlidir.

TÜSİAD sadece ekonomik çıkarları olanların bir örgütü değildir. Aynı zamanda, iletişim dünyasının da sahibidir. Bilim ve kültürel dünyanın entelektüelleri ile işbirliği içindedir. Onları emirlerinde hizmet ettirir.

Bu sözde bilim adamları, sanki bilim adına fetva veriyormuş gibi, TÜSİAD’a raporlar döşemektedir. TÜSİAD da bu raporlarla strateji oluşturarak siyasileri yönlendirir. Ancak sadece siyasilerin yönlendirilmiş olması yeterli değildir. Kanaat önderlerinin hatta Kurtlar Vadisi gibi dizilerin de, yönlendirilmesi ve dönüştürülmesi gerekmektedir. Kanaat öderleri genellikle bu tür kaynaklardan beslendiklerinden, henüz kendileri bir kanata varmadan, bunlar hemen onların kulağına nasıl düşünmeleri gerektiği söylenmektedir. Türk halkının yönlendirilmesi ve dönüştürülmesi, bu kanaat önderleri vasıtası ile sürdürülmektedir.

Bunların dünyasında Türkiye, onların ithal ettikleri ürün ve doların pazarlandığı yerdir.

Aydınlıkçılar kara kara düşünüyordu: İran’da evrim, İsrail’de yaratışçılık öğretiliyordu!

İsrail’de hem laikliği hem de dini öğretileri temel alan devlet okullarında evrim teorisini reddetme eğilimi güçleniyordu. Birçok İsrailli öğretmen, “öğrencilerin tepkisine yol açar” kaygısıyla seçmeli evrim dersini vermekten kaçınıyordu. İsrail’de Darwin ve evrim teorisi, zorunlu eğitimin bir parçası olarak kabul edilmiyordu.

Evet, Siyonist Yahudiler, Darwinizm safsatasıyla başka milletleri dini ve ahlaki değerlerden uzaklaştırıp yozlaştırırken, kendi ülkesinde yaratılış gerçeğini öğretiyor, ancak İsrail’in seçkin ve Efendi, diğerlerinin köle olduğu yalanını aşılıyordu.

Her 5 Yahudi öğrenciden 1’i “devlet dini” temelli okullarda okuyordu. Burada biyoloji dersinde, “yaratılış” ve “yaratıcı” anlatılıyordu. İnsan, “Tanrı’nın suretinde yaratılmış olarak” tarif ediliyordu.

İran’da ise devletin ders kitaplarının tamamı ilk sayfalarında “Bismillah” ile başlıyordu. Ancak bunun dışında ders kitapları dini ideolojiden bahsedilmiyordu.

İlköğretim 5. sınıf öğrencileri, genel bilim metinlerinde Kur’an’daki yaratılış görüşünü okumuyor, dünyada hayatın suda başlaması anlatılırken kutsal kitap yerine jeologlara atıfta bulunuluyordu.

Zorunlu eğitimin son yılı, 8. sınıfta ise evrim kuramı ciddi şekilde öğreniliyor. “Ortaokul bilim ders kitapları, sadece Darwin’in doğal seleksiyon ile ilgili gözlemlerini sunmakla kalmıyor, aynı zamanda Lamarck’ın hipotezlerine yönelik August Weissmann’ın genetik mutasyon fikirlerini de tarihsel bir bakışla sunuyor. Üstelik karşılaştırmalı embriyoloji ve yapısal homolojiler gibi, birçok evrim kanıtı da resimlerle gösteriliyor.”

Evrim kuramını öğrenme açısından, İranlı öğrencilerin, İsrailli akranlarından daha şanslı oldukları görülüyordu.

Aydınlıkçılar “Peki ya Türkiye?” diye sorup şöyle dert yanıyordu:

Hıristiyan, Yahudi veya Müslüman fark etmiyor; Siyasal ve toplumsal sistem gericileştikçe “yaratılışçılık” eğitimde esas alınıyor, Darwin ve evrim lanetleniyordu. Darwin’li kapak, TÜBİTAK yönetimi tarafından “sakıncalı” bulunuyor ve değiştiriliyordu. AKP iktidarı, Türkiye Bilimler Akademisi’ni (TÜBA) hükümet denetiminde bir organa dönüştürüyordu. Hayatın çeşitli alanlarında, giderek artan şekilde “imam desteğine” ihtiyaç duyuluyordu. Kemalist devrimin yarattığı aydınlanma, yerini yaratılışçılara bırakıyordu.”

Sahi bir de ulusalcı geçinen bu karanlık kafalılar, Allah’ın yaratmasından ve İslam’ın aydınlığından, niye böylesine korkuyor ve gocunuyordu?

Sn. Recep T. Erdoğan, sözde Ermeni soykırımını inkâr edenlere ceza veren yasayı Fransız Meclisinden geçiren Sarkozy’e “Büyük Fransız İhtilalinin prensiplerini çiğnediniz” anlamında sitem ediyor ve dolaylı olarak aydınlanmacı ulusalcılarla aynı Masonik inkılâba saygısını vurguluyordu. Oysa Fransa Büyük Mason Locası Başkanı Sarkozy’e gönderdiği 19 Ocak 2009 tarihli bir yazıda “Tavsiye edilen Masonların Bakanlığa atanmasına teşekkür anlamında, 1500 Locaya bağlı 43 bin Masonun, Fransa’nın dünya siyasetinde etkin rol oynaması için özel destek sağlayacaklarına söz veriyordu. Sarkozy ise cevabi mektubunda, özellikle Ortadoğu merkezli “demokratikleşme reformlarında Fransa’nın öncü rolü üstlenmesine destek istiyordu.[2]

Yani ey AKP’nin BOP çerçevesindeki demokratik dalaverelerine güya karşı çıkan Aydınlıkçı Ulusalcılar! Bu şeytani projeleri hazırlayan asıl merkez, sizin de tapındığınız ve İttihatçı Enver, Talat ve Cemal Paşalarınızın da maşalıklarını yaptığı, Darwinist ve sosyalist BÜYÜK MASON LOCALARI oluyordu.

Bilim ve Ütopya Dergisi’nin Ekim sayısı yine dopdolu. Kapak konusu, “İslam ve Kapitalizm”… Yazıdaki İran ve İsrail’le ilgili bilgileri, dergideki Elise K. Burton’un “Ortadoğu’da eğitimde evrim ve yaratışçılık” yazısından aktardık.

Abramowitz: “Türkiye, Kuzey Irak yönetimine güvence sağlayabilir” diyor ve ‘İkinci İsrail’ için garantörlük istiyordu!

Aydınlıkçı ulusalcıların, İslamcı diye sataştıkları Başbakan Erdoğan ile Barzani görüşmesinde, İkinci İsrail’in güvenliğinin ele alındığı belirleniyordu. “Garantörlük’ talebiyle güneydoğunun İkinci İsrail’e katılmasının yolu tartışılıyordu. Erdoğan’ı ilk keşfeden eski ABD Ankara Büyükelçisi Abramowitz, “Türkiye, Barzani yönetiminin ayakta kalmasına güvence sağlayabilir” diyordu.

Görüşmenin ayrıntıları, Aksiyon Dergisi’nde Haşim Söylemez imzasıyla yayımlanan haberde yer alıyordu. Yazıda, Erdoğan-Barzani görüşmesinde bundan sonraki süreci derinden etkileyecek kararlar alındığı ifade edilirken, Barzani’nin Erdoğan’dan Kürt açılımına devam etmesini istediği dile getiriliyordu.

Türkiye’ye garantörlük rolü veriliyordu!

Yazıda, Erdoğan-Barzani görüşmesiyle ilgili en dikkat çeken bölüm, Barzani’nin Türkiye’den garantörlük istediği bilgisiydi. Haşim Söylemez, yazısında bu konuda şu bilgileri veriyordu:

“Gözden kaçan ancak üzerinde durulması gereken en önemli konu, Barzani’nin Türkiye’den garantörlük, yani “Türkiye korumasında bir Kürt bölgesi talep etmesi” oldu. Türkiye, buna ‘garantörlük’ demek yerine, “ikili ilişkiler ve karşılıklı yardımlar” şeklinde olayın her zaman bir dostluk çerçevesinde anılması gerektiğinin altını çizdi. Kürtler, Amerika’nın Irak’tan çekilmesinden sonra bölgede yalnız kalmak istemiyor ve kendisine Amerika ile birlikte yakın komşusu olan Türkiye’nin hamilik yapmasını istiyor. Her zaman Irak’ın bütünlüğüne vurgu yapan Ankara, garantörlük gibi algılanabilecek bir hamleyle Bağdat’ın tepkisini çekmek istemiyor. Ancak ABD’nin çekilmesi sonrasında Kürtlerin kendilerini güvende hissetmeyecekleri de aşikâr.”

Barzani’nin Erdoğan’la görüşmesinde gündeme getirdiği taleplerin benzeri, eşzamanlı olarak Amerika’da da gündeme getiriliyordu. Tayyip Erdoğan’ın yükselişinde kilit rol oynayan Amerika’nın eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz, Washington merkezli Uluslararası ve Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin “Türkiye’nin Yeni Jeopolitikası” konulu panelinde konuşurken: “Irak’tan askerlerini çekme kararı alan Amerika için Türkiye’nin kritik roller üstlendiğini belirterek, Irak konusunda AKP iktidarına verilen rolü şöyle açıklıyor ve iki kritik görev tarifi yapıyordu. Bunlardan birincisi, Türkiye’nin Irak’ın kuzeyindeki Bölgesel Kürt Yönetimi’nin ayakta kalmasına yönelik güvence sağlaması. İkincisi ise İran’ın Irak’taki nüfuzunu kısıtlaması.

Aynı toplantıda konuşan Obama yönetimine yakın, kısa adı CSIS olan Uluslararası ve Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin Türkiye Projesi Direktörü Bülent Ali Rıza da: Türkiye’nin bölgede Amerika’nın yapamadığı ya da bulaşmak istemediği şeyleri yaptığına dikkat çekiyordu.

ABD’nin Kürt planı yürüyordu!

ABD, yıllardır kendisine bağlı bir Kürt devleti kurmak için çalışıyordu. 1986’da ABD Savunma Bakanı Yardımcısı William Taft, “Taft planı” diye anılan planı Türkiye’nin önüne koymuştu. Dönemin başbakanı Turgut Özal, bu plana sahip çıkıyordu. “Türkiye himayesinde Kürdistan” olarak geliştirilen plan, 1991 Körfez Savaşı öncesinde Amerika’ya destek karşılığında gündeme getiriliyordu.

Dönemin Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ ve Kara Kuvvetleri Komutanı Necdet Öztorun, başından beri Taft planına karşı çıkıyor, Özal, Amerika’nın da desteğiyle iki Necdet’i de tasfiye ediyordu.

Şimdi yeni aşamayı, İkinci İsrail’in Türkiye’ye doğru genişlemesi oluşturuyordu. Gül-Powell gizli anlaşmasında tanınan kukla devletin yaşamını sürdürebilmesi için iki şart koşuluyordu.

Birincisi Kuzey Irak Kürdistan’ının düzenli bir petrol gelirine sahip olması, ikincisi Yeni Kürdistan’ın İran, merkezi Irak ve Türkiye kuşatmasından kurtulması. Amerika bu iki sorunun çözümü için Türkiye’ye bastırıyordu. AKP’nin Kürt açılımı da bu nedenle gündeme getiriliyordu. ABD, bir taraftan Türkiye’yi kendi planlarına razı ederken ve Türk ordusunda planlarına karşı çıkanları tasfiye ederken, diğer yandan da “Büyük Kürdistan” çalışmasını sürdürüyordu. Erbil’de “dört parça tek çatı” diye formüle ettiği Büyük Kürdistan amaçlı ulusal Kürt konferansı için şartların olgunlaşmasını bekliyordu.

ABD Org. Hayri Kıvrıkoğlu’na nasıl bakıyordu?

27 Ağustos 2011’de Mehmet Ali Güler “AKP, Türk tarihini kimlere yazdırmaya kalkmış?” diye soruyor ve yanıtını bizzat AKP’nin ilk Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış’ın ağzından veriyordu:

“Talat’ın Cumhurbaşkanı olduğu dönemde ise karşılıklı anlaşma ile tarihin tarihçiler tarafından yeniden yazılmasına kararı alındı. Buna göre iki savaş arası dönem Bulgar bir tarihçi tarafından ve İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem ise Romanyalı bir tarihçi tarafından yazılacaktı.”

ABD-AB fonlu tarih kitapları

Meğer Yaşar Yakış’ın bahsettiği kitaplar ABD ve AB fonlarıyla dört cilt halinde yayımlanmış bulunuyordu.

1. Kitap: Osmanlı İmparatorluğu – Bogdan Murgescu ve Halil Bektay

2. Kitap: Güneydoğu Avrupa’da milletler ve devletler – Mirela Luminita Murgescu

3. Kitap: Balkan Savaşı – Valery Kolev ve Christina Koulouri

4. Kitap: İkinci Dünya Savaşı – Kresimir Erdelja

Kitaplar, belirtildiği gibi Bulgar ve Romen tarihçiler tarafından yazılıyordu. Yaşar Yakış’ın Halil Berktay’dan ne Türk olarak ne de tarihçi olarak hiç bahsetmemesi ise dikkat çekiyordu.

Kitaplar gizli ABD belgesinde

Şimdi sıra ABD’nin Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Hayri Kıvrıkoğlu’na nasıl baktığına geliyordu!

Wikileaks, 21 Şubat 2007 tarihli Lefkoşa çıkışlı bir ABD belgesi yayımlıyordu. Belge yukarıda belirttiğimiz kitaplara paralel olarak yazılan, her iki kesimin yeni tarih ders kitaplarıyla ilgiliydi.

ABD: “Kıvrıkoğlu milliyetçiliği körüklüyor” diyordu!

Belgede şimdiki Kara Kuvvetleri Komutanı olan dönemin Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanı Org. Hayri Kıvrıkoğlu’nun hem güneyin hem de kuzeyin kimi kurumlarının değerlendirmelerine tepki gösterdiği belirtiliyordu.

ABD’nin Lefkoşa Büyükelçiliği, Org. Kıvrıkoğlu’nu “milliyetçiliği körüklemekle” ve “Kıbrıs sorununa bütünlüklü bir çözüm bulmak için gereken yapıcı atmosferin oluşmasını engellemekle” suçluyordu.

ABD, Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı’nın, KKTC’nin Türkiye’nin bir parçasıymış gibi davrandığından yakınıyordu. ABD’ye göre Org. Kıvrıkoğlu tarih kitaplarının değiştirilmesine iki nedenle karşı çıkıyordu: Birincisi Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ı iğnelemek, ikincisi de KKTC’nin kalıcı olacağının mesajını vermek istiyordu!?

ABD görevlilerinin Washington’a raporladıkları en dikkat çeken saptamaları ise: “tarih kitaplarına karşı çıkan Org. Kıvrıkoğlu ile Rumların hedefinin ortak olduğu” yorumuydu. ABD’li görevlilere göre bu ortak hedef, Kıbrıs sorununa bütünlüklü çözümünü engelliyordu.

Ve işte bu Süper Güç ABD Yahudi Lobileri ve Türkiye’deki işbirlikçileri Org. Hayri Kıvrıkoğlu’nun KKK olmasına mani olamıyordu!

 



[1] Mustafa Yılmaz / Kulis Ankara / Milli Gazete

[2] Bak. 22 Aralık 2011 – TNT – Hayatın Şifrelerinde – Aytunç Altındal

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Ramazan YÜCEL

Ramazan YÜCEL

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx