YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
66053022d5006
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 5 8 7
Bugün : 8903
Dün : 25541
Bu ay : 387560
Geçen ay : 338123
Toplam : 22713510
IP'niz : 54.224.124.217

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Türkiye’yi; “iki milletli, iki resmi dilli (Diyarbakır ve Ankara gibi) iki yönetim merkezli” olarak, bugünkü Kuzey ve Güney Kıbrıs benzeri bir yapıya dönüştürmeyi amaçlayan açılım tezgâhlarının arkasında Siyonist Yahudi güdümlü ABD ve AB ülkelerinin yattığı, AKP ve BDP’nin de bunlara sadece taşeronluk yaptığı kesinleşmiştir. Bunun önündeki tek ciddi engelin ise TSK olduğu bilinmektedir. Öyleyse görevli ve emekli paşalar üzerinden TSK’nın yıpratılması için asimetrik bir savaşın başlatılması gerekliydi.

Kenan Evren’e niye kin güdülmekteydi?

 

Türkiye’de her fırsatta Kenan Evren Paşaya sataşıp hakaret etmek, yargılanmasını ve cezalandırılmasını istemek, hatta evinin tahliyesini ve emekli gelirinin kesilmesini önermek çok ucuz ve uyuz bir kahramanlık haline gelmişti. O ise “it ürür kervan yürür” cinsinden vakarını sürdürmekteydi. Solcusundan sağcısına, azınlığından İslamcısına herkesin ve her kesimin Kenan Evren’e sataşması acaba nedendi?. Görünüşte birbirlerine temelden farklı ve tamamen aykırı zannedilen ulusalcı komünistlerden, ılımlı İslamcı daha doğrusu din istismarcısı kapitalist AKP’lilere, CHP’lilerden MHP’lilere, hatta Numan Kurtulmuş bile Kenan Paşa’ya aynı ölçüde nefret beslemekteydi. Bizim bildiğimiz, Kenan Paşa’nın en büyük kabahati, Türkiye’yi bir iç savaşla parçalamanın ve komünist Rusya’nın uydusu yapılmanın eşiğinden kurtaran 12 Eylül harekâtını gerçekleştirirken önce Amerika’dan icazet ve destek alıp, daha sonra onları ters köşeye yatırıp Milli ve yerli gayretlere ve İsrail’i hizaya getirecek girişimlere yönelmesiydi. Biz “Ergenekoncuları da, Açılımcıları da; Kemalist komitacıları da, ılımlı İslamcıları da; hepsini aynı Siyonist odaklar kullanıp kışkırtıyor” derken anlatmak istediğimiz işte bu gerçeklerdi.

Demek ki Kenan Evren Paşa, haysiyetli, şahsiyetli ve Milli hassasiyetli birisiydi. Ve ona düşmanlık sergileyenler, kendi efendilerini ve kirli hedeflerini deşifre etmekteydi. Üstelik Kenan Evren paşa üzerinden bütünüyle TSK’yı yıpratma gayesi güdülmekteydi.

Amerika’ya kazık atıp kendi halkını kolladığı için Pervez Müşerref’te Pakistan’da hedef haline getirilmişti ve zaten Rahmetli Ziya ül Hak ta bu nedenle bir suikasta kurban edilmişti.

Gilani, “Müşerref’e yargı yolunu açabiliriz” demişti

Pakistan Başbakanı Yusuf Rıza Gilani, koalisyon ortaklarının destek vermesi durumunda eski devlet başkanı Pervez Müşerref’e yargı yolunu açmaya hazırlandıklarını söylemişti. Yusuf Rıza Gilani, katıldığı televizyon programında, bir yandan devletin kurumları arasında çatışma istemediğini belirterek, yargının, cumhurbaşkanı ve bakanların geçmişte işlediği suçlar nedeniyle yeniden yargılanması kararlarını eleştirirken, öte taraftan 1999 yılında askeri darbeyle iktidarı ele geçiren eski devlet başkanı Müşerref’in yargılanmasına engel olmak gerekçesiyle hükümeti suçlamaktan çekinmemişti.

Demokratik Açılım Ortaklığı Kurulan Lübnan’da ve Suriye’de Filistinlilere hamallık bile yasak edilmişti

Lübnan’da, mülteci kamplarında yaşam mücadelesi veren 400 bin Filistinlinin mevcut mevzuata göre hamallık yapmaları bile yasak hale getirilmişti. Sözde: ”Lübnan vatandaşlarının istihdam alanlarının daralmasının önüne geçmek” amacıyla bu ülkedeki Filistinlilerin tam 72 mesleği icra etmeleri mevzuatla kısıtlanmış vaziyetteydi. Birleşmiş Milletler (BM) verilerine göre, Lübnan’daki 12 resmi ve 19 gayri resmi mülteci kampında 400 bini aşkın Filistinli kelimenin tam anlamıyla sürünmekteydi. Mülteciler, Yahudilerin Filistin’i işgali ve terörist İsrail’in kurulmasıyla 1948’den bu yana peyderpey Lübnan’a gelip yerleştikleri için herhangi bir devletin vatandaşı değillerdi. Lübnan devleti, günlük işlemlerde kolaylık sağlaması açısından mavi renkli birer mülteci kartı çıkartarak Filistinlileri kayıt altına alıp sıkı kontrol etmekteydi. Mültecilerin kamplara girişleri ve devletle olan bazı ilişkilerini düzenleyen bu kartlar, konu ”meslek” olunca işlevsiz ve geçersizdi.

Bunun gibi Amerika’nın sözde demokratik açılım yaptığı Irak’ta her gün yüzlerce insan katledilmek, açlık ve sefalet hayatı çekilmez hale getirmekteydi.

Ergenekon saplantısı ve gerçeklerin saptırılması.

Şamanist putperestliği benimseyen, “Kavmiyetçilik” ruhunun Türkçü biçimdeki bir yansımasını, Ergenekon kılıfına sokan Siyonist ve Masonik merkezler; “Mezopotamya” ve “Zerdüştlük” soslu Kürtçülük tuzağını da Açılım diye yutturmaktadır. Bu sinsi ve seyirlik oyunları için taraftar bulmakta da hiç zorlanmamaktadır.

Ergenekon denen şu basit komedi oyunu gibi, dalgalar halinde günlerce yükselip alçalan bir gerilimle insanların bir oyuncağa çevrildiği, bir paranoyaya dönüştürülüverdiği gerçeği unutulmamalıdır. Bazen neredeyse bizim de kapıldığımız olmaktadır.

Bizler ta baştan beri bu oyunun dışındayız. Hem oyunu oynayanları, hem oynatanları, hem kapılıp figüran olarak kullanılanları hayıflanarak izliyoruz. Herkes kendisini bu oyuna öylesine kaptırmış ki, bazıları oyunun bir yerinde rol almak için can atmaktadır.

28 Şubat süreci bir paranoyaydı. Bu paranoyayı oynatan rejisörler, oyunun dozunun fazla kaçtığının farkına vardı. Yeni bir oyun oynanması lazımdı, Ergenekon sahneye çıkarıldı.[5]

Amerika’nın samanı (yani doları) ile beslenen Zaman Gazetesi, Ergenekon bahanesiyle haksız ve dayanaksız yapılan tutuklama ve karalamaları: “Bağımsız yargının tarafsız kararları ve AKP’nin kahramanlığı” diye överken aynı yargıdan bazı yaramaz ve yalaka yazarlara ceza çıkınca, bu sefer: “3 bin davayla gazetecilere sindirme operasyonu” diye hırlamaya başlamıştı!

“Taraf Gazetesi muhabiri Mehmet Baransu’nun Kafes Eylem Planı’nı yazdığı gerekçesiyle tutuklanması istenirken, Star Gazetesi yazarı Şamil Tayyar’a Ergenekon soruşturmasında yazdığı gerçekleri çarpıttığı kitabından dolayı ikinci kez ceza verilmesi Zamancıları kızdırmıştı.

Fetullahçılar anlaşılan basın ve düşünce özgürlüğünü sadece Amerikan uşaklarına reva görüyordu.

‘Kürt açılımı’ ve hıyanet alçaklığı

19. asırla 20. asrın ilk yıllarında Balkanlardaki kavimleri; yükselen milliyetçilik akımları, büyük güçlerin kışkırtmaları ve Osmanlı Devleti’nin zaafları sebebiyle etnik ve dinî temelde ayaklanıp bağımsızlıklarını kazanmışlardı. Bu süreçte Osmanlı Devleti’ne yapması dayatılan ve sonunda ayaklanan unsurların bağımsızlık kazanmasıyla sonuçlanan ıslahatlarla etnik temelli “Kürt açılımı” arasındaki benzer ve farklı noktalar incelenmeye değer diye ortaya konulmalıydı. Aynı kışkırtmalara ve hem Türkiye, hem de bölge belki bugünkünden çok daha zor ekonomik şartlar içinde bulunmasına rağmen Kürtleri etnik temelde bölücü ayaklanmalardan alıkoyan ve neticede Türkiye içinde Türklerle beraber kalmalarını sağlayan ana faktör İSLAM’DI!

Bugün bile Müslüman coğrafya, “Müslümanlar” olarak ötekileştiriliyor ve din, Batı’nın dış politikalarında önemli bir yer tutmaya devam ediyor. Bunun yanı sıra, belli merkezlerde Kürtlere etnik kimlik tanınması talep ve çalışmaları ile Kürtlerin İslâmsızlaştırılması çalışmalarının bir arada yürütülmesi, bu çalışmaların PKK terörü süresince devam etmesi, hem PKK’nın hem DTP’nin İslâm karşıtı hedefleri, meseleye “Kürt sorunu” adıyla etnik temelde yaklaşanların, İslâm’ın birleştiriciliğinden söz etmemeleri, kasıtlıydı ve şeytanlıktı.

Etnik temelli Türk milliyetçiliğinin empoze edilmesinin PKK terörüne bahane hazırlamada elbette her zaman etkileri vardır ve olacaktır. Fakat, 1923-1950 yılları arasında bölgede 16 ayaklanma çıkarken, 1950’den sonra bu ayaklanmaların durmasının ve PKK terörünün 12 Eylül askerî idare döneminde palazlanmasının sebepleri ve özellikle İsrail’in hayal ve hevesleri üzerinde durulmalıydı.

40 yıldır yapılan seçimlerde bölgede MSP, RP ve AK Parti’nin her zaman birinci veya ikinci parti olmasının ana sebebi, niye konuşulmaz araştırılmazdı?

“İstanbul’da, İzmir’de oturan Kürtler, pasaportla Diyarbakır’a, Hakkâri’ye gitmek ister mi?” diye sorulmaktadır. Pekâlâ, Kuzey Irak’taki Kürtler, 90 yıl önce pasaportla Hakkâri’ye, Diyarbakır’a gelmeye taraftar mıydı? Terörde Siyonizmin rolü niye hep atlanırdı? Türkiye, terörü kullanan hangi ülkeleri yanına çekmeyi başarmıştı? ABD’yi mi, AB’yi mi, İsrail’i mi? Yoksa mevcut Irak, bizim eserimiz mi? Kürt kimliğini tanırken, onu Türk kimliğiyle kaynaştıracak formülümüz nedir? Bugün, Güneydoğu Anadolu, Kürtler için Kuzey Irak’tan daha mı cazip veya Kuzey Irak’ın ya da bağımsız büyük bir Kürt devletinin daha cazip hale gelmeyeceğine hangi garantilerimiz var? Mahmur Kampı’ndakileri indirmeye çalışırken, Afganistan’ın Sovyet Rusya ile savaşına değişik Müslüman ülkelerden katılan “mücahit”lerden bazılarının bilahare beynelmilel terörde kullanılması niye hesaba katılmazdı?

26 yıl sonra terör, artık onu çıkartanların isteklerine uygun şekilde bizi müzakere masasına çekecek Noktaya ulaşmıştır. Açılımlar AKP’nin değil PKK’nın ve patronlarının planı ve başarısıdır.”[7]

Diyen Fetullahçı zağarlara hatırlatıp soralım:

Amerika’nın aziz misafiri Fetullah Gülen, Obama Hazretlerinden, niye Texas Açılımı istemiyordu?

ABD’nin PKK’sı ve Öcalan’ı!

“Texas Açılımı” niye yapılamazdı?

ABD’de Republic of Texas (Texas Cumhuriyeti) diye bir örgüt bilinmektedir. Lideri ise Richard McLaren adında birisidir.

Bütün dünya ve bizdeki Fetullahçılar; Kürt örgütlerini ve liderlerini ezbere sayarlar, ama Teksas ayrılıkçı hareketlerden hiç haberdar değildir.

Texas, ABD’nin güneyinde bir eyalettir. Türkiye’ye yakın büyüklükte toprağı vardır, nüfusu 24 milyona erişmiştir. Bunun yüzde 83’ü beyaz, yüzde 17’si siyahîdir.

ABD’nin en zengin eyaletlerindendir. Ülke petrolünün yüzde 40’ını Texas üretir. Hayvancılık ve tarımda oldukça ileridir.

Texas tarihi boyunca hep bağımsız olmak istemiştir. Bazen başarmıştır da; 1836 yılında, bağımsızlık savaşını vererek Meksika’dan ayrıldı. Ancak bu durum 9 yıl sürebildi. 1845’de ABD’nin istilasına uğradı.

ABD’nin ilhakı Texas’ı böldü. Bazıları federasyon içinde kalmayı desteklerken bir grup ise bağımsızlıktan yanaydı. Bu tartışmalar 150 yıldır sürüyor. Ayrılık fikri bazı yıllarda artıyor; gizli örgütler kuruluyor.

Son yıllarda Texas’ın bağımsızlığı için mücadele veren bir örgüt oldukça önemlidir:

Republic of Texas (Texas Cumhuriyeti)…

Lideri ise Richard McLaren’dir.

Texas halkının esir tutulduğu gibi tezlere sahip olan Republic of Texas 1995 yılında geçici bir hükümet teşkil edildi. Texas bağımsızlığının sembolü olan 1836 Anayasası’na bağlılıkları yinelendi.

Örgüt üyeleri hayli aktifti. Amerikan polisinin şiddet yanlısı tavırları karşısında mecburen silahlanıp dağa çıktılar! Kendileri için “Texas Cumhuriyeti’nin Askerleriyiz” sıfatını kullandılar. 1997 yılında Joe ve Margaret Ann Rowe isimli iki Amerikan vatandaşını esir aldılar; karşılığında ise hapisteki arkadaşlarının serbest bırakılmasını şart koştular.

İşte bizdeki açılımların tapındığı ve sığındığı ABD, böyle bir kalkışmaya “demokratik açılım”la karşılık vermedi. Çok sert güç kullanımıyla Texas Cumhuriyeti Askerleri’ni yakalayıp cezaevine tıktı. Örgüt militanlarının hepsi “bölücülükten” yargılandı ve çok ağır şartlardaki cezaevlerine yollandı.

Örgütün lideri Mc Laren ise tam, 99 yıl hapis cezasına çaptırıldı. Yardımcısı Robert Otto şanslıydı; 50 yıl hapis cezasıyla sıyırdı!

Mc Laren’in cezaevi koşulları

Texas Cumhuriyeti örgütü elebaşısı, militanları cezaevine atıldı ve sorun bitti sanmayınız.

Texas’ta bu yıl yapılan anketlerde Başkan Obama hükümetini üzecek sonuçlar çıktı: Texas halkının yüzde 35’i bağımsız Texas Cumhuriyeti’nde yaşamayı tercih ederken, bu oran Cumhuriyetçiler arasında yüzde 48’e kadar fırlamıştı.

Uzatmayalım… Türkiye’deki “Kürt Sorunu” gibi ABD’nin de bir “Texas Sorunu” vardı.

Gerek Ermeni gerekse Kürt açılımı konusunda çok talepkar olan ABD, kendi toprağındaki Texas Açılımı’na nedense hiç yanaşmamaktaydı!

Ve keşke Başbakan Erdoğan ABD’ye gitmişken, Mc Laren’in cezaevi koşullarına da bir baksaydı; Öcalan mı rahat, Mc Laren mi rahat, karşılaştırma olanağı bulacaktı!..[8]

Vahim olan ‘suikast’ iddiasından çok, Başbakanın bunu doğruymuş gibi yansıtmasıdır!

Açıkça söylüyoruz: İddia edildiği gibi özel kuvvetlere mensup subaylar, Bülent Arınç’a yönelik bir suikast timi kurmuş olsalar, aldıkları eğitim gereği, amaçlarına varmaları oldukça kolaydı ve böyle basit ve gülünç durumlara asla düşmeden bu işi başarırlardı. Yani, karar verirler ve yaparlardı. Ve emin olun, ellerinde tutup aceleyle yedikleri kâğıt eşliğinde yola çıkmazlardı!?

İşin önemli ayrıntısı da buradaydı. Özel kuvvetlerden “bazı personelin” Arınç’a suikast girişiminde oldukları bizce tartışılmayacak kadar “asılsız”, komik ve sadece cahillerin ve hainlerin iddiası olabilecek kadar içi boş iddia ve iftiralardı… Fakat çok ciddi sorgulanması gereken başka bir detay vardı:

Recep Erdoğan bu hadiseyi duyar duymaz, neden gerçekmiş gibi orduyu suçlu ve sorumlu göstermeye çalışmıştı?

Açılım safsataları ve kamuoyu aldatmaları!

AKP Hükümeti aylar önce “Kürt Açılımı” için “elini taşın altına koyunca”, nihayet bunca iktidarları boyunca “tarihe not düşülecek bir meseleyi halledecekler” diye sevinenler yanılmıştı. Fakat Kandil ve Mahmur’dan gelen 34 terör örgütü üyesinin şehre inmesiyle işin vahameti ortaya çıktı. Madem hükümet bu işi bir “projeyle” değil, duygusal olarak çözmeyi amaçlamıştı. Ortaya çıkan bu tabloya saygılı ve sabırlı davranmalıydı!

DTP kanadına gelince; önce Emine Ayna’nın pişkin pişkin sırıtarak, “Açılım bittiii, bittiii…” açıklamasıyla olmayan açılıma çelme takıldı. Sonra DTP kapatıldı. Daha sonra partileri kapatılan DTP’liler, “Abdullah Öcalan’ın talimatıyla” BDP’ye katılarak siyasete devam edeceklerini, Ahmet Türk’ün ağzından haykırmışlardı…

Gelinen nokta!.. 9 ilde eş zamanlı olarak yapılan KCK Operasyonu sonucu gözaltına alınmalara kızan Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir, açtı ağzını yumdu gözünü!.. “Has…tir diyorum, has…tir” diyerek, hükümete ve dahi devlete restini çekip meydan okumaktaydı. Hızını alamadı BDP’nin amblemindeki “Meşe ağacının hangi dalları nerenize battı?..” diyerek “bip”li hezeyanlarına yenilerini katmıştı.

Anlayacağınız, “Açılım” meselesi, tarafların da gayretleriyle çözümsüzlük rafına kaldırılmıştı. 2 dönemdir tek başına iktidar olan AKP Hükümeti; icraat yapmıyor, fakat oluşturduğu medyatik gündemlerle çok güzel “curt-cart” yapmıştı… Haklarını yemeyelim, tahribatlarını kahramanlık gibi sunmada, gayet başarılıydı.

Patrikhane açılımı

Atatürk 25 Aralık 1922’de Lozan’da izlenecek politikayı anlatırken, Patrikhane’nin “fesat ocağı” olduğunu söylüyordu:

“Rum Patrikhanesi için Türkiye’nin kendi arazisi üzerinde bir sığınak göstermeye ne mecburiyeti var?! Bu fesat ocağının hakiki yeri Yunanistan’da değil midir?..” diye soruyordu. Ama şimdi AKP demokratik açılım safsatası, Avrupa ve Amerika’nın dayatmasıyla Patrikhanenin 2. Vatikan olmasına yol açacak “ekümenlik” sıfatını tanımaya hazırlanıyordu!

Necati Doğru gibi sormadan edemiyoruz: Yoksa Postallılar ortalıyor, Makosenliler voleliyor muydu?. Amigolar niye sevinç çığlıkları atıyordu? Bazı postallı ayaklar, siyah makosenli ayaklara “top ortalamıyor” olsalardı; bugüne kadar 4 defa kalkışıldığı iddia edilen “AKP iktidarını devirme teşebbüsünden” hiç değilse birinin ete-kemiğe bürünmüş belirtisine tanık olunurdu!

Bazı postallılar, makosen demokratlarına top ortalamamış olsalardı; “İstihkâm binbaşı ile topçu Albayımız, acaba Bülent Arınç’ın sokağında yakalanmış olur muydu? TSK’ya yönelik ithamlar ve çamur atmalar Trabzon’da savaş gemisi sırtında değil, Türkiye’nin Anayasası ile kurulmuş Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında “Ne yapmaya çalışıyorsunuz” diye, hesabı-kitabı niye sorulmuyordu? Makosenli ayaklar da gerçekten demokrasi volesi atıyor olsalardı “Mağdur edildik”  edebiyatını ve bazı kirli ve gizli yapılanmalar bahanesiyle bütün orduyu yıpratma kampanyasını bırakıp niye “Mason”ların ve mafyanın üzerine gitmiyordu?

Maalesef: “bazı postallar top ortalıyor. Makosenler voleyi çakıyor. Amigolar da makosenli ayakların her topa çıkışını; “darbeciliğe karşı demokrasi volesi” diyen alkışlı yandaş yazılarla süslüyordu. Tümörlü, küflü bir oyun sürüp gidiyor ve ne yazık ki, ordumuz da Milli onurumuz da yara alıyordu.

 



[1] Ferai Tınç, Hürriyet, 19 Şubat 2010

[2] RuşenÇakır, Vatan, 19 Şubat 2010

[3] Okay Gönensin, Vatan, 19 Şubat 2010

[4] Eyüp Can, Hürriyet, 19 Şubat 2010

[5] Ali Haydar Haksal / Milli Gazete

[6] 22 Aralık 2009 / Zaman

[7] Ali Ünal / 10.08.2009 / Zaman

[8] odatv.com / S. Yalçın

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

İsmet SEZGİN

İsmet SEZGİN

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx