YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
66065054b9a00
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 5 8 8
Bugün : 9858
Dün : 16551
Bu ay : 405066
Geçen ay : 338123
Toplam : 22731016
IP'niz : 44.204.99.5

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

MASONLARIN VE MÜNAFIKLARIN

ONURLU PAŞALARA BAKIŞI

ANKA Ajansının bir haberi, bütün gazetelerde yer aldı… Yeri yerinden oynatması gereken haber, maalesef arada kaynadı gitti!.. Hatta bazı yazarlar, bu tür bilgilerin haber yapılmasının birlik ve beraberlik açısından doğru olmayacağını falan hatırlattı!..

Oysa haber çarpıcıydı…

28 Şubat dönemine ait ağır ithamlar vardı…

Demirel'in ve bazı generallerin adı geçiyordu…

Burada bir parantez açalım…

 

Türk Silahlı Kuvvetleri 1997 yılında, Ege tatbikatları çerçevesinde Kıbrıs'ta bir çalışma yapmıştı. Toros-2/97 adlı bu tatbikatın 5 Kasım 97 günü yapılan bölümünde bir kaza(!) yaşandı. Özel kuvvetlerden seken kurşun, Komutan çadırında tatbikatı izleyen Albay Vural Berkay'a isabet ederek öldürdü. Albay Berkay'ın hemen önünde dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu oturuyordu. Kıvrıkoğlu Paşa, seken (!) kurşundan filmlerde olabilecek bir tesadüf sonucu, yerinde vücudunu oynattığı için kurtulmuştu.

Kurşun Paşa'ya isabet etseydi;

Kıvrıkoğlu hayatını kaybetseydi ne olacaktı?..

Bir kere komuta kademesindeki terfi kimlikleri değişecekti!?.

O günleri takip eden gözlemciler, Kıvrıkoğlu'nun ortadan kalkması durumunda, dönemin kıdemsiz ama güçlü generali Çevik Bir'in birdenbire önünün açılacağını, normalde ulaşamayacağı Genel Kurmay Başkanı koltuğuna bu durumda oturabileceğini belirtiyorlardı.

Gerçekten de öyleydi…

Çevik Bir o sırada Genel Kurmay 2.Başkanı konumundaydı. Bu makam aslında bir nevi "sekreterlik" göreviydi. Hem kuvvet komutanlarından, hem de ordu komutanlarından daha alt bir makamdı ve 1 numaranın bürokratik boşluğu için gerekliydi. Oysa Çevik Bir, dönemin Komutanı İsmail Hakkı Karadayı'nın garip bir pasifliği nedeniyle her taşın altından çıkar bir durumdaydı. Genel Kurmay'da kendisine yakın bir ekiple iktidar sahibiydi. Genel Kurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak, Çevik Bir'e çok yakın bir generaldi ve dönemin olağanüstü siyasi durumunda, bu generalin kimliği kamuya sık sık yansıyor, o da rütbesinin çok üstünde yetkilere sahip gibi davranmaktaydı. Genelkurmay İstihbarat Müdürü Korgeneral Çetin Saner gibi Özel Kuvvetler Komutanı da Çevik Bir'in ekibinden sayılırdı…

İşte kaza (!)böyle bir dönemde meydana geldi… Ama Allah, Hüseyin Kıvrıkoğlu'nu kurtardı!.

Bir özel kuvvet nişancısının silahından seken kurşun, KKTC'de tatbikatın izlendiği protokol çadırına geldi, Kıvrıkoğlu'nun arkasındaki albayı buldu…

Yıl 1997… 5 Kasım'dı…

Ve derken Temmuz sonu 2005…

Ortaya bir mektup çıktı!..

ANKA Ajansının haberine göre, 28 Şubat'ın hemen ardından, Mart ayında bir kurmay yarbaydan, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e "kişiye özel ve gizli" bir mektup geldi. Yarbay, mektubunda, Silahlı kuvvetlerde bir etnik kadrolaşmanın yanı sıra, Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu'na, Kıbrıs'ta düzenlenen suikastın "Allah'ın bir lütfu ile atlatıldığı" yazarken, Orgeneral Çevik Bir'in Genelkurmay Başkanı olması için ya Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun ortadan kaldırılacağı ya da Kıvrıkoğlu'nun görev süresinin bir yıl uzatılacağı öne sürüldü. Mektupta, "millet olarak duamız her iki teşebbüsün de başarısızlıkla sonuçlanması olduğudur" denildi.

Mektupta, ikinci teşebbüsün Cumhurbaşkanı'nın katkısını gerektirdiği belirtilerek, bu senaryonun engellenmesi istendi.

ANKA'nın haberine göre olay şöyle gelişti…

Mektupta, "GATA, Okullar Dairesi Başkanlığı, Tayin Daireleri Başkanlığı gibi yerlerdeki etnik kadrolaşmanın incelenmesi istendi." Mektupta, "Hatta Cumhurbaşkanı yaveri Albay Reha da böyledir" ifadesine yer verildi..

‘Güzel Türkiye'mizin Suriye olmamasını temenni ediyorum' ifadeleriyle biten bu mektup, Cumhurbaşkanlığı'na gelir gelmez, dönemin Cumhurbaşkanı Genel Sekreter Yardımcısı tarafından Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak'a haber verildi ve mektup faksla gönderildi. Mektubun aslı daha sonra Genelkurmay Başkanlığı'na gönderildi.

Cumhurbaşkanı Demirel, kendisine gönderilen bu mektubu bir türlü göremedi. Mektupla ilgili bilgi isteyen Demirel'e, sadece Genelkurmay tarafından şifahi bilgi arz edildi!?..

Habere göre mektup Demirel'e, istemesine rağmen gösterilmedi. Mektup nedeniyle, Kurmay Yarbay Y.Y. hakkında, Askeri Ceza Yasası'nın ‘Astlık üstlük münasebetlerini zedelemeye, amir veya komutanlara karşı güven hissini yok etmeye matuf olarak alenen tahkir veya tezyif edici fiil ve harekette bulunanların cezalandırılmasını' isteyen maddesinden dava açıldığı bildirildi..

Bu haberin ardından bazı gelişmeler yaşandı.

Yenişafak Gazetesinden Kezban Bülbül bir araştırma yaparak "Mektubu askerlere Demirel mi verdi" diye sordu? Bu çok ilginç bir yaklaşımdı. Kezban Bülbül, dönemin Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı ile konuşmuştu. Habere göre, dönemin Cumhurbaşkanlığı eski Genel Sekreter Yardımcısı Oğuz Özbilgin, kendisinin böyle bir mektubu açıp sonra da Genelkurmay'a göndermesinin söz konusu olamayacağını Gazeteci Bülbül'e söyledi. Özbilgin, "Cumhurbaşkanı'nın şahsına gelen bütün mektuplar kendisi veya özel müşavirliği tarafından açılır. Üzerinde Demirel'in ismi varsa ve 'kişiye özel' yazıyorsa, direkt olarak Genel Sekreter'ine veya özel müşavirliğine gider. Kişiye özel bir mektubu sadece genel sekreter açabilir veya doğrudan Demirel'in bilgisine sunar. Genel Sekreter, mektubun içeriğini ciddi bulmazsa Demirel'e iletmeyebilir. Kimse Cumhurbaşkanı'na gelen bir mektubu ondan gizleyerek başka bir yere göndermek gibi bir şeye cesaret edemez" dedi.

Ortaya çıkan bu mektupla ilgili tartışılan yan konulardır.. Yeni Şafak ve benzerleri asıl Kıvrıkoğlu suikastı iddialarını, acaba unutturmaya mı çalışmaktadır?

Böyle bir mektubun Demirel'den saklandığı mı, yoksa Demirel tarafından mı Genelkurmay'a iletilip "Bakın adamlarınız sizi ihbar ediyor, ne yapıyorsanız dikkatli olun!" muhbirliği yapıldığı mı, tartışma konusu yapılmaktadır!?..

Böylece sanki: Kıvrıkoğlu ile ilgili iddiaların ve orduyu Suriyeleştirme uyarılarının üzeri kapatılmaktadır. 

Kıvrıkoğlu Paşa'nın Çadırı ve Suikast Soruları!

Eğer bu suikast iddiası ile ilgili yeni bir dosya açılacaksa işe önce "çadır"dan başlanılmalıdır!.. Tatbikat alanındaki protokol çadırından.

Çadırda kimler vardı?..

O gün orada, yani 1997 Kasım'ının 5. günü KKTC topraklarında yapılan Toros-2 Tatbikatının finalini izleyenlerin bulunduğu protokol çadırında kimler vardı bakalım.

Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu, Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanı Korg. Ali Yalçın, KKTC Güvenlik Kuvvetleri Komutanı Tuğg. Hasan Peker Günal, Lefkoşa Büyükelçisi Ertuğrul Apakan, KKTC Cumhurbaşkanı Vekili ve Meclis Başkanı Hakkı Atun, Başbakan Derviş Eroğlu, Başbakan Yardımcısı Serdar Denktaş, Dışişleri Bakanı Taner Etkin, KKTC Milli Eğitim Bakanı Günay Caymaz, Tarım ve Orman Bakanı Kenan Akın…

Bu "çadır" eksikti!..

Hem de dikkat çekici biçimde eksiklikleri vardı protokol çadırının.. İşin bu tarafına bakmadan olayı hatırlayalım.

"KKTC'li yetkililer ve Türk komutanlarla birlikte protokol çadırında tatbikatı izleyen Albay Vural Berkay, göğsüne saplanan bir kurşunla yaralandı. Hastaneye kaldırılan Albay kurtarılamadı…"

Olaydan sonra dönemin Milli Savunma Bakanı İsmet Sezgin Ankara'da açıklama yaparak, tatbikat sırasında hayatını kaybeden Albay Vural Berkay'ın, sadece özel kuvvetlerde bulunan silahlardan atılan bir merminin sekerek kendisine isabet etmesi sonucu şehit olduğunu bildirdi. Sezgin: ‘‘Yapılan araştırma sonunda, kurşunun sadece özel kuvvetlerde bulunan silahlardan atılan ve seken bir kurşun olduğu tespit edilmiştir. Silahlı kuvvetlerimizde, askerle komutanı arasında, sevgiye dayalı, inanca dayanan bir bağlılık, bir saygı vardır. Bunun ötesinde bir davranışı beklemek mümkün değildir.''dedi. Bakan, alel acele "olayda suikast parmağı aranmaması" yolundaki sözleri ile gündeme geldi..

Çadıra dönelim…

Önemli boşlukları(!) olduğunu ileri sürdüğümüz çadıra..

Mesela o gün o çadırda, tatbikatı izleyenler arasında, Milli Savunma Bakanı İsmet Sezgin yoktu… Bir gün öncesinde KKTC de olmasına rağmen…

Ve teamüle bakalım..

O yıllarda ve birkaç yıl öncesine kadar KKTC'de yapılan Toros tatbikatlarına Türkiye çok önem veriyordu. Ege tatbikatları KKTC de Toros Tatbikatı ile bitiriliyordu ve Türkiye'nin Kıbrıs politikası üzerine diplomatik işaretler içeriyordu. Bu tatbikatlar her yıl Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı'nın katılımları ile gerçekleşiyordu..

O gün niye bunlar yoklardı!?.

Tesadüf işte… Çadıra kurşun isabet eden kaza(!)nın yaşandığı tatbikatta Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı yoktu.. Belirttiğim gibi Milli Savunma Bakanı İsmet Sezgin de, tatbikatın ilk gününde, tanışma merasimlerinde bulunmuş, ertesi gün açık alandaki silahlı tatbikat günü Ankara'ya dönmüş, çadıra gelmemişti. Belirttiğim gibi tesadüf.

Ve o tatbikat..!

O yıllarda Rumlar bölgeyi Rusya'dan aldıkları S-300 füzeleri ile donatıyorlardı. Tatbikat senaryosu buna göre hazırlanmıştı.

Özel kuvvetler sahnedeydi..

Genelkurmay 2.Başkanı Çevik Bir'e bağlı olan Özel Kuvvetler tatbikatı gerçekleştireceklerdi!….

Özel Kuvvetler, temsili S-300 üssüne sızma harekâtı yapıyorlardı. Harekâtın gece yapıldığı farz edilerek üzerine gece görüş teçhizatı monte edilmiş silahlarıyla üsse sızan timler, üssü koruyan temsili Rum askerleriyle çatışmaya girdi. Füzelerin bulunduğu bölgeye tahrip kalıpları yerleştirmeyi başaran keskin nişancı Türk askerleriyle Rum askerleri arasındaki ateş teatisi dakikalarca sürdü.

Dikkat çekici bir durumdu bu..!

Gerçek mermilerin kullanıldığı bir tatbikatta, temsili bir çatışma sahnesi uzun uzadıya yansıtılıyordu.

Bu olağan ve alışılan bir durum değildi..

Protokol çadırı, tatbikatın 1500 metre karşısında 15 derece doğusunda güvenli bir yerdeydi..

Ama nasıl olduysa; bu çadıra kurşun isabet etti. Kurşunun, tatbikat alanından sektiği söylendi. Kurşunun çıktığı silahın M-16 tüfeği olduğu belirtildi. Kurşun, Kıvrıkoğlu Paşa'nın koltuğundan geçip hemen arkasındaki Albay Vural Berkay'a isabet etti. Tatbikata F-16'larda katılıyordu ve ortalık çok hareketliydi.

Albay Berkay'dan çıkarılan kurşun, özel kurye ile Ankara'ya getirildi.

Ve olay adeta kapatıldı..

Çadıra gelen kurşun gerçekten tatbikat sahasında ki bir M-16 tüfekten mi sekmişti?.. Menzili 550 metre olan bu tüfeğin kurşunu 1,5 kilometre ötedeki çadıra kadar nasıl gelmişti?!

Mermi, kulislerdeki iddialar gibi bir Kanas mermisi miydi?..

Askeri kaynaklar bir inceleme başlattı. Ancak kamuoyuna hep "kaza" açıklaması yapıldı. Bu durum Kıvrıkoğlu'nun genelkurmay başkanlığı döneminde de sürdü. Açıklamalarda, merminin deforme olduğu ve balistik muayene sonucu hangi silahtan çıktığının belirlenmesinin olanaksız olabileceği de belirtildi. Askeri savcılık, M-16 ile tatbikata katılan birlik personelini sorguya aldı. Sadece Albay Berkay'a isabet eden merminin, S-300 füzelerinin imhası operasyonuna katılan Özel Kuvvetler Komutanlığı'na bağlı birlikte görev alan personelden birinin silahından çıktı kararına varıldı.

Belirttiğim gibi, Kıvrıkoğlu Paşa genelkurmay başkanı olduktan sonra da bu konu gündeme gelmedi. Ama Çevik Bir, yakın çalışma arkadaşları Erol Özkasnak ve ötekiler beklemedikleri biçimde adeta tasfiye edilircesine emekli edildiler!?..[1]

Şimdi Çevik Bir, AKEPE'de Hangi Bakana Danışman?

Meral Akşener, 28 Şubat sürecinde bugünkü iktidar mensuplarıyla kanlı bıçaklı olan emekli Orgeneral Çevik Bir'in hükümetteki bir bakanın danışmanı olduğunu söyledi.

Meral Akşener, 28 Şubat sürecinde bugünkü iktidar mensuplarıyla kanlı bıçaklı olan emekli Orgeneral Çevik Bir'in hükümetteki bir bakanın danışmanı olduğunu ileri sürerken herhalde bir bildiği ve belgesi olmalıydı…

İçişleri eski Bakanı Meral Akşener, bir dönemin perde arkasını anlattı.

28 Şubat sürecindeki asıl aktörlerin 'büyük patronlar' olduğunu iddia eden eski Bakan Akşener, hâlâ çözülemeyen başörtüsü sorununu da askerlerle konuşarak bakanlığı döneminde çözdüğünü söyledi. 28 Şubat sürecinde askerlerin, bölünme ve rejim endişelerinin tetiklendiğini hatırlatan Meral Akşener, şöyle konuştu: "Ancak tetikleyenlere baktığımızda; yargı mensuplarını, üniversiteyi, büyük medyayı, en önemlisi büyük sermayeyi ve İstanbul'u gördük. İstanbul'un ve patronların böyle bir endişesi var mıydı, yoktu.

Onların endişesi, ekonomikti. Çünkü Anadolu'da 'Anadolu Kaplanları' dediğimiz yeni bir iş adamı tiplemesi geliyordu. Türkiye'nin ürettiği pastadan pay isteyen yeni aktörler söz konusuydu. Patronlar, bu yeni aktörlerin önünü kesebilmek için, sivil ve silahlı bürokratların endişelerini tetikledi. O zamanlar büyük şirketlerin AB standartlarında rekabet edebilmek için her fabrikasına 350 milyon dolar yatırım yapması gerekiyordu. Bu gidişin önünü kesmek için de askerler tetiklendi. 28 Şubat, ekonomik pastadan pay isteyenlere 'ellerinizi çekin oradan' deme operasyonuydu."

Başörtü Meselesini Bu İktidar Çözmez!

Dünyada rekabet kurallarının dayattığı şartları yerine getirmeyenlerin, Türkiye'de böyle değişik bir sürecin oluşmasına ciddi katkıda bulunduklarını ifade eden Akşener, gelecekte de aynı şeylerin yaşanabileceğini öne sürdü.

Türkiye'de binlerce genç kızın mağdur edildiği başörtü sorununun çözülmeyeceğini de öne süren Akşener, bu konunun çok iyi 'politika malzemesi' olduğunu iddia etti. Akşener, şunları söyledi: "Başörtüsü ile sıkıntının çıkmasında merkez sağda yer alan politikacıların dahli yoktur. Bu işin iki dahli var; Biri şimdiki iktidar, diğeri ise CHP zihniyeti. Başörtüsü meselesini bu iktidar kesinlikle çözmez. Çünkü çok rahat oy aldılar.

Ben Bakanken Askerle Anlaştım!

28 Şubat'ın en sert zamanında ben bakandım. Başörtülü hanımların örtüleriyle işlerine gidebilmeleri için, Milli Güvenlik Kurulu (MGK) Genel Sekreteri İlhan Kılıç ve benim müsteşarım Teoman Ünüsan üzerinden anlaştık. Birden ne oldu? Karayoluyla Hac gündeme getirildi. O günden beri bu alan çok kolay politika yapılan bir alan. Türkiye'de iki konu istismar sahasıdır; biri Güneydoğu, diğeri ise başörtüsüdür. Çünkü buralardan ticaret yapılıyor, çok kolay statüko kazanılıyor."

Çevik Bir, Abdullah Gül'ün Danışmanıdır!

Akşener, 28 Şubat sürecinde bugünkü iktidar mensuplarıyla kanlı bıçaklı olan emekli Orgeneral Çevik Bir'in, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'e danışman olduğunu da söyledi. Akşener'in iddiaları şöyle: "Çevik Bir, bir İtalyan gazetesine verdiği mülakatta, Hükümet'in çok iyi işler yaptığını ve AB ile ilgili iyi gittiklerini dile getirdi. Sonra ABD'de bulunan ve kısa adı JISCA olan bir Yahudi Derneği, Türkiye'den sadece Çevik Bir ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a ödül vermiştir. Bu vakıf, Süleyman Tapınağı'nın yeniden inşası ile ilgili bir vakıf. Ayrıca benim bu iddiam bazı internet sitelerinde de yer aldı. Ancak, her ikisi de tekzip etmedi."

Milli Hassasiyete Paranoya Suçlaması!

28 Şubat'ın aktörlerini eleştiren Meral Akşener, milli konularda ortaya konulan çelişkili değerlendirmelere de dikkat çekti: "Dönemin önde gelen isimlerinden emekli Koramiral Atilla Kıyat, bir röportajında, Başbakan'a da anlattığını belirterek, 'Kuzey Irak'ta Kürdistan Devleti kurulmalıdır. Ve Türkiye onu tanımalıdır. Ermenistan kapısı açılmalıdır' diye konuşuyor.

 Bazı generaller ise milli hassasiyetler konusunda endişeleri olanları 'paranoyak' olmakla suçladılar. Ancak K. Irak'ta Kürdistan kurulmasını tehdit olarak görmeyen bu zihniyet, başörtülü olarak üniversitede okuyan genç kızları tehdit olarak görmeye devam ediyor."

Düğmeye Basılma Olayı Durduruldu.

Başbakan Erdoğan'ın geçen ay, 'Düğmeye basıldı' dediğini hatırlatan Meral Akşener, İsrail ve ABD ile savunma alanında yapılan yeni anlaşmalar sonucu bu konunun gündemden kalktığını belirtti. Akşener'in iktidara yönelik eleştirileri şöyle: "Bugün düğmeye basma işlemi durdu. Ne oldu? İsrail'le büyük bir silah anlaşması yapıldı. Pilotsuz uçak, adedi 18 milyon dolar. Bunu Türkiye'nin yapma imkânı varken…

Diğer taraftan ABD ile 1,2 milyar dolarlık F-16'ları yenileme anlaşması yaptık. ABD F-16'ları tedavülden kaldırıyor, F-35 diye bir uçak koyuyor. Bu arada ıskartaya çıkardığı uçakların aksamı ile Türkiye'dekini yenileyecek. Bakın, düğme işi bitti…"[2]

Kıvrıkoğlu Neler Demişti?

Hatırlarsanız Genelkurmay Başkanımız Hüseyin Kıvrıkoğlu; 'Savunma ve Havacılık Dergisi'nin sorularına cevap verirken; Sabah gazetesine göre (8 Mart 2002) şunları söylemişti:

''… Birçok Avrupa ülkesinde, Türkiye'ye yönelik faaliyet gösteren terör örgütlerinin mensupları; himaye, destek ve koruma görmeye devam etmektedirler. (buraya dikkat!..) Türkiye dışardan destekli terör örgütlerine karşı, yürüttüğü mücadelesinde, uluslararası platformdan beklediği desteği görememiştir…''

''… Hatta bazı müttefiklerimiz, açık bir şekilde, bazıları da örtülü olarak, bu örgütleri desteklemişlerdir. Hâlen de birçok Avrupa ülkesinde, Türkiye'ye yönelik faaliyet gösteren terör örgütleri mensupları, himaye, destek ve koruma görmeye devam etmektedir…''

''… NATO'nun da, Türkiye'nin 17 yıldır süren terörle mücadelesinde, 'hassas davranmamasını' ise; a) terörün tüm ülkelerde mutabakata varılmış, ortak bir tanımının yapılamaması ve tedbirlerin belirlenememesi, b) bazı ülkelerin insan haklarını, azınlıkların korunmasını, demokrasi gibi kavramları koruyormuş görüntüsünü vermesini; olayları 'masumane' göstermeye çalışmasından, aynı ülkelerin terörü dış politika aracı olarak kullanmak istemelerinden, kaynaklanması olarak değerlendiriyorum…''

''… (buraya dikkat!) BM ve ABD'de alınan kararların içeriğine bakıldığında; sadece ABD'ye yapılan terörist saldırının esas alınarak, tedbirler getirilmekte olduğu; tüm ülkelerin maruz kaldığı terörü hedef alan bir kapsama olmadığı değerlendirmesini yaptıracak, gelişmeler olmuştur…''

''… Tedbirlerin ve uygulamaların, tüm ülkeleri ve terör örgütlerini kapsayacağını umuyorum. Eğer bu şekilde olmazsa, bırakın terörizmle mücadelede başarılı olmayı; tam tersine, terör örgütlerini cesaretlendirmiş oluruz…''[3]

'Küreselleşme' mi, Türkiye'nin Güvenliği ve Gelişmesi mi?

Peki, o günden bugüne, ABD ve AB, 'Kıvrıkoğlu paşamız'ın tespit ve teklif ettiği 'tedbirleri' uyguladı mı, uygulamadı mı? Elbette, uygulamadı; bunu kör gördü, sağır işitti; peki 'demokrasi âşıklarımız -ya da NATO- paşalarımız' acaba buna ne diyor? Yoksa 'Küreselleşme' Türkiye'nin güvenliğinden ve geleceğinden daha mı önemli ve gerekli..?

Büyükanıt Paşanın Uyarıları ve Zaman Gazetesinin 30 Ağustos Soruları

"Genelkurmay başkanının ev sahipliğini yaptığı 30 Ağustos resepsiyonları askerlerin kamuoyuna mesaj vermesi için uygun zemindir. Bugüne kadar buradan çıkan nice açıklama gündeme oturmuş ve siyasi gidişatı etkilemiş, hatta yön vermiştir.

Son dönemde Avrupa Birliği sürecinin de etkisiyle, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök başta olmak üzere askerî kesim doğrudan siyasetin sahasına giren konularda konuşmamaya, konuşacaksa bile daha özenli dil kullanmaya gayret gösteriyor. Resepsiyonlarda ortalığı karıştıracak türden sivri ve münferit çıkışlara pek rastlanmıyor. Doğrusu da bu, olağanı da bu.

Paşalar önceki yıllara oranla resepsiyonlarda, kokteyllerde dozu düşük açıklamalar yapıyor, böyle olunca sohbetlerin konusu da daha çok futbola kayıyor. Fenerbahçe tutkunu komutanlarla, ‘Fenerbahçe'nin nasıl şampiyon olacağı veya gol yollarını nasıl açacağı' konuşuluyor, medyaya oldukça renkli malzeme çıkıyor. Gazetelere bir komutanın sarı-lacivert tarağının haber olduğunu hatırlıyorum sözgelimi.

Bu yılki resepsiyon haberlerinde bir husus dikkat çekiciydi, bu yönüyle medyaya konu da oldu. Hürriyet'ten Nur Batur, ‘Paşa kamelyanın altına veya çevresine neden gelmedi?' diye sordu. Kastettiği paşa Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt. O, sıradan bir kuvvet komutanı değil, karizmatik bir kişiliğe sahip. Önümüzdeki yıl Hilmi Özkök'ün ardından Genelkurmay Başkanlığı koltuğuna oturacak.

Büyükanıt Paşa, Genelkurmay Başkanı Özkök, Cumhurbaşkanı Sezer, Meclis Başkanı Arınç, Başbakan Erdoğan ve CHP lideri Baykal gibi devlet erkânının sohbet ettiği kamelya yerine tenha bir köşede Jandarma Genel Komutanı Fevzi Türkeri ile sohbet etmeyi yeğlemiş.

Gazetecilere de burada konuşmuş. Batman'daki olayları yorumlarken herkesi şaşırtan ‘Türkiye'yi Filistin'e benzetmek istiyorlar' şeklindeki sözü iki gündür gündemde. Benzetme ilginç, bugüne kadar olası gelişmeler ve endişeler üzerine Türkiye ile birçok ülke arasında benzerlik kurulmuştu, ancak Filistin ile ilk kez oluyor…

Büyükanıt Paşa kamelyanın altına gitmemesine rağmen, bu açıklamasıyla geceye damgasını vuran isim olmayı başardı. Şimdi Ankara'da Paşa'nın kamelyanın altına neden gitmediğinin cevabı aranıyor. Acaba bu siyasilerle bir araya gelmeme isteğinden mi kaynaklandı, yoksa onu tenha köşeye iten başka nedenler mi var? Yoksa Özkök Paşa ile görüş ayrılığı mı? Şimdilik sadece sorular var, cevap yok.

Büyükanıt Paşa'nın düşünce ve görüşlerini seslendirirken köşeli üslubu tercih ettiği biliniyor, ayrıca zaman zaman siyasetin sahasına girmekten de çekinmiyor.

Batman'daki olaylara verdiği tepkinin biçimi dikkat çekici, devletin diğer birimlerinden bu benzetmeyi açacak veya daha ileri götürecek açıklama gelmedi. Askerî kesim kamuoyuna mesaj vermeye lüzum duyuyorsa, söz öncelikle Genelkurmay Başkanı'na düşer. Büyükanıt Paşa'nın hem öne çıkarak konuşması hem de söyledikleri dikkatlerden kaçmadı.

Hürriyet bir şeyi daha merak etmiş; Büyükanıt Paşa acaba Filistin benzetmesini son Milli Güvenlik Kurulu'nda da gündeme getirdi mi? Haklı bir merak. Çünkü bu konuların asıl konuşulacağı yer orası. Ve geçen hafta yapılan MGK toplantısının ağırlıklı konusu Güneydoğu'da tırmanan terör faaliyetleri ile buna karşı geliştirilmesi gereken önlemlerdi.

Doğru olan, Filistin benzetmesinin konuşulacağı mekân kapalı kapılar ardındaki MGK idi. Büyükanıt Paşa, MGK yerine medyaya konuşmayı tercih etti, neden?

Bu yılki 30 Ağustos resepsiyonundan geriye cevabı uzun süre aranacak sorular kaldı…[4]

Biz de Zaman Gazetesine birkaç soru soralım:

  • 1. K.K.K. Org. Yaşar Büyükanıt Paşa'nın Batman olaylarının, Türkiye'yi Filistin'e çevirmek isteyenlerin bir tezgâhı olduğunu hatırlatması niye sizi gocunduruyor?
  • 2. Büyükanıt Paşa'nın; Cumhurbaşkanı'nın, Meclis Başkanı'nın, Başbakan'ın ve CHP Genel Başkanı'nın buluştuğu "Kamelyanın altına" gitmeye tenezzül buyurmayarak verdiği onurlu ve olumlu mesaj, masonlara ve münafıklara niye dokunuyor?
  • 3. Egemenliğimizin AB'ye devrine, Ülkemizin bölünmeye doğru sürüklenmesine, Kıbrıs'ın feda edilmesine, NATO hatırına ve demokrasi aşkına göz yumanlar övülürken, Büyükanıt Paşa gibilerine sitem edilmesini Çevik Bir'e, Recep Tayyib'e, Fethullah Gülen'e madalya veren mahfiller mi emir buyuruyor?
  • 4. Fethullah Gülen Televizyonlarda, Gazete sayfalarında, 28 Şubatın şaibeli paşalarına destek çıkarak Erbakan Hükümetine karşı kışkırtırken, "keramet" sayılıyor da, Büyükanıt Paşanın ülkemizin güvenliği ve devletimizin geleceği konusundaki tarihi ve talihli uyarıları "felaket" mi oluyor?
  • 5. Hem bütün bu telaş ve tedirginlik niye?.. Artık anlayın ve hazırlanın: Korkunun inkılâba faydası bulunmuyor!..


[1]  Behiç Kılıç

[2]  Kaynak: Digimedya

[3]  Belgin Sarmaşık, 'Ulusal Siyaset Kavgası', s. 56/57

[4]  02 09 2005 / Zaman / Mustafa Ünal

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Ufuk EFE

Ufuk EFE

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx