YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6622c5d17e629
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 3 2
Bugün : 22749
Dün : 26845
Bu ay : 474629
Geçen ay : 453014
Toplam : 23253593
IP'niz : 3.14.130.24

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Bu ise köklü bir devrim ve değişimi gerektirir. Siyonizmin güdümündeki barbar Batıya aşık ve aşağılık zihniyetlerin ve yine aynı merkezlere bağımlı ve uşak hükümetlerin bu zulmü önlemeleri mümkün değildir.

Şimdilik AB’nin ABD ve İsrail’in: AKP eliyle, türbanı sadece üniversitelerde serbest bıraktırıp, ilköğretim ve liselerde hatta tüm devlet dairelerinde bu hukuksuz yasağı yasal hale getirmeye yönelik destekleri de, bugünkü haksızlıklardan daha sinsi ve siyasi tehlikeleri içermektedir.

Yani gavurların hilesi ve himmetiyle yapılan pansuman tedbirler, asıl yarayı ve sorunları daha da kötüleştirip kangrenleştireceğinden dolayı, mevcut huzursuzluklardan kat be kat fazla sıkıntılara yol açacağından endişe edilmektedir.

Artık herkes bunu anlamalı ve ona göre safını belirleyip davranmalıdır ki:

Gizli Dünya Devleti olan Siyonist merkezler, zulüm ve sömürü üzerine kurdukları şeytani hâkimiyet ve hegemonyalarına karşı, başörtüsünü Türkiye’deki Milli dirilişin simgesi ve sindirilemeyen bir imgesi görmeleri nedenle, ya yozlaştırılmasını ve kısırlaştırılmasını, veya yasaklanmasını istemektedir.

İşte bu yüzden diyoruz ki, ABD ve İsrail’i karşısına alacak, Mason Localarını ve rantiyeci sermaye baronlarını ve bunların borazanı medyayı takmayacak cesaret ve haysiyetten mahrum iktidarlardan, başörtüsü zulmünü kaldırılmasını beklemek, sadece hayalperestliktir.

Dikkat ettiyseniz, “başörtüsü sorunu” yerine başörtüsü zulmü diyoruz. Çünkü ne hukuken ne ahlaken ve ne de siyasetten, böyle sorun mevcut değildir.

Amerika’nın Irak’ı işgal etmesi üzerine, ikinci sürgün olarak buradan da çıkarılan Filistinli Müslümanlara Kıbrıs Rum Kesimi yetkilileri: Hıristiyan olun, sizi ülkemize kabul edelim! Şeklinde ahlaksız bir teklif getiriyordu.

Recep Bey de Almanya’daki toplantıda “Alman kültürüne entegre olacaksınız” diyordu. Tam o sırada Belçika PKK bölge başkanı teröristi serbest bırakıyor, Fehriye Erdal katiline 1500 üro ceza veriyordu. Erbakan’a yönelik 28 Şubat sürecini alkışlayıp destekleyen Papa’nın piyonu Fetullah Gülen, o süreçte başörtüsü “İslam’ın aslı değil, teferruatıdır” fetvası veriyordu. Ama şimdi AKP’ye sahip çıkıyor ve “başörtüsü Kuran’la sabit farzdır” diyordu. İslam değişmediğine göre, Siyonist haçlıların Fetullah’ı açıkça ikili oynuyordu.

Başörtüsü yasağı, bizzat Atatürk’ün düşüncelerine, ilkelerine ve eylemlerine ters düşmektedir:

Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, başörtüsünün, İslâm’ın emri olduğunu açıklamıştır ve bazı çevreler bu açıklamaya karşı sert reaksiyonlara başlamıştır. Ama Devletimizin kurucusu, Mustafa Kemal Atatürk dahi, bu konuda aynen Diyanet Başkanı gibi konuşmaktadır. Şöyle ki:

“Milletimiz din ve dil gibi iki kuvvetli fazilete maliktir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz.

“Tarzı telebbüsümüzü ifrata vardıranlar (Kadınlarımızın giyim kuşamlarını açılıp saçılmak gibi aşırılığa kaydıranlar), kıyafetlerinde aynen Avrupa kadınlarını taklit edenler, düşünmelidir ki, her milletin kendine mahsus örf ve ananesi, kendine mahsus adetleri, kendine mahsus millî hususiyetleri vardır. Hiçbir millet aynen diğer bir milletin mukallidi (Aşağılık duygusuyla batılıların taklitçisi) olmamalıdır. Çünkü böyle bir millet ne taklit ettiği milletin aynı olabilir, ne kendi milliyeti dahilinde kalabilir. Bunun neticesi şüphesiz ki hüsrandır Yozlaşma ve yıkılmadır).”

“Ya ne olduğu bilinmeyen çok kapalı, çok karanlık şekli hârici gösteren bir (dış) kıyafet, veyâhut Avrupa’nın en serbest balolarında bile kıyafeti hariciye olarak arz edilmeyecek kadar bir telebbüs (açık saçık giyim şekli), bunun her ikisi de ŞERİATIN TAVSİYESİ VE DİNİN EMRİ HARİCİNDEDİR. Bizim dinimiz kadını tefritten de, ifrattan da tenzih eder. O ŞEKİLLER DİNİMİZİN MUKTEZASI DEĞİLDİR. Muhalifidir. DİNİMİZİN TAVSİYE ETTİĞİ TESETTÜR HEM HAYATA HEM FAZİLETE UYGUN BULUNMAKTADIR.”

Evet, devletimizin kurucusu, devrimlerin öncü ve yorumcusu böyle söylüyordu. Yani Atatürk edepli ve medeni bir dış kıyafeti ve başını örtmeyi, hem dinimize hem cumhuriyetimize uygun buluyordu.

Ama lâikliği kelime oyunlarıyla JAKOBENLİK HALİNE GETİRENLER, Atatürk adına kasten yalan yanlış fetvalar verenler, milletimize hayatı zindan ediyordu.

Hatta laikliği din düşmanlığı haline getirenler, bunu millete dayatmak isteyenler başörtüsü düşmanlığıyla ortaya çıkıyordu.

Çarşaf, şapka ve benzeri devrimleri yapan Atatürk, kesinlikle başörtüsüne niye yasak getirmediği, isteseydi bu konuda da kânun çıkartabileceği hiç düşünülmüyordu.

Eğer başörtüsü, yasakçılarının, kanuna saygısı varsa, lâikliği ve devrimleri Atatürk’ün gösterdiği açıdan yorumlayarak, onun hatırasına saygısızlık yapmak istemiyorlarsa ve Atatürk’ün Türk kadınına ve milletimize gösterdiği saygı ve değeri göstermek samimiyetine sahip bulunuyorlarsa, tarihîmizden ibret alarak bu inatlarından vazgeçmesi gerekiyordu.

Çünkü bu ve buna benzer meseleleri alevlendirerek farkında olmayarak, devlet millet kaynaşmasını dinamitlemek isteyen ajan provokatörlerin ekmeğine yağ sürülüyordu.

Zira mevcut hiçbir kanunda BAŞÖRTÜSÜ YASAĞI bulunmuyor. Anayasa’nın 28’inci maddesine göre yasaklar ve güvenlik önlemleri ancak kanunla koyulabiliyor. İçtihatla, yorumla, kıyasla asla yasak konulamaz. Kuvvetler ayrılığı prensibine dahi aykırı davranılıyordu.

AKP ve MHP ise tam bir ayrımcılık sergiliyordu. Neymiş efendim! 18 yaşına gelmiş olanlar, kanunen reşit sayılırmış, bu nedenle üniversitelerde türban serbest bırakılacakmış…

Ee peki, diyelim okula geç başlayan veya, bir iki yıl sınıfta kalıp lise 2 ve 3. sınıfta 18-19 yaşında olan kızlarımıza da, reşit muamelesi yapılıp başını örtmesine fırsat tanınacak mı?

Veya, erken okula başlamış ve başarılarından dolayı sınıf atlamış olup, 17 yaşında üniversiteye giren bir kızımız, hala reşit olmadı diye, başı açılacak mı?

Bunlar saçmalıktır, sahtekârlıktır ve çok açık bir ayrımcılıktır.

Başörtüsüne Yasak Süreci Nasıl Başladı?

Üniversitelerde başörtüsünü serbest bırakan yasal düzenleme halen geçerlidir. 1989 yılında Ek.16. madde ile, “Dinî inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılması serbesttir.” Şeklinde yasal bir düzenleme getirilmiştir. Bu yasanın iptali için yapılan başvuru sonucu, Anayasa Mahkemesi 1989/1-12 sayılı karar ile bu yasayı iptal etmiştir. Bu süreçte de yasal olmayan başörtüsü yasağı keyfi tasarruflarla sürdürüldüğü için, milletin iradesini temsil eden TBMM, 2547 Sayılı kanunun Ek.17. maddesi ile yeni bir düzenlemeye gitmiştir. “Ek Madde: 17. – Yürürlükteki Kanunlara aykırı olmamak kaydı ile; Yükseköğretim Kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir.” Bu kanunun iptali için yapılan başvuruyu Anayasa Mahkemesi, 9.4.1991 tarihinde 1990/36 E. 1991/8 sayılı kararı ile reddetmiştir. Sonuç olarak Ek Madde: 17 halen yürürlüktedir. Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydı ile Yükseköğretim Kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir.

Anayasa Mahkemesi “yasak” koyamazdı!..

Yasakçı zihniyet, illegal uygulamaları hukuki dayanaktan yoksun olunca Anayasa Mahkemesinin bir kararının gerekçesine göre yasağı uyguladığını ileri sürmektedir. Halbuki Anayasa’nın 153. maddesinde; “Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez.” Yasakçıların iddia ettiği gibi, yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlayıcı nitelikte bir Anayasa Mahkemesi kararı yoktur. Karar gerekçeleri ise asla kanun değildir.

Başbakan Erdoğan’ın, Madrid’de, başörtüsü yasağı konusunda söylediği “Siyasi simge olsa bile, başörtüsü yasaklanabilir mi?” şeklindeki kışkırtıcı ve topu taca atıcı sorusu, bir kez daha bu hukuksuzluğun gündeme taşınmasına yetmiştir. Sivil toplum kuruluşu temsilcileri ve aydınlar, hukuksuz yasağın “yalan” gerekçelerle sürdürülmesinin ahlak dışı olduğunu belirtmiştir.

Türkiye maalesef bir paradokslar ülkesidir. Bir “yalan yasak” yüzünden on binlerce kız evladını eğitim hakkından mahrum edecek kadar despotikleşen sözde demokratlar görülmektedir. Beş yıldır güçlü parlamento desteğine sahip bir iktidar var Türkiye’de. Başbakanın kızları başta olmak üzere pek çok milletvekilinin eşi ve kızı da başörtüsü mağduru. “Haydi kızlar okula” kampanyaları düzenlenir, ama okumak isteyen başörtülü kızlar saçlarından sürüklenerek okuldan atılır. Şehit olmuş oğlunun hatırası için gururla orduevindeki törene giden başörtülü anneler kapı dışarı bırakılır. Anayasa’nın 42. Maddesi’nde ise: “kimse eğitim ve öğretim hakkından yoksun bırakılamaz!” maddesine, despotlar asla aldırmamaktadır. Erdoğan; “Başörtüsü sorununu çözeceğimize inanıyoruz. Medya bir çorap örüyor ama bizim amacımız bu sorunu çözmek. Avrupa’da ve Amerika’da böyle bir sorun yok, bizim ülkemizde var. Eğitim özgürlüğü alanında bu sorunu aşmaya çalışacağız… Simgelere yasak getirebilir mi? Sembollerle ilgili yasak var mı? Buradaki dert başka bunların, farkındayız” diyerek sadece hava atmaktadır ve toplumun gazını almaya çalışmaktadır.

Avrupa’da yasak var mıydı?

Avrupa’daki laik üniversiteler; üniversitede okuyan öğrencileri “kamu hizmetinden faydalananlar” olarak gördüğü için bu çağdışı uygulamayı aklından bile geçirmiyordu. Zaten bir müddet önce Avrupa Parlamentosu, AB üyesi ülkelerdeki okullarda başörtüsünün yasaklanmasını öneren taslak kararı kesin bir dille reddedilmiş bulunuyordu.

Başörtüsü yasağı, Türkiye’nin son 30 yılda enerjisini tüketen kanunsuzlukların başında geliyordu.  “Kanunsuz” diyoruz çünkü, egemen medyanın yıllardır halka yutturmaya çalıştığı en büyük yalancı dolmanın başını çeken iddia, “yasak” kelimesinde gizleniyor. Avrupa’nın hiçbir ülkesinde “yasak” olmayan başörtüsü için sadece Fransa’da: “Acaba ilkokulda yasak mı olmalı, serbest mi bırakılmalı?” diye tartışılıyordu. Türkiye’de ise medyanın ve bazı laikçi odakların uydurduğu gibi hukuki hiçbir engel söz konusu olmadığı halde, bir avuç suda fırtına koparılıyordu.

AİHM kararı da yalandı ve bir çarpıtmaydı!

Başörtüsü konusunda alınmış bir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararı yoktu. AİHM’e giden herhangi bir “türban” konusu da bulunmuyordu. AİHM’e giden şikayetin içeriği aslında kısaca şu anlama geliyordu: “Türban yasağı çıktığında ben üniversite 2. sınıfta okumaktayım. Ben türban yasağı olduğunu bilseydim üniversiteye başlamazdım. Okulu bırakmak zorunda kaldım. Yasak benden sonra giren öğrencileri ilgilendirmeli. Ya bana kaybettiğim seneler için tazminat ödenmeli veya okula dönmem lazım!” İşte AİHM ‘in reddettiği istek bundan ibaretti. Yani başörtüsü konusunda AIHM’nin herhangi bir kararı yoktu.

Suç yok, ama ceza hazırdı!

Anayasa Madde 38. – Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez” diyordu. Madde açık. Ama Kanunsuz bir şekilde başörtülü öğrenciler okullarına alınmayarak olmayan “suç” yüzünden cezalandırılıyordu…

TCK. Madde 188/6: “Bir kimse, gayrimeşru olarak her türlü eğitim ve öğretim kurumlarına veya öğrencilerin toplu olarak oturdukları yurt veya benzeri yerlere veya bunların eklentilerine girilmesine veya orada kalınmasına kişiler veya eşya üzerinde zor kullanarak veya başkalarını tehdit ederek engel olursa yukarıdaki fıkrada gösterilen ceza ile cezalandırılır.” (iki yıldan dört yıla kadar hapis) öngörülüyordu.

Yasayı uygulayın!

Yeni bir yasadan ziyade, zaten mevcut yasalarla serbest olan başörtüsüne adalet getirmek yeterli olacaktır. Tek yapılacak olan şey, yasaları takmayan ve keyfi uygulamalar yapan, yani suç işleyen yasakçıları, adalet ve hukukla tanıştırmaktır. Bu yasakçıların yargı önünde hesap vermesini engelleyen, onlara dolaylı da olsa dokunulmazlık zırhı görevi yapan yasalar vardır ve bu yasaları değiştirmek, yürütmenin teklifi ile TBMM’nin yetkisi alanındadır. Başörtüsüne özgürlük bugün iktidarıyla muhalefeti ile sivil toplum kuruluşlarıyla, aydınlarıyla, gazetecileriyle tüm ülke için, yasakçılığa, darbeciliğe, andıçlara, hukuksuzluğa karşı olmanın turnusol kağıdı haline gelmiş bir samimiyet imtihanıdır. Kamuoyundaki genel kanaat, AKP bu halkın yarısının oylarıyla geldiği iktidarında, özgürlüğün önündeki engelleri kaldırmadığı takdirde, tarihin çöp sepetine atılacağını hissettiği için yerel seçimler öncesi yine konuyu diline dolamaktadır” şeklinde okunmaktadır.

İşte Bazı Yazar ve Sivil Örgütlerin Duyarlı ve Tutarlı Tavırları:

Özgür-Der Genel Başkanı Hülya Şekerci: Başbakan somut adımlar atmalı!

Gelinen aşamada kamuoyu hükümetten somut adım beklemektedir. Başbakanın sözlerinin somut bir karşılığının olması gerektiğine inanıyoruz. Madrid’de sarf edilen sözlerin, daha önce Tevhide Kütük’ün telefonla aranarak gönlünün alınması ya da “Eve dönüş” yasası konusunda olduğu üzere ülke dışına yapılan ziyaretlerde gazetecilerle sohbet sırasında sarf edilen ve arkası gelmeyen sözler cümlesinden olmaması gerektiğini düşünüyoruz. Ne yazık ki, Kozan İmam hatip Lisesi öğrencisi Tevhide Kütük’ün maruz kaldığı magandalıktan sonra yaşanan TÜBİTAK’taki ödül töreninde Eğitim Bakanının tavrı türünden gelişmeler iyimser olmayı zorlaştırıyor.

Mazlumder Genel Başkan Yardımcısı Gülden Sönmez: Anayasa’ya madde koymak yanlış

“Hükümet başörtüsü yasağını kaldırma noktasında çok geç kaldı. Başörtüsü yasağının yasal bir dayanağı yok. Fiili uygulamalarla bu gerçekleştiriliyor. Hükümet bunun çözüm merciidir. Geçen 5 buçuk yılda bu yasağı kaldırabilirdi. Eğer kaldıramıyorsa bunun nedenini açıklaması gerekiyor. Ara ara başörtüsü yasağını gündeme getirerek bununla ilgili çözüm arayışı içinde olduğu görünümü veriyor. Ancak geçen zamana baktığımızda atılan adımları göremiyoruz. Yasağı kaldırmak için Anayasa’ya madde koymak yanlış bir yaklaşım olacaktır. Bunun yapılması başörtülüleri sınırlandıracaktır. Kamu hizmeti alan da veren de hiçbir sınırlandırma ve farklı uygulama ile karşılaşmadan her alanda yer alabilmelidir. Başörtülüler üniversiteye girebilecekken kamuda çalışanlar ile lise ve ilköğrenimdeki öğrenciler Anayasa’da yer alan madde yüzünden başörtüsü takamayacaklar.”

Akşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Serdar TURGUT: Erdoğan’ı anlamakta zorlanıyoruz

Doğrusu  biz Başbakan Erdoğan’ı anlamakta zorlanıyoruz. Acaba Başbakan bizlerle oyun mu oynuyor, yoksa deney mi yapıyor.  Tam yumuşak geçişle bir meseleye eğilinecekken adeta problem çıkarmak için bu lafların söylenmesi bize çok garip geldi.

Bugün Gazetesi Yazarı Gülay Göktürk: Sözüm laikçi çevrelere!

Baş örtme hakkını savunmanın solcu olmakla, ilerici ya da sosyal demokrat olmakla çelişmediğini, tam tersine bunun gereği olduğunu hâlâ içlerine sindiremediler mi? Bu saflaşma çoktan “yasakçılarla başörtülüler” saflaşması olmaktan çıkarabilir, “yasakçılar ve özgürlükçüler” saflaşması haline gelebilirdi, gelmeliydi

“Hükümet, geçen 5 buçuk yılda bu yasağı kaldırabilirdi. Yasağı kaldırmak için Anayasa’ya madde koymak yanlış bir yaklaşım olacaktır. Kamu hizmeti alan da veren de hiçbir sınırlandırma ve farklı uygulama ile karşılaşmadan her alanda yer alabilmelidir.”

Erdoğan’ın ucuz kahramanlığı!

İspanya’daki “siyasi sembol olsa n’olur?” açıklamasına kadar Başbakan Erdoğan, başörtüsü konusunda herhangi bir söz vermediklerini söylemişti hep. AKP’liler parti programlarına dahi bu zulmü almadıklarını ısrar vurgulamış, Hatta, geçen yıl, Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin “Başörtülülerin oranı yüzde 1,5’tur” gibi garip sözler sarf etmişti. Bu konuda söz vermediğini iddia eden Başbakan Erdoğan’ı AKP’nin kendi internet sitesi ele veriyor:

NTV canlı yayınında: “Başörtüsü bir oy zemini olmamalı, bir özgürlük meselesi olarak görülmeli, ben asla bir oy zemini olarak görmüyorum, ben 3 Kasım seçimlerinde de açın bütün televizyonlardaki söyleşilerime bakın, böyle bir vaatle gelmiyorum dedim.”

05.10.2002 ÇANKIRI’DA: “Temel hak ve özgürlüklerin önündeki engelleri iktidara geldiğimizde kaldıracağız.”

26.10.2002 SAKARYA’DA: “Meslek liselerinde okuyanlar, genel liselere göre mağdur ediliyor. AKP iktidarında meslek liseleri fırsat eşitliğine kavuşacaktır.”

16.10.2002 ÇORUM’DA: “İmam hatip liseleri ile birlikte meslek liseleri de yok edildi. Oğlum da imam hatip lisesi mezunu ancak üniversiteyi Türkiye`de okumak istemesine rağmen üniversiteye girişte uygulanan puanlama sistemi nedeniyle bu isteğini gerçekleştiremedi. Ben damdan düştüm. Olayı iyi biliyorum.

14.10.2002 GÜMÜŞHANE VE TRABZON’DA: “Eğitimde yaşanan sıkıntıları devlet, özel sektör, vakıf ve dernekler el ele vererek çözeceğiz. Eğitim ve öğrenimde temel hak ve özgürlüklere dayalı olarak ülkemizde toplumsal mutabakatla sorunu gidereceğiz ve çözeceğiz.”

Saadet Partisi’nden başörtüsü yasağına çözüm çağrısı

Saadet 24. Maddeyi önerdi

Genel Başkan Recai Kutan, AKP’nin teklifinin yetersiz, MHP’nin teklifinin ise belirsiz olduğunu söyleyerek: “Eğer samimi olarak çözüm isteniyorsa, Anayasa’nın, ‘din ve vicdan hürriyeti’ başlıklı 24. maddesi yeniden düzenlenmelidir. Buraya, ‘Hiç kimse dini inancından veya dini inancına uygun giyim kuşamından dolayı, anayasa’nın belirlediği haller dışında, anayasa’nın teminatı altında bulunan bir haktan, hiçbir sebep ve gerekçe ile mahrum edilemez’ hükmü eklenmelidir” dedi. Yıllardır haksız ve zorba bir şekilde uygulanmakta olan başörtüsü yasağıyla ilgili tartışmaların son günlerde yeniden alevlendiğini belirten Kutan, ancak bu tartışmalarda gerek iktidar, gerekse muhalefet partilerinin teklif ve yaklaşımlarının sorunu çözmek bir yana daha de derinleşmesine neden olacak nitelikte olduğunu vurguladı.

Başörtüsü yasağını sadece yükseköğretim hakkıyla sınırlandıran teklifi büyük bir hata olarak nitelendiren Recai Kutan,  “Çünkü tersinden baktığımızda bunun anlamı; yüksek öğrenim dışındaki bütün alanlarda başörtüsü zulmünü anayasal suç haline getirmek olacaktır. Oysa başörtüsü yasağı sadece yükseköğrenim alanında değil, başta eğitim ve çalışma hayatı olmak üzere günlük hayatın her alanında en katı şekilde karşımıza çıkan bir haksız uygulamadır. Bu yüzden AKP’nin teklifini ‘kaş yaparken, göz çıkarmaktır.” MHP tarafından önerilen 10. madde’ye ilişkin düzenlemede ise “kılık kıyafet” ibaresinin açık bir şekilde yer almadığını, bunun da belirsizliğe neden olacağını vurgulamıştır.

Kimse kendisini TBMM’nin üstünde sanmamalıdır

Yargıtay Başkanı’nın bu tartışmalarla ilgili olarak yaptığı son açıklamalarını da eleştiren Recai Kutan,  “Anayasa ve yasa yapma yetkisi, Milli İrade’nin yegâne tecelligahı TBMM’ye aittir. Hiç bir kişi, kurum ve kuruluş bunun üzerinde değildir. Anayasa’nın değiştirilemez maddeleri dışında, tüm maddeleri milletimizin beklentileri doğrultusunda yeniden ele alınıp değerlendirilmelidir. Bu yüzden herkesi toplumu gerecek ve sorunları daha da derinleştirecek yaklaşımlardan kaçınmaya davet ediyoruz. Hükümetten de böylesi haksız bir uygulamanın sona erdirilmesi konusunda gerekli kararlılık ve cesareti göstermeyi bekliyoruz” demiştir.

Attığınız adımdan geri dönmeyin

Sağlık İşçileri Sendikası Genel Başkanı Mustafa Başoğlu, “Gerçekte demokrasiyi, insan haklarını, din ve vicdan özgürlüğünü savunanlar, başörtüsü yasağının kaldırılmasını isteyenlerdir”.

“Umuyorum Başbakan attığı bu adımdan geri dönmeyecektir. Eğer bu defa da başörtüsü yasağı kaldırılmazsa, vatandaşlar üzerinde hayal kırıklığı getireceğini herkes bilmelidir” diyerek başörtü yasağının kaldırılmasına karşı olanların hırslarını ve yasağın devam etmesine ilişkin arzularını gerçekleri saptırarak beyan ettiklerini hatırlatıp: “Başörtüsünün laiklikle bağlantısını kurarak belli çevrelerin dikkatini ve tepkisini çekmeye çalışmaktadırlar. Ülkemizde laiklik anlayışı genel olarak amacından saptırılarak yorumlanmış ve İslam dinine karşı bir kurum biçiminde uygulanmıştır. Laikliğin özünde dine karşı olmak, dini sembollere karşı olmak da yoktur. Bir dinin değişik sembolleri olabilir. Bu, Hıristiyanlıkta kilisedir, Müslümanlıkta camidir, Musevilikte havradır”.  İnsanların seçtiklerini dinin gereğini yerine getirmekte serbest olduklarını, bunun uluslararası bütün kurallarla güvence altına alındığını söylemiştir. Laikliği savunuyorum iddiasında bulunanların tek dayanaklarının, başörtüsü yasağını sürdürmek ve dini vecibelerini yerine getiren insanları rencide etmek ya da cezalandırıp sindirmek olduğunu dile getiren Başoğlu, söz konusu yanlış yaklaşımın insan hakları din ve vicdan özgürlüğü ile bağdaştırılmasının mümkün olmadığını belirtmiştir. “Yasağı savunan bazı kimseler özellikle AİHM’e, görüşlerine dayandırmak istiyorlar. AİHM’in dini konularda karar vermeye yetkisi yoktur. Sadece önüne gelen olayın yorumunu yapabilir. Ama yapacağı yorumla herhangi bir dinin temel kurallarını değiştirme hakkına sahip değildir.[1]

Hâlâ susacak mısınız?

Sözlerim, türban yasağının yanlış olduğunu yıllardır için için bilen, ama bir türlü açıkça ifade etmeyen; “laikçi” çevreleriyle, eşleriyle dostlariyle ters düşmeyi göze alamadıklarından, yani “İslamcılar”la ittifak halinde görünmekten korktuklarından susmayı sürdürenleredir…

Sözde çağdaş kadın örgütleri mensuplarına, demokrat geçinen sivil toplum kuruluşlarına, “ilerici” aydınlara ve “başı açık” milyonlara sitem etmek istiyorum. Bakıyoruz, yeniden alevlenen türban tartışmalarında yine malum saflaşma başlamıştır… Bir yanda başörtülüler ve Ak Parti öbür yanda ise yeminli türban karşıtları, yani bir kısım medya, yüksek yargı mensubu, küçük bir grup STK ve CHP yer almaktadır…

Peki toplumun büyük çoğunluğu nerede bulunmaktadır? Bütün anketlerde her yüz kişiden 70-80’ini oluşturan ve üniversitelerde türban serbestisini savunan koskoca kitlenin tutumunu ortaya koyabilme kanalları hiç mi kalmamıştır?

On milyonlarca insan hiçbir sivil toplum örgütü tarafından temsil edilmiyor mu? “Yenileşme”den söz edip duran sol nereye saklanmıştır? .

Baş örtme hakkını savunmanın solcu olmakla, ilerici ya da sosyal demokrat olmakla çelişmediğini, tam tersine bunun gereği olduğunu hâlâ içlerine sindiremediler mi? Bu saflaşma çoktan “yasakçılarla başörtülüler” saflaşması olmaktan çıkarabilir, “yasakçılar ve özgürlükçüler” saflaşması haline gelebilirdi, gelmeliydi.

Bu, türban sorununun çözümü açısından belirleyici öneme sahipti. Ama sadece bu da değildi… Böyle bir gelişmenin pratik sonuçlarından daha önemli olan şey, solun ideolojik alandaki yaptığı açılımına yapacağı katkıydı. Çünkü artık açıkça ortada ki, solda bir yenilenme yaşanacaksa eğer, bunun en temel unsurlarından biri; doğru bir laiklik anlayışı; inanç ve ibadet özgürlüğünün temel bir özgürlük olarak içe sindirilmesi olmak zorundaydı. Zira, bugün demokrasinin en çetin konusu buydu.

Şu anda sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada, demokrasi tartışmalarının en çok tıkandığı; modernizmin en fazla çuvalladığı; Avrupa’daki en kararlı insan hakları savunucularının “sınıfta kaldığı” sınav bu noktada veriliyordu.

Yıllar yılı “anti demokrasiye demokrasi tanınamaz” klişesiyle durumu idare eden “modernist” tutucular, hayatın getirip dayattığı hiçbir sorunu çözemez halde bulunuyordu.

Batılılar, Avrupa’nın göbeğinde yaşayan 5 milyon Müslümanla ne yapacaklarını, neyi yasaklayacaklarını, neyi serbest bırakacaklarını şaşırmış bir halde birbirlerine bakıp duruyordu. İşte böyle bir tarihi süreçte, başörtüsü bir kez daha simge haline geliyordu: Özgürlükçü solla, totaliter sol arasındaki ayırımın simgesi oluyordu…

Türkiye’deki sol kanat içinde din ve inanç özgürlüğüne sahip çıkma yönünde bir değişim yaşanması; topyekun bir “aydınlanma” yaşanmasa bile, hiç değilse bir kanadın sol içindeki totaliter çizgiye karşı çıkıp özgürlükçü bir açılım yapması, solun kendi kaderi açısından son derece olumlu olurdu. Yakın geçmişte, solun bazı kesimlerinden, bazı büyük sendika ve derneklerden bu yönde bazı açılımlar gördükçe, akıl ve vicdan ehli seviniyordu.

Ama ne yazık ki, bu tutumlar “namusu kurtarmak” için yapılan açıklamalar olmanın ötesine geçmiyordu. Bu kuruluşlar tutumlarını ısrarla ve yüksek sesle ortaya koyamıyor; bir mücadele alanına dönüştüremiyor; malum ve mel’un saflaşmayı kırmak ve özgürlükçü olup olmamak noktasında yeni bir saflaşma başlatmak için hiçbir çaba gösteremiyordu. Şimdi kritik bir aşamadayız.

Türban meselesinin Ak Parti’yle CHP ve devletin bir kesimi arasında bir hesaplaşmaya dönüşmesine seyirci kalırsak, bunun bedelini demokrasimiz, yani hep birlikte öderiz.[2]

Bütün Kalelerimiz düşmeden uyanmalı ve tedbir alınmalıdır…

Haçlı seferlerinden beri Batı, Müslüman Türk milletiyle uğraşmıştır.

Victorya Çağı İngiliz Başbakanı Gladiston, “Türklerin kötülüklerine mani olmanın bir tek yolu vardır, o da onların vücutlarını yeryüzünden kaldırmaktır”, “İnsan neslinden olmaktan utanıyorum, çünkü Türkler de insan neslindendir…” diyecek kadar küstahlaşmış ve Batının bize bakış açısını yansıtmıştır.

O’nun yolundan giden öğrencisi Churchill, işi bir kerede ve kökünden bitirmek ister; Türk direnişi karşısında zehirli gaz ile toptan imha edilmemizi emreder, “Bu bir İnsanlık suçudur” diyen başkumandanına ise: “Türkler için kullanabilirsiniz, çünkü onlar insan neslinden değildir” diyecek kadar gavurlaşır. Yahudi asıllı ünlü Alman yazarı Stefan Ziwaig da İngilizlerden geri kalmaz: ‘Tarihte kaybedilen bir tek dakikanın bile bin yıl sonra dahi olsa geri döndüğü, ele geçtiği görülmemiştir” diyerek “Türklerin bir an evvel yok edilmesi gerektiğini” anlatır…

İşte Atatürk, bu yüzden Batı’nın “Her kalkınma hamlemizde, her ileri hareketimizde Türkleri boğalım, güçlenmesinler, başaramasınlar…” zihniyetinde olduğunu hatırlatır. Batı, bugün de aynı taktik ve stratejilerle Türkleri Anadolu’da imha etmek amacındadır. Bütün milli dinamiklerimizi yok etmek planını uygulamaktan geri durmamıştır.

Kuvayi Milliye liderleri, tam da böyle bir durumda şöyle demiştir: “Hürriyet ve Selametimiz tehlikededir. Milli Kıyam’dan başka yol yoktur. Türk milleti ya bu yolda savaşacak ya da tarihin huzurunda silinip gidecektir, fakat esir olmayacaktır…”

Mustafa Kemal Paşa’nın, “Dakika tehiri mucibi idamdır” (yani bir dakika geciktirilmesi bile idamlık suç sayılır) ibaresini taşıyan emirnamelerini yeniden okumak zamadır. Bütün kalelerimiz düşmeden… (Artık uyanmalıdır.)

Çünkü, tarihte kaybedilen bir tek dakikanın bin yıl sonra dahi olsa geri geldiği görülmemiştir. Ve son pişmanlık faydasızdır…”[3]


[1] İHA

[2] Gülay Göktürk / Bugün

[3] Muhittin Nalbantoğlu / Yeniçağ

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Mehmet DENİZ

Mehmet DENİZ

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx