İNSANIN RAHMAN SURETİNDE (İlahi tezahür ve tecelli ayinesi olarak) YARATILMASI
İNSANIN RAHMAN SURETİNDE
(İlahi tezahür ve tecelli ayinesi olarak)
YARATILMASI (Hadis-i Şerif)
14. Lem’a: Beşinci Sır (Bediüzzaman. Lemaat. Sh: 128 – Zehra Yay.)
Bir Hadis-i Şerifte varid olmuş ki:
“Muhakkak ki, Allah insanı Rahman suretinde yarattı.” [Bkz. Buhari, İsti’zan: 1 - Müslim, Birr; 115] (Ev kemâ kàl.) Bu Hadis-i Şerifi, bir kısım ehl-i tarikat, akaid-i imaniyeye[1] münasip düşmeyen acip bir tarzda tefsir etmişler. Hatta onlardan bir kısım ehl-i aşk, insanın sima-yı manevisine bir suret-i Rahman nazarıyla bakmışlar. Ehl-i tarikatın ekserinde sekr[2] ve ehl-i aşkın çoğunda istiğrak[3] ve iltibas[4] olduğundan, hakikate muhalif telâkkilerinde belki mazurdurlar. Fakat aklı başında olanlar, fikren, onların esas-ı akaide[5] münafi[6] olan manalarını kabul edemez. Etse hata eder.
Evet, bütün kâinatı bir saray, bir ev gibi muntazam idare eden ve yıldızları zerreler gibi hikmetli ve kolay çeviren ve gezdiren ve zerratı muntazam memurlar gibi istihdam eden Zât-ı Akdesi İlâhînin şerîki, nazîri, zıddı, niddi olmadığı gibi, “… O'nun benzeri bir şey yoktur (bu mümkün değildir). O her şeyi (hakkıyla ve tüm ayrıntılarıyla) İşitendir, Görendir.” (Şura Suresi: 11) sırrıyla, (Zât-ı İlahinin) sureti, misli, misali, şebîhi dahi olamaz. Fakat, “…Göklerde ve yerde en yüce misaller (İlahi sıfatlarının tezahür ve tecellileri olan örnekler) O'nundur. O, Güçlü ve Üstün olandır, Hüküm ve Hikmet sahibi (Allah’tır).” (Rum Suresi: 27) sırrıyla, mesel ve temsil ile şuunatına[7] ve sıfat ve esmasına bakılır. Demek, mesel ve temsil, şuunat nokta-i nazarında vardır.
Şu mezkûr (yukarıda mealen arz edilen) Hadis-i Şerifin çok makâsıdından birisi şudur ki:
İnsan, ism-i Rahman’ı tamamıyla gösterir bir surettedir. Evet, sabıkan beyan ettiğimiz gibi, kâinatın simasında bin bir ismin şualarından tezahür eden ism-i Rahman göründüğü gibi ve zemin yüzünün simasında rububiyet-i mutlaka-i İlâhiyenin hadsiz cilveleriyle tezahür eden ism-i Rahman gösterildiği gibi, insanın suret-i câmiasında da, küçük bir mikyasta da olsa, zeminin siması ve kâinatın siması gibi yine o ism-i Rahman’ın cilve-i etemmini[8] gösterir demektir.
Hem işarettir ki, Zât-ı Rahmanü’r-Rahîm’in delilleri ve aynaları olan zîhayat ve insan gibi mazharlar o kadar o Zât-ı Vâcibü’l-Vücuda delâletleri (örnek ve alâmet teşkil etmeleri) kat’î ve vazıh ve zâhirdir ki, güneşin timsalini ve aksini tutan parlak bir ayna parlaklığına ve delâletinin vuzuhuna işareten "O ayna güneştir" denildiği gibi, "İnsanda suret-i Rahman var" (Hadis’inin) vuzuh-u delâletine ve kemâl-i münasebetine (açık işaretine ve kesin ilişkisine) işareten denilmiştir ve denilir. Ve ehl-i vahdetü’l-vücudun[9] mutedil[10] kısmı “O’ndan başka (hakiki ve daimî) hiçbir varlık yoktur” sırrına binaen, bu delâletin vuzuhuna ve bu münasebetin kemâline bir ünvan olarak dile getirmişlerdir.
Dokuzuncu Lem’a: (Sh: 53)
Aziz kardeşim,
Senin İkinci Sualinin Hülâsası: Muhyiddin-i Arabî demiş: “Rûhun mahlûkıyeti, inkişâfından ibarettir.”
O sual ile, benim gibi zayıf bir biçareyi, Muhyiddin-i Arabî gibi müthiş bir harika-i hakikat, bir dâhiye-i ilm-i esrara karşı mübarezeye (fikri çatışmaya) mecbur ediyorsun. Fakat madem nusûs-u Kur’an’a istinaden bahse girişeceğim; ben sinek dahi olsam o kartaldan daha yüksek uçabilirim. Belki (gerçek şu ki) Hazret-i Muhyiddin Arabi aldatmaz, fakat aldanabilir. Hâdidir, (hidayet ehlidir) fakat her kitabında mühdi (hidayete erdirici) olamıyor. Gördüğü (bazı hikmetli işaretler) doğru olabilir, fakat hakikat değildir. Yirmi Dokuzuncu Sözde, ruh bahsinde, medar-ı sualiniz olan o hakikat izah edilmiştir. Evet, ruh, mahiyeti itibarıyla bir kanun-u emrîdir. Fakat vücud-u haricî giydirilmiş bir namus-u zîhayattır[11] ve vücud-u haricî sahibi bir kanundur. Hazret-i Muhyiddin, bu hakikati sadece mahiyeti noktasında düşünmüştür. Vahdetü’l-vücud meşrebince, eşyanın vücudunu hayal görüyor. O zât, harika keşfiyatıyla ve müşahedatıyla ve mühim bir meşreb sahibi ve müstakil bir meslek ihtiyar ettiğinden, bilmecburiye, zayıf te’vilâtıyla, tekellüflü bir surette, bazı ayatı meşrebine, meşhudatına tatbik ediyor, ayatın sarahatını (zahiri ve açık manasını) incitiyor.
Meselâ, bir ayinede güneş görünüyor. Şu ayine, güneşin hem zarfı, hem mevsufudur.[12] Yani, güneş bir cihette onun içinde bulunur ve bir cihette ayineyi ziynetlendirip parlak bir boyası, bir sıfatı olur. Eğer o ayine, fotoğraf ayinesi ise, güneşin misâlini sabit bir surette kâğıda ve kayda alıyor. Şu halde, ayinede görünen güneş, fotoğrafın resim kâğıdındaki görünen mahiyeti, hem ayineyi süslendirip sıfatı hükmüne geçtiği cihette, hakikî güneşin gayrıdır. Güneş değil, belki güneşin cilvesi başka bir vücuda girmesidir. Ayine içinde görünen güneşin vücudu ise, hariçteki görünen güneşin ayn-ı vücudu değilse de, ona irtibatı ve ona işaret ettiği için, onun ayn-ı vücudu zannedilebilir. İşte bu temsile binaen, “Ayinede, hakikî güneşten başka bir şey yoktur” denilmek ve ayineyi zarf[13] ve içindeki güneşin vücud-u haricîsi[14] murad olmak cihetiyle denilebilir. Fakat ayinenin sıfatı hükmüne geçmiş münbasit aksi ve fotoğraf kâğıdına intikal eden resim cihetiyle güneştir denilse, hatadır; “Güneşten başka içinde bir şey yoktur” demek yanlıştır.
Otuzuncu Lem’a: (Sh: 468)
Meselâ, ism-i Rahman'ın cilvesi olan rahmet-i vasia, o Rahmeten li'l-âlemin (olan Hz. Peygamber Efendimiz) ile tezahür[15] eder. Ve ism-i Vedûdun cilvesi olan tahabbüb-ü İlâhî ve taarrüf-ü Rabbanî, o Habib-i Rabbü'l-âlemin ile (tecelli edip) netice verir, mukabele görür. Ve ism-i Cemîlin bir cilvesi olan bütün cemaller, yani, cemâl-i Zât, cemâl-i esmâ, cemâl-i san'at, cemâl-i masnuat dahi o ayine-i Ahmediye’de (a.s.m. Peygamber Efendimizin nur cemalinde) görülür, gösterilir. Ve haşmet-i rububiyetin ve saltanat-ı ulûhiyetin cilveleri dahi, o dellâl-ı saltanat-ı rububiyet olan zât-ı Ahmediye’nin (a.s.m.) risaletiyle bilinir, görünür, anlaşılır, tasdik edilir. Ve hakeza, bu misaller gibi, ekser Esmâ-i Hüsnâ’nın her biri, risalet-i Ahmediye’ye (a.s.m.) birer parlak bürhandır.[16]
Elhasıl, madem kâinat mevcuttur ve inkâr edilmiyor. Elbette kâinatın renkleri, ziynetleri, ışıkları, ziyaları, san'atları, hayatları, rabıtaları hükmünde olan hikmet, inayet, rahmet, cemal, nizam, mizan, ziynet gibi meşhud (görünen) hakikatler de, hiçbir cihetle inkâr edilmez. Madem bu sıfatların, fiillerin inkârı mümkün değildir. Elbette o sıfatların mevsufu[17] ve o fiillerin faili ve o ziyaların güneşi olan Zât-ı Vacibü'l-Vücud, Hakîm, Kerîm, Rahîm, Cemîl, Hakem, Adl dahi hiçbir cihetle inkâr edilmez ve inkârı kabil olmaz. Ve elbette o sıfatların ve o fiillerin medar-ı zuhurları, belki medar-ı kemalleri, belki medar-ı tahakkukları[18] olan rehber-i ekber, muallim-i ekmel ve dellâl-ı âzam ve tılsım-ı kâinatın keşşafı ve ayine-i Samedanî ve Habib-i Rahmanî olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın risaleti de hiçbir cihetle inkâr edilmez. Âlem-i hakikatin ve hakikat-i kâinatın ziyaları gibi, bunun risaleti dahi, kâinatın en parlak bir ziyasıdır.
05 Temmuz 2020
SURET-İ RAHMAN GÖRÜNÜR
Adem deyip geçme sakın, bilsen ne büyük manadır
İnsan-ı kâmil yüzünde, cilve-i Rahman1 görünür…
Büyük tecelli makamı, tezahür Hak namınadır
Fasıkın şaşı gözüne, ermiş Brahman2 görünür
Nur Muhammed’in vechinde3, suret-i Sultan görünür…
Cahiller surete bakar, sireti4 gören gönüldür
Nur tecellide teselli, bulmak mü’mine ödüldür
Gülü sevmeyen yoktur ya, sırrına eren bülbüldür
Her bakanı sezer sanma, dert ona derman görünür
Erbakan’ın suretinde, eser-i Rahman görünür…
Güzellikte sönük kalır, yanında Yusuf-i Kenan
Muhammed’de tecellidir, Hazreti Hannanü Mennan5
Medeniyet ümranına, gerekti bir Mimar Sinan
Konak görmemiş çırağa, kümes apartman görünür
Erbakan’ın manasında, mührü Süleyman görünür…
Hıyanet eder münafık, alır Siyonist nusreti
Oysa sadıka ferahlık, aşılar Dostun sureti
Ya Rabb dergâha sığındık, bitir gayrı bu hasreti
Beyni kof yolu terslere, teresler6 erman7 görünür
Arif cihat erbabına, hizmet-i Rahman görünür…
Boşa çıkaran Allah’tır, tüm şeytani entrikalar8
Her nesneyi yaratan O, her zerrede harikalar
En mükemmel donatan O, her hücrede fabrikalar
Hak ehline sinek dahi, delil argüman9 görünür
Mehdi Rasül nur yüzünde, suret-i Rahman görünür…
Sırf kendini düşünürler, hep vicdansız bencil bahil10
Darwinist komünist ya da, Din istismarcısı cahil
Cehalet tahsil etmişler, nice diplomalı gafil
Kuru ot çer çöp yığını, cahile harman görünür
Dost Muhammed suretinde, cilve-i Rahman görünür…
Hak’tan hayırdan sapıtan, halkı oltaya takarlar
Nefsi için milletini, hiç acımadan yakarlar
Özü çürümüş hainler, İblis gözüyle bakarlar
Sapıklara dişi domuz, dilber-i Roman11 görünür
Erdemli mü’min şahsında, edebi Kur’an görünür…
Marazlı facire sorsan, adil zatı zalim sanır
Şarlatanı bilgiç tanır, cühelayı âlim sanır
Baş boş gönül kör zavallı, korkakları halim12 sanır
Münafıka Fatih bile, sahte kahraman görünür
İnsan-ı kâmil vechinde, suret-i Rahman görünür…
Takva tarikat yozlaşmış, haksız servet ve şehvetle
Hidayetleri kararmış, nefsani gurur şevketle13
Damlayı derya zanneder, sahte etiket şöhretle
Karınca gözlü adama, çayırlar orman görünür
Mehdi Rasul suretinde, cilve-i Rahman görünür…
Binbir esma sıfatıyla, tesbih tezekkür ederiz
Şu muhteşem Kâinatı, derin tefekkür ederiz
Sonsuz in’am ikramına, daim teşekkür ederiz
Milli Çözüm sadıkları, Hakka tercüman görünür
Erbakan’ın suretinde, eser-i Rahman görünür…
Âlem teşhir meydanıdır,14 her varlık bir ayna gibi
San’atı Sultan harika, eserlerin tek sahibi
Hidayeti gözüm açtı, uyandı Ahmet garibi
Kur’an kılavuz kalbime, İlahi ferman görünür
Hak Muhammed simasında, hep sırrı Sultan görünür…
1- Cilve-i Rahman: Rahman olan Allah’ın tecelli ve tezahürleri.
2- Brahman: Bâtıl Hint inancında kutsal kişi.
3- Vecih: Yüz, suret.
4- Siret: Özü, manevi yönü.
5- Hannanü Mennan: Kullarını koruyup kollayan Allah’ın sıfatları.
6- Teres: Korkak, kaypak, gayretsiz ve fırsatçı kişiler.
7- Erman: Cesur, yürekli ve korkusuz kişi.
8- Entrika: Sinsi plan ve tuzaklar.
9- Argüman: Sağlam ve inandırıcı belge, bulgu.
10- Bahil: Cimri, bencil, sadece kendini düşünen.
11- Dilber-i Roman: Çingene güzeli.
12- Halim: Sakin, sabırlı.
13- Şevket: Kuvvet, devlet, azamet.
14- Teşhir meydanı: Çok kıymetli sanat eserlerinin sergi alanı.
[1] Akaid-i imaniye: İmanın temel kuralları, esasları.
[2] Sekr: Tasavvufta kendinden geçme hali. Mana âlemindeki sarhoşluk.
[3] İstiğrak: Manevi sarhoşluk.
[4] İltibas: İki şeyi birbirine karıştırmak.
[5] Esas-ı akaide: İman esası.
[6] Münafi: Zıt, uymaz, aksi, aykırı. Mugayir ve muhalif olan.
[7] Şuunat: İşler, fiiller, şe’nler
[8] Cilve-i etemm: Noksansız tecelli
[9] Ehl-i vahdetü’l-vücud: Sadece Allah’ı var kabul ederek mevcudatı inkâr ve reddeden tasavvuf nazariyesini savunanlar.
[10] Mutedil: Vasat, orta halli.
[11] Namus-u Zihayattır: Hayattar olan bir kanun.
[12] Mevsuf: Sıfatlanmış, vasıflanmış.
[13] Zarf: İçerik.
[14] Vücud-u haricî: Bir şeyin maddi âlemdeki tezahürü, görüntüsü.
[15] Tezahür: Ortaya çıkma, görünme.
[16] Bürhan: Delil.
[17] Mevsuf: Bir sıfatla nitelenen, sıfat sahibi.
[18] Medar-ı tahakkuk: Hakikati ve gerçekliği anlaşılmasına bir vesile.
< Önceki | Sonraki > |
---|