YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
674f8e19ac6bd
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 1 5 6
Bugün : 1780
Dün : 30630
Bu ay : 116595
Geçen ay : 890827
Toplam : 29861161
IP'niz : 18.97.9.175

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Tebliğ ve davet, davanın temelidir ve Müslümana farz olan bir görevdir. Nasihat ve sohbetlerimizin kabul görmesi ve tesir etmesi için:

“Rabbim, benim göğsümü aç (gönlüme genişlik ve ferahlık ver) Bana (tebliğ) işimi kolaylaştır. Dilimin düğümünü çöz (güzel ve etkili konuşma kabiliyeti ver) ki sözümü anlasınlar..”[1] dua ve temennisinde bulunmak gerekli ve güzeldir.

İnsanlara vaazu nasihat etmek ve onların nefislerini etkileyecek şekilde beliğ ve bereketli söz söylemek[2] Allah’ın emridir.


[1]  Taha: 25-28

[2] Nisa: 63

 

Çünkü tebliğ ve tavsiyeden maksat, insanları batıl ve bozuk düşünce ve davranışlardan kurtarmak, onları İslâm’la tanıştırmak, dünya ve ahiret saadetine ulaştırmaktır. Öyle ise insanları avutan şeyler değil, uyandıran ve şuurlandıran şeyler anlatılmalıdır. Kendimizi satmak, bilgiçlik taslamak ve alkış toplamak için konuşulmamalıdır. Sadece his ve heyecanları tahrik eden sözler değil, kalpleri ve kafaları tatmin eden gerçekler anlatılmalıdır. Dışı hoş, içi boş hikâyeler, yıldızlı ve yararsız sözlerle insanları avutmak, hizmet ve siyaset şuurunu körelten sohbetlerle zulmün devamına yardımcı olmak, insi ve cinni şeytanların oyunlarıdır.[1]

Anlattığımız davaya önce biz gerçekten inanmalı ve yaşamalıyız “Kalbinde ve hakikatte iman etmediği ve önem vermediği şeyleri , sadece şöhret ve siyasi menfaat aşkına diliyle konuşan münafıkların”[2] durumuna düşmekten sakınmalıyız.

Ve özellikle yapmadığımız şeyleri, yapıyormuş gibi kahramanlık satmamalı ve başkalarına teklif ve tavsiye ettiğimiz hususları önce kendimiz mutlaka uymalı ve “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz? (yapmadığınız ve yapamayacağınız) şeyleri konuşmak Allah katında en çirkin görülen bir davranıştır.”[3] Ayetinin tehdidinden korkmalıyız.

Sadece zahiri görünüşünü düzeltmek, insanların hoşuna gidecek şekilde sözlerini güzelleştirmek[4] ve hele sahte kahramanlık gösterisi için, yalan ve uydurma şeyler icat etmek manevi bir marazdır ve şahsiyet hamlığıdır.

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun da doğru söz söyleyin ki işlerinizi düzeltsin”[5] emrini unutmamalı ve yalanda bereket aramamalıdır.

“Siz kitabı okuduğunuz halde başkalarına iyiliği emredip kendi nefsinizi unutuyor musunuz?”[6] İkazını unutmamalıdır.

Davamızla davranışlarımız, özümüzle sözlerimiz arasında bir uygunluk bulunmuyorsa, akibetimizin kötü olmasından Allah’a sığınmalıdır.

En tesirli tebliğ, örnek hareketlerimiz olacaktır. Aliyhisselatü Vesselam Efendimiz:

“Miraç gecesi ateşte (kor haline getirilmiş) makaslarla dudakları kesilerek cezalandırılan bir topluluğa rastladım. Kendilerine kim olduklarını sorduğumda “Biz dünyada insanlara hayrı emreder kendimiz yapmazdık. Onları şerden meneder, ama kendimiz yapardık”[7] buyurmaktadır.

Eserlerde Cenab-ı Hakk’ın Hz. İsa’ya “Ey Nebim! Önce kendi nefsine vaazu nasihatte bulun! Eğer nefsin bunları tasdik ve tatbik ederse, o zaman başkalarına da teklif ve tebliğ et. Aksi halde benden utan.” diye vahyettiği bildirilmektedir.

Velhasıl “Akıllı kimse nefsine söz dinleten ve ölümden sonrası için hazırlık görendir. Ahmak kimse de nefsü hevasına hizmet eden ve ibadet ve istikametini terk eden ve bununla beraber Allah’tan (cennet, mağfiret) temenni edendir.”[8]

Bazı imkânsızlıklarla hayırların hepsini işleyemezsek bile, yine de onları insanlara teklif ve teşvik etmek caizdir ve gereklidir. Bazı hatalardan kurtulmaya çalışmamıza rağmen hala işliyorsak, yine onlardan da başkalarını menetmek ve sakındırmamız gerekir.

Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.v):

“Siz iyiliklerin tamamını işlemezseniz dahi, yine de herkese iyiliği emrediniz. Kötülüklerin de tamamından kurtulamazsanız dahi, yine de insanları kötülüklerden sakındırınız”[9] buyurmuşlardır.

Elbette ve herhalde kendimizi değil, karşımızdakini tatmin etmek için konuşmalı, davet ettiğimiz şeylerle davranışlarımız arasında bir uygunluk bulunmalıdır. Ve “Haksızlıklar karşısında susanların dilsiz Şeytan sayıldığı” ve

“Cihadın en efdalinin, zalim idareciler (ve batıl yönetimler) karşısında hakkı söylemek olduğunu” asla unutulmamalıdır.

Kur’an’ın ilk muhatabı Efendimiz (s.a.v) ve Ashab-ı Kiram’dır.

“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” ayeti gelince, Hz. Peygamberimiz “Hud Suresi beni ihtiyarlattı” buyurmuşlardır.

“Ey iman edenler! (hakkıyla) iman ediniz!”

“Şeytan büyük düşmandır, peşine gitmeyiniz!”

“Sakın (İslâm’a hainlik düşünen) Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyiniz ve onlara güvenmeyiniz!”

“Sizden olan (ve başınızda bulunan) emir ve yetki sahiplerine mutlaka itaat (ve irtibatlı hareket) ediniz!”

Mealindeki ayetler gelince ve Aleyhisselatü Vesselam Efendimiz onları sık sık ikaz edince, Ashabı Kiram “Allah ve Resulü bize güvenmiyor mu? Biz hiç böyle şeyler yapar mıyız?” dememişler, bütün bunlardan ders çıkarmaya ve dikkatli olmaya gayret göstermişlerdir. Zira Şeytan büyük düşmandır, nefis ondan taraftır ve zaten insan zaafiyetlerle mübteladır.

“Akılı insan başkalarına hitap edilirken, kendisi ibret alandır.”

Çok kritik ve tehlikeli bir dönemeçten geçtiğimiz şu ortamda, genel olarak İslâmi camiada sivrilen şahsiyetlere bir takım hatırlatmada bulunmak, zannediyorum yerinde ve yararlı olacaktır.

Evet, dost acı söyler, ama ilacı söyler!… Allah korusun, nefsine uyarak, Haklı bir davaya yan çizen ve gizli hıyanete yeltenen, üstelik kendisine yapılan hayırlı uyarı ve davetleri de küçümseyen kimselere ceza olarak, Cenab-ı Hakk’ın kahır ve intikam okları, bunların ya mallarını, ya canlarını veya imanlarını hedef alır.

Dünyayı ahirete tercih edip her türlü hile ve hıyanete tenezzül eden… Davalarını ve dostlarını tepeleyip, karanlık mahfiller ve münafık kesimlerle irtibat ve işbirliğine girişen… Ve nefsu hevalarını ilahlaştırıp, şahsi heves ve hesaplarını her şeyin üstünde gören kimselerin, yavaş yavaş imanları çürümeye ve basiret gözleri körelmeye başlar. Suret-i Hak’tan görünen şeytanın şaşırtmasıyla, gündüz Müslümanlarla, gece masonlarla olmayı… Cumaları hocalara yakın, Pazarları localara yakın dolaşmayı… Görünürde dava adamlarıyla gizlide devlet kodomanlarıyla buluşmayı… Bugün dervişlerle, yarın keşişlerle kucaklaşmayı gözü açıklık sananlar…

Kendi akıllarınca milletimizin ve Milli Görüşçülerin “Nüfus” unu (oy potansiyelini ve seçim imkânlarını) ABD ve İngiltere gibi dış güçlerin ise “nüfuz” unu (yani medyatik ve masonik etkinlik ve ağırlıklarını) birlikte kullanmayı amaçlayanlar, devamlı aldanır ve harcanırlar!…

Oysa bizzat yaşadığı acı ve pahalı tecrübelerini konuşturan İsmet İnönü’nün dediği gibi,  “Büyük devletlerle ilişkiler, ayılarla aynı yatağa girmeye benzemektedir.”

Süper Şeytanlarla fert olarak değil, ancak cemaat ve teşkilat adına mücadele edilebilir veya münasebet kurulabilir.

Çünkü bir kişi ne kadar zeki ve becerikli de olsa, siyonizm gibi şeytani organizelerin çarkları arasında kolayca ezilebilir.

Aleyhisselatü Vesselam Efendimizin “Bu tür teşebbüs ve temaslara girişenler ya yetkili AMİR, ya onun tayin ettiği ME’MUR değilse, o kişi mutlaka kendi heva ve hesabına çalışan bir MÜRAİ’dir. (Makam ve menfaat düşkünü bir riyakârdır)[10] ikazına dikkat edilmelidir.

Bu tür ilişkiler, şayet toplumumuzdan gizli ve cemaatimizin haberi olmadan yapılmışsa… Teşkilatımızdan ve kurmaylarımızdan gerekli izin önceden alınmamışsa… Ve görüşmeler sonunda edinilen bilgi ve intibalar kurmaylarımıza aktarılmamışsa… Bu yapılan, hem çok yanlış hem de tehlikelidir.

Unutmayalım ki: Davamız ve devletimiz üzerinde asla vazgeçmeyecek düşmanlıkları bulunan dış güçlerin diplomatları, şayet birilerimizin yüzüne gülüyor ve onu öne çıkarmaya gayret ediyorsa, bunun altında mutlaka bir şeytanlık aramamız lazım gelir.

Karasineklerin hep “yara” lar konduğu da ayrı bir gerçektir. Öyle ise bize düşen herhalde sağlam ve sağlıklı kalabilmektir. Düşman güçlerin, herhangi birimizi kullanabilecekleri ve bizden yararlanabilecekleri ümidini taşımaları bile, bizim ya safiyetimizin ya da iman zaafiyetimizin bir eseridir.

Bakınız Sahabe-i Kiram’dan Ka’b bin Malik Hazretleri hem akabe biatında bulunmuş hem de Uhud, Hendek savaşlarına katılmış, münkir ve münafıkları rezil eden peygamberimizi öven şiirleriyle Efendimiz’in özel iltifatına mazhar olmuş bir şahsiyettir.

Ama şeytanın hilesine ve nefsin dünyalık heveslerine kapılıp, bir anlık tembellik ve gevşeklik sonucu, Tebük seferinden geri kalmış ve bu yüzden durumu kendisi gibi olan 3 Sahabiyle birlikte “selam alınıp verilmemek, kendileriyle küsmek ve alakayı kesmek” şeklindeki bir ceza ile, haftalar ve aylar boyu ilgisizliğe mahkum edilmişlerdi.

Ve nihayet “(Rahata ve menfaate meyletmeleri yüzünden cihattan) geri bırakılan o üç kişiye, olanca genişliğine rağmen yeryüzü dar gelmeye başlamış, vicdani (sorumluluk ve rahatsızlıkları) kendilerini sıktıkça sıkmış ve (artık) Allah’tan başka sığınacak hiçbir makam ve mevki olmadığını (iyice) anlamışlardı.  Sonunda (hatalarını terk edip yeniden hayra ve hizmete) yönelmeleri için, Allah onların tevbelerini kabul etti.”[11] Ayetiyle bağışlanmış ve cezaları sona ermişti.

İşte bu zat (r.a) anlatıyor: Aradan tam 52 gün geçmişti. Dünya bana zindan haline gelmişti. Cihattan geri kalmanın ve suçlanmanın utancı ve başta Efendimiz, tüm yakınlarımız ve arkadaşlarımız tarafından dışlanmanın kıskacı içinde, acaba hayırlı bir haber duyabilir miyim ümidiyle, Medine sokaklarına çıktım. Şam’dan Medine’ye mal satmaya gelen bir tüccar Bizans’ın Suriye eyaleti durumundaki Gassan Hükümdarı’ndan bana bir mektup getirmişti. Şöyle yazıyordu:

“Duydum ki, sahibin sana zahmet ve hakaret etmekteymiş… Hâlbuki sen ilgisizliğe mahkûm edilecek ve eziyet çekecek birisi değilsin. Bu nedenle gel bize katıl ki, layık olduğun makam ve mevki yi, şeref ve izzeti göresin…”

Bunları okuyunca “İşte asıl bela budur” dedim ve bütün dünyamın kökten karardığını hissettim. Zira demek ki “Terbiye ve tecziye için aylar değil, yıllar boyu böylesine suçlansam ve dışlansam bile, yine asla dinimden ve davamdan dönmeyeceğim ve müşriklere sığınmak şerefsizliğine düşmeyeceğim kanaatini onlara verememişim ki, bana böyle bir teklifte bulunma cesaretini gösterebilmişlerdi.”[12]

Evet, “Sürüden ayrılanı kurt kapar” Teşkilat ve cemaat disiplininden ayrılıp kendi kafasına ve kendi hesabına iş yapanları, siyonist kurtlar tez parçalar… Bu duruma düşmekten şiddetle sakınmalı ve Allah’a sığınmalıyız…

Miting ve konferans için geldiği Malatya’da misafir kaldığı bir evde, Selamet döneminde bizim idare heyetimizde bulunup, sonra ANAVATAN’a geçen birisi: “Ben gafil insanlarımızı şuurlandırmak ve kurtarmak maksadıyla oradayım” şeklinde bir mazeret ileri sürünce bir büyüğümüz şunları söylemişti:

“Sele kapılarak boğulma tehlikesi geçirenleri kurtarmak isteyenlerin, önce kopmaz bir urganla sağlam bir kulpa bağlanmaları gerekir. Aksi halde sadece yüzme becerisine güvenip azgın sulara atlayanlar, kendi canlarını bile tehlikeye atıp boğulabilir.”

Velhasıl sadâkat ve samimiyetle gösterilecek bir teslimiyet dışındaki şahsi ve nefsi girişimler, her zaman tehlikelidir ve unutulması ki “haşa” Allah’ı atlatmak ve aldatmak asla mümkün değildir.

“Yoksa (her türlü) kötülük (ve nankörlük) leri yapanlar bizi atlatacaklarını mı zannediyorlar?”[13] Ayetine kulak verilmelidir.  Zira Allah “imhal eder ama ihmal etmez” Yani belli bir zaman mühlet verip yularını uzatır, ama sonunda onun hesabı kesindir ve intikamı çetindir.

Velhasıl, uçurumun kenarına yaklaşıldığı bir noktada bile, yanlış gidişatını fark edip geri dönmek yine de fazilettir ve faydalıdır.

Ancak, artık uçurumdan aşağı düşerken, pişmanlık göstermek ve feryat etmek ise, çok geç kalınmış ve yararsız bir çırpınıştır.


[1]  En’am: 112

[2]  Fetih: 11

[3] Saf: 2-3

[4]  Münafikun: 4

[5]  Ahzab: 70-71

[6]  Bakara: 44

[7]  İbni Hibban İhya-i Ulum

[8]  Tirmizi- İbn Mâce

[9]  Taberani

[10]  Hadis Süneni İbni Mace

[11]  Tevbe: 118

[12]  Bak: 1-Sahihi Buhari Ka’ab hadisi. 2- Tevbe: 118 ayetinin tefsiri Hak Dini Kur’an Dili – Elmalı Hamdi Yazır

[13]  Ankebut: 4

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Tevfik BALA

Tevfik BALA

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx
Paylaş...