YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6631917b2538c
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 5 8
Bugün : 4022
Dün : 23368
Bu ay : 4022
Geçen ay : 737322
Toplam : 23520308
IP'niz : 3.134.118.95

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

"Kel ölür sırma saçlı, kör ölür badem gözlü, kalem kaşlı olur" atasözümüz Ecevit'in ölümü sonrası tekrar gerçekleşti.

Onun için övgüler dizmişler, kahramanlıklarını öne sürmüşler, ulusalcı, bağımsızlıkçı demişler, ama kökü dışarıdaki Siyonist Bilderberg üyesi ve bendesi olduğunu gizlemişlerdi.

Mütevazi, kanaatkar, dürüst demişler, ama 85 trilyonun nasıl kazanılıp kasalarına ve hesaplarına geçirildiğini gözardı etmişlerdi.

Çifte standart çirkefinde Hakikat çiçeklerinin açmayacağını ve toplumun sonsuza kadar yalan dolanla, palavra planla aldatılmayacağını düşünmemişlerdi..

Resmi ve siyasi değil, samimi davranacağız..

Kader açısından herkes ve her şey yerinde ve döneminde gereklidir. Ecevit'te Türkiye'nin bir gerçeğidir. Ama her gerçekçi olan değerli olmayabilir.

 

Ecevit'e dış güdümlü sağ-sol senaryosunda sosyal demokrat rolü verilmiştir. Demirel'e sağa-muhafazakar rolü uygun görülmüştür.

Binlerce gencimizin boş yere heder edildiği sağ-sol çatışmalarının, katliamlarının suçunu, daha sonra Demirel, tamamen ülkücülerin, Ecevit ise solcu gençliğin üzerine yıkıvermişlerdir.

Toplum sihirlenmiş, büyülenmiştir. Şimdi S. Demirel "Başörtülüler Arabistan'a gitsin" diyecek kadar katı laik, Ecevit ise "Din elden gidiyor" diyecek kadar ılımlı İslamcı ve fetullahçı kesilmiş, ama toplum bu yapmacık yalancı rolü bile fark etmemiştir.

AB'ye girmek aşkına Ecevit, bir gün öncesine kadar "asla taviz vermeyeceğiz" demesine rağmen, gidip Helsinki teslimiyet belgesine imza atmıştır. Ama içime sindiremeden imzaladım dediği için de kahraman ilan edilmiştir.

Erbakan'ın rolü unutturulmak için Kıbrıs Fatihi ilan edilmiştir. İranlıların Hz. Ömer nefretini, Hz. Ali muhabbetiyle ortaya dökmeleri gibi bir şeydir.

İsmet İnönü'nün Kıbrıs konusunda önce efelenip sonra Chonson'un mektubu üzerine geri adımına Ecevit hiç tepki göstermemiştir. Oysa çalışma bakanı mevkisindedir.

Ecevit'in işçilere sendikal haklar getiren girişimleri, küresel sermayenin Türk Milli ekonomisini ve KİT'leri çıkmaza ve iflasa sürüklemeye yöneliktir.

Çünkü Koç ve Sabancı kuruluşlarında ve dış yatırımlarda asla grev görülmemiştir.

Ecevit'in gerçek kimliğinin en kesin göstergesi Bilderberg üyeliğidir. Bilderberg, Gizli Dünya Devletinin ve Siyonist sermaye hakimiyetinin, özel hükümeti yerindedir. 1974 İzmir Çeşme'deki gizli Bilderberg toplantısına katılan Ecevit, bir soru üzerine "Gerekirse Başbakanlığı bırakırım, ama o toplantıdaki sırları açıklayamam" demiştir.

Ölümü üzerine, Fetullahçı Zaman Gazetesi "Okullarda Hadis okutulmasını istemişti" (13.Kasım.2006 Sh:4) diyerek, Ecevit'i ermişlik derecesine yükseltirken, aynı gazetenin bilgiç İslamcısı Ali Bulaç:

"Ecevit'in "Hakça Düzeni", Erbakan'ın "Adil Düzeni"nin başka anlatımıydı" (13.Kasım 2006 Zaman-Yorum) diyecek kadar cehalet ve çarpıtma becerisi sergiliyordu.

 

Gözler DSP'nin Kasasında

Hazine yardımlarını bankalarda faiz ve hazine kağıtlarıyla değiştiren DSP'nin kasasındaki para, milyon doları aşmış bulunuyor. Bu paranın parti içinde miras kavgasına neden olacağı iddia ediliyor.

Ecevit'in ölümünün ardından gözler DSP'nin kasasındaki paraya çevrildi. ‘Eli sıkı' parti olarak bilinen DSP, hazine yardımlarını bankalarda yüzde 20 civarında vadeli faiz ve hazine kağıtlarıyla değerlendiriyor.

Partinin kasasındaki paranın ise 50 milyon doları (80 milyon YTL) aştığı söyleniyor. En zengin partinin parası!

Türkiye'nin en zengin partisi olarak bilinen DSP'nin mal varlığı, birkaç ay önce DİSK Başkanı Süleyman Çelebi'nin öncülüğünde 10 Aralık hareketi" adı altında yürütülen ve içinde CHP'nin olmadığı bir ‘sol ittifak' girişimiyle de gündeme gelmişti. Celal Doğan, Bülent Tanla ve Rıdvan Budak gibi isimlerin geçtiği 10 Aralık hareketi seçimlere DSP-SHP-ÖDP ittifakı ile girilmesi için çalışıyordu. CHP Kadıköy Belediye Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin de CHP'yi dışlayan girişimin, "Bunların asıl amacı DSP'yi ve kasasını ele geçirmek" demişti. Tekin'in sözlerinden rahatsızlığını dile getiren Zeki Sezer iddialara şöyle cevap vermişti. "Bakın, bugün bizim kasamızdaki para konuşuluyor. Ben burada, Meclis misafirhanesinde 20 YTL'ye kalıyorum. Beş yıldızlı otellerde kalmasını biz de biliyoruz. Kimileri gibi yedi yıldızlı parti binaları yaptırmıyoruz biz. O yüzden kasamız dolu ve hep de dolu kalacak"

2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'na göre partilere yapılan mali yardım, partilerin faaliyetlerini gerçekleştirmede bina, araç ve propaganda malzemesi gibi ihtiyaçların alımında kullanılabiliyor. Kanuna göre partilerin parayı ticari amaçlı kullanmaları yasak. Bu nedenle partiler parayı daha çok bankalarda değerlendirme yoluna gidiyor.[1]

Rahşan Ecevit'in dürüstlük sınavı!

Az para değil. 80 trilyon lira. Bankada duruyor. Yılda en az 15 trilyon lira faiz getiriyordur. Şu anda belki de toplam miktar 100 trilyona yaklaşmıştır. Bu para, DSP'ye yüzde 22 oy alabildiği için Hazine tarafından yapılmış yardımdır. Parti oy yitirdi. Halk desteğini çekti. Şimdi hakçası, gerçek halkçılık ve Bülent Ecevit'in ruhuna yakışacak olan, Hazine'den yani halkın vergilerinden birikmiş paradan "partilere yardım faslından" alınmış bu "80 trilyon liranın, doğan faizleriyle birlikte 90 trilyon-95 trilyon, ne kadarsa" götürülüp Hazine'ye geri verilmesi gerekir.[2]

Ecevit dünyayı okuyamadı

Ecevit ile siyasi rakibi Süleyman Demirel'in, 1970'li yıllarda tamamen iç politikadaki çekişmelere odaklanarak, Türkiye'yi dünyada yaşanmakta olan gelişmelerden uzak tuttuğunu belirten Stephan Kinzer, İspanya ve Güney Kore gibi ülkelerin büyük atılım yaptığı bu dönemde Türkiye'nin bir kısır döngüye saplanıp geri kaldığını ileri sürüyor… Ecevit ile Demirel'in, dünyadaki değişimi ve gelişmeleri doğru okuma ve değerlendirme konusundaki zaafları, Türkiye'yi bugün de aşılamamış olan çıkmazlara sürükledi. [3]

Ecevit'in trajedisi: Bizi değil kendisini aldattı!

Ama siyasetteki ömrüne bakarsanız bizi çok şaşırttı Ecevit.

Meclise kadar taşıdığı antidemokratik tepkileriyle; bizzat kendi parti örgütünü çok değer verdiği özgürlük rüzgârlarından uzak tutmasıyla; yaptığı siyasal ittifaklar ve çalışma arkadaşı tercihleriyle defalarca şaşırttı. Gerçek şu ki; bizi, yani halkı siyaseten aldatmamak için kendisini aldatmak zorunda kalmıştı.

Şairane inceliklere vakit ayırmak isteyen, derin düşüncelere sevdalı birinin aynı zamanda başarılı bir siyasetçi olabileceği konusunda kendini kandırmıştı. Ne yazık ki, yanılmıştı. Bu çelişki Bülent Ecevit'in hayatının temel trajedisiydi.[4]

Hem güvercin hem şahin

Allah rahmet eylesin; Ecevit'in ölümü 'Yükseltilen Değerler Medyası' tarafından ikiyüzlülük şölenine dönüştürüldü. Rahmetlinin daha dünkü son başbakanlığında neredeyse hastalığı ile alay edecek kadar küçülenler şimdi destan döktürüyorlar. Bu eyyamcı putperestler, o zaman aldıkları talimat veya 'yükseltilen güncel değerler' gereğince Ecevit'i tasfiye etmek için kampanya yürütürken ne kadar pişkin iseler, şimdi de kutsal bir 'devlet adamı' efsanesi üretmeye çalışırken de aynı derecede kişiliksizler. [5]

Ecevit,28 Şubat'ın Gönüllü uygulayıcısıydı

"Ecevit'in eğer gerçekten var idiyse ‘ilkeleri'ne hiçbir zaman sadık kaldığını veya kalabildiğini söyleyemeyiz. Şaşırtıcı bir biçimde bir vakitler açık baskı karşısında direnmeyi seçen Ecevit, kariyerinin son devresinde pek de ‘zor'lanmadığı halde baskıcı iradenin istediği yola kendiliğinden girdi."

Bülent Ecevit siyasi hayatımızda iyi kötü bazı izler bırakarak göçtü bu dünyadan. Ecevit duygusallığıyla ve ihtiraslı kişiliğiyle bilinen bir politikacıydı. Siyasette de her zaman bu kişilik yapısına uygun davrandı. İhtirasının politikaya yansıma biçimlerinden biri, görünüşe göre doğru olduğuna inandığı yolu inatla izlemesiydi. Buna birçokları ‘ilkeli politikacılık' diyor.

Ama ne yazık ki Ecevit'in, eğer gerçekten var idiyse ‘ilkeleri'ne her zaman sadık kaldığını veya kalabildiğini söyleyemeyiz. Şaşırtıcı bir biçimde bir vakitler açık baskı karşısında direnmeyi seçen Ecevit, kariyerinin son devresinde pek de ‘zor'lanmadığı halde baskıcı iradenin istediği yola kendiliğinden girdi. Nitekim Ecevit 1971'de 12 Mart Muhtırası'na karşı açıkça cephe alırken, 90'ların sonlarında -'28 Şubat Süreci'nde- askeri vesayet rejiminin programının gönüllü uygulayıcısı oldu. Hatta ‘Merve Kavakçı Olayı'nı hatırlarsanız, bu son dönemde ‘kraldan fazla kralcı' davrandığı bile söylenebilir.

Bu çelişki karşısında insanın, kendisine ikbal yolunu kapatacağını düşündüğü baskı ile ikbal kapısını açan baskı arasında Ecevit'in bir ayrım yaptığı düşünesi geliyor. Buna baskının kendisine yönelik olmasıyla, başkalarına yönelik olması arasında ayrım yapmak da denebilir.

Ecevit 12 Mart Muhtırası'nın kendisinin CHP içinde başlattığı ‘Ortanın Solu' hareketinin önünü kesmek için yapıldığına inanıyordu. Onun bu algısını 28 Şubat Süreci'ndeki duruşuyla birlikte düşündüğümüzde, 12 Mart rejimine karşı çıkışının demokratik duyarlılıkla o kadar ilişkili olmadığı akla geliyor. Aksi halde, yani eğer militarist baskılara karşı ilkeli bir duruşu olsaydı, aynı direnci 28 Şubat Süreci'nde de göstermesi beklenirdi. [6]

Ecevit balonu patladı!..

74'de Kıbrıs Harekâtı oldu.. Ecevit tek kanal, tek renkli televizyonlarımızın karşısına ilk çıktığında

"Kıbrıs Türkleriyle beraber Rumlara ve Yunanistan'a da barış ve demokrasi getirdik" dedi..

Bize neydi Rum'un ve Yunan'ın demokrasisinden?

Sonra hemen; Kıbrıs Türk'ünü 1 Ağustos 1958'den itibaren ateş'in, kan ve barutun içinden çıkarıp geçirerek 1974'e getiren TMT (Türk Mukavemet Teşkilâtı)nı kapattı..

"Demokratik" bir ülkede "gayri demokratik" kuruluşlar olamazdı..

KKTC'ye, aynı "köykent"ler gibi uygulanma olanağı asla olmayan, kendi hayalindeki devlet modelini dayattı..

Şu anda KKTC sendikalar devletidir.. Devleti sendikalar idare etmektedir, herhangi bir memur ve öğretmene sendikanın izni olmadan hiçbir şey yapamazsınız, tayin bile edemezsiniz..

KKTC'de devlet yok, fertler demokrasisi vardır,her şey birey içindir, devlet bireyin ve STÖ'lerin, sendikaların emrindedir, kulu kölesidir..

Maraş…. Türk Vakıf Malı Magosa Maraş.. Zannedildiği gibi şimdi AB tarafından filan başımıza belâ edilmiş değildir Maraş.. Ecevit taa 74'ten Rum'a vereceğiz diye boş bıraktığı için belâ olmuştur..

Ecevit harekâttan sonra, harekât dolayısı ile öğrenmiş olduğu TMT'nin bağlı olduğu Özel Harp Dairesi'ni "Kontrgerilla" diye hırpalamaya başladı..

Yâni Ecevit teröriste, eşkiyaya, kanun dışılığa "gerilla" unvanını lâyık gördü, ona karşı devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü için kavga vermekte, savaşmakta olan devletin güvenlik güçlerinin bu amaç için yetiştirilmiş-eğitilmiş birimlerinin itibarını, sanki kanun dışı, emir komuta dışı bir uygulama içindelermiş gibi zedeledi..

Sonra "mavi kanatlı güvercin", "demokrasi gerillası"nın; Güneş Motel türü demokrasisine tanık olduk..

11 vekili partilerinden istifa ettirerek, aynı şimdi Kıbrıs'taki Müftü Hükümeti gibi otel-motel hükümeti kurdu.. 11 vekile 11 bakanlık verdi.

 "Uluslararası memur" Kemal Derrvish'in Dünya Bankası tarafından Başkanı olduğu 57'inci hükümete bakan olarak atanmasına da karşı çıkmayacak kadar demokrat ve vatanseverdi Ecevit..

57'inci Hükümet zamanında AB'nin Kıbrıs ve Ege'yi tam üyelikle ilişkilendirdiği Helsinki Toplantısı için Solana'nın uçağına binecek kadar da barışçıydı Ecevit..

Rahşan Affı ile 40.000 azılı suçlunun sokaklara çıkmasına izin verecek kadar da insan severdi Ecevit..

Siyaseti bırakırken F tipi Cemaat sempatizanı olmasın ve siyaseti bıraktıktan sonra "Kastamonu'da mezarlıkta öğrendim, atalarımdan biri Kürt olabilirmiş" deyişine de hoşgörüyle baktık..

Ecevit biraz gayret etse 10 Kasım'da vefat edecekti..

Rahşan biraz gayret etse devlet töreni ve defin merasimi de 10 Kasım'da olacaktı..

Neden ille de "Cumartesi" için ısrar edildi acaba?[7]

Denktaş'ın unutkanlığı!

"Türkiye niye bütün dünyaya göğüs geriyor bu Kıbrıs için. Cevabı Atatürk vermiştir. Kıbrıs düşman elinde olursa ikmal yollarımız tıkanır demiştir. 1938'de mönü 1965'te "biz bahtiyarız ki Kıbrıs'ta kan kardeşlerimiz can kardeşlerimiz vatan müdafaasındadır. elimizden gelen yardımı yapıyoruz. Ama teslim olsanız dahi Türkiye'nin Kıbrıs meselesi bitmez, Kıbrıs meselesini ben Atina'da hallederim savaşırım" diyor. Sayın Ecevit'in beyanatları "bizim için Kıbrıs elzemdir kaçılmazdır, bırakamayız fedakarlık yapamayız". Korutürk'ün beyanatı "Kıbrıs eğer elden giderse Türkiye denizlere açık bir ülke olmaktan çıkar"… Milli dava bu, çerçeve bu. Biz Kıbrıs'lılar buna inanarak her şeyimizi ortaya koyduk. Kendimizi kurtarmak meselesi olsaydı o zaman burada 20-30 tane apartman dairesi yapardınız, bu iş biterdi siz de kurtulurdunuz biz de. Hayır Kıbrıs Türk'tür Türk kalacaktır. Milli haysiyet davası, güvenlik davası olduğu içindir ki Türkiye evlatlarını feda etti." Diyor ve gerçekleri çarpıtıyor. Ve Kıbrıs konusunda Cohson'un korkusundan geri adım atan İnönü'yü bile kahramanlaştırırken, bile bile Erbakan'ı ağzına almıyor. Acaba Kıbrıs'ı, Milli bir dava diye başka sinsi hesaplar için mi savunuyor?

Ecevit ve tek slogan dayatmacılığı

 Sözü uzatmadan bu konuda birer canlı misal verelim:

Ecevit misali: Neydi o? Bir zamanlar Sayın Ecevit tutturmuştu, ortanın solu diye. Kendi çevresini bu slogana o kadar inandırmıştı ki, zavallı İsmet Paşa bile, ister istemez bu rüzgâra kapılmıştı.

Varsa yoksa ortanın solu. Her problemin en pratik çözümü ortanın solundan geçiyordu. Sosyal adaletin tecellisi, ne ezen ne ezilen, hakça bir düzen sözünün hayata geçirilmesi, toprak reformu, köy kent projesi, kooperatifleşme, vesaire vesâire, velhasıl bütün işler bu sloganla çözülüyordu.

Nihayet Güneş Motel modeli, yapay bir koalisyon kuruldu. Ecevit tek başına iktidara getirildi, ortanın solu sloganının uygulaması başladı.

Başladı da ne oldu, muazzam bir fiyasko yaşandı, sihirli sloganın büyüsü çabuk bozuldu. Bunu biz söylemiyoruz. 1970'li yıllarda, Cumhuriyet Senatosu'nda Kontenjan Senatörü iken, CHP'ye geçen rahmetli Muhsin Batur Paşa söylüyor:

-Sayın Ecevit sen iktidara geldiğin zaman sıfır noktasından başladın, ikinci bir noktaya geldin, üçüncü, dördüncü nokta derken, bir yörünge çizdin ciddi bir başarı gösteremedin nihayet geldiğin noktada karar kıldın. Bu çizdiğin çizgiye uzaktan bakıldığı zaman, yaptığın işin, kocaman bir sıfır olduğu ortaya çıktı…[8]

Ecevit ve bir fincan kahvenin hatırı

Bülent Ecevit'in cenaze törenine katılım, beklenenin üzerinde mi oldu? Yoksa beklendiği gibi mi? Ecevit'in vefatından sonra yazılıp çizilenler ne anlama geliyor? Ecevit, yeri doldurulamayacak bir politikacı ya da ülkemizde eşine rastlanmayacak bir devlet adamı mıydı?

Hayatımın hiçbir döneminde "Ecevitçi" olmadım. Ecevit konusundaki en eski bilgim, CHP'nin tek parti devri ve Atatürk dönemine ilişkin "Reddi Miras" lafı ile, "toprak işleyenin, su kullananın" sözleri. Bunları bağdaştıramadığım için Ecevit hiçbir dönemde bana sempatik gelmedi. 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde de bizler Ecevit'ten daha ileri mevzileri savunduğumuz için olsa gerek, Ecevit'in o dönemdeki tutumunu, "kahramanlık" olarak göremiyorum. Aksine; 1973 seçimleri öncesinde, "Kontrgerillanın üzerindeki örtüyü kaldıracağız" sözleri ile bol-bol alkış aldıktan sonra, "bu konunun üzerine sünger çekiyorum" sözleri ile 12 Eylül'e giden süreçteki sorumluluğunu, 1978 Temmuz'unda Ecevit'in başbakan olduğu sırada Aydınlık Gazetesi'nin "Kontrgerilla Dizisi"ne başladığı günün akşamında, gazetenin İstanbul'daki merkezinin basılarak; hazırlanan sayfalara el konulmasını unutamıyorum. İşin komik tarafı; Ecevit'in başbakan olduğu dönemde açılan davalardan, 12 Eylül sonrası, Sıkıyönetim mahkemesinde beraat ettik.

Tesadüfe bakın ki, 2001 Şubat'ında Karen Fogg'un e-postalarının Aydınlık'ta yayınlandığı sırada Ecevit yine başbakandı. Ben de Aydınlık'ın sorumlu müdürüydüm. O zaman da Aydınlık'ın yayını sansür edilmek istendi. Üç ayrı sayısı, üst üste toplatıldı. Hükümet, DGM Savcılığına "devletin emniyeti gereği gizli kalması gereken belgeleri yayımladığımız" gerekçesi ile soruşturma açmak talimatı verdi. DGM Savcılığı da sonradan dava açamadığı gibi, bir "takipsizlik karan" vermekten bile çekindi. O soruşturma hale devam ediyor olmalı… Bunlara bakıp, kişisel eleştiri yaptığımı düşünen olabilir. Buna benzer başka nedenler de var. Onları geçiyorum. Çünkü yerim kısıtlı. Ben samimi olarak düşüncelerimi yazıyorum. Çünkü bunları unutmam mümkün değil.

Kaldı ki, toplumun bütününü ilgilendiren yanlışları, eleştirmek şöyle dursun, saymakla bitmez. Fethullah ve Vahdettin meselesi bir tarafa; son haftaların Yimpaş tartışmasında, Dursun Uyar'ın, birçok suçunun, Ecevit dönemindeki" erteleme yasası" nedeniyle, üzerinin örtüldüğü ortaya çıktı. Yıllardır çektiğimiz AB sancılarının kaynağında da 1999 Helsinki protokolü yok mu? Ya 2001 ekonomik krizinin iki ay öncesinde Ecevit'e IMF'nin söylettiği "son yüzyılın ekonomik mucizesini yaratıyoruz" lafı… Bunu da kimse hatırlamıyor. "Yaratılan mucize"nin sonunda bir gecede, cebimizdeki paranın yarısı buharlaşmadı mı? Üstelik, ceremesini de Kemal Derviş'i hükümet ortağı yaparak, yine bize çektirmediler mi?

Şimdi sözü Ecevitçiler'e bırakıyorum. Diyecekler ki; "Öyleyse, bu kadar sevgi gösterisi neden?"

İyi mi, kötü mü? Siz karar verin: Halkımız, en az Ecevit kadar kibar. Çünkü diğer politikacıların yanında Ecevit halka bir fincan kahve ikram etmiş olsun. Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var ya…[9]

Ecevit'in hatırlattıkları! 

 Böyle dehşet rüzgârlarının estirildiği 1970'li yıllar, "ortanın solu" ideolojisi adına heba edildi. Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya kalkıştılar. Doğal olarak millet de tepki verdi. Materyalizm kökenli Sovyet gıdalı "sol ideoloji"nin, "şehit kanları" ile sulanmış toprakların çocuklarına dayatılması elbette "olur" bulmayacaktı bu vatanda… Bu ideolojiyi, istediğiniz kadar allayıp pullasanız da, hatta Kıbrıs gibi bir millî davayı emellerinize alet etmeye kalksanız da bu millet yutmayacaktı, yutmadı da…

Fazla söze ne hacet? Türkiye'nin geleceği olan eğitimi ve eğitim kurumlarının önemini şöyle bir düşününüz. Elinizi vicdanınıza koyup, eğitimin unsurlarıyla oynanmasının, "millî" çizgiden çıkartılmasının faturasını şöyle bir düşününüz. Beni en çok düşündüren hususların başında, eğitim alanında yapılanlar gelmektedir. Aradan bunca zaman geçmesine rağmen Kıbrıs sorunu hâlâ çözümlenmemiş, olsun… "Dirayetli bir siyasetçi" gelir de çözümlenir elbet bir gün… Türk siyasî hayatında "kara" bir leke olan "Güneş Motel" pazarlıkları arada bir hatırlanır, bu zavallılıklar karşısında ironik bir gülüş de yeterli olabilir…

Hükümet ettiği dönemlerde, birileri memleketi soydu, bu yüzden ülke üç kuruşa muhtaç hale geldi, getirildi. Koskoca ülkeyi yağ kuyruklarına, gaz kuyruklarına mahkûm etti… Bunlar da unutulur, hatta unutuldu bile… Fakat insana yapılan, gençlerin hayatına mal olan şeyler unutulmaz, unutulmadı da… Yanan yüreklerin âhı durdurulamaz. Çünkü onların vebali bir başkadır. Bu yüzden ben eğitim konusunu ve gençleri çok önemsiyorum. 1970'li yıllarda eğitim adına gençlere ne mi yapıldı? Doğru, olup bitenleri ne de çabuk unutuverdik. Hani şu hâfıza-i beşer meselesi…

"Dürüst politikacı" olarak lanse edilen kişi, kendisinin üniversite mezunu olmamasının psikolojik bir arka planı olabilir mi, bilmiyorum ama doğru dürüst lise öğretimi bile almamış gençleri, üç ay gibi kısa bir zaman zarfında "yüksek okul" mezunu yapıverdi. İşte bu unutulamaz… Birileri unutsa, unuttursa da tarih unutmayacak, milletin mâşerî vicdanı asla unutmayacak… Eğitim enstitülerinin o zamanki halini şöyle bir düşününüz. Bu okullar bütün branşlarda "öğretmen" yetiştirmekteydi. O dönemde hükümet bu okullara atanan öğretmenleri de, ortaöğretim kurumlarında görev yapan öğretmenler arasından, söz konusu ideolojinin tuzağına düşmüş kişilerden seçilmekteydi. Zar zor liseye öğretmen olmuş, hiçbir akademik terbiye görmemiş kişiye, "Hadi seni yüksek okul öğretmeni yaptık" dediler ve yaptılar… O da, "Böyle bir görevi yapabilir miyim, yapamaz mıyım?" diye düşünmedi. Çünkü amacı öğretmenlik yapmak değildi; kendini oraya gönderen gücün borazanlığını, şubeliğini yapmaktı… Nitekim öyle de oldu.

Bu ülkenin gelmiş geçmiş en "kara oğlan"ı Eğitim enstitülerine, atadığı öğretmenlere verdiği direktiflerle, üç ay içinde gençleri matematik, fizik, kimya, biyoloji, tarih, coğrafya gibi hasılı her branşta "yeterli" görerek, dantel dantel işlenmesi gereken ülkenin geleceği olan genç beyinleri, okulları onların eline teslim etti. Onlar gittikleri okullarda ne yapacaklardı? İlim irfan bilmiyordu, branşını öğrenmemişti, "sınıf" denilen ortama resmen "itilmiş"lerdi… Ders anlatmaya kalksa kendisi dersini bilmiyordu, öğretmenlik yapmaya kalksa "öğretmen" değildi… Çık işin içinden çıkabilirsen…

Fakat ay başı gelince maaşını alıyordu, hak etmiş etmemiş hiç önemli değildi… Evet bu kişi ne yapacaktı, elbette kendini oraya gönderen gücün borazanlığını yapacaktı, yaptı da… Bu yüzden, ülkenin her bir tarafında mahalleler, semtler, okullar kurtarılmış bölgelere bölündü. Aileler çocuklarını okula gönderirken "Acaba akşam dönecek mi?" diye kaygılar taşıyordu. Korku içinde "gizli gizli" dua ediyordu. Akşam eve döndüğünde de, "Bugün de sağ salim eve geldi" diye çocuğunu bağrına basıyordu… Elbette böyle bir dönemde okulun işlevinden bahsetmek, öğretmenden eğitim öğretim beklemek safdillik olurdu.

Gel zaman git zaman, bütün bunların vebalini taşıyan kişi "badem gözlü"leştirildi. Hakikaten onu sevdiklerinden mi, asla, ancak onun yerine koyacak bir "adam"ları olmadığından… Ayrıca birçok şeye alet etmeye çok müsait olduğundan… Okumaya gelen gençlerin okumadan mezun olduğu, onların da hiçbir şey öğretmeden mezun ettikleri gençlerin vebali ne olacak? Bunların hesabını vermeden, vebalini çekmeden dürüst olmak mümkün mü? "Ortanın solu" ideolojisi adına ölen, öldüren, öldürülen binlerce gencin hesabı sorulmayacak mı, bunların hesabı verilmeden dürüst olmak mümkün mü?

Dürüst politikacıymış, hadi canım sen de!… [10]

Ceyhan Mumcu anlatıyor:

27 Mayıs'ta Çalışma Bakanı

1 Nisan 1960'ta 2. İnönü Savaşı'nın yıldönümünde, 20 yaşındayken; SBF ve Hukuk Fakültesi öğrencileri ile kalabalık bir grup olarak CHP'ye üye olduk.

29 Nisan 1960'ta Fakültelerimizin bahçesinde "siyasal iktidara karşı direniş ve eyleme geçtik" olumlu yanıtı, 27 Mayıs 1960 Devrimi ile alındı.

Kurmay Yarbay Suphi Karaman bu devrimin öncüleri arasın daydı. Hocamız Prof. Dr. Cahit Talas da Çalışma Bakanlığı'na getirildi.

Devrim, seçimle noktalanınca, İsmet İnönü'nün başkanlığında kurulan Hükümetin Çalışma Bakanı Bülent Ecevit'ti.

27 Mayıs Devrimi, 1961 Anayasasını Türk Ulusuna hediye etmişti. Bu Anayasa ile işçiler, örgütlenme özgürlüğü ile toplusözleşme ve grev araçlarını kazandılar. Köylü toprak reformu ile kucaklanıyordu. Basın ve radyoya özgürlük, yargı ve üniversitelere özerklik getiriliyor, yolsuzluk ve savurganlığın önlenmesi için, kıt kaynakların kullanımı plan kurallarına bağlanıyor, sosyal adalet ve fırsat eşitliğine de yol açılıyordu. İnsan hakları gevelenmeden geniş biçimde tanımlanıyordu.

"Umudumuz Ecevit" Oldu

O Bakanlar Kurulu'nda, Anayasayı öz ve biçimiyle en iyi okuyan da Bülent Ecevit'ti. İşçilerimize sendika toplu sözleşme ve grev haklarını, işverenlere de örgütlenme ve lokavt haklarını tanıyan yasa, Ecevit'in çabaları ve İnönü'nün desteği ile ivedilikle gerçekleşti. Bu aşamadan sonra Bülent Ecevit, ulusalcı ve solcuların gözünde "Umudumuz Ecevit" oldu.

Nihat Erim, 12 Mart Darbesi'nden sonra, Başbakan olup solun tepesine balyozla inince, bize kitaplarımızı yaktırıp, sorgu ve işkenceyle tanıştırınca, bunun bedelini de Erim Hükümeti'ni destekleyenlere ödetmeye soyunduk. Başarılı da olduk. 14 Mayıs 1972 günü Partinin emekçi kesimiyle, Kamil Kırıkoğlu önderliğinde yürüttüğümüz muhalefet sonucu, İsmet İnönü'yü devirdik. Bülent Ecevit'i CHP Genel Başkanı koltuğuna oturttuk. Bu kez de görevimizi tamamladığımızı zannettik. Ecevit liderliğinde yürütülen seçimler sonucu, yerel yönetimler solcuların oldu. Çevreden merkeze yerel yönetim projeciliğine başladık. Bunu becerebilmemiz için de Avrupalı sosyal demokratları, kendimize veli ve vasi tayin ettik!

1973 seçimlerinde, Ecevit'in adayı Vedat Dalokay'ın aldığı oy yüzde 62'ydi.

İstanbul'da Ahmet İsvan, İzmit'te Erol Köse, Antalya'da Selahattin Tonguç, Adana'da Ege Bagatur, Kayseri'de Niyazi Bahçeci harikalar yaratıyor, yerel yönetimleri kitlelerle kucaklaştırıyordu.

Anlayamadık… Anlayamadık!

1977'de ön seçimlerinde Kamil Kırıkoğlu, Emin Değer gibi devlerin yanında anılan Belediye Başkanları'nın da tümünün tasfiye edilmesini hiç anlayamadık. Yerlerini Avrupa Sosyal Demokratlarıyla daha çok içli dışlı olanlar aldı.

Yediğimiz "Kazıkları", Yine Unuttuk!

Bunun tartışmasını sonraya bırakarak, Bülent Ecevit'in siyasal haklarının geri verilmesi için yeniden mücadeleye soyunduk. Önderimiz Bülent Ecevit bir kez daha Başbakanımız oldu. Uluslararası tahkimi, AB'nin "Kıbrıs, Ermeni Soykırımı, Patrikhane Ekümenikliği ve ayrılıkçı terör desteği" dayatmalarına karşı, bu birliğin her dediğine EVET deme taahhüdünü içeren ulusal programı, Gümrük Birliği'nde yediğimiz "kazıkların" nedenlerini gene anlayamamıştık. Bunun tartışmasını da sonraya bıraktık. Zira önderimiz Bülent Ecevit, bu kez de Amerika'nın Irak ve Afganistan'da neler yapacağını önceden görebilen tek devlet adamıydı. Bülent Ecevit başımızda ise, o başta Kıbrıs olmak üzere, her dayatmaya onurla, yiğitçe gene direnirdi.

Ecevit'in Merkez Bankası Başkanı bile, eşine dostuna, "aman dolar yükselecek bir an önce döviz bürolarına koşun" diye haberler saldı. O akşam saat 19'da bile döviz bürolarına gidip bu krizden biz de pay almaya çalıştık.

"ABD'den Liberal Solcu Geliyor"!

Ertesi günü çözüm de hazırdı. Tıpkı Osmanlı döneminin son günlerinde "Teşebbüs-i Şahsi Liberali Adem-i Merkeziyetçi" Prens Sabahattin benzeri, Dünya Bankası Başkan Yardımcısı Kemal Derviş'i yardıma göndermeye, ABD, bir dakika bile gecikmedi. Birtakım profesörler, öğrencilerine okuttuklarının tersine, ABD'nin bu güvenilir adamına bir de ünvan taktılar "ABD'den liberal solcu geliyor" diye.

Kemal Derviş kısa zamanda, 15 günde 15 kanun çıkardı. Faturayı; işçiye, memura, çiftçiye, esnafa, ulusal sermayeye ve Telekom, Tekel gibi kurumlara kesti.

Kemal Derviş, Ecevit'in artık yaşlanıp yorulduğunu da keşfetti. Tayyip Erdoğan'ın önünü açmak için de Devlet Bahçeli ile el ele verip 3 Kasım 2002 günü seçim yapılacağını ilan ediverdiler. Ecevit'in hem Başbakanlıktan, hem de siyasetten tasfiyesi gerekiyordu, Çünkü, ABD'nin mazlum ulusların tepesine balyoz indirmesine ayak diretiyordu.

Ecevit'in tutarlı sol kadro diye tanımladıklarından bir kısmı seçilip devşirildi. Onlar da Mevlana'nın "Her gün bir yere konmak ne güzel cancağızım" tümcesini, seçim programı yapıp Bülent Ecevit'i terk ediverdiler." [11]

Süha Baykal soruyor:

Atatürk'ün cihanda sulh ilke ve devrimlerinin onun ölümü sonrası yerini Amerikan sempati ve teslimiyetçiliğine teslim etmesinde suçlular, ülkeyi yönetenlerdir.

İsmet İnönü'nün ilk Amerikan yardımı alması ve Dünya Bankası, IMF borçlanmamızla başlayan Amerikanlaşmamız ve Amerikan hayranlığımız, Adnan Menderes'le tırmanışa geçmiş. Bedeli Kore'deki şehit kanlarıyla ödenmiş Marshall borçları ve yardımlarıyla bu günlere geldik.

Her kim ki, iktidara geldiği gün NATO'ya CENTO'ya bağlıyız diyorsa, bilin ki, baştan şah mattır! Mesela 27 Mayıs neden oldu dersiniz?

Amerika kapısından eli boş dönen Adnan Menderes'in, Amerika'dan gizleyerek Fatin Rüştü Zorlu'yla planladığı Temmuz ayı Rusya'ya yakınlaşma ziyareti öncesi; 27 Mayıs'ta apar topar indirilip, Zorlu ve Polatkan'la birlikte idamlarda ipi çeken çingene değildir! Çingene sadece iskemleye tekme atmıştır. 27 Mayıs albayları, daha marşlar radyoda susmadan, Amerika'dan dış elçiliklere para verebilmek için önce 15, sonra 30 milyon dolar karşılıksız parayı babamdan almadılar.

40 yıllık gazetecilik hayatımda tek şahit olduğum, bu ülke de hiçbir şey tesadüfi değildir.

Amerika'ya Seyahat Ve Siyaset

Hiçbir yerden ve hiçbir kimseden icazeti olmayan tek hareket; 20 Mayıs 1963 günü, Harp Okulu hareketidir. Bunu da Talat Aydemir ağzına yüzüne bulaştırmıştır. Gerisi malum! En çok Fethi Gürcan'a yanarım. Gerçekten yurtsever bir devrimciydi. 9 Mart ölü doğunca, 12 Mart ve sonrası malum. Aydın kıyımları ve 12 Eylül sırasıyla… Bu arada gelen giden bütün liderler takımı. Dikkat edin bakın; hepsinin bir Amerika seyahati vardır! Belki çoğunuz bilmezsiniz, Ecevit'in bile siyasi hayatı, Rockfeller Vakfı davetlisi olarak, bedava Amerika bursu sonrası başlamıştır!

1957 seçimlerinden önce, benim ustam, hocam, güzel insan rahmetli Metin Abi (Toker)'in başı, Akis'deki yazılardan dolayı dertteydi. Hapse girmesin diye, milletvekili olmasını istiyorlardı. O, Metin Toker davadan kaçtı demesinler diye, Amerika'dan ayağının tozuyla gelen Bülent Ecevit'in aday olmasını sağladı.

Ankara'dan Gelen "Geri Dön!" Talimatı

Rockfeller Vakfı bursunun, Ecevit'teki siyaset isteğini nasıl hazırladığını bilmem ama; Ecevit Amerika dönüşü milletvekili olmaya çok hevesli olduğu; için Metin ağabeyin kapısını ısrarla çalmıştı..

1964 yılında yarım kalmış Kıbrıs çıkartma girişimini yapmaya hazırlanan 39. Tümenin komutan yardımcısı, Albay Vahit Gürkan'dır. Muzaffer Paşa rahatsızlanınca, komutayı o almıştır. Günlerce yollarda döküldükten sonra, Mersin'e intikal ettikten birlikler, sivil şileplere doldurulan piyade kuvvetlerimizle, Akdeniz'e açılmıştı. Amerika bu oldu bittiye karşıydı. Makarios'u devirmek için buyurun dediği; Kıbrıs fatihi Ecevit'li yıllara, daha çok vakit vardı.

Gürkan Albay, önüne çıkan 6. Filo savaş gemilerine rağmen, o da tıpkı; Arhavilli İsmail'in, Mustafa Kemal'e götürdüğü makineli tüfeği taşıdığı sandalın, küreklerini avuçladığı yürek gibi bir yürekle, 6. Filoyu görmezden geldi. Mehmetçikleri Kıbrıs yolundan çevirmedi. Ne zamana kadar? Arhavilli İsmail'i, İngiliz donanması durduramadı ama Kerempe Feneri önünde, Karadeniz'in azgın dalgalarına yenik düşürdü. Gürkan Albay'ı durduran bu kez ne dalgalar ne de 6. Filo oldu. Ankara'dan "geri dön!" talimatını alıncaya kadar!

NATO Karşıtı Eyleme Ecevit Engeli

YÖN dergisi ve sonra DEVRİM yazarı kardeşim Uluç Gürkanla dostluğunuz varsa, babasının yıllarca buna suskun kaldıktan sonra "Ben bunca yıl emirleri Türk hükümetinden aldığımı sanıyordum, yanılmışım!" diye, niçin suskun kaldığının, itirafını size söyleyecektir.

Yine kendisine sorarsanız, Ecevit'in özellikle muhalefette olduğu zamanlar, ABD'yi incitmemeye ne kadar özen gösterdiğini öğrenebilirsiniz. 1968 yılında NATO aleyhtarı bir miting hazırlığı öncesinde, eylem yapacak gruba Ecevit "Dediğiniz her şeyi kabul ediyorum. Ancak bu mitingi yapmayın. Siz CHP'li bilinen gençlersiniz NATO aleyhtarı bu mitingi yaparsanız, ABD bizi iktidara getirmez. İktidara geldikten sonra bunları yapacağız!" diye Uluç Gürkan ve arkadaşlarının eylemine mani olmak istemiştir.

Ama ne yazıktır ki, iktidara geldikten sonra Ecevit, Amerika'nın talimatıyla, haşhaş ekimini yasaklamıştır.

Ecevit'in Sorumlulukları

Hapisten çıkan katillerin, daha sonra bir çok gazeteci ve aydını öldürmelerinin ilk adımında ve çetelerin oluşmasında, Ecevit'in 1974 affı vardır. Çocuk katilini idam edilmemek koşuluyla teslim alıp, Kürt Devleti ve PKK siyasallaşmasının mimarı kimdir? Kemal Derviş'i ABD tombalasından çekip, hükümet krizi ve 3 Kasım erken seçimlerinde Devlet Bahçeli ile birlikte AB ve ABD senaryosunu gündeme koyan da Ecevit'tir.

Ve maalesef seçim gecesi ANAP, DYP, MHP Genel Merkezleri ışıkları söndürüp evlerine kaçarlarken, DSP Genel Merkezi'nde, DSP'nin tek başına umutlarını 3 metre karelik özel kalem odasında, diz dize oturmuş; tek şekerli çaylarına katık eden karı koca Ecevitler, "Erken seçim kararı almakla intihar ettik" itirafını Fikret Bila ve diğer üç gazeteciye yapmışlardır

Son Söz: Geçmiş öğünmek için değil, ders almak içindir.[12]


[1] 10.11.2006 Vakit

[2] 16.11.2006 / Necati Doğru / Vatan

[3] 8.11.2006 / Osman Ulagay / Milliyet

[4] 8.11.2006 / Haşmet Babaoğlu / Vatan

[5] 8.11.2006 / Ömer Lütfi Mete / Tercüman

[6] 09.11.2006 Mustafa Erdoğan Star

[7] 10.11.2006 Hüseyin Mümtaz www.acikistihbarat.com

[8]  22.11.2006 / Süleyman Arif Emre / Milli Gazete

[9] 19 Kassım 2006 / Emcet Olcaytu / Aydınlık

[10] 26.11.2006 / Dr. İhsan Alperen / Milli gazete

[11] 28 Kasım 2006 / Aydınlık

[12] 12.Kasım 2006 Aydınlık

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Kazım GÜLFİDAN

Kazım GÜLFİDAN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx