Lika;bir kimse, bir nesne veya bir hadise ile karşı karşıya kalmak, arzulayıp aradığı veya korkup kaçındığı bir şeyle karşılaşıp yüz yüze bulunmak, şuurlu olarak veya şartların zorlamasıyla buluşup karışmak ve yine, bir şeyi bir şeyin üzerine atmak, bırakmak manasındadır.
Kur’an’ı Kerim’de “El-Lika” ve türevleri yaklaşık 146 yerde geçip tekrarlanır. Fiil olarak dördüncü babdan, “Yelkahü-Lekiyehü”; mastarı ise “Likaün-Lükiyyün” şeklinde kullanılır. “Lika= Kavuşma” kavramı, hem beş duyu vasıtasıyla ve maddi olarak buluşup karşılaşmayı, hem de marifet ve hikmet yoluyla manevi-ruhani olarak matlubuna ulaşmayı anlatır.
“Andolsun, siz (düşman önünde) ölümle karşılaşmadan önce (hani) Onu temenni ediyor Ve kahramanlık taslıyordunuz)?” (Al-i İmran:114) ayeti böyle bir buluşmayı aktarır.
Bizim özellikle üzerinde duracağımız Likaullah-Allah’a mülaki olmak, Rabbının rızasına ve huzuruna kavuşmayı arzulamaktır. Mü’minler buna iman ederek, gayret ve istikamet göstererek, hasret ve hürmetle o anı bekleyerek, Allah’a kavuşmayı arzulamakta ve amaçlamaktadır.
“Ey insan, sen gerçekten, hiç durmaksızın Rabbine (Onun va’dine, müjdesine ve ru’iyetine) doğru çabalayıp durmaktasın; sonunda Ona varıp kavuşacaksın (mülaki olacaksın)” (İnşikak: 6) ayeti bunu anlatmaktadır.
“…Bizimle karşılaşmayı (Allah’a mülaki olmayı) ummayan ve hoşlanmayan kimseler ise (Allah’ın hükümlerinden ve kulluk yükümlülüklerinden kaçmak için) “Bundan başka bir Kur’an getir veya bunun (bazı bölümlerini) değiştir!” derler” (Yunus: 15) ayeti ise Müslüman geçinen münafıkların ve inkârcıların durumunu haber buyurmaktadır.
“Allah, “Yevmet-telak-buluşma ve hak ettiğine kavuşma günü ile (insanları) uyarıp hatırlatmak için, kendi emrinden olan ruhu (vahyi, cebraili ve vicdani ilham hissini) kullarından dilediğine indirir” (Mü’min: 15) ayetinde, kıyamet ve mahşer saati için “Kavuşma-buluşma günü” tabiri kullanılmaktadır. Bu herkesin kendi amelleriyle (tıynet, zihniyet ve hareketiyle) karşılaşacağını vurgulamaktadır.
“Öyleyse sen onları (en dayanılmaz azapla) çarpılacakları günlerine kavuşuncaya kadar bırak. O gün, ne hileli-düzenleri kendilerine herhangi bir şeyle yarar sağlayacak, ne yardım görecekler” (Tur: 45-46) ayetleri, kâfirlerin ve zalimlerin, istemeseler de mutlaka hesaba ve Mahkeme-i Kübra’ya kavuşacaklarını beyan buyurmaktadır.
“Başlangıç noktasına ve zuhurat makamına geri dönmek” anlamındaki “reca-rücu” kelimeleri de Allah’a kavuşmayı anlatan kavramlardır.
“İlellahi merciuküm- Hepinizin dönüşü Allah’adır” (Maide: 48)
“Biz Allah içiniz (Ona aitiz) ve şüphesiz Ona dönücüleriz” (Bakara: 156) ayetleri bu anlamdadır.
Çokça sevip önemsediği, derin bir hürmet ve rağbet beslediği devlet başkanı veya mürşidi kâmil olan üstadı tarafından, eğitilmek ve imtihan edilmek üzere, uzak bir diyara gönderilen, oradaki görevleri ve sorumlulukları, emirleri ve yasakları kendisine bildirilen, 24 saati hassas kameralarla izlenen ve belirli bir müddet sonra Onun huzuruna döneceğini bilen akıllı inançlı ve vicdanlı bir insan hangi duygu ve duyarlılıkları, hangi kuşku ve korkuları taşırsa, Allah’a kavuşacak kimselerin de en azından aynı hürmet ve haşyeti, aynı dikkat ve riayeti, aynı muhabbet ve hasreti duyması lazımdır! Bu şuur ve huzura erenlerin, ölümü ve kabri bir canavar ağzı değil bir vuslat kapısı gördükleri saptanmıştır.
Dinlerini dünyalarına basamak yapanların; kendilerini İslam’a değil, İslam’ı kendilerine uyduranların; “Acaba Rabbim kitabında neler öğretiyor, bana neler öğütlüyor?” diyerek baştan sona anlayarak bir Kur’ani Kerim meali okumaya bile tenezzül buyurmayanların; iman davaları, İslam sevdaları ve hele Allah’a âşıklık iddiaları ne kadar samimi ve sağlamdır? Yetmiş milyon nüfusumuzun sadece %25’i Kur’anı Kerim’i yüzünden okuyabiliyorsa… Sadece %2’si o da İmam Hatip ve İlahiyat talebesi ve görevlisi olduğu için ara sıra bir meal ve tefsir karıştırıyorsa… Ve Müslümanların sadece binde biri, ihtiyaç ve iştiyak duyarak ve anlayıp uygulamaya çalışarak bir Kur’an Mealini veya kısa bir tefsiri baştan sona ve en azından Üniversite veya KPS imtihanına hazırlanma özeni ve heyecanıyla okuyor ve sadece on binde biri ancak bu ayetler üzerinde kafa yoruyorsa; Allah’a mülaki olma, Onun rızasına ve huzuruna kavuşma konusundaki tutarsızlığımız ortadadır.
Bebek yaşta, turistlerce Amerika’ya kaçırılan, orada büyüyerek Türkçeyi unutan bir çocuk, sonunda asıl ana babasını ve adreslerini öğrenip onlara İngilizce bir mektup yazsa, yıllarca evlat hasreti çeken o insanlar “nasılsa İngilizce bilmiyoruz!” diyerek o mektubu bir kenara atarlar mı? Gerekirse yüksek ücretler verip onun tercümesini yaptırmazlar mı? O çeviriyi döne-doya okuyup anlamaya çalışmazlar ve çok kıymetli bir hatıra olarak bağırlarına basmazlar mı?
Peki, yüce Rabbimizden indirilen hayat ve huzur programı ve ebedi kurtuluş kuralları olan Kur’anı Kerim’i anlama sık sık mealini okuma ve haberlerine inanıp, emirlerini uygulama noktasında, kayıp çocuğumuzun mektubuna gösterilen duyarlılığın yüzde birini bile göstermeyenler:
“Ve elçi dedi ki: “Rabbim, gerçekten benim kavmim, bu Kur’anı terkedilmiş olarak bıraktı (hikmetini ve hükmünü anlayıp uygulamak üzere onu okumadı)” (Furkan: 30) ayetinin muhatabı olmazlar mı? Hep Allah aşkından, Kur’ana hizmetkârlıktan dem vuran nice cemaat mensupları Kur’an meali okumuyor ve okutmuyorlar, çünkü: Bakara: 120, Maide: 51-52, Mücadele: 22, Mümtehine: 1 gibi onlarca ayeti kerime; Yahudi ve Hıristiyan uşaklığını ve dinlerarası diyalog safsatasını açığa vuruyor. Bunlar insanlara güya iyiliği öğütlerken, kendi nefislerini Kur’ana uydurmayı unutuyor. (Bakara: 44) Bunlar Kitabı Kerimin bir kısmına inanıyor, ama bir kısmını (gereksiz ve geçersiz görüp) inkâra yöneliyor. (Bakara: 85) Acaba bu nasıl bir imandır ve inançları bunlara Siyonist Yahudiler ve Haçlı emperyalistlerle dostluk gibi ne kötü şeyleri emrediyor? (Bakara: 93)
Dindar iktidar ve yandaşları Kur’anı manasıyla okumuyor ve okutmuyorlar; Çünkü riyakarlıkla lafta karşı çıktıkları ama fiiliyatta fırsat ve ruhsat tanıyıp azdırdıkları faiz uygulamasıyla Allah’a ve Resulüne savaş açtıklarını (Bakara: 279) ve her türlü imkan ve iktidara sahip olmalarına rağmen Allah’ın hükümlerini hayata hâkim kılmadıkları için hangi konumda olduklarını (Maide: 44-45-47) ve zinayı ceza almaktan çıkaranların imani ve ahlaki ayarlarını Kur’an yüzlerine vuruyor ve çıbanlarını deşiyor.
“Sonra, az bir kısmınız dışında (davanızdan) döndünüz, zaten siz (Haktan) yüz çeviren dönek kimselersiniz” (Bakara:83) bunları ne güzel anlatıyor.
Nice tarikat ve sözde takva ehli, Kur’anı mealiyle ve manasıyla okumuyor ve okutmuyor. Çünkü riyakârlıkları ve din tüccarlıkları anlaşılacak ve saf insanlar etraflarından dağılacak diye korkuluyor. “Size geldiklerinde: “İnandık” derler. Oysa onlar inkârla girmişlerdir ve yine onunla çıkmışlardır. Allah, gizli tutmakta olduklarını daha iyi bilir. Onlardan çoğunun günahta, düşmanlıkta ve haram yiyicilikte çabalarına hız kattıklarını görürsün. Yapmakta oldukları ne kötüdür. Bilgin-yöneticileri (Rabbaniyyun) ve yüksek bilginleri (Ahbar), onları, günah söylemelerinden ve haram yiyiciliklerinden sakındırmalı değil miydi? Yapmakta oldukları ne kötüdür” (Maide: 61-62-63) ayetleri bu kesimi haber veriyor.
Kimileri, şeyhlerini, ağabeylerini, Hoca Efendilerini, parti liderlerini, Kur’ana uydukları ölçüde ve Allah için değil, hâşâ, Allah gibi seviyor. “İnsanlar içinde, Allah’tan başkasını ‘eş ve ortak’ tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah’a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah’ın olduğunu ve Allah’ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi” (Bakara: 165)
Kimileri süper güç dedikleri şeytani merkezlerden, Allah’tan daha fazla korkuyor- “Kendilerine; “Elinizi (savaştan) çekin, namazı kılın, zekâtı verin” denenleri görmedin mi? Oysa savaş üzerlerine yazıldığında, onlardan bir grup, insanlardan Allah’tan korkar gibi- hatta daha da şiddetli bir korkuyla- korkuya kapılıyorlar ve: “Rabbimiz, ne diye savaşı üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana ertelemeli değil miydin?” dediler. De ki: “Dünyanın metaı azdır, ahiret, ise muttakiler için daha hayırlıdır ve siz ‘bir hurma çekirdeğindeki ip-ince bir iplik kadar’ bile haksızlığa uğratılmayacaksınız.”(Nisa: 77)
Oysa Allah’a kavuşacaklarına gönülden inanan, hazırlanan ve bunu gerçekten arzulayan Mü’minler, canlarını ve mallarını Onun yolunda harcamaktan derin bir mutluluk duymakta, hatta hadisi şeriflerde haber verildiği gibi, “Şehitler, sadece Hak yolunda öldürülmenin manevi lezzetini tatmak için, cennetleri bırakıp, yeniden şehit olmak üzere dünyaya dönmeyi arzulayacaklardır”
“İnsanlardan öylesi vardır ki, Allah’ın rızasını arayıp ulaşmak için nefsini satın almakta (rahatını, menfaatini ve hayatını Rabbine feda kılmaktadır) Allah ise, kullarına elbette şefkatli olandır” (Bakara: 207)
Mevla’yı arzulamanın, gönülden bir saygı ve sevdayla Allah’a kavuşmanın ne demek olduğunu, Resulullah (SAV) Efendimiz ve Onun vârisleri şöyle açıklamışlardır:
Allah’a kavuşmayı inkâr etmek: Öldükten sonra dirilmeyi, Cenneti, Cehennemi, yani ahireti inkârdır. Hesap vermek ve amellerinin karşılığını görmek üzere Allah’ın manevi huzuruna çıkmaya inanmamaktır.
Likaullah yani Allah’a kavuşmakla ilgili bazı ayet meallerinde şöyle buyrulmaktadır:
“Allah’a (Rahmetini umup azabından korkarak, Onun rızasına) kavuşmak isteyen, bilsin ki Allah’ın tayin ettiği o vakit (ahiret) elbette gelecektir” (Ankebut: 5)
“Ey insan, sen Rabbine çalışıp çabalarsın, sonunda (ahirette) Ona kavuşacaksın” (İnşikak: 6) (Hayır ve şer ne yaptıysan kıyamette onların karşılığına ulaşacaksın (Beydavi)
“Denilir ki: Bu güne (kıyamet gününe) kavuşacağınızı unuttuğunuz (inkâra ve isyana yüz tuttuğunuz) gibi, biz de bugün (kıyamet günü) sizi unuturuz (Cezalandırırız) Yeriniz ateştir, yardımcılarınız da yoktur. (Sizi Cehennem azabından hiç kimse kurtaramaz) (Casiye: 34)
“Bu güne kavuşmayı unutmanızın (inanmayışınızın) cezasını şimdi görün. İşte biz de sizi unuttuk (Azaba maruz bıraktık), yaptıklarınıza karşılık ebedi azabı tadın!” (Secde: 14)
“Allah’a kavuşmayı (huzuruna çıkmayı ve amellerinin karşılığını bulmayı) yalanlayanlar, gerçekten hüsrana uğramışlardır. Kıyamet günü ansızın gelince onlar, günahlarını sırtlarına yüklenmiş olarak, “Dünyada yaptığımız kusurlardan dolayı yazıklar olsun bize” derler. Bakın yüklendikleri günah ne kötüdür.”(Enam: 31)
“(Ölüp) toprakta kaybolduğumuz zaman, gerçekten biz yeniden yaratılacak mıyız?” derler. Doğrusu onlar Rablerine kavuşmayı inkâr ediyorlar.”(Secde: 10)
“Sabır ve namazla Allah’a sığınıp yardım isteyin; Rablerine kavuşacaklarına, Ona dönüp (huzuruna çıkacaklarına) inanan ve Allah’tan korkanlardan başkasına namaz elbette ağır gelir.” (Bakara: 45-46)
“Kendiniz için (ahirete güzel ameller) takdim edin. Allah’tan korkup (hükümlerine hürmet ve riayet gösterin) Ona, hiç şüphesiz kavuşacağınızı (dirilerek manevi huzuruna çıkacağınızı) bilin, bunu inananlara müjdele.”(Bakara: 223)
“Allah’a kavuşacağına (dünyada Onun va’dine ve nusretine, ahirette ise cennetine ve rü’yetine ulaşacağına) kesin kanaat besleyenler ise: “Nice az topluluk çok topluluğa Allah’ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir” dediler.” (Bakara: 249)
“(Dirilmeyi inkâr edip bize, hesap için) Bize kavuşmayı ummayanlar, (ahiretten gafil olduklarından dolayı) dünya hayatına (geçici servet, şöhret, lezzet ve şehvetlere) razı olup bununla tatmin olup rahatlayanlar ve ayetlerimizden (yaratanın varlığını gösteren delillerden ve Kur’ani hükümlerden) gafil olanlar, işledikleri (günahlar) yüzünden cehenneme gideceklerdir.” (Yunus: 7-8)
“Eğer Allah insanlara, hayrı çarçabuk istedikleri gibi, şeri de acele verseydi, elbette onların ecelleri bitirilmiş olurdu. Fakat bize kavuşmayı ummayanları (ahireti, dirilmeyi inkâr edenleri) biz, azgınlıkları içinde bocalar bir halde bırakırız.” (Yunus: 11)
“Allah, bütün işleri idare eder, ayetleri tafsilatlı olarak beyan eder, tâ ki Rabbinize kavuşacağınızı kesin olarak bilesiniz.”(Rad: 2)
“Allah’ın ayetlerini ve Ona kavuşmayı inkâr edenler, (Onun) rahmetinden ümitlerini kesenlerdir. Onlar için acıklı azap vardır.”(Ankebut: 23)
“Kendi kendilerine, Allah’ın, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları ancak hak olarak ve belli bir süre için yarattığını hiç düşünmediler mi? İnsanların birçoğu, Rablerine kavuşmayı gerçekten inkâr ediyorlar.” (Rum: 8)
“Elbette onlar (kâfirler ve münafıklar) Rablerine kavuşma (hesaba ve rüyetullaha ulaşma) konusunda şüphe içindedirler.”(Fussilet: 54)
“Allah onları toplayacağı günde, sanki onlar dünyada sadece gündüzün bir parçası kalmışlar da aralarında tanışıyorlarmış gibi olacaklardır. Allah’ın huzuruna çıkacaklarını inkâr edip de, hidayetten mahrum kalanlar, elbette en büyük ziyana uğrayacaklardır.” (Yunus: 45)
“Rabbine (rahmetine, cennetine ve rüyetine) kavuşmayı arzu eden kimse, salih amel işlesin ve Rabbine kullukta hiçbir şeyi ortak koşmasın.”(Kehf: 110)
(NOT: Parantez içindeki açıklamalar Beydavi, Celaleyn, Medarik ve Kurtubi tefsirinden alınmıştır)
Şimdi de Allah’a kavuşmak hususunda Resulullah efendimizin açıklamalarına bakalım:
“Hastalıktan dolayı sızlayan ve şikâyette bulunan mümine hayret ederim. Eğer hastalıktaki mükâfatı bilseydi, ölüp, Allah’a kavuşuncaya kadar hasta kalmak isterdi.” (Taberani)
“Allahü Teâlâ’ya ihlâsla ibadete koyulan ve şirk koşmadan Ona mülaki olana (kavuşana) Cennet vacib olur. Allah’a şirk koşarak mülaki olana da Cehennem vacib olur.”(Hâkim)
“Müslümanın her iyiliği için, on katından yedi yüz katına kadar sevap yazılır. Her günahı için ise bir misli yazılır. Allah’a kavuşuncaya (kıyamete) kadar böyle devam eder.”(Müslim)
“Bir tüccar, alacaklarını tahsil eden adamına, “Borcunu veremeyecek fakirden alma, onu bağışla” derdi. Allah’a kavuşunca (ahirette), Allah da onu bağışlayıp, affetti.”(Buhari)
“Mümin için, Allah’a kavuşmadan (Onun sonsuz lütfuna ve huzuruna ulaşmadan), rahat yoktur.” (Müslim)
“Bir Müslüman (inanarak ve gereğini yaparak), “Sübhanallahi ve bihamdihi ve estağfirullah ve etübü ileyh” derse, bu söz arşa asılır ve o kimse Allah’a kavuşuncaya (ahirete) kadar sahibinin işlediği hiçbir günah onu silmez ve o, söylediği gibi mühürlü olarak kalır.”(Taberani)
“Bela müminin vücudunda, malında ve evladında devam eder. Tâ ki üzerinde hiç bir günah kalmadan Allah’a kavuşuncaya kadar.” (Hâkim)
“En çok gıpta edilen mümin, yükü hafif olan, namazını doğru kılan, Allah’a kavuşuncaya kadar kendisine yetecek az rızka sabreden, kulluk vazifesini güzel bir şekilde yerine getiren, halk arasında fazla tanınmayan, musibeti dünyada iken verilen, mirası ve ardından ağlayanı az olan kimsedir.” (Tirmizi, İbni Mace)
“Allah’ım, sana kavuşana kadar dünyadan ihtiyaç bağlarımı kopar.(senden başkasına muhtaç bırakma)”(Ebu Nuaym)
“Hiç kimsenin bende bir hakkı ve alacağı olmadığı halde Rabbime kavuşmak isterim.” (Ebu Davud)
“Allahü Teâlâ, kıyamette Müslümanlara, “Bana kavuşmayı arzu eder miydiniz?” buyurur. Onlar “Evet” derler. Allahü Teâlâ, “Niçin” diye sorar. Onlar, “Affını umardık” derler. Allahü Teâlâ, “Ben de sizi affettim” buyurur.”(İ. Ahmed)
“Allahü Teâlâ buyurdu ki: Oruçlunun iki sevinci vardır. Biri iftar zamanı, diğeri orucu ile bana kavuştuğu zaman.”(Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai)
“Allahü Teâlâ buyurdu: Bana kavuşmak isteyen kuluma ben de kavuşmak isterim. Bana kavuşmaktan hoşlanmayandan ben de hoşlanmam.”(Buhari, Müslim, Tirmizi, Darimi)
EFENDİMİZ (S.A.V) BUYURUYOR Kİ; “Yüce Allah kulunu dünya ile kendisine lika arasında serbest bıraktı. O kul da Ona likayı seçti“
Allah Cebrail’i bana gönderdiği suretlerin en güzelinde indirdi. Cebrail şöyle dedi: Ey Muhammed! Yüce Allah’ın sana selam söylüyor ve şöyle buyuruyor:
Ben dünyayı dostlarım için acı bulanık, dar ve sıkıntılı olmasını vahyettim. Ta ki bana kavuşmayı özlesinler, bana kavuşmayı dilesinler. Ben dünyayı dostlarım için bir zindan, düşmanlarım içinde bir cennet olarak yarattım. (Camius-Sağir).
İbadet, dua eden Mü’minin ruhunun yükselerek Allah’a ulaşmasıdır”(Tirmizi, Davat, 112)
Velhasıl; Allah’a kavuşmak istemeyenler ve Ona vasıl olmayı arzu etmeyenler; Kur’an’ın ahkâmıyla ve Resulüllah’ın ahlakıyla karşılaşmaktan da hoşlanmayacaktır. Bunlar aynen şeytan gibi, şeriattan kaçacaktır. Ama Allah’a kavuşmayı arzulayanlar, İslam’ın adalet nizamına ve aydınlığına can atmaktadır. Böyleleri baştan ayağa iman kesildiklerinden ve Kur’anın nuruyla bezenip Allah’ın boyasına girdiklerinden (Bakara: 138) Nemrutların ateşi onları yakmamaktadır. Çünkü narın nuru alt etmesi imkânsızdır.
اِلٰهِي أَنْتَ مَقْصُودِي وَرِضَاكَ وَلِقَاكَ
مَطْلُوبِي يَارَبَّ الْعَالَمِينَ.
يَا رَبِّ اٰتِنِي مَعْرِفَتَكَ وَمُحَبَّتَكَ وَرُاْيَتَكَ.
اٰمِينَ يَا مُعِينَ.
(İlâhî ente maksûdî ve rıdâke ve ligâke matlûbî Yâ Rabbel Âlemîn.
Yâ Rabbi â’tinî mâ’rifeteke ve muhabbeteke ve rü’yeteke.
Âmin Yâ Muîn.)
Allah’ım benim asıl maksudum ve amacım Sensin; Matlubum ve arzum Senin rızana ve Sana kavuşmaya erişmektir.
Ey Rabbim! Bana ma’rifetini (Seni hakkıyla bilmeyi), muhabbetini ve ru’yetini (cemalini görmeyi) lütfet.
Âmin ey en güzel ve mükemmel yardım edici!..
——————
“Yâ müfettihal ebvâb , iftahlenâ hayrel bâb ”
“Ey kapılar açan Allahım , bize hayırlı kapılar aç “
———————–
أعوذ بالله من الشيطان الرجيم , بسم الله الرحمن الرحيم
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’a ve Resûlü’ne icabet edip (emirlerine uymalısınız). Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer (layıksa hidayet nurunu artırır, müstahaksa dalalet yolunu kolaylaştırır) ve siz gerçekten O’na götürülüp toplanacaksınız.” (Enfal Suresi: 24)
http://www.mealikerim.com