Zalim Güçleri Etkisizleştirme Yöntemi:
UZAKTAN BEYİN DENETİMİ VE TEKNOLOJİ YÖNETİMİ
Elektromanyetik dalgalar; proton, elektron ve nötron gibi atom altı yüklü bir parçacığın ivmeli hareketi sonucu oluşan… Birbirine dik elektrik ve manyetik alan bileşeni bulunan… Ve bu iki alanın oluşturduğu düzlemde dik doğrultuda yayılan… Yayılmaları için bir ortama ihtiyaç duymayan ve boşlukta ışık hızıyla yayılan enine dalgalardır. “Elektromanyetik” alanlar; İlahi takdire bağlı olarak, normal doğa koşullarına uygun olarak da ortaya çıkmaktadır. Şimşek çakması, televizyon dalgaları, radyo frekansları, mikrodalgalar, hortum ve fırtınalar bunlardan bazılarıdır.
Elektromanyetik alanlar, bir nevi radyasyon sayılır. Radyoaktivite, fazla enerjiye sahip atom çekirdeklerinin radyasyon yaymasıdır.
Elektromanyetik dalgaların kendileri “yüksüz” olduklarından elektrikten ve manyetik yüzeylerden etkilenmedikleri anlaşılmıştır. “Wi-Fi” dalgaları da radyo dalga bantları cinsinden dalgalardır. Wi-Fi teknolojisi radyo dalgalarını kullanarak teknolojik cihazlar arasında iletişim kurmayı sağlamaktadır. Bu arada cep telefonları da 2,5 GHz mikrodalga aralığında elektromanyetik radyasyon yaymaktadır. Ancak, örneğin asansörler metal bir kutu gibi olduklarından “Faraday Kafesi” etkisi yaptığından, cep telefonlarının çekmesine engel olmaktadır.
Özetle; elektromanyetik alan: 1- Elektrik alanından, 2- Manyetik alandan oluşmaktadır. Fizikte elektromanyetik dalgalar; elektrik yükü taşıyan parçacıkların çevrelerinde ortaya çıkardıkları ve diğer yüklü parçacıklar üzerinde baskı ve kuvvet uygulayarak, onları etkileyip yönlendirmeyi başardıkları özel dalgalardır. Bu; uzaktan etkileme, çekme, itme, yön değiştirme şeklinde olmaktadır. Başka bir ifadeyle elektromanyetizma: Elektriklenme ile mıknatıslanmanın karşılıklı olarak etkilenmeleri sonucu ortaya çıkan olayların ve özel kuvvet kaynağının genel adıdır. Kısaca, elektrik akımıyla mıknatıs oluşturma ve bununla uzaktan insan beynini ve teknolojik merkezleri etkileyip yönlendirme veya devre dışına itme olayıdır.
İşte çok özel teknolojilerle ve bu elektromanyetik güçler sayesinde, hedef alınan ülkelerin; elektrik dağıtım şebekelerini, cep telefonları sinyal vericilerini, internet sitelerini, uzaydan haberleşme antenlerini ve diğer teknoloji merkezlerini kontrol altına alıp devre dışı bırakma imkânı vardır ve teknoloji, Cenab-ı Hakkın bu asırdaki sadık Mücahit mü’minlere en büyük ikramıdır.
Bu konuda Erbakan Hocamız şunları buyurmuşlardı:
Evet, Siyonizm laftan anlamaz, müeyyide uygulayacağız!.. Ama bunu, çok özel ve yüksek teknolojilerle, silahsız ve çatışmasız başaracak, zalim güçleri teslime mecbur bırakacağız!..
Bunun için; “Teknoloji, Allah’ın biz Müslümanlara bir lütfudur.” Onların füzelerini geri çevirip, kendi üzerlerine yönlendirecek teknolojiler hazırlanıyor. Sürtünme ve özel etkilenme sonucu kendi enerjisini üreten ve uzaktan kumanda ile yönlendirilen, birkaç ince tel yumağını uçaklara gönderip imha edecek sistemler geliştiriliyor. İşte İran, “uranyumu zenginleştirdim” diyor, iyi güzel, ama bu gelişme onlarınkine göre henüz hiçbir şey ifade etmiyor… “Biz de uçak gemisi yapalım, biz de atom füzesi yapalım” derseniz, siz bunları hazırlamaya uğraşırken, dış güçler on katını hazırlıyor… Öyle ise emperyalist ve Siyonist ülkelerin yıllardır üzerinde çalıştığı ve hazırladığı bütün silah sistemlerini ve teknolojilerini etkisiz ve geçersiz kılacak, hem de çok daha ucuza mal olacak yeni ve üstün teknolojiler gerekiyor!..
Pilotsuz uçakların ve her türlü bilgisayarlı araç gereçlerin…
Duvardan, kapıdan, mayınlı ortamdan, tel örgülü ve elektrikli mânialardan aşan ve hedefine ulaşıp görevini yapan, yürüyen teknolojik böceklerin…
Ulusal ve uluslararası her türlü stratejik konuşma ve yazışmaları dinleyecek ve değerlendirecek, ama kendisi asla çözülmeyecek son sistem iletişim aletlerinin…
Bilgisayar sistemlerini, teknolojik projeleri, hıyanet ve saldırı girişimlerini, çok özel ve gizli casusluk şebekelerini takip ve tahrip edici, sentetik ilaç kapsülleri benzeri, uzaktan kumandalı ve fark edilmesi imkânsız; bir nevi “suni cin” modellerinin;
Tasarım ve proje başlangıçlarını,
Model ve deneme safhalarını,
Seri üretim ve geliştirme aşamalarını,
Gerçek ve örnek video çekimleriyle gösteren tanıtım filmi, hayret ve hayranlık uyandırmış ve:
“Ahir zamanda ve Hz. Mehdi’nin Deccal’e karşı kutlu savaşında barut ateş almayacak, silahlar patlamayacak” mealinde müjdelenen haberlerin nasıl hakikat olacağı böylece ispatlanmıştı.
Bütün bu harika hazırlıklar, kesinlikle güdük kalmayacak ve boşa çıkmayacaktı. Bu üstün teknolojileri ve insani projeleri uygulayacak ekipler ve takipçiler elbette görevini yapacak ve Erbakan’ın Milli Görüş gayesini Milli Çözüm gayretiyle hedefine taşıyacaktı…
Böylece, ayet-i kerimelerde işaret edildiği ve hadis-i şeriflerde müjdelendiği gibi, tarihin en kutlu Medeniyet ve Mehdiyet dönüşümünde, kansız ve kavgasız bir zafere ulaşılacaktır. Haşr Suresi 6’ncı ayeti de bu mutlu neticeye işaret buyurmaktadır:
“Onların Allah’ın Elçisine verdikleri ‘FEY’e (savaşsız kazanılan ganimet, servet ve devlete) gelince; ki buna karşı (bu zaferi kazanma kastıyla) siz at ve deve koşturmamış (silah kuşanmamış ve kullanmamış)tınız. Ancak Allah, elçilerini (zulüm ve kötülük ehlinden) dilediklerinin üstüne musallat (edip muzaffer) kılmaktadır. Çünkü Allah her şeye gücü yetendir.” (Haşr Suresi: 6)
Evet, Allah’ın izni ve inayetiyle savaşsız ve saldırısız bir büyük galibiyet yaşanacak, bazı kangrenleşmiş çıbanların deşilip temizlenmesi dışında, tüm dünyayı kapsayan ve kasıp kavuran… Ve insanlığın mahvına sebep olan çatışmalara gerek kalmayacak… Muhyiddin-i Arabi gibi büyük zatların ihbarıyla, “Barut patlamayacak” yani tahrip gücü korkunç olan, başta atom bombalarının ve diğer nükleer füze başlıklarının ateş almayacağı yüksek ve özel teknolojiler sayesinde Siyonist-Haçlı güdümlü, sömürü, haksızlık ve ahlâksızlık zulmü son bulacaktır. Böylece son ve en büyük İslam devrimi, beklenen tarihi barış ve bereket medeniyeti, acısız ve sancısız gerçekleşmiş olacaktır.
Ardından, farklı din ve kökenden… Ayrı kimlik ve kültürden… Bütün insanların temel haklarını, refah ve huzur ortamını sağlayacak, Milli Görüş endeksli ve Milli Çözüm merkezli mutlu ve muhteşem bir değişim dönemi başlayacaktır. İslam’ın onuru ve insanlığın huzuru için va’dedilen ve asırlardır özlemle gözlemlenen bu kutlu gelişmeleri engellemeye, hiçbir devletin veya sistemin gücü yeterli olmayacaktır, inşaallah!..
Sinirsel Manipülasyon ve Beyin Yönlendirme Yöntemleri
1960’larda Moskova’daki ABD Elçiliği, Sovyet kaynaklı mikrodalga ışın saldırısına maruz kalmıştı. Bu ışınlı saldırı, öncelikle elçilik içindeki görevlilerin zihinlerini ve dolayısıyla davranışlarını kontrol etmeyi amaçlamıştı. Komünistlerin; bu tür can sıkıcı sinirsel etkileme cihazlarını kullanma çabaları, ABD’de de benzer konularda acil araştırma sürecinin başlamasına yol açmıştı. Bununla beraber çalışmaların üzerine kalın bir gizlilik perdesi asılmıştı. 19 Aralık 1994’te Pandora Harekâtı’na dair gizli sayılmayan kayıtlardan ortaya çıkarılan bilgi ve belgeler araştırmacılara, ancak 1991’de yürürlüğe giren Bilgi Özgürlüğü Kanunu çerçevesinde yapılan başvurular sonrasında ulaşmıştı. Zaten Pandora Harekâtı da Moskova’daki olayların açığa çıkarılmasına yönelik Amerikan tepkisi olarak ortaya çıkmıştı.
1961’de Allan H. Frey, baş bölgesine düşük güç yoğunluğunda UHF (Aşırı Yüksek Frekans) elektromanyetik enerji göndermenin, bir tür radyo dalgalarına benzer ışınlar yayarak ses algılaması oluşturabildiğine ve bunun sağır insanlarda bir çeşit duyma sağlayabileceğine ilişkin ciddi ipuçları sunmaktaydı. Görünürdeki tek risk ya da sakınca, dalga uzunlukları 10 cm’den daha kısa olan UHF enerji dalgalarının, ciltte yanmalara sebep olabilecek ısınmalara neden olmasıydı. Yine Frey ve diğer bilim adamlarının benzer konularda yaptığı çalışmalarla, mikrodalga enerjisinin tachycardia (kalp atışlarının hızlanması) veya bradycardia (kalp atışlarının yavaşlaması)’na yol açabilecek güce sahip olduğu da ortaya çıkarılmıştı. 1973 yılında, diğer bir bilim adamı, S. M. Bawin de, beyin dalgalarının düşük güçte üretilmiş VHF (Çok Yüksek Frekans) enerjisiyle artırılabilir veya tamamen durdurulabilir olduğunu kanıtlamıştı.[1]
1950’den beri tekrarlanan çalışmalar sonucunda, insan davranışlarının, işitsel korteksin uyarılması, tehlikesiz doku ısınması oluşturulması, beyin ritminin modifiye edilip ayarlanması ve mikrodalgaların başka birçok biyolojik uygulamalarıyla değiştirilebileceği ve istenen tarzda yönlendirilebileceği tespit edilmişti. Bunun başarılabilmesi için gerekli olan enerji miktarı, 1 km’den daha fazla uzaklıkta ve 600 metre yükseklikte duran bir böceği bile algılayabilen radarlarda kullanılan enerji miktarına eşitti. İşte bunun için radar tipi enerjinin bir birey veya kalabalık üzerine odaklanabilen bir silah olarak kullanılması mümkün olabilirdi. Elektromanyetik (EM) enerjinin biyobilimlerde kullanılması oldukça yeni sayılabilecek bir gelişme sayılsa da, biyoelektrik araştırmalarının tarihi, Galvani ve Volta’nın bir kurbağanın ayaklarını elektrik akımıyla uyarmayı hedefleyen araştırmalar yaptıkları 1786 tarihine kadar gitmekteydi. Direkt olarak elektrotları kullanan ilk bilim adamı olan Von Zeynek tarafından yüksek frekans akımıyla vücut dokularının ısıtılması anlamına gelen “diatermi” terimi ise 1908’de türetilmişti.
Fakat konuyla ilgili somut adımlar, İtalyan fizikçi R. Gazzamali’nin 1920’lerde “aşırı telkine yatkın kişilerde halüsinasyon oluşturabileceğini” keşfetmesi ve bu insanların zihinlerinden yayılan bir tür radyasyon ışıması tespit ettiğini belirtmesiyle atılmış gibiydi. Çalışmalarını kitaplaştırarak “Radyasyon Yayan Beyin” adını verdiği eseri, ABD’deki Wright Patterson Hava Kuvvetleri’nin Yabancı Teknoloji Bölümü tarafından 1965 yılında tercüme edildi. Alman fizikçi W. A. G. Van Everdingen, 1938-43 yılları arasında bu tarz çalışmaları daha da ileri boyutlara taşıyabilmişti. Everdingen; mikrodalga ışınlarının, civciv embriyosunun kalp işlevini ortamdaki glikojen (bir protein formu) seviyesine göre etkilediğini gözlemlemişti.[2] 1946 yılına gelindiğinde ise; J. E. Nyrop, ısıtma etkisi olmadığı halde kısa vuruşlu EM radyasyon oluşturulmasıyla bakterilerin, virüslerin ve dokuların üzerinde özel bir etki oluştuğunu kaydetmişti.[3] EM enerjisi kullanarak insan zihnini manipüle etme yönünde ilk adımı atan öncüler, kendilerinden sonra geleceklere daha ayrıntılı araştırmaların sürdürüleceği yeni bir dönemin kapısını göstermişlerdi. Daha henüz 1961’e gelinmemişti ki, Dr. Allan H. Frey’in ortaya koyduğu bir araştırma, bilim çevrelerini, radyo frekans (RF) enerjisinin doku kültürünün ısıtılmasından çok daha ileri maksatlar için kullanılabilir olduğuna ikna etti.
Pandora dosyaları da elektrotlarla beynin doğrudan uyarılması konusundaki çalışmalara atıfta bulunmaktaydı. Dosyalarda, uyarılan bölgeye bağlı olarak suni şekilde oluşturulan tepkinin nasıl meydana getirilebildiği konusuna yoğun bir ilgi gösterildiği göze çarpmaktaydı. Nobel ödülü almış İsviçreli fizyolog Walter Hess, hayvan beyinlerindeki elektrik faaliyetlerini kaydetmek amacıyla beyinlerin belli bölgelerine elektrik kabloları döşeyen ilk bilim adamıydı. Hess, bu araştırmaları sonucunda beyin sapı kenarında yerleşmiş organ sistemindeki hipotalamus ve ilgili sinirsel yapıların, duygusal ve saldırı nitelikli davranışları kontrol ettiğini anladı. Bu bölge aynı zamanda iştah ve koku duyumuna bağlı olarak güdülenen cinsel davranışların da merkezlendiği alandı. Sinir cerrahı W. Penfield, Hess’in bulduklarını bir adım daha ileriye taşıdı. Elektrik akımını, beyin ameliyatları esnasında beyin dışındaki bölgeyi uyarmak için kullandı. Sonuçlar şaşırtıcıydı. Bu metodun uygulandığı epilepsi hastaları, geçmişte yaşadıklarının tamamını yeniden hatırlamışlardı. Yine aynı hastalara eski anıları o kadar gerçekçi gelmişti ki, sanki olanları yeniden yaşıyorlardı. Aynı nokta iki defa uyarıldığı zaman, olaylar zinciri başlangıçtan itibaren kendini yeniden tekrarlamaktaydı.[4]
1960 yılında Neider ve Neff, beynin doğrudan elektrikle uyarılması tekniğini, (BEU) şartlandırma amacıyla kedilerde duyma hissi meydana getirmek için kullanmışlardı. Bu çalışmalarıyla, seslerin BEU ile üretildiğini, seslerin davranış şartlandırma uyarıcısı olarak kullanılabileceğini ve ses kalitesinin beyin zarındaki elektriksel uyarıcının derinliği ile orantılı olarak değiştiğini öne sürüyorlardı.
Radyestezi, insanların elektromanyetik enerji meydana çıkartabilme kabiliyetinin ifade edilmesinde kullanılan bir kavramdır. Olağanüstü olaylar üzerinde çalışan NASA’nın Uzay Uçuşları Merkezi’nden James Beal, hepimizin, bedenimizde oluşan elektromanyetik enerji noktalarını ayarlayacağımıza inanmaktadır. Beal, dışarıdan bize gelen enerjinin şiddetli etkilere sahip olduğunu savunmaktadır; çünkü ona göre, bedenimizdeki hücre, sinir gibi mikro yapıların her biri, kendi çapında küçük ve karmaşık bir elektrik sistemi olmaktadır![5]
Allan H. Frey, 24 Nisan 1961’de Chicago’da organize edilen Hava Kuvvetleri Tıp Derneği toplantısında şu şaşırtıcı açıklamayı yapmıştı: “Ulaşılmış olan çağdaş bilgi düzeyimize göre, insanın işitme sistemi, radyo frekans (RF) tayfının en azından orantısında bir yerde elektromanyetik enerjiye tepki verebilecek durumdadır. Daha da ötesi, verilecek bu ilk tepki “ani” olacaktır ve alçak güç yoğunluklarında gerçekleşebilir durumdadır; bu yoğunluklar da zaten muhtemel biyolojik hasarlara yol açabilecek seviyeden oldukça düşük orandadır.“[6]
Böylece; ordu için çok geniş uygulama sahası olan yeni bir haberleşme şekli bulmuşlardı: Radyo dalgaları aracılığıyla beyinle doğrudan haberleşme fırsatı yakalanmıştı. 1961 yılında gerçekleştirilen deneyler, RF enerjisine yönelik duyma tepkisinin etkisi ve ölçüsünün yüzlerce metreye kadar varabildiğini kanıtlamıştı. Taşıyıcı yayıcının uygun şekilde ayarlamasıyla, RF enerjisi, “karıncalanma, baş dönmesi, bulantı ve kusma” dahil, hedef insan üzerinde çeşitli biyolojik etkiler oluşturmaktaydı. RF enerjili elektrotlar kullanılarak, beynin elektrikle uyarılması (BEU) önündeki engeller ortadan kaldırılmıştı. Şimdi radyo dalgaları kullanılarak BEU ile yapılanlara benzer sonuçları elde etmek mümkün olacaktı. Nabız sayısına ayarlı sinyal gönderici cihazların, gönderilen sinyalle istenen bilgiyi nakletmeleri artık hayal olmayacaktı. Hatta beyne herhangi bir kelimeyi göndermek imkânı da doğmaktaydı.
Uzaktan hipnozla programlanabilecek ve hipnoz esnasında bilinçlerini aşan emirlerle yönlendirilecek seçkin istihbarat elemanları, artık verilen görevleri yerine getirebilirlerdi. Hedefin itaat ettiği herhangi bir hipnotik komut, hedefin görünürde kendi beyni içinde doğan kendi fikri olarak kabul edilebilirdi. Gerekirse “zamanlanmış hipnotik komut” da verilebilir; RF programlaması gelecekte, daha önce belirtilmiş bir vakitte bu komutu tetikleyebilirdi. Buna benzer şekilde verilen emir, hipnotik telkinli bir kelime, resim veya başka bir sinyalle harekete geçirilebilirdi. Beyin dalgalarının beyindeki bilginin işletilmesi için veri taşıdığı zaten bilinmekteydi. W. R. Adey bu verilerin, dalgaların frekans derecesini kullanarak sayısal olarak şifrelenebildiğini iddia etmekteydi.[7] Haklı olması, artık beyin dalgalarının başka bir kişiye taşınmasında önemli bir güçlük yaşanmayacağını göstermekteydi. J. F. Schapitz, ABD Devlet Bakanlığı’na şu deneyi önerdi: “Bilinen fizik etki usullerince ilaçlarla üretilen beyin dalgaları manyetik bir banda kaydedilir. Kaydedilen ritimler sonra mikrodalgalara (ya da çok izlenimler olmuşsa çeşitli ışınlara) göre ayarlanır ve ilaç almayan kişilerin beyinlerine nakledilir. Zihinsel durumları mülakat, psikolojik testler ve poligraf kayıtlarıyla sırasıyla incelenir. Böylece, ilaç almayan kişilerin ilaç alanlarla aynı durumda olup olmadıkları belirlenir.” Schapitz, bu deney teklifinden ayrı olarak mikrodalga yayma metotlarını, benzer şekilde bir kişinin kas hareketlerini başka birisine göndermekte kullanmayı bile teklif etmişti. Bu itibarla, bireye hafıza kaybını yaptırarak, bir istekte onun bilinç işlevini bozmak, engellemek ve yeniden iyileştirmek mümkün olabilirdi. Her ne kadar, bu türden uygulamalar sosyal ve siyasal yaklaşımları açıkça rahatsız edici nitelikte olsalar da, deneylerin çoğunda kullanılan radyo dalga enerjisi, radarda kullanılan nabız ayarlı veya TD (taşıyıcı dalgalı) mikrodalgalar cinsindendi.
1974 yılına gelindiğinde, California Menlo Park’taki Stanford Araştırma Enstitüsü elektronik mühendisi ve sinir fizyoloğu Lawrence Pinneo, elektroensefalografta özel komutlarla beyin dalgalarını orantılı ilişki içine koyarak bir kişinin aklını okuyabilecek bir bilgisayar sistemi geliştirmiştir. Günümüzün daha da gelişmiş imkânlarıyla ilerlemiş BEU radyo tekniklerini kullanarak bu işlevi tersine çevirmek de mümkün hale gelmiştir. Aklı okuyan bilgisayarlar kavramı, artık bir bilim kurgu malzemesi değildir. Psi-Tech’te görevli Binbaşı Edward Dames, Nisan 1995’te NBC’nin “Diğer Taraf” programında şunları söylemiştir: “ABD hükümeti, insanlara dışarıdan telkinde bulunabilen bir sistem geliştirdi.” Dames daha fazla açıklama yapmaktan menedilmiştir.
Düşman Teknolojilerini ve Saldırı Projelerini Etkisiz Kılma ve Teslime Mecbur Bırakma Sistemleri!
22 Nisan 1993’te, BBC televizyonunun en önemli akşam haberi, öldürücü olmayan bir silah hakkındaydı. Savunma Bakanlığı muhabiri David Shukman; düşmanı belli bir fiziksel zarara uğratmadan, dengesini kaybetmesini sağlamak ve herhangi bir saldırıya karşı koyamaz hale sokmak anlayışının iki savunucusu, (emekli) ABD Ordusu Albayı John B. Alexander ve Janet Morris ile röportaj yapmıştı.[8] Düşman birliklerinin iletişim ve ilerlemesini kesen, sistem ve düzenini karıştıran cihazlar, istihbarat birimleri, polis ve savunma teşkilatları tarafından uzun zamandır kullanılmaktaydı. Berkshire’de Greenham Common Askeri Üssü’ndeki kadınlar protestosunda, ABD Ordusu, protestoculara karşı, “Tuhaf Etkili Silahlar” terimi uygun görülen mikrodalga mekanizmalı konvansiyonel olmayan silahlar kullanmıştı.
Öldürücü olmayan son sistem yüksek teknolojik cihazlar, kullanılan donanımın, araçların ve yapıların faaliyetlerini bozmaktan, düşman personeli demoralize etmeye kadar birçok işi yapacaktı. Aralık 1980’de John Alexander, “ABD Ordusu’nun dergisi Military Review’da “Yeni Zihinsel Savaş Alanı” adlı bir makale yayımladı. Bu makalede, telepatinin beyindeki elektrik faaliyetlerine müdahale etmek için kullanılabilir olduğu iddiasında bulunmuşlardı. Bu, ordudaki ileri gelen generallerin dikkatinden kaçmamıştı. Onlar da “Yumuşak Seçenekli Ölüm” teknolojilerinin takip edilmesini teşvik etmeye başlamışlardı. Böylece, savaşmanın yeni bir yolu daha ortaya çıkmıştı. 1988’de ordudan emekli olduktan sonra Alexander, Los Alamos Ulusal Laboratuvarları’na katıldı ve eski CIA Vekil Müdürü Dr. Ray Cline başkanlığındaki ABD Global Strateji Konseyi (ABDGSK) Araştırma Müdürü Janet Morris ile çalışmaya başladı. Çok geçmeden Konsey, çeşitli araştırma projelerinin askeri alanda uygulanabilirliği konusuna yoğunlaşmıştı.
1990’dan bu yana ABDGSK, önemli ulusal laboratuvarlar, belli başlı savunma firmaları ve sanayicilere danışmanlık yapmakta ve kıdemli ordu ve istihbarat subaylarını kadrosuna almış bulunmaktaydı. Senato’nun Silahlı Hizmetler Komitesi Başkanı Senatör Sam Nunn desteğiyle, ABDGSK (emekli) Stratejik Hava Komutanlığı eski Kurmay Başkanı Tümgeneral Chris S. Adams tarafından yönetilen Öldürücülük Tedbir ve Teftiş Grubu’nu kurmuşlardı.[9] Bunlar “hayata hizmet eden teknolojinin” iki çeşidi üzerinde duruyorlardı. Düşmanın donanımını ve düzenini bozmak için kullanılan, madde karşıtı teknikler sıralanmıştı. Bu tekniklerden biri, düşmanın elektronik sistemini tahrip etmek veya bozmak, diğer bir deyişle mekanik sistemlerin işlemesini durdurmaktı. Bu hedefe ulaşabilmek için, şu şartları yerine getirmek lazımdı:
1- “Hayata veya çevreye fazla zarar vermeyen, yaşayan organizma üzerinde uzun vadeli etki bırakmayan kimyasal ve biyolojik silahları hazırlamak…
2- Elektronik algılayıcıları veya optik cihazları artık görmez hale getiren ve devre dışına iten lazer sistemlerine sahip olmak…
3- Öldürücü olmayan elektromanyetik teknolojileri tanımlamak…
4- Nükleer olmayan elektromanyetik nabız silahlarını oluşturmak…
Körfez Savaşı’ndaki müttefik güçlerin komutanı General Norman Schwarzkopf, ABD Kurmay Heyeti Ortak Başkanları’na, uzaya yerleştirilen “geniş-alan-nabız kapasiteli” böyle bir silahın, düşmanın elektronik sistemini tamamen bozabilecek bir güce sahip olduğunu açıklamıştı. Böyle bir senaryoda en az bilinen şey, düşman personelinin kaderi olacaktı. Los Alamos Ulusal Laboratuvarları ile ortak olarak ABD Ordusu Harry Diamond Laboratuvarları teknik desteği ile gerçekleştirilen bir projede, SAGMM Yüksek Güç Dalgalı (YGD) “mermiler” hazırlamıştı. SAGMM’ye göre, Diamond Laboratuvarları YGD için temsili bir hedef seti üzerindeki radyo frekansı etkilerinin tahlilini tamamlamış ve hizmete hazır konuma taşımışlardı.”
Kimyasal araçlar arasında “hidroflorik asitten” milyonlarca kat daha yakıcı olan “süper yakıcı” olarak tanımlanan madde, ilk adaylar arasındaydı. Bir topçu devriyesi, ağır zırhlı araçların optik/camlarını tahrip edebilen ve “önemli silah sistemlerini sessizce bozabilen” pelteli süper-asidi istenen bölgeye yollayacaktı. Askeri araçları bozmaya yönelik elektronik ağlar ve gece harekâtları ya da herhangi gizli bir deniz veya kara operasyonunda kullanılabilecek radara yakalanmayan “gizli” metal tekneler de, Morris’in önerileri arasındaydı. Bir düşman teçhizatını uzaktan ele geçirmenin görünürde garip olan bir başka yolu ise “kimyasal veya kolay kırılır sıvı metaller ve maddeye karşı olan polimerlerin” kullanılmasıydı. Bunlar, kimyasal yapışkanları veya (teflon kullanmalı) kaygan maddeleri yaymak için aerosol dağıtıcı sistemler ile kullanılacaktı. Kayıtlardan anlaşıldığı kadarıyla ikinci kategoriyi ise “anti personel ama öldürücü olmayan teknolojiler” oluşturmaktaydı.
ABD ordusundan Albay Alexander, Başkan Clinton’un Yardımcısı Al Gore’un arkadaşıydı. 1983’te Alexander’ın sevdiği programlarından biri, ismini Yıldız Savaşları filminden alan Jedi Projesi olmaktaydı. Zor anlaşılır bir dili olmasına rağmen, projenin amacı, “normal olmayan araçları kullanarak davranışsal/fiziksel mükemmelliğin öğretilebilir modellerini inşa etmek” ve aramaktı. Alexander’a göre, bu proje Sinir-Dil Programlaması çalışmasının yan ürünü sayılırdı. Sonradan ABD Ordusu İstihbarat ve Güvenlik Komutanlığı Başkanı olan Stubblebine gibi arkadaşlarının yardımıyla, Jedi Projesi’ne mali destek bulmayı başardı.
Alexander’ın Los Alamos Ulusal Laboratuvarları’nda zihin kontrolü ve psikotronik projelere ne kadar yakın ilgi gösterdiğini anlattı. Ekibiyle birlikte Moskova Psiko-İlişkiler Enstitüsü’nde görevli psikolog Dr. İgor Smirnov ile birlikte çalışıyorlardı. Morris, 1991’de Rusya’yı ziyaret edip kendisine Moskova Tıp Akademisi Rus Psiko-Düzeltme bölümü tarafından çeşitli orijinal teknikler gösterilince, Rus ekibi de özel bir davetle ABD’ye çağrılmıştı.
Yani dünyayı denetlemek ve yönetmek isteyen Siyonist merkezler, hem Amerika’yı hem de Rusya’yı kullanmaktaydı. Ruslar, insan zihnini dışarıdan etkilemek için beynin elektronik tahlilini yapabildiklerini konuşmaktaydı. Bunlara göre, “beyaz ses” ve müzik şeklindeki anahtar kelimeleri kullanarak, bilinçaltı komut mesajları nakledebiliyorlardı. Çok düşük frekans tipi ses ötesi naklini kullanan akustik psiko-düzeltme mesajları, kemiğe dokunma aracılığı ile taşınmaktaydı. Ruslara göre şuuraltı mesajlar bilinç seviyesini aşarak anında insanları etkileyebiliyorlardı.
Zihni kontrol altına alma yöntem ve metotlarını araştıranlar için büyük önem taşıyan alt başlıklardan biri de ışınlamadır. Ve yine açıkça ortaya konacağı gibi, CIA sadece zihin kontrolüne yönelik ışınlama testleri yapmamış, üstelik bu testlerde tüm evrensel etik değerleri hiçe sayarak insan kobaylar kullanmıştır. CIA’nın, zihni kontrol etme tekniklerinin araştırılması çalışmalarını, eski Sovyetler Birliği ile beraber yürüttükleri unutulmamalıdır. Elbette çalışmaların çoğu, kamuoyundan gizli tutulmaktadır ve diğer kurumlara bilgi ulaştırılması da büyük bir gizlilik içinde yapılmaktadır. Ne var ki istendiğinde her şeye ulaşmanın çaresi bulunabildiği gibi, bu dehşete düşürücü ve endişe verici araştırma alanına girmenin de bir yolu vardır.[10]
Bütün bu detayların, kayıt ve kaynaklarıyla aktarılması, Erbakan Hocamızın; çok özel üretilen Elektromanyetik dalgalar sayesinde, süper güç sanılan şeytani merkezlerin atom bombalarının, nükleer füze rampalarının, uçak gemilerindeki saldırı mekanizmalarının ve fırlatılan korkunç tahrip güçlü roket ve hava araçlarının nasıl etkisiz hale getirileceği ve gerekirse yön değiştirip kendi üslerine yöneleceği konusundaki müjdelerinin, öyle hayali ve hamasi beklentiler olmadığını, altyapılarının ve seri üretim hazırlıklarının tamamlandığını vurgulamak amaçlıdır!
[1] Bawin, S. M., Gavlas-Medici, R. 1 ve Adey, W. R., “Kedilerde özel beyin ritimlerin üzerinde ayarlanmış VHF alanlarının etkisi”, “Beyin Araştırması”nda, Cilt 58, 1973, 365-384
[2] a.g.e.
[3] a.g.e.
[4] Steven, Leonard A., “Sinirler: Beynin Bloklarını İnşa Etmek” (Crowell, New York, 1974)
[5] Ferguson, Marilyn, “Beyin İinkılabı: Akıl Araştırmasının Sınırları”, Davys-Poynter, (London, 1974).
[6] Allan H. Frey, “Radyo Frekans Enerjisine İşitsel Sistemin Tepkisi”, “Hava Hekimli Yazar ile yapılan telefon konuşması” Mayıs 1992- Binde Teknik Not, cilt 32, 1961, s. 1140-1142.
[7] Adey, W. R. “Bilginin Depolanması ve Geri Alınması”, Coming, C. ve Balaban, M.’de “Akıl: İşlevlerine Biyolojik Yaklaşımlar”. 1968.
[8] Bayan Victoria Alexander’in yazara gönderdiği 2 Nisan 1993 tarihli mektup
[9] Öldürücü olmama: Ulusal Bir Projenin Geliştirilmesi ve Yeni Stratejik Asırda Öldürücü Olmayan Araçları Kullanmak ABD Global Strateji Konseyi’nin bir Projesi, 1991, s. 4. ABDGSK’in başka kurmay üyeleri Steve Trevino, Dr. John B. Alexander ve Chris Morris.
[10] Bak: Beyin Kontrolü. Dr. Armen Victorian, Çeviri M. Mencütekin. Timaş yy.
CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DEVLET VE HÜKÜMET YETKİLİLERİNİN VE DİĞER İLGİLİLERİN DİKKATİNE!..
ERDOĞAN’IN ASİLTÜRK ZİYARETİNİN PERDE ARKASI
YENİDEN REFAHÇI HADSİZE YANIT
Ey Nurcu Geçinen; YENİ ASYA’CI MÜNAFIK!
SERİYYE DERGİSİ’NİN VE SERVET TURGUT DENSİZİNİN ERBAKAN VE İRAN KİNLERİ
İSRAİL’İN GERÇEK HEDEFİ İRAN MI, TÜRKİYE Mİ?
Yalan çok büyük günah ve ayıptır. Geçen çok itimat ettiğim birisi bir emlak sektöründen bir…
Çıhadın kışlası Gazze de bulunanlar. Allah'ın huzurunda imiş gibi yaşamaya alışmış şanlı ve şerefli bir…
بينما كانت غزة تحترق، كان الوضع المؤسف للبشرية جمعاء والعالم الإسلامي يجعلنا أكثر حزنًا... إذا…
Gazze yanıyorken tüm insanlığın,İslam aleminin düştüğü içleracısı durum daha da içimizi yakıyordu...zalimlerin planı varsa amenna Allah…
While Gaza was burning, the deplorable situation of all humanity and the Islamic world was…
Allah hakkında yalan uydurup iftira edenlerden (ayet ve hadisleri keyfine göre eğip bükenlerden) veya kendisine…
(Hakk yolda bulunan ve hayra çabalayanlar) Onlar için Rableri katında barış yurdu (dünyada huzurlu devlet, ahirette kutlu…
Evet, ümit imanın canı; ihlas ise imanın esası (özü) yerindedir. İslam tarihi boyunca nice yiğitleri; “Bir…
Gazze Müşahedesi Kim Hakk'ı tutuyorsa, ona destek olmak boynumuzun borcudur.İmanımız Hakk. Varmı ilahi adaletten terküperişan,…
Düsturum doğruluk İmanım doğruluk Yaşantım doğruluk Yalan söylemekte bir alışkanlıktır. Küçük olanında büyük olanında aynı…