GAZZE BİZE NELERİ HATIRLATIRDI?
Ey, çocuklarının baş ağrısına, diş ağrısına ve burnunun kanamasına bile dayanamayan analar, babalar!.. En az 10 takım yedeği olmasına rağmen, hanımlarının beğendiği son model lüks pardösüyü alamadığı için üzüntü duyan kocalar!.. Anne babaları pahalı bir akıllı telefon alamadılar, kendilerini tatile çıkaramadılar diye onlara kızan ve kırılan çocuklar, delikanlılar!.. Arabalarının kaportası çizilmiş veya biraz çökmüş diye günlerce kızıp duran ve huzuru kaçan Müslümanlar!.. Ve ey, sevdiklerinin ciğerinde bir kötü huylu ur çıktı diye, dünyaları yıkılan ve yuvalarında karalar bağlayan insanlar!..
Oysa tarihten kutlumuz, Akdeniz’den komşumuz, Mescid-i Aksa’dan namus yurdumuz olan Gazze’de, 9 aydır; çoğu çocuk, kadın, masum 50 bin canımız katliama uğramış, 100 bin canımız yaralanıp sakat bırakılmış, 100 binden fazla bina yıkılmış, yüzlerce cami, okul, hastane bombalanmıştır. Ve bu yıkım ve soykırım, şimdi son sığınak Refah’ta da en acımasızca uygulanmaktadır.
Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, bugün dünyanın ve işbirlikçi iktidarlar yüzünden sessiz, tepkisiz ve etkisiz bırakılmış İslam coğrafyasının gözleri önünde, mazlum ve mağdur Filistin halkı, korkunç bir açlık, ilaçsızlık, gıdasızlık ve susuzluk içinde kıvranıp kırılmakta, kuduz İsrail, yardım konvoylarına bile ambargo uygulamaktadır.
Bu nedenle, imani mes’uliyet ve insani mecburiyetle, artık bizlerin de, dualarımızla, duyarlılıklarımızla, dayanışma duygularımızla, yetkilileri uyaracak mitingler ve sosyal medya etkinli davranışlarımızla ve her türlü yardımlaşma imkânlarımızla imanımızı ve insanlığımızı ispatlama zamanıdır!..
Bir hadis-i şerifte:
“(Yeryüzündeki bütün) Mü’minler; birbirlerini sevip sahip çıkmak, birbirine acıyıp kollamak, ve birbirlerini koruyup (sıkıntı ve saldırılardan) kurtarmak konusunda, (aynen) bir tek vücut gibi davranırlar. Nasıl ki vücudun bir uzvu hastalanıp yaralandığı zaman, (insanın) diğer bütün uzuvları ve organları da uykusuzluğa, acılar ve ateşler içinde kıvranmaya dûçar olurlar.” (Buhari, Edep: 27 – Müslim, Birr, 66) buyrulmaktadır. Yani eğer, başınız ağrırken ayağınız duymuyorsa, boynunuz kesilirken kolunuz acımıyorsa, Gazze, Arakan, Türkistan kıvranır, katliama uğrarken Türkiye’deki mü’minler rahatsız olmuyorsa; sinir sisteminiz ve din kardeşliğiniz dumura uğramıştır.
Aslında Gazze’ye destek; kendimize yardımdır, kendimize acımaktır… Geleceğimize ve güvenliğimize sahip çıkmaktır!.. Gazze’ye yardım, aslında insanlık haysiyetimize, iman hassasiyetimize ve ahiretimize yatırım yapmaktır!..
Çünkü Gazze; tarihin hep kötüler ve zalimler tarafından değil, bu sefer iyiler ve mücahit mü’minler tarafından yazıldığının vesikasıdır!..
Gazze; Hamas’ın iman fedaileri sayesinde, “Nice az ve zayıf toplulukların, (hayat, iman ve cihaddır; gerisi teferruattır!..” şuuruyla), nice güçlü kalabalıklara, Allah’ın izniyle galebe çaldığının” (Bakara: 249) belki de tarihteki en açık ve en canlı tezahür ve tecellisi olmaktadır.
Gazze; başta Türkiye’mizin ve bölgedeki tüm İslam ülkelerinin savunmasının Filistin’den başladığını… Çünkü Siyonist Yahudilere göre Arz-ı Mev’ud’un (güya onlara va’dedilen toprakların) en önemli kısmı Türkiye’mizin doğusunu ve güneydoğusunu kapsamaktadır. Bu nedenle Gazze, eğer HAMAS düşerse Siyonist ve emperyalist güçlerin ülkemize saldıracaklarını bize hatırlatıp uyarmaktadır!.. Yani Hamas, Filistin’in Kuvay-ı Milliyesi konumundadır!..
Gazze; Hz. Peygamber Efendimizin bir hadisinde: “(Ahir zamanda) O vakit en hayırlı cihadınız, sınırlarınızı (ve içindeki yurtlarınızı) korumak üzere nöbet tutmak (düşman saldırılarına karşı devamlı hazırlıklı olmak)tır. Bu rıbatın (sınırları ve vatanları korumanın) en faziletli yerlerinin başında ise ASKALAN (Gazze civarı) vardır!” (Taberani-El-Mu’cemu’l Kebir. 9. Cilt – 11138 nolu hadis) buyurdukları ğaybi hakikatin aynen ve mucizevi şekilde ortaya çıkmasıdır! Evet, bugün HAMAS komutanlarının çoğu Askalanlıdır!
Gazze; Hamas’ın tek başına 57’den büyük olduklarını, çünkü maalesef 57 İslam ülkesinin yapamadığını başardıklarını ve kudurmuş İsrail’in moralini, hatta belini kırdıklarını gösteren ibret levhasıdır!..
Gazze; şehitlerin aynı kefene sarıldığı, bir yaralının, başka mağdurların yaralarını sardığı ve yetimlerin birbirlerini teselli etmeye çalıştığı diyardır!
Gazze; imanın imkâna, cihadın küffara, takvanın tağuta, kısaca İbrahimilerin Nemrut’a üstün geldiği ve Kur’an’ın mübarek ilan ettiği (İsrâ: 1. ayet) kutsal coğrafyadır!..
HAMAS, dünyayı uyandırmış ve imanın imkâna galip geldiğini kanıtlamıştır!
HAMAS’ın bu şanlı direnişi, İslam’ın tüm insanlığa tebligatıdır!
HAMAS’a sahip çıkmak, kendi gelecek ve güvenliğimizi garantiye almaktır!..
HAMAS sayesinde, Batı halkları İslam’ı araştırmakta ve imana sarılmaktadır…
HAMAS, Siyonizm tehlikesini dünyaya tanıtmıştır!
Gazze; Rahmetli Erbakan Hocamızın “İsrail gâvuru laftan ve barış çağrılarından değil, ancak güçten ve silahtan anlar!” buyurdukları… Ve işte bunun için:
1- İslam Birleşmiş Milletler Teşkilatı,
2- İslam Ortak Pazarı,
3- Ortak İslam Dinarı,
4- İslam Savunma Paktı,
5- İslam İlim ve Kültür Dayanışma Vakfı gibi evrensel projeleri hazırladıkları… Ve bütün bunların resmen ve fiilen gerçekleşebildiğinin kanıtı olarak D-8’leri kurdukları ve çalıştırmaya başladıkları tarihi adımların ve talihli atılımların ne denli haklı, hayırlı ve gerekli olduğunun fotoğrafıdır!
İşte Gazze; bu program ve kurumları canlandırıp Siyonist ve emperyalist odaklara cesaret ve dirayetle karşı koymak bir tarafa; kuduz İsrail’le hâlâ normalleşme, yani tamamen Yahudi’nin güdümüne girme anlaşmasını bile askıya alamayan… Aylar boyunca, Gazze açlık ve ilaçsızlıkla kıvranıp kırılırken, mazlum mü’minlere en hayati ihtiyaç malzemelerinin ulaştırılmasına mani olan İsrail’e, binlerce gemi dolusu ticaret malı göndermekten bile sıkılmayan… İsrail ve ABD’nin gözü kulağı olan İncirlik ve Kürecik üslerini bile kapatamayan; ama hâlâ kahramanlık taslayan yöneticilerin gaflet, cehalet, belki de hıyanetlerini açığa vuran bir diriliş destanıdır. Ve Gazze, yine ancak, Aziz Erbakan Hocamızın 1974 Şanlı Kıbrıs Harekâtı’ndaki azim ve kararlılığı ile kurtulacaktır!.. Herkese hatırlatınız; 1 yıl bile dolmayan Refah-Yol iktidarında ve Hocamızın efsane Başbakanlığı boyunca, kuduz İsrail, Filistinli mazlumlara bir kurşun bile sıkamamış, bir tek Müslümanın burnu kanamamıştır. Çünkü Siyonist çeteler, Erbakan varken başlarına neler geleceğinin farkındadır!
Evet Gazze; ülkemizdeki fikri, ilmi ve siyasi cihadın adresi Milli Görüş’ün ve Milli Çözüm’ün Filistin’deki fiili ve fiziki tatbikat kahramanlarının fedakârlık arenasıdır!..
Bugün Gazze; “(Ey Müslümanlar!) Size ne oluyor (ve nasıl bir vicdani sorumsuzluğa kayıyorsunuz) ki; ‘Ya Rabbi, ehli (ve idarecileri) zalim olan şu ülkeden (ve şu düzenden) bizi kurtar, bize Kendi katından bir sahip gönder ve bize Kendi rahmetinden bir yardımcı ver’ diye yalvarıp duran; erkek, kadın ve çocuklardan oluşan aciz ve çaresiz (nice mazlum müstaz’af) kimseleri kurtarmak için Allah yolunda (çalışıp) çarpışmıyorsunuz? (Bu duyarsızlık ve nemelâzımcılık imani ve vicdani bir tavır değildir.)” (Nisa Suresi: 75) ayetinin sorumluluklarını bize hatırlatıp uyarmaktadır. Evet; bugün Filistin topraklarında soykırıma uğrayan mazlumların; Afrika’da, Asya’da ve Güney Amerika’daki milyonlarca aç, biilaç, çıplak ve muhtaç Müslümanların ve farklı din ve kavimden nice mazlum ve mağdur insanların ezilmesine ve sömürülmesine yol açan bu zalim ve Siyonist sistemi yıkacak ve yeryüzünde Adil bir Düzen’i kuracak niyet ve gayreti taşımayanları Cenab-ı Hakk bu ayetle ve şiddetle ikaz etmektedir.
Bu ayetten sonra gelen:
“(Halbuki, gerçekten) İman edenler; Allah yolunda (Hakk ve adalet hâkim ve Müslümanlar galip olsun diye) çarpışıp çırpınırlar. İnkâr edenler (ve münafık kimseler) ise, tağut yolunda (şerli ve şeytani odakların zulüm ve sömürü düzenleri sürsün diye) çırpınıp çarpışırlar. O halde siz (mü’minler iseniz); şeytanın dostları olan (inkârcılar ve münafık)larla çarpışın. Ve kesinlikle (bilin ki) şeytanın hile ve tuzağı pek zayıf (ve temelsizdir.)” (Nisa Suresi: 75-76) ayetleriyle ikaz buyurulan Müslümanların ayar aynasıdır!..
Gazze; binlerce Ulemanın, Molla’nın, mangalda kül bırakmayan sözde İslamcı takımının, nice tarikat ve tasavvuf erbabının yapamadığını başararak; Amerika ve Avrupa başta, pek çok ülke ve kıtadaki vicdan ehli öğrenci ve öğretim görevlisi insanların, bu muhteşem diriliş ve direnişin kaynağı olan gerçek İslam’ı merak edip araştırarak, yüz binlercesinin imana gelmesine yol açan sadıkların otağıdır!.. Ve HAMAS Mücahitleri; Kutlu toprakların murabıtları, Mescid-i Aksa’mızın muhafızları ve Siyonist şeytanların korkulu rüyalarıdır!..
Gazze’ye gönüllü giden ve bir Ramazan boyu hastanede hizmet veren değerli ve duyarlı insan Op. Dr. Tamer Kamacı Bey aktarmıştı:
Gazze Direnişinin Sırrı!..
Gazze halkı asla üzgün ve yılgın görünmüyorlar, tevekkül ve teslimiyet içinde şükrediyorlar…
Malını, mülkünü, yakınlarını hatta uzuvlarını “kaybettik” demiyorlar, “Allah yolunda ve Cennet karşılığında feda kıldık!” diyorlar. Bütün sıkıntı ve saldırılar altında bile, ezanı nerede duysalar, hemen biri imam oluyor, cemaatle namaz kılıyorlar… Anlaşılan sürekli abdestli dolaşıyorlar, su bulunmazsa teyemmüm yapıyorlar.
Bir oyunlarına rastladık. Doktorlar, hasta bakıcılar, dinlenirken başlattılar: Birisi, örneğin Bakara Suresi 27. ayetini okuyor. Yanındaki 28’inciyi okuması lazım. Okuyamazsa eleniyor… Böylece hiç elenmeyen oyunu kazanıyor… Yani sanki hepsi hafız gibi. Kur’an’ı biliyorlar, anlıyorlar ve yaşıyorlar…
3 yaşından itibaren Kur’an’la yetişip olgunlaşıyorlar. Bir doktora sordum: “Gazze’de hiç namaz kılmayan var mı?” Bana hayretle; “Namazsız Müslümanlık var mı?” diye bakmışlardı…
Gazze halkı, imandan, İslam’dan, Kur’an’dan ve her halde İslam’ı yaşamaktan vazgeçseler… Mescid-i Aksa’yı terk etseler… Diğer İslam ülkeleri gibi, İsrail kuklası yöneticilerin başlarına geçirilmesine rıza gösterseler… Siyonist merkezler Gazze’yi Dubai’ye çevirmeye hazırlar… Onlar da huzur ve zevkü sefa içinde yaşayacaklar…
Bugün sözde İslam ülkesi yöneticileri ve bir kısım çağdaş kesimler İsrail’i değil, hâlâ Hamas’ı suçlarken, ABD ve Avrupa ülkelerinde üniversite hocası, hatta rektörü olmuş, en prestijli üniversitelere talebe olmuş Hristiyan veya ateist insanlar, okuldan ve makamından atılmak pahasına da olsa, mazlum Filistin’e sahip çıkıyorlar ve İsrail’e lanet okuyorlar. Bu vicdan ehli, umarız imana da ulaşacaklardır. Hatta 300 bin insanın iman ettiği konuşulmaktadır.
BM Yetkilileriyle, İslam Ülkeleri Yöneticileri Aynı Ağzı Niye Kullanırdı?
Birleşmiş Milletler Filistin Özel Raportörü Francesca Albanese, Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) Refah’taki saldırıları durdurması yönündeki kararına rağmen, saldırılarını yoğunlaştıran İsrail’e silah ambargosu uygulanması ve diplomatik ilişkilerin askıya alınması yolunda çağrı yapmıştı. Albanese, Refah’ta mahsur kalanlardan aldığı haberlerin dehşet verici olduğunu vurgulamıştı.
Albanese “Emin olun, İsrail, biz durdurana kadar bu çılgınlığı durdurmayacaktır. UAD’ye üye devletler, İsrail saldırılarını durduruncaya kadar yaptırım ve silah ambargosu uygulamalı, İsrail ile diplomatik, siyasi ilişkileri askıya almalıdır” ifadelerini kullanmıştı.
UAD, yeni tedbir kararlarında, İsrail’in Refah’a yönelik saldırılarını derhal kesmesine, insani yardımları engellememesine ve suçlarını araştıracak BM görevlilerinin Gazze’ye girişine izin vermesine hükmetmiş durumdaydı.
Bu BM raportörü; Birleşmiş Milletleri Siyonist Yahudilerin teşkilatlandırdığını ve Terörist İsrail’in bugüne kadar hiçbir BM kararını tanımadığını bilmiyor olamazdı… Amma, dünyayı avutmak ve oyalamak için de bunları konuşması lazımdı.
Peki ya Sn. R. T. Erdoğan ve diğer İslam ülkesi Başbakanları ne yapmaktalardı? Hiiç, aynı Raportör ağzıyla BM’yi İsrail’i durdurmaya çağırmaktalardı!? Acaba bunları takan ve ciddiye alan var mıydı?
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Kararları; Müslüman Ülkelerin İsrail’e Müdahalesine Gerekçe Hazırlamıştır!..
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) İsrail’in Refah operasyonu için kararını açıklamıştı. Mahkeme, İsrail’in Refah operasyonunu derhal durdurmasını, Refah kapısının derhal açılmasını, soykırım iddiasına ilişkin delilleri korumak için soruşturmacıların Gazze Şeridi’ne engelsiz erişimini sağlamasını hükme bağlamıştı. Birleşmiş Milletler’in en üst düzey yargı organı olarak görev yapan UCM’nin kararları yasal olarak bağlayıcı sayılsa da, ancak doğrudan uygulanmaları için yeterli mekanizmalar bulunmamaktaydı.
Mahkeme, Refah’taki durumu “felaket” olarak tanımlamış ve insani koşullar göz önünde bulundurularak askeri operasyonun derhal sona erdirilmesi kararı almıştı.
İsrail’in askeri operasyonunun çok sayıda ölüm ve yaralanmaya yol açtığını ve büyük miktarda yerleşim yerinin yıkıldığını, çok sayıda kişinin göçe mecbur kaldığını söyleyen yargıç Nevaf Selam, “Gıda ve temel ihtiyaçlardan mahrum kalan Filistinlilerin Gazze Şeridi’ndeki korkunç yaşam şartlarının 24 Ocak’tan beri çok daha kötüleştiğini gördük” diyerek, Refah’taki askeri bombardımanın, 1 milyondan fazla Filistinlinin buraya gelmesinden sonra riski büyüttüğünü belirtip, Birleşmiş Milletler’e göre 800 bin kişinin yerlerinden edildiğini hatırlatmış ve Refah’taki operasyonun Gazze’deki kötü durumu tırmandırdığını vurgulamıştı.
“28 Mart tarihli tedbir kararları sonrasında, durumda hiçbir iyileşme olmadığı saptanmıştır!” diyen yargıç Selam, şunları aktarmıştı: “İsrail’in Refah operasyonu yüz binlerce kişiyi ölüm riskiyle karşı karşıya bırakacak ve insani yardımlara büyük oranda engel olacaktır. Yerinden edilen 800 bin kişiden yarısı çocuktur ve burada altyapı imkânları son derece azdır. Öte yandan 8 Mayıs’ta Dünya Sağlık Örgütü Direktörü, Refah’taki son tıbbi merkezlerden birinin de artık hizmet veremediğini açıklamıştır.”
Filistin Asıllı Öğretim Üyesinin Tarihi İtirafı:
‘Prof. Erbakan, Hamas’ın kuruluşunda öncülük yaptı!’
Kudüs Tarihçisi Dr. Usame Al-Aşqar’ın, “Milli Görüş lideri merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan, 1987 yılında Hamas’ın kuruluşunda öncü rol oynamıştır. Bu gerçek, artık açığa çıkmalıdır!” itirafı, hayranlık ve şaşkınlığa yol açmıştı.
İsrail’in Filistin saldırıları ahlâksızca ve acımasızca devam ediyordu. 3 ayı aşkın bir süredir saldırılarını, insanlık dışı tahribatlarını bırakmayan İsrail, İslam ülkelerinin sessizliğini fırsat biliyordu. Filistin halkı ise, ümmet coğrafyasının lider ülkesi Türkiye’den daha fazla destek bekliyordu. Merhaba Gazetesi’ne konuşan Kudüs Tarihçisi Dr. Usame Al-Aşqar, Milli Görüş lideri merhum Başbakan Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın Filistin için verdiği maddi ve manevi mücadeleyi kimsenin yeterince bilmediğini hatırlatıp, “Türk halkı artık bu gerçekleri bilmeli” diye uyarmıştı.
Erbakan’ın Filistin İçin Projeleri Çok Büyüktü ve Anlamlıydı!
Kudüs Tarihçisi Dr. Usame Al-Aşqar: “Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın, Filistin meseleleriyle ilgili yaptığı çalışmaları ne Filistinliler ne de Arap halkı yeterince biliyor! Hatta Erbakan Hoca’yı sevenler bile Merhumun Filistin için verdiği mücadeleyi yeterince bilmiyor! Erbakan, Filistin meselesine çok kafa yordu. Ben de merhum Erbakan’la Filistin konusunda çalıştım. Maalesef insanlar bu konuda Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın hassasiyetini yeterince bilmiyor. 80’li-90’lı yıllarda Erbakan’ın Filistin için çok büyük projeleri oldu. Filistinli üniversite öğrencilerinin eğitimi konusunda çok hassastı. Merhum Erbakan, çok büyük meblağda maddi olarak da Filistin’e destekte bulundu. 1988 yılında da Filistin’deki çabası ve mücadelesi çok büyüktü. Erbakan’ın Filistin için yaptıklarını bugüne kadar kimse de yazmadı” diyerek gizlenen tarihi gerçeklere tercümanlık yapmıştı.
Artık Türk Halkının Bu Gerçekleri Bilmesi Lazımdı!
“Şimdi yine pek çok kimsenin bilmediği bir konudan bahsedeceğim” diyen Al-Aşqar: “Erbakan 1987 yılında Hamas’ın kurulmasında büyük rol oynadı. Türkiye’deki kardeşlerimiz bu meselenin ayrıntısını da pek bilmiyor. Türkiye halkının artık bunu açık bir şekilde bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Erbakan’ın, Hamas’ın kuruluşunda oynadığı öncü rolünün, Filistin için yaptıklarının Türk kardeşlerimizce anlaşılması ve takdirle anılması lazımdır!” ifadelerini kullanmıştı.
Erbakan, İslam Birliği’nin Önemini Vurgulayıp Tarihi Projeler Hazırlamıştı!
“Çoğu zaman, Hasan Turabi ile birlikte Merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ı ağırladıklarını” ifade eden İslam Tarihi Uzmanı ve Kudüs Tarihçisi Dr. Usame Al-Aşqar, Erbakan’ın Filistin’de sürekli gençlerin öneminden bahsettiğini aktarmıştı. Erbakan’ın her projenin başında öncelikli odağının yine gençler olduğunun altını çizen Al-Aşqar, şunları aktardı: “Erbakan Hoca, gençliğe çok önem veriyordu. İslam âleminin çıkışının, yükselişinin gençler aracılığıyla olacağını çok iyi biliyordu. Özellikle de üniversite gençliğinin önemine vurgu yapıyordu. Dünya çapında İslami Kadınlar Birliği’nin oluşmasına çok önem veriyordu. Kadınlarla ilgili bir cemiyet, ‘İslami bir grup kurulmazsa, ümmet; âdetlerinden, kültürlerinden, örf ve geleneklerinden ayrılır’ diyordu. Batı’ya ve dayatmalarına karşı dik duruşun en büyük yolunun İslami Şuurlu Kadınlar Birliği’nden geçtiğini vurguluyordu. Erbakan’da sıkça rastladığım ve hayran kaldığım bir husus da: İslami birlikleri çok ziyaret edip, faaliyetleri hakkında bilgi alıyordu, muhterem Hocamız İslam Birliği’ne çok önem veriyordu. Arap Âleminde ve diğer ülkelerde bulunan Müslüman dernek ve vakıfları bu kutlu birliğe davet ediyordu. Birlikte rahmet ve nusret; ayrılıkta zahmet ve zillet olduğunu söylüyordu. Öğrencilerin de bu dernekler ve vakıflarda toplanmasını, ortak çalışmasını arzu ediyordu.”[1]
Mustafa Kemal’in Filistin Duyarlılığı!
Bugün, Ortadoğu İslam coğrafyasında bir çıbanbaşı olarak sürekli fesat çıkaran İsrail’le “NORMALLEŞME(!)” (yani; devlet kılıflı bu terör şebekesinin işgal ve zulümlerine karşı net ve muhalefet tavrımızı yumuşatıverme, sözde halkımızı avutmaya yönelik bazı kof çıkışlar yapılsa bile, özde İsrail’in Siyonist hedeflerine uygun hareket etme) anlaşmasını imzaladıkları… Ve bu hıyanet pazarlığından vazgeçmeye asla yanaşmadıkları halde, dindar kahraman rolü oynayan ve yandaşlarınca her fırsatta Atatürk’e sataşmayı kendi riyakârlık ve münafıklıklarına kılıf yapan İslamcı (din istismarcısı) kesimlerin ve kişilerin, Mustafa Kemal’in Filistin duyarlılığından ibret almaları ve utanmaları lazımdı.
Kaldı ki Atatürk: “Filistin bölgesinde ve Hz. Peygamberimizin kutsal emanetinde, bir Yahudi Devleti kurulmasına asla razı olmayacakları ve İslam Dünyası olarak Haçlı Batılıların karşısında duracakları” yolundaki cesaretli ve dirayetli çıkışlarının kendisine neye mal olacağının farkında olarak ve hayatını tehlikeye atarak bu tarihi kararını açıklamıştı. Üstelik, Atatürk bu uyarılarını TBMM’de yapmış ve dönemin yarı resmi devlet yayın organı sayılan ve daha sonra “ULUS” adını alan Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi’nde yayımlatmıştı.[2] Zaten bunun hemen ardından, tıp dünyasında yasaklanmasına rağmen “saligran” haplarının dozunu arttırarak ilaç diye kendisine yutturan doktorlar yüzünden hastalığı azdırılmış, sonunda Atatürk de bunun farkına varmış ve “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz!” demeye mecbur kalmıştı. (Not: Atatürk’ün vefatından sonra, Filistin’le ilgili böyle bir konuşma yapmadığı yolunda uydurma belgeler hazırlanmıştı.)
Atatürk’ün: (Filistin’i kastederek) ‘Bu topraklar için kanımızı dökmeye daima hazırız’ uyarısı ve şimdi Atatürkçü geçinen bazılarının ayarsızlığı!
Mustafa Kemal, sözlerinin ilerleyen bölümlerinde Filistin’le ilgili daha sonra şu tarihi ifadeleri kullanmıştı: “Arapların arasında mevcut olan karışıklığı ve hoşnutsuzluğu kimse bizim kadar bilemez. Biz doğrusu, maalesef birkaç sene Araplardan uzak kaldık. Fakat şimdi kendimize kâfi derecede güvenip kudretimizi bildiğimiz için, İslamiyet’in mukaddes yerlerinin Musevilerin ve Hristiyanların nüfuzunun altına girmesine mâni olacağız. Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki, buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz. Biz şimdiye kadar; “dinsiz ve İslamiyet’e lâkayt” olmakla ittiham edildik. Fakat bu ittihamlara rağmen, Peygamber’in son arzusu istikametinde; yani, mukaddes toprakların daima İslam hâkimiyetinde kalmasını temin için, hemen bugün kanımızı dökmeye hazırız. Cedlerimizin, Selâhaddin’in idaresi altında, uğrunda Hristiyanlarla mücadele ettikleri toprakların; yabancı hâkimiyet ve nüfuzunun tahtında bulunmasına müsaade etmeyeceğimizi beyan edecek kadar bugün, Allah’ın inayeti ile kuvvetliyiz. Avrupa’nın bu mukaddes yerleri işgal ve temellük etmek için yapacağı ilk adımda, bütün İslam âleminin ayaklanıp icraata geçeceğine şüphemiz yoktur!” sözleriyle, gerekirse İsrail kurulmasın diye İslam dünyasını harekete geçirebileceğinin de işaretlerini vermiştir.
Mustafa Kemal’in, dönemin Kudüs Müftüsü’ne büyük destek sağlaması
Mustafa Kemal Paşa, Çanakkale Savaşı’na katılan ve Teşkilat-ı Mahsusa’da görev alan ve Yaser Arafat öncesi ilk Filistin lideri ve Kudüs Müftüsü Hacı Emin el-Hüseyni’yi de hep desteklemiştir. Atatürk’ün ölümünden sonradır ki İngilizler, el-Hüseyni’ye verdikleri sözlerden ve bağımsız Filistin projesinden vazgeçmişlerdir. Bunu, Filistin’de bir terör şebekesi olarak, Siyonist İsrail devletinin kurulması yolunda birbiri ardınca adımlar atılması izlemiştir. İngilizlerin, Filistin’in paylaşımında bir dönem Araplara karşı çok tavizkâr davranmasında, Atatürk’ün Filistin’e sahipliğinin ve Kudüs Müftüsü el-Hüseyni’ye verdiği tam desteğin büyük etkisi bulunduğu artık belirlenmiş ve belgelenmiştir.
Mustafa Kemal, Filistin’in emperyalistlerin eline geçmemesi ve Hz. Peygamberin aziz hatırasının çiğnenmemesi için gerekirse savaşmayı ve kan akıtmayı göze alırken… Atatürk’e “dinsiz-deccal” diyen Fetullah Gülen gibi sahte mesihler ve bu hainleri yıllarca besleyip büyüten AKP gibi gafil hükümetler; değil sadece Filistin, Türkiye’mizi bile Siyonist İsrail’in bir eyaleti yapma planının fikri parçası olan Dinler Arası Diyalog tuzağına, taşeronluk yapmaktan sakınmamışlardır.
Bugün sağcı-solcu geçinen bazı tıynetsiz tipler, kendi yalanlarını ve iftiralarını Atatürk üzerinden meşrulaştırmaya, İslam düşmanlıklarını ise Arap karşıtlığı üzerinden yutturmaya çalışmaktalardı… Bunların bütün yazılarını açıp bakın; Türk Milletine ve tarihimize düşmanca tavırları defalarca kanıtlanan ve her fırsatta hâlâ Türkiye’ye kin kusan… PKK ve FETÖ’yü koruyup saklayan şu Yunanlılara, şu Fransızlara, şu Almanlara yönelik bir hınçlarına ve hücumlarına rastlayamazsınız!.. Ama konu İslam ve Araplar olunca böylesine hırçınlaşırlardı!? Yine bunların mağdur ve mazlum Filistin halkına, 75 yıldır uğradıkları zulüm, sürgün, hatta sistemli soykırımları yapan Siyonist İsrail’e karşı, ciddi ve cesaretli bir tavırlarına da şahit olunmamıştı!..
Oysa evet, Filistin ve Kudüs katliamları ve Mescid-i Aksa saldırıları Müslümanlar için bir kutsal davadır, ama daha da ötesi bu mesele bir insanlık sorunu ve sorumluluğu kapsamındadır! Sahipsiz ve çaresiz Gazze’deki bir hastaneyi bombalayıp; çocuk, kadın, yaralı, hasta 500 masum ve sivil insanı ve sağlık çalışanını katleden, 9 ay sonra öldürülen Filistinli sayısı 100 bine yükselen Siyonist İsrail’i iz’an ve vicdan ehli Yahudiler bile lanetleyip kınarken, üstelik Türk ve Müslüman ismi taşıyan bu hastalıklı kafalar, ruhlarını şeytana kiralamış sapkınlardır. Bazen düşünüyorum; acaba bu ruhsuz ve soysuz tavırların sahipleri AKP tarafından özel mi kiralanmışlardı? Ki her yazıları, yorumları ve yaklaşımları, Müslüman halkımızı biraz daha üzüp, ürkütüp; aslında bu iktidardan usanmalarına ve kurtulmaya çalışmalarına rağmen, yine tekrar AKP’nin tuzağına atmaktaydı!.. Bu kasıtlı ve önyargılı yaklaşımların sahiplerinin sadece ayarları değil, yoksa damarları da mı karışıktı?
Şimdi, Atatürkçü veya Kemalist geçinenlerden… Ve yine bazı ırkçı Türkçülerden; hem insanlık onuruna hem İslami sorumluluğa asla sığmayan bir tavırla: “Bize ne Filistinlilerden, HAMAS’lı teröristlerden… Onlar Türk bile değiller… Araplar düşünsünler!..” şeklinde zırvalayanlara, sürekli istismar edip gölgesine sığındıkları Atatürk’ün o duyarlı ve tutarlı tavrını ısrarla hatırlatmamız lazımdır…
Aziz Erbakan Hocamızın Veciz Yorumları:
Rahmetli Erbakan Hocamız; “Niye Siyonist Yahudiler hâkim, bizler mahkûmuz? Niye emperyalist Haçlı kesimler mağrur, bizler mağduruz?” diye soruyor ve yine kendileri şöyle yanıtlıyorlardı:
“Çünkü: 1- Onların (Bâtıla) inançları bizden sağlamdı. 2- Onların (Bâtıl uğrundaki) cihadları bizden fazlaydı…”
Evet Siyonist ve emperyalist Batı’nın, inançları bâtıl, davranışları barbarlıktı. Ama bu bâtıl ideallerine imanları, bağlılıkları ve bu yöndeki fedakârlık ve çabaları, bizim Kur’an ayetlerine, Resulullah’ın vaatlerine ve Rabbimizin kudretine imanımızdan ve cihadımızdan fazla olunca, İlahi adalet ve imtihan gereği, onların hâkim ve mağrur, bizlerin ise mahkûm ve mağdur olmamız kaçınılmazdı… Çünkü ihlas ve gayret, Bâtılda bile yararlıydı ve başarının anahtarıydı.
İbretle bakınız ve hatırlayınız!
Kudüs’ü kurtarma şerefine ulaşmak ve güya cennete kavuşmak amacıyla, perde arkasında Siyonist ve masonik odakların kurgulaması ve Papa’nın kışkırtmasıyla, Avrupa’daki onlarca Devlet, yüzlerce Derebeylik farklı dil ve mezhepten yüz binlerce kişilik HAÇLI ORDULARI’nı oluşturmuşlardı. 1 Ağustos 1096’da yola çıkan 1. Haçlı Ordusu’nun yaklaşık 500 bin kişi olduğu kayıtlıydı. Ama yaklaşık 10 yıl sonra Kudüs’e vardıklarında, sadece 50 bin kişi kalmışlardı. Ve kutlu Kudüs’e girip yerli Yahudi ve Hristiyanlar da dahil 70 bin Müslümanı katletmekten sakınmamışlardı. Anadolu Selçuklu Sultanı 1. Kılıç Arslan bunların yarısına yakınını ortadan kaldırmıştı. Geri kalanların yarısı da Suriye’deki Müslümanlar eliyle kırılmıştı. Ancak bâtıl hedeflerle ve barbar yöntemlerle giriştikleri bu savaşlarda, birliklerinin %90’ını kaybetmelerine rağmen, şeytani amaçlarından caymamış ve sonunda Kudüs’ü almayı başarmışlardı…
İşte bugün, aynen HAMAS gibi, “Malımızın, imkânlarımızın ve canlarımızın %90’ını kaybetsek bile kutlu Filistin’i, emperyalist destekli Siyonist çetelerden kurtaracağız!” kararlılığına ve kahramanlığına sahip mü’minlere ihtiyacımız vardı!..
“Hamas aceleci davrandı, bütün Filistin’i tehlikeye attı. Önce güç ve imkân kazanmaları lazımdı!” diyen, yani işbirlikçiliklerine “işbilirlik” kılıfı geçiren zavallı zırvacılara da bir hatırlatmamız olacaktı:
Hz. Hüseyin Efendimiz; “Irak’a gitme… Bunlar babanı da, ağabeyini de yarı yolda bırakmışlardır… Sana da vefasızlık yaparlar” diye uyaranları:
“Ben bu zulme ve hıyanete razı olursam, teklif edilen mal, makam ve rahatım uğruna bu haksızlıklara ve ahlâksızlıklara göz yumarsam, belki fani dünyamı yaparım, ama ebedi ahiretimi yıkarım!..” diye uyarmıştı.
Evet Hz. Hüseyin (RA):
“Ben Devlet Başkanı olmazsam Din biter!” demiyordu.
“Yezit Devlet Başkanı olursa Din biter!” de demiyordu.
Yaa; “Benim gibi manevi mirası bakımından ağır bir sorumluluk taşıyan birisi, Yezit gibi birisine boyun eğerse, Ceddim (Hz. Muhammed’in) Dini biter!” diyordu. Ve ahiretini dünya menfaatine, imani ve vicdani haysiyetini servet ve devlet beklentisine tercih edilmesi gerektiğini öğretiyordu! Ve bugün İslam ümmetinin ve insanlık âleminin Kerbela’sı Gazze oluyordu!..
Ama çok şükür ki, Sâffât Suresi 171-177 ayetleri, zalimlerin hezimetinin; mücahit mü’minlerin ise zafer ve galibiyetinin pek yakın olduğunu müjdeliyordu:
“Andolsun, (peygamber ve Hakka rehber olarak) gönderilen kullarımıza (şu) sözümüz geçmiştir (tarafımızdan şu garantiyi vermişizdir):
Elbette onlar; mutlaka kendilerine yardım edilecek (nusret verilecek ve zafere eriştirilecekler)dir.
Ve hiç şüphesiz; Bizim askerlerimiz (ve desteklediklerimiz) elbette galip gelecek (zalimlerin ve kâfirlerin düzenlerini devirecek)lerdir.
Öyleyse Sen, (ey Nebim!) bir süreye kadar onlardan yüz çevir.
Ve onları seyret ki; (zalimlerin hezimetini ve acı akıbetini, mücahit mü’minlerin ise galibiyet ve hâkimiyetini) yakında göreceklerdir.
Şimdi onlar, Bizim azabımızı (ve intikamımızı) acele mi istemektedirler?
Oysa (azap) onların sahasına (iktidar ve saltanatlarına ansızın) indiği zaman, uyarılıp-korkutulanların (ama çağrımıza uymayanların) sabahı ne kötü (ve ne fecidir).” (Sâffât Suresi: 171-177)
[1] https://www.merhabahaber.com/prof-erbakan-hamasin-kurulusunda-oncuydu-1881891h.htm
[2] İçişleri Bakanı Şükrü Kaya tarafından 20 Ağustos 1937’de Başbakanlığa gönderilen ve Devlet Arşivlerinde muhafaza edilen, 27 Temmuz 1937 Bombay Chronicle gazetesinin bir nüshası. Not: O gazete bu haberi Hâkimiyeti Milliye Gazetesi, henüz “Ulus” adını almadanki nüshalarından almıştır.
bugün İslam ümmetinin ve insanlık âleminin Kerbela’sı Gazze oluyordu!..
Ama çok şükür ki, Sâffât Suresi 171-177 ayetleri, zalimlerin hezimetinin; mücahit mü’minlerin ise zafer ve galibiyetinin pek yakın olduğunu müjdeliyordu:
İnşallah zafer yakındır ve Zafer inananlarındır
Ölümü öldürenlere, selam olsun!
İslam’ın izzet ve şerefini savunanlar, hocamızın buyurdukları;
“Aslında bütün mesele ŞEREFLİ bir ölüm içindir!”
Gerçeğini düstur edinenlerdir!
Hocamızın kuruluşunda öncülük ettiği Hamas;
Bütün imkansızlıklara rağmen, büyük bir inanç, cesaret, azim, kararlılık ve imanla Siyon-Haçlı Birliğine diz çöktürüyorlar..
Atatürk’ün kurduğu, Osmanlı’nın mirascısı olan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin;
Şahsi ikbal ve ihtiraslarını düşünenlerden kurtulması an meselesidir.
Erbakan Hocamızın hazırladığı;
ŞEREFLİ bir ölüm için yaşayan sadıklar iş başına geldiğinde, sadece Filistin değil bütün dünya özgür olacaktır İnşAllah!
Allah nurunu tamamlayacak!..
Coğrafyamızın hele hele Gazzemizin ateş çemberine alındığı zorlu bir süreçte…
Ülkemizde Yeni ve Milli Anayasa çalışmalarının konuşulup, Milli Mutabakat ihtiyacının ise kaçınılmaz bir hal aldığı bu zaman diliminde, Milli Devlet Aklına, ve Devlete yön verme iradesine sahip olanların dikkatlerine,tam 29 yıl önce TBMM nin açılış yıldönümünde Prof Necmettin Erbakan hocamızın yapmış olduğu konuşma metnini aynen sunmak istiyorum.
Bugün, 23 Nisan 1995; üç bayramı bir arada kutluyoruz:
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 23 Nisan 1920’deki açılışının 75 inci yıldönümü bayramını kutluyoruz, Millî Hâkimiyet, yani Ulusal Egemenlik Bayramımızı kutluyoruz, Çocuk Bayramını kutluyoruz; bayramlarımız kutlu olsun.
Bu bayramlarımızın ve bu kutlamaların çok büyük önemi olduğuna inanıyorum; çünkü, bu vesileyle bir kere daha temel hedeflerimizi ve temel esaslarımızı hatırlamak, gözden geçirmek ve şuurlanmak fırsatını buluyoruz.
Tam 75 yıl evvel, bu Meclis niçin ve nasıl kuruldu, açıldı; 20 nci Asra girerken. Batı toplumu içindeki etkin mihraklar, bu toplumların yönetimlerini yönlendirerek, tıpkı bugün “yeni dünya düzeni” adı altında yapmak istedikleri gibi,.bütün insanlığı kendilerine tabi bir topluluk haline getirmek ve onları kolayca sömürebilmek için, yeryüzünde hakkı ve adaleti savunan Osmanlı Devletini parçalamayı ye ülkemiz insanlarını köle yapmayı hedef almışlardı. Bu maksada ulaşabilmek için, içimizden ve dışımızdan, çeşitli yollara başvurdular. Trablus, Balkan ve Cihan Harplerini yapmaya mecbur kaldık. Takriben on yıl süren harplerden sonra önümüze Sevr Antlaşmasını koydular; işte, o zaman, milletimiz “Ya istiklal, ya ölüm” dedi ve 1918’den sonra be yıl süren İstiklal Savaşımızı yaptık. İstiklal Savaşımızın yürütülmesi ve başarıya ulaştırılması, 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisiyle, yani bu Meclisle mümkün olmuştur. Bunun için, 23 Nisan çok önemli bir gündür.
Bu Meclisin niçin ve nasıl kurulduğunu bugün hatırlamakta ve bundan büyük dersler almakta yarar vardır. Bunun için en iyi yol, bu Meclisi açan ve toplantıya çağıran Mustafa Kemal Atatürk’ün, Meclisi toplantıya çağırmak için bütün Anadolu’ya göndermiş olduğu çağrı metnine bakmakta büyük yarar vardır. Bu metinde aynen şu cümleler yer almıştır: “Vatanın istiklali, yüce saltanat ve hilafet makamının kurtarılması gibi en gerekli görevleri yerine getirecek olan Büyük Millet Meclisinin açılış gününü cumaya tesadüf ettirmekle, bu kutsal günün hayırlılığından faydalanma ve tüm sayın milletvekilleriyle Hacı Bayram Veli’de, arınmış camide, cuma namazı kılınırken, nurlu Kur’an ve salata sığınılacaktır. Namazdan sonra lihye-i saadet ve sancak-ı şerif alınarak Meclis binasına gidilecektir. Meclise girmeden önce dua okunacak, kurban kesilecektir. Bu törende, camiden başlanarak, toplantı yerine gelinceye kadar, kolordu kumandanlığınca, askerî birliklerle özel hazırlık yapılacaktır.”
İşte, bu Meclis, 23 Nisan 1920’de bu şekilde açılmıştır. Görüldüğü gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi, 75 yıl önce, şu gayeler için kurulmuştur:
1.Ülkenin bağımsızlığını temin etmek,
2.Bizi parçalayıp köle yapmak ve sömürmek isteyen güçleri vatanımızdan kovmak,
3.Ülkemizde hak ve adalete dayanan, adil bir yönetim ve düzen kurmak.
Hepimizin bildiği gibi, bu maksat için toplanan ve kurulan Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi, aynı zamanda, ideal bir meclis olarak çalışmıştır. Bu bakımdan, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisinin şu hususiyetlerini her zaman göz önünde bulundurmalıyız, bunları daima gaye edinmeliyiz:
1-Milletin kendine, tarihine ve inancına bağlılık.
2-Millî iradeyi aynen temsil, ona saygı ve bağlılık.
3-Çoğulcu demokrasi, millet mozaiği.
4-Fikir ve inanç hürriyeti.
Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu hususiyetleriyle, her türlü güçlüğe ve imkânsızlığa rağmen, vatanı yabancıların işgalinden kurtarmı ve bağımsız bir devletin kurulmasını gerçekleştirmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 23 Nisan 1920 günü kuruluşundan bugüne kadar, tam 75 yıl; yani, üç çeyrek asır geçti. Böyle bir süreden sonra, bugün ne görüyoruz: 75 yıl evvel, bizi parçalayarak yutmak, köle yapmak ve sömürmek isteyen Batı toplumundaki mihraklar, bu gayelerinden vazgeçmiş değillerdir. Aynı gayelerini tahakkuk ettirebilmek için, sürekli olarak, Batı ülkelerinin yönetimlerini etkilemek için, bütün güçleriyle çalışmaktadırlar. Ülkesini seven insanlar olarak, herşeyden evvel, bunu görmeye ve buna karşı uyanık olmaya mecburuz. O gün, silahla yapmak istediklerini bugün, hem silahla hem de değişik yöntemlerle gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar. Kıbrıs’ta, Bosna’da, Azerbaycan’da, Çeçenistan’da gördüğümüz budur, Türkiye’deki yönetimlerin kendilerinden borç para istemek için gittiği zaman,takındıkları tavırdan gördüğümüz budur.Gerçekte ekonomik bir konunun siyasî maksatlara alet edilmemesi gerekir. Halbuki, görüldüğü gibi, tam tersine, borç para isteyenlerden, millî menfaatlarımızı çiğnemeleri talep edilmektedir.
Aynı şekilde “sizinle iyi ve yakın ilişkilerde olmak istiyoruz” dendiği zaman ” öyleyse, ülkenizi parçalamak için adımlar atacaksınız; öyleyse, sizin kanunlarınızı bizim istediğimiz gibi düzenleyeceksiniz” dediklerini görüyoruz. Gerçek şudur: Onlar, hiç değişmemişlerdir; ancak, ne yazık ki, bizim yöneticilerimiz, maalesef, bu Meclisin kurulduğu günden bugüne kadar çok değiştiler.
75 yıl evvel, ülkemizin ve halkımızın millî menfaatlerini korumak için herşey, Türkiye Büyük Millet Meclisinde konuşuluyordu. Orada, en geniş fikir ve inanç hürriyetleri tartışılıyor; milletin arzusuna uygun kararlar alınıyor ve sadakatle bu kararlar uygulanıyordu. Başarıya böyle ulaşılır.
Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisini takip eden ilk 25 yıllık dönemde, hep, gerçek bağımsızlık, en büyük dikkatle gözetildi. Kendi gücümüzle kalkınma ve sanayileşme hedeflerine büyük önem verildi. Bu ilk devrede ülkenin yönetiminde böylece, Millî Görüş hâkimdi. İkinci Cihan Harbinden sonra Türkiye, çok partili hayata geçti. O günden bugüne kadar, elli yıl esnasında, yava yavaş, bu temel esaslardan uzaklaşılmaya başlandı.
Bugün, öyle bir noktaya gelindi ki, artık ülkenin en önemli meselelerinde dahi, Türkiye Büyük Millet Meclisi, hatta Bakanlar Kurulu devre dışı bırakılıyor. Ülkenin en önemli ekonomik kararları uygulamaya konuyor; bu kararlar daha önce Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmemiş ve ana politikayı Türkiye Büyük Millet Meclisi tespit etmemiş. Ülkenin en hayatî, stratejik tesislerinin kapatılacağına karar alındığı ilan ediliyor; bu kadar önemli konular, Türkiye Büyük Millet Meclisinde konuşulmamış, ana politika Türkiye Büyük Millet Meclisinde tespit edilmemiş.
Türkiye’nin bütün mevzuatının, yabancı ülkelerin mevzuatına uydurulacağı hakkında kararlar alınıyor. “İçinde bizim bulunmadığımız karar organlarının, bundan sonra alacağı kararlara da uyacağız” diye yabancılara söz veriliyor, imzalar atılıyor; Anayasaya/bağımsızlığa tamamen aykırı bu davranışlar bile, Türkiye Büyük Millet Meclisinde müzakere edilmiyor.
Bosna’da, Azerbaycan’da, Çeçenistan’da, Kıbrıs’ta, millî menfaatlerimiz açısından en büyük olaylar cereyan ediyor; bu olaylar karşısında ne yapılacağının ana politikaları, Mecliste müzakere edilmiyor.
Hatta, bugün artık, Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edilen kanun tasarılarında gerekçe olarak “Avrupa Topluluğu direktifine uygun olarak, bu madde böyle tanzim olunmuştur” denilebiliyor. Yönetimin, Meclise sormadan altına imza attığı “Gümrük Birliği” adı altındaki anlaşmalarda, aşağıdaki madde yer alabiliyor.
Topluluk, bu çerçevenin benimsenmesi, iptali veya değiştirmesiyle ilgili işlemleri Türkiye’ye bildirecek, bu bilgilerin verilmesinden itibaren, Türkiye, bir yıl içinde, yasalarını bunlara uygun hale getirecektir. Topluluk, Türkiye’nin çıkarlarını etkileyebilecek her kararını en kısa zamanda Türkiye’ye bildirecek, Türkiye, kararla ilgili bilgi talep edebilecektir.Türkiye, yeni mevzuat oluşturmak için, Avrupa Komisyonunun ilgili birimlerinin önerilen mevzuata ilişkin görüşlerini, gayri resmî olarak almaya gayret edecektir.
Heyhat!.. Böyle bir bayram gününde, bu noktaların üzerinde durmamızın sebebi, şu gerçeği ortaya koymak içindir: İşte, ülkemizin, gerek ekonomik bakımdan gerek ülke huzuru bakımından ve gerekse dış politika bakımından bugün karşılaştığı güçlüklerin temelinde yatan başlıca sebep budur. Onun için, bugün gelinen noktada, her zamandan daha fazla Birinci Türkiye Büyük Meclisini örnek almaya ve ondan ders almaya ihtiyacımız bulunmaktadır.
Bir yandan, ülkemizi yönetenler yavaş yavaş Birinci Türkiye Millet Meclisi modelinden uzaklaşırken, yetmişbeş yıllık sürecin son yirmibeş yılında, halkımızın yeniden Millî Görüşe dönüşü, Türkiye’nin tam bağımsızlığını koruma, Türkiye’yi lider ülke yapma, manen ve maddeten kalkınmış yeniden büyük Türkiye yapma şuuru hızla gelişmiş ve Türkiye’yi yeniden Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi modeline uygun hale getirme, kesin kararlılık haline gelmiştir. İşte, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 75inci yıldönümünde yaşadığımız sevinilecek en büyük olay ve gelişme budur.
Bu yüzden, millî hâkimiyet esası üzerinde bir lahza durmakta fayda var; çünkü, bugün, aynı
zamanda, millî hâkimiyet bayramını kutluyoruz. Millî hâkimiyet eşittir tam bağımsızlık; artı, demokrasi; artı, millî görüş demektir.
Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu ilkeye sarsılmaz bir samimiyet ve sadakatle bağlıydı. Tek gayesi, halkın arzusuna uygun icraatı gerçekleştirmekti. Bu zihniyetle İstiklal Savaşımız yapıldı, sömürülen bütün ülkelere öncülük edildi ve son yüzyılın önemli ve büyük bir şerefine nail olundu; ancak, ne yazık ki, son dönemlerde, ülke yönetiminde, milletin arzusu ve ihtiyacı esas alınacağına, dış güçlerin arzularının yön verici hale geldiği görülüyor. Çalışan insanlarımızın kaç yaşında emekli olacaklarını bile, biz değil, onlar belirlemeye çalışıyorlar.
Bugün, hatta bazı partiler, milletin karşısına çıkıp “bugün millî hâkimiyet kavramı değişmiştir” gibi, aldatıcı sözlerin arkasına sığınıp, hâkimiyetin Avrupa Birliğine devredilmesini savunacak hale gelmişlerdir. İşte, bizim inancımıza göre, 23 Nisanı kutlarken, ibret almamız lazım gelen en önemli gerçekler bunlardır. Ne IMF ne de Avrupa Birliğinden yana olan zihniyetlerin, bu bayramla bağdaşması mümkün değildir.
Bu açıklamalardan sonra diyoruz ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi, hangi inanç ve ruhla, 23 Nisan 1920’de ilk toplantısını yapıp, nasıl çalışmaya başladıysa, geliniz bugün de, aynı Türkiye Büyük Millet Meclisi vasıtasıyla, hep beraber, millî birlik ve beraberlik içinde, kültür emperyalizminden, ekonomik sömürü düzeninden elbirliği ile kurtulalım.
Bu inanç ve temennilerle, aziz milletimize, siyasî, kültürel ve ekonomik gerçek bağımsızlığa kavuşmuş 23 Nisanlar diliyorum. Millî Hâkimiyet ve Çocuk Bayramının bir arada kutlanmasının sebebi, çocuklarımızın, millî hâkimiyet, yani, tam bağımsızlık, demokrasi ve millî görüş esaslarına bağlı olarak yetişmeleri içindir. Bugünkü Çocuk Bayramı, bütün çocuklarımıza kutlu olsun. Yavrularımızın, hakkı üstün tutan ve bütün insanlığın saadeti için çalışan, Adil bir düzen şuuruna sahip, yeni nesiller olarak yetişmesi temennisiyle ve yeryüzündeki uluslararasında çocuklar için bayram günü olan ilk ülke olmanın memnuniyetiyle, Yüce Meclisin kıymetli üyelerini, saygıdeğer misafirleri ve aziz milletimizin bütün evlatlarını hürmetle selamlar; aziz milletimize, bütün İslam âlemine ve bütün insanlığa saadetler dilerim.
(Prof Dr Necmettin Erbakan)
Gazzenin bize neleri hatırlattığını çok güzel anlatmışsınız. Başarının anahtarı ihlas ve gayret olduğunu , cihad görevinde nasıl titizlik ve ciddiyet göstermek gerektiğini de zihnimizde ve gönlümüzde yer ettirdiniz. Allah razı olsun. “imani mes’uliyet ve insani mecburiyetle, artık bizlerin de, dualarımızla, duyarlılıklarımızla, dayanışma duygularımızla, yetkilileri uyaracak mitingler ve sosyal medya etkinli davranışlarımızla ve her türlü yardımlaşma imkânlarımızla imanımızı ve insanlığımızı ispatlama zamanıdır!..”
İslam kadınları birliği fikri gerçek manada dünyada Müslüm gayrimüslim tüm kadınların onurlu yaşaması için son derece önemli ve isabetli bir projedir tüm dünya kadınlarının ve başta İslam kadınlarının bu birliğe çok ihtiyacı vardır.
Kadını,Çocuğu ve Aileyi Koruma Yüksek Kurulu proğramını Prof Necmettin Erbakan hocamız tüm insanlığa deklare etmişti zaten..
Bu program dünyadaki ezilen milletler başta olmak üzere tüm insanlığı kuşatan bir proğramdır.. Ve insanlığı her alanda yozlaştırıp bozan bu örgütlü Siyonist sistemin tahribatlarına dur diyecek bir proğramdır.. Bunu etkin kılmanın yolu da şüphesiz devlet ve İslam alemi olarak iç bünyemizin ve dış politika rotamızın güçlendirilmesi gerekir..
Ve inşallah Milli Çözüm şuuruna dayanan bir sistem değişimi de pek yakında kaçınılmaz olacaktır..
Ses tabanlı dinledim.
Yararlandım.
Aydınlandım.
Teşekkürler ederim.
Her şeyin Bir Sahibi var!
Sabahtan önce uyanan ve gecenin karanlığında bile vicdanı uyumayan insan’a ne mutlu.
Gün gelir;
İnsancıl sol bir Dünya kurulur, emperyalizm ve sömürü son bulur, işte budur benim umudum.
Mazlum mağdur mahsun Gazze halkıyla yüreğim.
Bülend Kırmacı
CHP üyesi
Gazze, insanlığın, büyük sınavı
Devran değişiyor,bir bak İbretle
Doğudan batıya,vicdan kıyamı
İnsansan safını,sabitlesene!..
Hamaslı kahraman, tarih yazıyor
İnsanlığın onu-runu koruyor
Arzı mevud plana,kılıç vuruyor
Azcık vicdanın varsa,sahiplensene!..
Sağcı-solcu-dinci,istismarcılar
Zulme karşı sağır,dilsiz şeytanlar
Tarafsız bile değil,karton kaplanlar
Siyona üs açar,karşı gelsene!..
Tekrar çıkar Musta-fa Kemaller
Erbakanca olur ,Milli Çözümler
Hak safta sıdk ile, hizmet görenler
Dû Cihan kazanır,bunu bilsene
İlahi ayırma,terketme nefse!..
Bir büyüğümüz duasında; “Filistinde, Gazze’de üstümüze düşenleri fert ve devlet olarak yapamadığımız için Allahın kahrına uğramaktan yine Allah’a sığınıyoruz.” buyurmuşlardı. Utancımızdan başka bişey diyemiyoruz maalesef..
Gazze imanın kuvvete üstün geldiği yerdir. Maddi güç genel olarak devamlı batılın olmuştu çünkü Allah adalet sahibi idi, eğer maddi güçleri denk olmuş olsa bu adalete sığmayacak, mümin kulların maddi gücü yanında birde iman gücü olunca otomatikman batıldan her türlü üstün olacaktı ve o sebeple Hakkın temsilcileri maddi olarak batıldan zayıf olacaklar ki aradaki farkı imanları ile kapatıp dengeli bir güç olunsundu.
Makalemizden en fazla dikkatimizi aşağıdaki bölümler çektiği içinde paylaşmak isterim.
“Hamas aceleci davrandı, bütün Filistin’i tehlikeye attı. Önce güç ve imkân kazanmaları lazımdı!” diyen, yani işbirlikçiliklerine “işbilirlik” kılıfı geçiren zavallı zırvacılara da bir hatırlatmamız olacaktı:
Hz. Hüseyin Efendimiz; “Irak’a gitme… Bunlar babanı da, ağabeyini de yarı yolda bırakmışlardır… Sana da vefasızlık yaparlar” diye uyaranları:
“Ben bu zulme ve hıyanete razı olursam, teklif edilen mal, makam ve rahatım uğruna bu haksızlıklara ve ahlâksızlıklara göz yumarsam, belki fani dünyamı yaparım, ama ebedi ahiretimi yıkarım!..” diye uyarmıştı.
Evet Hz. Hüseyin (RA):
“Ben Devlet Başkanı olmazsam Din biter!” demiyordu.
“Yezit Devlet Başkanı olursa Din biter!” de demiyordu.
Yaa; “Benim gibi manevi mirası bakımından ağır bir sorumluluk taşıyan birisi, Yezit gibi birisine boyun eğerse, Ceddim (Hz. Muhammed’in) Dini biter!” diyordu. Ve ahiretini dünya menfaatine, imani ve vicdani haysiyetini servet ve devlet beklentisine tercih edilmesi gerektiğini öğretiyordu! Ve bugün İslam ümmetinin ve insanlık âleminin Kerbela’sı Gazze oluyordu!..
GAZZE DÜŞERSE TÜRKİYE DÜŞER
Gazze inşallah siyonizmin sonunun başlangıcı olacak, Hamaslı kardeşlerimiz eliyle inşallah İsrail haritadan silinecek ve adil Düzen deverimini ilk ayağı gerçekleşmiş olacak inşallah.
Gazze de İsrailin sergilediği vahşet heeksin gerçek yüzlerinin ortaya çıkmasını da sağlamıştı. 7 ekimden bu yana israil her türlü vahşeti sergilerken, çocuk -kadın sivillerin üzerine bomba yağdırırken, camiileri yetmez hastahaneleri vuruken bizim ülkemizin dindar iktidar sahipleri İsraille ticaret yapmakta herhangi bir neyis görmemişlerdi. Her Türlü malları içeren 1000 in üzerinde gemiyle İsraile gerekli olan her şeyi göndermekte idiler. Milli Çözüm dergisi gönderilen malların listesini yayınlayan makalesinden sonra TÜİK yayınlıyordu bu bilgileri, Tüik sitesinden kaldırdılar. Ticaret yapmıyoruz YALAN dediler. hele bir yandaş yalaka gazete; İSRAİLLE TİCARET KOCA BİR YALAN manşeti yaptığı günün ertesi iktidar 54 kalemde sınırlamaya gitme kararını açıklamıştı. YANİ yandaş gazeteyi ele vermişti. Alman gazetecinin bir sorusu üzerine de “artık bunu bitiridik, yoğun bir şekilde yaptığımız ticarete bitirme kararı aldık” demişlerdi. Yani herşeyi kabul etmişlerdi. Ne yazık ki halkın gazını da BOYKOT diyerek almışlar, halkı boykot ederek uyutmuşlardı. Halk da ne yazık kı gözleri var görmezler, kulakları var duymaz modunda yaşamayı tercih etmişlerdi. Bitridk demelerine rağmen hala ticaret devam etmekte idilerdi.
Beklerdik ki iktidarımızdan Küreciği kapatsın, incirliği kapatsın, azerbaycan gazının ülkemiz üzerinden gitmesine izin vermesin vanaları kapatsın. Bekledik ki iktidarımızdan İLK GÜNDEN İTİBAREN İSRAİL GÜÇTEN ANLAR, İSRAİL YAPTIRIMDAN ANLAR DİYEREK İSRAİLİN ELİNİ KOLUNU KESECEK ADIMLAR ATSIN. İSTERDİK Kİ EĞER SALDIRILARA SON VERMEZSEN BİZ DE GEREĞİNİ YAPARIZ DESİN Dİ. AMA NERDE BÜTÜN BUNLARI YAPMAK İÇİN ERBAKAN OLMAK LAZIMDI. MEVCUT İKTİDAR NE YAZIK Kİ İSRAİLE DESTEK VERMEYİ UYGUN GÖRMÜŞTÜ. İSRAİL DE MEVCUT İKTİDARI ZATEN DÜŞMAN DOST DİYE TANIMLAMIŞTI…
GAZZEDEKİ kardeşlerimizin sahip oldukları iman bütün dünyanın islama yönelmesine sebep olmuştu. Pek çok avrupa ve amerika kıtasındakı ülkelerde ki insanların İslamın güzelliklerini görmeye ve yaşamaya başlamışlardı. Pek çok kimse müslüman olmayı tercih etmişlerdi. Bzim ülkemizde dindar iktidara bakanlar ateist veya deist olurken Gazzedeki insanların tavuırları, sözleri tüm dünyanın islama yönelmesine sebe olmaktaydı. RABBİM BİZLERE DE ONLARIN İMANLARINDAN NASİP EYLESİN.
GAZZEDEKİ KARDEŞLERİMİZ BİZİM ATATÜRK ÖNCÜLÜĞÜNDE YAPTIĞIMIZ KURTULUŞ SAVAŞAI MÜCADELESİNİ VERMEKTE İDİLER, VATANLARINI KURTARMANIN DERDİNDELER. LAKİN BU MESELE SADECE ONLARIN MESELESİ DEĞİL BİZİM DE MESLEMİZ. ÇÜNKÜ GAZZE DÜŞERSE TÜRKİYE DE DÜŞER. GAZZE DÜŞERSE İSRAİL BÜYÜK İSRAİLİ KURMAK İÇİN BİZEDE SALDIRACAK, ASIL HEDEF TÜRKİYE. BUNDAN DOLAYIDIR Kİ GAZZE DÜŞMEMELİ, VE BİZLERDE BU UĞURDA HERTÜRLÜ DESTEĞİ ONLARA VERİLMELİDİR. 20 ŞUBAT 1997 DE ERBAKAN YAPTIĞI GİBİ FİLİSTİNE ASKER GÖNDERMELİDİR. ERBAKAN HOCA İKTİDARDA İKEN İSRAİL FİLİSTİNE TEK BİR MERMİ DAHİ SIKAMAMIŞTI. AYNI HASSSİYETİ KARARLIĞI VE DİRAYETİ ÜLKEMİZ İDARECEİLERİ DE GÖSTERMELİDİR. BU DİRAAYETİ GÖSTERECEK DEVLET BAŞKANINI RABBİM BİR AN ÖNCE NASİP EYLESİN AMİ.
İSRAİLİN HARİTADAN SİLİNDİĞİ, AZİZ ERBAKAN HOCAMIZIN HAZIRLADIĞI TEKNOLOJİS HARİKASI SİLAHLARLA SÜPER GÜÇ ZANNEDİLEN ÜLKELERİN DİZE GETİRİLİP ADİL DÜZEN MEDENİYETİNİN BİR AN ÖNCE KURULMASINI NASİP EYLE ALLAHIM, BİZLERİ DE BU UĞURDA CANLA BAŞLA ÇALIŞAN MÜCAHİT MUTTAKİ KULLARDAN EYLE AMİN.
Ama çok şükür ki, Sâffât Suresi 171-177 ayetleri, zalimlerin hezimetinin; mücahit mü’minlerin ise zafer ve galibiyetinin pek yakın olduğunu müjdeliyordu: “Andolsun, (peygamber ve Hakka rehber olarak) gönderilen kullarımıza (şu) sözümüz geçmiştir (tarafımızdan şu garantiyi vermişizdir): Elbette onlar; mutlaka kendilerine yardım edilecek (nusret verilecek ve zafere eriştirilecekler)dir. Ve hiç şüphesiz; Bizim askerlerimiz (ve desteklediklerimiz) elbette galip gelecek (zalimlerin ve kâfirlerin düzenlerini devirecek)lerdir. Öyleyse Sen, (ey Nebim!) bir süreye kadar onlardan yüz çevir. Ve onları seyret ki; (zalimlerin hezimetini ve acı akıbetini, mücahit mü’minlerin ise galibiyet ve hâkimiyetini) yakında göreceklerdir. Şimdi onlar, Bizim azabımızı (ve intikamımızı) acele mi istemektedirler? Oysa (azap) onların sahasına (iktidar ve saltanatlarına ansızın) indiği zaman, uyarılıp-korkutulanların (ama çağrımıza uymayanların) sabahı ne kötü (ve ne fecidir).” (Sâffât Suresi: 171-177)
Gazze olayı ispatlamıştır ki; Aziz Erbakan Hocamızın kurduğu D8’leri aktifleştirmeden ve asıl İslam Birleşmiş Milletleri, İslam Ortak Pazarı, İslam Ortak Parası, İslam Ortak Ordusu ve İslam Kültür Paktı kurulmadan ve bu güçle batıyı karşımıza alıp oturtturmadan (ikinci Yalta) bu zulümler bitmeyecek. Tabii önce şunu söylemeliyiz; bu projelere sahip çıkacak, batının güdümüne girmeyecek cesaretli, bağımsız liderlerle bu işler yapılır.
Aslında Gazze’ye destek; kendimize yardımdır, kendimize acımaktır… Geleceğimize ve güvenliğimize sahip çıkmaktır!.. Gazze’ye yardım, aslında insanlık haysiyetimize, iman hassasiyetimize ve ahiretimize yatırım yapmaktır!..
Çünkü Gazze; tarihin hep kötüler ve zalimler tarafından değil, bu sefer iyiler ve mücahit mü’minler tarafından yazıldığının vesikasıdır!..
Gazze; Hamas’ın iman fedaileri sayesinde, “Nice az ve zayıf toplulukların, (hayat, iman ve cihaddır; gerisi teferruattır!..” şuuruyla), nice güçlü kalabalıklara, Allah’ın izniyle galebe çaldığının” (Bakara: 249) belki de tarihteki en açık ve en canlı tezahür ve tecellisi olmaktadır.
Gazze; başta Türkiye’mizin ve bölgedeki tüm İslam ülkelerinin savunmasının Filistin’den başladığını… Çünkü Siyonist Yahudilere göre Arz-ı Mev’ud’un (güya onlara va’dedilen toprakların) en önemli kısmı Türkiye’mizin doğusunu ve güneydoğusunu kapsamaktadır. Bu nedenle Gazze, eğer HAMAS düşerse Siyonist ve emperyalist güçlerin ülkemize saldıracaklarını bize hatırlatıp uyarmaktadır!.. Yani Hamas, Filistin’in Kuvay-ı Milliyesi konumundadır!..
Gazze; Hz. Peygamber Efendimizin bir hadisinde: “(Ahir zamanda) O vakit en hayırlı cihadınız, sınırlarınızı (ve içindeki yurtlarınızı) korumak üzere nöbet tutmak (düşman saldırılarına karşı devamlı hazırlıklı olmak)tır. Bu rıbatın (sınırları ve vatanları korumanın) en faziletli yerlerinin başında ise ASKALAN (Gazze civarı) vardır!” (Taberani-El-Mu’cemu’l Kebir. 9. Cilt – 11138 nolu hadis) buyurdukları ğaybi hakikatin aynen ve mucizevi şekilde ortaya çıkmasıdır! Evet, bugün HAMAS komutanlarının çoğu Askalanlıdır!
Gazze; Hamas’ın tek başına 57’den büyük olduklarını, çünkü maalesef 57 İslam ülkesinin yapamadığını başardıklarını ve kudurmuş İsrail’in moralini, hatta belini kırdıklarını gösteren ibret levhasıdır!..
Gazze; şehitlerin aynı kefene sarıldığı, bir yaralının, başka mağdurların yaralarını sardığı ve yetimlerin birbirlerini teselli etmeye çalıştığı diyardır!
Gazze; imanın imkâna, cihadın küffara, takvanın tağuta, kısaca İbrahimilerin Nemrut’a üstün geldiği ve Kur’an’ın mübarek ilan ettiği (İsrâ: 1. ayet) kutsal coğrafyadır!..
HAMAS, dünyayı uyandırmış ve imanın imkâna galip geldiğini kanıtlamıştır!
HAMAS’ın bu şanlı direnişi, İslam’ın tüm insanlığa tebligatıdır!
HAMAS’a sahip çıkmak, kendi gelecek ve güvenliğimizi garantiye almaktır!..
HAMAS sayesinde, Batı halkları İslam’ı araştırmakta ve imana sarılmaktadır…
HAMAS, Siyonizm tehlikesini dünyaya tanıtmıştır!
Kısaca Gazze bize imanıza ışık kulağımıza küpe istikametimize rota gönlümüze şuur ve firaset vermeli ki biz ateşe şu olalım inşallah
Gazze; imanın imkâna, cihadın küffara, takvanın tağuta, kısaca İbrahimilerin Nemrut’a üstün geldiği ve Kur’an’ın mübarek ilan ettiği (İsrâ: 1. ayet) kutsal coğrafyadır!..
Gazze; Rahmetli Erbakan Hocamızın başladıkları tarihi adımların ve talihli atılımların ne denli haklı, hayırlı ve gerekli olduğunun fotoğrafıdır!
İşte Gazze; Erbakan Hocamızın başladıkları tarihi adımların ve talihli atılımların programlarını ve kurumlarını canlandırıp Siyonist ve emperyalist odaklara cesaret ve dirayetle karşı koymak bir tarafa; kuduz İsrail’le hâlâ normalleşme, yani tamamen Yahudi’nin güdümüne girme anlaşmasını bile askıya alamayan… Aylar boyunca, Gazze açlık ve ilaçsızlıkla kıvranıp kırılırken, mazlum mü’minlere en hayati ihtiyaç malzemelerinin ulaştırılmasına mani olan İsrail’e, binlerce gemi dolusu ticaret malı göndermekten bile sıkılmayan… İsrail ve ABD’nin gözü kulağı olan İncirlik ve Kürecik üslerini bile kapatamayan; ama hâlâ kahramanlık taslayan yöneticilerin gaflet, cehalet, belki de hıyanetlerini açığa vuran bir diriliş destanıdır
Evet Gazze; ülkemizdeki fikri, ilmi ve siyasi cihadın adresi Milli Görüş’ün ve Milli Çözüm’ün Filistin’deki fiili ve fiziki tatbikat kahramanlarının fedakârlık arenasıdır!..
Bugünlerde dünya tarihinin en önemli dönüşümüne şahitlik etmekteyiz. Bir bakacağız ki nice az topluluklar fikren, nicesi ise fiilen bu dönüşüm fitilini ateşlemiş. Bulutlar dağılınca yeryüzünde Erbakan mührünü göreceğiz inşallah.
Bakara 249
(Derken) Talut (yanında kalan az sayıdaki) orduyla birlikte (savaşmak üzere bulundukları yerden) ayrılıp (yola çıktığında:) “Doğrusu, Allah sizi (önümüze çıkacak) bir ırmakla imtihan edecektir. (Susamanıza rağmen, karşıya geçinceye ve ben size izin verinceye kadar) Kim bu (su)dan içerse, (artık) o benden değildir. Kim de -eliyle bir avuç hariç- doyasıya tadıp içmezse o bendendir. (Anlarım ki sadık ve sağlam birisidir)” dedi. (Ama) Küçük bir kısmı hariç, hepsi o sudan içmişlerdi. Nihayet (Talut ve) iman edenler beraberce (ırmağı) geçince onlar (geride kalanlar): “Bugün bizim Calut’a ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yoktur” diyerek (fesada yönelmişlerdi). Allah’(ın va’adine, nusretine ve rahmetine) kavuşacaklarına iman ve itimatları (ve Rablerine hüsnüzanları tam ve sağlam) olanlar ise dediler ki: “Allah’ın izniyle, nice az (ama itaatkâr ve sebatkâr) topluluk, çok daha kalabalık (ve güçlü sanılan) topluluklara galip gelmiştir. (Çünkü) Allah sabreden (mü’minlerle) beraberdir.”
Bakara 250
Onlar(dan iman erleri) Calut ve askerlerine karşı çıkarken de şunları söylemişlerdi: “Rabbimiz, (cihaddan kaçmamak, ordudan ve itaatten ayrılmamak için) üzerimize sabır ve metanet yağdır; ayaklarımızı (hizmet ve istikamet üzerinde sabit ve) sağlam tut ve (Senin Hakk Dinini ve adalet düzenini) inkâr eden topluluklara karşı bize yardım et…” (diye dua etmişlerdi.)
Bakara 251
Böylece, Allah’ın izniyle onları (çok az sayıdaki sadıklar, kalabalık ve donanımlı düşmanları) yenilgiye uğrattılar. (Daha peygamber olmamış bulunan ve genç bir subay olarak orduya katılan Hz. Davud, düşman tarafın henüz bilmedikleri ve şaşkınlıkla izleyip panikledikleri, yeni bir teknolojik silah hükmündeki attığı sapan taşıyla, zırhlar içinde ve fil üzerinde gururla meydan okuyan kâfir komutanı Calut’un gözlerini kör edip, beynini akıtarak devirince; başsız kalan düşman birlikleri dağıldılar ve bozulup kaçtılar; böylece) Davud Calut’u öldürdü. Allah da ona mülk ve hikmet (hükümdarlık ve bilgelik) verdi; ona dilediği şeylerden (yöneticilik, adalet, sanat ve teknoloji bilgilerinden) öğretti. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmı ile bir kısmını defedip (engellemesi) olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı. Ancak Allah, âlemlere karşı büyük fazıl (ve ihsan) sahibidir.
https://www.mealikerim.com/2/bakara/249:250:251