"TESEV" HIYANETİ VE AVRASYA SEÇENEĞİ
"Tesev" veya Sabataistlelerin Hıyanet Dürtüsü:
•TÜRKİYE Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı'nın (TESEV'in) ve Cenevre Silahlı Kuvvetleri Demokratik Kontrolü Merkezi'nin birlikte yayınladığı "Almanak Türkiye 2005-Güvenlik Sektörü Ve Demokratik Gözetim" raporunda, Süper NATO'nun Türk Silahlı Kuvvetleri'ni yıpratma programı tüm ayrıntılarıyla işlendi ve uygulamaya konuldu.
Büyükanıt Korkusu!..
Raporda TSK'nın zayıflatılması planında başarılamayanlar, nedenleri tüm ayrıntılarıyla işlenerek, bundan sonrası için geliştirilecek planlara da malzeme sunuldu:
"Orgeneral Büyükanıt'ın Genelkurmay Başkanlığı engellenmeli.
Silahlı Kuvvetler PKK mücadelesinden çekilmeli, yerine Polis Özel Timi ve Köy Koruculuğu sistemi konmalı... Ordu küçültülmeli...
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin, Yunanistan'ın Ege'de -karasularını 12 mile çıkarmasını 'Savaş Nedeni' sayması nedeniyle, Ege Ordusu'nun Lağvedilmesi projesi rafa kaldırılmak zorunda kalmıştır..."
ABD'ye Övgü
Raporda "gazeteci, savunma uzmanı" olarak tanıtılan Lale Sarıibrahimoğlu, Ağustos'taki atamayla ilgili, "Sivil siyasete müdahaleci bir tavır sergileyen Büyükanıt'ın bu göreve gelmesinin hükümetçe önlenip önlenemeyeceği bilinmemekte. Ancak üst düzey bir AKP Milletvekili hoşnutsuzluğunu dile getirdi" demektedir.
Sarıibrahimoğlu, 1 Mart Tezkeresi'nin reddinde TSK'nın önemli rol oynadığını belirtiyor ve Orgeneral Özkök'ün Genelkurmay Başkanı olmasında ABD'nin oynadığı rolden, övgüyle söz ediyor.
"Güvenlik Gelişmeleri ve Basın Yansımaları-2005'e Genel Bakış" başlıklı son bölümde olaylar kronolojik olarak sıralanırken, aylık değerlendirme kırmızı harflerle veriliyor. Bu bölümde, ağırlıkla TSK'yı yıpratma amaçlı yolsuzluk ve benzeri haberlerin aylara göre dağılımları veriliyor. Kitabın "Özel Harekât Daire Başkanlığı" başlıklı bölümünde, TSK'nın PKK ile mücadeleden çekilmesi, onun yerine Polis Özel Harekat Timleri'nin konulması savunuluyor. Raporda PKK'ya karşı mücadelede Köy Koruculuğu sisteminin yeniden canlandırılması gerektiği de söyleniyor.
Azınlıkçılar sahnede
TESEV tarafından "Türkiye'de Azınlıklar: Kavramlar, Lozan, iç Mevzuat, içtihat, Uygulama" adıyla Prof. Baskın Oran tarafından yayınlanan kitapta, "azınlıkların yanlış tanımlandığı" savunularak, "Türkiye'de 'azınlık' deyince sadece gayrimüslimler anlaşılıyor. Dolayısıyla Lozan tanımına takılmış durumdayız. Oysa Türkiye'de önemli sayıda Balkan ve Kafkas kökenliler, Araplar, Aleviler ve Kürtler var" deniliyor. Oran, Lozan'dan bu yana azınlık haklarının gelişmediğini ve tam olarak hayata geçirilmediğini de iddia ediyor.
Soros'tan destek
7 Temmuz'da TESEV'in G.Doğu'daki halkın "Zorunlu Göçe" tabi olduğunun açıklanmasında, Türkiye Cumhuriyetinin uluslararası arenada sıkıştırılmasının sağlanması ile birlikte başka planlar göze çarpmaktadır. "Zorunlu Göç- gerçekle yüzleşme" söylemi hatırlarsınız bir de "Sözde Soykırım" sıkıştırmasında kullanılmaktadır... AB Türkiye'ye sürekli "geçmişinizle yüzleşin" diyerek "Sözde Soykırımı" kabul etmemizi istiyor. Soros'un TESEV ile bağlantısını yine kendi sitelerinde şöyle ilan ediyorlar: "TESEV Başkanı Can Paker, ünlü spekülatör Soros'un TESEV'e bu sene 400 bin dolar verdiğini belirterek, "Orta Doğu'nun demokratikleşmesine katkıda bulunmaktan, Kopenhag kriterlerinin hükümetlerce yerine getirilmesindeki eksiklerin tespitine, Azınlık Vakıflarının haklarının verilmesinden, KKTC'nin feshedilmesine kadar bir çok "demokratik çalışma içinde olan TESEV..."
TESEV'in kurucuları
6 Ekim 1994'te Bülent Eczacıbaşı'nın kuruluşunu açıkladığı TESEV'in Yönetim Kurulu'nda Ishak ALATON (Başkan) Asaf Savaş Akat, Vural Akışık Selim Alguadiş, Erdoğan Alkin, Ahmet Demirel, Bülent Eczacıbaşı, Üstün Ergüder, Osman Kavala, Hüsamettin Kavi, Ümmühan Koldaş, Oğuz Özerden, Ergun Özsunay, Can Paker, Mete Sayıcı yer alıyordu.
AB dayatması: "Türk Ordusu, sınırlardan çekilsin" TESEV'in "Güvenlik sektörü" raporunda Lale Sarıibrahimoğlu, "Türkiye'nin AB kriterlerine uyumu amacıyla içişleri Bakanlığı ile AB arasında bir dizi proje üzerinde çalışma başlatılmıştır" dedikten sonra "Bu çalışmaların odağında, Türkiye'nin iç güvenlik politikalarının siyasi otorite tarafından hazırlanarak saydamlaştırılması ve iç güvenlikte JGK, SGK ve Polis üçlüsünden oluşan farklı yapılanmaların yerine tamamıyla sivillerden oluşacak profesyonel bir sivil Sınır Polis Teşkilatının kurulması bulunmaktadır" hatırlatmasında bulunuyor: • "AB'nin adalet, özgürlük ve güvenlik politikalarına ilişkin yol haritası niteliğindeki Schengen Müktesebatı, AB üyesi ülkeler arasında iç sınırların kontrolünün kaldırılmasını amaçlamaktadır. Dolayısıyla, aday ülkelerin de ulusal düzenlemelerini bu politikalarla uyumlu hale getirmeleri, entegre olmuş etkin bir yönetim kapasitesine kavuşmaları ve sınır kontrolleri için profesyonel, güvenilir ve etkin bir polis örgütü oluşturmaları gerekmektedir. Sınır Polis Teşkilatının Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğine değin kurulması öngörülmektedir. Buna yönelik olarak, ilk aşamada Jandarma ve Kara Kuvvetleri Komutanlığının kara sınırlarını koruma görevini, Sahil Güvenlik Komutanlığı'nın da deniz sınırlarını koruma görevini sonlandırması gerekmektedir." Jandarma kaldırılsın! Dolayısıyla AB, oluşturulacak Sınır Polis Teşkilatı bünyesinde JGK'ya bir görev biçmemektedir. Ancak Sınır Polis Teşkilatının kurulmasına değin geçen sürede polis ve jandarmadan oluşan ve birbirinden kopuk asayiş hizmetini yerine getiren kolluk kuvvetlerinin hizmetlerinin birbirleri ile uyumlu hale getirilmesi gerekmektedir. |
Bu proje için JGK ve Fransa arasında eğitim işbirliği yapılmaktadır.
Ancak bu projede, AB'nin 9 Kasım 2005 tarihli ilerleme Raporu'nda da belirtildiği üzere bir ilerleme sağlanamamıştır. Bunun temel nedeninin, özelde Jandarma ve KKK'nın, genelde ise TSK'nın, sınırı koruma yetkisini, sivil profesyonellerden oluşacak sınır muhafız birliğine devretmek istememesi olduğu belirtilmektedir. Projenin yürüyebilmesi için ilk aşamada, kara sınırlarının korunmasını TSK'ya bırakan 3497 sayılı Kanun'un değiştirilmesi gerekmektedir."
Sarıibrahimoğlu, EMASYA konusuna Ali Bayramoğlu'nun ifadeleriyle değinmeden geçmiyor:
"28 Şubat'tan sonra geleneksel olarak polisin, emniyetin, valinin kontrol ettiği alanlara asker yerleşti. Jandarma kırdan kente çıktı. EMASYA (Emniyet, Asayiş Yardımlaşma) birlikleri valiliklerin üstünde yetkilere sahip oldu. Toplum en büyük tehditmiş gibi bir iç güvenlik yapılanması oluşturuldu. Bu yapı demokrasiye aykırıdır. Valilikler, kaymakamlıklar yetkilerini askerî birliklere devredemez. Ayrıca bir ülkede istihbarat toplama gücü de askerî güce verilemez. Bugün askerî bürokrasi neyin tehdit olduğunu yazıyor, asker istihbarat topluyor, toplumsal olayları değerlendiriyor ve bunu yaparken hukuki kıstası değil, iç güvenlik dokümanlarını kullanıyor,"
Görüldüğü gibi TESEV raporunda, Sarıibrahimoğlu'nun tartıştığı bütün konular, ABD, İngiltere ve bir bütün olarak AB'nin Türk Silahlı Kuvvetleri'ni sınırları korumaktan bile alıkoymak, Jandarmayı lağvetmek, askerin istihbarat yapmasını önlemek gibi dayatmalarından ibaret.
TESEV raporunun yazarları, Soros'tan dolaylı olarak aldıkları paralan hak ediyor doğrusu! Kitabın girişinde "Bu kitabın yayımlanmasında katkılarından ötürü Açık Toplum Enstitüsü Türkiye'ye ve TESEV Yüksek Danışma Kurulu'na teşekkürü borç biliriz" deniliyor. Açık Toplum Enstitüsü-Türkiye, Soros'un kuruluşu! Telif haklarını, CIA operatörü Soros veriyor!
ABD ile ilişkilerde zor dönem ve siyaset nankörlüğü
ABD yönetiminin, PKK konusuna bakışları oldukça ilginç 'ABD'nin de askerleri ölüyor ve yaklaşık 3000 kişiyi bulduğu halde gazetelerde bile yer almıyor. Amerikan toplumuna karşı bu kadar duyarsızken sizinkilerle niye ilgilenelim? Demekten kaçınmıyorlar. Bir cins siyasi miyopluk durumu hakim. Coğrafi olarak da, zamansal olarak da uzağı göremiyorlar. Ermeni soykırım tasarısı ise sonuçlarını göremedikleri bir başka konu. Ermeni diasporası bu tasarıyı bir varlık sebebi haline getirmiş ve tüm gücünü kullanıyor. Zamanlama onlar açısından uygun. Bu konuda bilgi sahibi olunmasına izin vermiyor ama Kongre'de herkesi fikir sahibi yapabiliyorlar. Bu kararın ABD kongresinde kabul edilmesinin ardından bir domino etkisi yaratması ve hızla diğer ülkeler tarafından da benimsenmesi sürpriz olmaz... Atı alan Üsküdar'ı geçmek üzere, koşmaya başlasak iyi olacak!"[1]
Terörün Kör düğümü ve "PKK Koordinatörlüğü"
Türkiye'de PKK terörü önemli oranda azalmışken bir süredir beklenmedik bir hızla artması, ABD'nin İngiltere ile birlikte Irak'ı işgaliyle paralel olarak gelişti. Terörün organizasyonunun Kuzey Irak merkezli bir biçim alması Türkiye'de dikkatlerin buraya yönelmesine yol açtı. ABD kontrolündeki Barzani'ye bağlı birimlerin kontrolünde olan bu bölgeye Ankara'nın bir askeri operasyon yapmasının önüne ise ABD engelinin çıktığı da dikkati çekti. Bu durumda Ankara'nın Washington'dan gelecek bir izni beklemeye başlaması ise toplumsal bir tepkinin yükselmesine yol açtı. Zaten kukla Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari, daha sonra, PKK'ya dokunmayacaklarını açıkladı.
Bölgedeki Asker Yığınağının Mesajı
Kuzey Irak merkezli tehdidin bertaraf edilebilmesi için gerekli ABD izninin ya da desteğinin çıkmaması sonrası, Türk Silahlı Kuvvetleri'nce bir çare aranması sürecine girildi. Bölgeye önemli oranda asker yığılması aslında bir anlamda Ankara'yı yalnız bırakan müttefiklerine de bir mesajdı. Bu mesaj Washington açısından Türk Silahlı Kuvvetleri'nin olası bir Kuzey Irak operasyonu korkusunu da gündeme getirdi. Böyle bir operasyon, Kuzey Irak'ta Barzani'nin ve dolayısıyla ABD-İsrail ittifakının otoritesinin sarsılması anlamına da gelecekti.
Bir süredir Washington'un bu nedenle sürece taraf olma çabası öne çıkmaya başladı. PKK'ya karşı açıklamalar birbirini izledi. Bu arada AB'den de PKK karşıtı açıklamalar gelmeye başladı. Bunun nedeni ise önemli oranda Brüksel'in siyasi Kürtçülerle yakın ilişkiye geçmiş olmalarıydı. 11 Eylül saldırısı sonrası süreçte AB artık Ankara üzerindeki taleplerini siyasi Kürtçüler üzerinden yapma aşamasına gelmişti. Washington açısından ise, Türkiye'nin bölgesel operasyonlara dahil edilebilmesi için yeni bir aşamaya gelindiği ve bunun PKK üzerinden yapılan geleneksel sıkıştırmalarla uzun süre devam ettirilemeyeceği açıktı. Yeni bir yöntem gerekiyordu. Washington'un yeni sürece dahil olma hesabı ABD'li bir generali koordinasyoncu olarak tayin etmesiyle başladı. Ankara ise bu sürece Washington'un talebine uygun olarak bir general atamakla taraf oldu.
Benzer bir aracılık uygulaması IRA (İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu) konusunda da gündeme gelmişti. Silahlı grupların gönüllü olarak silah bıraktığı Batı Avrupa'da görülmemiştir. IRA'nın silahlardan arındırılması konusunda Kanadalı General John de Chastelain'in başkanlığındaki bağımsız uluslararası bir komisyon IRA da dahil Kuzey İrlanda'daki tüm para-militer (protestan silahlı gruplar da dahil) örgütlerin silahsızlandırılmasının sağlanması için.1998 Good Friday anlaşması sonrası taraflara yardımcı olmak için görevlendirilmişti. Fakat bu çabalar bir işe yaramamış, 11 Eylül sonrası ABD-İngiltere yakınlaşmasıyla ancak bir anlam taşımıştı. Londra'nın ABD'nin Irak işgaline kayıtsız-şartsız destek vermesi sonucu IRA'nın tasfiye süreci Washington tarafından başlatılmıştır.
Washington'un Bölge Politikası
PKK konusunda koordinasyon atanmasının altındaki mesaj açıktır: Ankara bazı batılı merkezlerce beslenen PKK'nın tasfiyesini istiyor, öyleyse Washington yönetimi bunun karşılığında bazı bölgesel taleplerde bulunacak. Washington yönetimi, bölgedeki operasyonlarında Ankara'nın desteğini almada PKK'ya karşı tasfiye operasyonuna destek vermenin işe yarayabileceğini hesap ediyor. ABD şimdiye kadar Ankara'dan toplumsal muhalefet nedeniyle istediği gibi bir destek alamamıştır. Bu nedenle PKK'nın tasfiyesi karşılığı böyle bir destek talebini açık ya da örtülü istiyor olabilir.
Bu arada İran'a karşı Kuzey Irak'taki örgütlenmelerden de destek umduğu hesaba katılmalıdır. Bu destek önemli oranda Barzani kuvvetlerinden beklenmektedir fakat PKK'nın İran ve Suriye'deki uzantıları nedeniyle bu işte kullanılması da gündeme gelebilir. Barzani gibilerin destekte ayak sürtmeleri olasılığı karşısında buradaki PKK gibi alternatif güçlerin Barzani'ye karşı bir sopa olarak kullanılma hesabı da göz ardı edilmemelidir. ABD'nin eğer diğer alternatifler tükenirse, PKK'yı burada kullanabileceği görülüyor. Bu açıdan Ankara, Tahran ve Şam üzerindeki hesapların yapılışında bir denge politikası izlemeye çalışmaktadır Washington yönetimi.
Bunun temelinde ise ilişkilerde yıkıcı faaliyetleri de dışlamayan emperyal merkezlerle müttefik ilişkilerinin sorgulanmaması ve açık tavır alınmaması yatmaktadır. Emperyalizmle tavizkâr bir ilişki sürecine giren ve onlardan medet uman yönetimler sonunda emperyalizmin ilk hedefi haline gelirler. Saddam'ın işbirliği hem kendisini hem de ülkesini felakete sürüklemiştir. İran devrimi sonrası İran şahına ABD'ye girme izni verilmediği hatırlanmalıdır."[2]
Rusya'nın Yeni Savunma Doktrini: Düşman: ABD, NATO ve İsrail Üçlüsü
Rusya'nın en önemli gazetesi olan Pravda, Rusya Savunma Bakanlığı Uzmanlar Grubu'nun hazırladığı yeni askeri doktrini açıkladı. Savunma Bakanlığı ve Kremlin'in onayına sunulan doktrinde, Amerika Birleşik Devletleri ve NATO Moskova'nın potansiyel düşmanları olarak gösteriliyor. Rus gazetesinin Başyazarı Dimitr Sudakov tarafından kaleme alınan bir yazıyla kamuoyuna açıklanan doktrin ülkenin yeni savunma stratejisinin nasıl olacağı konusunda uzman görüşlerini içeriyor.
ABD ve NATO Neden Avrasya'ya Düşman?
Gazete bu durumun iki nedenle ortaya çıktığını vurguluyor. Rusya'nın sınır güvenliği ve nükleer silahların yaygınlaşması. Moskova özellikle sınırlarına yakın bölgelerde "demokratikleşme" adı altında yaşanan olaylardan ve Amerikan tarafının nükleer silahlarla ilgili bilgileri yeniden gizlemesinden rahatsızlık duyuyor. Buna bağlı olarak yeni askeri doktrinde uzun menzilli nükleer silahların savunma güvenliği garantisi nedeniyle güçlendirilmesi savunuluyor.
Rus Ordusu Güçlendirilecek
Rus Ordusu'nun silah gücünün arttırılması da yeni doktrinin parçalarından biri. Ayrıca Savunma Bakanlığı uzmanları tarafından hazırlanan "Askeri Doktrin 2006" başlıklı rapor Rus Ordu mensuplarının sosyal ve güvenlik haklarının arttırılmasını öngörüyor. Moskova'nın önemli siyasi uzmanlarından biri olan Politik Araştırmalar Enstitüsü Müdürü Sergei Markov "Askeri Doktrin 2006" başlıklı raporu değerlendirdi. Markov, NATO ve Amerika Birleşik Devletleri'nin Sovyet döneminden beri Rusya için potansiyel düşmanlar olduğunu belirtiyor ve ekliyor: "Ama bu yeterli değil. Rusya kendi sınır güvenliği, yabancı destekli terör ve bazı bölgesel sorunlarla da yakın ilgi kurmalı." Markov'un bu değerlendirmesi Rus basını tarafından da kabul ediliyor. Yeni Rus askeri doktrininde birlikte olunması gereken ülkeler ise eski Sovyet Devletleri olarak tanımlanıyor.
Doktrin Nasıl Onaylanır?
Rus askeri uzmanların hazırladığı doktrin henüz onaylanmadı. Doktrinin yürürlüğe girmesi için önce Savunma Bakanlığı, daha sonra Parlamento'nun alt kanadı DUMA, ardından Parlamento'nun üst kanadı ve nihayet Devlet Başkanı Putin tarafından onaylanması gerekiyor.
Rusya ve ABD'nin Üs Satrancı
Rusya'nın askeri uzmanları yeni askeri doktrinde ABD ve NATO'yu potansiyel düşman olarak gösterirken en önemli vurguyu, Amerikan tarafının Rus sınırlarına yakın bölgelere yaptığı müdahaleye yapıyorlar. Son aylarda Orta Asya ve Kafkasya'da ABD ile Rusya arasında üs satrancı yoğun biçimde yaşanıyor. Moskova'nın Şanghay işbirliği Örgütü'ndeki müttefikleri Amerikan üslerinin topraklarından çekilmesini istiyor. Bunun son örneği Özbekistan olmuştu. Özbek yönetimi Andican olaylarından Amerikan tarafını ve özellikle para spekülatörü George Soros'u sorumlu tutmuş ve Amerikan üslerinin boşaltılmasını istemişti. ABD, Orta Asya'daki üslerini boşaltırken bir yandan da kendi tarafındaki ülkelerden Rus üslerinin kalkmasını istiyor. Önce Ermenistan'daki Rus Üssü kısmen boşaltıldı. Gürcistan Savunma Bakanlığından yapılan açıklamada, bu yıl içinde Batum ve Ahılkelek'teki Rus üslerinden 45 tank, 162 zırhlı araç, 52 top ve çeşitli tiplerde 500 askeri teçhizatın çekildiği belirtildi. Verilen bilgilere göre, malzemelerin yarısı vagonlara yüklenerek Ermenistan'daki Gümrü askeri üssüne, yarısı Rusya'ya götürüldü. Gürcistan'daki Ahılkelek ve Batum üslerinin 1 Ocak 2008 tarihine kadar tamamen kapatılması öngörülüyor.[3]
Türkiye'nin konumu ve tarihi sorumluluğu
"Ulusal Kurtuluş Savaşımızın en önemli stratejilerinden birisi, Doğu cephesinde İtilaf devletlerinin Birinci Dünya Savaşı sonrasında yürürlüğe koymaya çalıştığı emperyalist stratejiyi defetmek ve buradan sağlanan destekle Anadolu'da bağımsızlık yolundaki adımları kuvvetlendirmekti. Dolayısıyla bunun için öncelikle dönemin emperyalist gücü İngiltere'nin Kafkaslar'da Kemalist-Bolşevik işbirliğinin önüne geçecek bir Kafkas Şeddi yaratarak bu iki kuvvetin temas etmesini engelleme projesi geçersiz kılınmalıydı.
Bugün de emperyalist devletlerin Türkiye'nin içinde bulunduğu coğrafyada aynı projeyi uygulamaya çalıştıkları görülüyor. Geçtiğimiz ABD Silahlı Kuvvetler Dergisi'nde Ralph Peters imzasıyla çıkan "Kanlı Sınırlar: Daha İyi Bir Ortadoğu Nasıl Görünür?" başlıklı yazı ve yazıyla birlikte yayımlanan harita, bunu kanıtlıyor. Geçmişte Kafkas Seddi'nin İngiliz emperyalizmi tarafından taşıdığı stratejik işlev, ABD tarafından bugünün koşullarına uyarlanıyor. Pentagon haritasından bu anlaşılmaktadır.
Birinci Dünya Savaşı'nı izleyen dönemin tampon devletleri Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan'dı. Bunların içinde emperyalizmin özellikle cepheye sürdüğü devlet Büyük Ermenistan hayalleri güden Ermenistan'dı. Öyle ki, Milli Mücadele'nin yayın organı Hakimiyet-i Milliye'de yayımlanan "Doğu İhtilali" başlıklı başyazıda Ermenistan nezdinde Kafkas Şeddi, "Doğu ihtilal makinesinin iyi işlemesine mani olmak için, bu ihtilalden etkilenecekler tarafından makinenin çarkları arasına sıkıştırılmış ecnebi bir cisim" olarak tanımlanmaktaydı. Aynı yazıda Ermenistan'ın İngiliz emperyalizmi nezdinde üstlendiği görev içinse şu saptamalara yer verilmekteydi: "Ermenistan, Doğu'da büyük bir inkılap gayesi için çalışan mazlum milletler arasında, komitacı kafasıyla mazlum milletler birliği arasında yabancı ve bozguncu bir unsur vazifesini yapıyordu. Doğu milletlerinin temasına engel oluyor, Doğu'da İngiliz emperyalistleri için bir dayanak hizmeti görüyordu. Bunun için Ermenistan'ın düne kadar mevcut olan şartlar dahilindeki varlığı, bütün Doğu milletlerinin selameti demek olan Batı'ya karşı Doğu ihtilali için büyük bir engel teşkil ediyordu." Ermenistan'ın İngiliz emperyalizmi tarafından Türkiye ile Bolşevik Rusya arasında tampon görevi görme ve Doğu İhtilali'nin en önemli iki gücünün temasını engelleme yönündeki bu piyonluğu ise, Ermenistan'ın ilk Başbakanı Ovanes Kaçaznuni'nin Rus Çarlığı, İngiliz ve Fransız emperyalizmi tarafından kullanıldıklarını itirafı ile sona eriyordu.
Bugün BOP kapsamında Pentagon'un piyasaya sürdüğü haritaya baktığımızda "denizden denize uzanan Büyük Ermenistan" aldatmacasının yerini, sınırları Kerkük'ten Doğu Karadeniz kıyılarına uzanan "Özgür Kürdistan"ın aldığı görülmekte. Ermenistan ve Gürcistan ise, ABD'nin BOP kapsamındaki emperyalist projesinde yeni Kafkas Seddi'nin değişmez devletleri olarak Rusya, İran ve Türkiye merkezli ittifakın karşısında yeniden cepheye sürülüyor. Geçtiğimiz günlerde İsrail'in Lübnan'ı işgal etmesi ile başlayan süreçte ABD Dışişleri Bakanı Condeleezza Rice'ın "yeni bir Ortadoğu'nun zamanı geldi demesi ise BOP'un sinsi hesabını ortaya koyuyor."[4]
ABD liderliğindeki Batı Sovyetler Birliğini çökerttikten sonraki 10 yıl (1989-1999) boyunca Birliğin çekirdeği olan Rusya'yı küresel ekonomik, ticari ve finansal sisteme entegre etmeye çalıştı. Bu dönemde, bir yandan fakirleşen Rus halkının sosyo-kültürel yapısı erozyona uğratılırken, bir yandan da Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası (WB) tarafından borca sokulan Rusya'yı politik kontrola alma çabaları yoğunlaştı.
2000 yılından itibaren iktidara gelen Putin, Sovyetler Birliğinden sonra Rusya'nın da dağıtılma ve Batının kontrolü altına alınma sürecini çabuk fark etti. İktidarının ilk dört yılında karşı tarafı fazla ürkütmeden kontrollü bir şekilde, sürüklenişi durdurmayı başardı. 2004 yılında başlayan ve halen devam eden iktidar döneminde ise; konjonktürel politik ve ekonomik gelişmelerden de yararlanarak karşı atağa geçti. Bugün gelinen noktada Rusya, ekonomik, sosyal, askeri, teknolojik ve politik olarak ABD karşısında 1970'lerin Dehşet Dengesi olarak adlandırılan güç dengesini sağlamış gözükmektedir. Yeni aşamadaki mücadelenin amacı ise şüphesiz dengeyi kendi lehine çevirmektir. ABD'nin Ortadoğu, Kafkaslar, Karadeniz ve Orta Asya'daki politik ve askeri karşı atakları, bu ülkenin Rusya'nın 1989'da bozulan dengeyi yeniden sağladığının farkında olduğunu göstermektedir. ABD, Rusya'nın yeniden yükselişi karşısında NATO ve ikili stratejik ilişkilerini kullanarak Rusya'nın yakın coğrafyasında askeri yığınaklanmaya başlamıştır. Bunun anlamı, dünyamızın yeniden Soğuk Savaş dönemine girdiğidir.
Rusya'nın Yeni Soğuk Savaş Stratejisi
Rusya, bir yandan küresel sistemdeki Batı hegomonyasına karşı uluslararası yöntemler ile ekonomik mücadele verirken, bir yandan da yeniden başlayan askeri satışlar ve enerji bağlantıları ile politik etki alanını Sovyetler Birliği dönemindeki seviyeye çıkarmaya çalışmaktadır. Rusya'nın, 1995'te 3 milyar dolar olan silah ihracatı 2004 yılında 6 milyar dolara yükselmiştir. Bu rakam Sovyetler Birliği çöktüğünde 2 milyar doların altındaydı. Rusya 2006 yılında Cezayir'le yaptığı anlaşma gereğince bu ülkeye 4 milyar dolar değerinde silah satacaktır.
Rusya, Sovyetler Birliğinin çöküşünü bir daha yaşamamak için, Batı'nın ekonomik, askeri ve politik stratejilerine karşı kendi stratejilerini geliştirmekte ve uygulamaktadır. Rusya'nın stratejisi bu defa Küresel ekonomik şartlara uyumludur ve başarı vaat etmektedir. Çünkü Batı'nın kullandığı stratejik enstrümanları çok iyi bilmekte ve analiz edebilmektedir. Son beş yıldır, Orta Asya devletleri üzerinde gelişmekte olan ABD ve AB etkisini durdurmuş ve geriletme aşamasına gelmiştir. Diğer taraftan AB'nin Rusya'ya olan enerji bağımlılığını kullanarak bölgesel ve global sorunlarda, AB'nin politik ağırlığının ABD'ye kaymasını engellemiştir. Özellikle BM Güvenlik Konseyi üyesi Fransa'nın politik desteği, Avrupalı diğer Konsey üyesi İngiltere'yi dengelemektedir. AB içinde en sıkı ekonomik, ticari ve teknolojik işbirliği içinde olduğu Almanya'nın ve Asya'nın yükselen gücü Hindistan'ın BM Güvenlik Konseyi üyesi olması, Rusya'yı, dünya çapındaki politik ağırlığını büyük ölçüde artıracaktır. ABD'nin, BM tarafından sunulan yeniden yapılanmaya karşı çıkmasının nedeni budur.
• Artan petrol fiyatlarının da desteğiyle 2005'te 102 milyar dolar dış ticaret fazlası veren Rusya'nın sosyal projelere ayırdığı kaynaklar artmıştır. Bu durum Putin yönetimine verilen kamuoyu desteği ile sağlama almıştır. • Hindistan ile birlikte uçaklara karşı kullanılan yeni füzenin geliştirilmesi için anlaşma sağlanmıştır. • Yabancı banka ve sigorta şirketlerinin Rusya'da şube açmaları yasaklanmıştır. • Suriye ile gaz işleme tesisi ve boru hattı inşası ile taşıma konularında 370 milyon dolarlık iki anlaşma imzalamıştır. • Rusya ile İran arasında 29 adet uçak savar füze satım anlaşması imzalanmıştır. • Rusya, ABD veya NATO askeri alt yapısının Rusya'nın sınırlarına kadar uzanması halinde 1990'da Paris'te imzalanan Avrupa'daki Konvansiyonel Kuvvetlerin Sınırlandırılması Anlaşması'ndan (CFE) çekileceğini, bu konuda, özellikle ABD'nin Romanya ve Bulgaristan'daki yeni üslerde konuşlandıracağı asker sayısına bağlı olarak karar verileceğini açıklamıştır. Rusya NATO'nun genişlemesinin bir hata olduğunu, bunun gerçeklerle bağdaşmadığını sürekli vurgulamaktadır. • Rusya'nın en dikkat çekici stratejisi NATO'nun karşıtı olarak aynı mekanizmalara sahip Ortak Güvenlik Anlaşması Teşkilatı'nı (CSTO) kurmuş olmasıdır. NATO gibi politik ve askeri bir ittifak olan bu kuruluşa halen Ermenistan, Beyaz Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Rusya ve Tacikistan üyedir. Bu örgüt. Şangay İşbirliği Örgütünden daha fonksiyonel ve caydırıcı gözükmektedir. Nitekim Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı ve CSTO Genel Sekreteri Grigory Karasin, CSTO hakkında şunları söylemiştir: NATO, Orta Asya ve Kafkasya'yı kendisinin ilgi alanı olarak belirlemiştir. NATO'nun Orta Asya'daki bazı çıkarlara sahip olduğunu herkes biliyor. Fakat NATO ortaklarına Orta Asya ve Kafkasya'nın CSTO'nun sorumluluk sahası olduğunu hatırlatmaktan memnunluk duyarım. İlgi alanı ile sorumluluk alanı arasındaki farkın manasının anlaşılması çok kolaydır. • Bütünleşme çalışmalarına paralel olarak, Avrupa'daki son kale Beyaz Rusya ile askeri alanda da işbirliğini giderek güçlendirmektedir. Bu kapsamda Beyaz Rusya'ya verilecek S-300 hava savunma füzeleri Mart 2006 da teslim edilmiş durumdadır. |
ABD'nin Karşı Stratejisi ve Türkiye'nin Önemi
Türkiye yeni Soğuk Savaş'ın sıcak cephesi haline gelmek üzeredir. Çünkü ABD'nin Rusya'ya yönelik karşı atak stratejisinin odak noktasını Türkiye coğrafyası oluşturmaktadır. Irak'a yerleşen ABD'nin kuzey ekseni üzerinden Hazar'a ve Kafkasya'ya ulaşabilmesi için İran ve Türkiye coğrafyasından başka seçeneği yoktur. İran, ABD karşıtı bir politika izlemekte ve Rusya'ya daha yakın durmaktadır. Bu nedenle İran yeni Soğuk Savaş'ın en kilit ülkesi haline gelmiştir. Öyle veya böyle, İran ABD kontrolüne girmeden, ABD'nin Orta Doğu, Hazar ve Orta Asya bölgesinde Rusya'ya karşı politik ve askeri denge sağlaması mümkün değildir. İran'a karşı nükleer kapasiteye sahip olma tehlikesi bahane edilerek sert önlemlerin gündeme getirilmesinin en önemli nedeni budur. Diğeri ise İran'ın Amerikan dolar rezervlerinden vazgeçme ve Euroya geçme kararıdır. Bu aşamada ABD;
Diğer taraftan Rusya'nın yeni stratejisinde dikkati çeken en önemi husus, Rus ulusal şirketleri vasıtasıyla dünya çapında enerji işbirliğini hedeflemiş olmasıdır. Bu çerçeve de Venezuela'dan, Libya'ya Endenozya'dan Suriye ve Irak'a kadar dünyanın her yerinde petrol arama ve üretim anlaşmaları yapmıştır. Rusya, ABD'nin Rusya'nın ulusal çıkarlarına karşı uyguladığı, doğrudan veya dolaylı stratejik girişimlere karşı süratle karşı tedbirler alırken, AB ile de ikili ilişkilerini her alanda geliştirmektedir.
Rusya 1970'lerde nükleer deniz gücü ile uyguladığı askeri kuşatma stratejisini bu defa ABD'nin yakın komşuları olan Küba, Nikaragua, Venezüala, Bolivya ile stratejik ortaklık kurarak her alanda uygulamaktadır. Diğer taraftan Cezayir, Libya, Suriye, İran, Vietnam, Hindistan gibi ülkelerle geliştirilen ekonomik ve askeri ilişkiler ABD'nin etki alanını giderek daraltmaktadır. Orta Asya'daki ekonomik, politik ve askeri dengeler Rusya'nın lehine dönmüştür. Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan ve Kırgızistan ABD etki alanından çıkmıştır. Türkmenistan'ın bağlantısızlığı devam etmektedir. Çin ile geliştirilen enerji, teknoloji ve ticari alandaki ilişkiler Pasifik'teki askeri dengeleri değiştirebilecek seviyeye yükselmek üzeredir. Rusya'nın, ABD etki alanındaki Japonya ve Güney Kore ile olan enerji alanındaki ilişkileri, kısa vadede Pasifik bölgesindeki politik ve askeri
statükoyu değiştirecek gelişmelere yol açabilir.
"Asya'nın NATO'su": Şanghay İşbirliği Örgütü
Geçtiğimiz son 2-3 yılda ortaya konulan Rus stratejisinin somut uygulama alanları şunlardır . • Avrupa petrol, doğal gaz ve nükleer enerji çubukları bakımından Rusya'ya bağımlı hale getirilmiş bulunmaktadır. • Özel doğal gaz boru hattı anlaşması ile AB'nin lokomotifi olan Almanya üzerindeki politik etkisini arttırmıştır, • Tatneft ve Lukoil ile Libya'da 2.000 km2 alanda petrol arama ve geliştirme anlaşması imzalamıştır. Tatneft böylece üretim karşılığı petrol arayan ilk Rus şirketi unvanını kazanmıştır. • Büyük ölçüde Rusya'nın stratejik kontrolündeki Kazak petrolünü Çin'e taşıyacak 962 km. uzunluğundaki boru hattı 10 ay gibi çok kısa zamanda tamamlanmıştır. • Dünya'nın iki numaralı petrol sağlayıcısı olarak Rusya, enerji alanındaki egemenliğini sağlamlaştırmıştır. • Ortadoğu, Afrika ve Uzakdoğu ülkeleri ile ekonomik ve güvenlik alanlarındaki işbirliğini giderek artmaktadır. • Askeri gücünü modernize etmeye devam eden Rusya, uçuş esnasında rotasını değiştirebilen Topol-M kısa adlı kıtalar arası balistik füzeyi devreye sokmuştur. Rus Deniz Gücü yeniden Akdeniz, Pasifik, Atlantik ve Hint Okyanusu'ndaki varlık gösterme ve gözetleme faaliyetlerine başlamıştır. • Ülkedeki faaliyetlerini ulusal güvenliğe aykırı olarak değerlendirdiği 4500 NGO'nun faaliyetlerini kısıtlayan yeni bir yasayı devreye sokmuştur. Bu bağlamda Fetullahçıların okullarını kapatmıştır. • Stratejik işletmelerin kamulaştırılmasına ve mevcutların korunmasına devam edileceği açıklanmıştır. İşletmelerin Stratejik olma kriterleri olarak ulusal güvenlik ve savunmaya olan katkılarının esas alınacağı açıklanmıştır. Daha liberal ekonomik uygulamadan yana olan ekonomik danışman Andrei İlarionov görevden uzaklaştırılmıştır. Merkezi yönetimi güçlendirmek için Bölge valilerinin merkezden atanması ve seçim barajının kaldırılması sağlanmıştır. Böylece iç idari yapı; dış etkilere karşı daha güvenli bir konuma ulaşmıştır. ABD güdümündeki Evangelist dini yapılanmanın önlenmesi için yasalar çerçevesinde mücadele hızlandırılmıştır. |
Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) kuruluşunun 5. yıldönümünü 15 Haziran'da Şanghay'da kutladı. Kutlamaya örgütün yıllık olağan Doruğu eşlik etti. Kimilerince "simgesel bir şenlik", uluslararası çevrelerce "örgütün gelişiminde bir km taşı" olarak nitelenen Şanghay Doruğu tüm dünyanın ilgisini çekti. "Doğu'nun NATO"su uluslararası siyaset gündeminin en üst sıralarına yerleşti.
Eskiler ve Yeniler
Toplantıya Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya, Kazakistan, Tacikistan, Özbekistan, Kırgızistan devlet başkanların yanı sıra, Moğolistan devlet başkanı Enbayard, Pakistan devlet başkanı Pervez Müşerref, İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad, Hindistan Petrol Bakanı Dora gözlemci sıfatıyla, Afganistan devlet başkanı Karzai ise Çin'in davetlisi olarak katıldı. İran'ın son iki yılda sürdürdüğü "gözlemci sıfatı"nın ardından tam üyelik için yaptığı başvuru kamuoyunda yankılandı.
Doruğun ardından yapılan açıklamada, "Örgütün 5 yıl içinde kurumsal ve hukuksal yapılanmasını tamamladığı", geniş kapsamlı derin ve verimli bir işbirliğine girmek üzere çalışmaların yapılacağı bir dönemin başladığı belirtildi. Şanghay İşbirliği Örgütü yetkilileri bütünleşme sürecinin hızlanacağını, önümüzdeki 20 yıl içinde örgüt üyeleri arasında mal, sermaye ve teknoloji ve hizmetlerin serbest dolaşımının gerçekleşmesinin hedeflendiğini açıkladılar. Bu açıklamalar "Doğu'nun NATO'su"nun bir yandan da "Doğu'nun AB'si" olma yönünde geliştiğini akla getiriyor.
On Yıl Önce Beş Yıl Sonra
Şanghay İşbirliği Örgütü'nün bölgesel bir pakt olarak başarı kazanması ve kendisini ispat etmesi kuşkusuz uluslararası politikanın günümüzde kazandığı en dikkat çekici yönlerden biridir. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra tek yanlı girişimleriyle uluslararası politikayı biçimlendiren ABD'nin dayatmalarının dünya çapında bir tepki yaratması kaçınılmazdı, ABD'nin dayatmacılığına karşı tepkiler, daha ilk andan itibaren yükselmeye başlamıştı ancak bundan onbeş yıl önce ABD karşıtı tepkilerin Şanghay İşbirliği Örgütü gibi dev bir birlikteliğin bünyesinde gerçekleşebileceğini hayal etmek bile mümkün değildi.
Şanghay'da bir araya gelen güçlerin birçoğunun (Rusya, Çin, Hindistan, İran, Pakistan) nükleer güç olması, olayın niteliğini değiştiriyor.
Şanghay İşbirliği Örgütü bildik bölgesel örgütlenmelerden farklı bir birlikteliktir. Şanghay İşbirliği Örgütü aslında ABD'nin rahle-i tedrisinde yetişti, Washington'un dolaylı/dolaysız müdahaleleri ŞİÖ'nü yarattı.
Şanghay İşbirliği Örgütü'nü doğuran süreç, bir Çin kaynağının ifadesiyle, Ortaasya'da boy veren "Üç Kötülük"le başladı. Bunlar "dinci gericilik, etnik bölücülük ve uyuşturucu ticaretinden beslenen uluslararası terörizm"di (Gao Quinfu, Pekin Reviev, 2001/28) Sovyetler Birliği'ni yıkılmasından sonra yenidünya düzenini "tek kutupluluk" üzerine kurmayı amaçlayan ABD, çeşitli ülkelerde etnik bölücülüğü ve dinsel gericiliği kışkırttı. Yenidünya düzeni kimi Amerikan politikacılarına göre "ideolojilerin yer almadığı bir kültürler çatışması" ortamıydı. Ulusal devletler, bu koşullarda bölünmeli parçalanmalıydı. Dağılan Sovyetler Birliği'nin etki alanları (Orta Asya ve Kafkaslar) 1991 yılından itibaren Kırgızistan ve Tacikistan'ın sınır boyları ABD'nin desteği gerici örgütlerin denetimine itilmişti. Afganistan dinci gericiliğin merkezi durumundaydı. Çeçenistan ve Sinkang Uygur'da etnik bölücülük (dinsel gericilikle içiçe yoğunlaşmıştı. "İslam Devleti" iddiaları Ortaasya ülkelerinde bir kurtuluş modeli olarak ortaya sürülüyordu. İki yıl gibi kısa bir süre içinde 5 Orta Asya ülkesinde cami sayısı 160'dan 5000'e patlama yapıyordu. Yıllar boyu komünist barbarlığın kıskacında maneviyattan mahrum bırakılan müslümanların şimdi İslam'a yöneliş arzuları emperyalist odaklarca istismar ediliyordu. Kısacası, ateş Rusya'nın güneyini olduğu kadar Çin'in batısını da sarmıştı. Bölge ülkeleri 1990'ların ortalarından itibaren uluslararası terörizme karşı ortak tavır almanın zorunluluğunu tespit ettiler. Şu önlemleri aldılar: Din eğitimi denetim altına alındı. Camiler yıkıcı propagandanın yuvası olmaktan çıkarıldı. Çağdaş eğitim güçlendirildi ve yaygınlaştırıldı. Yabancı hareket serbestisi kısıtlandı. Öte yandan, o yıllarda Yeltsin Rusya'sını önemli ölçüde hırpalayan, bunaltan ABD Çin'e yöneldi. "Tehlikeli Çin" yaklaşımından "Çin de Çökecek" yaklaşımına geçti. Çin'i örselemenin yeni arayışları başlatıldı. Şanghay Beşlisi (Çin-Rusya-Tacikistan, Kazakistan, Kırgızistan) tam on yıl önce, 1996 Nisan'ında, işte bu koşullarda tarih sahnesine atılmıştı. |
Şanghay Birlikteliği
Şanghay'da bir araya gelen Çin Halk Cumhuriyeti-Rusya Federasyonu ve Ortaasya Cumhuriyetleri ortak tehlikeye karşı ortak mücadele kararı aldılar.
Şanghay Beşlisi'nin siyasal bildirgesi "dinci gericiliğe etnik bölücülüğü ve uluslar arası terörizme karşı birlikte harekete karar metniydi. Üç kötülük bölgenin istikrarının baş düşmanı ilan edildi. Kısa sürede kazanılan başarılar aynı tehlikelerin tehdidi altında yaşayan Özbekistan'ı da Örgüte çekti. Kurucu ülkeler aralarındaki sorunları barışçıl yollardan çözmeyi esas aldılar ve sınırlardaki asker sayısını karşılıklı olarak indirmeyi kararlaştırdılar
1996'da hayata geçirilen "Şanghay Ruhu" başarılı bir geçiş döneminden sonra 14 Haziran 2001'de Saint Petersburg'da "Şanghay İşbirliği Örgütü"ne dönüştürüldü. 2001 doruğunda devlet başkanları "Üç Kötülük"ün ve sınır sorunlarına çözüm arayışlarının yanı sıra siyasal alandaki işbirliğinin bir dizi ekonomik ve toplumsal anlaşma ile taçlandırılması konusunda birleştiler.
Yapılan anlaşmaya göre örgüt bundan böyle her yıl devlet başkanları düzeyinde toplanacak, dışişleri ve savunma bakanları kurulları devreye girecekti.
Olayların akış yönü "Şanghay Ruhu"nu güçlendirdi, Putin'in iktidara gelişinin ardından kendisini toparlayan Rusya, Çin'le ilişkilerini "stratejik ortaklık" düzeyine çıkardı, iki ülke askeri, siyasal ve ekonomik işbirliğine yöneldi.
Rusya ve Çin Şanghay İşbirliği örgütü ile ABD'nin Ortaasya'ya sızışını ve etki alanını genişletme çabasını sınırlandırırken, öteki dört Ortaasya ülkesi güvenlik ve istikrar arayışını güçlendirdiler. Bu süreç içinde Çin örgütün motoru olmayı sürdürdü.
5 Temmuz 2005'de yapılan Astana Zirvesi'nde ABD'nin Şangay İşbirliği Örgütü'ne üye ülkelerdeki (Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan) askeri üsleri boşaltmasının istenmesi kararlaştırıldı.
Şanghay İşbirliği Örgütü bölgesel alanda istikrarı sağlamakla kalmadı,
ABD'ye karşı arayış içindeki Avrasya'nın neredeyse tüm siyasal güçleri için bir çekim merkezi haline geldi. Moğolistan, Hindistan, Pakistan ve İran önce "gözlemci üye" oldular ardından İran ve Moğolistan "tam üyelik" için başvurdular.
Şanghay işbirliği Örgütü'nün bir başka özelliği, Asya'nın nükleer güçlerini çatısı altında toplamış olması. Çin ve Rusya'nın yanı sıra Hindistan, Pakistan ve İran'ın varlığı, ŞİÖ'nü dünyanın en caydırıcı birlikteliği haline getirdi. Rus Pravda gazetesi, Örgütün ilerleyen günlerde daha kapsamlı kararlar alacağını öne sürerken, İran'ın nükleer programı ile ilgili tartışmaların sürdüğü bir dönemde Doruğa dahil olmasının Amerikan Yönetimi açısından hiç de istenmeye bir durum olduğuna işaret etti. Asya ülkelerinin nükleer gücü çok kutuplu dünyaya geçişi kuşkusuz hızlandıracaktır.
Dünyanın ABD'den ibaret olmadığını kanıtlayan Şanghay İşbirliği Örgütü'nün önünün açık olduğunu herkes teslim ediyor.
ŞİÖ ve Türkiye Anakara dışında kalan belli başlı Asya ülkelerini birleştiren Şanghay İşbirliği Örgütü'nde gözler Türkiye'yi boşuna arıyor. Türkiye'nin siyasal yönetici kesimleri, çıkar odakları ve ne yazık ki emperyalizme kiralık aydınların gözleri Batı'dan başka bir şey görmüyor. Medya ufkunu sınırlandırıyor. Bunun tek İstisnası: Avrasya'daki tüm gelişmeleri büyük bir dikkatle izleyen Fethullahçılar. Bunlar Şanghay Örgütü'nün "dinci gericilik"e hem de ABD etkisine sınırlama getirme olasılığı yüksek önlemlerini kaygı ile izliyorlar. Şanghay Doruğu'nu "Asya devlerinin Zirvesi İran Tartışmasıyla Başlıyor" başlığıyla vererek olayı saptıran Zaman Gazetesi (15.06.2006) haberin içinde İran'ın ŞİÖ'ne üyelik talebinin, ABD'nin yanısıra Kırgız ve Kazak engeliyle karşılaştığını öne sürdü. İki gün sonra İran tam üyeliğe kabul edilince bakalım Zaman bu kez ne masallar anlatacak? Örgütün amaçları konusu da Fethullahçı medyada farklı anlatımlara konu oluyor Ortak bildiride özellikle altı çizilen "terör, bölücülük ve dinsel gericilik" ifadelerini Zaman'cılar ellerinden geldiği kadar yuvarlıyor, "dinsel terör" önermesini gizlemeye çalışıyorlar. Oysa dünya alem biliyor: Şanghay İşbirliği Örgütü'ne varan, Ortaasya'da baş gösteren "Üç Kötülük"le başlayan sürecin birinci kötülüğü "dinci gericilik" idi. Zaman Gazetesi bir yandan da başbakan RT Erdoğan'ın teşkilata ilgi duyduğunu, Rusya lideri Putin'den "ŞİÖ ile işbirliği için destek" istediğini, Putin'in teklifi "çok olumlu" karşıladığını iddia ediyor (15.06.2006) Zaman kendi verdiği haberi bir satır aşağıda kendisi tekzib ediyor. "ŞİÖ kuruluşunun ilk yıllarında Türkiye 'gözlemci üyelik" için başvurmuş ama bu başvuru kabul edilmemişti." |
AKP hükümetinin Avrasya'daki oluşumlar nezdinde zaman zaman nabız yokladığı, "beni de içinize alsanıza" diye mesajlar yolladığı biliniyor. Ancak Şanghay İşbirliği Örgütü'nün 1996'da ilk kez yayımlanan siyasal bildirgesinde açıkça ifade edilen "Üç Kötülük" anlayışı AKP'nin önünü kesiyor. AKP Şanghay Örgütü'ne ve Asya dünyasına o kadar uzak ki... Şanghay İşbirliği Örgütü'nün kuruluş amacının dolaylı olarak ABD'yi Ortaasya'nın dışında tutmak olduğunu dünya alem biliyor. Fethullahçılar'ın çok yakından tanıdığı ve hakkında kampanya yürüttüğü Özbek Cumhurbaşkanı Kerimov Şanghay'a varışında "artan tehditlerin teşkilatı daha önemli hale getirdiği"ni ifade ederken, yoksa Fethullahçıları mı kastediyordu?
Sonuç
Şanghay İşbirliği Örgütü'nün kısa sürede ulaştığı nokta, hem ABD'nin tek yanlı dayatmacılığına karşı güçlü bir mücadele seçeneği sunuyor hem de ABD'yi Avrasya'nın dışına itmeyi sağlıyor.
Türkiye'yi yönetenler ve özellikle AKP ülkeyi Avrasya'nın dışında tutmak, Batı'ya "çıpalamak" için uğraşıp duruyorlar. Ancak, hayat getirip dayatıyor."[5]
Amerika ve İsrail, Ortaasya'da, İslam'a susamış müslümanların, manevi ilgi ve ihtiyaçlarını istismar ederek, bölgedeki emperyalist hegemonyasının kurmak istiyor... Fethullahçıları da taşeron olarak kullanıyor ve kendilerine bazı imkanlar sağlıyor. Radikal şeriatçıları da bölge halkını ılımlı İslam'a razı etmek üzere, yine kendileri kullanıp kışkırtıyor.
Bizde ulusalcı geçinen bazı çevrelerin yanlışlığı ve yamukluğu da; bizzat islamın kendisini ve halkın dine yönelmesini tehdit ve tehlike saymalarıdır. Bu şaşkın ve şaşı yaklaşım ise, hem radikalcilere hem de ılımlı istismarcılara, mazeret ve meşrutiyet kazandırıyor ve müslüman halkı emperyalist odakların tuzağına itiyor. Bu kesimlerin, D-8 oluşumuna soğuk bakmaları da, hem kafa yapılarını, hem de samimiyet ayarlarını ortaya koyuyor.
[1]
Aksam / 18.9.2006 / Deniz Ülke Arıboğan[2]
Aydınlık / Emin Gürses[3]
Aydınlık / Teoman Alili[4]
Aydınlık / Deniz Yalçın[5]
Dr. Cüneyt AkalınBu yazarin diger makaleleri
< Önceki | Sonraki > |
---|