Reklam
Reklam
Reklam

SABAHATTİN ÖNKİBAR VE ADNAN OKTAR

Kullanıcı Değerlendirmesi: / 1
ZayıfMükemmel 

 

“Millet”lerin oluşmasında ve onların devlet ve medeniyete ulaşmasında, en birleştirici, belirleyici ve bilinçlendirici etkenin DİN olduğu tarihi ve bilimsel bir gerçektir. Bu nedenle Kur’anı Kerim’de, din ile Millet kavramı, birçok ayette aynı manada zikredilmiştir. Din ve Millet kavramı aynı zamanda “tabi ve tercih olunan bir hukuk ve ahlak sistemi etrafında halkalaşan topluluk ve onların ortak inancı ve hayat tarzı” anlamını da içermektedir.

“Sen onların milletine (Batıl dinlerine, ideolojilerine, Siyonist ve emperyalist hedeflerine) tabi (ve hizmetçi) olmadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar, kesinlikle senden razı olacak (ve hayırlı işlerinize destek sunacak) değildir” (Bakara: 120) ayeti bu gerçeği bildirmektedir.

Meşhur Batılı düşünür Bergson (1859 – 1941):

“Tarihte de, günümüzde de, gelecekte de; eğitimsiz ve bilimsiz, sanat ve sanayisiz, hikmet ve felsefesiz toplumlar olabilir, yaşayabilir. Ancak dinsiz bir toplumun bağımsız kimlik kazanması ve ayakta kalması mümkün değildir” diyerek bu gerçeği dile getirmektedir.

Benjamin Kidd’in ise:

“Din, insan topluluklarının düşüncelerini ve eylemlerini hem düzenleyen, hem de disiplinize eden en birinci etkendir” tespitleri oldukça önemlidir.

Prof. Dr. Necati Öner’in:

“Hak Din, her şeyi en iyi bilen, âlemleri yoktan var eden ve her şeye gücü yeten yüce Yaratıcıya ve Onun hatırına bütün mahlûkata karşı, insanların kendilerini sorumlu hissetmeleridir” demektedir.

Vahye dayanmayan din ve sistemler bile, beşeri ekiplerin kendi ideolojilerini ulvi güçlere büründürerek toplumu şekillendirme ve kontrol etme girişimleridir.

Bediüzzaman Hz.leri 1947 yılında dönemin CHP İçişleri Bakanı Hilmi Uran’a yazdığı mektupta; doğudan zuhur edecek ve Kürt gençleri etkileyecek bölücü terörizmi önlemek üzere:

“Doğru ve doyurucu şekilde, iman ve Kur’an hakikatlerini öğretmeye ve özendirmeye gayret etmezseniz, kesin bilgi ve belgelerle ispat ve ikaz ederim ki, (Kürtler) kahraman kardeşleri ve kumandanı (Devlet kurucusu, koruyucusu ve birlikte yönetici kadrosu) olan Türk Milletine karşı (Dış güçlerce) dehşetli bir nefret ve adavete sürüklenecektir. Küfrü mutlak (olan inkârcılık ve isyancılık) kaynaklı anarşiliğe mağlup (ve alet) olup, Âlemi İslamın son ve sağlam kalesi ve şanlı ordusu olan bu Türk Milletinin parçalanmasına sebebiyet verilecektir[1] şeklindeki tespitleri aynen zuhur etmiş ve milletimizin kaynaştırıcı mayası olan din bağı tahrip edildiğinden, ülkemiz bölünme aşamasına gelmiştir. Rahmetli Erbakan bu derin tahribatı tamir ve tedavi için imani, ahlaki, iktisadi ve siyasi tedbirler geliştirmiş, ama hem dış güçler, hem de işbirlikçi çevrelerce sürekli önü kesilmiştir.

Bediüzzaman gibi din âlimlerine ve İslami eğitim veren İmam-Hatiplere düşmanlık, aslında Milli birlik ve dirliğimize yönelik en büyük hıyanettir.

Üstat Said Nursi’nin:

“Biz Müslümanlar indinde (katında-nazarında) DİN ve MİLLET bizzat müttehiddir (ayrılmaz bir bütün oluşturmuştur) Belki (aslında) din, milliyetin hayatı ve ruhudur… Hukuk-u Umumiye (halkın genel hukuku ve huzuru) içinde hamiyeti diniyenin (Dini hassasiyet ve prensiplerin) esas alınması; hamiyeti Milliyenin (müspet milliyeçilik gayretinin) ise ona hizmetçi, kuvvet ve destekçi olması (halinde Milli birlik ve dirlik kurulur ve korunur)”

Özellikle şarkta (Doğu ve Güneydoğuda) vatanın ve milletin maslahat (ve menfaati) icabı, Ulum-i Diniye (dini ilimler ve manevi değerler) esas olmalı (İslam kardeşliği öne çıkarılmalı; dini ahlaki ve vicdani eğitim yapılmalıdır.) Aksi halde (aslen) Türk olmayan (Kürt- Arap, Laz, Çerkez gibi) Müslümanların, Türklere karşı hakiki kardeşlik (ve birliktelik) duyguları zayıflayacak ve manevi bağları kopacaktır”[2] tespitleri ise imani ve içtimai gerçeklerin ifadesidir.

Bugünkü Avrupa ve Amerika (Batı) medeniyetini Hıristiyanlık Kültürünün şekillendirdiğini kimse inkâr etmemektedir. Herhangi bir Batılı, Hıristiyanlık esaslarına, Dini kurum ve kurallara inanmasa bile, Onun kimliği, düşünce sistemi ve davranış biçimleri, yine de Hıristiyanlığın etkisindedir. Hatta Voltaire (1778) ve Nietzsche (1844-1900) bile bu Haçlı Batı kültürünün birer semeresidir.

Ruslar, Bizans üzerinden tanıştıkları Ortodoks Hıristiyanlık inancı sayesinde Millet olma ve devlet kurma şuuruna erişmişlerdir. Milyonlarca masum insanın katledilmesi ve Rotschild gibi Siyonist sermayenin desteklemesi sonucu gerçekleşen Komünist Devrim, Rusya’yı ruhsuz bir robota çevirmiş, ama bir insan ömrünü bile doldurmadan çürüyüp bitmiştir.

İşte İsrail; asırlar boyu çok farklı ülkeler ve kültürlerde yaşamalarına rağmen, onların kimliğini koruyan ve sonunda Filistin’de, bin türlü hile ve zulümle bir terör devleti kurmalarını sağlayan yine muharref Yahudilik Dini ve değerleridir.

Bunun en çarpıcı örneği ise bizim milletimizdir. Türkler fıtraten cesur ve Avrupa içlerine kadar kahramanca akınlar yapıp büyük imparatorluklar kurmalarına rağmen, kalıcı ve iz bırakıcı bir devlet sistemi ve medeniyet projesi geliştirememişlerdir. Türkler ancak İslamiyet sayesindedir ki, Hindistan ve İran’ı kapsayan devletler ve Anadolu’da Selçuklu, Osmanlı gibi cihan medeniyetleri kurabilmişlerdir. Şanlı Kurtuluş mücadelemizin ve Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin temel dinamiği de yine İslamiyet’tir. İslamiyet’ten nasipsiz Türklerin, Türklüklerini ve dillerini bile kaybettikleri tarihi bir gerçektir. Bu nedenle İslam düşmanlığı, hem dinimize, hem milletimize, hem devletimize, hem de ülkemize yönelik bir hıyanettir. Bazı Ulusalcıların ve Aydınlık yazarlarının çok sinsi ve kinci bir tavırla İslam’a ve onun şiarı (simgesi) olan Türbana, Kurbana ve Kur’ani kurallara saldırmaları ise, gizli niyetlerini ve kirli mahiyetlerini ele vermektedir.

Eski hızlı ülkücülerden olup şimdi ulusalcılığa terfi eden Sabahattin Önkibar, 26 Ekim 2012 tarihli Aydınlık’ta “Ciddi, gerçekçi ve güvenilir bir İslam dini düşüncesi bulunmadığı” izlenimi vermek için:

“Üç İlahiyatçı Profesöre, Borsa, Cem evi, Cariye ve Banka Faizi konusunda sorduklarına ayrı ayrı yanıtlar aldığını…

Türkiye Gazetesi sahibi ve Nakşi Hüseyin Hilmi Işık varisi Enver Ören’in bir zaman banka faizini haram görüp karşı çıkarken, sonraları helal görmeye başladığını…

Fetullahcıların Kelime-i Şahadet’ten “Muhammedün-Resulüllah” kısmını çıkardıklarını…

Seyyid Kutup ve Hasan El Benna’nın İslam’ı bir anayasa olarak tanıdıklarını… (Yoksa Belediye Encümen kararı mı sayacaklardı?..)

Sünni İslamcılığın mandacılığa ve emperyalist Amerikancılığa kılıf yapıldığını…

Sünnilerin bile kendi aralarında birkaç parçaya ayrıldığını…”

söyleyerek kendi kafa karışıklığını ve iman kısırlığını, bilimsel bir gerçekmiş gibi sunmaya çalışmaktadır. Oysa:

1-    Faize bulaşmaya zaruriyet ve mecburiyet şartları oluşturan kapitalist sistemlerde, Müslümanların dinen yasak kılınan banka faizine nasıl yaklaşmaları hususundaki ihtilaflar arızi ve geçicidir. Çünkü faizi haram bilmek 1.5 milyar Müslüman’ın ortak inancıdır.

2-    O şikâyet ettiğiniz ve örnek verdiğiniz; zulüm merkezleriyle uzlaşan ve din istismarıyla uğraşan bazı Süleymancı, Nurcu, tarikatçı ve Fetullahcı takımının maalesef tamamına yakını, hep sizin de arka çıktığınız ve yalakalığını yaptığınız sağcı ve Amerikancı partilere destek çıkmışlardı…

3-    Ve dikkat! Bunların hiçbirisi, her ne hikmetse, aynen sizin gibi, Erbakan’a ve Milli Görüş davasına hiç katılmamışlardı!?.

4-    Kur’an klasik anlamıyla, hak ve sorumlulukların, suç ve cezaların, devlet kurum ve kurallarının madde madde ve sıra halinde yazıldığı bir anayasa kitabı değildir. Ancak, Müslümanların her asırda, kendi inançları, ihtiyaçları ve amaçları doğrultusunda ve çağdaş standartlara uygun olarak hazırlayacakları anayasaların ve ortak hayat tarzının, elbette temel kaynaklarından biri de Kur’andır. Böyle inanmayan, zaten ya açık kâfirdir veya gizli münafıktır. Bu nedenle Seyyid Kutub’u ve Hasan El-Benna’yı “İslam’ı anayasa olarak benimsemekle” suçlamak, ahmaklık ve saçmalık değilse, mutlaka inkârcılıktır.

Halbuki Allah’ın varlığı ve Ahed (bir ve ortaksız) olması, her şeyi bizzat yaratması ve kontrol altında tutması, mükemmel esma ve sıfatları, kudret ve sanatı; Hz. Peygamberin örnek ve yüksek ahlakı; namaz, oruç, zekat, hac gibi farz ibadetlerin zamanı, uygulanışı ve makbuliyet şartları; cinayet, zina, içki, kumar ve domuz eti gibi kötülüklerin haramlığı; temel insan haklarının korunma ve saygı duyulması, şeytani ve zalim güçlere karşı uyanık olunması ve her türlü savunma tedbirlerinin hazırlanması, Müslümanlarca adil devletler ve görkemli medeniyetler kurulması gibi konularda ve yine EZAN, KURBAN, TESETTÜR ve TÜRBAN benzeri şeairi İslamiye (İslam’ın şiarı-tanıtıcı ve hatırlatıcı simge ve alametlerinin) önemi ve anlamı hususunda, dünya nüfusunun dörtte birini oluşturan ve 1.5 milyarı aşan Müslümanlar arasında hiçbir ayrılık, farklılık ve aykırılık bulunmamaktadır. Sadece;

a-    Bazı ibadetlerin uygulanış biçimindeki cüzi başkalıklar ve farklı iklim kuşaklarında ve ayrı koşullardaki müminlere sağlanan elastiki kolaylıklar

b-    Gayrı İslami dönem ve düzenlerde, bazı mazeret ve mecburiyetler gereği, devletin uyguladığı ve serbest bıraktığı banka faizi gibi olgulara nasıl yaklaşılması konusundaki tartışmalar

c-    Ve yine kimisi safiyet ve gayretle, kimisi de kötü niyet ve hıyanetle, bazı İslami hizmet ve hareketlerce Siyonist ve emperyalist odaklarla uzlaşmalar, asla umumi ve daimi durumlar olmayıp, hususi, cüzi ve geçici arızalardır.

Sn. Sabahattin Önkibar’ın, bu hususi ve istisnai örnekleri genel ve temel gerçeklermiş gibi gösterip, okurlarına “Kalıcı ve kapsamlı değişmez kaideleri belli, tek ve örnek bir İslam yoktur; Müslümanlık kimin neye inanacağı ve nasıl davranacağı konusunda şaşkınlık ve karmaşa yaşanan bir din konumundadır” kanaatini yerleştirmeye çalışması, ya bir yazar ve yorumcu için çok ayıp sayılacak bir (cehalet) bilgi noksanlığındandır veya kasıtlı ve hesaplı bir din tahribatıdır.

Sn. Önkibar’a ve aynı kafadaki Ulusalcılara hatırlatalım:

İslam’ın doğru anlaşılması ve hurafelerden arındırılması için, dönemin en yetkin âlimlerine Kur’anı Kerimi ve Buhari’nin Hadis kitabını Türkçemize tefsir ve tercüme ettirecek kadar samimi bir Mü’min olan rahmetli Atatürk’ün şüpheli ve şaibeli ölümünden sonra uydurulan ve zorla uygulanan Dinsiz Kemalizm safsatasının devlet eliyle ve barbarlık derecesinde bir zulümle tatbik edilmesine ve İslam’ın kökünün kurutulmak istenmesine rağmen, hala aziz milletimizin çok kahır ekseriyetinin yüce Dinimize sadakatle bağlı kalması bile, İslamiyet’in sağlam ve şaşmaz inanç esaslarının, ortak ve mutlak kurallarının en kesin kanıtıdır. Bunun gibi, Sovyet Rusya’da 70 yıl, her türlü gaddarlık ve ahlaksızlıkla uygulanan Komünist rejimin bütün tahribatına rağmen, Türkî Cumhuriyetlerde ve Kafkas ülkelerinde İslam ruhunun ve iman şuurunun bir türlü boğulamaması ve yeniden filizlenip boy atması, Yüce Dinimizin bir mucizesi sayılmalıdır. Siyonizm’in sol kolu olan Komünizme ve Varşova birliğine karşı danışıklı dövüş için kurulan ama Sovyetlerin dağılması ile resmen İslam’ı düşman sayan Şeytan Orduları NATO’nun ve diğer çağdaş Firavunların dışarıdan, bir takım münafık ve masonik figüranların ise içeriden hücumları bile İslam inancını ve Allah yapısı esaslarını sarsamayacaktır. Ve Kur’an mucize olarak 1440 yıldır “Münkirler, Müşrikler ve Mücrimler istemese de Allah nurunu tamamlayacak ve insanlık İslam’ın hayat düsturlarıyla huzura kavuşacaktır” buyurmaktadır. Nasipsiz beyinlerin üfürmeleri ve tükürmeleri, hakikat güneşini söndürmeye yeterli olmamıştır, olmayacaktır.

Ve yine Aydınlık yazarlarından ve Ulusalcı azgınlardan Özdemir İnce, 3 Mart 1924 tarihli 429 sayılı yasa ile, Genel Kurmay Başkanlığını ve Diyanet İşleri Başkanlığını aynı günde ve birlikte kuran Mustafa Kemal’in bu haklı ve hayırlı girişimini bir türlü içlerine sindiremediklerini:

“Cumhuriyet, camiyi, kışlayı ve okulu, asker, siyaset ve din adamlarının saldırılarından korumak için Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurdu, imam-hatip okullarını açtı. Amaç, aydın din adamı yetiştirmek, din ve toplumu siyasete bulaşmış cahil din adamlarının şerrinden korumaktı. Ama başarılı olamadı. Demek ki aydın din adamı yetiştirmek mümkün değilmiş. Hayal kırıcı ve tehlikeli gerçek!”[3]

sözleriyle kusmaktaydı. Bu marazlı İslam düşmanlarına göre, “aydın din adamı yetiştirmek imkansızmış..!” Bütün din adamları karanlık kafalıymış..! 83 bin camisi, 97 bin din görevlisi, yaklaşık 5 milyarlık bütçesi ile Diyanet İşleri Başkanlığı, “İslami papalık” mış! Cami vaazları ve din adamları dolaylı ve dolaysız Cumhuriyet yıkıcılığı yapmaktaymış!.. yani adamların bütün hıncı ve kıcıklığı, İslam’a ve Kur’anadır. Ama bazı ulusalcılar bunu açıkça ortaya koyamamakta, kancıkça saldırmaktadır. Bu nedenle bunlar, Müslüman halkımızdan asla yüz bulmamakta, marjinallikten kurtulamamaktadır. Acaba Atatürk; “İslamın gericiliğin kaynağı olduğunu ve Diyanet İşleri Başkanlığının Cumhuriyetin temellerine dinamit koyacağını” fark etmeyecek kadar ferasetsiz ve bilgisiz biri oldukları veya Müslüman halkımızı avutup oyalamak üzere riyakârlık ve sahtekârlık yaptıkları için mi Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuşlardı, yoksa yozlaşmış tarikat ve cemaatler elinde din bir istismar ve suiistimal aracı olarak kullanılmasın diye ve samimiyetle inanmış bir mümin kimliği ile mi böyle davranmıştı? Böylece bunların Kemalizm diye, Darwinizmi ve dinsizliği savundukları ve Atatürk istismarıyla art niyetlerini saklayıp ateizmi bilim diye yutturmaya çalıştıkları da ortaya çıkmaktaydı.

Karl Marx’ın “Hegel’in Hukuk Felsefesinin eleştirisine katkı” kitabında:

“Din (Allah) insanı yaratmamıştır, aksine insanlar dini (ve Allah’ı) icad edip ortaya çıkarmıştır. Din, halkların afyonu (uyuşturma aracı)dır”

Safsatasını savunan ve AKP’nin dini istismarını ve Milli tahribatını bahane ederek İslam’a saldıran Özdemir İnce, hızını alamayıp, Cüneyt Ülsever’in uydurduğu Mesut Yılmaz’ın da Meclis’te tekrarladığı “Necmettin Erbakan, İmam-hatipler bizim arka bahçemizdir” iftirasını anımsatıp rahmetli Hoca’ya sataşmaktaydı.

İslam’a ve Müslüman halkına böylesine kindar muhalifleri varken, toplum “dindar” görünümlü ve ABD güdümlü AKP’ye dört elle sarılmayacaktı da ne yapacaktı?

Adnan Oktar’ın Tutarsızlıkları!

Konuşma ve yazılarında sürekli “Kur’an ahlakı-İslam ahlakı” kavramını kullanan ve sanki “KUR’AN AHKÂMI ve İslam hukuk nizamı” yokmuş veya lüzumsuzmuş imajı uyandıran ve bu yaklaşım tarzının nedenlerini bir türlü açıklamayan Adnan Oktar, Kurban Bayramı 2. ve 3. günleri akşamı A9 Tv. Programında, yine tutarsız ve yakışıksız tavırlar sergilemişti. İman ve yaratılış hakikatleri; insan, tabiat ve kâinatın hayret verici dengeleri, Yüce Rabbimizin harika sanatı ve hikmet eserleri, Mehdiyet Medeniyetinin önemi ve gerekliliği, İslam inanç ve ahlakının güzelliği ve cahiliye mantığının çirkinliği, siyonizmin gerçeği ve şeytani düzeni konularındaki kitaplar ve belgesel yapıtlar ne denli önemli, ilmi ve sevindirici ise, işte bu yersiz ve seviyesiz tavırları da o denli itici ve tedirgin ediciydi.

“Dört beş sene öncesine kadar kimse Türk-İslam Birliğini ağzına almazdı, şimdi çok şükür AK parti iktidarının da dirayetli ve basiretli gayretleriyle bu hedef gerçekleşme yolundadır” diyerek, Kırk yıl öncesinden; Birleşik İslam Paktı, İslam Dinarı, İslam Ortak Pazarı, İslam Savunma Teşkilatı, İslam İlim ve Kültür Anlaşması gibi tarihi ve talihli projeleri ortaya koyan, bunların ilmi ve siyasi programlarını hazırlayan ve nihayet D-8 girişimiyle fiilen gerçekleştirmeye başlayan Erbakan Hoca’nın gayretlerini yok sayan yaklaşımlarını…

“İsrail’deki zavallı Yahudiler, zorba ve saldırgan Filistinli Müslümanlar yüzünden öylesine ürkütülmüş ki, siz bir şey anlatmak için elinizi havaya kaldırdığınızda, onlar korkusundan silaha davranıyorlar…

Bosna-Hersek’teki yobaz Müslümanlar da, Sırpları kâfir diye suçlayıp-dışlayıp hırçınlaştırdılar ve sonunda onların kahrına ve katliamına uğradılar…” gibi gerçekleri ters yüz eden tahrifatlarını…

Kendi televizyonu bile defalarca, Burma Müslümanlarının dramını ekrana taşıdığı halde, bu gelişmelerden ve Komünist Budist cuntanın vahşetinden tamamen ilgisiz ve bilgisiz bir eda ile:

“Hayret, Arakandaki bu cinayetleri ne zamandan beri ve ne cüretle yapıyorlar? Bana geniş bir rapor hazırlayın bakalım… Türkiye oraya bir tabur asker gönderse kaçacak delik ararlar… Burma cuntasına Çin destek veriyorsa hemen Büyükelçiliği ile görüşüp uyaralım. Bu zulümlere son vermemeleri halinde ticari ilişkilerimizi askıya alacağımızı hatırlatalım… Şu Bangladeşliler niye Arakanlılara kucak açmıyorlar, ihtiyaçları varsa, söylesinler hemen yardım yollayalım, kıllık yapıp durmasınlar!.. O Burmanın bunak ihtiyarını da uyarmak lazım. Bu konuda (AKP) hükümet yetkilileriyle de özel bir görüşme ayarlayalım” şeklinde; sanki T.C Devleti ve AKP hükümeti kendi emrindeymiş ve Çin yönetimi Adnan Oktar’ın bu tehditlerinden hemen tırsıp hizaya gelecekmiş gibi kendisini gülünç duruma düşüren Donkişotvari çıkışlarını… ve ardından;

“Yahu hakikaten oraya aynen Kore’deki gibi, bir alay göndersek ve Müslümanlara zulmeden cuntaya haddini bildirsek iyi olmaz mı?”

Tarzında, bütün dünyanın manevi ve yetkili görevlisi ve beklenen Mehdisi havasıyla ve sırıtan bir riyakârlıkla hayali ve hamasi talimatlar yağdırırken, birden bire bu en ciddi ve yürek ezici meselelerin hemen ardından sululaşıp, aşırı makyajlı, boyalı-cilalı, göğüslerine kadar açık ve kabarık, ten renginde ve bütün vücut hatlarını belli edecek şekilde ve ilk bakışta çıplakmış hissi veren taytlarıyla cazip kızların kazip tavırları eşliğinde şarkılar mırıldanmaları ve şehvet tahriki laflarına “şefkat” kılıfı takmalarını,

“O narcılar (nurcuların bir kısmını kast ediyor) yok mu, o yalancı sahtekârlar, domuz gibi kokuyorlar, her türlü alçaklığı yapıyorlar…” şeklindeki, değil bir bilge insanın, değil bir din ve dava adamının, sıradan bir sokak kabadayısının bile ağzına almayacağı argo laflarını…

“Bakınız, ne dediysem aynen çıkıyor… Ne tavsiye etsem hemen yapılıyor…” diyerek velayet taslamaları ve keramet satmalarını görüp dinleyince:

Harun Yahya ve Cavit Yalçın imzalı, kâinatın yaratılış sırlarını ve İslami ahlak esaslarını en güzel ve mükemmel şekilde anlatan yapıtları… ABD ve AB’yi güdümüne alan; ekonomik, siyasi, kültürel, askeri ve teknolojik yönden şeytani plan ve kurallarıyla BM, NATO, IMF, Bilderberg, CFR gibi küresel kurumlarıyla Gizli Dünya Devletini kuran Yahudi Siyonizm’ini ve zulüm düzenini belgeleriyle ortaya koyan o ilmi ve gerçekçi kitapları Adnan Oktar’ın kendisinin yazmadığı ve yazamayacağı gibi hatta bunların büyük kısmını hiç okumamış ve anlamamış olduğu gerçeği bir kez daha ortaya çıkmaktaydı.

Ama bu hizmetlerin Onun ismi ve çevresi eliyle yaptırılması bile bir insan için elbette büyük bir şeref ve sevap fırsatıydı… Pek iyide, bu sevap ve saygınlığını ille de boşa çıkarmak, mide bulandırmak ve hakkında suizan oluşturmak zorunda mıydı? Biraz daha ağır, oturaklı, itimat ve itibar kazandırıcı olamaz mıydı? Yoksa kendisini her türlü ikaz ve ihtardan müstağni ve masum mu saymaktaydı?

Ve yine soralım; Sn. Adnan Oktar A9 kanalında “büyük İslam âlimi” olarak övdükleri Üstat Bediüzzaman Hz.leri ve Milli Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi Beyefendi gibi zevatın “ŞERİAT, TESETTÜR VE ADAB-I MUAŞERET” konularındaki kanaat ve uyarılarını hiç okumazlar mıydı? Bu tavırlarını Muhterem Mehmet Şevket Eygi’ye sorsalar acaba nasıl bir yanıt alacaklardı? Evrim teorisinin sahtekârlığını, yaratılış atlası harikasını, İslamın sağlam inanç ve ahlak esaslarını özellikle okuyan ve araştıran kesimlere anlatırken, itimat ve itibar telkin edecek şekilde temiz ve güzel giyinmek elbette lazımdı, ama bu işi abartıp cılkını çıkarmak ve din düşmanlarının eline koz sunmak, hangi mantık ve maksatlaydı.

Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, bu hususta yeterli bilgisi ve belgesi var ki, özellikle AKP kurmaylarını, bürokratlarını ve iş adamlarını, “seviyeli ilişki mi dediniz”[4] başlıklı yazısıyla “gizli ve kirli seks ilişkileri” konusunda uyarmıştı. Dilipak; uyduruk ve geçici (Muta gibi) nikâhlar kıyılarak, hocası ve şahitleri hazır bulundurarak lüks otel odalarında veya özel kiralanmış irtibat bürolarında “sekreter(!) makamında, herkesin zevkine uygun esmer, sarışın, çarşaflı türbanlı kiralık kadınlarla ilişkilerin kasetlere çekilmesi ve gerektiğinde medyaya servis edilmesi tehlikesine karşı, dindar taraftarlarını dikkatli olmaya çağırmıştı!

Zinaya meşruiyet kılıfı geçirmekten başka bir şey olmayan bu tür ahlaksızlığın, özellikle AKP’lileşen zengin ve etkin kesimlerde yaygınlaştığı ve her türlü etiksizliğe “dini etiket”ler yapıştırıldığı bir süreçte, imani ve ahlaki konulara ağırlık veren bir Tv’nin ve görevlilerinin kadın-erkek münasebetlerinde ve kılık-kıyafet seçiminde daha seviyeli ve dikkatli davranmalarını beklemek duyarlı her Müslüman’ın hakkıydı.

“Kahramanlık taslarken hırsızlığı açığa vuran kıpti” misali, Abdurrahman Dilipak’ın “özellikle bizimkilere sesleniyorum” çağrıları, bunların hangi melanetlere bulaştığının ve sapkınlığın hangi merhaleye ulaştığının ispatıydı…



[1] Bak: İsmail Çolak / 31 Ekim 2012 / Zaman

[2] Bak: Kürt Meselesinin Açılımı / Nesil Yay. 2009

[3] 2 kazım 2012, Aydınlık

[4] 4 Kasım 2012, Akit


Bu yazarin diger makaleleri

Allah (cc), Haksız ve Hayırsız Ampul Balonları Şişirip Parlatır, Ama; EN ŞA’ŞAALI[1]...
Devami
AK Parti'nin sivil anayasa taslağını hazırlayan Prof. Dr. Ergun Özbudun...
Devami
  Erdoğan’ın izinde olduğu Özal darbecilere kalbi şükranlarını sunmaktaydı! Başbakan Erdoğan'ın sık...
Devami
Mustafa Kemal'in, hem Milli Mücadelede başarı şansını artırmak, hem de Lozan...
Devami
AKPNİN KÜRESEL SÖMÜRÜ TALANI  VE  MHPYİ EHLİLEŞTİRME PLANI!
  AKP'NİN KÜRESEL SÖMÜRÜ TALANI VE MHP'Yİ EHLİLEŞTİRME PLANI!            Erdoğan İktidarı Küresel Sömürü...
Devami
05 ARALIK 2009 – Saat: 17: 00 / Balgat –...
Devami

Makale Paylaşım Sayısı: 3510

Yorum ekle

Yazdığınız her yorumla birlikte IP adresinizin kayıt edildiğini ve Türkiye Cumhuriyeti hukuk kurallarına aykırı, iftira ve genel ahlaka aykırı tarzda yorumlarınızdan hukuken ve vicdanen sorumlu tutulacağınızı tekrar hatırlatırız...


Güvenlik kodu
Yenile

SON YORUMLAR