YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
660651b443e11
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 5 8 8
Bugün : 9858
Dün : 16551
Bu ay : 405066
Geçen ay : 338123
Toplam : 22731016
IP'niz : 44.195.23.152

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Yürütülen FETÖ operasyonlarında, fırsatçıların iftira silahı, mağdurların ahını artırmakta, giderek çoğalan mazlumların feryadı Arşa dayanmaktaydı… Kimilerinin intikam duyguları kabarmış, kimilerini iftiraya uğrama kuşkuları bunaltmış, kimileri “kendilerini gizleme, rakiplerini temizleme” kurgularıyla şeytanlığa başlamıştı. Mağdurların bu denli arttığı hiçbir dönem, huzurla kapanmamıştı. Üstelik Sn. Erdoğan da, suni de olsa bir mağduriyet edebiyatıyla iktidara taşınmıştı.

FETÖ ile Hükümetin arasının iyice açıldığı Dershane Kavgaları’ndan itibaren defalarca ve ısrarla hatırlatmıştık: ABD ve CIA himayesinde açıkça Dinimize ve Devletimize aykırı hıyanetlere karışan, hatta Hırant Dink olayındaki gibi cinayetlere bulaşan üst düzey FETÖ’cü kadrolarla ve çete elemanları mutlaka ayıklanmalı ve cezalandırılmalıdır; ancak dini bir gayretle, Milli ve manevi hizmet niyetiyle bir şekilde bu cemaate girmiş ve destek vermiş olan polis, öğretmen, işçi, işveren, ticaret ehli, öğretim görevlisi, serbest meslek sahibi kimseler toplu mağduriyete uğratılmamalıdır. Hatta Türkiye’deki ve yurt dışındaki farklı statüdeki okullar ve dershaneleri kapatmak yerine, karanlık ve kiralık ajanlardan kurtarılması ve kontrol altına alınıp hayırlı ve yararlı istikamette kullanılması gerektiğini vurgulamıştık. Bütün istihbarat teşkilatları, yüzlerce danışmanları ve özel bilgi kaynakları ellerinde ve emirlerinde bulunan koca Cumhurbaşkanlarının, Başbakanların ve Bakanların bile aldatılıp kandırılması bir mazeret sayıldığı halde, sıradan ve sade vatandaşlarımızın, yoğun propagandaların hatta bizzat iktidarın destek çıkmasının etkisinde kalarak, bu hıyanet ve cinayet şebekesinin iç yüzünü bilmeden, tamamen safiyet ve iyi niyetle bazı hizmetlere katılmış veya arka çıkmış insanları, asla güvenilmez ve affedilmez terörist sayıp, işinden gücünden atmak, şeref ve haysiyetini karalamak, çoluk çocuğunu aç ve sefil bırakmak, ne vicdan ve adaletle, ne de devlet şefkatiyle asla bağdaşmamaktadır.

Sonunda Sn. Erdoğan da bunun farkına varmış olmalı ki Çin dönüşü uçakta “FETÖ operasyonlarında ‘at izi, it izine’ karışmıştır” itirafında bulunmuşlardı. Ve Sn. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Başbakan Binali Yıldırım’a talimatı verip FETÖ üyesi diye yanlış ihbar nedeniyle işten atılanların görevlerine dönebileceğini vurgulaması olumlu bir adımdı.

Ancak FETÖ’ye sempatizan olanların bile işe alınmayacağı, emeklilik tazminatlarını alamayacağı tartışılmaktaydı. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından FETÖ operasyonlarında özellikle kamudan atılan ve açığa alınanlardan terör örgütüyle ilişkisi olmayanların mağdur edilmemesiyle ilgili çalışma başlaması olumlu bir adımdı. Bu konuda çok sayıda şikâyet olması ve ileride doğuracağı hukuki sonuçlarının karşılanmasında güçlükler yaşanacağına ilişkin değerlendirmeler üzerine, 3 aşamalı mağduriyet planı yapılmıştı. Örgüt üyesi olmak, yardım ve yataklık yapmak kapsamında, 17/25 Aralık’tan sonra Bank Asya ve Paralel Yapı’nın diğer şirketlerine parasal katkı sağlamak, FETÖ’nün sendikaları ve derneklerinde yönetici veya üye olmak, ByLock ve benzeri özel şifreli yazışma programını kullanmak, Kimse Yok Mu Derneği’ne bağışta bulunmak, Emniyet, MİT ve MASAK raporlarına girmiş olmak, kapsamlı sosyal medya taramalarıyla ortaya çıkmak, örgütün sivil toplum kuruluşları adı altında sohbet ve toplantılarına katılmak ve halâ eleman toplamak, doğal akış dışında kısa sürede terfi etmiş veya özel görevlere getirilmiş olmak, örgüte ‘himmet’ adı altında para aktarmak, güvenilir ihbarlar ve itiraflarla suçlu bulunmak, takip ettikleri sitelerin incelemesinden elde edilen karanlık verilerle yakalanmak, FETÖ üyesi şirketlerin normal olmayan işlemlerini yapmak, yapanları koruyup kollamak, yargıda ve emniyette örgüt lehine hareket ettiği tespit olunmak, Paralel Yapı’nın ev ve yurtlarında yetişip de sonraki yıllarda fiilen militanlık yapmak, işyerinde diğer çalışanlardan, tanıyan komşularından alınan ciddi ve gerçekçi bilgilerle suçüstü yakalanmak gibi durumlar sonucu, hukuki soruşturmalar ve adil yargılamalar neticesinde verilen cezalar dışında, insanların bu denli mağdur edilmeleri sosyal ve siyasal patlamalara yol açacak yanlışlıklardır. Bu arada Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in, Fetullahçı Terör Örgütünün (FETÖ) toplumdaki 3 açığı kullandığını söylemesi de önemli bir itiraftı. Bu açıkların: 1- Eğitim boşluğu, 2- Maneviyat doyumsuzluğu, 3- Güç ve itibar arzusu olduğunu açıklaması bir özeleştiri olarak okunmalıydı. Olağanüstü Hal kapsamındaki Kanun Hükmünde Kararnamelerle ve çeşitli ihbar ve şikâyetlerle tutuklanan işinden atılan ve büyük ölçüde mağduriyete uğratılan on binlerce kişiler, şirketler, dernekler ve kesimler, yarın farklı hukuki dönemler, değerlendirmeler ve denklemler oluşuverildiğinde, iktidarın başını ağrıtacak girişim ve gelişmelerde birer istismar aracı olarak kullanacakları da unutulmamalıdır. Ve hele sadece yandaşı değil açıkça PKK militanı gibi davranan HDP küstahlarına gösterilen müsamahanın onda birini bunlardan esirgemek ne hukukla ne ahlakla bağdaşmamaktadır.

Hüseyin Gülerce bile uyarmaya başlamıştı!

Hatta koyu Erdoğan yalakası ve Star gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce bile, artık FETÖ ile mücadelede adaletin terazisinin şaştığını yazmıştı. FETÖ operasyonlarındaki haksızlıklara isyan giderek kabarmaktaydı. Cumhurbaşkanlığı Kurumsal İletişim Başkanı Mücahit Küçükyılmaz’ın “15 yıldır tanıdığım, ‘o gece’ tankın önüne yatan, FETÖ düşmanı Oktay Kılıç’ın evi FETÖ’den aranıyorsa, bu operasyon ‘bize’ dönmüş demektir!” tweeti oldukça anlamlıydı. İşte bu eleştirilere Hüseyin Gülerce de köşesinden katılmış ve “Bir de rızık endişesi ile FETÖ kurumlarında çalışmış, ama bu yapıya destek çıkmamış, geçmişte bir şekilde bunlarla teması olmuş ama 25 Aralık’tan sonra ilişiğini kesip ayrılmış olanlar var. İşte adaletin terazisi burada hassas terazi olmak zorundadır. Kuru ile yaşı ayırma adına bu kategoridekiler için tutuksuz yargılamayı esas almak şarttır” uyarısını yapmıştı.

“Bazen birkaç gün hiçbir şey yemediğim olurdu. Günlük uyku saatim de iki saati geçmiyordu. Benim ilk Kur’an hocam annem Refia Hanım’dır. Kendi anlattığına göre bana dört yaşımda Kur’an okumayı öğretmiş. Bir ay içinde de hatmettiğimi söyledi. Ben, hatmettiğimi hatırlamıyorum. Ancak bütün köylüye yemek verdiler. Birisi bana “senin düğünün oluyor” dedi, ağladım. Unutamadığım bir hatıram da şudur. Bir gece yatmak istediğimde baktım ayağımı arkadaşlardan birine doğru uzatmam gerekiyor; saygısızlık olur düşüncesiyle ona doğru ayağımı uzatmadım. Diğer tarafta kitaplarımız duruyordu. Kitaplara doğru da ayaklarımı uzatmam mümkün değildi. Beri taraf kıbleye denk geliyordu. Ayağımı uzatabileceğim tek yön vardı; orası da Korucuk istikametini gösteriyordu. Ve ben babam Korucuk’ta olabilir ve ona karşı saygısız olurum düşüncesiyle o tarafa da ayağımı uzatamadım. Böylece sabahlara kadar oturup kaldığım çok olmuştur” gibi çoğu abartma ve uydurma sözlerle kendi reklamını yapan, kerametlerini anlatan; “Seher vakti ümmeti Muhammed’e dua etmek üzere kalktığı bir gece de binlerce sessiz uçağın, bulunduğu evin etrafında dolaşıverdiklerini, hayret ve dikkatle gözleyince içlerindeki manevi ve ruhani varlıkların Fetullah’ın yaptığı dualara ‘Amin!’ dediklerini” anlatıp insanları manevi etki altına alan… TUSKON’a bağlı Florya İşadamları Derneği’nde ele geçirilen belgede 13 Ekim 2015 tarihli himmet toplantısına katılan işadamlarının isimlerinin yer aldığı listede 18. sırada ‘Peygamber Efendimiz’ yazacak kadar azıtan… Ama bir yandan da, çoğu Kur’an ahkâmını ve İslam ahlakını alay konusu yapan Levent Kırca’nın “Olacak O Kadar” programını hiç kaçırmayan ve izlerken gülme krizine tutulan, saygınlığı zedelenmesin diye gülme krizine girdiğinde odadan hemen ayrılıp çıkan… Üstelik tam bir taklit ve şaklabanlık ustası olan, insanları jest ve mimikleriyle taklit etmekten hoşlanan, rüşvetle iş görmeye ve sorunları kolayca çözmeye pek yatkın olduğu yakın çevresince açıklanan böylesine karmaşık ve karanlık bir ruh sefaletine ve “manevi yetkili” rolüyle insanları etkileme meziyetine sahip bir şarlatanın safsatalarına kanmış, sadece manevi heyecan ve dini hizmet amacıyla bu şebekeye katılmış insanların tamamına hain ve terörist muamelesi yapmak toplumda çok daha derin bir travmaya yol açacaktır.

Hatırlayınız; Yıl 1965… Vatikan’da Papa 6. Paul üçüncü bin yılın hedefini şöyle açıklamıştı; “Asya Hıristiyanlaştırılacaktır’’. Aynı yıl Vatikan’da Dinler arası diyalog kavramı ortaya koyan bir belge yayınlanmıştı. O güne kadar dışlanmış olan İslam’a Vatikan kapıları açılacaktı. Birçok diyalog komisyonu, araştırma merkezleri, medya kuruluşları faaliyete geçirilecek Müslüman gençler hedef alınacaktı. Öylede yapıldı. Yıl 2000… İktidarda DSP, MHP ve ANAP koalisyon hükümeti vardı. Turizm Bakanı Erkan Mumcu zamanın Şanlıurfa Belediye Başkanı Ahmet Bahçıvan’ı Ankara’ya çağırdı ve “Dinler ve Kültürler Parkı Projesi”ni gündeme taşıdı. Projenin tarihi “İnanç Turizmi” yılı ilan edilen 2000 yılıdır ve bu tarih Vatikan’ın Avrasya’yı Hıristiyanlaştırma bin yılı ilan ettiği 3’üncü bin yılın başlangıcıdır. Bakan Mumcu, Belediye Başkanı Bahçıvan’a, proje için dışarıdan 20 milyon dolar para geleceğini hatırlattı. Projeye göre, Şanlıurfa’nın göbeğine bir sinagog ve kilise yapılacaktı. Bahçıvan, Bakan Mumcu’ya “Urfa’da Yahudi yok ki!” diyerek projeyi onaylamamıştı. Bahçıvan, sonraki görüşmelerde, “projeden Sinagog ve kiliseyi çıkartın onaylayalım. Eğer proje, iddia ettiğiniz gibi turizm amaçlıysa, eski yıkılmış kiliseleri onarın” deyince, Bakanlıktan projenin ve kaynağın sahibini de ele verecek şekilde: “Sinagog yoksa para da yok!” yanıtını almıştı, çünkü bu projeleri Yahudi Lobileri hazırlamıştı.

DSP, MHP ve ANAP koalisyonda yürütülen dinler arası diyalog, AKP hükümeti tarafından resmi Devlet politikası yapılmıştı. AKP’nin ilk kurduğu hükümette, diyanetten sorumlu olarak atanan Prof. Dr. Mehmet Aydın; Fetullah Gülen’e bağlı diyalogcu bir insandı. Mehmet Aydın bakan olmadan önce 1998 yılında Ankara Hilton’da Diyanetin düzenlediği II. Din Şûrasında konuşmacı olarak katılmış ve konuşmasında Ben Avrupa’ya gittiğimde kiliseye çok giderim. Büyük zevk duyuyorum” itirafında bulunmuşlardı. 1998 yılında böyle bir konuşma yapan akademisyeni, ilk kurulan AKP hükümetinde Bakan yapılması da mı kandırılmaktı?

“Hadi tabandaki hipnozla uyutulmaya müsait sıradan insanları anladık. Lakin profesörler, generaller, işadamları, doktorlar, mühendisler nasıl oluyor da FETO’ya kayıtsız şartsız biat ediyorlardı?” sorusuna yıllarca bu yapının içinde kalmış Hüseyin Gülerce gibiler şöyle yanıtlamaktaydı:

a) Gülenistlerin çoğunun ortaokul-lise çağlarından itibaren, FETO’nun gerçekten “Seçilmiş Kurtarıcı-Mehdi”, ya da “Beklenen Salih Zat” olduğuna iman ediyorlardı. Onun, her konuyu Peygamberimizle istişare ettiğine, doğrudan -tövbe hâşâ- Allah’tan gelen emirlerle hareket ettiğine kanıyorlardı. Hatasız yaşadığını, her şeyin doğrusuna sadece Onun ulaştığını, şimdiye kadar hiç yanılmadığını kabul ediyorlardı. Sorgulamıyorlar, eleştirmiyorlar, sadece tabi ve teslim oluyorlardı.

b) FETO’ya iman etmede en tesirli hipnozcular; “abiler, ablalar” sistemi içindeki itaatkâr köleler takımıydı. Vicdanını, aklını ve iradesini FETO’ya teslim etmiş bu adamlar (mankurt, zombi, kurşun asker, uyur-gezer ne derseniz deyin) yapı içinde en fazla gaza gelenler, en fazla gaz verenler olmaktaydı.

c) Makam menfaat duygusu ağır basmaktaydı. Dışarıda bir işe yaramayacak kabiliyeti sınırlı tipler, Paralel Devlet Yapılanması içinde mevki, makam, imkân, itibar sahibi olmaktaydı. Onlardan daha zeki, daha kabiliyetli insanlar emniyet, yargı ve silahlı kuvvetlerde tökezlenirken, bunlar ha bire yükseliş atağındaydı. İş dünyasında, ticari alanda da aynı haksızlıklar, kumpaslar yapılmaktaydı. FETO’ya itaat devam ettikçe güç ve imkân sahibi olma imkânı artmaktaydı. Hipnozdan çıkmayı zorlaştıran sebeplerin başında bu vardı.

d) Sürekli kontrol altında tutulup uyanmalarına fırsat tanınmamaktaydı. Gülenist yapı içinde görev elemanı haline gelen, ahlakı ve karakteri erozyona uğramış insanların, hipnozdan çıkıp kendilerine gelmelerine engel olunmaktaydı. Hayatlarının her safhasında, yapı içindeki mekanizmalarla kuşatılmışlardı. Katalog ve kozmik evliliklerle aile yaşantıları bile sıkı kontrole alınmıştı.

e) Fikri bakımdan tek yönlü beslenme sistemine mahkûmlardı. Okuyacakları gazeteden, seyredecekleri TV kanallarına kadar her şey belirlenmiş durumdaydı. Öyle ki, mütevellilerde Zaman gazetesinde hangi yazarların özellikle okunacağı bile hatırlatılmaktaydı. Sadece Gülen’in kitaplarının okunması, Sızıntı’dan başka dergi alınmaması, onları FETO’nun dünyasına hapsetmiş durumdaydı.

f) Her sahadaki güç ve imkân, bu hipnozun ve itaatin gücünü arttırmakta, büyük bir koruma sağlamaktaydı. Nereye işleri düşse hemen yapılmaktaydı. Karşılarına kim çıksa ezip geçiyorlardı. Bu koruma onları kibir sahibi yapmakta, kibir ve güç onları zehirleyip, akıl devreden çıkmaktaydı.

g) Telefon dinlemeleri, gizli kayıtlar, şantaj, kumpas ve tezgâhlardan tepedeki FETÖ’cüler haberdar oldukları için “hedefe az kaldı, geliyoruz/geldik sayılır” inancı, hainlerin FETO’ya bağlanmalarını daha da kolaylaştırmaktaydı.

h) İnsan iyiliğin kölesidir. Özellikle fakir/dar gelirli ailelerin çocukları burslarla, özel ilgi ve ihtimamla köleleştiriliyorlardı. Daha sonra da sürekli korundukları, kollandıkları için hipnozdan çıkamıyorlardı. Böylece, kimileri ucuz cennet hayaliyle, kimileri hazır devlet ümidiyle, kimileri de bu yapı içerisinde elde ettiği kolay kazanımları kaybetmemek dürtüsüyle CIA-MAAT’ın cenderesinden kurtulamıyorlardı. Ama artık hiçbir mazerete sığınamazlardı, çünkü her şey apaçık ortaya çıkmıştı.

Hükümet yandaşı ve Star gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren bile, 15 bin öğretmenin görevine geri döneceğini çünkü yanlışlıkla açığa alındığını yazmıştı. Taşgetiren FETÖ operasyonları konusunda “Oralarda bir yara kanıyor, duygusal travmalar yaşanıyor” uyarısı yapmıştı.

Ne dersiniz, FETÖ’cü diye bu 50 bin kişinin her birinin devlet memuriyetinden atılmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın veya Başbakan Yıldırım’ın kefaleti var mıdır? Her gözaltında, her tutuklamada Cumhurbaşkanı Erdoğan ya da Başbakan Yıldırım’ın onayı alınmış mıdır? Bu soruları, tüm atılmalar, tüm gözaltı ve tutuklamalar Cumhurbaşkanı Erdoğan ya da Başbakan Yıldırım’ın kefaletine bağlı olarak meşrulaştırıldığı için soruyorum. Ve sorduğum soruların cevabının “Elbette hayır” olduğuna inanıyorum. Ayrıca bu tutuklama ve gözaltılarda ayrıca yargı erkinin bağımsızlığı sebebiyle yetkilerinin olmadığını da biliyorum. Ancak her şeyin, Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın bilgisi ya da emirleri çerçevesinde olduğu izlenimi vardır. Bu izlenim, Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın süreçteki etkinliği ve başlı başına Olağanüstü Hal ve Kanun Hükmünde Kararnamalere imza atmaları sebebiyle oluşmaktadır. Şu açık: Emniyet birimleri operasyon yapıp, gözaltına alırken, savcılar ve hakimler soruşturma yapıp karar verirken, Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın zımni etkilerini dikkate almaktadır. Evet, birçok ortamda, hem emniyette, hem yargıda, hem de farklı kurumlarda suyun başında hala FETÖ’cülerin bulunabileceği, bunların “Hükümeti suçlu suçsuz herkesi mağdur duruma düşürmek”le suçlamak için özellikle FETÖ’cü olmayanları listelere koyduğunun konuşulduğunu hesaba katmalıdır. Ama lütfen düşünelim şu tutuklamalardaki hata payı yüzde kaçtır? Diyelim şu 100 binlik tasfiyedeki hata payı yüzde kaçtır?”

Paralel parazitler kaçmıştı!

Kimi darbe teşebbüsünden önce kimi ise darbe teşebbüsünün başarısızlığa uğramasından sonra kapağı yurt dışına atmıştı! Yani “Paralel yiğitler” kaçmıştı! Ama hiçbiri “kaçtım” demeyi kendisine yakıştıramadığı için bu gerçeğe farklı bahaneler uydurmuşlardı! Evet, aralarında ünlü isimlerin bulunduğu bu kaçakların bazısı “Yurt dışına taşındım”, bazısı “Adres değiştirdim”, kimi de “Bu yargıya teslim olmama kararı aldım” diyorlardı! Akıl hocaları Gülen ise onlara “Hicret ettik” demelerini tavsiye buyuruyorlardı. Adını ne koyarlarsa koysunlar yaptıkları bal gibi kaçmaydı! Türkiye’de kurdukları kumpasların tutmadığını görünce bir güzel tüymüşler ve soluğu yurt dışında almışlardı! Ama Türkiye’de; a) Kaçmasını gerektiren bir suçu ve sorumluluğu olmadığını düşünen safdil ve sefil bağlıları, b) Paraları ve bağlantıları sebebiyle her ithamdan paçalarını kurtaracaklarına inanan FETÖ kodamanları kalmıştı. Bu nedenle gaflet ve saffetle Fetullah Hocalarının peşine takılan insanları cezalandırmak değil uyandırmak lazımdı.

Dink cinayetinin soruşturması da giderek FETÖ’ye dayanmaktaydı. FETÖ’nün bitirilmesi açısından Dink cinayeti en önemli olaydı!

Gülen’e, Türkiye’deki azınlıklarla görülmemiş bir diyalog kurdurmuşlardı. Ermeni patriği, Hahambaşı, Ortodoks Patriği ile kurduğu diyaloglar Gülen’e ABD ve Avrupa’nın kapılarını açmışlardı. Vatikan’da Papa, ABD’de New York Kardinali ile görüşüyorlardı. Bugün Batı’nın Gülen’i himayesinde bu bağlantıların rolü hesaba katılmalıydı. Öyle ki, Gülen’in ABD’de başı sıkıştığında Türkiye’den Yahudi ve Rum cemaatinin etkili isimleri devreye sokulmuşlardı. İşte Dink cinayeti çözülür ve bu cinayetin F. Gülen’in talimatı ile işlendiği kanıtlanırsa, ABD Gülen’i kendi elleriyle ve en kısa zamanda Türkiye’ye teslim etmeye mecbur kalacaktı. Çünkü Fransa ve ABD’deki Ermeni lobisinin ayağa kalkması, Gülen’in iadesini hızlandıracak, ABD’nin yeni Başkanının kim olacağı bile bu iadeyi durduramayacaktır. Kaldı ki, F. Gülen Amerikan medyası tarafından da artık mercek altındaydı. Son olarak Gülen, yönetime yakınlığı ile bilinen Washington Post gazetesinde çok geniş ve ayrıntılı bir haberde Gülenistlerin, ABD’deki siyasi kampanyalara on binlerce dolar hibe ettiğini, Kongre üyelerinin de 289 dış seyahatinin sponsorluğunu yaptığını yazmıştı.

BOP’un siyasi ayağı ile Dini ayağı niye kapıştırılmıştı?

Afganistan, Irak (ki bizde de maalesef 1 Mart tezkeresiyle bu işgale AKP arka çıkmıştı) derken sırayla bütün İslam ülkeleri karıştırıldı, istikrarsızlaştırıldı. Arap Baharı marifetiyle de İslam dünyası üzerine uygulanan projede başka bir safha başlatıldı. Sıranın Türkiye’ye gelmeyeceğini düşünmek için saf olmak lazımdı. Yıllardır Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile ilgili konuşulanlara “komplo teorisi” diye burun kıvıranlar, “Büyük İsrail için emperyalizm boş durmuyor” diyenlere şüpheyle yaklaşanlar, durumun vahametini hiç değilse şimdi anlamaları lazımdı. BOP, yani emperyalizmin İslami yeşil kuşak projesinde 22 İslam ülkesinin sınırlarının değişmesi, yönetimlerinin alaşağı edilmesi, bölünmesi, parçalanması vs. gibi amaçların bir adımıydı. BOP’un siyasi, askeri, ekonomik veçheleri olduğu gibi dini, kültürel, sosyal veçheleri de olacaktı. “Ilımlı İslam” projesi, “Dinlerarası Diyalog” ve “Medeniyetler İttifakı” konularını, yani Paralel Yapılanmayı BOP’tan, ayrı tutmak tarihi bir yanılgıydı. Gelişen koşullara göre emperyalist güç, “böl-parçala-yönet” stratejisinin yanına “kültürel ve dini ifsad” adımlarını da atacaktı. ABD’nin Türkiye’yi “model ortak” ilan etmesindeki gaye, “ılımlı İslam” projesinden bağımsız düşünülmesi yanlıştı. Velhasıl “büyük resme odaklanmak” lazımdı. Bugün tam da onu yapma zamanıydı. Türkiye’de yaşanan son musibet, Türkiye’yle sınırlı bir durum sanılmamalıydı. Bir projenin bir safhası olarak ele alınmalıydı. Emperyalizmin “Büyük İsrail” projesinin tam gaz sürdüğünü düşünürsek, BOP’un bir aşamasıydı. Türkiye siyasetinin alaşağı edilmesinden tutun da Türk ordusunun güçten düşürülüp devre dışı bırakılmasına kadar çeşitli veçheleri olabilecek bir durumla karşıyaydı.”[1]

FETÖ’nün etrafındaki çemberi daha da daraltacak o kritik 7 adımın detayları ortaya çıkmıştı.

1- Hükümet, FETÖ’nün dünyada eğitimden finansa her alandaki yapılanmasını içeren kapsamlı bir çalışma başlatmıştı. Dünyadaki birçok ülkeden FETÖ’ye bankalar aracılığıyla aktarılan kara para trafiği de ilk kez resmi olarak ortaya konulacaktı. Okullar, dernekler başta olmak üzere dünyadaki yapılanma üzerinden milyarlarca dolarlık kara paranın izlediği yol haritası da çıkarılmıştı. Terörün finansmanına destek veren, kara para aklayan kurum ve kişilerin listesi hazırlanmıştı.

2- Maliye, şüpheli işleme dayalı transferleri durdurma yetkisini kullanırken, FETÖ’nün yurtdışındaki ve kaçırdıkları varlıklar için MASAK gerekli başvuruları yapmıştı. Darbe girişiminde doğrudan rol alan şirketlerin mal varlıklarının dondurulması için de girişimler başlatılmıştı. Diğer yandan şaibeli ortaklık yapıları, mali haritaları, yurtdışı vakıf, dernek, örgüt birimlerine para aktarmada rol oynayan işadamlarına ilişkin bilgiler de ilgili mali istihbarat birimleri ile paylaşılmıştı.

3- Dışişleri Bakanlığı’nca ilgili ülkelerdeki büyükelçiler kanalıyla FETÖ tarafından organize edilen Türkçe olimpiyatları, festival, yarışma ve kültürel etkinliklerin yasaklanması için atağa geçilmiş durumdaydı. Örgütün bu etkinliklerle yurtdışında propaganda yapmasının da önüne geçilmiş olacaktı. Dışişleri Bakanlığı’nın yanı sıra ilgili bakanlıklar da muhataplarıyla örgütün tüm anaokulu, ortaokulu, lise ve üniversiteleri terör yuvası haline getirdiğine dikkat çekerek, kapatılması gerektiğini anlatmaktaydı.

4- Afrika ülkelerinden vergi işbirliği ve bilgi değişimi anlaşması kapsamında örgüte yakın işadamlarına ait bilgiler de saptanmaktaydı. Almanya’ya da örgütün finansörü, firmalar üzerinden doğrudan örgüte para aktaran 62 baronun iadesi için resmi başvuru yapılmıştı.

5- ABD, Avrupa ve Afrika başta olmak üzere 140 ülkedeki okulların örgüt propagandası yaptığı ve üye yetiştirdikleri gerekçesiyle kapatılması için resmi başvurular tamamlanmıştı. Örgütün kanlı darbe girişimi örnek verilerek bu okulların bulundukları ülkelerde de tehdit unsuru olduğu vurgulanmıştı. Aynı şekilde örgütün terörü finansman için kullandığı paraların bulunduğu bankalardaki hesaplarının kapatılması için bu ülkelerdeki birimlerle resmi yazışmalar yapılmaktaydı.

6- ABD başta olmak üzere bazı Avrupa ülkelerinde haftalık ve aylık gazete ile dergi ve internet haber sitelerinin de kapatılması için Ulaştırma Haberleşme ve Denizcilik Bakanlığı başta olmak üzere ilgili kurumlar muhatapları ile temas kurmuşlardı. Bu yayınlar aracılığıyla örgüt propagandası yapılarak sempatizan toplamaya çalıştığına dikkat çekilerek yayınlara son verilmesi için uyarılmıştı.

7- FETÖ çetesinin iş dünyası ayağına yönelik operasyonlar devam ederken, Türkiye genelinde de 4 bine yakın kurum ve kuruluşta incelemeler hızlandırılmıştı. Döviz bürolarından finans kurumlarına kadar geniş bir yelpazede mali sistemdeki şüpheli işlemlere ilişkin de bir veri tabanı oluşturulmaktaydı. Gümrük ve Ticaret Bakanı da FETÖ ile uluslararası alanda mücadelenin önemine işaret ederek, “FETÖ sadece Türkiye için değil karanlık faaliyetlerini yürüttüğü diğer ülkeler için de tehdit oluşturuyor. Biz de tüm dünyadan teröre karşı ortak bir tavır bekliyoruz. Bu yapının faaliyetlerinin arkasında illegal yapı faaliyetleri bulunuyor” ifadelerini kullanmıştı.

Bütün bunlar olumlu ve umutlu adımlardı. Ancak bütün bunlar yapılırken, on binlerce zavallı insanın mağdur edilmesi, hepsini boşa çıkaracak sonuçlar doğuracaktı. Üstelik bu haksız ve dayanaksız baskılar, darbecilerin ve Dış güçlerin o hep konuşulan B-C-D planlarına da kolaylık ve alt yapı hazırlayacaktı.

Numan Kurtulmuş’un “ABD’nin darbeyle bir ilgisi yok!” açıklaması, geri adım mıydı?

15 Temmuz darbe girişimi için kritik bir açıklama yapan Numan Kurtulmuş, “ABD yönetiminin darbe ile bağlantısının olduğunu düşünmüyoruz” diyerek herkesi şaşırtmıştı. Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, CNN televizyonunun canlı yayınında gündeme ilişkin soruları yanıtlarken, “ABD yönetiminin darbe ile bağlantısının olduğunu düşünmüyoruz, Fetullah Gülen sorumludur. Bizim ABD yönetiminden beklentimiz ya onu iade etmesi ya da iade süreci sonuçlanıncaya dek gözaltına almasıdır” sözleri acaba ABD’yi aklama ve Fetullah’ın iadesini savsaklama adımları mıydı?

“AKP’de iki farklı tez çarpışıyor. Birileri ‘FETÖ kapısından girilip AKP’ye operasyon yapılır, operasyonun nereye gideceği belli olmaz’ tezini savunuyor. Diğerleri ‘siyasette de temizlik yapılsın, FETÖ’cüler AKP içinde barındırılmasın’ diye bastırıyor. Biri ‘parti türbülansa girer’ diyor, diğeri siyaset ‘FETÖ’den arınsın’ istiyor. Çok iyi yönetilmesi gereken kritik süreçte gözler Cumhurbaşkanı Erdoğan’a çevrilmiş bulunuyor” tespitinde bulunan çok bilmiş yandaşlar-yazarlar bakalım AKP’yi çözülüşten kurtaracaklar mıydı? Yoksa Numan Kurtulmuş ABD’ye “Yıllarca çok kirli ve çetrefilli hatta cinayetli irtibat içinde bulunduğumuz Fetullah Gülen’i iade etmeniz bize de yaramaz. Ama tabanımızı ve toplumu avutmak için “Bakınız, bizim baskımızla Fetullah Amerika’da tutuklandı” diyeceğimiz, geçici de olsa bir gözaltı girişimi başlatın” mesajı mı yollamaktaydı?

Bütün hesap, halkı nasıl avutup oyalayacaklarıydı!

Yıl 1985. ABD istihbarat örgütü CIA, burnunun dibinde, Nikaragua’da iktidarı ele geçiren Sandinistaları devirmek için çareler aramaktaydı. Bu amaçla köylülerden oluşan bir ordu, bir “kontra” ordu kuracaktı, ama bunun için çok para lazımdı. Bu işin fikir babası CIA’nin o dönemki Latin Amerika şefi Duanne Clarridge bir şeytanlık tasarlamıştı. Sağ kanat siyasetçilerden de aldıkları destekle şöyle bir yol bulmuşlardı: Amerikan ambargosu altındaki İran’a gizlice silah satacaklar, o parayla da Nikaragua’daki “kontra”lara para aktaracaklardı. Sonunda bu gizli ve kirli iş patlamış. Ona İran-Kontra skandalı denmeye başlanmıştı. Reagan yönetimi için büyük bir utanç kaynağına dönüşmüş durumdaydı. Soruşturma komisyonları filan kuruldu ve sonra ne oldu biliyor musunuz? Bütün CIA’cı şefler (daha sonra Başkan tarafından affedilecek) küçük cezalarla işten sıyrılırken, operasyonun irtibat görevlilerinden olan Oliver North suçlu ilan edilip çıkılmıştı. Sanki bu uluslararası silah kaçakçılığını ve karşı-devrim planlarını tek başına bu deniz piyade yarbay yapmıştı.

Obama’nın yardımcısı Biden işte bütün bu konuları konuşmak üzere Türkiye’ye bir ziyaret yapmıştı. Onun çantasında Suriye, Irak ve IŞİD vardı. Ama O istemese de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım, Gülen’in iadesi konusunu açmışlardı. Joe Biden ise bu konunun siyasi değil hukuki olduğunu söyleyip “Kanıt var mı?” diyerek ayrılmıştı. Erdoğan ve Yıldırım ise “Anlaşmamız gereği kanıta ikna olana kadar da geçici olarak tutuklamak zorundasın. Bu siyasi karar” diyerek ısrarcı davranmışlardı. Aslında konunun hem siyasi, hem hukuki yanı vardı. Şu anda ABD’de Obama’nın gidici olmasından yararlanan derin devlet grupları çetin bir bilek güreşine tutuşmuşlardı. Ama gerek PYD meselesi, gerek Gülen meselesi ABD’nin bir sonraki yönetimine baş ağrısı olmadan çözülmezse, ciddi bir utanç kaynağına dönüşebilme potansiyeli taşımaktaydı. Çünkü dediğimiz gibi iki ülke arasında sadece bu konular yok, çok daha sıkıntılı sorunlar vardı. O nedenle belki hemen değil ama üç vakte kadar bütün bu işlerin üstüne yıkılacağı yeni bir Oliver North’un bulunup bir soruşturma komisyonunun önüne atılması ve Fetullah’ın da geçici bir müddet tutuklanması gündeme gelirse kimse şaşırmasındı” yorumları yabana atılmamalıydı.

Cemaatle iktidarın “kanlı” irtibat ve ittifakları da deşifre olacak mıydı?

Hırant Dink cinayeti ile “ortaya çıkan” yeni görüntüler kafaları karıştırmış ve vicdanları bunaltmıştı. 6 jandarma istihbarat elemanı Hırant Dink katledilmeden bir gün önce tam da cinayetin işlendiği yerde toplanmışlar keşif yapıyorlardı. Ertesi gün Ogün Samast isimli katil cinayet yerine gelip dolaşmaktaydı. O 6 jandarma yine aynı yerde, birbirlerinden ayrı yerlerde Samast’ı izliyorlardı. Ogün Samast cinayeti soğukkanlılıkla işleyip kaçmakta; Jandarmalar cinayeti izleyip “sonucunu da gördükten sonra” sakin bir şekilde olay yerinden ayrılmaktaydı. Bu haberi Sarayın yayın organına dönüşen ahaber “ortaya yeni çıktı” diye aktarmıştı. Ya hu nerede duruyordu bu görüntüler de şimdi kim bulup çıkarmıştı? Zamanında kimse görmedi mi, kimse bakmadı mı? Haberi dinlediğinizde anlıyorsunuz ki bu görüntüler zaten elde varmış, ama açıklanmamıştı.

Hırant Dink cinayeti biliyorsunuz önce aşırı sağcı bir grubun adi cinayeti olarak nitelendirilmiş ve Samast ile bazı suç ortakları yargılanmıştı. Aynı cinayet daha sonra Ergenekon adı verilen sahte örgütü “terörist” sınıfına sokmak için kullanılmış ve cinayetin Ergenekon tarafından işlendiği kanaati oluşturulmaya çalışılmıştı. Şimdi ise cinayeti cemaatçi dinci faşist teröristlerin işlediği yolunda çok önemli kanıtlar ortaya çıkarılmıştı. İktidar bir yandan “kandırıldık” bahanesinin arkasına sığınırken diğer taraftan yıllarca nasıl kullanıldığını, hatta nasıl işbirliği yaptığını açığa vurmaktaydı. Biz Milli Çözüm Dergisi olarak, Hırant Dink cinayetinin, maalesef paralel yapı ile iktidarın suç ortaklığı sonucu gerçekleştiği yönündeki kuşkuları ve bulguları yazıp paylaştığımız için başımıza ne işler açmışlardı.

TSK’ya kumpas kuranlarla ilgili iddianameye dayanarak, “TSK’nın komuta kademesinde FETÖ’cü paşalar var” manşetleri çıktığı gün, Tayyip Erdoğan’ın, ani olarak Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ı da yanına alarak Özel Kuvvetler Komutanlığı’nı ziyaret etmesi dikkatlerden kaçmamıştı. Hatta bazı duyarlı yazarlarımız “Özel Kuvvetler ve FETÖ’cü paşalar!” başlığı altında incelemiş ve “FETÖ’cü paşalar mı var, yoksa Rusya uçağını düşürecek kadar, Türkiye yerine küresel güçlerin çıkarları doğrultusunda hareket eden başka yapılanmalar mı var bu konu tartışılmalı!” yorumunda bulunmuşlardı. Üstelik 15 Temmuz’dan bir hafta önce 8 Temmuz 2016’da “Erdoğan’a ABD şantajı!” başlığı altında “Bir oyun dönüyor ama nasıl sonuçlanacağı karanlıktır. ABD tarafından Türkiye’nin Cumhurbaşkanı’na yapılan şantaj, Türkiye’ye yönelik bir saldırıdır. Terör olayları da aynı şantaj kapsamındadır. Bu saldırıya dayanak teşkil edecek ne yapılmıştır ki Amerikalılar, PYD’ye bu kadar açıktan destek çıkmaktadır ve Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaktan sakınmamaktadır” soruları da maalesef yanıtsız kalmıştı.[2]

İthamlar Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu’na dayanmıştı!

Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Özden Örnek, 15 Temmuz’u ilk duyduğunda “Bu imamın darbesidir” diye haykırmıştı. Bu darbenin göz göre göre geldiğini belirten Örnek, “Gül ve Davutoğlu yargılanırsa şaşırmam” ifadesini kullanması kafaları karıştırmıştı. Özden Örnek, 15 Temmuz hain darbe kalkışması ve Fetullahçı Terör Örgütü soruşturmaları hakkında konuşurken “ABD, 1980’li yıllardan beri Gülen’i kullanıyor. Bu darbeyi üst akıl dedikleri CIA tezgâhlamıştır. Bunlar her tarafta gelişip yerleştiler. Sağı da solu da bunu bildiği halde görmezden geldi. Gül ve Davutoğlu yargılanırsa şaşırmam” açıklamaları oldukça çarpıcıydı.

Öyle ya, bu FETÖ’cüler CHP’ye sızmış, MHP’ye sızmış, HDP’ye sızmış, ama AKP’yi boş bırakmış olamazlardı! Üniversitelere kapılanmış, hastanelerde yapılanmış, genel müdürlüklere dadanmış, şirketlere el atmış, hepsi saksı gibi oturduğuna göre, bu kurumların başındaki siyasilere dolanmış, ama AKP’ye karışmamış olamazlardı!… Kozmik odaya ulaşmış, bilgisayarlara ulaşmış, şifrelere ulaşmış, arşivlere ulaşmış, telefonlara ulaşmış, TÜBİTAK’a ulaşmış, istatistiklere ulaşmış, ama asla AKP’ye ulaşmamış, bulaşmamış olamazlardı!… 13 sene AKP’ye oy patlaması yaşatan, dünyanın en şaibeli seçim yazılım programı SEÇSİS’e dalmış ama AKP’den uzak kalmış olamazlardı!… Kuleli’ye, Askeri Liselere ve Harp akademilerine yuva yapmış, ama AKP’ye dokunmamış olamazlardı!

CHP İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin gündemi sarsacak bomba iddialarda bulunmuşlardı. Tekin önümüzdeki günlerde Bakanlar Kurulu’nda çok önemli değişikliklerin olacağını ve FETÖ’yle ilişkisi olan 6 bakanın görevden alınacağını açıklamıştı.

Bir televizyon programında canlı yayına katılan CHP İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin, AKP Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı’nın ‘’Bizde FETÖ’cü olmaz’’ açıklamasını değerlendirirken gündemi sarsacak bir iddia ortaya atmıştı. “6 bakan FETÖ’den gidecek, isim vermeyeyim ama aralarında baba isimler var” diyen Gürsel Tekin isim vermekten sakınmıştı. HDP Eş genel başkanı Figen Yüksekdağ yine skandal sözlere imza atmış, ”Darbeyi püskürttük derken, başka bir darbe başınıza bela olabilir” diyerek tehditlere başlamıştı. Sivil ve siyasi PKK’cı Figen Yüksekdağ açlık grevine giren 50 kişiyi ziyaretinde olay açıklamalar da yapmıştı. Yüksekdağ; “Yarının ne olacağını kimse bilemiyor. Bir sabah darbeyle uyanabilirsiniz. Darbeyi püskürttük derken, başka bir darbe başınıza bela olabilir” diyerek AKP’ye gözdağı vermesi, acabaları arttırmıştı.

 


[1] burakkillioglu@milligazete.com

[2] Bak: http://www.yenicaggazetesi.com.tr/yine-bir-oyun-donuyor

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Ufuk EFE

Ufuk EFE

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
2 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
a.hakan

Cambaza Bak!?
Yakınmalar yeni darbe söylem ve eylemleri şaka derken yeni kriz pilanlarının ön basamaklarıydı.
Toplum vicdanı FETÖ yü mahkum ederken, İktidar ve FETÖ nün bi anlamda ekonomik kaynağı yerindeki belediye başkanlarının YAĞIZ HIRSIZ misali çığırtkanlıkları, hesaplı, planlı ve cambaza bak oyununun bir parçasıydı.
Özellikle bu operasyonların yıllardır bildiğimiz FETÖ nün kahramanlık dönemlerinde bile açıkca onları eleştiren bunların CIA MOSSAD organizasyonu olduğunu haykıran yakinen tanıdığımız MİLLİ GÖRÜŞÇÜ ERBAKAN SEVDALILARINA sıçraması artık toplumun sigortası olan bu camiayıda cezalandırmak ve yeni toplumsal karışıklığın önünü açarak suçlunun kamuflesi ve yeni planların ön aşamasıydı.
Bu kadar bilgi ve belgeye rağmen sonuçsuz ABD
ziyaretleri, terörün resmi temsilcilerinin şımarık tehditleri elbette anlamlı ve de PAZARLIKLI ! idi.

n.bayraktar

Mazeret mi; İhtiyaç mı?!
Evet; Sn. Erdoğan, sun’î de olsa bir mağduriyet edebiyatıyla iktidara taşınmıştı. Zaten ne hikmetse, 28 Şubat Postmodern darbesi sebebiyle Erbakan dışında(!) herkes mağdurdu. Hem iktidardakilerin, hem de 12 yıllık ORTAK’ları FETÖ’cülerin dillerine pelesenk ettikleri, 28 Şubat mağduriyet edebiyatından gına gelmişti.

Kim bilir; belki de ÜST AKIL tarafından; 15 Temmuz kalkışmasından istenilen sonuç alınamadığı ve AKP iktidarının, bu korkunç olaydan siyasî rant devşirme çabaları da yeterince tutmadığı için; ve bu kalkışmadan [b]“bundan sonraki tahribatlarına kılıf olmaya yetecek büyüklükte”[/b] bir [b]KAHRAMAN [/b]devşiremedikleri için, yeni bir mazerete ihtiyaç duyulmaktaydı. Anlaşılan o ki, tutuklanan herkesin suçlu ve terörist olduğuna kendi yandaşlarını dahi inandıramamışlardı.

Hitlerin propaganda bakanı Yahudi Joseph Goebbels’in meşhur bir sözü vardır. Goebbels: [b]”Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur ve insanların o yalana inanması o kadar kolaylaşır”[/b] diyor. Bizim Yahudi’den çifte madalyalı ve icâzetli zevâtın da aynı yöntemi uyguluyor olması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü [b]-iktidara taşınmak uğruna- [/b]Siyonist merkezlere verilen sözlerden dolayı, önüne konulan bir takım icraatları yapmak için yeni bir mazeret belki de gerekliydi(!).

[i][b]Kıbrıs masada satılmak üzereydi. [/b][/i]

Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, bugünkü liderleri zirvesinin ardından yaptığı açıklamada, İsviçre’nin Mont Pelerin kasabasında 7-11 Kasım tarihleri arasında sürekli formatta gerçekleştirilecek görüşmelerde toprak dâhil tüm başlıkların masada olacağını söyledi.

http://www.kibrisgazetesi.com/kibris/sondan-bir-onceki-asamadayiz/4901

[b]İsrail’le Normalleşiyorduk[/b]

İsrail’le normalleşme anlaşması çerçevesinde, başta karşılıklı büyükelçilik atamak üzere, diplomatik ilişkiler yeniden başlatılmıştı. Fakat Mavi Marmara davasının düşmesi ertelenince; İsrail Dışişleri Bakanlığı’nın yeni Ankara büyükelçisinin belirlenmesi amacıyla yapılması öngörülen toplantı da belirsiz bir tarihe kadar ertelenmişti. İsrail medyası kararda Mavi Marmara davasının etkili olduğunu iddia etmişti.
Times of İsrael gazetesinin haberine göre Uzlaşı anlaşmasında geçen hafta bir Türk mahkemesinin, (Mavi Marmara’ya baskını düzenleyen) İsrail ordusu üyeleri hakkındaki davayı düşürmeyi reddetmesi üzerine aksilik yaşandı. İsrail uzlaşmanın ön koşulu olarak Mavi Marmara davasının düşmesini talep ediyor. Davanın 19 Ekim’de düşmesi bekleniyordu ama duruşma 2 Aralık 2016’ya ertelendi.

http://www.milligazete.com.tr/siyonist_israil_turkiyeye_elci_atamayi_erteledi/432067

[b]Demek ki Siyonist gavuru, verilen sözlerin ertelenmesinden hiç mi hiç hoşlanmıyordu?![/b]

Üstelik çıkarılan bunca gürültüye rağmen 17-25 Aralık yolsuzluğunun üzeri de bir türlü örtülemiyordu. İktidar 17-25 Aralık tarihini, her ne kadar FETÖ ile mücadelede milat kabul edip bu olay üzerinden kendisini aklamaya çalışsa da, toplum nezdinde bunun bir inandırıcılığı yoktu. Kendi tabanlarında bile… Yellendikleri duyulmasın diye epey gürültü etseler bile ortalığa saçılan pis kokuları saklamak mümkün görünmüyordu. Zaten stratejik dostları ABD de; Reza Zarrab üzerinden, bunu bir şantaj malzemesi olarak kullanmaya devam ediyordu.

[i]Fetullah Gülen’in Türkiye’ye iadesini istemek için yeniden Washington’a giden Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın, Reza Zarrab’ı istediği ortaya çıkmıştı. [/i]
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/622551/Gulen_icin_gitti_Sarraf_i_istedi.html

Sosyal medyada yapılan yorumlara göre; “Bozdağ’ın bu gidişinde Fetullah Gülen işin kılıfıydı ve asıl konu Zarrab idi. Zarrab, Ocak ayındaki duruşmasında konuşursa ortalık fena karıştıracaktı. Ve zaman daralıyordu. “

Şimdi bu azgın Siyonistler BOP projelerinden vazgeçmediklerine göre; [i](çünkü Aziz Erbakan Hocamızın tabiriyle: bu onların İMANI’ydı”),[/i] başlıktaki soruya gelirsek; evet belki de tam olarak istenilen buydu.[b] Bu AKP iktidarının, bundan sonraki asıl ve en büyük tahribatlarına kılıf olmaya yetecek büyüklükte yeni bir ‘MAZERET’e ihtiyaç vardı[/b]… Kim bilir?!

ÖZEL YAZILAR

YORUMLAR

Son Yorumlar
2
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx