“TÜRKİYE’YE YABANCI ASKER ÇAĞIRMA” TUZAĞI VE TEZKERE TUTARSIZLIĞI
“TÜRKİYE’YE YABANCI ASKER ÇAĞIRMA” TUZAĞI
VE
TEZKERE TUTARSIZLIĞI
Daha önce defalarca hatırlattık: Sn. Erdoğan ne zaman ABD, İsrail ve AB’ye sert çıkışlar yapıyor, çok net ve sivri cümleler kuruyorsa; biliniz ve bekleyiniz ki, ardından çok sinsi ve tehlikeli tavizlerde bulunmaktaydı!.. İşte özelde Joe Biden ve Macron, genelde ABD ve AB’ye yönelik kurusıkı beyanatlarının arkasından 26 Ekim 2021 tarihli Tezkerenin, hem de oldukça sinsi ve tehlikeli maddeler eklenmiş olarak Meclis’ten çıkarılması da, halkı avutup uyutmaya yönelik “Sert ve net politika kahramanlığının!..” yeni bir örneğini oluşturmaktaydı.
2021 Ekim sonunda TBMM’de bir tezkere kabul edilmişti. Bu yurdumuzu tehdit eden terör unsurlarının, silahlı kuvvetlerimiz tarafından sınır ötesinde de takip ve gereğinin yapılmasına imkân veren bir tezkereydi. Bu tezkere o haliyle elbette kabul edilmeliydi. Ama bu tezkerenin gerekçesinde, bazı tuhaflıklar dikkat çekiciydi. Bir kere böyle tezkereler 6 ay veya 1 yıllık zamanı kapsarken, bu defa 2 yıllık süreyi öngörmüşlerdi. Ama ilginç olan; araya sıkıştırılan bir cümlecikle, “Yabancı askeri varlıkların da yurda kabulü” için yetki istenmişti!?
Ülkemizi ve Ortadoğu’yu yıllarca karıştıran ve Erbakan Hükümeti’nce sınır dışı edilen, Amerikan Çekiç Güç’ü belasının izleri hâlâ taze iken, 18 yıl önce 1 Mart tezkeresi diye AKP iktidarınca TBMM’ye getirilen tezkerede, on binlerce askerden oluşan ABD silahlı kuvvetlerinin yurda kabulü muhalefetçe haklı olarak şiddetle tenkit edilmişti. Erbakan Hocamız ve Milli Görüşçülerin olağanüstü çabaları ile bu tezkerenin TBMM’den geçmesi engellenmişti. 2014 yılındaki tezkerede de IŞİD ile mücadele bahanesi ile yabancı askerlerin yurda kabulü emrivakisi neticesinde, gelen bu askeri varlıkların başımıza nasıl dertler açtığı hâlâ unutulmuş değildi.
İşte Meclis’ten geçen 26 Ekim 2021 tarihli tezkere ile “yabancı askerlerin yurda getirilmesinin” önünün açılması, oldukça talihsiz ve tehlikeli bir gelişmedir. Yurda sokulması istenen askeri varlık için, “mesela muz cumhuriyetlerinin askeri varlığı kastedilmiştir” gibi bir izah yapılması ise sorumsuzluktan öte bir terbiyesizliktir. Çünkü bununla elbette ABD askeri varlığı kastedilmiştir. Bu resmen toplumla alay etmek değil de nedir?
Türkiye’nin çepeçevre ABD askeri varlığınca kuşatıldığı gerçeğini yıllardır üst perdeden haykıran Milli Görüşçüleri duymazdan, görmezden geleceksiniz, “ABD bizim stratejik ortağımız ve müttefikimizdir, beraber yapacağımız daha çok işler vardır” diyerek sarmaş dolaş yürüyeceksiniz, Türkiye’nin bölünmesini öngören BOP’a bir dönemler eşbaşkanlık edeceksiniz, şimdi de TBMM’de ABD askeri varlığının harim-i ismetimize sokulmasının önünü açacak tezkereyi Meclis’ten geçireceksiniz!? Arkasından da; “ABD bizi bölecek, hepiniz bize oy verirseniz bunu önleyeceğiz?” diye kampanya geliştireceksiniz!?”[1]
Meclis, 2023 yılı sonuna kadar geçerli olacak 2 yıllık süreyi kabul edince yenilenmiş tezkere çıkmıştı. Tezkere'nin içinde; “Cumhurbaşkanı gerekli görürse yabancı askerleri çağırabilir” maddesi de onaylanmıştı. Oysa güçlü bir ordumuz vardı. Güçlü ve özel donanımlı polisimiz vardı. Yetmez Bekçi teşkilatımız vardı.
Bütçenin en önemli payı her yıl güçlü ordumuz ve güçlü polis teşkilatımız için ayrılmaktaydı. ABD'den; “F-35'in üzerine yattınız bari parası neyse yine alın ama yeni nesil F-16'ları verin” dediğimiz bilinip durmaktaydı. Rusya'dan S-400 hava savunma roketleri almıştık. Sn. Cumhurbaşkanı, “İkinci parti S-400 de alabiliriz” diye ABD'yi kıskandırmaya çalışmaktaydı. Kendi İHA (insansız hava aracımızı), kendi SİHA (silahlı insansız hava aracımızı) ve kendi TİHA (taarruzi insansız savaş aracımızı) yerli olarak üretmeye başlamıştık. Bugün 5 litrelik ayçiçek yağı 100 TL'ye ve bir ekmek de 2.5 TL'ye dayanmasına rağmen, Milli Savunmamıza ayrılan bütçeye hiç kimsenin itirazı duyulmamıştı. Şimdi buna rağmen yabancı asker ne için çağrılacak ve kimi kimden koruyacaktı?” diyenler haksız mıydı?
Evet, Irak ve Suriye’ye asker göndermeyi içeren tezkerenin süresi, CHP ve HDP’nin “hayır” oylarına karşı AKP, MHP ve İYİ Parti’nin “evet” oyları ile 2 yıl daha uzatılmıştı. Meclis Genel Kurulu’nda tezkere görüşmeleri sırasında hararetli tartışmalar yaşanmıştı. Torba haline getirilen tezkerenin içine son anda sokuşturulduğu belli olan “Yabancı Silahlı Kuvvetlerin Türkiye’de Bulunması” maddesi ise, izaha muhtaç olduğu kadar oldukça sakıncalıydı.
Milli Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri emekli Kurmay Albay Ümit Yalım gibi uzmanlar: “Tezkere incelendiğinde, Irak ve Suriye’ye asker gönderilmesinin hukuki gerekçelerinde herhangi bir sorun olmadığı anlaşılmaktadır. Ancak, Irak tezkeresinin Suriye tezkeresi ile birlikte çuval tezkereye dönüşmüş olması ve tezkere ile ‘Yabancı Silahlı Kuvvetlerin Türkiye’de Bulunması’ için Cumhurbaşkanı’na yetki sağlanması son derece vahim ve tehlikeli sayılmaktadır” yorumunu yapmışlardı.
Türk askeri, 1926 ve 1946 Anlaşmaları ile Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 51. Maddesi gereği, 1990’lı yıllardan bugüne kadar Kuzey Irak’ta konuşlu olarak görev yapmaktaydı. İhtiyaç duyulduğunda Türk birliklerine yakın hava desteği verilmekte ve Türk savaş uçakları ABD ile koordine edilerek Irak hava sahasını kullanmaktaydı. Kuzey Irak’ta konuşlu birliklerimiz, Kandil Dağı ve sınırımıza yakın bölgelerde bulunan PKK terör örgütünün Türkiye’ye yönelik saldırılarına karşı önemli ölçüde koruma sağlamaktaydı. Türk askerinin Irak’ta bulunması hayati öneme haiz olup Türkiye’nin güvenliği için harekât hayati bir ihtiyaçtır. Türk Askeri’nin Irak’taki mevcudiyetinin elbette devam ettirilmesi lazımdır.
“Erdoğan ve AKP Hükümetlerinin, yanlış politikaları nedeniyle milyonlarca Suriyeli Türkiye’ye sığınmış ve özellikle güney sınır bölgemizde nüfus yapısı değişikliğe uğramıştı. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı Harekâtı’nı icra eden Türk Silahlı Kuvvetleri, Suriye’de kontrol noktaları oluşturmak zorunda kalmıştı. Mevcut durum itibarıyla, askerlerimizin güvenliği için Suriye’deki mevcudiyetimizin devam ettirilmesi ve birliklerimizin Suriye vatandaşlarının göçünü önleyecek şekilde Suriye içinde yeniden tertiplenmesi lazımdı. Bu tezkerenin en sorunlu tarafı; ‘Yabancı Silahlı Kuvvetlerin Türkiye’de Bulunması için Cumhurbaşkanı’na yetki verilmesi’ kısmıdır. 1 Mart 2003 tarihli Irak tezkeresi aynı ifade nedeniyle reddedilmiş ve Meclis’ten çıkmamıştı. Patriot vb. hava savunma silah sistemlerinin teknisyeni olan yabancı askerler NATO Antlaşması kapsamında Türkiye’ye yığılacaktı. Oysa şimdi 26 Ekim 2021 tarihli Tezkere ile, silah sistem teknisyeni yabancı askerlerin dışında Türkiye’ye binlerce yabancı askerin getirilmesinin önü açılmıştı.
Kaldı ki; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin toprakları, 2004’ten bugüne kadar tam 17 yıldır Yunan askerlerinin postalları ile çiğneniyor durumdadır. 2004-2016 yılları arasında 16 Türk Adası ve 1 Türk Kayalığı, 2016-2020 yılları arasında 4 Türk Adası ve 1 Türk Kayalığı olmak üzere resmen toplam 20 Türk Adası ve 2 Türk Kayalığı Yunanistan tarafından ve fiilen işgale uğramıştır. Türk adalarında 14 Yunan askeri üssü açılmış ve üslere 6 bin işgalci Yunan askeri yığılmıştır!” gibi haklı uyarılara kulak tıkamakla mevcut sorunlar nasıl aşılacaktır?
Söz Konusu Tezkerenin Son Kısmı:
“Bu mülahazalar ışığında, Türkiye'nin milli güvenliğine yönelik ayrılıkçı hareketler, terör tehdidi ve her türlü güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak, Irak ve Suriye'deki tüm terör örgütlerinden ülkemize bundan sonra da yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek ve kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı milli güvenliğimizin idame ettirilmesini sağlamak, Türkiye'nin güney kara sınırlarına mücavir bölgelerde yaşanan ve hiçbir meşruiyeti olmayan tek taraflı bölücü girişimler ve bunlarla ilgili olabilecek gelişmeler istikametinde Türkiye'nin menfaatlerini etkili bir şekilde korumak ve kollamak, gelişmelerin seyrine göre ileride telafisi güç bir durumla karşılaşmamak için süratli ve dinamik bir politika izlenmesine yardımcı olmak üzere; hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanı’nca takdir ve tayin olunacak şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerektiği takdirde sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere yabancı ülkelere gönderilmesi ve aynı amaçlara matuf olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması, bu kuvvetlerin Cumhurbaşkanı’nın belirleyeceği esaslara göre kullanılması ile risk ve tehditlerin giderilebilmesi için her türlü tedbirin alınması ve bunlara imkân sağlayacak düzenlemelerin Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için 2 Ekim 2014 tarihli ve 1071 sayılı TBMM kararı ile verilen ve son olarak 7 Ekim 2020 tarihli ve 1266 sayılı TBMM kararı ile 30 Ekim 2021'e kadar uzatılan izin süresinin, 30 Ekim 2021'den itibaren 2 yıl uzatılması hususunda gereğini Anayasanın 92. maddesi uyarınca bilgilerinize sunarım." şeklinde yazılmıştı.
“Dolar 10 liraya dayanmıştı. TÜGVA üzerinden kurdukları paralel torpil yapılanmasının lağımları deşilmiş durumdaydı. ‘Bu suçlara ortak olmak tarihi bir hataydı. Bir savaş arıyorsanız, o bugün bu ülke halkının hayatta kalma savaşıydı. Açlıkla, yoksullukla olan savaşıydı’ Burada neredeyse her gün, TBMM sanki taziye çadırıymış gibi başsağlığı mesajları yayınlamak yerine, artık insanların huzur ve barış içinde yaşayacağı bir ülke haline gelmek için çaba harcanmalıydı” gibi gerçeklerin dillendirilmesine bile bunların tahammülleri kalmamıştı.
G-20 Zirvesi için İtalya’ya giden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD Başkanı Joe Biden ile yapacağı görüşme, zirvenin başlıklarından daha fazla tartışılmıştı. 20 dakika olacağı söylenen görüşmenin 1 saat 10 dakika sürmesi de ilginç bir detay olarak öne çıkarılmıştı. Tabii Türkiye ile ABD arasındaki sorunlar öyle bir iki görüşmeyle çözülecek sanılmasındı. Müttefikleri tarafından tehdit edilip sıkıştırılan, güvenlik kaygıları dikkate alınmayan Türkiye’nin mevcut şartlar altında nasıl bir karar alacağı ve hangi adımları atacağı tartışılmıştı. ABD ile birlikte olup Fırat’ın doğusunda PYD/YPG’nin varlığına razı mı olacaktı? Ya da Rusya ile birlikte hareket edip İdlib konusunda Rusya’nın tezlerini mi onaylayacaktı? Aslında her iki durumda da Türkiye’nin arzu etmediği sonuçlar ortaya çıkmış olacaktı. Gelinen nokta itibariyle en az zararlı olan neyse Türkiye onu tercih etme çabasındaydı. İkinci Mahmut’un meşhur sözünde olduğu gibi; “Denize düştük şimdi hangi yılana sarılacağımızın hesaplarını yapıyoruz!” gerçeği yaşanmaktaydı…
Bunun yanında Amerika’nın Türkiye’yi F-35 programından çıkarması, S-400’lerin akıbetinin ne olacağının belli olmaması, CAATSA yaptırımlarının bundan sonra nereye varacağı gibi başlıklarla ilgili neler olacağı henüz netleşmiş sayılmazdı. F-16 alımı ile ilgili Senato’nun ne karar alacağı da az-çok belliydi ama Türkiye diğer sorunlu alanları unutmuş gibi yaparak sonuç almaya çalışmaktaydı.
Şu gerçeği de asla unutmamak lazımdı;
Amerika ve Rusya’nın PKK ve PYD ile ilişkileri ve destekleri, TAKTİK ve PRAGMATİK yaklaşımlardı… Ancak BÜYÜK İSRAİL ve ARZ-I MEV’UD planlarına yönelik Siyonist politikaları ise STRATEJİK amaçlıydı. Yani Türkiye’yi oyalamak ve uyutmak için, bizim Suriye’ye yönelik harekâtlarımızda bazı yumuşak tavırlar takınsalar da, bunun geçici ve idare edici bir süreç olduğu hatırdan çıkarılmamalıydı.
Acaba Biden’e Hangi Taahhütlerde Bulunmuşlardı?
MİT elemanlarımızın Antalya ve İstanbul’daki operasyonlarla, beş Rus ajanını yakalamaları ve bu ajanların İstanbul’daki bir Çeçen komutana suikast için Türkiye’de bulunduklarıyla ilgili haber ve yorumlar; yoksa Rusya ile aramızı bozmak üzere mi medyaya sızdırılmıştı?.. Ve yine Rus Devlet ajansı: “Türkiye’nin bir hafta içerisinde Suriye ve PYD mevzilerine karşı askerî harekât başlatacağını ve bunun Rusya tarafından olumlu karşılanmayacağını” aktarmıştı. Ve yine tam bu sırada bazı ABD’li yetkililer “Türkiye’nin F-16, hatta F-35 taleplerine sıcak bakıldığına” dair açıklamalar yapmışlardı.
Mehmet Acet’e göre, Erdoğan uçakta şunları aktarmıştı
"Bununla ilgili olarak da F-16 tedarikini müzakere ettik. Bu konuda da kendilerinden olumsuz bir yaklaşım görmedim. Tam aksine yine bununla ilgili de Savunma Bakanlarımız birbiriyle görüşecekleri gibi Dışişleri Bakanlarımız da muhataplarıyla görüşerek inşaallah iki ülke ilişkilerini ilgilendiren bu hassas konuyu da neticelendirmeyi umuyoruz."
Peki, Biden bu konuda Erdoğan’a neler anlatmıştı:
Yine Cumhurbaşkanı’nın sözleri üzerinden aktaralım: "Biden 'Çok kısa zamanda netice alamayabiliriz. Biliyorsunuz iki farklı bölümden, Temsilciler Meclisi ve Senato’dan geçiyor. Malum, durum 50-50 ama ben elimden geleni yapacağım' dedi. Ben de kendisine 'Bunu başarabileceğinize inanıyorum ve bu konuda şu anda ağırlığın sizde olduğunu görüyorum' dedim."
Özetle, Joe Biden Türkiye’yi tatmin edecek hatta ümitlendirecek hiçbir taahhütte bulunmamıştı!
Bütün bu sürpriz gelişmelere bakarak sormak lazımdı: “Acaba, S-400’lerin hangara kaldırılması veya 3’üncü bir ülkeye satılması… İsrail’le normalleşme sürecinin hızlandırılması… Ve yine Suriye’de, güya barışı sağlamak üzere, ABD askerlerinin Türkiye’ye ve sınır bölgesine konuşlandırılması…” konularında Sn. Erdoğan, Amerika’ya özel taahhütlerde mi bulunmuşlardı?!..
Yeri gelmişken bir kez daha soralım: Elli yıldır, bütün savunma plan ve yatırımlarını NATO standartlarına göre ayarlamış bir Türkiye’nin, asla kullanamayacağı, hatta caydırıcı bir unsur olarak bile yararlanamayacağı S-400’leri, onca para akıtarak Rusya’dan almasının, kendi eliyle kendi başına bela sarmaktan başka işe yaramayacağını, Sn. Erdoğan’a hatırlatacak bir tek uzman veya danışman niye çıkmamıştı? Yoksa Sn. Erdoğan’ın bu konulardaki acemiliğini ve aceleciliğini fırsat bilenler mi kendisine bile bile bu yanlışlığı yaptırmışlardı?
Pentagon'dan Kritik Türkiye Açıklaması!
Hayret, ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Sözcüsü John Kirby, ABD ile Türkiye savunma yetkilileri arasında F-35 programına ilişkin Ankara'da yapılan görüşmenin oldukça verimli geçtiğini açıklamıştı!
Kirby, günlük basın toplantısında gazetecilerin sorularını yanıtlarken: AA muhabirinin, "Ankara'daki görüşmeye ilişkin biraz daha detay verir misiniz? Görüşme konuları nelerdi ve ABD ile Türkiye arasındaki anlaşmazlık tam olarak nedir?" sorusu üzerine şu ifadeleri kullanmıştı:
"Bunu anlaşmazlık olarak nitelendirmeyeceğim. İçerik olarak, Türkiye'nin (F-35) programdan çıkarılma sürecinin tamamlanmış olmasına ve bunun ikili ilişkilerin geleceği için ne anlam taşıdığına ilişkin bir görüşmeydi. Dolayısıyla oldukça verimli bir görüşmeydi. Ton olarak da profesyoneldir. Türkiye halen birçok ortak menfaatimizin olduğu değerli bir NATO müttefikidir. Biz, ittifak perspektifinden ortak güvenlik menfaatleri üzerine Türkiye ile çalışmaya devam etmek istiyoruz."
Kirby, “Toplantının sadece Türkiye'nin F-35 programından çıkarılmasına ilişkin olduğuna” dikkat çektikten sonra; "Bu, Türkiye ile ikili olarak yakın çalışma yolları bulmaya çalışmayacağız anlamına gelmiyor." diyerek Türkiye ile dalga geçmiş olmaktaydı!
Hem “Türkiye'nin F-16 talebinin, sadece milli güvenlik açısından değil aynı zamanda NATO güvenliği için de önemli olduğuna” vurgu yaptıktan sonra, ABD'nin de güçlü bir Türk Hava Kuvvetlerinin NATO için önemli olduğuna inanıp inanmadığına ilişkin soruya Kirby’nin: “ABD'nin askeri satışları konusunda yorum yapmayacağını, ancak Türkiye'nin önemli ve değerli bir NATO müttefiki sayıldığını” belirtmesi açıklama değil, alçaklıktı…
Türkiye'nin Suriye'de YPG/PKK terör örgütüne yönelik muhtemel operasyonuna ilişkin sorulara ise Kirby, “Bu konuda yorum yapmayacağını, SDG adını kullanan YPG/PKK ile Suriye'de "spesifik olarak ve sadece DEAŞ ile mücadele kapsamında ortaklık etmeye devam kararlılığını" hatırlatacak kadar küstahlaşmıştı...
İsrail’in Şımarıklığı ve AKP’nin Şaşkınlığı!
Birleşmiş Milletler’deki İsrail Temsilcisi, BM’nin “Filistin’e yönelik İsrail zulümlerini kınama kararını” yırtarak tüm dünyaya meydan okuması bu Siyonist azgınların nasıl şımardıklarının fotoğrafıydı. Ve ne acıdır ki Erdoğan iktidarı bu Siyonist ve terörist İsrail’le “İlişkileri normalleştirme, sinsi ve tavizci irtibatlarını sürdürme” çabasındaydı.
Ve hele Sn. Erdoğan’ın İtalya Roma dönüşü uçaktaki:
“Libya’da ve Doğu Akdeniz’de Amerika’yla işbirliğimizi güçlendireceğiz!” açıklamaları; Türkiye’ye yönelik hıyanet ve hakaretleri, en duyarsızların bile vicdanını sızlatırken, kahpe ve kalleş ABD’ye karşı bir aşağılık kompleksini yansıtmıyorsa, mutlaka İsrail’e ve Yahudi Lobilerine gönderilen bir teslimiyet mesajıydı!
Tel Aviv’den Kalkan Jet Ankara’ya Niye İniş Yapmıştı ve MOSSAD, Pazarlığa mı Yollanmıştı?
MOSSAD özel yetkililerini taşıdığı iddia edilen uçak (19 Ekim 2021) Salı günü Ankara’ya iniş yapmıştı. Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) 15 kişilik casusluk ekibini çökertmesinin ardından gerçekleşen ziyaret “MOSSAD, pazarlığa mı geldi?” sorusunun sorulmasına yol açmıştı.
Hatırlayacaksınız; Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından, İsrail istihbarat örgütü MOSSAD ajanlarına yönelik tarihi bir operasyon yapılmıştı. MİT’in en tecrübeli elemanları tarafından aylar süren takip sonucu yürütülen çalışmalarda İsrail’e bilgi sızdırdığı belirlenen 15 kişi yakalanmıştı. Aralarında kiralık katillerin de olduğu belirtilen şahıslar, “Uluslararası casusluk” suçundan tutuklanmıştı. Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan 200 kişilik özel ekibin yürüttüğü çalışma sonucunda İsrail istihbaratıyla bağlantılı oldukları tespit edilen 15 şüphelinin yakalanmasının ardından, 20 Ekim 2021’de Ankara’ya dikkat çeken bir ziyaret gerçekleştirilmesi kafaları karıştırmıştı.
İsrail, Küstahlığına Kılıf Sarmıştı!
İsrail Büyükelçiliği hesabından yapılan skandal paylaşım sonrası İsrail Büyükelçiliği, hesabın siber saldırıya uğradığını belirtip suçu üzerlerinden atmıştı.
İsrail Büyükelçiliği, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Joe Biden arasındaki görüşme ile ilgili “Büyükelçiliğimize ait resmi sosyal medya hesaplarımızdan biri siber saldırıya maruz kalmıştır, saldırıya müdahalemiz devam ederken hesabımız aracılığıyla birtakım uygun olmayan içerikler paylaşılmıştır” yalanına başvurmuşlardı.
Hatırlanacağı üzere; İsrail Büyükelçiliği'nin resmi sosyal medya hesabından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Joe Biden arasındaki görüşmeyle ilgili “Dışişleri F-35'ler yerine iPhone 13 Pro için bastırıyor" paylaşımında bulunmuşlardı. Söz konusu paylaşım bir süre sonra silinirken, İsrail Büyükelçiliği konuyla ilgili resmi bir duyuru yaparak sorumluluktan sıyrılmaya çalışmıştı.
İsrail Büyükelçiliği, israelinturkey adıyla Zaytung'da yer alan "F-35 Pazarlığında Sona Gelindi: Dışişleri Bakanlığı Uçakların Yerine 1.4 Milyar USD Değerinde iPhone 13 Pro ve AirPods İçin Bastırıyor..." bilgisini sosyal medya hesabında paylaşmıştı. Yani “Siyonist İsrail’in baskısıyla Türkiye F-35’ten çıkarılmıştır. Şimdi ise boşuna yalvarmaktadır. Çok istiyorlarsa kendilerine hesaplı cep telefonu satışı yapılacaktır!” anlamında aşağılayıcı bir tavır takınılmıştı.
İsrail, Batı Şeria’nın üçte birini gasbetmeye hazırlanmaktaydı!
Siyonist İsrail medyasında yayınlanan raporlarda Naftali Bennett başkanlığındaki İsrail hükümetinin, Batı Şeria topraklarının en az üçte birini daha gasbederek Yahudi birimlerine katmayı hedefleyen planlar hazırladığı ortaya çıkmıştı!
Yediot Ahronoth gazetesinde, Batı Şeria bölgesindeki Yahudi yerleşimini takip eden bir kuruma dayanan bilgilere göre, işgal hükümetinin işgal altındaki Kudüs’ün güneyindeki E1 bölgesi ve Givat Hamatos Yahudi işgal birimi, ayrıca Atarot mıntıkasında Kudüs’ün kuzeyine doğru olan alana 9 bin yeni yerleşim bölgesi inşa edilmesi hakkında planlar sunma hazırlığı içinde olduğu vurgulanmıştı.
Konuyla ilgili haberde ayrıca mevcut yerleşim merkezlerine 2.860, Batı Şeria’nın içine doğru da 1.355 yeni işgal birimi, El-Halil’e ise bir yeni işgal merkezi (site) inşa edilmesi planı üzerinde durulduğu anlaşılmıştı. İşgal yönetimi de, Batı Şeria’da mevcut olan Yahudi işgal merkezlerine 3.144 adet yeni konut ilave edilmesiyle ilgili projeyi onaylamıştı. Bu arada Haaretz gazetesi de işgal hükümetinin Batı Şeria ve Kudüs topraklarındaki işgal merkezlerine yeni konutlar inşa edilmesi suretiyle buraların genişletilmesiyle ilgili planlar çerçevesinde, Batı Şeria topraklarının en az %30’una tekabül edecek kısmını gasbetmeyi hedeflediğini doğrulamıştı.
Muhsin Yazıcıoğlu’nun Başını Bu Kasetler mi Yakmıştı?
Cumhuriyet gazetesi yazarı Barış Pehlivan, hayatını kaybeden BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’na teslim edilen şantaj kasetlerini gündeme taşımıştı!
“Bana öyle görüntüler teslim edildi ki Türkiye’de yer yerinden oynar!” diyen kişi, şüpheli bir kazada hayatını kaybeden rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu olmaktaydı. Peki, neydi o görüntüler? Anlatayım... Seçimler yaklaştıkça sızıntılar da artmaktaydı. Böylesi dönemlerde bel altı vuruşlar başlamaktaydı.
Hatırlayınız; Erdoğan, Baykal’a yapılan kaset kumpasında “Bu özel değil, genel genel!” deyip çıkmıştı. Öyle ya, Fetullahçıların kaset operasyonları AKP için mayın temizliği sayılmıştı.
Meğer Yazıcıoğlu’na da teslim edilen bir çuval kaset varmış!?..
“Son Alperen Muhsin Yazıcıoğlu’nun Sır Görüşmeleri” isimli kitapta ilginç bilgiler yer almaktaydı. Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ ve gazeteci Veli Toprak birlikte hazırlamıştı. Onlarca isim, bu kitap için Yazıcıoğlu’na dair bilinmeyen birçok özel anısını anlatmıştı. Konuşanlardan birisi de BBP liderinin danışmanlığını yapan Bilal Habeşi Özkaynar’dı. Yazıcıoğlu’nun uzun yıllar en yakınındaki isimlerden biri olan Özkaynar, şahitliğini şöyle aktarmıştı:
“Bir gün rahmetli başkana birileri bir çuval kaset, CD, görüntü getirdi. (Anlayın) Birileri işte, bu kayıtları yapanlar ya da ele geçirenler. Bu kayıtların, görüntülerin başka ellere geçebilme endişesiyle, (daha doğrusu) yanlış ellere geçebilme endişesiyle Başkana (Muhsin Yazıcıoğlu’na) teslim etmek istediler. ‘Bunlar çok tehlikeli görüntüler. Bir şekilde kaydedildi, bir şekilde ele geçirildi. Bunun içinde sanatçılar var, siyasetçiler var, işadamları var, devlet adamları var, askerler var. İşte insanların zaaflarından, zafiyetlerinden faydalanılarak kimi oyunla, tezgâhla kimi de takiple elde edilen görüntüler. Bu görüntülerin her biri Türkiye’nin gündemini değiştirip sallayacak nitelikte. Bunları emanet edecek kimseyi bulamıyoruz. Bizde de kalamayacak. En güvenli olarak sizi biliyoruz. Size teslim etmek istiyoruz’ dediler. (Muhsin) Başkan da ‘Ben kimsenin uçkurunun bekçisi, kayıtçısı değilim. Gidin ne yapıyorsanız yapın! Beni bunlara bulaştırmayın’ dedi. Onlar da ‘Başkanım bunlar çok kritik. Çok insanı zora, sıkıntıya sokacak. Türkiye’de gündemi değiştirecek, yerle bir edecek belgeler, görüntüler’ dediler.”
Kitaptan öğreniyoruz ki Muhsin Yazıcıoğlu sonunda ikna edilmişti ve “bir çuval” denilen o görüntüleri alıvermişti! BBP liderinin bu durumu dönemin Kızılay Başkanı’na da aktardığını Bilal Habeşi Özkaynar’ın ağzından dinleyelim:
“Kızılay Başkanı, Yılma Durak, ben, Kızılay Yönetim Kurulu üyesi partili bir arkadaş daha vardı. Orada başkanım (bu aktardıklarımın) aynısını tekrarladı: ‘Bana öyle CD’ler, öyle görüntüler teslim edildi ki, açıklarsam Türkiye’de yer yerinden oynar. Ama maalesef bu görüntüler bizim devlet adamlarımızın. Devlete zarar geleceği için bunlar kalacak. Bunların çıkmaması lazım. İşte bunlar da bana teslim edilmiş bulunmaktadır!?’”
Peki, acaba AKP iktidarını ve Sn. Erdoğan’ı da oldukça sıkıntıya sokacak kayıtlar mı vardı ki, bu iddiaları asla ciddiye almıyor gibi davranmışlardı. Bu arada insanın aklına geliyor: “Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun suikasta uğramasına sebep bu kasetler olmasındı?!”
[1] Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız
< Önceki | Sonraki > |
---|