MİLLİ ÇÖZÜM; Kışkırtıcı Kutuplar Arasında, ANLAYIŞ VE BARIŞ KÖPRÜSÜDÜR!
MİLLİ ÇÖZÜM; Kışkırtıcı Kutuplar Arasında,
ANLAYIŞ VE BARIŞ KÖPRÜSÜDÜR!
Milli Çözüm Dergisi’nin ve yüksek bilinçli Ekibinin, ne amaçla yola çıktığı ve niçin çabaladığı sıkça sorulmaktadır. Söyleyelim; biz “değişmez doğrulara”, yani Aklıselimin, Müspet Bilimin, Tarihi Tecrübe ve Birikimlerin, Vicdani Kanaatin ve Hak Dinin, ortaklaşa hayırlı ve yararlı buldukları temel esaslara bağlı kalarak, Milli birlik ve dirliğimizi bozan kışkırtma ve kutuplaşmaları yaklaştırmak ve uzlaştırmak üzere yola çıktık.
Ortasından azgın bir nehrin geçtiği, her iki yakasında yaşayanların birbirlerine düşman hale getirildiği bir şehirde, en gerekli ama en riskli ve zahmetli olan şey iki tarafı birbirine bağlayan bir köprü olmaktır. Böylece karşılıklı geçişlerle buluşmalarını, tanışıp yakınlaşmalarını ve sonunda kaynaşıp kucaklaşmalarını sağlamak lazımdır. Bir tarafta durup karşıya laf ve taş atmak, hakaretler yağdırıp kışkırtmak kolaydır. Zor olan; köprü kurmak, sırtından geçmelerine, tekmelemelerine, azgın ve taşkın sellere dayanmak, ama gereksiz düşmanlıkları törpüleyip dayanışmaya vesile olmaktır. İşte MİLLİ ÇÖZÜM bu kutlu amaç ve ihtiyaçla yola çıkmıştır ve aralarına uçurumlar açılmış toplum kesimlerinin birbirlerini anlamaları, ortak değerlerde ve asgari müştereklerde buluşup uzlaşmaları için çırpınmaktadır.
Milli Çözüm bir köprüdür ve zıtlaşmış kutuplar arasında bir denge unsurudur:
1- İslam ve Şeriat düşmanlarıyla, Laiklik ve Demokrasi karşıtları arasında bir köprü lazımdı.
2- Osmanlı yönetimine ve sistemine karşı oluşan gereksiz ve temelsiz nefret duygularıyla, körü körüne bir Cumhuriyet gıcıklığı arasında bir irtibat köprüsüne ihtiyaç vardı.
3- Batılılaşma adına imanî ve ahlâki yozlaşma ile, Dini taassup ve yobazlaşma arasında, doğru ve doğrultucu bir denge unsuru ortaya çıkmalıydı.
4- Aşırı ve ahlâk aşındırıcı bir DÜNYEVİLEŞME ile, yanlış ve yararsız bir MÜNZEVİLEŞME arasında, insan olmanın onuruna ve İslam şuuruna uygun bir orta yol bulunmalıydı.
5- Medeni, modern ve mutlu, ama inançlı ve insancıl bir hayat tarzına karşı çıkanlarla, başını örten ve tesettüre riayet edenlere sataşıp saldıranlar arasındaki buzlar eritilmeye çalışılmalıydı.
6- Atatürk’ü tabulaştıranlarla, Din düşmanı sanıp küstahça bulaşanlar arasında bir denge unsuru aranmalıydı.
7- Alevilerle Sünnilerin ayrılık ve aykırılık noktalarını kaşıyıp kutuplaştırmak yerine, yapıcı ve yapıştırıcı bir anlayışın yaygınlaştırılması şarttı.
8- Siyasette kısır sağcı-solcu çekişmelerine ve ülke çıkarlarını Siyonist emperyalizme peşkeş çekmelerine karşı tamamen milli ve insani temellere dayalı ADİL DÜZEN sistemi oluşturulmalı, savunulmalı ve topluma tanıtılmalıydı.
9- Dışlayıcı ve düşmanlaştırıcı IRKÇILIK saplantısı yerine Müspet Milliyetçiliğin, yüksek şuurlu bir İslam kardeşliğinin ve samimi bir şefkat duygusuyla yaratılışta insan eşitliğinin öne çıkarılması bir ihtiyaçtı.
Genellemeci bir Arap düşmanlığı da yanlıştır.
• 5 Haziran 1920’de Mardin’e gelen Iraklı Şeyh UCEYMÎ, Ankara Hükümetinin emrine girip Urfa’nın kurtuluşunda Fransızlara karşı savaşmıştır. Daha sonra Atatürk, Lawrence’nin Irak Krallığı teklifini reddedip Anadolu’nun kurtuluşuna destek veren Uceymî SADUN Paşa’ya, Samsun’a çıkışından 1 ay sonra tarihi ve taltif edici bir mektup yazmıştır.
• Mustafa Kemal daha önce Osmanlı bünyesindeki ve Türkiye destekçisi tüm İslam ülkelerinin, kendi vatanlarını işgalden kurtarmak üzere düşmanla savaşmalarını, bağımsızlıklarını kazandıktan sonra bir konfederasyon şeklinde birlik kurmalarını açıklamıştı. Bu Erbakan Hoca’nın İSLAM Birliği projelerinin ilk adımıydı.
Ve ayrıca M. Kemal, Suriye Kurtuluş Mücadelesi öncülerinden Yasin El Haşimi, Cafer El Askeri, Nuri Sait Paşalara arka çıkmıştı. Zaten bunlar Balkan Savaşlarında, Çanakkale Savunmasında Atatürk’ün yanındalardı.
• Siyonist ABD tezgâhı Arap Baharı sürecinde, Suriye’de Beşşar Esad’la görüşmeye giden muhalefetten bir heyetin sözcüsü olarak katılmam istendi. Bu değerli teklif Banu Avar’dan gelmişti. Ancak daha önce planlanmış bir yurt dışı programımızla çakışması nedeniyle gerçekleşmedi.
Milli Çözüm Enbiya Suresi 18. ayetinin gereğini ve görevini yapmaktadır:
“Hayır, doğrusu Biz Hakkı Bâtılın üstüne fırlatırız, O da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o (bâtıl ve barbar rejimler) yok olup gitmiştir. (Allah'a karşı) Nitelendiregeldiğiniz yakışıksız sıfatlardan dolayı eyvahlar size! [Not: Beyni parçalanan ve fikriyatı boşa çıkarılan bâtıl ve barbar sistemin, geri kalan görkemli gövdesinin çökmesi ve çözülmesi artık kolay ve kaçınılmaz olacaktır.]” (Enbiya: 18)
10- Peygamber sünneti diye şekilci ve taklitçi bir kolaycılığın yanlışlığı ve yararsızlığı yanında, Hz. Resulüllah’ı tamamen devre dışı bırakıcı bir sapkınlığın da tehlike ve tahribatlarını vurgulamak kaçınılmazdı.
İşte Milli Çözüm, bu çok zor ama lüzumlu ihtiyaçların ve kutlu amaçların sağlam ve sarsılmaz köprüsü ve denge unsuru olmak niyeti ve gayretiyle yola çıkmıştır. Başlamak bizden, başarı Rabbimizdendir.
Hz. Peygamber Efendimiz sadece TEBLİĞ’le değil, bunun yanında TEBYİN (açıklama) ve TEŞRİ (gerekli hükümler koyma) konusunda da görevli ve yetkili kılınmıştır!
• “Kim Resule itaat ederse o gerçekte Allah’a itaat etmiş sayılır…” (Nisa: 80)
• “… Ki O (Hz. Muhammed) onlara temiz şeyleri HELAL, (ama) murdar (pis) şeyleri ise HARAM kılmaktadır.” (A’raf: 157)
• “… Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Resulünün haram kıldığını haram saymayanlarla uğraşın-çarpışın.” (Tevbe: 29)
İşte Hz. Peygamberimiz tarafından haram kılınan bazı konular:
• Hayızlı kadınların namaz kılmasını ve oruç tutmasını Peygamberimiz haram kılmıştır ki bu kadınlar için önemli bir kolaylık ve ruhsattır.
• Nisa: 23. ayetinde evlenilmesi yasaklananlar arasında sayılmayan; bir kişinin evlendiği kadının, halası, teyzesi, varsa önceki kocasından olma kızı ve yine eşinin yeğenleri ile evlenmesini Hz. Peygamberimiz haram kılmıştır.
• Ve yine köpek, kurt, maymun, fil gibi hayvanların; kartal, atmaca, şahin ve doğan gibi kuşların etlerinin haram olduğunu Peygamberimiz buyurmuşlardır.
Hak Ölçüleri Herkese Eşit Uygulanmalıdır, Aksi Halde Çifte Standartçılık Münafıklıktır!
“Muhafazakâr Müslümanlarda Madde Bağımlılığı” üzerine güzel bir yazı hazırlanmıştı:
Esrar, eroin, alkol ve madde bağımlısı Müslümanları AMATEM’e götürüp tedavi ettirdik diyelim; peki ya bizim mala, makama, koltuğa, lüks ve gösterişli hayata… Yani dünyaya bağlanmış ve şeytanın tuzağına kapılmış Müslümanları kim tedavi edecek?
Köşklerde “Baby Shower” mevlitlere oluk oluk para akıtan, düğün sonrası “After Party’leri” ihmal etmeyen… Ezanla karışık müzikler çalarken gelinle damadı muhakkak bir merdivenden aşağı indiren… İngiliz kraliyet balosunu bile geride bırakan düğünlere özenen… Lüks yatlarda beyaz elbiseleriyle doğum günü partisi kutlamayı asalet zanneden, gösteriş meraklısı, dünya ve lüks hayat bağımlısı Müslümanları kim tedavi edecek?
Marka başörtüleri, siyah gözlükleri, pahalı elbiseleri ve lüks jipleriyle gecelere akan, bir konser biletine milyarlar saçan, hiçbir tesettür defilesini kaçırmayan, pahalı telefonlarıyla tiktok videosu çekip paylaşan, tüm özel hayatlarını Instagram’a açan, kınadığımız ne varsa başına İslami ibaresini koyarak yapan, kadının kocasına bir dilim kek, bir bardak çay vermesine bile itiraz ederek feminizmin kurucularını bile hayretler içerisinde bırakan, marka ve lüks tutkulu, tesettürlü Müslüman kızlarımızı kim tedavi edecek?
VİP umreden aşağısına tenezzül buyurmayan, Zemzem Towers’dan aşağı konaklamayan, rezidansların ve özel güvenlikli site sarayların dışında yaşayamayan, yurt dışı tatillerine tapınan, sadece zenginlerle oturup kalkan ve kendi aklınca ve ayarınca bu dünyayı küçük bir cennete çevirmeye çalışan konfor ve madde bağımlısı Müslümanları kim tedavi edecek?
Hazreti Peygamberin: “Bir sürüye salınan iki aç kurdun sürüye verdiği zarar, kişinin mal ve şeref (makam, mevki, itibar) hırsıyla dine verdiği zarardan daha fazla değildir.” (Tirmizi) hadisinde uyardığı gibi; yetkili bir koltuğa oturmak veya oturduğu makamı korumak ya da daha üst bir makama atanmak için sürüye dalan bir kurt gibi etrafında kim varsa boğup parçalayıp bir kenara atan… Dişinin geçmediği hiçbir makam, dilinin değmediği hiçbir dünyalık bırakmamak için çılgınca çırpınan koltuk bağımlısı Müslümanları kim tedavi edecek?
Makam arabasız, sekretersiz, özel kalemsiz ve korumasız yaşayamayan… Koltuğu elinden alınınca kriz üstüne kriz geçirmeye başlayan… Küçük bir müdürlük için bile aşındırmadık kapı bırakmayan, şeref ve itibarı malda, makamda ve parada arayan, bunları kaybedince de itibarını kaybettiğini sanan… Yeniden bir makama gelebilmek için gerekirse; inancını, davasını, ahlâkını ve tüm kutsallarını bile gözden çıkaran makam ve çıkar bağımlısı Müslümanları kim tedavi edecek?
Asıl işi bu sorunlara çare üretmek olması gerekirken; devlet destekli projeleri kovalamaktan, protokol fotolarına girmek için çırpınmaktan, vekillerle, bürokratlarla yapılan üst düzey ve çok önemli (!) toplantılara katılmaktan artık namaza ve niyaza bile vakit bulamayan, İslami çalışmaların sadece para ve güçle yapılabileceğine inanan, adı sivil kendi resmi bir kısım STK’larımızı kim tedavi edecek?
Hazreti Peygamber'in açlıktan karnına taş bağladığını anlatırken bile para kazanan, İslam’ın ana prensiplerini ve hatta kaderi bile inkâr edebilecek cesarette olmasına rağmen faiz, fuhuş ve kumar gibi haramlarla, haksızlıklarla ve bin türlü hayâsızlıklarla ilgili gıkını bile çıkaramayan, statükoyu devam ettirmek ve kazanımlarını kaybetmemek adına kendini bile kaybeden bir kısım hocalarımızı kim tedavi edecek?
Ve en kötüsü de bir asgari ücretle on nüfus geçindirmeye çalışan, çocuğunun okul masraflarını bile karşılayamayan, parasızlıktan yuva kuramayan, borç batağında kıvranıp duran, milyonlarca çaresiz ve sahipsiz garip Müslümanların, tüm bu olumsuzluklara ve onursuzluklara, lükse ve israfa, gösteriş ve riyakârlığa, umarsızlığa ve pervasızlığa bakarak; din ve dindarlıkla ilgili yaptıkları sorgulamalarına kim cevap verecek?
Hiç kimse kusura bakmasın; bu gidişatımız gidişat değil. Bu dünya tapınımı, bu madde bağımlılığı, bu lüks yaşam takıntısı, “vehn” krizleri ve saplantısı hepimizi mahvetti. “Vehn”; Hadislerde haber verilen, ahir zamanda gayesiz ve gayretsiz Müslümanların kapılacağı “Rahat ve konforlu yaşama tutkusu, gevşeklik ve ürkeklik duygusu ve düşman korkusu” demektir.
Hazreti Peygamber (SAV): “Sizden öncekileri mal sevgisi helak etti. Bu sevgi onlara akrabalarıyla ve dostlarıyla ilişkiyi kesmeyi emretti. Kestiler. Cimriliği emretti. Cimrileştiler. Günahı emretti. Girdiler. Zulmü emretti. Yaptılar. En sonunda da helak oldular.” (Camiu’s-sağir) uyarısına muhatap olmadan derlenip toparlanalım.[1]
Bazı izahlarla aktardığımız bu çarpıcı ve ufuk açıcı sorulara bir soru da biz ekleyelim:
Dünyevi umutları ve nefsani mutlulukları için davalarını ve kutsallarını bozuk para gibi harcayan… Üstelik bütün bu sapkınlık, şaşkınlık ve saplantılarına dindarlık kılıfı saran… Bu amaçla mevcut iktidarı tarihi bir imkân ve fırsat olarak tanıyıp tapınanlar, elbette ve acilen tedaviye muhtaç kimselerdir de… Peki bu olumsuzluk ve onursuzluk girdabından uzak durmaya çalışan bir avuç Milli Görüş camiasını AKP bataklığına katıp boğmak için tertip ve tuzaklar hazırlayan hainleri “Çok muhterem ve mübarek bir mücahit!” diye alkışlayan “iyi niyet!” sahiplerini kim tedavi edecekti?
Bu toplumsal yozlaşma ve yamuklaşmayı yaygınlaştıran… İmani, ahlâki ve vicdani soysuzlaşmayı hızlandıran, hatta Haçlı AB talimatıyla çıkarılan arsız kanunlarla en çirkin günahları teşvik edip koruma altına alan bir hükümet ve şahsiyetle aleni görüşmeler yapıp, Milli Görüş’ün kökünü kurutma girişimlerinden sakınmayan bir insanın, muttaki görünümlü bir müflis ve dava adamı kılıflı bir müfsit olduğunu anlamayan saf kardeşlerimizi kim intibaha getirecekti?
Bütün bu hıyanet ve rezaletlere hâlâ hikmet, mazeret, hatta keramet uydurmak için kıvranan… Kâinat çapındaki Hak bir davayı çamur ittifakına katmaya… Veya anarşistlerle ortaklık kurmaya çalışanların ve Abdullah Gül gibileri Cumhurbaşkanı adayı yapmaya uğraşanların gerçek ayarını ve amacını anlamak ve tavır koymak yerine, bunlara mazeret ve meşruiyet bulmak için çırpınan mü’minleri kimler ve nasıl intibaha getireceklerdi?
“Siz nasıl olursanız (nasıl bir yönetime layık bulunursanız) öyle idare edilirsiniz” hadis-i şerifi sadece ülkeler ve milletler için değil, partiler, cemaatler ve ekipler için de geçerlidir.
Ebu Davud, Melahim, 5; ve yine Ahmed B. Hanbel, Müsned. C. 2. sh: 359’da, Hz. Sevban’dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte:
“Doyumsuz kimselerin (aç kurtlar benzeri) yemek tabağına üşüştükleri gibi, (İslam’a düşman) insanların ve odakların, size karşı birleşip üzerinize üşüşmeleri de yakındır.”
Birisi sordu: Ya Resulüllah acaba o zaman biz (mü’minler) az ve zayıf mı olacağız?
Hz. Peygamber Efendimiz:
“Hayır, bilakis siz o zaman sayıca çok olacaksınız. Fakat (kontrolsüz) selin sürüklediği çer-çöp gibi başıboş ve dağınık bulunacaksınız. Allah düşmanlarınızın kalbinden sizin korkunuzu çıkaracaktır. Sizin kalplerinize de ‘VEHN’ atacaktır” buyurunca, bu sefer “Vehn nedir?” diye sormuşlardı. Efendimiz ise: “Vehn; dünya(lık rahatına ve çıkarına) düşkünlük ve ölüm korkusudur.” şeklinde yanıtlamıştı.
Şimdi; Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Bakanlık, yüksek bürokratlık gibi makamlar ve çıkarlar için; riyakârlık ve yalakalık yapan, rakip sandıklarının ayağını kaydıran tıynetsiz tiplerle… Herhangi bir partide, bir dernekte, bir gazetede köşe kapmak, maaşa bağlanmak ve alkış almak için, “Haksızlık ve yanlışlıklar karşısında susan dilsiz şeytan olmaya” rıza gösterenlerin hiçbir farkının kalmayacağını, bizim mücahitlere kimler öğretecekti?!
[1] https://www.milligazete.com.tr/makale/3382205/abdulaziz-kiransal/muhafazakar-muslumanlarda-madde-bagimliligi-krizi
< Önceki | Sonraki > |
---|