YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
66065f3101d26
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 5 8 8
Bugün : 10286
Dün : 16551
Bu ay : 405494
Geçen ay : 338123
Toplam : 22731444
IP'niz : 54.242.22.247

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Asrımızda Hakkın tercümanı ve mazlum halkların avukatı olan Milli Görüş’ün tek ve gerçek lideri, Rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamız, yaz aylarını değerlendirmek üzere geldiği Altınoluk’taki ilk Cuma namazı sonrası selamlaşma sohbetinde, benim anladığım ve hatırladığım şekliyle şu çarpıcı gerçekleri açıklamıştı:

“28 Haziran 1996, Refah-Yol hükümetini kurup Başbakan olduktan sonra, en önemli ve öncelikli girişimlerimizden birisi de; nüfusu 60 milyondan fazla 8 Müslüman ülkesiyle, D-8’leri oluşturup, İslam Birliği’nin çekirdeğini tarih tarlasına atmaktı. Bu maksatla ziyaret ettiğimiz Nijerya’daki Müslümanların olağanüstü teveccüh ve tezahüratı bizleri şaşırtmış ve duygulandırmıştı. Bunun sebebini sorduğumuzda, Nijerya Devlet Başkanı bize şunları aktarmıştı:

Bundan 200 sene önce, İspanya ve Portekiz, elmas ve kömür gibi zenginliklerimizi yağmalamak, bizleri de köleleştirip satmak üzere, ülkemizi işgale hazırlandıklarını duyunca Osmanlı Hükümdarına haber saldık. Dönemin Padişahı, zaman kaybetmemek için, derhal, Cezayir ve Mısır’da ki Osmanlı donanmasının Nijerya kıyılarına ulaşmasını sağladı. Ardından işgalci ve sömürgeci Batılılar gelip Osmanlı donanmasını görünce savaşı göze alamayıp, gerisin geri dönüp kaçmış ve tam 100 yıl bir daha buralara uğrayamamıştı.

Osmanlı paşası ise, halkımızı toplayıp, hiçbir karşılık istemeden, hatta çok kıymetli hediye mücevher sandıklarını bile kabul etmeden: “Ülkenizde huzur ve hürriyet içinde yaşayın. Mazlum milletlere ve Müslüman kardeşlerimize yardıma koşmak Osmanlının inancının ve insanlık anlayışının gereğidir. Biz görevimizi yaptık, haydi Allah’a ısmarladık!” deyip ayrılmıştı. İşte vefalı halkımız o günleri hiç unutmamıştır ve Sn. Erbakan, sizi de Osmanlının varisi ve temsilcisi bildiklerinden böylesine coşkulu ve duygulu bir karşılama yapmaktadır.”

O gün, hakka ve adalete bağlı olan Osmanlı, aleme nizam verirken ve tüm mazlumların imdadına koşarken, bugün maalesef Türkiye; Balkanlarda, Kafkaslarda, Ortadoğu’da ve işte Doğu Türkistan’da Sincan Uygurlarına karşı işlenen zulüm ve katliamlara bile etkili bir tepki koyamaz ve sahip çıkamaz bir konuma taşınmıştır!?..

Bütün insanlık ve tabi Müslümanlar, Siyonist fikirli zalim ve sapkın Yahudilerin kurduğu batıl ve bozuk bir dünyada yaşamaya; ırkçı emperyalizme kölelik yapmaya mecbur ve mahkûm bırakılmıştır. Türkiye’mizde ve diğer bütün ülkelerde, istisnasız herkes; aldığı ekmekten gömleğe, otomobilden çamaşır makinesine, uçak biletinden, bankalardan para transferine kadar, her türlü işleminde ve alışverişinde, Siyonist Yahudi sistemine faiz, rüşvet ve mecburi vergi ödemeden hayatını sürdürmesi imkânsızdır.

Bu zulüm ve zillet dönemi, Sultan Abdülhamit’in Siyonist entrikalarla tahttan indirilmesiyle ivme kazanmıştır. Dönemin İtalya Baş hahamı Emanuel Karasso, Selanik’e gelip bazı askerlerden Hareket Ordusunu oluşturmuş, sivil sabataistlerden ise Mason İttihat ve Terakki Partisini kurup 31 Mart isyanıyla Osmanlı yönetimini ele almış ve 7 yüz yıllık koca imparatorluğu, 7 yılda dağıtmıştır.

Yahudi 3 (üç) Kâğıtçılığı!

Amerika’yı güdümlerine alan ve zalim dünya düzeninin jandarması gibi kullanan Siyonist sermaye baronları:

  1. 1. Önce “dolar” diye, karşılıksız yeşil kâğıtları matbaada basıp, bunları Arap şeyhlerine vererek petrolü ellerinden almaktadır. Tam 10 trilyon dolar böyle kazanmaktadır.
  2. 2. Sonra “tahvil” diye sarı kâğıtlar çıkarıp, petrol şeyhlerine vererek, ellerindeki dolarları tekrar geri almakta ve bu yolla 5 trilyon dolar daha kazanmış olmaktadır.
  3. 3. Ardından “ABD Merkez Bankası garantili” diye bu sefere beyaz renkli senetler bastırıp, petrol şeyhlerinin elindeki sarı tahvilleri de geri almakta ve böylece 5 trilyon daha vurgun vurmaktadır.

Siyonist ve emperyalist köle düzeni, beyinleri körletilmiş, düşünme ve gerçeği görme yeteneğini yitirmiş kalabalıklar oluşturmaktadır:

Bir otomobilin farı; daha uzağı, daha ayrıntılı ve daha güzel göstersin diye teknolojik çalışmalar yapıldığı halde: Mevcut Siyonist dünya düzeninin ve zulüm sisteminin iç yüzünü görüp kavrayacak, yani insanlara basiret ve feraset kazandıracak çalışmalar niye yapılmamaktadır? İşte Milli Görüş bu en lüzumlu görevi üstlenmiş bulunmakta, Siyonist güçler ve iş birlikçiler de, bu yüzden rahatsızlık duymaktadır.

Dünya böylesine zulüm ve zillet altında kıvranırken şu AKP ile CHP, hala: “Askerler, sivil mahkemede mi, askeri mahkemede mi yargılansın? diye horoz dövüşü oynamakta, bazı zavallılar da, bunların bir şey yaptığını sanmaktadır. Yahu siz, AB’ye girdikten ve bağımsızlığımızı Haçlı Batılılara devrettikten sonra, askerimizi de sivilimizi de zaten onlar yönetip yargılayacaktır, sizinki boş-beleş bir boğuşmadır!

“Tarihi Yanılgı”, “Güncel Yanılgı”

Sn. Bülent Ecevit, bizimle koalisyon ortağı olduktan ve Milli Görüşün ne denli ilerici, girişimci ve milli düşünceli olduğunun farkına vardıktan sonra, mecliste: “Bizim Milli Görüş hakkındaki yanlış kanaat ve saplantılarımız, tarihi bir yanılgıdır” itirafını açıklamıştı.

Şimdi AKP’nin “Milli Görüş’ün devamı, milli ve manevi kalkınmanın akılcı mimarları” sanılması da, sadece “Güncel bir yanılgı”dır. Ve toplumun artık bu yanılgıdan kurtulması lazımdır. Onların şahısları, tabi ki evlatlarımız, arkadaşlarımızdır. Ancak fikriyat ve icraatları, dünyalarını da, ahiretlerini de mahvedecek yanlışlıklardır.

Erbakan Hoca şöyle sesleniyordu: Ey AKP’liler!

Günde beş vakit namazda 40 sefer okuduğunuz Fatiha’nın sonunda: “Ğayril Mağdubi aleyhim veleddallin” (yani Allah’ım Senin ğadabına uğramış Siyonist Yahudilerin ve dalalete sapıtmış Haçlı-Hıristiyan emperyalistlerin, yani ABD, AB ve İsrail’in Batıl ve bozuk yollarına gitmekten sana sığınırız, bizi Kur’an’ın hidayet ve istikamet yoluna ilet” diye dua edip söz veriyorsunuz. Sonra da kalkıp bu Barbar Batılıların peşinde koşuyor, BOP eş başkanlığı yapıyor, yani şeytana suç ortağı oluyorsunuz!? Ve kendinizi aklamak ve vicdanınızı bastırmak için de:

“Dünyanın realitesi budur. Hayali heveslere kapılmamak lazım” diyorsunuz!

Bre zavallılar, “Realite”nin yani gerçeğin ve kullarına gerekenin, ne olduğunu, hâşâ, Allah bilmiyor da siz mi biliyorsunuz?

Bu tür boş iddia ve avuntular, sadece hidayet kayması ve akıl tutulmasıdır!.

Batı medenileşmemiş, sadece maddileşmiş ve insanlıktan çıkmıştır!

Doktora için gittiğimiz Avrupa’da, evinde kaldığımız yaşlı Alman’ın bir sabah oldukça sevindiğini görünce sebebini sorduk:

“Bu gün oğlum 18 yaşını doldurdu ve artık bana resmen kira ödemeye mecbur tutuldu. Aylık gelirim arttığı için seviniyorum” yanıtını alınca şaşırmıştık. İşte Batı, tüm ailevi bağların ve manevi-insani duyguların kopup tükendiği maddeperestlik çirkefinde boğulmaktadır.

Batılıların temizlik anlayışları bile pislik ve hastalıktır.

Bir gün, dersimize giren üniversite hocası, “arkadaşlar, beş dakika müsaade edin, şu muslukta hemen tıraş olayım” demiş ve alt kısmını kapatıp su doldurduğu lavabodaki suya sabunu sümüğünü bulaştırıp, tekrar yüzüne gözüne sürmeye başlamıştı. Bizim midemiz bulanmıştı, ama o profesör, tıraş olduğunu ve temizlik yaptığını sanmıştı! Batılı böyledir, yüzleri ve görünüşleri düzgün-temiz gibiydi, ama özleri ve gerçekleri kirli paslıydı. Bizim bunlardan öğrenecek ve imrenecek hiçbir şeyimiz olamazdı.” diyen rahmetli Erbakan yerden göğe haklıydı!

Halk Partisinin, halkla savaşı ve saplantısı!

Halkımızın inançlarına ve İslami yaşayışına yabancı gibi davranan, hatta geçmişte Milli ve manevi değerlere savaş açtığı için toplumumuzda hala güven duyulmayan şu CHP’nin, şimdi AKP’ye tavır koyması, halkın ürküp AKP’ye kaçmasından başka hiçbir işe yaramamaktadır.

Hatta meşhur bir fıkradır:

Karadenizli yaşlı bir ninemizin, eline abdest suyu döken genç yakınının CHP’li olduğunu söylemesi üzerine;

-Uyyy… Oyleyse abdestümü tazelemem gerekür daa! Çıkışı oldukça anlamlıdır.

İşte bu yüzden CHP, ağzıyla kuş tutsa, yüzde 20’yi bir türlü aşamamaktadır.

Geri kalan % 80’in, % 40’ı da maalesef işbirlikçilere takılmıştır. Ama o artan % 40’a da bizim ulaşmamız ve halkımızla kucaklaşıp Milli Görüş’ü yeniden iktidara taşımamız kaçınılmazdır” diyen Erbakan Hoca’nın sözleri Siyonist güçleri ve işbirlikçileri gocundurmaktadır.

CHP halkıyla ve onun inancıyla barışmalıdır!

AKP’nin, “CHP’nin ancak asker desteği ile iktidar olduğu” yolundaki söylemleri CHP’lileri çileden çıkarıyordu. Bu söylemlerden oldukça sıkılan Kemal Kılıçdaroğlu güya savunma içine girerken, aslında partisinin asker ile ilişkilerini bal gibi itiraf ediyordu!

Kılıçdaroğlu diyor ki “CHP asker ilişkisi 12 Mart’ta bitti!”

Bundan güzel itiraf olur mu? Kılıçdaroğlu bu sözleri ile “12 Mart’a kadar askerle ilişki içindeydik” demiş olmuyor mu? Peki, 12 Mart’tan sonra ilişkilerin tamamen kesildiği yolundaki iddia gerçeği yansıtıyor mu? 12 Mart darbesi olduğu zaman asker, İnönü’den başbakan adayı önermesini istemiş de İnönü’de Nihat Erim’i önerince CHP’de ipler kopmuş falan hikâyesine karnımız toktu… CHP-Asker ile ilişkilerin soğuması biraz da 12 Mart’ı gerçekleştirenlerin siyasi görüşlerinden kaynaklandığı doğruydu. 12 Mart’ı gerçekleştirenler de 27 Mayıs’ı gerçekleştirenler gibi CHP’ye yakın ya da yatkın isimler olsaydı, ilişkiler Kılıçdaroğlu’nun iddia ettiği gibi soğur muydu?

CHP’nin sırf askerle iyi ilişkilerinden ötürü halka tepeden baktığını iddia edenler haksız mıdır? CHP uzun yıllar “Sırtımı sağlam yere dayadım” rahatlığı içinde politika yapmamış mıdır? Bize kalırsa CHP’liler bu tür iddialara kızıp öfkeleneceklerine bir öz eleştiri yapmalı ve nerede hata yaptıklarını bulmaya çalışmalıdırlar! Halkla daha sağlam diyaloglar kurmalarının gerektiğini artık, anlamalılar!

Bakın son yerel seçimlerde halkla biraz diyalog kurdular, halkın inanç ve düşüncelerine saygılı davrandılar ve puan kazandılar. Dışladıkları insanlarla kol kola girince kendileri de, millet de biraz rahatladılar!

Güven krizinin mimarı da AKP’dir!

Toplumumuzun elbette pek çok sorunu var! Bizce bu sorunların en başta geleni güven sorunudur!

Öyle bir toplum haline geldik ki kimse kimseye güven duymuyor!

Asker sivile, sivil askere güvenmiyor!

İktidar muhalefete, muhalefet iktidara güvenmiyor!

Karı kocasına, koca karısına güvenmiyor!

Ana baba evladına, evlat ana babasına güvenmiyor!

Öğretmen öğrencisine, öğrenci öğretmenine güvenmiyor!

İmam cemaatine, cemaat imamına güvenmiyor!

Esnaf müşterisine, müşteri esnafına güvenmiyor!

Kardeşler birbirine güvenmiyor!

Akrabalar birbirine güvenmiyor!

Eş dost birbirine güvenmiyor!

Herkes birbirinden kuşkulanıyor!

Yani giderek bir kuşku toplumu haline geliniyor!

Kimse kimseye arkasına dönemeyecek hale geliyor!

Çünkü arkasına döndüğü zaman başına geleceklerden emin olamıyor!

Toplumdaki güven sorunu elbette siyasete de yansıyor!

Siyasette de güven duygusu giderek yerini kuşkuya bırakıyor!

“Beraber yürüdük biz yollarda” diye yola çıkanlar, bir de bakıyoruz ki her biri bir telden çalmaya başlıyor! Ne yağan yağmurlar birlik ve beraberliği sağlayabiliyor, ne de yağan yağmurda birlikte ıslanmış olmak! Çevrenize şöyle bir bakın! Güvendiğiniz kaç kişi kalmış? Oysa dün etrafınıza baktığınızda ne kadar çok güven veren kişi vardı! İşte AKP bu ekonomik, sosyal ve ruhsal tahribatın baş mimarıydı.[1]

Zalim Çin yönetimi ile CHP’nin yönetim anlayışı!

Adını sorarsanız; adı “Çin Halk Cumhuriyeti”dir. Ama dünyanın en kalabalık nüfusunu barındıran bu ülke gerçek anlamda ne kadar “halkçı”dır ve ne kadar “cumhuriyetçi”dir. Teşbihte hata olmazsa; bizdeki “Cumhuriyet Halk Partisi” ne kadar halkçı ve cumhuriyetçi ise, “Çin Halk Cumhuriyeti” de ancak o kadar halkçı ve cumhuriyetçidir!

Sadece isimle halkçı ve cumhuriyetçi olunamıyormuş. Her şeyden önce sözü edilen o halkçılığın ve cumhuriyetçiliğin “anayasa”sını, onun ardından da o anayasanın “mekanizma”sını kurmak, bu da yetmez inanmak ve insan olmak gerekiyormuş!..

Ancak, biz bu konuda çuvaldızı Çin’e batırmadan önce, kendi genel durumumuzu ve de özellikle yönetim biçimimizi hatırlama babında hiç olmazsa küçücük birkaç iğneyi kendimize batırsak iyi olur. Anayasamızın temel prensiplerinden  yönetim şeklimize ve idarecilerimizin zihniyetine Adalet mülkün/devletin temeli olduğuna göre; acaba  biz kendi ülkemizde ne kadar “adalet” ile yönetiliyoruz?!.

“Komünist” bir parti tarafından yönetilen çağımızdaki Çin, üretim tarzı ve bugünkü sosyal yapısına baktığımızda aslında “kapitalist” bir ülke görüyoruz! “Vahşi kapitalizm” der dururuz. Devasa Çin heyulasının tamamen ve bütünüyle “vahşi kapitalizm”in yani “vahşi küresel sömürü sermayesi”nin emrine girdiğini hiç fark etmiyoruz.

Sömürü sermayesi ABD’den nereye kayıyor? Çin’e… Dikkat: Küresel sermaye üretim üslerini Çin’e taşıyor! Çin, göstergelere bakıldığında, önümüzdeki süreçte ekonomik ve askeri açıdan ABD’yi geçeceğe benziyor.

ABD geçen yüzyılda ve günümüzde sömürü sermayesinin paralı askeri değil midir?

Düşünsenize; peki, ya Çin devasa nüfusu ve üretim gücü ile sömürü sermayesinin paralı askerine dönüşürse, dünyamızın ve insanlığın hâli nice olur?!.

Hele biz Türkler açısından bu durum, yani Çin ile olan ilişkilerimiz, iki taraf için tarihte önemli olduğu gibi; bugün ve gelecekte de önemlidir. Uzaydan bakıldığında, insan yapısı tek eser görünür: Çin Seddi. Çinliler bu devasa Çin Seddi’ni Türklere karşı yapmak zorunda kalmışlardır. Eskiden biz Türkler (Orta Asya Türkleri) Çinlilere saldırırdık… Şimdi devran döndü, Çinliler nüfus ve üretim güçlerine, özellikle de ‘Çin Malları’na dayanarak adeta bütün dünyaya saldırıyorlar… [2] 

Nabucco Projesinin Paradoksları

Nabucco boru hattı projesinin, “İsrail’i enerji dağıtım merkezi yapma ve Türkiye’yi AB üzerinden İsrail’e bağlama” niyeti taşıdığı toplumdan özenle saklanmakta ve Türkiye’nin kem talihini değiştirecek, tarihi girişim, olarak sunulmaktaydı.

İran Nabocco’dan niye dışlanmıştı?

21. yüzyıla damgasını kim ya da kimler vuracaktı? Elbette:

Kritik coğrafyalara ve stratejik topraklara sahip olarak, buralardaki yeraltı-yerüstü zenginlik kaynaklarını kontrol altında tutarak…

Her iki kaynağa sahip insan kütlesine ve temsil ettiği kültürel değerlere bağlı kalarak kalkınan ülkeler olacaktı.

Birbiriyle ilintili bu temel stratejinin günümüz dünyasında öne çıkan en önemli unsuru ne olmaktaydı?

Enerji ve enerji güvenliği sorunları..

ABD’nin, Avrupa ülkelerinin, Rusya’nın, Çin’in, Hindistan’ın birinci önceliği de; ihtiyaç duydukları enerjiyi ucuza mal etmek” hesaplarıydı.

Ve tabi: Rakiplerinin maliyetini artırmak planlarıydı.

Rusya ve Almanya gibi kara stratejisi uygulayan ülkeler Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu enerjinin Karadeniz’in kuzeyinden nakledilmesini istiyordu.

Diğerleri de Rus gazına mahkûm olmamak için alternatif olarak Nabucco’yu destekliyordu.

Türkiye’nin uzun zamandır hayata geçirmek için büyük uğraş verdiği Nabucco Projesi işte bu açıdan çok önem taşıyordu. Anlaşma sadece Hazar ve Ortadoğu’daki enerjiyi Avrupa’ya iletmekle kalmayacak, aynı zamanda kadim medeniyetlere ev sahipliği yapan coğrafyaları da birbirine bağlayacaktı.

Geçmişte İpek Yolu’na ev sahipliği yapan Anadolu da düğümün atıldığı merkez olacaktı.

Ancaaak…?

İran gibi dünyanın ikinci büyük doğalgaz rezervine sahip bir ülkenin bu projeden niye dışlandığı hala anlaşılamamış hatta tartışılmamıştı.

Yoksaaa…

İran, Siyonist ve emperyalist ülkelerin planladığı, AKP’nin de taşeron olarak kullanıldığı muhtemel bir rejim değişikliğinden sonra mı projeye katılacaktı?

Evet, aklı, ahlakı ve vicdanı olanlara soruyoruz.

Mısır’dan gaz almayı düşünenlerin daha ucuza mal edilebilecek İran gazına bu kadar mesafeli durmasının başka bir izahı var mıydı? diye soranlar haksız mıydı?

Ekim’de yeni bir kriz için tehlike çanları çalmaktaydı!

Küresel ekonomik krizi aylar öncesinden haber veren VERSO Araştırma Şirketi Sahibi ve Analist Erhan Göksel, ekonomik krizle ilgili yeni öngörülerini, Türkiye ve dünyanın nereye sürüklendiğini Milli Gazeteye anlatırken Krizdeki 2. dip dalgasının Ekim’de geleceğini söylemişti. Göksel, bu krizin siyasete etkilerini, ABD’nin krizden çıkış reçetesini, AKP hükümetinin geleceğini değerlendirirken çok önemli gerçeklere dikkat çekmişti.

Proje Avrupa’ya, Türkiye üzerinden Kafkas gazını geçirmek için hayata geçiriliyor ama hâlâ bu boru hattından hangi gazın geçeceği belirsizliğini korumaktaydı. Rusya son anda Ermenistan sınırı nedeniyle Azerbaycan’la çıkan ihtilafımızı kullanıp, Azeri gazını, yani bu boru hattı için en fazla bel bağlanan gazı almak için anlaşma yapmıştı. Azerbaycan’dan hâlâ gaz gelme ihtimali vardı, ama gaz miktarı henüz belli olmamıştı. Enerji Bakanımız, “Rusya da bu hatta girerse şaşırmayın” açıklamasını yapmıştı. Belli ki Rusya ile konu tartışılmıştı, yani AB’nin Rusya gazına alternatif diye istediği, enerji arz güvenliği için kritik konumda olan bu boru hattına da yine Rusya dâhil olacaktı. O zaman nerede kaldı alternatif enerji kaynağı?

Bu proje için ilk imza Ekim 2001’de Romanya ile imzalandı ve daha sonra 2002 ortasına kadar 5 imza daha atıldı.

AKP Hükümeti bu projeyi devam ettirdi ama sürekli ikircikli bir tutum takındı. Gerçi Avrupa da yeterince bu projeye sahip çıkmadı ama son anda Türkiye’ye istediklerini de dayatmıştı. Bu gidişle AB’ye tam üyelik için elimizde koz olması planlanan Nabucco Projesi’nde AKP’nin inisiyatifi oldukça azalmış yani koz olarak kullanabileceği pek bir şey kalmamıştı.

Üstelik Bakan’ın açıklamalarından anlıyoruz ki; yüzde 15 indirimli gaz alma talebimiz de kabul edilmemiş, yani bu oyunu oynarken sürekli geri adım atılmıştı.

Elbette toplam 8 milyar dolarlık bir proje, içeride önemli bir iş potansiyeli yaratacak, çoğu bizim ülkemizden geçen hat nedeniyle bazı vergi gelirimiz olacaktı. Ancak tüm bu olanlar sadece jeostratejik konumumuzdan kaynaklanan, yani zaten konumumuz gereği alacağımız asgari kazançlardı.

Özetle oyunu iyi oynayamadık. “Sadece transit ülke olmayacağız, bu sayede dünya enerji oyununun önemli bir aktörü konumuna ulaşacağız”, “gazı biz alıp Avrupa’ya satacağız” sözleri havada kalmıştı. Özetle burada da AKP sadece kof iddialar üretmiş, süreci yönetememiş ve sadece boru hattının büyük bölümünün geçeceği transit bir ülke olmaktan kurtulamamıştık.”

Sonuç Şiiri

Ben, ampüllü ve lobilerden püsküllü bir Doru Atıyım

Şey, yani; Nabucco Boru Hattıyım!..

BOP eş başkanı olarak

Kara bahtlıyım..

İsrail’i, “enerji dağıtım ve kontrol üssü” yaparak

Elbette kabahatliyim!..

Ama, boşbakan rolü oynayarak

Barbar Batılılara pek tatlıyım…

Ve hele, gaz verince, çok süratlıyım.

Üfürdükçe hızlanırım…

– Peki ya gazı keserlerse?..

Ben de sazı ele alır, sızlanırım!..

 

 

 



[1] Zeki Ceyhan

[2] Reşat Nuri Erol

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Nejat HAKKUL

Nejat HAKKUL

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx