YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
660529269a17b
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 5 8 7
Bugün : 8587
Dün : 25541
Bu ay : 387244
Geçen ay : 338123
Toplam : 22713194
IP'niz : 18.209.209.28

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

ABD ve yandaşlarının körfeze gelişlerinin asıl amaçlarından birisi de, Irak’ı parçalamak ve Ehli Sünnet İslam’ına karşı bir Şii bloku oluşturmaktı. Böylece İslam Dünyasını da birbirine karşı kullanacak ve Erbakan’ın D.8 barış, birlik ve bereket projesini boşa çıkaracaktı. Bunun ilk adımı olarak, tüm şeytan orduları hep birden saldırmak suretiyle, Irak’ı askeri ve ekonomik yönden çökerttiler. Şimdi de bütün bölgelerinde isyan ve ihtilaller çıkararak, Irak’ı kendi içinden yıkmak ve parçalamak istemektedirler. Bir yandan Kuzey Irak’taki Kürtleri  organize edip, sözde bağımsızlık ve demokrasi adına kışkırtarak, bir yandan da Şii-Sünni kavgasını kızıştırarak, Irak’ı ikinci bir Lübnan haline getirmektedirler.

Irak’taki Şii ayaklanmasını öteden beri hem Amerika körüklemekte, hem de maalesef gizliden gizliye İran ve Suriye’de bunları desteklemektedir. Zaten yıllardır Irak’ta bir Şii hakimiyeti gerçekleştirmek Amerika’nın ve siyonizmin hedeflerinden biriydi. Böylece İran-Irak ve Suriye arasında bir Şii ittifakı sağlanarak, hem Türkiye ile diğer Sünni İslam aleminin arasında tabii bir engel oluşturmak, hem de güçlü bir Şii ittifakı tehdidi ve korkusuyla Arap-İslam ülkelerini daha uzun müddet Amerikan mandası ve koruması altında tutmak istiyorlar.

Batı basını ve haber ajanslarının Kürtlerin ve Şiilerin baş kaldırmalarını, despotluğa karşı çıkan bir halk ayaklanması şeklinde göstermesi yalan ve yanıltıcıdır. Olaylar tamamen bir siyonist planı ve kışkırtmasıdır. Çünkü Irak’ın Lübnan’a dönüşmesi Kürtlerin,Türklerin, Şiilerin, Sünnilerin ve merkezi güçlerin  ayrı ayrı başkaldırması ve kendi hesabına davranması; sadece Irak’ı 4-5 parçaya ayırmakla kalmayacak, bölge ülkelerinin de başını belaya sokacaktır. Türkiye, İran, Suriye, Ürdün ve Suudi Arabistan da  olaya dahil olacak ve bölgede yeni sorunların ve savaşların temeli atılacaktır. Böylece Müslümanlar birbirini yiyecek ve bitirecek ve farkında olmadan İsrail’e hizmet edecektir.

İran’ın bunca acı tecrübeden sonra hala siyonizmin ve ABD’nin bu oyununu fark etmeyerek, Irak’taki Şii ayaklanmasına yardım etmesi hayret vericidir. Büyük bir devrimden başarılı ama yorgun çıkan İran’ın bu zayıf anını fırsat bilerek ve Amerika’nın oyununa gelerek, İran’a saldıran Saddam’ın durumuna bu sefer en kötü zamanında, hem de fiilen Amerika’nın işgali altında bulunduğu bir sırada, Irak’taki ayrımcılığını körükleyen ve destekleyen İran düşmüştür.

Zira hiç kimsenin inkar edemeyeceği bir gerçek vardır:

Saddam’ın yıkılmasını ve Irak’ın parçalanmasını isteyen, başta İsrail, Amerika, İngiltere, ve onların uşaklarıydı.

Amerika ve yandaşlarının Irak halkına yıllarca “eğer ayaklanıp Saddam’ı devirmezseniz, biz de ambargoyu kaldırmayacak ve sizleri aç bırakacağız”. Şeklinde telkinde bulunmaları da bu amaca yönelikti. Halbuki  Amerika Saddam’ın hemen devrilmesinden ziyade, iç savaş çıkıncaya ve Irak Lübnanlaşıncaya kadar kalmasını istemekteydi. Çünkü onların asıl gayesi Saddam’ın gitmesi ve demokrasinin gelmesi değil, Irak’ın bölünmesi, ırk ve mezhep kavgalarının körüklenmesiydi.

Zaten Irak 1.Körfez saldırısı öncesi bütün barış şartlarını ve BM kararlarını kabul ettiğini ve askerlerini Kuveyt’ten çekeceğini bildirmesine rağmen, savaşı ısrarla sürdüren ve tarihin pek az rastladığı cinayet ve katliamları gerçekleştiren Amerika’nın asıl niyeti, bu davranışıyla apaçık ortaya çıkmıştı. Daha önce Kuveyt’i yem olarak kullanıp Saddam’ı oltaya takan ve  Ortadoğu işgaline bahane hazırlayan Amerika, 2. Körfez savaşıyla bütün Irak’ı teslim almış ve  şimdilik kazanmış gibi görünse de gerçekte çöküşünü başlattığının farkında değildir.

Çanakkale Savaşıyla, Körfez Savaşı bir çok yönden ortak özellikler taşımaktadır.

Önce Çanakkale’ye hücum edenlerle körfeze hücum edenler aynıdır. Çanakkale’ye saldıranlar Osmanlı’yı yıkmak, İslam’ı parçalamak ve İsrail’in kurulmasını sağlamak amacını taşıyorlardı. Şimdi Körfeze saldıranlar da Müslüman Ülkeleri askeri, ekonomik ve siyasi yönden çökertmek, birbirine düşürmek ve “Büyük İsrail İmparatorluğu” hayalini gerçekleştirmek niyetindedirler.

Ancak Çanakkale’yi zahirde Osmanlı kazanmıştı, Ama bu savaş Osmanlının yıkılışını hızlandırmıştı. Çünkü yarım milyondan fazla gencini Çanakkale’de yitirmiş ve ekonomik  yönden de bitmişti…

Şimdi de 1. ve 2. Körfez savaşını Amerika kazanmış görünüyor. Ama çok büyük bir askeri ve ekonomik fatura ödemiştir. Irak’ı işgal ettiğini, Kuveyt’i ve Suudi Arabistan’ı fiilen ele geçirdiğini zannetse de, aslında “Altın yumurtlayan tavuklarını” kesmiştir.

Süper Güç prestiji sıfıra inmiştir… Yani süper canavar, can evinden yaralanmış ve devamlı kan kaybetmektedir.

Amerika çökmeden Siyonizmin zulüm saltanatını ortadan kaldırmak mümkün değildir…

Çaresi yok canavar geberecektir!..

“Doğrusu onlar hileli bir düzen planlıyorlar. ( onlara karşılık) Ben de bir tuzak hazırlıyorum “[1]

Müslüman toplumların uyanması ve dış tehdit ve tehlikelerin artık kapıya dayanması ve özellikle Erbakan Hocan’ın D-8 projelerinin gerçeklik ve geçerlilik kazanması sonucu, işbirliğine ve güçlerini bütünleştirmeye yönelen İslam Dünyasını karıştırmak ve karşı karşıya getirip vuruşturmak isteyen “Küresel Çete”, son çare olarak Şii ve Sünni ayrıştırmasına yönelik sinsi bir fesat senaryosu sahneye koymaktadır. Ve maalesef bu senaryoda İran’daki yenilikçi kanatla ve mevcut iktidarla gizli işbirliği yapmaktadır.

Bir suikast sonucu öldürülen Şii lider El-Hekim’in  ve binlerce silahlı Bedir Tugayları birliklerinin, yıllarca İran’da barındırılıp eğitilmeleri ve Amerikan işgalinden sonra Güney Irak’a geçip ABD ile işbirliğine girişmeleri bunun en taze kanıtıdır.

ABD’nin zahiren İran’a düşmanca tavırlar takınması ve saldırı hazırlıkları için bahane araması, ancak asıl Türkiye ile İran’ı savaştırmaya çalışması  ve bunun için her iki tarafı da sürekli kışkırtmaktan geri durmaması  da dikkatlerden kaçmamaktadır.

“İran’da 30 milyon Azeri yaşıyor. Buna seyirci kalamayız. İran politikalarında, ABD’nin yanında olmalıyız. Türkiye, ta başında eğer ABD ile uyumlu davransaydı, Irak’taki Türkmenlerin sorunu çözülmüş olacaktı. İran eninde sonunda parçalanacaktır” gibi sözler eden Amerikan kuklası İsa Gamber’in, Azerbeycan’da iktidara taşımak ve İran’a çattırılarak Türkiye’nin de bu kavgaya bulaşmasını kolaylaştırmak istenmesi de bu senaryonun bir parçasıydı… Şükür ki, başarılamadı..

Şu anda Siyonizmin ve Batı Emperyalizminin en büyük hedefi, giderek yükselen ve dünya gündeminde ön sıralara gelen “İslam’ı” boğmaktır. Bunun için de ABD Şii-Sünni ayırımını kaşımaktan da öte, bizzat Şii İran’la stratejik bir ittifak kurup, Sünni İslam’a karşı aynı cephede buluşmayı amaçlamıştır.

Irak’ta Şiiler ve Kürt Yahudisi Barzanilerle gül gibi geçinen Amerika’nın, bütün baskı ve barbarlıkları Sünni bölgelerde yoğunlaştırılması ve Irak’ta uzun zaman Saddam’a mal edilen, ama onun yakalanmasından sonra daha da şiddetlenen direnişin bile, dünya kamuoyuna “Başka ülkelerden toplanan Sünni isyancılar!?” şeklinde sunulması da bu şeytanlığın bir parçasıdır.

İşgal güçlerinin ve özellikle bunların için de olduğu söylenen İsrail askerlerinin, Sünni Müslümanlara yaptığı sistemli ve sürekli zulümler, tecavüzler ve insanlık dışı muameleler, öyle noktaya varmış ki, ABD’li gözlemci yazar Davıd Lgnatus, The Washınton Post’ta  “Sünnilerin çoğunun artık Irak’ta kendilerine yer olmadığı kanaatine kapıldığını” yazmıştır.[2]

Hatta ABD’ye bağımlı Türkiye, Mısır, Pakistan ve Afganistan gibi, Sünnilerin çoğunlukta olduğu ülkelerde; Sünni İslam’ı saf dışı bırakma, ehli sünnet dışı mezhep ve meşrep mensuplarını veya ılımlı ve layt haline getirilmiş uşaklarını iktidara taşıma operasyonları açıkça yapılmaktadır.

Irak’ın Kuzeyinde bir Kürdistan kurulursa, mutlaka bunun güneyi nerede? Diye sorulacağını çok iyi bilen siyonist güçler, Türkiye’yi Kuzey Irak’a müdahaleye zorlayacak gelişmelerin, sonunda Türkiye ile İran’ı karşı karşıya bırakacağını da, bilerek planlamıştır.

ABD Demokrat Parti Başkan adaylarından Lyndon La Rouche, 12.Ekim 2003’te Los Angeles Times’te yayınlanan bir rapora dayanarak, siyonist Yahudilerin ve “Neocon”ların güdümündeki Bush yönetiminin, Suriye ve İran’a saldırması ve nükleer silah kullanması konusunda İsrail’e baskı yapıldığını ve kışkırtıldığını, açıklamış ve bütün dünyayı uyarmıştır.

İsrail, ABD ve İngiltere’nin, dost oldukları ülkeleri önce ekonomik ve siyasi krizlere sürükledikleri, arkasından da bu kaostan kurtulmaları için stratejik yardımlar teklif ederek güvenlik birimlerine sızdıkları ve böylece o ülkeleri kontrol altına aldıkları, artık bilinen bir durumdur.

Buna rağmen, AKP iktidarının ve Genel Kurmay’ın, Irak’ta Mossad’la istihbarat işbirliğine girmesi düşündürücüdür.

İleride ABD, İngiltere, İsrail ve İran’nın stratejik bir yakınlaşma sürecine gireceği ihtimali giderek güçlenirken, Türkiye’nin bütün sırlarını İsrail ve ABD’ye teslim etmesi ürkütücüdür.

Daha da kötüsü; Türk Silahlı Kuvvetlerinde beynin ve sinir sistemi merkezinin Kara Kuvvetlerinden, İsrail ve ABD ile daha uyumlu hale getirilen Hava Kuvvetlerine kaydırma fesatlıkları..

Ve işlevsiz hale getirilen MGK’nın görevini ABD’deki gibi, Yahudi kökenli JİNSA’dan icazetli bazı emekli generallerin ve mason biraderlerin güdümündeki sözde TESEV-TÜSİAD-OYAK gibi sivil örgütlere devretme şeytanlıkları hızla sürdürülüyor.

Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in ABD ziyareti dönüşünde “MGK’nın danışmanlık işlevini başka biçimlerde takviye edilebileceğini ve hükümetin özel düşünce kuruluşlarına, gerekli konularda araştırma yapma ve rapor hazırlama siparişi verebileceğini” açıklaması da bunu gösteriyor.

“Mili Derin Devleti” devre dışı bırakmaya ve Türkiye’yi İsrail’in eyaleti yapmaya yönelik bu hıyanet hazırlıklarının bir adımı olarak, Çevik Bir, Cüneyt Zapsu ve Faruk Eczacıbaşı gibi malum masonların TESEV’de bir yönetim darbesi gerçekleştirip ve 11 emekli generali de “Danışma Konseyi” üyesi yaptıkları basında konuşuluyor.

1.Ordu Komutanı Çetin Doğan’ın emekli olurken Şişli Belediye Başkanı Sabataist Mustafa Sarıgül’le Yahudi Hahambaşını ziyaret etmesi de, kendini emeklilik sonrasına hazırlama ve malum çevrelere pazarlama olarak değerlendiriliyor.[3]

Tayyip Erdoğan’ın Tercümanda çıkan röportajında:

“İktidar sınırsız bir kavram değildir.Tüm dünyada iktidarlar belli kurumlarla paylaşılabilmektedir” şeklindeki sözleri de: Erdoğan’ın iktidarı egemen güç odaklarıyla paylaşılan alan kabul ettiğini ve onların güdümüne girdiğini açığa vuruyor.

Süleymaniye’de askerimizin başına çuval geçirme operasyonuyla da, Amerika’nın bu tür hıyanet girişimlerine karşı çıkan Milli güçleri sindirmeyi ve küçük düşürmeyi amaçladığı ve içimizdeki işbirlikçilerinden bilgi ve destek aldığı anlaşılıyor.

Siyonizmin Türkiye’deki ağızlarından çok önemli bir şahsiyet(siz)in; “Türkiye, Türklere bırakılmayacak kadar önemli bir ülkedir!?” açıklamaları da, ülkemiz üzerindeki oyunların hangi aşamaya geldiğini ve hainlerin gerçek niyetini ortaya koyuyor.

Türkiye’yi Türklerden kurtarmanın veya Yahudileşmiş Türklerin (Masonların) ve Türkleşmiş Yahudi Kodamanların kontrolüne alma süreci ise, şu üç aşamadan oluşuyor:

1-Toplumu İslam ahlakından ve inancın verdiği kardeşlik anlayışından uzaklaştırmak… Müslüman Türk Milletini kendi köküne, kültürüne ve kimliğine yabancılaştırmak.

2-Ağır Sanayi hamlesinden, Teknolojik gelişmeden, Tarımsal üretimden mahrum bırakmak.Sermayeyi  ve stratejik üretimi yabancılaştırmak.

3-Bölge ülkeleriyle, komşu devletlerle ve İslam alemiyle sürekli sorunlarla uğraştırmak.Ekonomik, siyasi ve kültürel münasebetlerini koparmak..Böylece Türkiye’yi yalnız ve yardımsız bırakıp Batıya mecbur ve mahkum hale sokmak ve kendi coğrafyasına yabancılaştırmak.

Bu noktada siyonist Amerika’nın ve yerli kahyalarının Erbakan korkuları ve Milli Görüş düşmanlıkları daha iyi anlaşılıyor.

İşte tarihimizdeki, belki  de  en ciddi ve tehlikeli bir dönüm noktasına gelindiğimiz şu aşamada, Milli Güçlerin, aslında ülkenin yüz akı ve onuru iken maalesef sorun haline getirilen “Başörtüsü, İmam-Hatip,Kur’an Kursu” gibi suni gündemler ve “irtica, İslamcı terör” gibi dış kökenli gelişmelerle uğraşmayı ve birbiriyle boğuşmayı bırakıp, siyasetimizin İsrail hedefleri doğrultusunda  Amerikan yönlendirmesine ve siyonistleşmesine…

Askerimizin pentagonun bir şubesine dönüştürülmesine ve Yahudi Sorus’un dediği gibi “ihraç ürünü haline getirilmesine” Özelleştirme adına sanayimizin söndürülmesine…

Sermayenin bütünüyle tekelleşmesine ve İstanbul Dükalığına  teslim edilmesine…

Ve Kürtçe’nin arkasından, Ermenilerin, süryanilerin, çerkezlerin kendi dillerinde yayın yapmak, Tv ve Radyo kurmak üzere girişimleri sürdürmesine ve Türkiye’nin adım adım parçalanma sürecine itilmesine…

Köşe yazarlarından yüksek bürokratlara, bütün kilit noktaların ve hıyanet odaklarının kontrolüne girmesine…

Kısaca, Türkiye’nin çökertilmesine engel olacak köklü ve kalıcı tedbirleri, hem de hiç vakit geçirmeden almaya bakmalıdır.

Ve şimdi daha iyi anlaşılıyor bu masonlar niye hala Erbakan’la uğraşmaktadır?

Tayyip Erdoğan, bakanları ve diğer ganimet ortakları, bu günkü makamlarını, Erbakan’a hıyanete borçlu olduklarının farkındalar ve Tayyip için beş tane yasayı beş günde değiştikleri halde, her şeylerini borçlu oldukları Hocalarını rahatlandıracak bir kanun değişikliğini kasıtlı şekilde yapmayarak, hala siyonist patronlarına yaranmak istiyorlar.Yani bu AKP’liler , kendileri için yargıya güvenmiyorlar ama Erbakan Hoca için güveniyorlar ve “bir kişi için kanun değiştirilmez” diye  geveliyorlar.

Erbakan’a arkadan vurdukça, Amerika’dan aferin alacaklarını biliyorlar…

Ve zaten kendilerini İsrail’e ispatlamak için; iktidarları döneminde,  önceki Solcu-sağcı mason hükümetleri bile aratacak icraatlar yapıyorlar.

-Onlar karışmıyordu, bunlar her gün Kur’an kurslarını bastırıyorlar

-Onlar okul ve camilere 200 m Kadar pavyon meyhane açtırmıyordu, bunlar 100 m ye İndiriyorlar

-Onlar, disko ve barlarda çalışacak kadınlara “çalışma izin belgesini” şart koymuşlardı, bunlar kaldırıyorlar…

-Onlar İmam-Hatipleri kapatmışlardı. Bunlar kilise ve Havra okullarını açıyorlar.

-Onlar İlahiyat kontenjanlarını kısmışlardı, Bunlar Harran Üniversitesinde hem de Fetullah Gülenin  Papa ile ve Yahudi Lobileriyle özel görüşmeleri çerçevesinde, papaz ve haham yetiştireceklerini açıklıyorlar.

-Önceki solcu-sağcı mason iktidarlar bütçenin çoğunu IMF’ye,  çeyreğini memlekete harcıyorlardı.

Bu AKP %90 ‘ını IMF’ye , birazcığını millete ayırıyor. İşte 2004 bütçesi: sözde 150 katrilyon… 50 si açık, uydurma… Kalır 100 katrilyon… Onun da 70 katrilyonu IMF’ye  faiz ve borç taksidi… 20 katrilyonu da içerideki rantiyecilere… 5 katrilyon personel maaşları… 5 katrilyon, yatırım diye yandaş kayırmaları…

Şimdi anladınız mı, dış güçler ve içerdeki “hödükler” (dangalak ve duyarsız kimseler) niye Erbakan’dan bu kadar korkuyorlar ve hala ondan kurtulmaya çalışıyorlar?

Size bir fıkra anlatayım: Amerika’da büyük bir fabrikada arıza çıkmış… Hiçbir usta nedenini bulamamış ve yapamamış… Zarar korkunç boyutlara ulaşmış… Nihayet, o konunun uzmanı bir mühendis bulunup çağrılmış… Adam makineleri iyice gözden geçirdikten sonra, bir noktaya sadece tek bir çekiç darbesi atmış… Makineler ve fabrika tıkır tıkır çalışmaya başlamış… Bu usta mühendis, ücret olarak ta 1 milyon dolar almış… Bu fiyatı çok yüksek bulan fabrikatör ayrıntılı masraf faturası istemiş…

İşte gelen fatura:

Makinelere vurulan her bir çekiç darbesi ve anahtar çevirmesi=1 dolar

Ama o çekicin nereye vurulacağını bilmenin bedeli=999 bin, 999 dolar

Şimdi gelelim Erbakan’dan niye korkuyorlar sorusunun  cevabına:

Erbakan çekicin nereye vurulacağını biliyor!.. Siyonist sömürü saltanatının ve şeytanın zulüm iktidarının nasıl yıkılacağına dikkat çekiyor!

Zahiren % 1’e düşmüş zannediliyor ama % 99 çekicini rast gele vuruyor. Ama Erbakan ve Milli Görüşçüler çekici tam arızanın, yani siyonizm ve masonluk denen gizli şeytanın kafasına indiriyor!..

Bazıları da, Erbakan Hocayı, “acınacak duruma gelmiş, bütün ümitlerini tüketmiş, çaresiz ve sahipsiz hale gelmiş” gibi göstermek ve haksız ve ahlaksız suçlamaları resmileştirmek için: “Efendim filan zat Erbakan’ı affetsin!” diye timsahın gözyaşları cinsinden bir kampanya başlatmış…

Hadi oradan!.. Hadi oradan!..

Erbakan  hiç kimsenin himmetine muhtaç değildir. Erbakan affedilecek değil, kendisinden özür dilenecek şahsiyettir!..

Tayyip Erdoğan: “Diktatörler, Saddam’ın sonundan ders alsın” buyurmuş…

Evet, Amerika’ya ve siyonist mihraklara güvenen gafiller de, Saddam’ın sonundan ders almalıdır.

Çünkü dış güçler, hep böyledir. Birilerini, makam ve menfaat karşılığı kendi milletinin başın bela edip kullanır, yıpratır. Artık işlerine yaramaz hale gelince de, rezil ve zelil şekilde kaldırıp atmaktadır.

Saddam, Amerikalılarca yeni yakalanmadı… Saddam, siyonist ABD’nin güdümüne girdiği 30 sene önce, zaten onların tuzağına yakalanmıştı!..

İslam Dünyasındaki diğer kukla diktatörler gibi, dara düşünce dine sarılması da, tamamen sahteydi ve sırıtmaktaydı.

Bari son anda cani conilere, birkaç el ateş açıp, mertce ölmeyi bile başaramadı.

Yakalanırken bile, hala siyonist senaryoda bir figürandı…

Çünkü, ABD Eski Dışişleri Bakanı Madeline Albright bile, Usame bin Ladin’in de Bush yönetimince bilinen yerlerde dolaştığını ve Saddam gibi özellikle seçimler öncesi Bush’a puan kazandırmak için yakalanacağını açıkladı.

Eşek arısını arslanlaştırıp, ülkelerin başına kral, sultan veya başkan yapıp, sonra zamanı gelince onu sinek gibi ezmek, Batının bilinen numarasıydı. Yani Televizyondaki Saddam’ın yakalanması, aslında otuz yıllık bir yalanın ortaya çıkmasıydı.

Saddam’ın yeri önceden biliniyor ve göz yumuluyordu. Çünkü Irak’taki direnişin Saddam tarafından yönlendirildiği yalanı, işgalcilerin işine geliyordu…

ABD’nin derin güçleri içinde, kıyasıya çekişen iki merkezden birisinin gayretiyle, Saddam’ın saklandığı senaryosu bozuluyordu…

Ve zaten Saddam’ı en son yakalatan kendisinin istihbarat şefi ve eski Ankara Büyükelçisi de, aynı zamanda CIA ve MOSSAD’ın adamıydı.

Yakalanma senaryosunda, Saddam’ın şahsında  bütün Müslümanları küçük düşürmek ve İslam’a karşı  intikam dolu Haçlı gururunu tatmin etmek için, her türlü kepazelik hazırlanmıştı. Halbuki daha önce, örneğin zalim ve hain bir diktatör olan Pinoşede, devrim sonrası kaçmış ve nihayet İngiltere’de yakalanmıştı..

Ama o,  Saddam gibi böylesine bayağı ve aşağılayıcı bir tavırla karşılaşmamıştı.

Başında bit aranmamıştı. Ağzı ışıkla yoklanmamıştı…

Her şeye rağmen Saddam’ı “Etini yesek de  kemiklerini köpeklere atmayız” cinsinden sayıyoruz ve Üstat Bediüzzaman’ın ifadesiyle: “Mason ve İttihatcı  Enver Paşa ile Yunan Komutan Venizalos, her ne kadar Osmanlının yıkılışındaki günahta ortak iseler de: “Ben yine de, Venizalos’a  vurduğum tokatla, Enver’e vurmam… Nazarımda vuran da kahbedir!..” diyoruz. Saddam sadistinin mukadder olan acı ve alçaltıcı sonunu ibret ve nefretle seyrediyoruz… Ama İsrail baş katili Ariel Şaron gibi sevinmiyoruz!..

Bu arada, Saddam’ın yakalanışını, aşağılanmasını ve böylesine horlanıp hırpalanmasını, Papa bile kınarken, bu rezalete sevinenlere ve nerdeyse zil takıp oynayası gelenlere de, hatırlatıyoruz:

Birkaç önce, Süleymaniye’de subaylarımızın başına çuval geçirilmesi ile,Saddam’ın yakalanıp süründürülmesi arasında ne fark vardır? Saddam’a yaptıklarının benzerini bizim subaylarımıza da yapmaktan sakınmayan soysuzlarla aynı duyguları paylaşmak ve aynı safta olmaktan utanmıyor musunuz? Ve de, ne çabuk unutuyorsunuz?!..

Yeri gelmişken,  bir kere daha Sn. Tayyip Erdoğan’a da sesleniyoruz: Ve

“Saddam’ın sonu  Amerika’ya güvenen, Avrupa’ya yönelen ve Dış güçlerin gayretiyle iktidara getirilen herkese ders olsun!” diyoruz…

Ve hala,

“1-Kıbrıs’ta Denktaş’ı dışlayın ve çözümü çabuklaştırın.

2-Kuzey Irak’taki Kürtlerin Federe Devletini resmileştirmeye yönelik, ayrı ve bağımsız hükümet kurma çalışmalarına karşı çıkmayın.

3-Kürtlerin, Kerkük’ü Başkent yapmasına karışmayın.

4-ABD gözetiminde, PKK-KADEK’in siyasallaşma süreci görüşmelerine siz de katılın.

5-Suriye ve İran’a karşı, en azından siyasi ve stratejik olarak ABD yi destekleyin, işgal güçlerinin ve İsrail’in yanında yer alın”

talimatlarını almak üzere Amerika’ya giden Sn.Tayyip Erdoğan’ın bu gafletini anlamakta zorlanıyoruz…

Saddam’ın adil ve şeffaf biçimde yargılanacağına da inanmıyoruz ve beklemiyoruz.

Amerika ve İsrail buna yanaşmaz.

Çünkü Saddam’ın:

-Halepce katliamında masum Kürtlere karşı kullandığım kimyasal bombaları ve zehirli gazları bana Amerika verdi.Bizzat Ramsfeld getirdi…

-Fırat ve Dicle sularını bahane ederek Türkiye’ye saldırayım diye, son sistem silahları bunlar bana gönderdi..

-Türkiye ile, savaş fırsatı doğmayınca, beni İran’a saldırtan ve yeni silahlarını satan yine kendileriydi…

-Beni aldatıp, Kuveyt’i işgal etmem için yine ABD Dışişleri ve CIA yetkilileri tuzağa çekti… diyeceğini her halde biliyorlar!..

Tam böyle bir hengamede, İran Hükümetinin, kurulacak sözde uluslar arası bir mahkemeye Saddam’ı şikayet edeceklerini açıklaması da yanlıştır ve kafa karıştırmaktadır.

Çünkü herkes biliyor ki, bu tür mahkemeler, hain güçlerin maşasıdır ve emperyalistlerin zulümlerini aklama mekanizmasıdır.

Hem İran, Irak’tan sonra ABD’nin saldırı sırasının kendilerine geleceğini bilmez mi?

Yoksa “Küresel Çete”nin:

“Ya Türkiye’ye ve Sünni İslam Alemine karşı ABD, İngiltere ve İsrail’le birlikte hareket eder, Şii dünyasının liderlik makamında oturursun,

Ya da Irak gibi saldırıya uğrayıp, parçalanıp dağılmaya razı olursun!” tekliflerinden birincisini mi tercih etti?..

Umarız bu sinsi ve siyonist tuzaklara kapılmaz ve kendi ifadeleriyle, Şeytan ittifakına katılmazlar.

Ve 4 bin sene önce, Bağdat civarındaki Babil Kralının Filistine saldırıp Yahudilerin çoğunu öldürdükten sonra, geri kalanı esir ve köle olarak Irak’a götürmesinin intikamını, kendisini Nabukadnazer ilan eden Saddam’dan ve Müslümanlardan almak için atılan korkunç bombaların adına “MOAB” dendiği, unutmazlar.

Çünkü MOAB, Hz. Musa göç ederken konakladığı ve hastalanıp ölerek Ahirete uğurlandığı kutsal yerin adıdır.

Yani Irak saldırısı ve MOAB bombalarının kullanılması, Arz-ı Mev’ud hayalinin ve Büyük İsrail hedefinin bir parçasıdır.

Bilderbegci Mason Mesut Yılmaz’ın  14-mart-1996 da, giderayak Türkiye-İsrail Serbest Bölge anlaşmasını imzalamasıyla hızlanan ve GAP Bölgesinde Yahudilere çok önemli avantaj ve imtiyazlar tanınan…

Ve AKP-CHP eliyle bütün Güneydoğumuzun önce yerel yönetimler tasarısıyla özerkleşmesini sağlayan süreç de, Yeni Dünya Düzenine giden yolun bir uzantısıdır…

Ve yine, Kıbrıs’ın görünüşte Rumlara, gerçekte İsrail kontrolüne devredilme planları ve bunun için Denktaş’ı saf dışı bırakma oyunları da, bu çerçevede  ela alınmalıdır. Sn. Tayyip Erdoğan’ın “Denktaş müzakereden çekilsin ve danışmanlarını değiştirsin” sözleri de, hangi cephede olduğunun kanıtıdır.

Ve hele Abdullah Gül’ün “Denktaş mantığıyla çözüme ulaşılamayacaktır.”

“Bu kritik süreçte sorumsuz demeç ve davranışlar, hem Kıbrıs’ı hem Türkiye’yi zora sokacaktır” şeklindeki, Rum ve Yunan ağzıyla Denktaşı suçlaması ve daha önce de, Anavatan olan Türkiye’ye güvendiğini söyleyen Denktaş’ı hedef alarak:

“Türkiye’ye dayanacağına kendi halkının desteğini alsın!” diyerek satılmış muhalefete destek çıkması, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesindeki “Gaflet, dalalet hatta hıyanet içindeki iktidarların, şahsi makam ve menfaatları hatırına, istilacı ve işgalci düşman güçlerle işbirliğine dahi girebilirler” sözlerini hatırlatmaktadır.

AKP’lilerin, “bütün bunlara, AB’ye girmek için katlanıyoruz. Çünkü AB’ye girersek, Başörtüsü gibi iç sorunlarımız, Kıbrıs ve Irak gibi dış sıkıntılarımız kolaylıkla çözülecek” iddiaları da bütünüyle safsatadır.

Çünkü AB, siyonist sermayenin ve Masonik lobilerin güdümündeki bir Hrıstiyan birliğidir. Tartışma sadece, bu gerçeği Avrupa Anayasasına  yazalım mı, yazmayalım mı meselesidir.

İşte Yunanistan, herkes biliyor ki tam bir Hrıstiyan şeriat devletidir.

İngiltere, yazılı bir anayasası yoktur ama, Kralın Anglikanizm dışında biriyle evlenmesi, Krallıktan azledilmesi demektir.

Danimarka; Kraliyet ailesinin Protestan Kilisesine bağlı olma şartı, anayasa gereğidir…

Almanya; sözde Kilise-Devlet temassızlığı temeline kurulmuştur, ama Kilisenin tasvibi alınmadan pek çok konuda kanun bile çıkaramadığı bilinmektedir.

Ve işte Fransa… Yeryüzünde anayasasında resmen “Laik” olduğu tesbit ve tescil edilen Türkiye’den başka ikinci ülke…

Ama başörtüsü bizzat Cumhurbaşkanının özel çağrısı üzerine, kanunla yasaklanıyor… Ve diğer AB ülkelerinden bu haksız ve ahlaksız girişime hiç ses çıkmıyor!..

Biz, bugün Avrupa’ya hakim mason bürokrasinin, siyonist Yahudilerin, Fransız İhtilaliyle başlattıkları demokratikleşme kılıfıyla Hrıstiyanları dinsizleştirme sürecinin beyni kiralanmış kuklaları olduğunu biliyoruz ve Fransız Yargısının ve Cumhurbaşkanının İslam düşmanlığını yadırgamıyoruz..

Çünkü siyonist Felsefenin şekillendirdiği bugünkü Batı Laisizminin temelini oluşturan Fransız Devriminin, nasıl bir vahşet ve dehşet ihtilali olduğunu tarihten hatırlıyoruz.

Asırlar boyu, Hrıstiyanlığı yozlaştıran kiliselerin yaptığı yobazlık ve yolsuzluklardan ve Kralların despotluklarından usanmış halkların nefret ve intikam duygularını  istismar eden, siyonist Yahudi güdümlü isyancıların, “dindar” veya “varlıklı” olmaktan başka suçu günahı olmayan on binlerce insanı giyotinle, hatta topla ve tüfekle nasıl katlettiklerini ve bu barbarlığı yüz yıldan fazla sürdürdüklerini, kendi tarihlerinden okuyoruz.

Fransız usulü laikliğin yerleştirilmek istendiği Türkiye, Tunus, Cezayir ve Fas gibi ülkelerde,  bu tür laikleşme ve demokratikleşme dayatmasının kaç bin masum ve Müslüm cana mal olduğunu da unutmuyoruz!..

Bu arada, Avrupa’da büyük çoğunluğu kiliselerin denetiminde olan okullarla, Laik ve Devlet okullarının aynı statüye sahip olmadığını ve yine örneğin Fransa’da Çarşamba günleri bütün ilk ve ortaöğretimde, isteyen bütün çocukların kiliselerin düzenlediği kurslara katılabilmek için okullara gelme zorunluluğunun resmen kaldırıldığını niye  bizim  laobali laikciler hiç görmüyor ve gündeme getirmiyor?

Ey AKP’li gafiller… Ey AB hayranı İslamcı enteller!

Hani AB’ye girersek, başörtüsü serbest bırakılacaktı? Hani Avrupa her din mensubuna eşit ve saygılı davranacaktı?Hani Avrupa Haçlı intikamından ve İslam düşmanlığından vazgeçip uzaklaşmıştı?

Ayet hadis meali okuyanı yasaklayan ve hapse tıkan… Ama “Kur’ani hakikatlara, 1400 sene önce ki köhnemiş kurallar” diye saldıran KESK Başkanı Sami Evren gibi ehvenler, resmen ve alenen dince kutsal sayılan şeyleri tezyif ve tahkire kalkıştıkları… Açıkça ve medya aracılığıyla bölücülük ve kışkırtıcılık yaptıkları halde bunlara fırsat ve ruhsat tanıyan bir zihniyet, AB’ye girince daha da şımarmayacak  ve azgınlaşmayacak mı?

AKP gibi bir iktidarın, Abdullah Gül gibi bir bakanın yönetimindeki  Dışişleri bürokratlarının, Avrupa insan Hakları Mahkemesine gönderdikleri başörtüsü davasıyla ilgili savunmada “Başörtüsünün gericiliği temsil ettiğinin ve laik eğitimle çeliştiğinin” iddia edilmesi, bu zihniyetin artık tamirle tedaviyle ıslah olmayacağını, tasfiyeden başka çıkar yol kalmadığını, bizim insanımız hala anlamayacak mı?

Halkın % 95’inin Müslüman olduğu Kosova’da, Avrupalıların bu ülkeye yardım için Devlet Başkanı İbrahim Yugova’yı Hrıstiyan olmaya zorladıklarını ve maalesef kiralık Yugova’nın da bu teklifi kabul ettiğini resmen açıkladığını… Bosna’da babaları, anneleri şehit edilen çocuklar için AB ülkelerinin sözde yardım diye açtıkları okullarda, adı Ömer, Hasan olan bu yavrulara “Hz. Muhammed’in haşa-seks düşkünü bir sahtekar” olduğunun tarihi gerçekler diye öğretildiği ve beyinlerinin yıkandığını..

Rahmetli Aliye İzzet Begoviç’in hastane ziyaretine ve cenazesine katılmakla riyakarlık ve istismarcılık yapan AKP iktidarının  Dışişleri Bakanlığının, İstanbul Belediyesince yapılan Bosna Hersekteki  tarihi cami, medrese ve tekkeleri restore çalışmalarını, resmi yazılarla engellemeye çalıştıklarını bile bile, Milli ve haysiyetli vicdan taşıyanlar, hala toparlanmayacak mı?

Artık uyanmamız, birbirimize dayanmamız… Cennet ülkemize, Milli ilkelerimize ve kutsal ülkülerimize sahip çıkmamız gerekmektedir. Unutmayın, her geçen gün aleyhimizedir ve yarınlar çok geç olabilir!?..

Çünkü bu Türkiye’mizi, kimlere emanet edeceğimizin karar meselesidir.

T.Erdoğan’ın seçimler öncesi yaptığı Kıbrıs ziyaretinde, Sn. Denktaş kendisine şu tarihi uyarılarda bulunmuştu:

“Biz 400 yıldır, Kıbrıs’ta Türbedarlık yapıyoruz.Yani Müslüman Türk’ün şerefle bayraktarlığını yaptığı yüce İslam’ın Kıbrıs’taki simgesi ve hatırası olan Hz. Peygamberin halasının makamını bekliyoruz.İşte bu önümüzdeki seçimlerde, bu türbenin, yani Türkiye’nin ve İslam Aleminin geleceğinin, kimlere teslim edileceğinin kararı verilecektir.

Vatan ve özgürlük aşıklarına mı?

Yoksa,  Avrupa ve menfaat uşaklarına mı?

Bu, Türkiye için de böyledir:

Ülkemiz ve geleceğimiz, İngiltere’de Yahudilerin çıkardığı Jewis Chroniğle dergisinin 12.Aralık.2003 sayısında  ve “Turkeys secret sect” (Türkiye’nin gizli tarikatı) başlıklı yazısında itiraf ettiği gibi, asıl adı Samuel Alfred olan Yahudi dönmesi ve hala YTP Reisi İsmail Cemlere mi, Yoksa Erbakan gibi Milli ve haysiyetli düşünce sahiplerine mi emanet edilmelidir?

Ve tabi yeri gelmişken Denktaş’a ve Türkiye için Kıbrıs’ın nefes borusu kadar önemli olduğunu savunanlara da bir sözümüz var!

Yapılan anket ve araştırma sonuçlarına göre % 85’i eyyamcı, menfaatcı ve de Avrupacı bu gençler kimin eseridir? Elin gavuru nefes borunuza yan boğazınıza dayanınca mı aklınız başınıza gelmektedir?

Kıbrıslı nesillere niye din dersi ve Kur’an eğitimi verilmemiştir?

Niye hala bir İmam-Hatip okulu bile Kıbrıs’a reva görülmemiştir?

Hem Kuzey Kıbrıs’ın her tarafını kumarhane ve kerhane yapacaksınız, çocuklarınızı milli ve manevi değerlerinden, İslami ve ahlaki eğitiminden mahrum bırakacaksınız… Ama bunlar bir şişe bira parasına ve bir gecelik cep harçlığına satılıp, Yunan gibi davranınca hoplayacaksınız!

Konuyu Kur’andan Maide süresi 51 ve 52 ayetlerin izahlı mealleriyle bağlayalım, kendimizi ve herkesi ve özellikle AB heveslilerini bu şaşmaz terazide tartmaya ve çevremizdeki  yanlıştan ve yamuklaşmaktan kurtarmaya çalışalım:

“Ey iman edenler (Fitne çıkarmamak, anarşi ve ahlaksızlığı kışkırtmamak ve karşılıklı hak ve hürriyetlere saygılı bulunmak şartıyla, onlarla birlikte yaşayın, komşuluk yapın, ülke ve bölge nimetlerini paylaşın, ilmi ve iktisadi konularda yardımlaşın, ama gerçekten iman ediyor ve gereğini yapmaya razı ve hazır bulunuyorsanız, sakın) Siyonist Yahudileri ve (emperyalist) Hrıstiyanları veliler edinmeyin. (Onları dost ve dürüst zannedip, kendinize idareci, karar verici olarak kabullenmeyin. Zulüm ve hıyanet örgütlerine ve girişimlerine destek vermeyin) Onlar, (sizin değil) birbirlerinin dostları ve destekleyicileridir. (Artık) sizden her kim onları rehber edinip (peşlerine giderse) kesinlikle, o da onlardandır. Şüphesiz Allah (Siyonist Yahudilere ve Emperyalist Hrıstiyanlara değer ve destek veren ve Müslümanlara hıyanet eden) zalimler topluluğuna hidayet etmez (onların iman nurunu karartır.)

(Bu açık ve kesin uyarılarımıza rağmen) Kalplerinde hastalık olan (münafık)ların: “Devran ve şartlar aleyhimizedir. ( Müslümanlar zayıf ve çaresizdir. Yahudi ve Hrıstiyanlar güçlü ve kuvvetlidir) Bu yüzden başımıza bir felaket gelmesinden korkuyoruz” diyerek, (Yahudi ve Hrıstiyan ülkelerin ve örgütlerin) arkalarına düştüklerini ve aralarında (çeşitli) çabalar yürüttüklerini görürsün!..

(Oysa) Umulur ki Allah (yakında) bir Fetih ve zafer verecek veya kendi katından bir emir getirecek de, onlar (marazlı münafıklar)  içlerinde gizli tuttukları (kötü niyet ve hıyanetten) dolayı pişman (ve perişan) olacaklardır” (Sadakallahülazim- Allah doğru buyurmaktadır)


[1] Tarık:15-16

[2] 12.12.2003. Radikal

[3] Bak. www. Sesar.com.tr /Jeokritik

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Osman ERAYDIN

Osman ERAYDIN

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx