Reklam
Reklam
Reklam

2023 DEPREMİNİN ÇAĞRIŞTIRDIKLARI VE İKTİDARIN SON ÇIRPINIŞLARI

Kullanıcı Değerlendirmesi: / 48
ZayıfMükemmel 

 

2023 DEPREMİNİN ÇAĞRIŞTIRDIKLARI

VE

İKTİDARIN SON ÇIRPINIŞLARI

      

Başkanlığı Krallığa çeviren Sn. Erdoğan ne muhalefetin, ne sivil örgütlerin ve kişilerin, hatta ne de kendi partisinin ve suç ortağı MHP’nin tenkitlerine katlanabiliyordu… “Eğer çok gerekirse; ben istediğim şekilde ve arzu ettiğim ölçüde kendi kendimi tenkit edebilirim, demokrasi için bu kadarı yeterlidir…” demeye getiriyordu… Bakınız, on bir ilimizi vuran deprem felaketinde, arama-kurtarma ve acil ihtiyaçları karşılama hususunda “Birkaç gün geç kalındığını!..” kendisi de kerhen ve mecburen itiraf ediyordu -zira minareyi saracak bir kılıf uyduramıyordu- ama aynı gerçeği yazıp konuşanlara, sorup soruşturanlara hain muamelesi yapılıyor, karakollara çekilip tehditler yağdırılıyor ve “Bunları not ediyoruz!” diyerek parmak sallanıyor ve susturulmaya çalışılıyordu. Yani seçimi kaybetme korkusu ve saltanattan düşüp hesap verme kuşkusu kendisini giderek hırçınlaştırıyordu. Ama “Korkunun ecele faydası yoktu!..” Meral Akşener’in, önce ayrılması, sonra tekrar katılmak zorunda kalması bile durumu değiştirmiyordu…

İşte insaflı ve tarafsız kamuoyu araştırmacılarının ortalama tespit ve tahminleri şöyle çıkıyordu:

CHP        : %26

İYİ Parti  : %13

SP           : %  2

HDP        : %11

Diğerleri : %  3

             + ---------------

Toplam:   % 55’le Kılıçdaroğlu kazanıyordu.    

Ama bizim kanaatimize göre ise: Sn. Erdoğan ilk turda %47, Sn. Kılıçdaroğlu ise %48 oy alarak seçim ikinci tura kalacaktır, işte dananın kuyruğu da ondan sonra kopacaktır. Veya Sn. Erdoğan Cumhurbaşkanlığını kazansa bile Meclis çoğunluğunu kaybetmiş olacaktır. Her iki durumda da kaos ve kriz kaçınılmazdır.

Aksoy Araştırma Türkiye Monitörü, Şubat Ayı Araştırması’nın sonuçlarını paylaşmıştı. Araştırmaya göre, iki ittifak arasındaki fark yüzde 4,4 olarak çıkmıştı.

Aksoy Araştırma, yüzde 95 güven aralığında ve yüzde 2,5 hata payı ile 1537 örneklemle 26 ilde gerçekleştirdiği; 'Türkiye Monitörü Şubat Ayı Araştırması’nın sonuçlarını açıklamıştı. Araştırma sonuçlarına göre AKP’nin 2022 yılının son çeyreğinde yakaladığı artış trendinin durduğu ve oylarında son iki ay içerisinde yüzde 2,4 gerileme olduğu saptanmıştı.

Araştırma sonuçlarını değerlendiren Ertan Aksoy’a göre, AKP’nin 2022 yılının son çeyreğinde yakaladığı artış durduğu gibi, AKP aralık ayından bu yana yüzde 2,4 puan gerilemiş durumdaydı. Aynı zaman diliminde MHP ise 0,5 puan kayba uğramıştı. Şubat ayı araştırmasına göre Millet İttifakı Cumhur İttifakı’nın yüzde 4,4 önüne geçmiş bulunmaktaydı. Yine HDP seçmeninin muhalefetin potansiyel adaylarına oy verme eğiliminin yüksek olduğundan yola çıkarsak muhalefet anlamlı farkla iktidarı sollamış sayılırdı. Araştırmanın önemli bulgularından biri de; seçmende, gelecek seçimi muhalefetin kazanacağına dair görüş yüzde 51,9 ile yeniden çoğunluk haline ulaşmıştı. Özetle, şubat ve mart sonrasında muhalefet iyice toparlamıştı.

Meral Akşener’in etik dışı ayrılışı ve tekrar katılışı bile, kısa süreli bir şaşkınlığa yol açsa da Millet İttifakı’nın hemen toparlandığı ve umulanın aksine halkın teveccühünün daha da arttığı anlaşılmaktaydı.

Deprem sonrası kendilerine, ‘Şimdilik müdahale etmeyin, bekleyin!’ denilince Ordu Komutanı hüngür hüngür ağlamış mıydı?

Cumhuriyet gazetesi yazarı Barış Terkoğlu, depreme hemen müdahale etmek isteyen Ordu komutanının aldığı; “Müdahale etmeyin, bekleyin” yanıtı sonrası hüngür hüngür ağladığını yazmıştı.

11 ili etkileyen deprem felaketinde son açıklamaya göre, yaklaşık 48 bin vatandaşımızın hayatını kaybettiği anlaşılmıştı. Depremde başta Hatay ve Kahramanmaraş’ta olmak üzere büyük yıkım yaşanmıştı. Depremin meydana geldiği kentlerde enkaz altında kalanlara ve yaralı olarak kurtulan depremzedelere yardımların geç gelmesi büyük tepki çekerken özellikle AFAD’ın durumu, tartışma konusu yapılmıştı. Öte yandan askerlerin depreme vaktinde müdahale etmesini engelleme girişimlerine de tepki yağmaktaydı. Askerlerin deprem bölgesine geç gelmesi, akıllara 2010 yılında yürürlükten kaldırılan EMASYA Protokolü’nü getirmişti. EMASYA Protokolü askere Vali'nin izniyle şehirlerdeki toplumsal olaylara müdahale etme imkânı tanımaktaydı. EMASYA Protokolü Rahmetli Erbakan’ın Refah-Yol Başbakanlığı sırasında çıkarılmıştı...

Eski asker ve İYİ Parti Genel Başkan Başdanışmanı Ahmet Zeki Üçok, Terkoğlu’na yaptığı açıklamada; “Benim şöyle bir duyumum var. 2. Ordu Komutanı, ‘bir an önce depreme müdahale etmemiz lazım’ demiş. ‘Beklemede kalalım’ denilince üzüntüden ağlamış” ifadelerini kullanmıştı.

Malatya Milletvekili Veli Ağbaba’nın Bedduası!

Askerin, depreme ilk 48 saatte müdahalesinin engellenmesi tartışması kızışmıştı. Konuyla ilgili CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba da bir açıklama yapmıştı. Resmi rakamlara göre, hükümetin yetersiz kalmasıyla felakete dönüşen deprem afeti sebebiyle hayatını kaybedenlerin sayısı 48 bini geçmiş durumdaydı. Müdahalenin gecikmesi sebebiyle soğuktan ölenlerin sayısı bilinmiyordu. Müdahalenin gecikmesinin sebebi tartışmaları sürüyordu.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı ve Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, çok tartışılan AFAD ve TSK ile ilgili TBMM’de açıklamalarda bulunmuşlardı. CHP’li belediyelerin gönderdiği araç sayısının 6.400 olduğunu, bir o kadar da AKP’li belediyelerin araç gönderdiğini belirten Ağbaba, Malatya’nın 80.000 kişilik 2. Ordu’ya ev sahipliği yaptığını hatırlatarak depreme müdahalede neden geç kalındığını sorgulamıştı.

Ağbaba askerin geç çıkarılmasını eleştirerek, “Her şeyin üzerine yemin ediyorum. Ölmüş annemin üzerine bile. Ne asker vardı, ne AFAD vardı. Yine de Malatya şanslıydı. Gittim Adıyaman’ı gördüm. Erkenek’i gördüm. İnsanlar kendi imkânlarıyla enkazdan sevdiklerini çıkardı. Diyorlar ya, Asker çıkmadı! Niye? Kimisi diyor ki Soylu çıkarmadı. Kimisi diyor ki filan çıkarmadı. Kimisi diyor ki askeri vesayet olmasın, asker gözükmesin diye çıkarılmadı. Kimisi Erdoğan’ın darbe paranoyasından dolayı çıkarılmadı diyor. Askeri kim çıkarmadıysa Allah onların bin türlü belasını versin. Bin türlü belasını versin!” diyerek beddualar yağdırmıştı.

AFAD, Askeri niye yok saydı ve bunun arkasında kim vardı?

TAMP, AFAD'ın hazırladığı “Türkiye Afet Müdahale Planı”nın kısa adıdır. Ülkemizde yaşanabilecek her tür ve ölçekteki afetlere, acil durumlara etkin müdahale için görev alacak kamu kurumları, özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve gerçek kişileri kapsamaktaydı. Ama öyle bir plan hazırlamışlar ki; kaldırıldığından bile haberi olmadıkları anlaşılan Başbakanlığa bağlı gösteriyorlardı. Müdahale Planı'nın ana çözüm ortakları olarak İçişleri, Ulaştırma, Sağlık, Enerji, Çevre ve Şehircilik, Aile, Gıda Tarım ve Hayvancılık, Maliyle Bakanlıkları ile Türk Kızılay sayılmıştı. Ama ne gariptir ki bunlar arasında belki ilk sırada olması gereken Milli Savunma Bakanlığı bulunmamaktaydı. İllerde ise İl Afet Müdahale Planı kapsamında Valilik İl Afet ve Acil Durum Müdürlükleri koordinasyonunda aynı Bakanlıkların taşra teşkilatları vardı.

Bu planda TSK niye yer almamıştı?

Emekli Tuğgeneral Osman Aydoğan, araştıran, soruşturan, mevzuatı ve değişiklikleri yakından izleyen bir komutandı. AFAD'ın TAMP planını araştırmıştı. Konuştuğumda şu değerlendirmeyi yapmıştı:

“Napolyon'a atfen rivayet ediliyor… Askerler savaşta geri çekiliyorlar. Napolyon soruyor: ‘Neden geri çekiliyorsunuz?' Asker: ‘Geri çekilmemiz için on neden var. Bir, cephanemiz bitti' deyince Napolyon şunu söylemiştir, ‘Konu anlaşılmıştır, gerisini saymanıza gerek kalmamıştır!'' Osman Aydoğan Paşa da; “Ben bu planda onlarca eksiklik bulabilirim. Ancak birincisini anlatınca artık gerisine gerek yok” deyip ve şunları aktarmıştı:

“TSK, dünyanın en güçlü ordularından birisidir. TSK'nın nakliye helikopteri filosu, nakliye uçakları filosu, tank taşıyıcı filosu (iş makinesi taşıyabilmek maksadıyla) dünyada ABD'den sonra gelir. TSK, sahra çadırı, tuvaleti, banyosu, mutfağı konusunda hem en büyük kapasiteye hem de en büyük tecrübeye sahiptir. TSK, araç, gereç, teçhizat, organizasyon, haberleşme, disiplin, yönetim gücü açısından dünyanın sayılı ordularından birisidir. Türkiye'de, TSK kadar güçlü ve organize başka bir kurum bulunmuyor.

TSK'nın gücü böyleyken, ‘Türkiye Afet Müdahale Planı'nda TSK'ya ‘ana çözüm ortakları' arasında yer verilmiyor. Planda, RTÜK, THY, TRT bulunuyor, o bulunuyor, bu bulunuyor ancak TSK bulunmuyor. TSK'ya, planın ilerleyen bölümlerinde sadece diğer Bakanlıklara ‘Destek Unsuru-Destek Çözüm Ortağı' olarak yer veriliyor.”

TSK, Meteorolojinin bile gerisinde bırakılıyor!

İllerde, İl Afet Müdahale Planı kapsamında Valilik İl Afet ve Acil Durum Koordinasyon Kurulu Müdürlükleri (İAADKK) olarak geçiyor. İAADKK’nın, Valinin başkanlığında İl Afet ve Acil Durum Müdürü, Belediye Başkanı, İl Özel İdaresi Genel Sekreteri, Garnizon Komutanı, çalışma gruplarından sorumlu İl Yöneticileri, Mülki İdari Amirliği’nce belirlenecek bir muhtar ile sivil toplum kuruluşu temsilcisi ve ihtiyaç duyulan diğer il yöneticilerinden oluştuğu belirtiliyor. ‘İl Afet ve Acil Durum Koordinasyon Kurulu' içerisinde TSK, “Garnizon komutanı” olarak yer alıyor. Bunun anlamını Aydoğan şöyle açıklıyor:

“Türkiye Afet Müdahale Planı'nda TSK'nın üst yönetimi yer almıyor. Yani Ordu Komutanlıkları, Kuvvet Komutanlıkları, Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı ‘Türkiye Afet Müdahale Planı'nda ana çözüm ortağı' olarak yer almıyor. Sadece diğer Bakanlıkları desteklemede ‘destek grubu' olarak yer alıyor. Planda sanki TSK, Meteoroloji Genel Müdürlüğü seviyesinde yer alıyor. Bu nedenledir ki, 6 Şubat 2023 günü 11 ili etkileyen depremde hayati önemdeki ilk iki gün TSK'nın tam kapasitesi kullanılmıyor.

Fay Hattı ve Yetki Karmaşası

Planın bir tablosunda afet esnasında yardıma gelecek birinci ve ikinci derecede iller gösteriliyor. Ancak deprem anında yardıma gelecek iller de aynı fay hattından seçiliyor. Plana göre örneğin, deprem Kahramanmaraş'ta meydana geldiğinde, aynı fay hattı üzerinde bulunan Mersin, Adana, Osmaniye, Gaziantep, Kilis, Hatay, Adıyaman ve Malatya'dan; deprem Hatay'ı vurduğunda ise Adana, Osmaniye, Kahramanmaraş, Gaziantep ve Kilis'ten yardım bekleniliyor. Ancak bunun uygulamada mümkün olmadığını, yaşanan deprem çok acı bir şekilde gösteriyor.”

Kanuna göre afetlerde alınacak tedbirler ve yapılacak yardımlarda Vali yetkili sayılıyor. Ancak AFAD'ın TAMP planında sorumluluk, yasaya rağmen rastgele dağıtılarak yetki karmaşası yaratılıyor. Örneğin; AFAD'ın planında deprem bölgesinde çadırları, sahra tuvaletini, sahra banyosunu, sahra hastanesini kimin kuracağı açık ve net bir şekilde söylenmiyor. Depremden 20 gün sonra bile hâlâ hizmetlerde eksiklik olması bu planın kâğıt üzerinde kaldığını gösteriyor. Açıkçası plan; sanki sadece yapmış olmak için ve uygulanmaması için yapıldığı izlenimi veriyor. Sonuçta da uygulanamıyor. Bütün bu eksiklikler, planın hazırlanmasında ve uygulanmasında liyakatli ve deneyimli kişilerin yer almadığını gösteriyor. Peki ne yapılması gerekiyor?

TSK'ya görev vermeyenlerin şimdi hesap vermesi gerekiyor!

“Afetlere karşı böylesi bir hazırlığı, planı ve uygulamayı Türkiye'de yapabilecek yegâne güç, bir bütün olarak TSK'dır. TSK dışında başka hiçbir kurumun böylesi bir afetin üstesinden gelme imkân ve ihtimali bulunmuyor. TSK'nın, doğal afetlere karşı yeniden organize edilerek görevlendirilmesi, teşkil ve teçhiz edilmesi gerekiyor. Türkiye'nin bekası bunu gerektiriyor. Yaşayarak gördük!  Depremin ilk iki günü müdahalede yaşanan zafiyet, binlerce vatandaşımızın enkaz altında devleti beklerken aç, susuz ve soğuktan donarak ölmesine yol açıyor… Deprem sonrası, binaları depreme uygun yapmayan mimarlardan ve inşaatın ana bileşeni olan demiri, çimentoyu yeterli kullanmayan müteahhitlerden hesap soruyorlar da; deprem bölgesi olan Türkiye'de, depreme uygun plan yapmayanlardan, deprem müdahale planında Türkiye Cumhuriyeti'nin en güçlü kurumu olan TSK'ya ana bileşen olarak görev vermeyenlerden, yasal hesap sormak kimsenin aklına gelmiyor.”[1]

Hatta, bazı iddialara göre Erdoğan talep ettiği halde Süleyman Soylu, 'Askeri niye karıştırıyorsunuz' diye karşı çıkmıştı!?

Maraş merkezli 11 ilde yıkıma neden olan ve yaklaşık 48 bin insanın hayatını kaybetmesine yol açan depremlerin ardından, iktidarın arama kurtarma ve yardım faaliyetlerinde yetersiz kalması nedeniyle eleştirilmesinin hükümet içinde tartışmalara yol açtığı konuşulmaktaydı. T24'ten Tolga Şardan'ın yazısına göre, depremin ilk saatlerinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar arasında yapılan görüşmelerde; Erdoğan'ın askerin sahaya çıkmasını hatırlattığı, Süleyman Soylu'nun ise bu talebe karşı çıktığı iddiası ortaya atılmıştı.

Şardan'ın yazısında şu bilgiler yer almaktaydı:

"Yansıyan bilgiler ve açıklamaları 'sıradan' olarak görmemek lazımdı. Hepsinin AKP içindeki siyasi kırılmayı gösteren işaretleri vardı.

AKP kulislerinden yansıyan bilgiye göre; Erdoğan, ilk önce Fuat Oktay ile görüşerek "AFAD'ın süreci tek başına götüremeyeceğini belirterek askerin görev başına geçmesi" talimatını aktarmıştı. Ardından MSB Akar ve İçişleri Bakanı Soylu ile Ankara'daki AFAD merkezinde bir araya gelen Oktay, her iki Bakan’a Erdoğan'ın talimatını hatırlatmıştı. Akar, talimat üzerine askerin sahada koordine edilmesini sağlayan hazırlıklara başlamıştı. O sabah yapılan hazırlıkları 20 Şubat'taki açıklamasında zaten anlatmıştı.

Ancak İçişleri Bakanı Soylu, askerin sahaya çıkmasına tepki koymuşlardı. Kulislere yansıyan iddialara göre, "Askeri niye karıştırıyorsunuz, AFAD'ın sorumlusu benim" mesajını Oktay'a aktarmıştı. Bu arada Akar ile Soylu arasındaki ilişkilerin geçmişte yaşanan bazı olaylar sebebiyle "limoni / gergin" olduğunu hatırlatalım. (Burada; CHP grup Başkanvekili Özgür Özel'in, askerin yeterli ve etkili ölçüde afet bölgesinde sahada olmamasını eleştirirken, "Soylu'nun 'bir şekilde hallederiz' mantığıyla 'askeri sahaya sürelim' talebine itiraz ettiğini, sürülmüşlerin bir kısmının geri çağrıldığını" söylediğini ve "Askeri sahaya sürmemesi 'Askere sığındı' dedirtmemek için midir? Bir ihtimal 'darbe paranoyası' diyorlar, bundan mıdır, başka bir sebebi mi vardır, cevaplayacak olanlar artık susmamalıdır!" dediğini hatırlatayım.)

Yaşanan trafiğin sonrasında AFAD sahaya çıkarken, TSK, göreve hazır halde ilk gün "sadece" beklemeye alınmıştı. Depremin yarattığı tahribatla birlikte AFAD'ın ilk müdahalede yetersiz kalmasının verdiği sıkıntı sebebiyle deprem bölgesinden ve kamuoyundan başlayan sert eleştirilerin ardından TSK, ikinci gün sahaya çıkmıştı. Erdoğan, bizzat Adıyaman'da gördüğü vahim tablo ve gelen bilgiler ışığında 15 Şubat'ta toplanan MYK'daki çıkışını yapmıştı. Askerin ilk gün neden sokağa çıkmadığı ve kararda Erdoğan'ın etkili olduğu yönündeki tepkilerin yoğunlaşması Oktay'ı, 19 Şubat'taki açıklamayı yapmaya zorlamıştı. Oktay, açıklamasıyla çevrilen okların hedefinin Erdoğan olmadığını üstü kapalı açıklamıştı. Ertesi gün bu kez Akar konuştu. Akar da Oktay'ın açıklamalarına örtülü destek vererek, TSK'nın aslında deprem sabahında hazır olduğu bilgisini aktarmıştı."[2]

Yoksa bütün bu iddialar “Süleyman Soylu’yu karalayıp, Erdoğan’ı aklamak için mi” uydurulmaktaydı?

Kızılay’ın konteynerleri nereden çıkmıştı?

Kahramanmaraş depremi sonrası tüm Türkiye ölenlerine ağlarken, geride kalanların yardımına koşmak adına büyük yardım kampanyaları başlatılmıştı. Fakat Türkiye’nin dev yardım kuruluşlarının yetersizliği de en çok konuşulan konular arasında yer almıştı. Bazı cesur gazeteciler, Kızılay’ın konteyner evleri hakkında dikkat çeken yazılar kaleme almışlardı. Kızılay’ın elinde konteyner olmadığı için depremzedelere konteyner veremediğini ifade eden bir yazar: “Kimse Duymasın” başlığı altında Kızılay’ın, konteyner evlerini 10 ay önce Ukrayna’ya gönderdiğini yazmıştı.[3]

Erdoğan iktidarı tribünlerden bile korkmaya başlamıştı! Yoksa Fas'ın AKP'sini iktidardan futbol seyircisinin düşürdüğünü mü hatırlamışlardı?

Fas'ın AKP'sini iktidardan futbol seyircisi aşağı almıştı. Şimdi Erdoğan iktidarı da tribünlerden korkmaya başlamıştı. Fas’ta adı “Adalet ve Kalkınma Partisi” olan bir parti vardı. Arapça ismi; Ḥizb Al-ʿAdālah Wal-Tanmiyah. Amblemi ışık saçan bir gaz lambasıydı.

Arap Baharı rüzgârı estiğinde, farklı ve yenilikçi söylemleriyle halkın sempatisini kazanmıştı. 2011 yılında genel seçimlerde 107 milletvekili kazanarak birinci parti olmuş ve hükümeti kurmuşlardı. Fas'ın Adalet ve Kalkınma Partisi'nin iktidarının ilk yıllarında toplumda desteği fazlaydı. Dolayısıyla, bir sonraki seçimde, 2016 yılında oylarını artırarak, mecliste 125 milletvekiline ulaşmış ve daha güçlü biçimde iktidarda kalmayı başarmıştı. Ama kısa sürede adı büyük yolsuzluklara, hırsızlıklara karışmıştı. Ülkenin doğal zenginliklerini yabancı şirketlere satmakla sorgulanmıştı. Yürüttüğü ekonomik politika, ülkedeki gelir adaletsizliğini azıtmıştı. Yoksulluk, işsizlik artmıştı. Gençler uyuşturucu baronlarının kurbanı olmaktaydı. Buna rağmen ülkede yoğun bir muhalefet oluşmamıştı. Ama bir gün, bir futbol maçında tribünlerden inanılmaz sert bir tepkiyle karşılaşmışlardı. Ülkenin köklü ve güçlü kulüplerinden Ittihad Riadi Tanger taraftarları patlamıştı. Binlerce futbolsever, tribünlerde hükümeti ağır şekilde eleştiren bir marş söylemeye başlamıştı. "Bizim taleplerimiz küçüktü, zamlarla yıktınız bizi. Yemin ederiz kocaman bir mafyasınız. Herkes hırsızlığa başladı!..” Bu marş zamanla diğer statlarda da yankılanmıştı. Hatta Fas Milli Takımı'nın maçlarında bile tekrarlanmıştı. Farklı kulüplerin taraftarları da farklı marşlar üretmeyi başarmıştı. Fas'ta statlar artık hükümeti protesto etmenin güçlü alanları yapılmıştı. Sonunda bu güçlü protesto Fas'ın Adalet ve Kalkınma Partisi'nin iktidarını yıkmıştı. 2021 seçimlerinde ağır yenilgi almış ve sadece 8 milletvekili çıkararak iktidardan uzaklaşmıştı. Bugün ülkenin 8'inci partisi konumundaydı ve destekleyeni çok azdı.

Türkiye'de bir-iki maçta futbol sahalarında hükümet istifaya çağrılmıştı. Önce Fenerbahçe, sonra Beşiktaş taraftarları "yalan yalan yalan, dolan dolan dolan, 20 yıl oldu istifa falan!" diye bağırmıştı. Türkiye'nin AKP'si bu durumdan çok rahatsızdı. Küçük ortağı MHP, tribünleri susturmaya çalışmıştı. Çünkü önlerinde bir Fas örneği vardı. Demek ki genelde apolitik olduğu düşünülen futbol seyircisinin diline düştün mü, acı son kaçınılmazdı. Fas'ta olduğu gibi.[4]

Bahçeli hedef gösteriyor, Alaattin Çakıcı tehdit ediyordu!

Organize suç örgütü lideri olduğu konuşulup yazılan Alaattin Çakıcı, Fenerbahçe ve Beşiktaş maçlarındaki "Hükümet istifa" sloganlarını hedef alarak, "Devlet ve milletine bağlı olanlar bu ihaneti asla unutmayacaklar" şeklinde çıkışmıştı. Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından oynanan ilk Süper Lig maçlarında Fenerbahçe ve Beşiktaş tribünlerinde "Hükümet istifa" sloganları atılmıştı. MHP lideri Devlet Bahçeli, Beşiktaş maçındaki tezahüratlardan sonra, sosyal medya hesabından "Türk futbolunu zillet ve rezalete mahkûm etmek isteyenlere göz yummak, alttan almak, sessiz durmak, geldiğimiz bu aşamada mümkün değildir" ifadelerini kullanarak kulüp üyeliğinden istifa ettiğini açıklamıştı.

Daha önce, Bahçeli'nin özel girişimiyle çıkarılan infaz indirimi paketi kapsamında tahliye edilen organize suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı da hükümeti istifaya çağıran taraftarları tehdit etmekten sakınmamıştı.

"Son yüzyılın en büyük doğal afeti ülkemizde yaşanmıştır. Sayın Devlet Başkanımız, devletimizin tüm birimlerini, milletimizle birlikte… Genel Başkanımız Sn. Devlet Bahçeli, devlet ve millet ile el ele anında müdahale edilmiştir. Fenerbahçe tribününde başlayan, dozunu arttıran ve bir gün sonra Beşiktaş-Antalyaspor maçında Antalyaspor tribününde, ihanetlerini devam ettirmişlerdir. Beşiktaş Çarşı grubu, bu duruma müdahale etmiştir. Kulüp başkanlarının bu ihanete ortak olmadıkları inancındayım. Bu ihaneti organize eden kim ise bu ihanetlerde kim aktif görev almış ise Allah'ın laneti üzerlerine olsun! Devlet ve milletine bağlı olanlar bu ihaneti asla unutmayacaklardır!" tehditleri savuran Alaattin Çakıcı destekli iktidara artık karada ölüm yaklaşamaz! sananlar, önümüzdeki seçimlerde boylarının ölçüsünü alacaklardı…

“MOSSAD ajanları” neden serbest bırakılmıştı!?

Hatırlayınız, iki yıl önce MOSSAD adına casusluk yaptığı iddiasıyla MİT operasyonuyla yakalanan 16 sanıktan 7'si serbest bırakılmıştı. Yakalanan 16 kişi, Türk basınında günlerce manşette kalmıştı.

Suriye ve Filistin uyruklu tutuklu 16 sanığın, İsrail gizli servisi adına Türkiye'de yaşayan Filistinliler başta olmak üzere, yabancı uyruklu kişilerle ilgili bilgi topladıkları iddiasıyla "casusluk" suçundan yargılandığı davada, 7 sanığın tahliyesi kararı çıkmıştı. İstanbul 22. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmaya, tutuklu 11 sanık ile bazı tutuksuz sanıklar ve avukatları katılmıştı. Duruşmaya 2 tutuklu sanık da Ses ve Görüntü Bilişim Sistemiyle (SEGBİS) bağlanmıştı. (22 Şubat 2023)

Peki, MİT'in yakaladığı isimlerin iddianamesinde neler vardı?

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca hazırlanan iddianamede, “İsrail gizli servisinin irtibata geçtiği Türkiye'deki Filistin ve Suriye uyruklu kişilere, ülkedeki Filistinliler başta olmak üzere, yabancı uyruklu kişilerin kurdukları sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerini takip etmek için para karşılığı casusluk yaptırdığı” kayıtlıydı.

“Casusluk karşılığında bu şahıslara maddi menfaat sağlandığı, bağlılık ve sadakatlerinin diri tutulduğu belirtilen iddianamede, 2015'in son aylarında gayriresmi yollarla Türkiye'ye giren sanıklardan Abdülkadir Barakat'ın, buradaki casusluk şebekesinin para transferine yön verdiği” aktarılmıştı.

Bu transferlerin tam gizlilik içinde havale ofisleri, kripto para hesapları ve benzeri yollardan yapıldığına işaret edilen iddianamede; “ödemelerin bir kısmının da kuryeyle gerçekleştirildiği, sanık Barakat'ın, Almanya'da yaşayan İsrail pasaportlu Ahmad Zaid'in talimatları doğrultusunda casusluk yapılanmasında kuryelik vazifesini üstlendiği” yer almıştı.

İddianamede; 16 sanığın, "devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme" suçundan 15 yıldan 20 yıla kadar hapisle cezalandırılmaları isteniyordu. MİT operasyonu ile yakalanan 16 kişinin MOSSAD ajanı olduğu iddiası, Türk basınında günlerce manşetlere taşınmıştı. Kimi gazeteler, "Şimdi hesap vakti" diyerek, yakalanan kişilerin cezalandırılması çağrısında bulunmuşlardı.

Şimdi, ilgililere ve yetkililere bir tek şey soruyoruz: “Bu MOSSAD ajanlarının, deprem bölgelerinde ve özellikle Hatay ilimizde, birtakım bağlantıları ve sinsi kışkırtma çabaları da” saptanmış mıydı?

Millet can derdinde iken, bazıları hâlâ makam peşindeydi!

Gazeteci Murat Yetkin, Erdoğan'ın ABD Dışişleri Bakanı Blinken'a; İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğinin 14 Mayıs'ta onaylanacağına dair söz verdiğini ortaya atmıştı. Murat Yetkin, YetkinReport'ta yayımlanan yazısında, AKP'nin; İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği konusunda NATO ve ABD’ye verdiği sözleri gündeme taşımıştı.

Ankara’da Macar Dışişleri Bakanı Peter Szijjarto’yu ağırlayan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği konusunda deprem öncesi kesilen görüşmelerin 9 Mart’ta yeniden başlayacağını söylediğini hatırlatan Yetkin: "Bu kararın, deprem nedeniyle yapılan ziyaretlerde NATO ve ABD’ye verilen sözlerin sonucu olduğu anlaşılıyor" yorumunu yapmıştı.

ABD’nin İsveç-Finlandiya baskısı

YetkinReport’un diplomatik kaynaklardan edindiği bilgileri aktaran yazar, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken'ın, Ukrayna Savaşı’nın birinci yıldönümü yaklaşırken, "Rusya’ya karşı NATO’nun sağlam durması için İsveç ve Finlandiya’nın birlikte üye alınması gereğinden” söz ettiğini aktarmıştı.

Blinken, Ankara’nın ardından gittiği Atina’da Yunan hükümetine de NATO’nun güçlenmesi için Türkiye’yle birlikte çalışmaları gerektiğini anlatmıştı. Bunun ardından 23 Şubat’ta Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, CNN International yayınında 14 Mayıs olabileceğini tekrarlamıştı. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, bir grup Ankara Temsilcisine “Muhtemelen 14 Mayıs” diye tekrarlamıştı. O arada Türkiye, BM’deki oylamada Rusya’nın derhal Ukrayna’dan çekilmesini isteyen 141 ülke arasında yer almıştı. Nihayet, 27 Şubat’ta AKP’li Mustafa Elitaş, seçimin ertelenmesinin söz konusu olmadığını açıklamıştı. Geriye Erdoğan’ın 10 Mart’ta (NATO’daki İsveç-Finlandiya toplantısından bir gün sonra) beklenen 14 Mayıs tarihini açıklaması kalmıştı. Ve 10 Mart 2023’te Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan, Beştepe'de düzenlenen basın toplantısında seçim kararını imzaladı. Seçimlerin 14 Mayıs'ta yapılmasına ilişkin Cumhurbaşkanı Kararı ise Resmi Gazete'nin mükerrer sayısında yayımlandı. Erdoğan'ın seçim kararını imzalamasının ardından YSK Başkanı Ahmet Yener, “Milletvekili Genel Seçimi ve Cumhurbaşkanı Seçiminin 14 Mayıs'ta, Cumhurbaşkanı Seçimi ikinci tura kalırsa 28 Mayıs'ta yapılmasına karar verdiklerini” bildirdi.

Erdoğan seçimi kazanırsa, belki önce Finlandiya ardından İsveç, belki de ikisinin birden Vilnius Zirvesi’nde NATO üyesi olmasına onay verileceği anlaşılmaktaydı. Çavuşoğlu’nun İsveç’e, koşulları yerine getirmezse onay verilmeyeceğini yinelemesine rağmen, Erdoğan’ın ABD’ye direnişinin uzlaşmayla sonuçlanacağı konuşulmaktaydı. Buna benzer onlarca olay yaşanmıştı ve Sn. Erdoğan kurusıkı çıkışların ardından hep geri adım atmıştı.

 


  [1] 26 Şubat 2023 / https://www.sozcu.com.tr/2023/yazarlar/saygi-ozturk/iste-gercekler

  [2] Duvar 24 Şubat 2023

  [3] Milli Gazete 26 Şubat 2023

  [4] 27 Şubat 2023 / https://www.yenicaggazetesi.com.tr/sedat-kaya-hukumetin-tribun-korkusunun

 


Bu yazarin diger makaleleri

Devletin ve AKP Hükümetinin resmen olmasa da fikren ve fiilen...
Devami
Siyonizm; bazı sapık Yahudilerin, Şeytani hedef ve prensipleri sistemleştirdikleri bozuk...
Devami
Fransız sanatçı Blet: “Türkiye'ye karşı korkunç bir senaryo hazırlandığını” açıklamıştı! Fransız...
Devami
  Erbakan Hoca, 2007'nin Mayıs ayında; Genel İdare Kurulu üyelerini...
Devami
  12 Nisan 2007 Tarihinde yaptığı basın açıklamasında: PKK terörünün ekonomik,...
Devami
  ŞEYTANIN İÇİMİZDEKİ TEMSİLCİSİ VE HERKESİN GİZLİ YAHUDİSİ: NEFİS!        Yüce Mevlâ, insanı hem...
Devami

Makale Paylaşım Sayısı: 492

SON YORUMLAR