BU KAFALARLA BU KUŞATMA KIRILAMAZDI; EGE ADALARIMIZA VE AKDENİZ’DEKİ HAKLARIMIZA SAHİP ÇIKILAMAZDI!
BU KAFALARLA BU KUŞATMA KIRILAMAZDI;
EGE ADALARIMIZA VE AKDENİZ’DEKİ HAKLARIMIZA
SAHİP ÇIKILAMAZDI!
Rahmetli Erbakan haklarımıza sahip çıkıyor, ama Sn. Erdoğan arşive atıyordu!
Ege'de Türk karasularında, Yunanistan'ın açtığı petrol kuyularında günde 3 bin 823 varil ham petrol çıkardığı (yani çaldığı) belgelerle ortaya çıkmıştı. Ancak Sn. Recep T. Erdoğan’ın 24 Haziran manifestosunda (2018), ahidlerinin arasında ne işgal edilen 18 Türk adasına ve 1 kayalığa, ne de Kıbrıs'a hiç dokunulmamıştı. Oysa Ege Denizi'nde Türk kıta sahanlığı içinde petrol arama faaliyetleri ile ilgili elimizde tapu gibi belgeler vardı ve bu belgelerin bazılarının altında merhum Necmettin Erbakan Hocamızın da imzası bulunmaktaydı. Ancak bunların tümü AKP iktidarı tarafından görmezden gelinmekte ve yokmuş gibi davranılmaktaydı. Yunanistan da bu sayede istediği gibi at koşturuyordu. Millî Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri emekli Kurmay Albay Ümit Yalım arşivin tozlu raflarından yeni şok belgeler ortaya çıkarmıştı. Her seçim dönemi temcit pilavı gibi önünüze sunulan "manifesto"ya değil de bu gerçeğin fotoğrafına bakmak lazımdı.
Ege Denizi kıta sahanlığı konusunda, Türkiye ile Yunanistan arasında 1976 yılında müzakere yapılması kararı alındı. Bakanlar Kurulu Kararı ile bir Türk Heyeti 19-20 Haziran 1976'da Yunanistan ile Bern'de müzakere yapması için yetkili kılındı. Anılan Bakanlar Kurulu kararında, dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan ve Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün imzaları vardı. Heyet Başkanı olarak Türkiye'nin Bern Büyükelçisi Suat Bilge atandı. Heyette görev alanlar arasında Rıza Türmen de vardı. Heyetler arası yapılan müzakereler sonrasında, Türkiye ile Yunanistan arasında Ege Denizi kıta sahanlığı konusunda, 11 Kasım 1976'da Bern Mutabakatı imzalandı. Bern Mutabakatı'na göre; Yunanistan kendi karasuları ötesinde petrol arayamazdı. Yunanistan'ın 1987 yılında, kendi karasularının ötesinde, Taşoz Adası yakınlarında petrol arama girişimi, dönemin hükümeti tarafından engellendiği hatırlanacaktır. Türk Deniz Kuvvetleri'ne ait savaş gemilerinin anılan bölgede bayrak ve sancak gösterisi yapması üzerine Yunanistan Bern Mutabakatı'na uymak zorunda kalmış ve petrol arama çalışmalarını askıya almıştı.
Ama maalesef Erdoğan ve AKP Hükümetleri döneminde ise Yunan Enerji Şirketi ENERGEAN, hiçbir engelle karşılaşmadan 2015 yılında Taşoz Adası karasularında petrol arama çalışmalarına başlamıştı. Yunanistan Bern Mutabakatı'nı ihlal ederek, kendi karasularının dışında, Taşoz Adası'nda yani Türk karasularında petrol ararken AKP iktidarı olanı biteni sadece seyretmekle kalmıştı. Yunanistan'a müzik notası bile verilmemiş, ENERGEAN Şirketi Prinos adlı bölgede, 31 metre derinlikte 7 petrol kuyusu açmıştı. Bölgede yapılan sismik araştırmalara göre Taşoz Adası karasularında 111 milyon varil petrol rezervi bulunmaktaydı. Bu petrol rezervi, Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal petrolü sayılırdı. Yunan Energean Petrol Şirketi'nin ortakları arasında İsrail de vardı. Kerogen Capital adlı İsrail Şirketi, Yunan şirketi ile birlikte, Taşoz Adası Türk karasularında petrol çıkartmaktaydı. Bu iktidarın 111 milyon varil Türk petrolünü, Yunanistan ve İsrail'e teslim etmesine göz yumulamazdı…
33 Yıl Önce Yunanistan, Paçayı Zor Kurtarıyordu!
Erdoğan iktidarı Doğu Akdeniz’de ve Ege’de boşuna efelenip duruyorlardı. Oysa 1987 yılında bile Yunanistan’a nasıl esaslı bir şamar atılmıştı!.. Türkiye ve Yunanistan 11 Kasım 1976’da Bern Mutabakatı’nı imzalamıştı. Bern Mutabakatı’na göre Yunanistan, kendi karasularının ötesinde petrol ve doğal gaz arayamaz ve çıkaramazdı. Yunanistan, 1987 yılında, Bern Mutabakatı’nı ihlal ederek kendi karasularının ötesinde Taşoz Adası etrafında petrol arama ve sondaj çalışmaları başlatmıştı. İşte o yıllarda Kayseri’de Hava İndirme Tugayı’nda görev yapan Milli Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri emekli Kurmay Albay Ümit Yalım anlatmıştı:
“Türk Deniz Kuvvetleri’ne ait savaş gemileri Taşoz Adası’na yollanmış ve TSK’da alarm durumu alınmıştı. Yunanistan’ın direnmesi ve krizi sürdürmesi halinde, Taşoz-Ahikerya arasındaki toplam 9 adaya Türk askeri yerleştirilecek ve Yunanistan’ın adaları kullanma hakkına son vererek bu adalar geri alınacaktı. Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ, harekâta katılacak birlikleri tek tek yerinde denetlemeye başlamıştı. Yunanistan, eğer krizi sürdürmeye devam ederse, adaları geri alacaktık. Denize düşme ihtimaline karşı bütün paraşütçüler can yeleği ile donatılmıştı. TSK’nın bu kararlı tutumu karşısında Yunanistan, adalardaki kullanma hakkını kaybetmemek için petrol arama ve sondaj çalışmalarını durdurup, Bern Mutabakatı’na uymak zorunda kalmıştı.”
Peki AKP iktidarında hangi tavizler veriliyordu?
“Tayyip Erdoğan ve AKP Hükümetleri döneminde Yunan Enerji Şirketi ENERGEAN, 2009 yılında, hiçbir engelle karşılaşmadan, Taşoz Adası etrafında, petrol arama ve sondaj çalışmalarına başlamıştı. Yunanistan, AKP iktidarında Bern Mutabakatı’nı ihlal ederek Taşoz Adası civarında ve Türk Karasuları’nda petrol aramaktan sakınmadı. Yunan ENERGEAN Şirketi, KEROGEN Capital adlı İsrail Şirketi ile birlikte 2015’te, Taşoz Adası Türk Karasuları’nda, 7 petrol kuyusu açarak Türk petrolünü çalmaya başladı. 2020 İtibarı ile Türk karasularında bulunan 11 petrol kuyusundan günde 4 bin varil ham petrolümüz hâlâ çalınıp kaçırılmaktaydı.” iddialarına henüz bir yanıt çıkmamıştı.
Türk Adası Taşoz’da “Yunan Askeri Tatbikatı” yapılıyordu!..
Yunanistan, Altı Büyük Devlet Kararı ile Lozan Antlaşması’nı açık bir şekilde ihlale başlamıştı. Mülkiyeti hukuken Türkiye’de olan ve gayri askeri statüdeki Taşoz Adası’nda 14 Mart 2017’de seferberlik tatbikatı yapan Yunanistan 6 Ekim 2018’de de atışlı arazi tatbikatı yapmıştı. Tatbikatla ilgili haber ve resimler Yunan Kara Kuvvetleri Komutanlığı resmi internet sitesinde yayımlanmıştı. Yunanistan, antlaşmaları ihlal ederek, Türk Adası Taşoz’da, 6 Ekim 2018’de atışlı arazi tatbikatı yaparken bütün bunları sadece seyreden AKP iktidarından tıs çıkmamıştı. Ve Yunanistan’a bir müzik notası! bile vermeye yanaşmamışlardı. Yunanistan ve İsrail, Taşoz Adası Türk karasularında; günde 3823 varil petrolümüzü çalmaya devam ediyor ve bölgede bulunan 111 milyon varil petrol rezervi, bu AKP iktidarı tarafından Yunanistan ve İsrail’e alenen teslim ediliyordu. Bir kez daha soralım;
– Yunan-İsrail ortaklığı Energean şirketine, Türk karasularında petrol arama ve Türk petrolünü çalma ruhsatını, yani hırsızlık ruhsatını kimler sağlamıştı? Bu konuda İsrail’le AKP arasında halktan saklanan gizli bir anlaşma mı yapılmıştı?
– Türk petrolünü çalan Energean şirketinden komisyon ve/veya bağış adı altında ücret alan Türkiye’den biri var mıydı?[1]
AKP’nin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı; “Orası (Taşoz Adası) Yunanistan'a Ait” diyordu!
CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı’na yönelttiği “Taşoz Adası” ile ilgili sorusunu Bakan Fatih Dönmez yazılı olarak yanıtlamıştı:
Gürer’in; “Yunanistan’ın egemenlik bölgesinde olmayan Taşoz Adası’ndaki kıta sahanlığı ve münhasıran ekonomik bölge olarak Türkiye Cumhuriyeti'ne ait iken burada Yunan enerji şirketi tarafından hiçbir engelle karşılaşmadan yapılan, 2015 yılında başlatılan arama çalışmaları sonucunda 7 petrol kuyusuna 2017 yılında 11 petrol kuyusu daha eklenerek 3.823 varil ham petrol çıkarılmaya başladı. 111 milyon varil petrol rezervi olan ve Türkiye'nin bölgesi sayılan alanda buna kim izin veriyor? Bunun Türkiye'yle bir bağı var mı? Bu konudaki çalışmalar hangi aşamadadır” sorularını yanıtlayan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez’in yanıtları kafaları karıştırmıştı…
Bakan Dönmez, "Taşoz Adası, Lozan Antlaşması’nın 12. maddesi ile doğrulanan 13 Şubat 1914 tarihli Büyük Devletler Kararı ile Yunan egemenliğine bırakılmıştır. Ege Denizi'nde, Türkiye ve Yunanistan tarafından ülke ve ada karasularının (6 mil) dışında herhangi bir petrol ve doğal gaz arama ve üretim çalışması yapılmamaktadır. Medyada bahsi geçen ve Taşoz Adası'nda yapılan arama ve üretim çalışmaları Yunanistan'ın karasuları sınırları dahilindedir. Ayrıca, Ege Denizi'ndeki olası çalışmalar, hassasiyeti nedeniyle, askeri unsurlarımız tarafından sürekli takip edilmektedir" şeklinde kaçamak cümleler kurmuşlardı.
Anadolu Ajansı, Yunan çıkarlarını mı koruyordu?
Anadolu Ajansı’nın 19 Nisan 2019’da Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’a bağlanması ile birlikte Ajans’ta eksen kayması başlıyordu. Anadolu Ajansı’nın, Atina Haber Ajansı gibi hareket etmesi ve Yunan ağzıyla haber vermesi dikkat çekiyordu.
Anadolu Ajansı, 14 Ağustos 2019’da verdiği; “Yunan Adasında binin üzerinde turist mahsur kaldı” haberinde Semadirek Adası’nın Yunanistan’a ait olduğunu iddia ediyordu. Yine Anadolu Ajansı, 09 Eylül 2020’de; "Yunanistan'ın Midilli Adası'ndaki sığınmacı kampında yangın çıktı" haberiyle Midilli Adası’nın Yunanistan’a ait olduğunu söylüyordu. Haberin içeriğinde ise, "Yunanistan'ın Midilli Adası'nda bulunan Moria sığınmacı kampında yangın çıktığı bildirildi" ifadelerine yer veriliyordu.
Böylece Anadolu Ajansı, verdiği haberlerle büyük bir skandala imza atıyordu. Maalesef gazeteler ve TV kanalları da aynı haberi kullanıyordu. Oysa Semadirek ve Midilli Adaları hâlâ hukuken Türkiye’nin mülkü konumunu taşıyordu.
Ege Adalarının Hukuki Statüsü, Neden Göz ardı Ediliyordu?
İttihat ve Terakkicilerin gafleti, belki de hıyanetiyle Osmanlı Devleti, Birinci Balkan Savaşı'ndan sonra imzaladığı 30 Mayıs 1913 Londra Antlaşması'nın 5'inci maddesi ile Girit Adası dışında Kuzey Ege Adalarının kaderi konusunda karar verme sorumluluğunu altı büyük devlete bırakmak zorunda kalmıştı. Kuzey Ege adalarının hukuki statüsü, 30 Mayıs 1913 Londra Antlaşması, 13 Şubat 1914 tarihinde Yunan Kraliyet Hükümetine tebliğ edilen 6 büyük devlet (Almanya, Avusturya-Macaristan, İngiltere, Fransa, İtalya, Rusya) kararı ve 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması ve 20 Temmuz 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile belirlenmiş olmaktaydı. 14 Şubat 1914 tarihinde Osmanlı Devleti’ne tebliğ edilen Altı Büyük Devlet Kararı, İstanbul Kağıthane’de konuşlu Osmanlı Arşivi’nde bulunmaktadır.
İkinci Balkan Savaşı'ndan sonra Londra'da düzenlenen Süfera Konferansı'nda büyük devletlerin Londra Büyükelçileri, Ege adaları konusunda karar vermek üzere toplanmış ve 13 Şubat 1914'te Yunanistan'a ve 14 Şubat 1914'te de Türkiye'ye birer nota ile duyurmuşlardı. Karara göre, Gökçeada, Bozcaada ve Meis Adası Türkiye'ye iade ediliyor, Yunan işgalindeki diğer Ege adaları ise silahlandırılmamak ve askeri amaçlarla kullanmamak şartıyla Yunanistan'a veriliyordu. Bu kararda, Menteşe Adaları konusunda herhangi bir kayıt bulunmuyordu. Yunanistan'a, adaların egemenliği değil, sadece kullanma hakkı yani zilyetlik (possession) hakkı veriliyordu. Bu durum, konferans sırasında kayıt altına alınan İngiliz Kraliyet Ofisi Tutanaklarında açıkça yazılmıştır.
1923 Lozan Antlaşması'nın 12'nci maddesi ile 13 Şubat 1914 tarihli 6 Büyük Devlet Kararı bir kez daha teyit edilerek, Yunanistan'a, Kuzey Ege Adalarının egemenliği değil, sadece kullanma hakkı yani zilyetlik (possession) hakkı tanınmıştı. Yunanistan'ın adaları kesinlikle askeri maksatlarla kullanmayacağı kararlaştırıldı. 1923 Lozan Antlaşması'nın 12 ve 13. maddelerine göre; Taşoz, Semadirek, Limni, Bozbaba, Midilli, İpsara, Sakız, Sisam ve Ahikerya adalarının mülkiyeti ve egemenliği ile adaların karasuları, bitişik bölge, kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölgeleri ve hava sahası Türkiye Cumhuriyeti'ne ait olduğu vurgulanmaktaydı. 1923 Lozan Barış Antlaşması'nın 6. ve 12. maddelerine göre “İşbu antlaşmada aksine bir hüküm bulunmadıkça Asya kıyısına 3 milden az uzaklıktaki adalar Türkiye egemenliğinde bulunacaktı.” Dolayısıyla Türkiye'ye 3 mil uzaklıktaki adaların işgali veya silahlandırılması Lozan'a aykırıdır.
1947 Paris Barış Antlaşması'nın 14. maddesine göre İtalya'dan alınıp Yunanistan'a verilen 12 Ada'da; Lipso, Batnoz, İleryoz, Kelemez, Rodos, İstanköy, Sömbeki, İncirli, İleki, Kerpe, Çoban, İstanbulya, Herke, Kızılhisar ve Meis adalarında sadece belli oranda kolluk kuvveti bulundurulacaktı. Bu adalar askerden arındırılmıştır ve bu adalarda tahkimat yapılması yasaktır.
Dolayısıyla Yunanistan'ın Ege Adalarını veya 12 Ada'yı silahlandırması veya bu adalarda tahkimat yapması 1914 Londra (Büyükelçiler) Konferansı'na, 1923 Lozan Barış Antlaşması'na ve 1947 Paris Barış Antlaşması'na aykırıydı. Yunanistan 1960'lı yılların başında Doğu Ege Denizi'ndeki adaları silahlandırmaya başladı. Türkiye, adaları silahlandırdığı için Yunanistan'a ilk defa 29 Haziran 1964'te protesto yolladı. Yunanistan, 1964'te Papandreou Hükümetinin Doğu Ege Adalarını silahlandırma politikasını açığa vurmuşlardı. Türkiye, Nisan 1975'te BM Genel Sekreterliği'ne gönderdiği bir nota ile Yunanistan'ı, adaları silahlandırdığı için protesto ederek Türkiye'nin güvenliğini tehdit ettiğini vurgulamıştı.
Yunanistan Doğu Ege Adalarına Tabur seviyesinden Tümen seviyesine kadar mekanize ve tank birlikleri yerleştirip, adaları ağır silahlar ile donatmıştı. Ayrıca Türkiye'ye yönelik jet harekâtı için, Limni ve Midilli Adası'nda havaalanları yapmıştı. Mevcut durum itibarıyla Kuzey Ege Denizi'nde, Midilli Adası'nda bir Mekanize Piyade Tümeni, Limni, Sakız ve Sisam adalarında birer Mekanize Piyade Tugayı, Taşoz, Semadirek, Bozbaba, İpsara ve Ahikerya adalarında ise Tabur Görev Kuvveti-Alay Muharebe Grubu arasında değişiklik gösteren askeri birlikler konuşlu bulunmaktaydı.
Ülkelerin Kıta Sahanlığı konusu çarpıtılıyordu!
Kıta Sahanlığı kavramı, 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi ile uluslararası hukuka girmiş bulunmaktadır. 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi ile bu kavram yeniden teyit edilmiştir. 1958 Sözleşmesi Md. 2 ve 1982 Sözleşmesi Md. 77'ye göre kıta sahanlığı üzerinde araştırma yapma ve buranın doğal kaynaklarını işletme hakkı sahildar devlete yani egemen devlete bırakılmıştır.
Ecevit iktidarında, Necmettin Erbakan Hocamızın gayret ve katkılarıyla, CHP-MSP koalisyon hükümeti tarafından 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi'nden kaynaklanan haklarımız kullanılarak Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı'na 2 Temmuz 1974'te Ege Denizi Türk Kıta Sahanlığında petrol arama ruhsatı çıkarılmıştır. Arama Ruhsat Sahalarını gösteren krokide, Semadirek Adası dahil olmak üzere Kuzey Ege Adalarının egemenliği ile adaların karasuları ve kıta sahanlığının Türkiye Cumhuriyeti'ne ait olduğu açıkça vurgulanmıştır. 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi'nden kaynaklanan haklarımızı kullanan TCG Çeşme Gemisi 13-17 Mart 2017 tarihleri arasında, TÜBİTAK Marmara Gemisi ise 13 Şubat-10 Mart 2019 tarihleri arasında Taşoz, Semadirek ve Limni adalarının Kıta Sahanlığı'nda araştırma yapmıştır.
Hukuken Girit Adası’nın dörtte üçünün Türkiye Cumhuriyeti’ne ait olduğu niye konuşulmuyordu?
Girit Adası’nın hukuki statüsü, 30 Mayıs 1913 Londra Antlaşması, 10 Ağustos 1913 Bükreş Antlaşması, 14 Kasım 1913 Atina Antlaşması ve 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması olmak üzere toplam dört antlaşma ile sağlanmıştır. Anılan antlaşmalara göre Girit Adası’nın sadece dörtte biri Yunanistan’a ait durumdadır. Birinci Balkan Savaşı’ndan sonra Osmanlı Devleti ile Yunanistan, Bulgaristan, Karadağ ve Sırbistan arasında 30 Mayıs 1913’te Londra Antlaşması imzalanmıştır. Girit Adası, 1913 Londra Antlaşması’nın 4. maddesi ile müttefik devletlere (Yunanistan, Bulgaristan, Karadağ, Sırbistan) bırakılmıştır. Antlaşmaya göre Girit Adası üzerinde dört devletin paylı mülkiyeti vardır. 10 Ağustos 1913 Bükreş Antlaşması ile Bulgaristan, Girit Adası üzerindeki dörtte birlik hakkından feragat etmiştir. Ancak bu feragat Yunanistan lehine yapılmamıştır. Üstelik bu antlaşma Yunan Başbakanı Venizelos tarafından da bizzat imzalanmıştır. Yunanistan lehine feragat (vazgeçme) yapılmadığı için Bulgaristan’ın Girit Adası üzerindeki dörtte birlik payı aslına rücu etmiş, yani anılan pay Osmanlı Devleti’ne ve Türkiye’ye geri dönmüş bulunmaktadır.
Bükreş Antlaşması’ndan sonra Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında 14 Kasım 1913’te Atina Antlaşması imzalanmıştır. 1913 Atina Antlaşması’nın 15. maddesi ile Osmanlı Devleti ve Yunanistan, 30 Mayıs 1913 Londra Antlaşması hükümlerini 5. Maddesi de dahil olmak üzere uygulayacakları konusunda anlaşmıştır. Bu antlaşma ile Girit Adası’nın sadece dörtte birinin Yunanistan’a ait olduğu bir kez daha vurgulanmıştır. 14 Kasım 1913 Atina Antlaşması’nın hiçbir yerinde, Girit Adası’nın Yunanistan’a terk edildiği, verildiği veya bağlandığı ifadesi bulunmamaktadır. Osmanlı Devleti’nin hak ve borçları küllî halefiyet yoluyla Türkiye Cumhuriyeti’ne geçmesi esastır. Girit Adası’nın hukuki statüsünü belirleyen uluslararası antlaşmalar ve uluslararası hukuka göre Girit Adası’nın dörtte üçü ve adanın etrafındaki ada, adacık ve kayalıklar, Osmanlı Devleti’nin küllî halefi olarak Türkiye Cumhuriyeti’ne ait topraklardır. Yunanistan, Girit Adası’nın dörtte üçü ile etrafındaki adaları derhal boşaltarak Türkiye’ye teslim etmek zorundadır. Yunanistan, Girit Adası’nın dörtte üçü ile hâlihazırda adanın etrafında işgal altında tuttuğu Gavdos, Dhia, Dionisades, Gaidhouronisi ve Koufonisi olmak üzere toplam 5 Türk adasını derhal boşaltarak Türkiye’ye teslim etmelidir. Yunanistan, Girit Adası’nın Türk bölgesinde kalan Heraklion Hava Üssü dahil olmak üzere bütün askeri birliklerini ve 1999 yılında adanın Türk bölgesine yerleştirdiği S-300 hava savunma füze bataryalarını da derhal tahliye etmesi, uluslararası hukukun ve yapılan anlaşmaların icabıdır.
Karadeniz'de verilen müjdeye değil, Ege ve Akdeniz’deki tavizlere bakmak gerekiyordu!
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Karadeniz'de bulunduğu açıklanan 320 milyar metreküplük doğal gaz rezervinin müjdesini verip halkı avutuyor ve Türkiye seviniyordu. Ama Ege'de Türkiye'ye ait petrolün 2015 yılından bu yana Yunanistan ve İsrail tarafından çalınmasına da AKP iktidarı tarafından seyirci kalınıyordu!? Oysa 1923 Lozan Antlaşması'nın 12. maddesi ile 13 Şubat 1914 tarihli 6 devlet kararı ile Yunanistan'a, Kuzey Ege adalarının egemenliği değil, sadece kullanma hakkı yani zilyetlik hakkı veriyordu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın gerek Başbakanlığı, gerekse Cumhurbaşkanlığı döneminde Yunan Enerji Şirketi ENERGEAN, 2009 yılında, hiçbir engelle karşılaşmadan, Taşoz Adası etrafında, petrol arama ve sondaj çalışmalarına başlıyordu. KEROGEN Capital adlı İsrail şirketi, Yunan şirketi ile birlikte Taşoz Adası Türk karasularında petrol çıkartıyordu.
Peki Türkiye’nin ve Erdoğan hükümetinin ne yapması bekleniyordu?
Milli Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri emekli Kurmay Albay Ümit Yalım; “Bu durumda Türkiye ne yapmalı?” sorusu için şunları sıralamıştı:
– Türkiye, 1976 Bern Mutabakatı kapsamında Yunanistan'a nota vererek Yunan ve İsrail şirketlerinin-Taşoz Adası Türk Kıta Sahanlığı'ndaki petrol çıkartma faaliyetlerini acilen durdurmalıydı...
– Petrol kuyularından bugüne kadar elde edilen gelirleri Yunanistan ve İsrail'den geri alınmalıydı...
– TPAO'nun açık deniz petrol platformunu bölgeye göndererek ulusal petrolümüze sahip çıkılmalıydı...
Bizim asıl sorumuz şuydu:
ORUÇ REİS gemisinin, NATO nezdinde başlayan müzakereler çerçevesinde Antalya Limanı’na geri çağrılmasını taktik olarak değerlendiren AKP iktidarı; acaba bir süre sonra, Meis Adası ve etrafında tekrar arama tarama çalışmasına girişip ve bu durumu da sözde uluslararası görüşmeler sonucunda elde edilmiş kazanım gibi gösterip, iç kamuoyunda ve tabanında; Yunanistan’a karşı kazanılmış bir zafer havasına dönüştürüp, bunun karşılığında TAŞOZ’u tamamen Yunan ve İsrail şirketlerine mi bırakacaktı? Amaçları bu ise, bunun bir ihanet sayılacağının ve faturasının çok ağır olacağının farkında mıydı?
AKP’li Elazığ Milletvekilinin zırvaları bunların ayarını ortaya koyuyordu!
Depremzede vatandaşların "Sahipsiz kaldık" eleştirilerine tepki gösteren AKP Elazığ milletvekili Zülfü Demirbağ, sorumsuz ve şuursuz açıklamalar yapmıştı. Elazığ depremi ve Koronavirüs salgınından mağdur olan vatandaşların başlattığı #SahipsizElazığ hashtag'lı kampanya ile ilgili bir televizyon programında yanıt veren AKP'li Zülfü Demirbağ’ın konuşmaları, haklı tepkilere yol açmıştı.
Demirbağ, “Ne sahibi ya? Tabii ki Elazığ’ın da Türkiye’nin de sahibi var. Bal gibi sahibi var; Tayyip Erdoğan var Allah’tan sonra, biz varız… Ne demek ya? Hâşâ ben utanıyorum, sahip diyerek. Sahibi Allah’tır, Tayyip Erdoğan’dır, devlettir. Devlet adına payımıza düştüğü kadar da az çok bizleriz Elazığ’ın sahibi" ifadelerini kullanmıştı.
Kampanyayı başlatanlara da çok ağır sözler sarf eden AKP Milletvekili Zülfü Demirbağ, "‘Elazığ’ın sahibi yok’ diyenlerin (asıl kendilerinin) sahibi yok. Gitsin kan tahlili yaptırsınlar. Bu kampanyayı başlatanlara bilinçli olarak sırf muhalefet olsun diye bu işe kalkışanlara kan tahlili yaptırmak lazım bunlara. Covid-19 değil, ihanet 19 virüsü var bunların kanında" diyecek kadar şaşırmış ve şımarmıştı.
Bu şahsa ve aynı kafada olanlara önce şunu hatırlatmak lazımdı. Bu Milletin kanını ve genini sorgulayanlar ve bundan şüphesi olanlar, önce kendi şahısları ve sahipleri olan zatların kan tahlillerini yaptırsınlardı!..
İkincisi; bu ucuz ve uyuz kahramanlar, kof palavraları bırakıp, hukuken hâlâ bizim olan Ege Adalarımıza ve Akdeniz’deki haklarımıza sahip çıksınlardı…
İncirlik’teki Nükleer Savaş Başlıkları Girit Adası’na mı Taşınıyordu?!
Yunanistan'ın eski Genelkurmay Başkanı Türkiye'ye karşı akıl almaz ifadeler kullanmış, Yunan basını ise Almanya ve ABD'nin bir hafta içinde taraflardan görmek istediği adımı yazmıştı. ABD'nin İncirlik'i Girit Adası'ndaki Suda Üssü'ne taşıyacağı yönündeki haberler ise ortalığı karıştırmıştı. Yunan basını, ABD'nin İncirlik Hava Üssü'nde depoladığı 50 nükleer savaş başlığını Girit Adası'ndaki Suda Üssü'ne taşımaya hazırlandığı yönündeki söylentilerin arttığını vurgulamıştı.
Yunan, Rum ve İsrail liderleri ABD Dışişleri Bakanı Pompeo ile Tel Aviv’de zirve yapmış, söz konusu üç ülke, Doğu Akdeniz doğal gazını Avrupa’ya taşıyacak boru hattına ABD’nin de katılmasını sağlamaya çalışmışlardı. Zirve öncesinde Yunan basını İsrail’in Yunanistan’ın Girit Adası’na 600 km menzilli bir radar yerleştirmeyi gündeme aldığını yazmıştı. İsrail, Rum-Yunan ikilisiyle birlikte Türkiye’yi devre dışı bırakan doğu Akdeniz doğal gazını İsrail’den Avrupa’ya taşıyacak boru hattı projesini korumak ve bölgedeki her türlü hava ve deniz trafiğini kontrol altına almak amacıyla Yunanistan’ın Girit Adası’na gelişmiş radar sistemi kurmaya hazırlanmaktaydı. ‘Uzun Ufuk’ adlı sistem, aynı zamanda füzelerin hedeflerini vurmasını sağlaması nedeniyle stratejik bir önem taşımaktaydı. Sistem İsrail’deki radarlarla birlikte, Türkiye’nin yarısından fazlasını izleyip aleyhimize kullanılacaktı.
Kafalarımızı asıl karıştıran soru şuydu: Yunanistan’a karşı bu denli tavizkâr ve müsamahalı davranan, bütün küstahlık ve kışkırtmalarına göz yuman Sn. Erdoğan iktidarı, ABD’nin tezgâhıyla komşumuz Suriye’ye niye savaş açmıştı?
[1] Türksam / 13 Ekim 2018
< Önceki | Sonraki > |
---|