Reklam
Reklam
Reklam

Hak Dinlerin Dejenere Edilmesi ve İSLAM’IN ÖZÜNE DÖNME MES’ULİYETİ

Kullanıcı Değerlendirmesi: / 51
ZayıfMükemmel 

 

Hak Dinlerin Dejenere Edilmesi

ve

İSLAM’IN ÖZÜNE DÖNME MES’ULİYETİ

        

Hak DİN’ler ve kutsal metinler, seçilen Peygamberler aracılığıyla ve Allah tarafından, inanç esasları ve hayat düsturları olmak üzere insanlara gönderilir. Ama bu şuur ve huzur prensipleri, kötü niyetli insanlarca, zamanla değiştirilip dejenere edilir ve DİN bir istismar ve suistimal aracı haline getirilir. İşte Hz. Musa’ya gelen TEVRAT ve Yahudilik… Hz. İsa’ya gelen İNCİL ve Hristiyanlık; zamanla tahrif ve tahrip edilip, şirk ve şekavetle kirletilmişlerdir. Bu tür bozulma ve yozlaşma süreçleri Müslümanlar içerisinde de maalesef yaşanıvermiş, ya kısmen veya tamamen İslam’ın özünden ayrı ve farklı mezhep ve görüşler türemiştir. Ancak ne var ki; Yahudi ve Hristiyanlar, artık isteseler de Kitaplarının aslına dönemeyeceklerdir, çünkü Tevrat ve İncil tahrif edilmiştir. Ama Müslümanların şöyle bir avantajları ve İslam’ın aslına dönme fırsatları vardır; zira Allah’ın özel koruması ile Kur’an-ı Kerim’in orijinal metni asla zarar görmemiştir, ilk indiği şekliyle devam etmektedir.

“Hiç şüphesiz, Zikri (Kur’an-ı Kerim’i) Biz indirdik, Biz; ve elbette (kıyamete kadar) Onu (bu kutsal metni değiştirilmekten ve dejenere edilmekten koruyup aynen) muhafaza edicileri de Biziz.” [Not: Londra'da bir müzede bulunan ve Miladi 650 yıllarına -yani Peygamber Efendimizden hemen sonrasına ve Sahabenin hayatta olduğu sıralara- ait olduğu saptanan el yazması bir Mushaf'la, şu anda elimizdeki Kur'an nüshalarının arasında hiçbir çelişki ve değişiklik bulunmadığı gerçeğinin tespit edilmesi, Kur’an’ın orijinal metninin Allah'ın özel muhafazası ile günümüze kadar nasıl geldiğinin ve kıyamete kadar nasıl devam edeceğinin ispatı yerindedir ve bu açık bir mucizedir. Ancak orijinal lafzının aynen muhafaza edileceği bildirilen Kur’an ayetlerinin, mana ve mesajlarının din simsarı Bel’amlar tarafından çarpıtılıp dejenere edilmemesine bir garanti verilmemiştir.] (Hicr: 9)

Hadid Suresi 16. ayeti de bizlere, önceki kavimlerde ve dönemlerde olduğu gibi, İslam toplumunda da birtakım bozulma, yozlaşma ve Dinin özünden uzaklaşma girişimleri yaşanacağını haber vermekte ve yeniden Kur’an’ın aslına dönme uyarısı yapılıvermektedir: “(Artık,) İman edenlerin Allah’ın (hüküm ve haberlerini, nimet ve hikmetlerini düşünmek) ve Hakk olarak indirilen Zikri (bu Kur’an-ı Kerim'i dikkatle okuyup anlamaya ve gereğini uygulamaya gayret etmek) için, kalplerinin saygı ve kaygı ile yumuşayacağı zaman hâlâ gelmedi mi? (Sakın Müslümanlar,) Bundan önce kendilerine kitap verilip de, sonra üzerlerinden uzun bir süre geçtiğinden bu nedenle kalpleri katılaşmış (böylece kitaplarını bozmuş, dinlerini yozlaştırmış ve Hakk Dinden uzaklaşmış) bulunanlar gibi olmasınlar! Ki onların çoğu da fasık (günah ve kötülüğe dalmış) olan kimselerdi.” (Hadid: 16)

Tevrat’ın Tahrif Olunması ve Yahudiliğin Siyonizm’e Saptırılması

Hz. Musa'nın ölümünden sonra, Hz. Yuşa, hem lider, hem Peygamber olarak gönderilmiş, Hz. Yuşa’dan sonra İsrail kabileleri hâkimlerce yönetilmiş ve bu döneme ait bilgiler Eski Ahit'in Hâkimler bölümünde açıklanmıştır. Daha sonra peygamber olarak gönderilen Hz. Samuel, Kral olarak tayin ettiği Tâlût/Saul Filistinlerle savaşmış, bu savaşta büyük başarı gösteren Hz. Davut,[1] Hz. Samuel’den sonra İsraillilerin başına geçmiştir.

Kudüs’ü fethedip başkent yapan Hz. Davut, kutsal toprakları ele geçirmiş, İsrailoğullarına en ihtişamlı dönemi yaşatmış ve tarih boyunca da, Yahudiler hep bu dönemi özlemiştir. Hz. Davut’un ölümünden sonra yerine oğlu Hz. Süleyman geçmiş ve Tanrı’nın va’ad ettiği büyük mabedi, yani Mescid-i Aksa'yı inşa ettirmiştir. Hz. Süleyman'ın ölümünden sonra kuzeyde İsrail, güneyde Yahuda olmak üzere iki Krallık kurulmuş, putperestliğe yönelen İsrail Krallığı (MÖ 722’de) Asurlular tarafından, Yahuda Krallığı ise (MÖ 587’de) Babil Kralı Nabukadnezar tarafından ortadan kaldı­rılmış, büyük mabedi yıktırılmış ve Ahit Sandığı da kaybol­muştur.

Pers hükümdarı, Babil'de 70 yıl sürgün, yani diaspora hayatı yaşayan Yahudilerin Filistin’e dönmesine müsaade etmiş ve Tevrat'ın usta yazıcısı olarak tanınan, hikmet sahibi ve bilgili Ezra/Uzeyr, büyük mabedin yapılmasına öncülük etmiştir. Ancak yeniden yazılan Tevrat'ta peygamber ahlâkının nitelik­lerinden biri olan ahiret hayatı ile ilgili herhangi bir kayıt bulunmamasına rağmen, sürgündeki Yahudiler, kadim İranlı­ların inanç sisteminden etkilenerek Şeol’de kötü ruhların işkence görerek cezalandırıldığına, iyilerin ise sonsuza kadar ödüllendirildiğine inanmıştır. Yahudilerin yabancı kadınlarla evliliklerine son vererek kavmini ırk olarak saflaştırmaya çalışan Ezra, yeni Tevrat'ı halkın huzurunda okumuş, hükümlerini açıklamış ve haftalık Tevrat okuma geleneğini oluşturmuştur. Peygamber olmamasına rağmen, Yahudiler nezdinde büyük bir konuma sahip olan Ezra için, Hz. Musa önce gelmeseydi; Tevrat’ın Ezra’ya verileceği iddia edilmiş, hatta 2’nci Musa olarak adlandırılmış ve kendisine Allah’ın oğlu denilmiştir.

Yahudiler, Ezra/Üzeyr Allah’ın oğlu diyerek On Emrin birincisi olan “Karşımda başka ilâhların olmayacak” buyruğunu tahrif etmiş, dolayısıyla Allah'a ortak koşarak tevhid inancını ve aynı zamanda peygamber ahlâkının olmazsa olmazını oluşturan en önemli niteliğini bozup değiştirmişlerdir. Tahrif edilmiş Tevrat, müstehcen ve ahlâk tahripçisi konuları (Tekvin: 19/33-36, 38/15-18; Sayılar: 25/1; II Samuel: 13/11-14) içermiş, diğer insanlara hayvan nazarıyla bakılmasını, yabancılara faizle, kendi dindaşlarına faizsiz borç verilmesini (Tesniye: 23/19-20) emretmiştir. Ayrıca her şeyi yoktan var eden Allah'ı, Yehova/Yahve diye adlandırarak hâşâ, Yüce Yaratıcı’yı insana benzetmiş ve kendileri için millî bir karakter olarak ilan etmiştir. Bir Yahudi'nin doğumundan ölümüne kadar tavır, davranış ve eylemleri, eğitimleri, yiyecekleri; sebze ve meyvelerde yasak olmamasına rağmen, çatal ve yarık tırnaklı, geviş getiren hayvanlar helal, geviş getiren ve tek tırnaklı deve, ayrıca at, eşek, domuz, tavşan ve sürüngenler haram kılınmıştır.[2] Deniz hayvanlarından hem pullu, hem de yüzgeçli olanlar helal diğerleri haram, kuşlardan avlanarak beslenen ve leş yiyenler haram kılınmıştır. Ayrıca Tevrat’ın “Oğlağı, anasının sütünde pişirmeyeceksin” hükmü “etle sütü karıştırmayacaksın" şeklinde yorumlanarak şu kurallar konmuştur: Et yedikten sonra süt veya sütten üretilen ürünlerin yenmesi için en az dört-beş saatin geçmesi öngörülmüş ve bu kural tersi için de geçerli sayılmıştır. Ayrıca et pişen kapta süt, süt pişen kapta et pişirilmemesi, etli ve sütlü yiyeceklerin mutlaka ayrı ve farklı kaplarda olması ve farklı dolaplarda muhafaza edilmesi öngörülmüştür. Bilhassa dinine bağlı Ortodoks Yahudiler, koşer veya kaşer denen bu kurallara titizlikle riayet etmiştir. Kısaca hayatın her safhasıyla ilgili faaliyetleri Talmud ve Kabala diye adlandırılan derleme kitaplarda yasalar haline getirilmiş ve On Emrin ahlâkla ilgili hükümlerini ise, sadece kendileri için geçerli kılmıştır. Din ile ırkı bütünleştiren Yahudiler, kendilerini bütün milletlerden üstün saymış (Tesniye: 14/12), bütün milletler üzerinde saltanat kurulmasını (Tesniye: 15/6) ilke edinmiştir. Putperestlerin kökünün kazılmasını, yalan yere yemin edilmesini, haksız da olsa dindaşlarını haklı, yabancıların ise daima haksız çıkarılmasını (İşaya: 54/17) öngörmüştür. Bu açıdan dinine, şeriatına ve ırkına bağlı tek ülke olmuş, buna karşın diğer soyları ırkçı, dindarları dinci saymış, dünya nimetlerinin sadece kendilerine ait olduğunu düşünerek diğer milletleri insafsızca sömürmeyi görev ad­detmiştir.

Yahudilerin İdeali: Yahudilerin dünya krallığı ile ilgili ideallerini gerçekleştirmek için oluşturacakları stratejinin temelleri tahrif edilmiş Tevrat'ta şöyle açıklanmıştır: "Evet, bütün krallar ona secde kılsınlar; Bütün milletler ona kulluk yapsınlar" (Mezmurlar: 72/11), "Denizden denize kadar ve ırmaktan yerin uçlarına kadar saltanat sürsün" (Mezmurlar: 72/8) ve "Çünkü sağa sola yayılacaksın ve senin zürriyetin milletleri mülk edinecek ve ıssız şehirleri halk ile dolduracak" (İşaya: 54/3), "Benim elimden, bu öfke şarabı kâsesini al ve seni göndereceğim bütün milletlere onu içir. Ve onlar içecekler ve sendeleyecekler ve aralarına göndereceğim kılıcın yüzünden çıldıracaklar" (Yeremya: 25/15), "İçin de sarhoş olun ve kusun ve aranıza göndereceğim kılıcın yüzünden düşün ve kalkmayın" (Yeremya: 25/27), “Sana karşı kim toplanırsa zelil düşecektir ve yok olacaktır" (İşaya: 54/16), “Sana karşı yapılan hiçbir silah işe yaramayacak ve hükümde sana karşı kalkan her dili suçlu çıkaracaksın." (İşaya: 54/17)

İşte bütün bu akıl ve vicdan dışı uydurmalar ve Yahudi ırkını kutsamalar sonucu “Siyonizm” denen azgın ve sapkın düşünce sistemi, komünizm ve kapitalizm gibi zulüm ve sömürü düzenleri ortaya çıkmıştır.

Ahiret ve tevhid inancını tahrif eden Yahudiler, peygamber ahlâkından saparak tek kutuplu şeytani ahlâk felsefesine yönelmişlerdir. Ancak bu tek kutuplu ahlâk felsefesinin kurallarına ve yaşam tarzına bütün Yahudiler aynı ölçüde bağlı kalmış değildir. Orto­doks Yahudileri, bütün kurallara ve On Emre titizlikle uymuştur. Buna karşın Karailik veya Karaim Yahudileri, (MÖ 1000-12000) yıllarından beri Ortodoks Yahudiliğinin en güçlü muhalifi olmuş ve Musa şeriatının doğru yorumuna sahip olduklarını iddia etmişlerdir. Bütün hayatlarını Museviliğe adayan Hasidiler, dünyaya değer vermemiş, bir işte çalışmayı benimsememiş, çok çocuk edinmeyi ilke edinmişlerdir. Bugünkü Mormonlar da bunlara benzemektedir. Mesih gelmeden kurulan İsrail Devletini kabul etmemişlerdir. Tevrat'ı Tanrı tarafından vahiy edilmiş bir kitap olarak görmeyen ve çoğunluğu ABD’de yaşayan Reformist Yahudiler ise, Tevrat’taki yaratılış kıssası yerine Darwin'in evrim teorisini benimsemiş ve Museviliğe yaban­cıları da kabul etmiştir. Başta Mesihçilik olmak üzere gelenek­sel Yahudiliğin birçok ilkesini kabul etmeyen Reformistler Talmud'un kutsallığına inanmamış, “kutsal toprak” ülküsüne karşı çıkmış ve yaşadıkları her yeri kutsal saymıştır. Reformistlere tepki olarak doğan Muhafazakâr Yahudiler, yapı itibariyle Ortodoks Yahudilerin ABD versiyonunu oluşturmuş, ancak onlar kadar katı olmamıştır. Yahudi ismini kullanmayan Samiriler ise, Hz. Musa'nın gerçek takipçisi olduklarını iddia etmiş ve ellerindeki Tevrat ile Yahudilerin elindeki Tevrat arasında 6 bine yakın fark saptamış ve kıblelerini ise Kudüs değil Nablus'taki Gerizim Dağı yapmışlardır. İbadet öncesinde abdest alan Samirilerin ibadethaneleri camilerde olduğu gibi halı veya kilimlerle döşenmiş, rükû ve secde gibi namaz benzeri ibadetlerle meşgul olmuşlardır.

Hz. İsa’nın Hak Çağrısı ve Hristiyanlığın Bozulması

İnsanoğlu vahye ve tevhide dayalı peygamber ahlâkından ve Tevrat’ın aslından sapınca, Yüce Allah, Kendi katından bir rahmet ve insanlar için canlı bir ayet (Meryem: 19/21) olarak Hz. İsa’yı göndermiştir. Bakire Meryem’den Nasra’da dünyaya gelen Hz. İsa, çocukluğunu ve gençliğini bu kasabada geçirmiştir. Beşikte iken konuşmuş (Meryem: 19/29), Allah’ın kulu olduğunu ve kendisine İlahi mesajın ulaştığını ve peygamber tayin edildiğini (Meryem: 19/30) söyle­miştir. Hayatta olduğu sürece ibadet etmesi ve arınmak için infak etmesi (Meryem: 19/31), anasına iyi davranması ve bir zorba olmaması (Meryem: 19/32) vahiy edilmiştir. Hz. İsa’ya doğduğu gün de, öleceği gün de ve yeniden hayata döneceği gün de, İlahi güvence kapsamında (Meryem: 19/33) olduğu müjdelenmiştir.

"Hiç şüphe yok ki, benim de sizin de Rabbiniz Allah’tır. Şu halde yalnız O’na kulluk edin, bu dosdoğru yoldur” (Meryem: 19/36) diye buyuran Hz. İsa, MS 28 yılında Ürdün Nehri’nde Hz. Yahya tarafından vaftiz edilmiş ve Hz. Yahya'nın şehit edilmesinden sonra tebliğ görevini sürdürmüşlerdir. Puta tapanları, kendilerini tanrılaştıranları uyarmak, tevhid ilkesinden sapanları ikaz etmek, Allah’ın birliğini ispat etmek ve Hz. Musa’nın pey­gamberliğini ve tahrif edilen şeriatını düzeltmek için gönderilen Hz. İsa’ya, peygamber ahlâkının niteliklerini de içeren ayetler vahiy edilmiştir.

Nitekim Hz. Musa’ya indirilen; ikisi imanla, ikisi ibadetle altısı ise ahlâkla ilgili On Emir, Hz. İsa’ya daha açıklayıcı bir şekilde vahiy edilmiştir. Yeni Ahit'te[3] ahlâkla ilgili On emrin beşinci hükmü, "Babana ve anana hürmet edeceksin (Matta: 19/19) ayeti ile tasdik edilmiştir ve Tevrat kaynaklıdır. On Emrin altıncı hükmü, “Katletmeyeceksin. Ama ben size derim ki, kardeşine öfkelenen herkes yargılanmayı hak edecektir. Öte yandan her kim kardeşine aşağılayıcı bir söz söylerse, tüm Kurul'a karşı sorumlu tutulmayı hak edecektir. ‘Aklı kıt’ diyense cehennem ateşini hak edecektir" (Matta: 19/18; Matta: 5/21; Tesniye: 5/17) ayetleriyle tasdik edilerek tekemmül ettirilmiş ve aynı zamanda Eski Ahit’e atıf yapılmıştır. Yeni Ahit'in bu hükümlerini Hristiyan ilahiyatçıları, yürekte öldürücü düşüncelere yer vermenin fiilen öldürme ile eş anlamlı olduğu gibi, kendini tutmayıp öfkelenmenin, acılık ve kin beslemenin de, öç alma tutkusuyla yanmanın da katillik olduğunu yorumlamıştır.[4]

Yeni Ahit’te, On Emrin yedinci hükmü, “Zina etmeyeceksiniz” ayetiyle teyit edilmiş ve Eski Ahit’e atıf yapılmış ve ilaveten “Ama ben size derim ki, bir kadına istek duyarak bakan herkes o anda yüreğinde onunla zina etmiş olur… Ve kim boşanmış kadınla evlenirse, zina eder" ayetleriyle de zinaya yol açan sebepler yasaklanmıştır (Matta: 5/27, 28, 32). Zina ile ilgili bu hükümleri Hristiyan ilahiyatçıları, kirli düşünceler beslemenin de bedenle zina işlemekle aynı şey olduğu, şeklinde yorumlamıştır.[5] Yeni Ahit'te, On Emrin sekizinci hükmü, “çalmayacaksın;” Eski Ahit'e atıf yapılmıştır (Eski Ahit, Çıkış: 20/15). Hristiyan ilahiyatçıları bu hükümleri de, bir başkasına ait olan bir şeyi haksız yere ele geçirmeyi, vergi ve gümrük kaçakçılığı yapmayı, iş yerinde az çalışmayı, işçilerini fazla çalıştırıp, eksik ücret vermeyi ve dünyanın otlakçılık dediğine Tanrı'nın hırsızlık dediği şeklinde yorumlamıştır.[6]

Yeni Ahit'te On Emrin dokuzuncu hükmü: “Yalan şahadet etmeyeceksin.” (Matta: 19/18) ayetiyle teyit edilmiş ve eski Ahit'e atıf yapılmıştır. Yeni Ahit'in bu hükümlerini Hristiyan ilahiyatçıları, yalnız mahkemede yapılan yeminli yalanı değil, her türlü iftirayı, yalanı, kasıtlı abartmayı, yıpratıcı dedikoduyu ve gerçeğin çarpıtılmasını da kapsadığı şeklinde yorumlamıştır.[7] On Emrin sonuncu hükmü “Komşunun evine tamah etmeyeceksin; komşunun karısına yahut kölesine yahut cariyesine yahut öküzüne yahut eşeğine yahut komşunun hiçbir şeyine tamah etmeyeceksin.” (Eski Ahit, Çıkış: 20/17) Eski Ahit'e atıf yapılarak vurgulanmıştır. Bu hükümleri de Hristiyan ilahi­yatçılar Tanrı'nın her şeyi gördüğü ve bu emir sayesinde günah bilincine erişildiği, iç benliğin yargıcı durumuna getirildiği, başkasının malına göz dikmekle hırsızlık yapmanın birbirini tetiklediği hatırlatılmıştır.[8]

(Yahudi asıllı) Pavlus’un Yozlaştırmaları

İncil, tahrif edilmiş Tevrat'a bir antitez olarak indirilmiştir. İsrail milliyetçiliğini ve ırk üstünlüğünü inkâr eden Hristiyanlığın, Yahudilikten türeyen bir mezhep olarak lanse edilmesi yanlıştır, ancak İncil Yahudiler tarafından yozlaştırılmıştır.[9] Ancak bu yeni dinin Avrupa'da yaygınlaşması için Latin ve Helen kültürüne başvurulmuş ve Yunan mitine dayalı bir tanrılar ailesi safsatası ortaya çıkarılmıştır. Hristiyanlığı şekillendiren ve bu dinin ilk önemli ilahiyatçısı olan Pavlus[10] (MS 10-64), insanın ve neslinin Âdem'in Tanrı'ya itaatsizliğinden dolayı günaha düştüğünü, özgürlü­ğünü kaybettiğini ve ölüme mahkûm olduğunu ifade etmiştir. Pavlus insanlığı ilk günahtan kurtarıp özgürlüğe kavuşturmak için, Tanrı’nın oğlu Hz. İsa'nın şahsında dünyaya geldiğini; dolayısıyla Hz. İsa Mesih’i Rab, kendisini de onun peygamberi ilan etmiştir.[11] Böylece Tanrı kelâmını Hz. İsa’nın kişiliğinde cisimleştirmiş, Tanrı ile insan ve insan ile hemcinsleri arasında yeni ilişkiler ağı uydurmuşlardır. Pavlus, Hz. İsa Mesih'i, babası olan Tanrı’nın, Onu insanları günahlarından arındırmak, kefaretini ödeyerek kurtarmak için gönderdiğini söylemiştir. Çektiği bütün çilelerden ve çarmıhta can verdikten üç gün sonra, babasının Onu ölüler arasından dirilttiği ve yanına göğe çıktığını ifade eden Pavlus, Hz. İsa'nın kıyamet günü yeniden dünyaya geleceğini yaygınlaştırmış ve bu düşünce Hristiyanlarca da benimsenmiştir.

Aslında Hz. İsa’nın getirdiği peygamber ahlâkı, antik çağın inkârcı ve ahlâk dışı etiklerini bertaraf etmeyi ve Hz. Musa'nın tahrif edilen ahlâkını istikametine sokmayı amaçlamıştır. Ancak üç asrı aşkın bir süre içerisinde Hz. İsa’nın getirdiği din ve ahlâk anlayışı Yahudilerin ve Roma İmparatorluğu’nun baskı ve zulmüne maruz kal­mıştır. Roma İmparatoru 1’inci Konstantin, 313’te Hristiyanlığa özgürlük tanıyınca, 325'te toplanan İznik Konsili’nde teslis doktrini kabul edilerek Kilisenin resmî inanç öğretisi yapılmıştır. Teslis inancıyla Hristiyanlar; Baba, Oğul ve Kutsal Ruh adı altında üç kişilikte tek bir Tanrı’nın varlığına inanmışlardır. Bu inanca göre Baba kâinatı yaratmıştır. Tanrının tenasühü olan Oğul, günahın esaretinden insanlığı kurtarmak üzere bedenleşmiş ve kendini çarmıhta feda kılmıştır. Kutsal Ruh ise, İlahi sevgiyi insanın kalbine ve gönlüne bırakmıştır. Üçte birlik veya birlikte üçlük “orijinal ifadesiyle TESLİS” şeklinde ifade edilen bu doktrin akılla kavranamayacağı, ancak imanla idrak edilebileceği safsatasına sığınılmıştır. Hristiyan ilahiyatçıları da bunun İlahî bir sır olduğunu ve teslise olduğu gibi iman edilmesi gerektiğini savunmuşlar ve tabi sapıtmışlardır.

Roma İmparatorluğu’nu yönetim yapısına göre teşkilatlan­dırılan Hristiyanlık; Roma, Yunan ve çok tanrılı düşünce sis­temlerinden etkilenmiş ve Yahudilikteki üç temel geleneksel dünya görüşü de şekil değiştirerek Hristiyanlığa taşınmıştır. Yahudilikte Tanrı ile yapılan ahdin sembolü olarak kabul edilen sünnet, vaftizle yer değiştirmiş durumdadır. Tanrı'nın altı günde kâinatı yaratıp dinlendiği yedinci günü sembolize eden haftalık toplu ibadet ve istirahat edilen cumartesi günü, Hz. İsa'nın öldürül­dükten sonra dirildiği pazar günü ile yer değiştirmiş bulunmaktadır. Yahudi kutsal kitapları Hristiyanların bu temelsiz bakış açısına göre yeniden yorumlanarak toplumların aldatıldığı açıktır. Yahudilerde haram kılınan yiyeceklerin hepsi Hristiyanlarca serbest bırakılmıştır. Rahipler de, Baba, Oğul ve Kutsal ruh adına günah ve hataları affetme yetkisine sahip kılınmıştır. Dolayısıyla başta Pavlus olmak üzere, rahipler, kendilerine statü ve nüfus sağlamak için Allah’tan başkalarını ilahlaştırmıştır. (Meryem: 19/81)

Yozlaştırılmış ve şirkle karıştırılmış bugünkü Bâtıl Hristiyanlık, 4 ana mezhebe ayrılmış; özellikle Protestanlık… Ve şimdi Amerika’da yaygınlaşan Evanjelizm ve Mormon tarikatları tamamen Yahudi Siyonizm’inin gönüllü hizmetkârları halini almışlardır. Artık Siyonizm’in bâtıl ve barbar dayanaklarını… Şeytani ve gayri insani amaçlarını… Ve bu sinsi ve siyasi hedeflerine ulaşmak üzere kurdukları teşkilat ve organizasyonları ve masonluk yapılanmalarını bilmeden kalkışılan tüm hayırlı girişimlerin, bunların tuzağına kapılma ihtimali bulunmaktadır!..

İslam’ın Yozlaştırılması ve Münafıklığın yaygınlaşması:

En yaygın münafıklık ve gizli inkârcılık olarak; a) Her konuda ve toplum hayatının her alanında Kur’an’ın öğütlerini ve Resulüllah’ın öğretilerini esas alan bir hayat tarzına karşı çıkmak… b) Bâtıl ve Batılı hukuk ve ahlâk kuralları altında yaşamayı arzulamak… c) Yani “Tağuti rejimler ve hükümlerle yargılanmayı” tercih ettiği halde, yine de Kur’an’a ve diğer kitaplara inandığı iddiasında bulunmaktır.

“(Ey Resulüm!) Sana indirilen (Kur'an'a) ve Senden önce gönderilen (Kitaplara), sözde inandıklarını öne süren (sahtekâr münafıkları) görmez misin? Ki bunlar, (hak ve adalet ölçüleriyle değil) tağutun önünde (zalim ve bâtıl düzenlerin kurum ve kurallarıyla) muhakeme olunmak (şeytan fikirli Yahudi ve Hristiyanların hükmü altında yaşamak) istemektedirler! Oysa (mü’min ve Müslüman sayılmak için) onu (tağutu ve süper güç putunu) red ve inkâr etmekle emrolunmuşlardır. Şeytan onları derin ve dönüşü olmayan bir sapkınlığa sürüklemek istemektedir. [Not: Bir Müslümanın şu soruları kendisine yöneltmesi ve samimi yanıtlarına göre iman durumunu değerlendirmesi gerekir. Benim istisnasız her konudaki tercihim ve hedefim: 1- İman ve itaat mı, İtiraz ve inkâr mı? 2- İslam’a (Hakka) teslim olmak mı, Fırsatçılık ve isyan mı? 3- Kur’an’ın Rahmani esasları mı, Batı’nın şeytani yasaları mı? 4- Faizsiz bir nizam mı, Faizli sömürü çarkı mı? 5- İslam ülkeleri ittifakı mı, Haçlı ortaklığı mı? 6- Farz-helâl kuralları mı, Haramların mübahlığı mı? 7- Hidayet aydınlığı mı, Dalâlet karanlığı mı? 8- Hakk ve hayır mı, Şer ve bâtıl mı? 9- Nübüvvet ve Sünnet bağlayıcılığı mı, Nefsaniyet ve şehvet bataklığı mı? 10- Ahiret ve adalet amaçlı mı, Dünya ve menfaat ağırlıklı mı? Evet bu 10 şıktan sadece 1 tanesinde bile ikinci maddeyi tercih ve tensip edenlerin, iman ve İslam şuuru yara almaya ve hidayeti kararmaya başlamış demektir. Baskıcı ve zorlayıcı durumlarda aciz ve çaresiz fertlere ve müstaz’af kesimlere İkrâh-ı Mülci=Ölüm ve sakatlama cinsinden ağır tehditler gibi bazı mecburiyetler bir mazeret sayılsa bile, imkân ve iktidar sahipleri için bu tür mazeretlere sığınmak geçersizdir.]” (Nisa: 60)

“Ne vakit onlara: (Bu temelsiz ve geçersiz yorumları bırakıp) “Allah’ın indirdiği (Kur’an’ın açık ve kesin hükümlerine) ve Resulün (bildirdiklerine ve sünnetine) gelin (bunları ölçü edinelim)” denildiğinde, o münafıkların Senden süratle uzaklaşıp kaçtıklarını (ve Kur’an’ın hükümlerinden kaytardıklarını) görürsün. (İşte bunlar asıl itikadi münafıkların ta kendileridir.)” (Nisa: 61)

Allah; görünür âlemin iradeli ve sorumlu varlığı olan insanı, yeryüzünün halifesi (Bakara: 2/30) olarak yaratmıştır. Yaratıklarının çoğundan üstün kıldığı insanı (İsra: 17/70), birtakım zafiyetlere ve dürtülere maruz bırakmıştır. Bir damlacık atık sudan yarattığı insan, sonunda bilinçli bir varlık olarak Yaradan’ına karşı kendi BEN’liğini ortaya atmış (Nahl: 16/4), kendi kendine yettiğini sanarak azmış (Alak: 96/6-7), zulme pek yatkın olup çıkmış (İbrahim: 14/34) ve iyiliğe nail olduğu zaman da verilen nimetleri herkesten kıskanmıştır. (Me'aric: 70/21) Nankörlükte ısrarcı (Hacc: 22/66; İbrahim: 14/34; Furkan: 25/50), tartışmaya düşkün (Kehf: 18/54), aceleci (Enbiya: 21/37), tatminsiz (Me'aric: 70/19) olan insan, bütün bu kötülükleri yüzünden başına bir kötülük geldiği zaman da vaveylacı (Me’aric: 70/20) olmaya başlamıştır.

Yaratılışında var olan bu zafiyetlerin istismar edilmesiyle insan, maalesef ahlâken hayvanlaşmış, hatta daha da alçalmıştır. (Furkan: 25/44) Yasaklanan şeyleri işlemekteki inatçı tutumu yüzünden insanlar maymundan beter olmuşlardır. (A’raf: 7/166) Zaaflarına esir olan kişi, şeklen olmasa da, huy olarak maymuna, hatta daha beter bir konuma taşınmıştır. Şeytanî güçlere kul olduğu için maymunlaşan ve hınzırlaşan[12] kişi ise insanların en beteri ve en şerlisi olmuş ve doğru yoldan sapmıştır. (Maide: 5/60) Zira üzerinde egemenlik kurmasına müsaade eden kişilere şeytan, Allah'ı hatırlamayı unutturmuş (Mücadele: 58/19) ve kişilerin veya toplumların kendilerinde bulunan güzel meziyetleri değiştirmesine, nefislerine hoş gelen şeyleri maymun gibi taklit etmesine veya domuz gibi bencil­leşmesine yol açmıştır. Bu tip kişi ve toplumlar, Allah’ın lanet ve gazabına uğrayarak (Maide: 5/60) felakete yuvarlanmış ve tarih sahnesinden silinip yok olmuşlardır. Nitekim geçmişte Firavun’un tavrı, Nuh kavminin inkârı, Lut kavminin taşkınlığı, zevk ve sefa içinde yaşayan Semûd kavminin nankörlük ahlâkı, Allah’ın lanet ve gazabına sebep olmuşlardır…

Ahlâken çürümeye yol açan kişi veya toplumlar, Yaradan’ın hoşnut olmadığı, hatta gazaplandığı eylemleri hayat tarzına dönüştürüp yozlaşmışlardır. Yüce Allah da; saldırganları (Bakara: 2/190), haddi aşanları (Maide: 5/87; A'raf: 7/55), bozgunculuğu (Bakara: 2/205), bozguncuları (Kasas: 28/77), günahta ısrar eden inatçı, itaat etmeyen nankörleri ve ihaneti meslek edinen nankörleri (Bakara: 2/276; Al-i İmran: 3/32; Hacc: 22/38) beğenmemiştir. Zalimleri (Al-i İmran: 3/57, 140; Şurâ: 42/40), hainleri (Enfal: 8/58), boğazına kadar günaha batanları (Nisa: 4/107), israf edenleri (En'am: 6/141; A’raf: 7/31), kendini beğenmiş şımarıkları, küstahları ve kibirlileri (Nisa: 4/36; Kasas: 28/76; Lokman: 31/18; Hadid: 57/23) sevmemiştir. Büyüklük taslayanları (Nahl: 16/23), kötülüğün açıkça söylenmesini (Nisa: 4/148) de kabul etmemiştir. Söylevlerle eylemlerin birbirine uymamasını (Saff: 61/2), yapamadığı veya yapamayacağı şeylerin söylenmesi de, Allah katında sonuçları ağır olan nahoş davranışlar (Saff: 61/3) olarak belirtilmiştir.

Eşya ve olaylarda uğur veya uğursuzluk olduğuna inananların ve tağuta[13] (yani İslam dışı nizamlara ve tabulaştırılan yönetici takımına) iman edenleri, kâfirlerin mü’minlerden daha doğru yolda olduğunu iddia edenleri (Nisa: 4/51) Allah lanetlemiş ve lanetine uğrayanlar da kendilerine hiçbir yardımcı bulamamışlardır. (Nisa: 4/52) Bu tip insanlar günahı hayat tarzı halinde getirmiş (Secde: 32/12), Rablerinin huzuruna çıkıp hesap vermeyi inkâr etmiş (Secde: 32/10) ve hesabı verilecek bir hayat tarzından da rahatsız olmuştur. Allah’ı ve ahreti inkâr eden bu kişiler, ölümü zamana ve doğaya bağlamış, ancak zandan başka hiçbir delil göstermemiştir. Bayağı arzularını esir olarak hevâsını ilah edi­nenlerin kendi durumlarını göz önüne alması (Furkan: 25/43) ikaz edilmiştir.

Bilhassa daha önce sapmış, birçoklarını da saptırmış olan ve yoldan çıkmakta direnen kişi veya toplumların keyfi yargılarına (Maide: 5/77; En’am: 6/56) uyan veya keyfi kanaatini tanrısı yerine koyan kişinin kulakları ve kalbi mühürlenmiş, gözlerine perde çekilmiştir. (Câsiye: 45/23) İnandığı gibi yaşamayı beceremeyen bu insanlar, yaşadığı gibi inanmaya yönelmişlerdir. Hz. Peygamber de, "En kötü insan, hevâsına kul olup da dalâlete düşen kimse­dir” diye uyarıvermiştir. Dolayısıyla dünyevî hazlara ulaşmak için vahyi ve iradeyi arka plana atarak nefsi ön plana çıkaranlar, çıkarları için her şeyi mubah görmüş, her an ve her olayda haksız ve bencil davranışlar sergilemektedir. Zira nefsini kötülüklere gömen­lerin ziyana uğrayacağı (Şems: 91/8-10) ikaz edilmiştir.

Yüce Allah, kendi özgür iradesiyle sapmayı, keyfince ve şehvetleri peşinde hareket etmeyi dileyenleri sap­tırmış; hidayeti dileyenleri, ibadet ve istikamet üzere sabredenleri de doğru yola iletmiş (Müddessir: 74/31) ve herkesi yaptıklarına göre sınıflandırıp derecelendirmiştir. (En’am: 6/132) Kendi özgür iradeleriyle kalplerinde oluşturdukları vesveselere/hastalıklara göre bu dünyada insanlar; inkâra gömülenler (Müddessir: 74/11-25), ikiyüzlüler (Enfal: 8/49; Ahzab: 33/12, 60), kuşkuya kapılanlar (Nur: 24/50) ve dünyaları ve hidayet nurları kararanlar (Hacc: 22/53) olmak üzere dört kategoriye ayrılmış vaziyettedir. Ancak dünyaları kararan­lar, diğerlerinden farklı bir kategori olarak ele alınmış ve bun­ların şifa bulması da, kalplerinin tamamen kararıp manen ölme­si de mümkün görülmektedir. Diğerleri ise dünyada kâfir veya inkârcı (Bakara: 2/7), müşrik, ikiyüzlü veya münafık (Bakara: 2/14) olarak adlandırılmış, ahirette ashabı meş’eme, ashabı şimal, soldakiler veya bahtsızlar diye nitelendirilmişlerdir. (Vâkıa: 56/9)

Münafıklar/ İkiyüzlüler ve Tahribatları!

Şahsiyet parçalanması yaşayan münafıkların vasıflarını Kur’an açık ve net olarak ortaya koymuştur. İnanmadıkları halde "Allah’a ve ahiret gününe inandık.” (Bakara: 2/8) derken yalan söyleyen (Münafikun: 63/1) münafıklar, mü’minleri bırakarak kâfir­leri dost edinip bundan onur duymuşlardır. (Nisa: 4/139) Allah'ı aldatmaya çalışan (Nisa: 4/142), kötülük tavırlarına ve yanlışlıklarına iyilik ve gözü açıklık kılıfı saran ikiyüzlüler, gerçek iyiliklere ve güzelliklere engel olmaya çalışmış (Tevbe: 9/67), yeminleri­nin arkasına saklanmış (Münafikun: 63/2), nifaklığı tabiat haline getirdikleri için kalpleri mühürlenip damgalanmış ve hidayetleri kararmıştır. (Münafikun: 63/3) Dış görünüşleri, kıyafetleri ve konuşmaları aldatma üzerine kurgulanan, söylenen her sözü kendi aleyhlerine sanan (Münafikun: 63/4) münafıklar, İlahi mesajları iletenlere karşı küstahça bir kibre (Münafikun: 63/5) kapılmışlardır. Bu ikiyüzlüler ve bozuk özlüler için af dileyen Allah Resulü bile olsa, asla affa mazhar olmayacakları (Münafikun: 63/6) vurgulanmıştır. Allah ile kalbî ve vicdanî irtibatını kesen ve yaratılışlarının mana ve amacından kopan münafıklar, inanmış kimselerle karşılaştıklarında “iman ettik” diyen, ama şeytanlarıyla ve masonik-münafık şarlatanlarıyla beraber olduklarında ise inananlarla alay ettiklerini söyleyen sapkınlardır. (Bakara: 2/14) İbadeti gösterişe dönüştüren (Ma’un: 107/5-7), bir bedende birden fazla yüze, bir yürekte birden çok kişiliğe sahip olan münafıklar, günahta, saldırganlıkta ve haramilikte yarışmaktadır. (Maide: 5/62) Hz. Peygamber de münafıklığın alâmetlerini "Konuştuklarında yalan söylemek, verdikleri sözde durmamak, emanete hıyanet etmek, düşmanlıkta aşırı gitmek" diye saymıştır.

Kalplerinde hastalık bulunan (Bakara: 2/10), fesatçı olduklarının farkına dahi varmayan (Bakara: 2/12), hidayet karşılığında sapkınlığı satın alan (Bakara: 2/16), Allah’ı ve iman etmiş kimseleri aldatmaya çalışan münafıklar, aslında kendilerini aldatmış ama farkına varamamışlardır. (Bakara: 2/9) İnsanların en şerlisi olan (Beyyine: 98/6) münafıkların cehennemin en alt katına sokula­cakları ve asla yardımcılarının da bulunmayacağı (Nisa: 4/145), Kur’an’da açıklanmıştır. Bu vasıfları nedeniyle ikiyüzlüler, kendilerine yabancı­laşarak Allah’tan uzaklaşmış, inanmadığı halde inkârını gizlemeyi başarmış, dili ile inandığını söyleyerek mü’min görünmüş ve bu davranışları da nifak diye tanımlanmıştır. Münafıklar nifakı benimsedikleri için ikiyüzlü olmuş özdeşleştikleri çıkarcılık ve fırsatçılık kutuplu etikle de kendilerini münafıklaştırmışlardır.

Kişileri başlarından savmak için Allah adına yemin ederek iğrençleşen (Tevbe: 9/95) münafıklar, yemin ettikleri kişileri memnun etseler dahi, Yüce Allah’ın ikiyüzlülerden asla razı olmayacağı (Tevbe: 9/96) vurgulanmıştır. Münafıklar, kendilerine olan saygı ve özgüveni yitirerek iğrençleştikleri için, bunların manevi ve ahlâki değerleri sıfırlanmış, kötü­lükleri tavan yapmıştır. Dinleri ve değerleri karşısında çıkar elde etmeyi amaçlayan münafıklardan uzak durulması özellikle uyarılmıştır. İnsanlar arasında ikiyüzlülükte ustalaşanlar kolay kolay tanınamamış, gerçek yüzlerini saklamış, kendilerine ait olmayan sahte bir yüzle insanları aldatmışlardır, dolayısıyla azapları iki kat olacaktır. (Tevbe: 9/101)[14]

 


   [1] Eski Ahit'te Hz. Davut'un peygamberlik görevinin olmadığı belirtilmiş, sadece bir Kral olduğu bildirilmiştir. Bu durum vahyin ve gerçeğin gizlenmesidir.

    [2] Prof. Dr. Baki Adam, Yahudilik. Yaşayan Dinler, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2007, s 242

   [3] Aydın, (a.g.e), s 78 Hristiyanlara göre Eski Ahit, Tanrı’nın Hz. Musa ile Sina’da yaptığı ahdi, Yeni Ahit ise Hz. İsa'nın havarileriyle yediği son akşam yemeğinde yaptığı sözleşmeyi temsil etmiştir.

   [4] John Stott, Sağlam Kaya, Zafer Matbaası, İstanbul, 1981, s 116-117

   [5] Stott, (a.g.e), s 117,

    [6] Stott, (a.g.e), s 118,

    [7] Stott. (a.g.e), s 119,

    [8] Stott. (a.g.e), s 120-121,

    [9] Louis Marschalko, Yahudi, Sebil Yayınevi, İstanbul, s 32,

   [10] Aydın, (a.g.e), s 87. Tarsus'ta doğan ve Yahudi asıllı Roma vatandaşı olan Pavlus, dönemin ünlü Yahudi bilgini Hillel'in torunu olup, Ferisi mezhebinin önde gelen hocaları nezaretinde yetiştirilmiştir. Rivayete göre; aleyhinde bulunduğu Hz. İsa ve havarilerinin yerini tespit edip Kudüs'teki Yahudi otoritelerine bildirmek için Şam’a yaklaşırken; Pavlus'a gökte gözüken Hz. İsa hitap eder ve onu, mesajı tüm milletlere yaymak için görevlendirir. İmparator Neron’un, Roma yangını ile ilgili olarak bu yeni dinin mensuplarını sorumlu tutması sonucunda birçok Hristiyan’la birlikte Pavlus da öldürülmüştür.

   [11] Doç. Dr. Mehmet Katar, Hristiyanlıkta Temel Akımlar. Yaşayan Dünya Dinleri, Diyanet İşleri Bşk.lığı Yayınları, s 104.

   [12] İslâmoğlu, (a.g.e), c 1, s 207, dip not 3, tek kutuplu ahlâk felsefelerini taklit edip zilleti kabullenenler maymun, alçaklık ve gazaba uğrayanlar ise hınzır, diye nitelendirilmiştir.

   [13] Tağuti düşünce: Kendisinde istediğini yapabilecek bir güç, bilgi ve yetenek vehmettiği an gurur, kibir ve gaflete kapılarak tuğyan kapısını aralamıştır. Bir adım daha öteye geçince Allah’a ortak koşmaya, nefsini O’nun yerine geçirip heva ve heveslerinin peşinde sürüklenmiştir. Bu tür insanlar tâği olup tuğyan halini oluşturmuştur. İşte peygamber ahlâkında, Allah’a rağmen, hüküm kaynağı ve otorite olarak görülen, tanrılaştırılmış insan gibi somut veya şeytan gibi soyut varlıklar tağut diye anılmıştır. Nitekim kendilerini yeryüzünün hükümdarı ve tek hâkimi kabul ederek ilahlık iddiasında bulunacak kadar sapıtmışlardır.

   [14] Peygamber Ahlâkı, Kitap Neşriyat, E. Gn. Korkmaz Tağma, sh: 39, sh; 76, sh: 242 ve devamları (Bazı düzeltme ve eklemelerle)

 

Abdullah AKGÜL -

Karşılaştırmalı İslam ve Batı Hukuku araştırmacısı.

El-Ezher Üniversitesi Usuliddin Fakültesi Mezunu.

Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Mezunu

Devami
Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız Heyecan

Bu yazarin diger makaleleri

  Kâfir (münkir); Cenabı Allah’ı ve diğer iman esaslarını, (Kur’an’ı, Resulüllah’ı,...
Devami
  İSLAM’DA İNSAN HAKLARI VE İSYAN AHLÂKI          İslam’da Devlet Başkanı’na ve...
Devami
  Yaklaşık 14 sene kadar önce, ılımlı İslam'ın ve demokratik...
Devami
  Akıl ile Nakil’in (Vahyin) İmtizacından UYGARLIKLAR DOĞMAKTAYDI      Rahmetli Erbakan Hoca’ya göre...
Devami
  İSLAM’DA MEHDİ VE MESİH KAVRAMLARI ve Bu Umut ve Heyecan Kaynaklarını Kurutma...
Devami
Milli Eğitim bir milletin gençliğini ve geleceğini hazırlayan en önemli...
Devami

Makale Paylaşım Sayısı: 478

SON YORUMLAR