İSLAM TOPLUMUNDA; FARKLI İNSAN VE İMAN TABAKALARI
İSLAM TOPLUMUNDA;
FARKLI İNSAN VE İMAN TABAKALARI
Diğer toplumlarda olduğu gibi, İslam toplumunda ve Müslüman bilinenler arasında da: İnanışı, yaşayışı ve anlayışı çok farklı, hatta aykırı insanların bulunması doğaldır. Hayata ve olaylara bakış açısı ve yaklaşım tarzı ne olursa olsun; “Ben Müslümanım” diyen herkesi Müslüman saymak ve onları dışlayıcı ve düşman sayıcı tavırlardan sakınmak lazımdır.
Müslümanlar genel olarak şu sınıflarda toplanır:
1- Hakikaten Müslüman
2- Kitaplı-hikmeten Müslüman
3- Örfen ve âdeten Müslüman
4- Resmen ve hükmen Müslüman
5- Siyaseten ve idareten Müslüman
1- Hakikaten Müslüman:
Bunlar; dini ciddiye alarak, ilgi ve ihtiyaç duyarak, okuyup araştırarak ve aklen anlayıp kalben inanarak İslam’ı yaşayan, vicdani ve Kur’ani sorumluluk taşıyan gerçek ve örnek Müslümanlardır.
“İman edenler, (cahili düşünce ve davranışlardan İslami ve insani ahlâka) hicret edenler ve Allah yolunda (Adil bir Düzen kurulsun ve insanlık sömürüden kurtulsun diye) cihad edenler ile (bu niyet ve gayret içinde olanları) barındırıp yardım edenler (Muhacirin ve Ensar var ya): İşte hakiki mü’min olanlar bunlardır…”[1] gibi birçok ayette “hakikaten mü’min” kavramı bunları anlatmaktadır.
Hakiki Müslümanlar: Riyakârlıktan, yobazlıktan, istismarcılıktan ve suiistimalden uzak duran; tabii ve samimi davranışlarda bulunan ve hayatlarını Kur’an ahlâkına uyduran; mazlumlara ve mü’minlere karşı şefkatli, zalimlere ve saldırgan kâfirlere karşı ise cesur tavırlı olan bilinçli insanlardır.
2- Kitaplı-hikmeten Müslüman:
Bunlar Kur’an’ı bir bütün olarak algılamak, anlamaya ve uygulamaya çalışmak ve İslam’ın tüm hükümlerine karşı kendilerini sorumlu saymak yerine: Asırlar öncesinde veya yakın geçmişte ve günümüzde; Kur’an’ın iman, ahlâk ve ibadet gibi, tamamının değil bir kısmının tefsiri makamındaki kitapları, hayatlarının gayesi ve meşguliyetlerinin merkezi edinen... Genellikle devlet, siyaset, İslami adalet konularında, masonik ve münafık çevrelerce güdülen Müslümanlardır. Bunlar ibadet alışkanlığı, aile hayatı, toplum ahlâkı bakımından dürüst ve dikkatli insanlardır. Bu kesim, “İslam’ın hüküm”lerinden ziyade “iman hikmetleri” üzerinde yoğunlaşmıştır.
3- Örfen ve âdeten Müslüman:
Bunlar, Bakara: 170. ayetinde bildirilen, Allah’ın indirdiği (Hak Kitapların ve Kur’an’ın) emirlerini öğrenmek ve ona göre hareket etmek yerine; ana-babalarından, atalarından ve doğup büyüdükleri toplumdan, gelenek ve görenek cinsinden etkilendikleri ve şuursuzca taklit ettikleri bir din anlayışına sahip Müslümanlardır. Din bunlar için bir amaçtan ziyade bir aksesuardır. Ve maalesef toplumun çoğu bu tiplerden oluşmaktadır. Adil ve asil idareciler elinde olursa bu kesim, his ve heyecanlarının tahriki ve hayırlı hedeflere yönlendirilmeleriyle önemli hizmetlere vesile olmaktadır.
4- Resmen ve hükmen Müslüman:
Bunlar ibadet disiplinine, helal-haram ölçülerine uymayan… Hatta böyle olmayı gericilik sayıp kendi gururlarına yakıştırmayan... Kur’an’ın pek çok hükmünü açıkça inkâr etmese de, dolaylı biçimde eleştiren ve karşı çıkan… Ama Allah’a ve Peygambere inandıklarını ve Müslüman olduklarını savunan insanlardır. Bunlar arasında: Bazı din istismarcılarının, kaba softaların, ılımlı İslamcı geçinen Amerikan uşaklarının; imana ve insanlığa aykırı tavırlarını görüp dinden uzak duran kesimler olduğu gibi... Hak’tan ve haklıdan yana olan, dürüst ve ahlâklı davranan, inanç ve düşünce yapısı olarak Kur’an’ın özüne yaklaşan kimseler de vardır.
5- Siyaseten ve idareten Müslüman:
Aslında ateist oldukları ve maneviyata inanmadıkları halde; toplumdan dışlanmaktan korktuklarından veya Müslüman toplumdan bir şekilde yararlanmayı umduklarından; zaman zaman; "Biz de Müslümanız, hacı-hoca torunlarıyız" gibi sözlerle Müslüman olduklarını hatırlatan insanlardır.
“Sonra Kitabı kullarımız arasında seçtiklerimize miras verdik. Onlardan kimisi nefislerine zulmederler. Onlardan kimisi orta bir yol izlerler. Onlardan kimisi de Allah'ın izniyle, hayırlarda ileri geçmek için yarış ederler. İşte bu (üstün ve) büyük fazilettir. (Kur’an’a yoğunlaşan, onu araştıran ve anlayıp uygulayanlar seçkin ve nasipli kimselerdir.)”[2]
Mü’minlerin arasında göründükleri halde çeşitli nedenlerle cahiliye yaşantısına özenen ve cahiliye toplumuna eğilim gösteren kişileri üç gruba ayırmak mümkündür... Bunların içinde özellikle üçüncü grup, her ne kadar homojen bir grup gibi görünse de aslında farklı tür ve derecede imani problemleri olan fertlerden oluşmuştur. Mü’minlerin arasında barınan bu tür kişilerin karakter ve kişilik yapıları, gösterdikleri tavır ve davranış bozuklukları birçok ayette detaylarıyla tarif edilmiştir. Kur’an'ın indirildiği dönemde Peygamber Efendimizin etrafında bulunan mü’minler iman ve takva bakımından birbirlerine göre farklı farklı konumlara ve derecelere sahiptiler. Ayetlerden öğrendiğimize göre bu mü’minler arasında canını-malını son noktasına kadar feda eden, en zor anlarda bile Allah'a, Resul'üne ve davaya karşı sarsılmaz bir sadakat gösterenlerden tutun, zorluk anlarında kalpleri kaymak üzere olan, hatta Allah hakkında çeşitli zanlarda bulunabilecek kadar imani zaaf gösterebilen kimselere kadar geniş bir imani yelpaze mevcuttu.
Bunlarla birlikte yine ayetlerin haberiyle, kendini mü’min zannedip de aslında iman kalplerine girmemiş 'eslemeler', savaştan kaçacak, sadaka ve ganimetler konusunda sorun çıkartacak, isteksizce infak yapacak, nefsine ağır gelen konularda itaatte zorlanacak ve bunlara benzer çeşitli Kur’an dışı hareketleri işleyecek türde kişiler de yer almaktaydılar. Allah bunların kimisine tevbe nasip edip affetmiş ve gerçek imanı nasip etmiş, kimilerine de süre tanıyıp bir zorluk anında onların gerçek yüzlerini deşifre etmiş, mü’minlerden ayırmıştır. Kimisinin durumu da ancak ahirette, kitabını sağdan beklerken sol tarafından aldığında ortaya çıkacaktır. Sonuç olarak; bu insanların tümü belli bir süre, bir bölümü de hayatlarının sonuna dek mü’min cemaatinin içinde birlikte yaşamışlar, birbirlerini mü’min olarak görmüşlerdir. Ancak Allah, takdir ettiği ve razı olduğu gerçek mü’min modelini ayetlerde açıkça tarif etmiştir. Gerçek, samimi ve ihlaslı mü’minlerin de kendi aralarında çeşitli üstünlük dereceleri vardır. Gerçek mü’min tarifinin dışında kalan kimseler ise, bu ideal modelden uzaklaştıkları ölçüde imani dereceleri alçalır, küfrün sınırlarına yaklaşır; bir noktadan sonra da iman çizgisinin dışına taşmaktadır.
Kur’an ayetleri, her devre-döneme baktıkları için aynı durum günümüzdeki bir mü’min topluluğu için de geçerlidir. Elbette ki, mü’min topluluğunun içinde bulunmak, cahiliye toplumuna mensup olmakla kıyaslanamayacak derecede daha üstün ve şerefli bir konumdur. Ancak bunu ahiret için bir garanti sayarak, Allah'ın sınırlarını korumada taviz vermek, Allah korkusu, helal, haram ve itaat konularına gereken titizlik ve hassasiyeti göstermemek büyük bir aldanış olacaktır. Unutulmamalıdır ki, münafıklar ve müşrikler de İslam cemaati içerisinden çıkarlar. Bunların büyük bir kısmı önceden iman ettikleri halde sonradan inkâra sapmış, Allah'ın gazabına ve ebedi azaba mahkûm olmuşlardır. Bu nedenle hiçbir mü’min kendisini garantide görmemeli, Allah'ın ayetlerde kınadığı karakter ve kişilik özelliklerini üzerinde taşımaktan, bu tarz tavır ve davranış şekillerini sergilemekten kaçınmalıdır. Ayetlerde tarif edilmiş olumsuz örneklerden ders ve ibret almalı, güzel ve övülen örneklere benzemeye çalışmalıdır.
Bu amaçla, mü’min topluluğu arasında yaşayan insan çeşitlerini, onların olumlu ve olumsuz özelliklerini, örnek alınacak ya da sakınılacak yönlerini tarif eden Kur’an ayetlerini belli başlıklar altında sınıflandırdık:
"Gerçek" ve Samimi Mü’min Olanlar:
“Onlar ki iman ettiler, hicret ettiler, Allah yolunda cihad ettiler ve onlar ki (hicret edenleri) barındırdılar ve yardım ettiler. İşte onlar (Muhacirin ve Ensar) gerçek (hakkıyla) mü'minlerdir ve onlar için (günahlardan) bağışlanma ve (cennette) bol ve üstün rızık vardır. (Büyük nimet ve faziletlere erişeceklerdir.)”[3]
(Hakiki) Mü’minler ancak o kimselerdir ki: Allah’a (Kur’an’ın hükümlerine) ve Resulüne (Hz. Peygamberin öğretilerine tamamen ve samimiyetle) iman getirirler; sonra hiçbir kuşkuya (ve korkuya) kapılmadan (ve asla Hakk’tan caymadan) mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda (Din, Millet ve Vatan uğrunda) cihad ederler. İşte bunlar, (iman davasında) sadık olanların ta kendileridir. [Not: Demek ki Hakk hâkim olsun ve adil bir düzen kurulsun da tüm insanlık huzura kavuşsun diye, mallarıyla canlarıyla ve bütün imkânlarıyla çalışıp çabalamayanlar, milli savunmaya katılmayanlar veya dünyalık heves ve hesaplarla haklı davalarından yan çizip bâtıl yollara kayanlar ve Batılılara yaslananlar, iman şuurunu ve hidayet huzurunu kaybedeceklerdir.]”[4]
Mü’minlerin Çoğuna Üstün Kılınanlar:
“Andolsun, Davud'a ve Süleyman'a da (özel ileri teknoloji harikaları cinsinden) bir ilim vermiştik de, onlar da: ‘Bizi inanmış kullarından birçoğuna göre üstün kılan Allah'a hamd olsun’ demişlerdi. (Hz.) Süleyman (babası) Davud'a mirasçı oldu ve dedi ki: ‘Ey insanlar, bize kuşların konuşma-dili (mantıkut-tayr = sinyallerle haberleşme) öğretildi ve bize her şeyden (bol bir nimet) verildi. Gerçekten bu, apaçık bir üstünlüktür (ve Allah’ın faziletidir).’ Süleyman'a (hizmet için) cinnlerden, insanlardan ve kuşlardan ordular (emir dinleyen ve hizmet eden gruplar) toplanmış ve bunlar (onun emrinde ve istediği hizmete) bölükler halinde dağıtılmıştı. (Bunlar Allah’ın özel inayeti ve nimetleridir.)”[5]
Öne Geçenler ve Allah’ın Rızasını Kazananlar:
“(Sahabe’den İslam’a girmede ve hayırlı hizmetlerde) Öne geçen ilklerden olan Muhacirler ve Ensar ile, onlara iyilik ve güzellikle uyanlar (var ya); Allah onlardan hoşnut olmuştur, onlar da O'ndan hoşnut olmuşlardır ve (Allah) onlara, içinde ebedi kalacakları altından ırmaklar (ve havuzlu şelaleler) akan cennetler hazırlamıştır. İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk' budur. (Fevz-ü Azim, mü’min ve mücahit kulların olacaktır.)”[6]
Hayırlarda Yarışanlar ve Orta Yolda (Muktesid) Bulunanlar:
“Sonra Kitabı kullarımız arasında seçtiklerimize miras verdik. Onlardan kimisi nefislerine zulmederler. Onlardan kimisi orta bir yol izlerler. Onlardan kimisi de Allah'ın izniyle, hayırlarda ileri geçmek için yarış ederler. İşte bu (üstün ve) büyük fazilettir. (Kur’an’a yoğunlaşan, onu araştıran ve anlayıp uygulayanlar seçkin ve nasipli kimselerdir.)”[7]
İbadet ve Hizmette Ağır Davrananlar ve Gevşek Duranlar:
“Şüphesiz içinizden (aynı din ve dava mensubu görünen kimselerden, cihad ve fedakârlık konusunda) ağır davrananlar (bu hizmetleri angarya sayan münafıklar) vardır. (Bu imani ve insani gayretlerinizden dolayı) Şayet size bir musibet (sorun ve sıkıntı) dokunacak olsa (hemen): ‘Kesinlikle Allah’ın bana bir nimetidir ki, onlarla birlikte (cihad amaçlı hizmetlerine katılıp) şahit olmadım (hazır bulunmadım; yoksa aynı sıkıntıya ben de uğrayacaktım)’ diyerek (sevinirler. Ama) eğer size Allah’tan bir fazıl (zafer ve ferahlık) isabet ederse, o zaman da sanki kendisiyle aranızda hiçbir samimi yakınlık (tanışıklık ve sevgi bağı) yokmuş gibi, kuşkusuz şöyle deyip (sızlanır): ‘Ah keşke onlarla birlikte olsaydım. (Bazı fedakârlıklara katlansaydım ve ucuz kahramanlıklar yapsaydım.) Ben de, (şimdi onlar gibi) büyük kurtuluş ve mutluluğa ulaşsaydım’ (şeklinde ve maalesef ahiret endişesiyle değil, hâlâ dünyalık düşüncesiyle pişmanlık gösterirler).”[8]
İmanlarını Zulümle Karıştırmayanlar:
“İman edip de imanlarına zulüm karıştırmayan (haksızlık ve ahlâksızlığa bulaşmayan) kimseler (şirke düşmeyen ve kötülük işlemeyenler) var ya; işte güven (emniyet ve saadet) onlar içindir. Ve bunlar hidayete erenlerdir.”[9]
"Esleme"ler, Yani İman Kalplerine Henüz Girmemiş Olanlar:
“Bedeviler (her asırdaki cahil, gafil ve menfaatçi kesimler; kavim ve kabilesiyle övünen cahil kimseler): ‘Biz de iman ettik’ derler. (Onlara) De ki: ‘(Hayır) Siz (hâlâ) iman etmediniz; ancak (mecburen ve görünüşte) İslam (veya teslim) olduk deyin.’ (Çünkü) İman henüz kalplerinize girmiş değildir. Eğer Allah'a ve Resulüne (tam iman ve) itaat ederseniz (Kur’an ve Sünnet ölçülerine göre hayatınızı düzenlerseniz), O (zaman Allah CC) sizin amellerinizden hiçbir şeyi eksiltmeyecek (ve emeklerinizi boşa vermeyecektir). Şüphesiz Allah, çok Bağışlayandır, çok Esirgeyendir.”[10]
Allah'a ve Davaya Verdikleri Ahde Sadakat Gösterip Ayrılmayanlar:
“Mü’minlerden öyle (mert ve metin) er kişiler vardır ki, Allah üzerine yaptıkları ahde (iman, itaat ve cihad sözlerine) sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirip (Hakk uğrunda canını vermiştir), kimi de (gönülden cenneti ve şehadeti umup) beklemektedirler. Onlar hiçbir vazgeçme ve yan çizme (bedel ve bahane) ile (Allah adına verdikleri sözlerini) değiştirmemişlerdir.”[11]
Allah'a Verdikleri Ahde Sadakat Göstermeyip Kayanlar ve Kaytaranlar:
“(Halbuki) Andolsun, daha önce ‘arkalarını dönüp kaçmayacaklarına (ve İslam davasından kaytarmayacaklarına)’ dair Allah'a söz vermişlerdi; Allah'a verilen söz (ahit) ise, (ağır bir) sorumluluktur. (Ahdine vefa etmeyenler belasını bulacaktır.)”[12]
Secde Ederken Ağlayanlar:
“(Hz. İsmail) Ailesine (ve çevresine), namazı ve zekâtı emrederdi ve o, Rabbi katında kendisinden razı olunan birisiydi. Kitap'ta İdris'i de zikret. Çünkü o, dosdoğru (sıddık) olan bir nebiydi. Biz onu (katımızda) yüce bir mekân (makam)a yükseltmiştik. (O, gökler âleminde ve farklı bir boyutta yaşamaya devam etmektedir.) İşte bunlar; kendilerine Allah'ın nimet verdiği Peygamberlerdendir; Adem'in sülbünden, Nuh ile birlikte (gemide) taşıdıklarımız (insan nesillerin)den, İbrahim ve İsrail’in (Yakub peygamberin) sülalesinden, doğru yola eriştirdiklerimizden ve seçtiklerimizdendirler. Onlara Rahman (olan Allah')ın ayetleri okunduğunda, ağlayarak secdeye kapanıverirlerdi.”[13]
İnfak Ettiklerini Başa Kakmayanlar ve İsteyerek, Kalpleri Ürpererek Harcayanlar:
“Mallarını Allah yolunda infak edenler, sonra infak ettikleri şeyin peşinden başa kakmayan ve eziyet vermeye kalkışmayanların ecirleri Rableri katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.”[14]
“Sadece Allah'ın rızasını istemek ve kendilerinde olanı (imanı) kökleştirip-güçlendirmek için mallarını infak edenlerin misali ise; verimli bir tepede bulunan, bolca düşen yağmur aldığında ürünlerini iki kat sunan bir bahçenin örneğine benzer ki; ona sağanak yağmur isabet etmese de bir çisentisi (bile yeterli sayılır, sahiplerini ferahlatır ve meyveleri toplanır). Allah, yaptıklarınızı Görendir.”[15]
“Gerçekten, Rablerine olan haşyetlerinden dolayı saygıyla korkanlar… Rablerinin ayetlerine (hepsine ve hürmetle) iman edenler (ve uyanlar… Hiçbir şeyi ve hiçbir şekilde) Rablerine ortak koşmayanlar… Ve gerçekten Rablerine dönecekler diye, vermekte olduklarını (zekât, infak ve sadakalarını) kalpleri ürpererek verenler (ve başa kakmayan kimseler var ya); işte bunlar, hayırlarda yarış edenlerdir ve onlar bundan dolayı öne geçenlerdir.”[16]
“(Ama bununla beraber) Bedevilerden öyleleri de vardır ki, onlar Allah'a ve ahiret gününe iman ederler ve infak ettiğini Allah katında bir yakınlaşma vesilesine ve elçinin dua ve bağışlama dileklerine (bir yol) edinirler. Haberiniz olsun, bu gerçekten onlar için bir yakınlaşmadır. Allah da onları kendi rahmetine sokacaktır. Şüphesiz Allah, Bağışlayandır, Esirgeyendir.”[17]
Fetihten Önce İnfak Edip Savaşanlar ve Fetihten Sonra Savaşanlar:
“Size ne oluyor ki, Allah yolunda infak etmiyorsunuz? Oysa göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. İçinizden, fetihten önce (iman ve) infak edenler ve (din yolunda) çarpışıp (cihad görevini yerine getirenler, asla başkalarıyla) bir tutulmazlar. Elbette onlar, derece olarak sonradan infak eden ve (Hakk uğrunda çarpışıp) mücadele verenlerden daha büyük (ve üstün)dürler. (Gerçi) Allah, (mücahit, müttaki ve infak edici mü’minlerin) hepsine en güzel olanı va'ad etmiştir. Allah, yaptıklarınızdan ‘Habir’dir (hepsini bilmektedir ve size tek tek haber verecektir). Kim (hayır yolunda harcayarak) Allah'a güzel bir borç verecek olursa, artık Allah, bunu onun için kat kat arttırıp (karşılığını ödeyecektir). Onun için 'kerim (üstün ve onurlu) bir ecir’ de verilecektir. [Not: Bu ayet başka ihtiyaç sahiplerine faizsiz kredi olarak verilsin, kendisi de yatırdığı miktar ve zaman kadar kredi kullanma hakkı elde etsin diye, fazla parasını Karz-ı Hasen cinsinden Adil Düzen’deki Devlet Bankasına yatırmaya teşviktir.]”[18]
Gösteriş İçin İnfak Edenler ve İnfaklarını Cereme Sayanlar:
“Ey iman edenler! -İnsanlara gösteriş için malını harcayan, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan kimse gibi- başa kakmak ve incitip eziyette bulunmak suretiyle sadaka ve hayırlarınızı boşa çıkarmayın. Çünkü onun bu gösterişinin misali, üzerinde az bir toprak bulunan bir kayanın haline benzer ki, ona şiddetli bir yağmur (düşünce veya hafif bir rüzgâr) isabet edince, üzerindeki toprağı silip süpürüp kendisini katı bir taş halinde bırakır. Onlar (gösteriş için hayır ve hizmet yapanlar, işte böyle riyakârlıkla) emek harcayıp kazandıkları hiçbir şeyi elde tutmaya kâdir olamazlar. Allah kâfirler topluluğunu hidayete ulaştırmayacaktır.”[19]
“(Hatta bu) Bedevilerden bazı kimseler vardır ki, infak ettiğini boşa gitmiş bir cereme (zoraki rüşvet gibi) görmekte ve (çeşitli) felaketlerin sizi sarıvermesini beklemektedirler. O kötü devirler (felaket ve akıbetler) onları sarsın. Allah (gizli açık her şeyi) İşitendir, Bilendir.”[20]
Cimrilik Edenler ve Menfaatçiler:
“İşte sizler böylesiniz; Allah yolunda infak etmeye (nakdiniz ve vaktinizle Hakk davasını desteklemeye) çağrıldığınızda; buna rağmen bazılarınız cimrilik yapmaktadır. Oysa kim cimrilik ederse artık o, ancak kendi nefsine cimrilik ettiğinden (manevi ziyandadır). Allah ise, Ğaniy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)dır; asıl fakir (ve her halde Allah’a muhtaç) olan sizlersiniz. (İman ve akıl bunu anlamak ve ona göre davranmaktır.) Eğer siz (Hakk’tan ve cihaddan) yüz çevirecek olursanız, (Allah) yerinize sizden başka bir kavmi-kesimi getirip-değiştirir (ve onları zafere ulaştırır). Sonra onlar, sizin gibi (itirazcı ve isyancı) da olmazlardı (itaatli ve sadakatli davranacaklardır).”[21]
Hayra Çağıran-Ma’rufu Emredip Münkerden Sakındıranlar:
“İçinizden (insanları Hakka ve) hayra davet edecek, (ve bunun sonunda elde edecekleri devlet ve hükümet imkânlarıyla ma’rufu) iyilikleri emredip yürütecek ve (münkeri) kötülükleri de nehyedip önleyecek bir ümmet bulunsun. (Bu hizmet ve hedefler için bir liderin çevresinde organizeli bir teşkilat kurulsun.) İşte asıl kurtuluşa ve başarıya erecek olan bunlardır.”[22]
Mücahidler – Sabreden Sadıklar:
“Andolsun, Biz içinizden mücahit olanlarla (davasında) sabredip (dik duranları) bilip, (onları kaypaklardan) ayırıncaya (ve sadıkları belli edip ortaya çıkarıncaya) kadar, sizi imtihana tâbi tutacağız ve (İslam davası ve Allah rızası konusunda iddia edip) haber verdiklerinizin (doğruluk derecesini) sınayıp (herkesin ayarını ve amacını ortaya koyacağız).”[23]
Cihada İsteksiz Çıkanlar:
“Hani nasıl ki; Rabbin Seni evinden Hakk uğrunda (Bedir Savaşı’na) çıkardığında, kesinlikle mü'minlerden bir grup (bundan hoşlanmamış ve) isteksiz davranmışlardı. (Her konuda) Hakk (ve hayır, artık İslam’la) ortaya çıkmış iken, sanki göz göre göre (ve gereksiz yere ve kesin bir) ölüme sürülüyorlarmış gibi (cihad hususunda) Seninle (boşuna) tartışıp duruyorlardı.”[24]
Savaştan Geri Kalanlar:
“(Rahata ve menfaate meyletmeleri yüzünden cihaddan ve Bizans’a yönelik zorlu Tebük gazasından) Geri bırakılan (Sahabeden) o üç kişiye, (Kâ’b bin Mâlik, Mürâre bin Rebi, Hilâl bin Ümeyye’ye 50 gün boyunca uygulanan tecrit=ilgiyi kesme cezası yüzünden) olanca genişliğine rağmen yeryüzü dar gelmeye başlamış, vicdani (sorumluluk ve rahatsızlıkları) kendilerini sıktıkça sıkmış ve (artık) Allah'tan başka sığınacak hiçbir makam ve barınak olmadığı kanaatine varmışlardı. Sonunda (hatalarını fark ve terk edip yeniden hayra ve hizmete) yönelmeleri için, Allah onların tevbelerini kabul etti. Şüphesiz Allah, (yalnızca) O, tevbeleri kabul edendir, Esirgeyendir.”[25]
Özürleri Olmadığı Halde Cihaddan Kaçanlar:
“Mü’minlerden (Hakkın hâkimiyetini ve zulüm düzeninin değişmesini samimiyetle istemek şartıyla, bazı mazeretleri sebebiyle cihada katılamayanlar hariç) bir özürü olmaksızın (evinde ve iş yerinde, ibadet, ticaret ve diğer dini gayretler bahanesiyle) durup oturanlarla; Allah yolunda, (adalet nizamı kurulsun ve insanlar huzura kavuşsun amacıyla) mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler, asla müsavi (eşit) tutulmayacaktır. Allah, malları ve canları ile (ülkesinde ve yeryüzünde Hakk hâkim olsun diye Kendi yolunda) cehdü gayret edenleri, yerinde oturanlara nazaran, derece bakımından çok daha faziletli kılmıştır. Gerçi Allah (mü'minlerin) hepsine güzellikler va’ad etmiştir; ancak Allah, mücahitleri, oturanlardan çok daha büyük ecirlerle üstün kılmıştır.”[26]
Cihad Ekibine Katılmaları Tehlikeli Sayılanlar:
“(Daha önce Hz. Peygamberden silahlı mücadele için izin istediklerinde;) Kendilerine: ‘(Şimdilik) Elinizi (kıtalden ve kötülüklerden) çekin, namazı (şuurla ve huzurla) ikame edin, zekâtı verin (ve Allah’ın hükmünü bekleyin!)’ denilen kimseleri görmedin mi? Oysa ardından (Hakk ve adalet düzeni kurulsun diye) savaş(mak) üzerlerine yazıldığında (cihadla ve milli savunmayla sorumlu tutulduklarında) onlardan bir grup, Allah'tan korkar gibi, hatta daha da şiddetli bir korkuyla insanlardan (düşmanlardan) korkuya kapılıp, ‘Rabbimiz ne diye savaşı üzerimize farz kıldın, bizi yakın bir zamana kadar ertelemeli değil miydin?’ diye (itiraz etmektedirler). De ki: ‘Dünyanın metaı ve sefası azdır, (rahatı ve menfaati kısadır;) ahiret ise müttakiler için daha hayırlıdır ve siz 'bir hurma çekirdeğindeki incecik bir iplik kadar' bile haksızlığa uğratılmayacaksınız.’ (Öyleyse bu dünya tutkunuz ve zalim odaklardan korkunuz nedendir?)”[27]
Kâfirlere Karşı Sevgi Duyanlar ve Onlardan Medet Umanlar:
“(Ey mü’minler!) Sizler, işte böylesiniz; (hâlâ) onları seversiniz, oysa onlar sizi sevmezler (üstelik düşmandırlar). Siz Kitabın tümüne inanırsınız, onlar (münafıklar ise sadece) sizinle karşılaştıklarında ‘inandık’ derler (ama Kur’an’ın bazı şeriat hükümlerini inkâr ve itiraz ederler), kendi başlarına kaldıklarında ise, size olan kin ve öfkelerinden dolayı parmak uçlarını ısırırlar. De ki: ‘Kin ve öfkenizle geberin!’ Şüphesiz Allah, gönüllerin özünde saklı duranı Bilendir…”[28]
“Ey iman edenler, (sakın) Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olan (kişileri, çevreleri ve ülkeleri) evliya (dost ve müttefik) edinmeyin. (Zalim ve kâfir güçlerin hükmüne ve himayesine girmeyin. Bu uyarılarıma rağmen hangi sebep ve beklentiyle) Siz hâlâ onlara karşı meveddet (yaranmak için muhabbet ve destek çağrısı) yöneltmekte (ve onlara yakınlık mesajı ve tavrı iletmekte)siniz; oysa onlar size Hakk’tan gelen (Kur’ani emir ve hükümleri) inkâr etmişler, Rabbiniz olan Allah’a imanınızdan dolayı, Elçiyi de, sizi de (ülkenizden, Hak ve hürriyetlerinizden) çıkarmaya girişmişlerdir. Eğer siz, Benim uğrumda (Kur’an’ın adalet kurallarını hâkim kılmak ve herkese temel insan haklarını sağlamak üzere) CİHAD etmek ve Benim rızama erişmek (niyeti ve gayretiyle yola) çıkmış iseniz; (nasıl oluyor da hâlâ kalbinizin içinde zalim ve kâfir güruhuna) onlara karşı meveddet (sevgi ve destek) gizliyorsunuz? (Oysa) Ben sizin gizli tuttuklarınızı da açığa vurduklarınızı da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa (zalim ve kâfir güçlere yaranmaya ve sığınmaya çalışırsa), artık o kesinlikle (Hakk) yolun ortasından şaşırıp-sapmış birisidir.”[29]
“(Sakın ha!) Mü’minler (Kur’an’a inanan ve hükmünü uygulayan) mü’minleri bırakıp da, (İslami hükümleri inkâr ve emirlerine itiraz eden) kâfirleri kesinlikle dost edinmesin ve idareci seçmesinler. Her kim böyle yaparsa, (artık onun) Allah’la hiçbir şekilde alâkası kalmış değildir. (Mevlâ’sı ile gerçek iman irtibatı kesilmiştir.) Ancak (kâfir ve zalimlerden) gelecek (kendisini ve yakın çevresini; öldürme, ağır işkence etme, sakat hale getirme, namuslarını kirletme, emeğini, ekinini ve evini yakıverme gibi) bazı korku ve baskılardan sakınmak ve (tehlikeleri atlatmak) durumu hariçtir. (“İkrah-ı mülci” denen bu zorlayıcı tehditler karşısında; kalben mü’min kalmak şartıyla, dil ile küfrü gerektiren ve belayı def eden sözler söylenebilir. Ama) Allah sizi (öncelikle) Kendisinden sakındırıp (uyarıverir. Zira son) varış Allah’adır. (Hesap vermek üzere O’na dönülecektir.)”[30]
İftirayı Dilleriyle Aktaranlar ve Yayanlar:
“Çünkü o durumda siz onu (iftirayı) dillerinizle aktardınız ve hakkında bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söyleyip yaydınız ve bunu (masum bir kadının namus ve onurunu karalamayı ve Hz. Resulüllah’ın ailesine hakarette bulunmayı) kolay (ve basit bir şey) sandınız; oysa o Allah katında çok büyük (bir vebaldir. Oysa) Onu işittiğiniz zaman: ‘Bu konuda söz söylemek (ve münafık iftiracıları haklı görmek) bize yakışmaz. (Allah'ım) Sen Yücesin; (hâşâ!) bu, büyük bir iftiradır’ demeniz gerekmez miydi? Eğer iman edenlerden iseniz, bunun gibisine (Peygamberin namusuna, Hakk dava elçilerinin ve masum kişilerin onuruna yönelik asılsız iddialar karşısında tepkisizliğe) bir daha dönmemeniz için Allah size öğüt vermektedir.”[31]
Elçiye Karşı Saygılı Olanlar-Olmayanlar:
“Şüphesiz, Allah'ın Resulü'nün yanında (ve gıyabında tevazu ve teslimiyetinden dolayı) seslerini kısıp alçak tutanlar; işte onlar, Allah’ın kalplerini takva(ya ulaştırması) için imtihan ettiği (çeşitli sıkıntı ve sarsıntılarla eğittiği) kimselerdir. Kesinlikle mağfiret (bağışlanıp affedilmek) ve büyük bir ecir onlar içindir. (Ey Resulüm!) Şüphesiz, (evindeki) odaların (kapıları) arkasından Sana (uygunsuzca bağırıp) seslenenler (Elçiye karşı edep ve hürmete riayet etmeyenler), onların çoğu aklını kullanmayan kimselerdir. Eğer onlar, Sen onların yanlarına çıkıncaya kadar sabretmiş olsalardı, herhalde (bu) kendileri için daha hayırlı olurdu. (Ama buna rağmen) Allah, çok Bağışlayandır, çok Esirgeyendir.”[32]
Diğer Mü’minleri Siper Ederek Kaçanlar ve Saklananlar:
“(Ey iman edenler ve toplum düzenine girenler!) Sakın Elçinin (ve temsilcilerinin talimat ve) davetini, aranızda herhangi birinizin diğerini (hizmete) çağırması gibi değerlendirmeyin. Allah sizden, birbirinizin (ve uydurma mazeretlerin) arkasına gizlenerek sıvışıp kaçanları (ve görevden kaytaranları çok iyi) bilir. Elçinin (Kur’an’ın Adil Düzenine davet ve hizmet görevlilerinin) emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir belanın çarpmasından, yahut kendilerine acı bir azabın dokunmasından korkup çekinmelidirler!..”[33]
İman Edip Hicrete Yanaşmayanlar:
“Gerçek şu ki, iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler ile (mücahitleri ve hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte birbirlerinin (gerçek) velisi (ve destekçisi) olanlar bunlardır. İman edip de hicret etmeyenler, onlar hicret edinceye kadar, sizin onlara hiçbir şeyle velayetiniz (koruma ve kollama mecburiyetiniz) yoktur. Ama din konusunda sizden yardım isterlerse, (onlara) yardım (ve destek vermek) üzerinizde bir yükümlülük gereğidir. Ancak, sizlerle onlar arasında anlaşma bulunan bir topluluğun aleyhinde değil. Allah, yaptıklarınızı Görendir.”[34]
"Bizi Güt" Diyenler ve Siyasi Sorumluluk Almayanlar:
“Ey iman edenler! (Yöneticilerinize:) ‘Raina-Bizi güt (şuursuz koyun sürüsü gibi bizi yönet)’ demeyin; ‘Ünzurna-Bizi gözet (organize ve koordine edip istişare ile idare et)’ deyin ve (Hakk ve adalet ettikçe onları) dinleyin. (Unutmayın ki) Kâfirler ve nankörler için acı bir azap vardır. [Not: Müslüman topluma koyun gibi güdülmek ve despot bir idareye boyun eğmek değil, etkin bir şekilde siyasete girmek, yönetimi takip ve tenkit etmek, ama şuurlu bir sorumluluk yüklenip Hakk’ta ve hayırda itaat etmek düşmektedir.]”[35]
Topluma Yük Olan ve Teşkilata ve Hizmete Koşanlar:
“Allah (yine) şu örneği de verdi: İki kişi (düşünün ki); bunlardan birisi dilsiz (gerekeni ve gerçekleri konuşmaktan aciz), hiçbir işe (kendi inisiyatifiyle) güç yetiremeyen (cesaret ve gayret göstermeyen çaresiz ve beceriksiz) ve her yönüyle efendisinin (zalim güçlerin ve hain çevrelerin) üzerinde (denetiminde basit ve bereketsiz bir kukla) ki, onu hangi yöne (ve göreve) gönderse (kendi başına) bir hayır (ve yararlı hizmet üretip) getiremez! Şimdi bu (kişi, eline imkân ve iktidar geçince) adaletle emreden (işlerini Hakka, hayra ve halka uygun yürüten) ve dosdoğru bir yol üzerinde (adil bir düzen istikametinde) hareket edenle, eşit olabilir mi? [Not: Ayette geçen “Mevlâsı üzerinde ‘KELL’dir” ifadesi; Kur’an dışı bâtıl ve bozuk yönetimlerde güdükleşen bürokratların yararlı ve başarılı hizmetler üretemeyeceğine işarettir.]”[36]
Allah Hakkında Cahiliyye Zannında Bulunup, Gerçek İmana Kavuşamayanlar:
“Ey iman edenler, Allah'ın üzerinizdeki (her türlü) nimetini hatırlayın. Hani o zaman (Hendek savunmasında) size (hücum eden müşrik) ordular (hırsla ve hınçla üzerinize saldırıp) gelmişti; Biz de onların üzerine (kahredici) bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz (manevi) ordular göndermiş (ve böylece onların belasını defetmiş)tik. Allah, yaptıklarınızı Görendir (ve mü’min kullarına sahip çıkandır). Hani o vakit onlar, (kâfir düşmanlar) size hem üst kısmınızdan hem alt tarafınızdan gelmiş (ve hücuma geçmişlerdi de korkudan) gözler kaymış, yürekler hançereye gelip dayanmıştı ve siz Allah hakkında (birtakım olumsuz) zanlarda bulunmaya (başlamıştınız).”[37]
“Sonra (o yenilgi ve) kederin ardından üzerinize bir güvenlik (duygusu) indirdi, (rahatlamak ve o şaşkınlığı atlatmak üzere tatlı) bir uyuklama ki, içinizden bir grubu sarıveriyordu. (Sizden) Bir grubu da, nefisleri can derdine düşürmüştü; Allah'a karşı haksız yere cahiliye zannıyla (kötü) zanlara kapılarak: ‘Bu işten bize ne var ki? (Cihada katıldık da ne kazandık?)’ diyorlardı. De ki: ‘Şüphesiz işin (takdirin) tümü Allah'ındır.’ Onlar (münafıklar), Sana açıklamadıkları şeyi içlerinde gizli tutuyorlar, ‘Bu işten bize (hayırlı) bir şey olsaydı, biz burada öldürülmezdik’ diye (sızlanıyorlardı). De ki: ‘Evlerinizde olsaydınız da üzerlerine öldürülmesi yazılmış olanlar, yine devrilecekleri (ölüp mezarı boylayacakları) yerlere gidecekti. (Kimse ölümden kaçamazdı. Bunu) Allah, sizi deneyip sinelerinizdekini açığa çıkarmak ve kalplerinizde olanı arındırmak için (yaptı). Allah, göğüslerin-gönüllerin özünde (saklı) olanı bilip durandır.’”[38]
“İki topluluğun karşı karşıya geldikleri gün, sizden (gevşeklik gösterip ahdinden ve nöbet yerinden) geri dönenleri, kazandıkları bazı (geçici) şeyler dolayısıyla şeytan onların ayağını kaydırmak istemişti (ama sadakat ve samimiyet ehli, bu dünyevi dürtülerden etkilenmemişti). Andolsun ki, (yine de) Allah onları affetti. Şüphesiz Allah, Bağışlayandır, yumuşak olandır.”[39]
Araf'takiler, İki Arada Bir Derede Bulunanlar:
“(Cennet ve cehennem ehlinin) İki taraf arasında (duvar-sur gibi) bir engel (perde ve ara bölge bulunmaktadır) ve burçlar (A'raf) üstünde (cennetlik ve cehennemlik olanların) hepsini yüzlerinden tanıyan adamlar vardır. Ki bunlar, henüz (cennete) girememiş olan, fakat (girmeyi) şiddetle arzu edip umanlardır. Cennete gireceklere: ‘Selam size (ne kutlu ve mutlu insanlarsınız)’ diye (tebrikler yağdıracaklardır).”[40]
Kalplerinde Hastalık Taşıyanlar:
“Ey Peygamber hanımları! Siz kadınlardan herhangi birileri gibi değilsiniz. (Bu nedenle rastgele ve laubali davranamazsınız.) Eğer takva sahibi olmak istiyorsanız (nikâhı düşen yabancı erkeklere karşı) yumuşak ve cilveli konuşmayın (ve laubali olmayın). Sonra kalbinde maraz (şehvet ve nifak hastalığı) bulunan kimseler tama’ ederek (sizinle ilgili nefsani umut ve kuruntulara kapılır. Şayet nikâh düşen insanlarla konuşmak mecburiyetinde kaldığınızda ise sadece) ma’ruf (bilinen ve saygı gösterilen, edepli ve ciddiyetli) sözler kullanın.”[41]
Allah'a "Bir Ucundan" İbadete Kalkışanlar ve Kur’an’ın Tamamına Teslim Olmayanlar:
“İnsanlardan kimi de (Dinin tamamına sahip çıkmayıp, rahatına ve menfaatine uygun tarafından ve) bir ucundan (tutarak) Allah’a ibadet etmektedir. Eğer, (Allah’ın takdir ve taksiminden ve Kur’an’ın hükümlerinden) kendisine hayır(lı ve yararlı gördüğü bir şey) dokunursa, bununla tatmin (ve razı) olup (teslimiyet gösterir). Yok eğer kendisine (sıkıntı verecek ve sorumluluk yükleyecek) bir fitne (kaza, bela ve hastalık) isabet ederse, (zor ve zahmetli bir emir gelse ve imtihandan geçirilse, hemen) yüzüstü dönmektedir. (Allah’ın emrini ve kaderini bilmezlikten gelir. Nefsi bahanelerle hizmet ve mesuliyetten kaçıverir. Bu gibileri,) Dünyayı da ahireti de kaybetmiştir. İşte bu, (en büyük) ziyan ve en açık hüsran (demektir).”[42]
Kalpleri Kaymak Üzere Olanlar:
“Andolsun Allah; Peygamberin, Muhacirlerin ve Ensarın üzerine tevbe (ile Rablerine yönelme duygusu) ihsan etti. Ki onlar -içlerinde bir bölümünün kalbi neredeyse kaymak ve caymak üzereyken- güçlük saatinde (zorluk-darlık vaktinde) Ona (Resulüllah’a) tâbi oldular. Sonra onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara (karşı) çok Şefkatlidir, çok Esirgeyicidir.”[43]
Önce İman Edip Sonra Sapanlar:
“Gerçek şu ki; iman edip sonra inkâra sapanlar, ardından yine iman edip tekrar inkâra sapanlar, sonra da inkârlarını arttıranları (var ya), Allah onları bağışlayan olmayacak, onları (hidayete) doğru yola da ulaştırmayacaktır.”[44]
[1] Enfâl: 74
[2] Fâtır: 32
[3] Enfâl: 74
[4] Hucurât: 15
[5] Neml: 15-17
[6] Tevbe: 100
[7] Fâtır: 32
[8] Nisa: 72-73
[9] En’am: 82
[10] Hucurât: 14
[11] Ahzâb: 23
[12] Ahzâb: 15
[13] Meryem: 55-58
[14] Bakara: 262
[15] Bakara: 265
[16] Mü’minun: 57-61
[17] Tevbe: 99
[18] Hadid: 10-11
[19] Bakara: 264
[20] Tevbe: 98
[21] Muhammed: 38
[22] Âl-i İmrân: 104
[23] Muhammed: 31
[24] Enfâl: 5-6
[25] Tevbe: 118
[26] Nisa: 95
[27] Nisa: 77
[28] Âl-i İmrân: 119
[29] Mümtehine: 1
[30] Âl-i İmrân: 28
[31] Nur: 15-17
[32] Hucurât: 3-5
[33] Nur: 63
[34] Enfâl: 72
[35] Bakara: 104
[36] Nahl: 76
[37] Ahzâb: 9-10
[38] Âl-i İmrân: 154
[39] Âl-i İmrân: 155
[40] A’raf: 46
[41] Ahzâb: 32
[42] Hacc: 11
[43] Tevbe: 117
[44] Nisa: 137
< Önceki | Sonraki > |
---|