YA MİLLİ MUTABAKAT SAĞLANACAKTI VEYA KAOS VE TAHRİBAT KAÇINILMAZDI
Güney sınırımızda ve yüzlerce kilometreyi kapsayan bir sahada Suriye Kürdistanı fiilen kurulmaya çalışılmaktaydı. PKK’nın bölge temsilcisi (PYD ve silahlı takımı YPG), ABD savaş uçaklarının hava desteği sayesinde güya IŞİD’den kurtardığı bölgeye bağımsızlıklarının alameti olarak bayraklarını asmaya başlamışlardı. Bu durum, ileride Güneydoğumuzun da katılacağı Büyük Kürdistan hedefinin önemli ve tehlikeli bir aşamasıydı. Türkiye’mizin parçalanmasına ve kuşatılmasına elbette göz yummayacak olan kahraman ordumuzun zaruri ve mecburi bir müdahaleye kalkışması kaçınılmaz olacaktı.
Sn. Cumhurbaşkanı bu müdahaleyi kendi parti ve prestij hesapları ve ucuz kahramanlık havasıyla ve kaçan oylarını geri toplamak üzere reklam ve propaganda aracı görüp “geçici ve geri gelici bir taarruz” olarak düşünse de Genel Kurmayın “ciddi, gerçek çözüm üretici; dosta umut, düşmana korku verici ve sorunu kökünden bitirici” bir operasyon ısrarı ve hazırlığı haklıydı ve inşallah büyük hayırlara ve başarılara vesile olacaktı. İşte böyle bir savaş durumunda, Türkiye’nin PKK, PYD ve IŞİD gibi kukla örgütlerin arkasındaki Amerika, Avrupa ve İsrail’le karşı karşıya kalacağı hesaba katılarak, halkımızın her kesiminin ordumuza tam destek vereceği bir Milli Mutabakat iktidarına ihtiyaç vardı. Meclisteki bütün partilerin katılacağı (dışarıdan atanacak), bağımsız ve donanımlı bir başbakan yönetiminde kurulacak bu tarihi koalisyon iktidarı, topyekün Millet adına vatan savunması yapacak Ordumuzun arkasında duracaktı.
AKP’den Milletvekili seçilen anayasa doçenti ve eski raportörü Osman Can da “Kurucu Meclis” gibi çalışacak bir “Kurucu Hükümetin oluşturulması” gerektiğini açıklamıştı. 7 Haziran tablosu ile Meclisin çok geniş bir temsil tabanına oturduğunu hatırlatıp “aksi takdirde kimsenin bunun sorumluluğundan kurtulamayacağına” vurgu yapmıştı. Akşam Gazetesinde “Kurucu Meclis ve Kurucu Hükümet” başlıklı, çok tartışılacak bir yazı kaleme alan ve bugünkü tabloyu “en çoğulcu ve temsil kabiliyeti en yüksek ve olumlu” olarak tanımlayan Osman Can; Yeni Meclise düşen görevin ise; “Meclisin iradesini koordine edecek, harekete geçirecek ve yapısal bir “cevap”a dönüştürecek kurucu bir hükümet oluşturmak olduğunu vurgulamış, sırf Hükümet kurmak için girişilecek bir koalisyonun bunu başaramayacağını, böylece tarihi bir fırsatın kaçırılacağını, bunun da faturasının çok ağır olacağını ve hiç kimsenin altından kalkamayacağını” hatırlatmıştı. Bu tarihi teklif ve temenniler bizim Milli Mutabakat çağrımıza oldukça yakın ve yatkındı.
AKP’nin 13 yıldır yüz verip şımarttığı, Onlar üzerinden fiilen muhatap aldığı PKK’ya resmiyet ve meşruiyet kazandırdığı, son seçimlerde de barajı rahat aşması için Güneydoğu’da silik ve sevilmeyen adaylar gösterip önlerini açtığı HDP, artık iyice azıtmış ve Diyarbakır başkentli Özerk Kürdistan’ın yegâne hâkimi gibi davranmaya başlamıştı. AKP’nin ya gaflet veya hıyanetiyle bölgede yıllardır oluşturulan ve özerkliğe alan açılan Devlet otoritesi boşluğunu, kendi yöntem ve sistemleriyle dolduran ve zafer sarhoşluğu ile kuduran PKK, kendilerinden olmayan Kürtleri bile katledip hizaya sokmaktaydı.
Seçimlerden hemen sonra, hem de gündüz sokak ortasında Hüda-Par’lıların mahallesini basan, yani komünist ve anarşist ideolojilerinin gereğini yapan PKK etrafa dehşet saçmıştı.
Diyarbakır Valiliği, Yeni İhya Der Başkanı ve Hüda Par üyesi Aytaç Baran'a yapılan saldırı ve ardından yaşanan olaylarda ölü sayısının 4'e yaralıların 13’e çıktığını açıklamıştı. Olayla ilgili şu ana kadar 14 kişi gözaltına alınmış olup, bu kişilerin beraberinde 6 Kalaşnikof tüfek, 2 Uzi marka (İsrail yapımı) otomatik silah, 7 av tüfeği, 3 pompalı tüfek, 4 Glock marka tabanca, çok sayıda fişek, sopa, pala ve 2 dürbün yakalanmıştı.
HDP'de Atatürk ve Öcalan fotoğrafları yan yanaydı!?
Bu “Sizin Atatürk’ünüz, bizim ise Apo’muz vardır ve ikisi aynı ayardadır; ve artık federatif bağımsızlığın önü açılmıştır” mesajıydı. HDP'nin Bakırköy'deki seçim kutlamalarında bazı partililerin taşıdığı Atatürk fotoğraflı Türk bayrakları tartışmalara yol açmıştı. 7 Haziran seçimlerinde yüzde 10 barajını aşan HDP'liler, Bakırköy'de kutlama yaparken halay çeken partililerin taşıdıkları bayraklar enteresandı. Yoğun güvenlik önlemlerinin alındığı kutlamalarda Öcalan için sloganlar atılmış, HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş ile bazı milletvekillerinin de konuşma yaptığı kutlamalarda, açılan pankartlar ile partililerin taşıdığı bayraklar, HDP ve PKK’nın şımarıklığı olarak yorumlanmıştı.
HDP'li yeni vekilden “Kürtçe yemin” çıkışı!
HDP’den Diyarbakır milletvekili seçilen Ezidi vatandaş Feleknas Uca, “Türkçe bilmiyorum, Kürtçe yemin etmek istiyorum” demeye başlamıştı. Uzun yıllar Avrupa Parlamentosu'nda milletvekilliği yapan HDP Diyarbakır Milletvekili Ezidi Feleknas Uca, Türkçe bilmediği için Meclis'te Kürtçe yemin etmek istediğini açıklayacak kadar küstahlaşmıştı. ilk-kursun.com’da yer alan habere göre, kamuoyunun Avrupa Parlamentosu üyeliğinden de tanıdığı ve ailesi 44 yıl önce Batman’dan Almanya’ya göç eden Ezidi kökenli Feleknas Uca, Kürtçe, Almanca ve İngilizce bildiğini hatırlatarak, Meclis’teki yemin töreninde Türkçe bilmediği için Kürtçe yemin etmek istediği bahanesine sığınmıştı.
Seçimin ertesi günü PKK Dağlıca'da askeri üsse saldırmıştı!
Hakkâri’nin Yüksekova İlçesi’ndeki Irak sınırında bulunan Dağlıca Bölgesi’nde konuşlu askeri birliğe, PKK’lı teröristler havan ve uçaksavar makinalı tüfekle taciz ateşi açması bir alan hâkimiyeti ve güç gösterisi olarak yorumlanmıştı. Genelkurmay Başkanlığı, resmi internet sitesinde saldırının 8 Haziran 12.30 ile 12.59 saatleri arasında yapıldığı yazılmıştı. Buna benzer PKK saldırıları daha sonraki günlerde de tekrarlanmıştı.
AKP’lilerin Yüz Karalığı ve Hasan Karakaya gibilerin utanmazlığı!
Gerçekleri saptırıp-saklayarak yalan söyleye söyleye yalama olup yamuklaşan, Yeni Akit Yazarı ve AKP-Erdoğan yalakası Hasan Karakaya: “HDP’ye %90 oy çıkarıldığı için Selahattin Demirtaş’ın özel takdir plaketi gönderdiği Nusaybin’de, bütün oyların PKK militanlarınca ve topluca HDP’ye kullanılıp zorla sandıklara atıldığını” açıklamıştı. Bu iddia ve iftiralar, kahramanlık taslarken kaypaklığını kusmaktan farksızdı. Bu patavatsız palyaçolara hatırlatmak lazımdı: Türkiye’nin her tarafında devlet otoritesinin temin ve tesisi ve özellikle seçim güvenliği AKP iktidarının görev ve sorumluluğu altındaydı. Doğu ve güneydoğuda, halkı PKK’nın insafına bırakan, seçim ve sandık güvenliğini sağlamaktan aciz bulunan iktidarınızı ve kukla kurmaylarınızı sorgulamak yerine hala suç ortağınız ve çözüm muhatabınız HDP’ye sataşmak nasıl bir saçmalıktı? Ülkede, kendi itirafınızla, seçim güvenliğini bile sağlayamayan bir AKP iktidarını hala övmek ve kahraman göstermek nasıl bir mantık marazıydı.
Oysa AKP’nin de HDP’nin de, malum ve melun odakların danışıklı horoz dövüşü yaptırılan birer kukla olduğunu hala anlamamak ya ahmaklıktı veya gerçekleri bile bile gizleyen bir kaypaklıktı… Çünkü seçim süreci boyunca, Sn. Erdoğan’a “Seni başkan yaptırmayacağız, saltanat heveslerini kursağında bırakacağız!” diyen sivil ve siyasi PKK (HDP) eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, dışarıda Amerika’nın içeride TÜSİAD’ın talimatıyla “AKP-CHP” koalisyonu çağrısı yapmaya başlamıştı. Oysa tek ve gerçek çıkış bir Milli mutabakat arayışıydı.
Halkı avutup oyalayarak bir baskın erken seçimle yeniden Meclis çoğunluğunu kazanacağını sananlar aldanmaktaydı ve başlarına çok büyük belalar açacaktı.
Bu danışıklı dövüşün bir parçası olan ve yıllarca AKP’yi savunan ve koyu bir Erdoğancı tavrı takınan Gazeteci Sevilay Yükselir, AKP'deki oy kaybının nedenini açıklarken Cumhurbaşkanı’nın “Kürtleri yok saydığını” ortaya atmıştı. HDP'ye oy veren Yükselir, kendisine yönelik tepkiler sonrası AKP'yi eleştirmiş, partinin kargalardan kurtulması gerektiğini söylemeye başlamıştı.
Eski AKP’li yeni HDP’li Sevilay Yükselir, Sn. Recep T. Erdoğan'ın "Kardeşim ne Kürt sorunu ya! Neyin eksik. Daha ne istiyorsun? Allah aşkına bizden farklı neyiniz var, her şeye sahipsiniz!" ifadeleri karşısında şoka girdiğini vurgulamıştı.
“Bunun iki nedeni vardı. Birincisi şuydu: Erdoğan'ın bu sözleri inanarak söylemesi kendimi gerçekten kandırılmış ve aldatılmış gibi hissetmeme neden olacaktı. Çünkü bakın, bugün 'Erdoğan destekçisi yazarlar' başlıklı bir liste yapılsa eminim adım ilk sıralarda yer alacaktı. Peki bundan gocunur muyum? Asla! Çünkü evet bazı noktalarda siyasi duruşuna katılmasam da, genel olarak ben Erdoğan'ı destekleyen bir gazeteci yazardım. Çünkü onun bu topraklarda akan kardeşkanını durdurmak için giydiği ateşten gömleğe taptım! Evet yanlış duymadınız, ben Erdoğan’a taptım! Bunun dışında her politikası yanlış ve eksik dahi olsa önemi yoktu, çünkü benim için aslolan yıllarca kan üzerinden siyaset yapan vampirlere inat onun gözünü karartıp ezilen, hakları gasp edilen bir halk için böylesi bir mücadeleye girişmiş olmasıydı.”
Sevilay Yükselir’in bu itiraflarının izahı açıktı:
“Yani Recep T. Erdoğan’ı hararetle desteklememizin asıl nedeni Çözüm Süreci bahanesiyle Türkiye’nin çözülmesine ve Özerk Kürdistan hedefinin gerçekleşmesine yönelik açılım ve adımlarıydı… ABD, İsrail ve AB işte bunun karşılığı AKP’nin iktidar olması için 28 Şubat’ı tezgâhlayıp Erbakan’ı devre dışı bırakmış ve Erdoğan’ı parlatıp iktidara taşımıştı.” Peki, Sevilay Yükselir’in açığa vurduklarının farkına bu Akit yazarı Karakayalar nasıl hala varamamıştı?
Hele şükür ki yandaş takımından kafası dank edenler de vardı!
2015 genel seçim sonuçları AKP'yi sarsmıştı ve yaklaşık yüzde 9 oy kaybının nedenleri araştırılmaya ve soruşturulmaya başlanmıştı. Yeni Şafak gazetesi yazarı İsmail Kılıçarslan, lafı dolandırmadan açık yüreklilikle bunları sıralamıştı.
İktidar partisinde gördüğü yanlışları kaleme alan bu yazar ve yorumcuların sarsıcı dost uyarılarına kulak verilmeliydi. Hiç kimse suçu Guardian’a, New York Times’a ve paralel yapıya yükleyip mazeret üretmeye yeltenmemeliydi. Bu tür uyarıları yapanlara 'kripto, hain' gibi kelimelerle saldıran karaktersiz ve kifayetsizlerin AKP’deki “partizan”lıklarına son verilmeliydi!.. Asgari ücret çok düşük ve yetersizdir, sosyal adaletin tesisi gerekir' diyenlerin uyarıları dinlenmeliydi!..
'Bakara makara' diyerek açık ara AKP tabanının en nefret ettiği adam haline gelen, Meclis'teki oylamada verdiği o fotoğraf yüzünden partiyle ilişiğinin o gün kesilmesi gereken adamların hala utanmadan ve dindar halkın inadına balkonlara çıkarılması girişimleri önlenmeliydi!..
'Şu barajı kaldırın veya aşağı alın’ uyarılarına itibar edilmeliydi!.. 6-8 Ekim olayları doğru düzgün tahlil edilmeli ve bölgeye yönelik ciddi ama milli projeler üretilmeliydi!..
'Gezi'yi sadece faiz lobisi ve komplo teorileriyle açıklama gafletine düşülmemeliydi!.. Partiye gönül vermiş hemen herkesin 'kardeşim, Milli Görüş kökenli teşkilatlar tasfiye ediliyor, yerine ne olduklarını bilmediğimiz adamlar geliyor; böyle olmaz' uyarıları duymazdan gelinmemeliydi!.. Altyapısını hazırlamadan, toplumun bunu tartışmasına fırsat tanımadan bütün seçim stratejisini 'başkanlık' üzerinden kurmamanız gerekirdi!..
HDP'ye karşı koyacağız diye geliştirilen dilin Kürtlerin kalbini kıracağı ön görülmeliydi!
“Toplumda kasıtlı ve hesaplı HDP rüzgârı çıkarıldı ve planlar yapılıp uygulandı:
“Oylarımızı HDP’ye verip barajı aşmasını sağlayalım. Aştığı takdirde özellikle Doğu ve Güneydoğu’da AKP’nin neredeyse tüm milletvekilliklerini HDP alır, AKP 60 ile 80 arasında milletvekili kaybına uğratılır ve iktidardan düşmesi sağlanır” bu söylemin doğru olduğunu kanıtlamak amacıyla aritmetik hesaplar ortaya atıldı. Ancak HDP yüzde 10 barajını nasıl aşacaktı? Bilmece bu sorunun yanıtında düğümlenip kalmıştı. AKP döneminin diktatörlük uygulamalarından bıkan, din sömürüsüne karşı çıkan, yolsuzluk ve rüşvet dosyalarının hasıraltı edilmesinden yakınan kitleler arasında bu söylem yaygınlaştı ve taraftar kazandı. Neydi bu: “HDP’ye oy verip barajı geçmesini ve Tayyip dönemini sona erdirmesini sağlayalım.”
“Aslında bir kumar oynanıyordu ve kumar kazanıldı! HDP yüzde 13 oy aldı, barajı geçmeyi başardı, AKP Meclis’te çoğunluğu bulamadı! Ama şimdi bu partinin (HDP’nin) yetkilileri şunları hiçbir zaman unutmasındı:
“Bu oyların en az yarısı HDP’ye emanet olarak, sadece bu seçimde verilmiş oylardır… Bunların büyük çoğunluğu, yani milyonlarca oy, aslında CHP’ye oy verecek kitleler tarafından sandığa atılmıştır… Atatürkçü, demokrat, ülkemizin bölünmesine ve özerklik istemine sonuna kadar karşı olan, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin savunucusu kitleler size emanet oy taşımıştır. Üstelik onlar dindar ama dinci olmayan, dinimize karşı en ufak bir saygısızlıkta bulunmayan, ancak iktidar partisinin din ticaretine ve din sömürüsüne bütün güçleriyle karşı çıkan pırıl pırıl insanlarımızdır. Oylarını HDP’ye sadece bu nedenlerle, AKP-Tayyip ikilisini çökertip burunlarını sürtmek amacıyla emaneten atmış ve amaca ulaşmıştır. Şimdi koalisyon görüşmeleri ve siyasi pazarlıklar başlayacaktır. Bu süreçte HDP’ye şunları anımsatmak lazımdır. Zannetmeyin ki bu seçimde aldığınız oyların tamamı Kürtçülük yapan, özerklik arzulayan, Apo’yu önder kabul edip saygı duyan, tahliyesi için çabalayan PKK yandaşı vatandaşlarımız tarafından verilmiştir. Hiç ilgisi yok. Ve gerçek tamamen bunun tersinedir. Aldığınız oyların en az yarısı, yukarıda sıraladığım kesimlerden gelmiştir. Yani aslında size değil, AKP’ye karşı verilmiş emanet oylar sayesinde baraj geçilmiştir.
Onun için, gerek siyasi pazarlıklar sırasında, gerekse ne olacağını ve hangi gelişmelerin yaşanacağını şimdiden bilemediğimiz sonraki aşamalarda, bu gerçekleri dikkate almanız gerekir. Treni bir kez yakaladınız, değerini iyi bilin… Bu bulunmaz armağanı iyi değerlendirin. Sakın ola ki PKK yandaşlığına soyunmayın, Apo’culuk ve Kürtçülük muhabbetine falan yeniden girişmeyin. Size emanet oylarını veren, ama sizden yana olmayanları ürkütmeyin” diyen Emin Çölaşan, açıkça HDP’nin CHP güdümüne girmesini istiyor ve bir nevi HDP’nin seçim zaferinden kendilerine pay çıkarıyordu.
Milli Birlik ve Dirliğimize yönelik bütün teklif ve tavsiyelerin elbette bir duyarlılık ve tutarlılık tarafı vardı. Ancak unutulmasın ki o süreçte Türkiye’nin tek çıkış yolu: Bütün partilerin katılacağı mecburi bir Milli Mutabakat iktidarıydı. Halkın her kesiminin saygı duyup sahip çıkacağı bağımsız ama donanımlı bir Başbakan yönetiminde, barajı aşan bütün partilerin, diğer siyasi ve sivil örgütlerin, fikir ve proje üretenlerin yer alacağı ve sorumluluk taşıyacağı geniş tabanlı bir Milli Mutabakat iktidarı ülkedeki kamplaşma ve kutuplaşmaları törpüleyip halkı kucaklaştıracak ve sorunların aşılmasını kolaylaştıracaktı.
HDP'den Abdullah Öcalan’a özgürlük şartı
7 Haziran seçimlerinde yüzde 10 barajını devirerek meclise giren HDP; içinde Abdullah Öcalan şartının da olduğu 15 maddelik bir bildirge yayınlamıştı. HDP koalisyonu Öcalan’a özgürlük şartına bağlamıştı. İşte 6, 9 ve 15. Maddeler bu sinsi niyetlerini açığa vurmaktaydı.
Madde 6: Bu bağlamda, HDP Parti Meclisi olarak, yeni hükümet hangi partilerden oluşursa oluşsun, devlet ve hükümeti 'Çözüm Süreci'ni kaldığı yerden devam ettirmeye çağırıyoruz. 'Çözüm Süreci’nin mimarı olan, bütün kritik zamanlarda 'barışta ısrar' eden, 'Çözüm Süreci'ne yol gösteren Sayın Öcalan'a uygulanan tecride bir an önce son verilmesini ve görüşmelerin başlatılmasını istiyoruz. HDP'nin bu konuda üzerine düşen siyasal sorumluluğu yerine getirmeye hazır olduğunu ilan ediyoruz.
Madde 9: Meclis ve yeni kurulacak hükümet Türkiye'nin çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli, çok inançlı sosyal yapısını eksen alan, emeğin haklarının teminatı olan demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi, sosyal ve ekolojik bir anayasa için çalışmaları hızla başlatmalı ve sonuçlandırmalıdır.
Madde 15: HDP'nin bu seçim başarısıyla 'Büyük İnsanlık' değerleri üzerinde inşa edilecek 'Yeni Yaşam'ın yolu açılmıştır. Şimdi bu yolu genişletmek, bu yolda yürüyecek olanları çoğaltmak, Türkiye demokrasi, barış ve emek güçlerinin birliğini ve beraberliğini geliştirmek ve perçinlemek, halkların demokratik iktidar hedefine emin adımlarla yürümek zamanıdır."
Eh, geri zekâlılar bile anlar ki, bu törpüsüz talepler “Kürdistan’a özerklik tanıyın, Apo’yu da devlet başkanı atayın!” anlamını taşırdı ve HDP bu şımarıklıkla bardağı taşırırdı.
Bazı AKP’li kurmaylar ve yazarlar:
HDP’nin bir “proje” olarak ortaya çıkarıldığını ve AKP’nin “kutlu yürüyüşünü” vurmak için “iç ve dış güçler” tarafından “koçbaşı” olarak kullanıldığını savunmaya başlamışlardı. “CHP’den HDP’ye baraj kıyağı” şeklinde manşetler atılmaktaydı. Güya CHP iktidarı vurmak için oylarının bir kısmını HDP’ye aktarmıştı. Bu yandaş yorumculara göre: HDP’nin %13 oy alması, “Türkiye’nin siyasi yapısını yeniden dizayn etmeye dönük proje”nin bir uygulamasıydı. Bülent Arınç bile HDP’yi, CHP ile MHP’nin yükselttiği iddiasındaydı.
Yahu iyi de, bizzat Abdurrahman Dilipak “AKP’nin ve Erdoğan hareketinin:
1- İsrail’in güvenliğini sağlamak,
2- Erbakan iktidarından kurtulmak,
3- İslam’ı ılımlılaştırıp yozlaştırmak karşılığı dış güçlerin bir projesi olarak hazırlandığını”, şahitli ispatlı anlatmamış mıydı? Yoksa Türkiye üzerine tezgâh kuranların sadece sizi kullanacağı mı sanılmıştı?
Hayrettin Karaman’ın ‘Irgat’ çıkışı sosyal medyayı sarsmış ve kendi ayarını yansıtmıştı
Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’a yakınlığı ile bilinen ve AKP cenahı tarafından görüşleri dikkatle takip edilen Hayrettin Karaman, AKP’nin tek başına iktidarına son veren 7 Haziran seçimine ilişkin olarak, “Birden fazla muhalif parti, bir kısım medya, bazı sivil toplum kuruluşları, bir kısım patronlar, Türkiye'nin tam manasıyla bağımsız ve İslam dünyasının ümidi bir ülke olmasını istemeyen dış mihraklar… el ele vererek AKP iktidarına son verdiler. Birkaç ırgat bir araya gelerek ve bazı noksanlıkları ve kusurları olsa bile Türkiye'yi şaha kaldıran ve alternatifi de ortada bulunmayan iktidarı yıktı” şeklinde hezeyanlar savurmuşlardı. Görücüye gelinen kızlarını övmek isteyen boynuzlu babanın “Kızımız çok edepli, çok maharetlidir, ama tek kusuru biraz gebedir!” demesine benzer “AKP çok iyidir, beceriklidir, sadece biraz faizcidir, biraz Haçlı Avrupa birlikçidir, biraz Türkiye dahil 27 İslam ülkesini parçalama hedefli BOP hizmetçisidir, biraz zina serbestçisidir, ahlaki yönden biraz liboş-liberalisttir” sözlerini çağrıştıran bu talihsiz ifadeler bir ilahiyatçı ilim adamına değil kiralık yalakacı bir köşe yazarına bile yakışmazdı.
Cumhurbaşkanının ılımlı ve yapıcı yaklaşımları, oyalayıcı değil devamlı olmalıydı!
Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan ile CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal, yeni Meclis'i görüşmek için buluşmuşlardı. Çankaya'daki Dışişleri Bakanlığı Konutu'nda 2 saat 15 dakika süren görüşme sonrası Deniz Baykal gazetecilerin sorularını yanıtlamıştı. Erdoğan'la görüşmesinin nedenini "Yeni TBMM’nin açılışından önce Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu Meclis’e geçici başkan olarak görev yapacak bir milletvekili olarak meclis çalışmalarıyla ilgili bir değerlendirme yapma ihtiyacı çerçevesinde bugün bu buluşma gerçekleşmiştir" diye açıklamıştı. Baykal, "Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın koalisyon tartışmalarıyla ilgili ne söyledi?" sorusunu ise "Partiler uzlaşırsa Cumhurbaşkanlığı'ndan bir engelleme olmaz. Ben Cumhurbaşkanı'nın her türlü koalisyona açık olduğu izlenimini edindim" diye yanıtlamıştı. Sn. Baykal’ın: “Şu an gündemde koalisyon var, erken seçim değil. Çalışmalar yapılıyor. Erken seçim bir çözüm değil” sözleri de olumlu bir intibaydı.
Seçim sonuçlarına yönelik analizler, HDP’ye giden oyların yüzde 14’ünün Sn. Erdoğan’ın “başkanlık” sistemini engellemek için verildiğini ortaya koymaktaydı. Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın 1 Mayıs’tan sonra “toplu açılış” için gittiği 37 şehrin 15’inde CHP ve HDP birinci parti çıkmıştı. Baykal’ın yaptığı açıklamada: “AKP’nin bir koalisyon oluşturmak için ciddi sancılar çekmek zorunda kalacağı açıktır. O sancıları yaşamadan kurulacak bir koalisyonun güven vermesi ve başarıyla yürütülmesi imkânsızdır” sözleri de anlamlıydı.
Hatırlanırsa Erdoğan-Baykal'ın ilk kritik görüşmesi 22 Şubat 2003'te gerçekleşmiş, bu görüşme sonrasında Erdoğan'ın milletvekilliği ve Başbakanlık yolu açılmıştı. Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde de bir şiir okuduğu gerekçesiyle hapis cezasına çarptırılmış, daha sonra AKP'nin kurucu Genel Başkanı olmasına rağmen, sicilindeki bu hapis cezası nedeniyle milletvekili adayı olamamıştı. 2002 seçimlerinde AKP tek başına iktidar çoğunluğunu kazandığında, Erdoğan partinin Genel Başkanlığı sıfatını taşımaktaydı. Ancak milletvekili olamadığı için, 2002'de AKP'den Başbakanlık görevini Abdullah Gül’e bırakmıştı. AKP, o dönemde de parlamentoda hükümet kurma çoğunluğuna sahip olmasına rağmen, Anayasa değişikliği konusunda yeterli vekili bulunmamaktaydı. İşte 2003 Şubat’ında, dönemin ana muhalefet partisi CHP'nin Genel Başkanı olan Deniz Baykal, Erdoğan'la Beylerbeyi Bosphorus'ta gizli bir ikili görüşme yapmış, bu görüşmeden çıkan uzlaşma sonucu, parlamentoda AKP ve CHP'nin oylarıyla gerekli Anayasa değişikliği yapılmış, böylece Erdoğan'ın cezasının milletvekilliğini engellemesi durumu ortadan kaldırılmış, Erdoğan da Siirt'te yapılan ara seçimlere girerek, TBMM üyeliğini kazanmıştı. O dönemde Başbakan olan Abdullah Gül, Erdoğan'ın Başbakanlığı'nın önünü açmak üzere istifa etmiş, Erdoğan da Siirt Milletvekili sıfatıyla Başbakanlığa atanmıştı.
Erdoğan'dan beklenen koalisyon açıklaması!
Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan seçimler sonrası ilk kez konuşmuş ve bütün parti liderlerine koalisyon çağrısı yapmıştı. Sn. Erdoğan ATO Congresium’da düzenlenen 4. Uluslararası Öğrenciler Mezuniyet Töreninde: "Asla, kimse, hangi siyasi olursa olsun, “ben” deme hakkına sahip değildir, biz demek zorundayız. Herkes egolarını bir kenara koyup, bir an önce ülkemizde hükümet kurulmalı" ifadelerini kullanmış, eski inat ve ihtiraslarından uzaklaştığı mesajını ulaştırmıştı.
Sn. Cumhurbaşkanının:
“İçinde bulunduğumuz sürecin Türkiye’nin kazanımlarına halel getirmeden geride bırakılması hususunda her türlü çabayı gösteriyorum, göstermeye devam edeceğim. Partilerin tercihlerini krizden değil çözümden yana kullanacaklarına inanıyorum. Umutlarını Türkiye’nin kriz ortamına girmesine bağlamış olan tüm odaklar, inşallah bir kez daha hayal kırıklığına uğrayacaktır” sözleri umutlandırıcı, ılımlı ve yapıcı bir yaklaşımdı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın koalisyon hakkında yaptığı açıklamaların ardından CHP lideri Kılıçdaroğlu twitter'dan dikkat çekici ifadeler kullanmıştı.
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan'ın koalisyon çağrısının ardından “ortak akılla değerlendirmeler yapacağız” açıklamasını olumlu karşılamıştı. Kılıçdaroğlu’nun: "Herkes bilsin ki verdiğimiz sözleri hayata geçirmek için, değerlerimizi koruyarak, parti içinde ortak akılla değerlendirmeler yapacağız. Amacımız ülkemizi bulunduğu sıkıntılı durumdan bir an evvel çıkarmak; bu amaçla var gücümüzle çalıştığımızdan kimsenin şüphesi olmasın" sözlerine karşı Amerikancı olduğu bilinen CHP Milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, AKP ile koalisyon seçeneğine kesin olarak karşı durduğunu söylemesi kafaları karıştırmıştı. AKP-CHP koalisyonu iddialarına karşı net bir cevap veren Tanrıkulu’nun "CHP, önce MHP ve HDP ile dayanışarak bir "onarım", "demokratikleşme" ortaklığı oluşturmalı ve AKP'nin enkazını kaldırmalıdır. CHP'ye oy veren vermeyen herkes, hiç merak etmesin; biz temizliğe, arınmaya, demokrasiye söz vererek yola çıktık. (AKP tahribatının) Parçası olmak için değil" ifadeleri tartışmalara yol açmıştı.
Baykal-Erdoğan görüşmesine HDP'den ilk yorum İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkçü'den gelmiş, Kürkçü internethaber.com'dan Nesrin Yılmaz'a şu ilginç yorumlarda bulunmuşlardı:
“Her şeyden önce usulen ve esas itibariyle toplanacak olan Meclis'in en yaşlı üyesi olarak Deniz Baykal'ın ilk oturumda Meclis Başkanlığı yapacağı açıktır. Ancak Cumhurbaşkanıyla Meclis'in olacak Başkanı arasında herhangi bir ilişki kurulması yanlıştır. Yani Cumhurbaşkanı teamülen gelecek Meclis Başkanını çağırıp konuşması anlamsızdır, bence bu görüşme bu teamüle dayandırılmamalı, başka sebepler aranmalıdır… Esasen bu görüşme bir fotoğraf ortaya koymaktır. Deniz Baykal, CHP'de yaygın olarak devlet sorumluluğuna sahip bir devlet adamı olarak anılır, dolayısıyla Cumhurbaşkanları hep Deniz Baykal'la görüşmeleri anlamlıdır. Recep T. Erdoğan'ın daveti üzerine Deniz Baykal gidip onunla görüştüyse bunun anlamı; AKP'nin devletin en tepesindeki yetkilisiyle CHP'nin devlet sorumlusu olan, Meclis Başkanı olacak üyesi bir araya gelmiş ve fotoğraf çektirmişlerdir. Recep T. Erdoğan topluma bir algı yönetimi içerisinden kendisinin CHP-AKP koalisyonuna sıcak baktığının işaretini vermiştir, Deniz Baykal'dan da bu mesajı taşımasını istemiştir. Baykal da bu mesajı şu an topluma taşımıştır, karşımızdaki tablo budur, bu bir imaj yönetimi sürecidir.”
Ertuğrul Kürkçü’nün bu uyarıları, Siyonist merkezlerin Türkiye’de bir Milli Mutabakat Koalisyonundan ne kadar rahatsız olduklarını yansıtmaktaydı.
Siyonist merkezlerin en güvendiği Kürtçü-İslamcı takımından Dengir Mir Mehmet Fırat’ın “AKP’nin parçalanacağı” iddiası da bir dış şantaj olarak okunmalıydı!
AKP kurucularından HDP Mersin Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat, AKP’nin dağılacağını ve içinden alternatif bir parti çıkacağını ortaya atması, Sn. Erdoğan’a: Şayet dış güçlerin emrinden çıkar ve Milli Mutabakat iktidarına yardımcı olursa, altının oyulacağı mesajı ve şantajıydı.
Siyonistlere göre 'Erdoğan'ın en büyük hatası' seçim barajıymış!
ABD'li Türkiye uzmanı, Lehigh Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Yahudi Prof. Dr. Henri Barkey, Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan'ın en büyük hatasının seçim barajını kaldırmamak olduğunu açıklaması tam bir şarlatanlıktı. ABD'nin önde gelen düşünce kuruluşlarından Wilson Center'da düzenlenen 'Türkiye: Parlemento seçimleri ve sonrası' başlıklı panelde, yapılan parlamento seçimleri masaya yatırılmıştı. Panelde ilk sözü alan Türkiye uzmanı Barkey, AKP yönetiminin bir gerilemenin farkında olduğunu ancak böylesi sürpriz bir seçim sonucunu beklemediklerini vurgulamıştı. Aslında bu “kendi projelerinin ters teptiğinin ve şimdi çaresizliğe itildiğinin” itirafıydı.
Türkiye ve Orta Doğu Uzmanı Steven Cook ise; Erdoğan'ın seçimlerde direk rol almasının yanlışlığını belirtip halkın Erdoğan'ın seçim sürecindeki tutumunu onaylamadığını hatırlatmıştı. İnsanların kendisine Türk dış politikasında ne gibi değişimlerin olacağına dair sorular yönelttiğini kaydeden Cook, "Önemli bir değişikliğin olacağına inanmıyorum" ifadelerini kullanmıştı. Ortadoğu Enstitüsü Türk Araştırmaları Merkezi Direktörü Gönül Tol ise, HDP'nin seçimlerden büyük bir başarı yakaladığını ve bir Türkiye partisi olmayı başardığını dile getirip, bu neticenin kendi projeleri olduğunu ağzından kaçırmıştı.
Davutoğlu'ndan flaş başkanlık çıkışı kafa karıştırıcıydı!
O süreçte Başbakan olan Ahmet Davutoğlu, parlamenter sisteme karşı olmadıklarını hatırlatmış, Türkiye'de 12 Eylül'de kurulan sistem nedeniyle, yetkilerin parlamento dışında toplandığını vurgulayarak, bu nedenle hem Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın hem de AKP'nin başkanlık sistemi için seçim boyunca çalıştığını açıklamıştı. Davutoğlu’nun, Başkanlık sistemine geçmek istediklerini; ancak milletin 7 Haziran'da buna izin vermediğini itiraf etmesi Erdoğan’a dolaylı bir mesajdı ve herhalde harcanmasının bir sebebi de bu olacaktı.
Erdoğan’ın stratejisini kim bozacaktı?
Seçim öncesi ‘Seçim kazanılırsa Türkiye kurtulur mu?’ başlıklı yazısında bir yazarımız şunları aktarmıştı: “HDP’nin barajı aşması, ülkenin tek adam rejimine kaydığını ve bunun da felaket olacağını düşünenlere kısa bir zaman kazandırır. Ama sadece bir nefeslik zaman o. Bu arada muhalefet partilerinin kendilerine çekidüzen vermeleri şarttır.” Şimdi o nefes boşa harcanıyor gibidir. Çünkü muhalefet liderlerinin seçim sonrası yaptığı açıklamalara bakılırsa durum vahimdir. Muhalefet partileri, ne yazık ki meselenin ciddiyetinin farkında değildir. Veyahut farkındalar ama ülkeyi değil, parti çıkarını düşünmektedir. Bundan dolayı risk almıyorlar. Gidişatı değiştirecek bir stratejileri yok. Bir araya gelemiyorlar. Hepsi kendi taban baskılarına teslim olmuş görünüyorlar… HDP, “AKP ile koalisyon yapmayız”, MHP “Barış süreci sonlandırmak bizim koalisyon için kırmızıçizgimiz”, CHP ise, “Koalisyon planlarımız içinde AKP yok” diyorlar. Peki, böyle bir durumda kim kimle koalisyon kuracaktı? CHP, AKP’yle kurmasınmış… HDP ve MHP bir arada bulunmasınmış… MHP ile AKP koalisyonu ‘ülke için en tehlikeli olanıymış… Eee ne olacaktı, bu tıkanıklık nasıl aşılacaktı? Ne yazık ki muhalefet liderlerinin yol açtığı bu tıkanıklık Erdoğan’a stratejisini hayata geçirme imkânı sağlayacaktı. PKK üzerinden HDP’yi yıpratmak, koalisyon umuduyla CHP ve MHP’yi oyalamak ve sonunda “ey vatandaş bunların halini görüyorsunuz” deyip erken seçimin önünü açmak belki de Cumhurbaşkanının gizli hesabıydı! endişeleri haklıydı.
Artık vicdanı olan herkes tek gerekli ve gerçekçi çözümün Milli Mutabakat iktidarı olduğunu haykırmalıydı.
Bu yazarin diger makaleleri
< Önceki | Sonraki > |
---|