YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6621e22042a41
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 3 1
Bugün : 2172
Dün : 26845
Bu ay : 454052
Geçen ay : 453014
Toplam : 23233016
IP'niz : 3.21.93.44

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Bu araştırmada öncelikli olarak Türkiye ve BOP çerçevesinde yürütülen Enerji politikalarını konu alacağız. Bu amaçla ilk olarak petrol'ün geçmişiyle ilgili kısa bir tarih vermeyi yararlı görüyorum. Zihinde bir petrol düşüncesi belirledikten sonra Petrol'ün bizi en fazla ilgilendiren kısmıyla, yani "TÜRKİYE'DE PETROL VAR MI YOK MU?!" bölümüne dikkatlerinizi çekmeye çalışacağız.

 

Petrol, Büyük Orta Doğu ve TÜRKİYE

Hiç kimse Babil tabletlerinde Naptu olarak geçen "taşyağının", gelecekte bir damlasının emperyalistlerin gözünde "bir damla kandan" daha değerli olacağını tahmin edemezdi. Bir buçuk asırlık bir zaman diliminde insanlık; "Bir damla petrol bir damla kandan değerlidir !" zihniyetinin tüm dünyaya ödettiği kanlı bedeli ödedi ve halen de ödemeye de devam ediyor… Bu arada diğer madenlerin yanında da BOR meselesine de atıfta bulunmanın 21. yy`da oynayacağı rolü belirlemek açısından yararlı olacağına inanıyoruz. Zira bu madenin dünya bilinen ve tahmin edilen dünya rezervlerine göre en büyük miktarının Türkiye`de bulunduğunu biliyoruz. Son olarak Kafkasya ve Orta Asya petrollerine de değinerek 20. asrın ardından 21.asrın da enerji sektörlerinde hâkimiyetle nasıl şekillendirilmek istendiğini hatırlatmak istiyoruz.

Bir zamanlar İngiliz Başbakanı Churcil`e ait olan "Bir damla petrol bir damla kandan değerlidir"  sözü, şimdi 21. Yüzyılın bu ilk çeyreğinde BOR için de söylenmeye başlandı. Ancak bu defa ki söylemler daha dikkatli cümlelerden oluşuyor. ABD`nin Irak`a saldırı için Körfeze yığınak yaptığı  2003 yılının Ocak ayı sonlarına doğru George W. Bush; Temsilciler Meclisi`nde "Birliğin Durumu" başlıklı konuşmasında -üzerinde oldukça çok düşünmemiz gereken-  şu cümleleri sarf ediyordu: "… İçinde bulunduğumuz yüzyılda çevre açısından en önemli ilerleme, sonu gelmeyen davalarla  veya "komuta kontrol düzenlemeleri"  değil; buluş ve teknolojiyle gerçekleşmektedir. Bu akşam sizlere, hidrojene dayalı otomobillerin geliştirilmesinde ABD`nin dünyaya önderlik yapmasını öneriyorum… Havamızı önemli ölçüde daha temiz yapacak ve ülkemizi yabancı enerji kaynaklarına çok daha az bağımlı kılacak bu buluşta benimle birlikte olunuz, bana katılınız". İşte bu beyanatta dünyaya hâkimiyeti sağlayan yeni enerji kaynağı olarak madenin adı BOR`du. Nitekim bu konuşmanın hemen akabinde dünyaca ünlü Fizik Profesörü Hendrik  Monkorst`un yazdığı makalede bu durum alenen ifade ediliyordu. Çünkü en iyimser tahminle ABD petrol rezervlerinin 10 yıllık bir ömrü kalmıştı ve bu teknolojiye bir an önce tam hâkimiyetle sahip çıkılmalıydı. Diğer taraftan; ABD`nin halen kullanmakta olduğu BOR potansiyeli bilindiğine göre; bu beyanattaki "dünyaya önderlik"  hangi ülkenin kaynaklarına güvenilerek veriliyordu?! Bu açıklama Temsilciler Meclisi`nde niye yapılmıştı?.. Acaba dünya BOP  Projesi adı altında arkasından kültürel, sosyal ve dini düzenlemelerin yapılacağı yeni bir enerji savaşına mı girdi?..

21. Asrın petrolü gözüyle bakılan Bor bir yana  Petrol`ün dünya sanayisine girmesiyle birlikte yaşanan  dram bitmedi elbet. Bush`un Ulusal Güvenlik Danışmanı Condeleza Rice Irak`a uygulanan -A Planının-  arkasından ABD Parlamentosunda yaptığı  "22 ülkenin sınırları değişecek" açıklamasıyla aslında dünyanın yeni bir drama dönemine gireceğini haber veriyordu.  Rice, tarafından A Planının ardından yürütülen bu B planının orijinal adı; "Greater Middle East Project-Büyük Ortadoğu Projesi" olarak ilan edildi. Bu ilandaki "Büyük Ortadoğu" tabiri tabi ki  dünyanın en önemli  iki enerji havzası olan Ortadoğu ve Avrasya için kullanılıyordu. 22 ülkeyle ilgili beyan da bu coğrafya`da varlığını sürdüren ülkelerin akıbetleriyle ilgili bir beyandı ki, Irak savaşı da bu meyanda "Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz" meyanında bir icraat  olarak tüm dünya kuzularının/halklarının gözleri önünde sergileniyor…  Tabi TEK DÜNYA DEVLYETİ`NE giden yolda bu BÜYÜK ORTA(!) OYUNUNDAN, Türkiye`de nasibini alacak ama nasıl? Nihai hedefin Türkiye olduğu her açıdan belli ama biz konuyu bize verilen açıdan yani, Türkiye Petrolleri üzerinden inceleyip değerlendirmeye çalışalım.

Peki start alan bu büyük proje ABD`nin hedeflediği mi yoksa yürüttüğü bir proje mi? Zira, yüzlerce yıl evvelinden Muharref Tevrat`ta Siyonizmin dünyaya hakim olacağı Muharref  Altın Çağ`dan bahsediliyor. Tekvinleri onlara Zeytin/Tur Dağından idare edilecek dünyanın müjdesini veriyorlar.  YEHOVA`yla böyle ahidletmişlerdi. Ancak bu ahidde bir gecikme var, gecikmenin her dakikası laneti ve gazabı üzerlerine çekiyor diye düşünüyorlar. Son umut BOP`tan gelecek haberimiz ola!..

Meselenin mistik doktrinler üzerine kurulmuş yönünü burada noktalayarak, şimdi de  petrol ve diğer enerji kaynakları üzerinden uygulanan stratejilerle ilgili safhasına geçiyoruz. Bu amaçla, yazımızın ana fikrini vermesi açısından aşağıdaki şu yazıya dikkatlerinizi çekmek istiyoruz:

nbsp;"Üreticiden tüketiciye ulaşan süreç içindeki akımın, aralarından geçmesi gereken bazı dar geçitler vardır. En büyük ekonomik güce sahip olanlar işte bu dar geçitleri denetimleri altında tutabilenlerdir. Saygıdeğer okuyucu bir an için kendini yol kesici bir eşkıya olarak düşünsün ve yolcuları soymak istediğini varsaysın. Yolcular birçok yollardan birer ikişer gelerek demiryolu istasyonlarında toplanırlar. Gelişte ve varışta bilet kontrol memurunun önünden geçerek yine gidecekleri yerlere doğru dağılırlar. Bu durumda adam soymak isteyenler için en uygun yer bilet kontrol memurunun yeridir. Günümüz eşkıyaları da bu gibi yerleri tutarlar. Madenler konusunda en dar geçit sürecin başındadır ve buradaki maden sahibi güç kazanır…"

DORA BERTRAND RUSSEL: Endüstri Toplumunun geleceği[1]

NAPTU`DAN PETROLE

M.Ö. 2000 yılında Babil tabletlerinde "Naptu" adıyla petrolden söz ediliyor. Sümer, Asur ve Babil uygarlıkları petrolü stratejik bir hammadde düzeyinde kullanıyorlardı. Öyle ki Hammurabi kanunları; gemi kalafatlama da önemi büyük petrol türevi maddelerle, bu sektörde çalışan insanların ücretlerine ilişkin hükümler içermektedir. Ayrıca, insanlığın ortak mirasının en görkemli parçalarından biri olan Babil`in Asma Bahçelerinde "bitüm" adı altında zift kullanıldığı biliniyor. Bilinen ilk petrol savaşının geçmişi de oldukça eskilere dayanıyor. Babil Kralı Marduk-Nadik-Ahhe`nin tahta çıkmasını izleyen yıllarda Asurlular`la savaşmasının nedenleri arasında; Fırat`ın sularını tutmak kadar Hit dolaylarındaki naptu pınarlarını da denetleme isteğinin olduğu biliniyor. "Su ve Petrol", Ortadoğu halklarının yazgısını o günden bugüne kadar değişmez iki güç olarak etkilemiştir… Modern anlamda Petrol çıkarmaya gerçek anlamda ilk kez 19 yüzyılın ortalarında ABD`de başlandı. Dünya ispatlanmış petrol rezervlerinin % 65.8`i Ortadoğu`dadır. Bağımsız devletler topluluğunun ispatlanmış petrol rezervleri 7.8 milyar ton ile Dünya rezervlerinin yüzde 5.6`sını oluşturmaktadır. Özetle tarihi bir sıralama yapacak olursak: ABD- Pensilvanya 1859, Kolorada 1862, Kaliforniya 1874, İllinois 1886, Teksas 1901, Oklahoma 1903.

KANADA- Ontario 1858, Alberta 1903

ORTA VE GÜNEY AMERİKA- Venezuela 1914, Meksika 1901, Arjantin 1907, Kolombiya 1917, Tirinidad 1902, Brezilya 1939, Küba 1916, Ekvator 1920, Peru 1863, Bolivya 1922, Şili 1945

UZAKDOĞU- Endonezya 1893, Romanya 1860, Almanya 1876, Avusturya 1923, Fransa 1813, Hollanda 1943, Yugoslavya 1940, Macaristan 1937, İngiltere 1939, Polonya 1858, Çekoslavakya 1813, İtalya 1931, Arnavutluk 1917, Bulgaristan 1952.

AFRİKA- Cezayir 1949, Libya 1959, Nijerya 1958, Gabon 1956, Fas 1918, Tunus 1948.
ORTADOĞU-Kuveyt  1938, Suudi Arabistan 1936, İran 1908, ırak 1923, katar 1940, Birleşik Arap Emirlikleri 1908, Bahreyn 1932, İsrail 1955, Suriye 1956.

PETRA-OLEUM (PETROL)

Latince ismi petra / taş ve oleum/ yağ kelimelerinden oluşan petrol en çok Mezozozik   (yüzde 70) sonra Neozoik (Tersiyer, 520) ve en az da Paleozoik (510) dönemlerde oluşmuş katmanlarda bulunur. Petrol katmanlarının oluşumu kıvrılanma, faydalanma ve kırılma sonucudur. Katman tipleri ise; antiklinal faylar, diskordanlar ve resifler olarak adlandırılır. Türkiye`de petrolün büyük bir kısmı fay hatlarında bulunmaktadır.

Petrole her seviyede rastlanır. Eski metotlarla yapılan çalışmalara göre petrolün  yüzde 52`si 1000-2000 m, yüzde 34`ü 2000-3000 m. derinlikte tespit  edilmiştir. Rakamların böyle olmasının sebebi, 1970 yılına kadar ki sondaj makinelerinin elverişli olmamasıdır. Oysa en son ve güvenli metot olan uydu vasıtasıyla yapılan araştırmalar bu bilgileri kökünden değiştirmişti.

Eski araştırmalarda kullanılan yöntemler manyetik ve gravite ve sismik yöntemlerdir. Yeni yöntemler ise uydu vasıtasıyla yapılan araştırmalarda yerkürenin derinliklerinin haritası çıkarılarak 5000 metre derinliklerde çok büyük rezervler tespit edilmiştir. Türkiye`nin altında bulunan petrol yataklarının çoğu da bu derinliklerdedir.

Uzaydan tespit yöntemlerinin en yenisi ve kesin sonuçlar vereni Hiperspektral görüntülemedir. Yöntemin asıl spektral imza esasına dayanır. Her cismin ışığı obsorbsiyonu (soğurması) ve yansıtması kendine özgüdür; aynen her insan parmak izinin kendine özgü olduğu gibi. Bu metotla 220 farklı dalga boyunda ölçüm yapılarak yer yüzeyinin ve derinlerin kompozisyonu tespit edilir. Bu teknikle donatılmış uydu EO 1, 2003 yılında uzaya yollanmıştır. Ayrıca hidrokarbon sızıntılarının spektral analizleri yapılarak, bilgisayar teknolojisi ile söz konusu bölgenin üç boyutlu yeraltı ve yerüstü haritaları çıkartılabilmektedir. Kısaca bugün petrol aramak uzay teknolojisiyle çok kolay olmuştur. Nitekim Yemen`de bir petrol şirketi sismik metotla 27.500 km2,'lik bölgeyi 2 yılda 17 milyon ücret karşılığı araştırmış ve bir sonuç alamamıştır. Oysaki aynı bölge uydu vasıtasıyla  sadece 165 bin dolar karşılığı araştırılmış ve çalışma 2 ayda önemli veriler elde edilerek sonuçlandırılmıştır.

PETROL ENDÜSTRİSİ

Petrolün aranıp bulunmasından son damlasına tüketilmesine kadar geçirdiği bütün safhalar, bir süreç olarak petrol endüstrisini meydana getirmektedir. Petrolün aranması, üretilmesi, nakliyesi, satışı, tasfiyesi, depolanması, petro-kimya tesislerinde işlenmesi ürünlerin dağıtımı gibi çeşitli kollara ayrılabilecek faaliyetlerin tamamı, "Petrol Endüstrisi" kavramına girmektedir. Petrol arama faaliyetleri jeolojik ve jeofizik etütlerin yapılmasıyla başlar ve sondajla devam eder. Petrol sektörü nitelik itibariyle büyük ölçekli olduğundan, bu endüstri de çalışan firmalar, büyük bir ekonomik güç oluşturmakta, ulusal ve uluslar arası düzeyde strateji uygulayabilme imkânına sahip bulunmaktadırlar. Özellikle strateji uygulayabilme imkânına sahip firmalar, ülkelerin siyasi ve sosyal hayatında çok ciddi belirleyici rol oynamışlar ve oynamaktadırlar.

PETROL: Politik, ekonomik ve askeri olarak paraya ve güce çevrilebilen en uygun maddedir. Birinci Dünya Savaşı`ndan sonraki süreç içersinde, petrolün sermaya gücü bugün tröstlerin tabiriyle tanrısal güce çevrilmiştir. Tabii burada Muhyiddin Arabi Hz.`lerinin, "Sizin taptığınız şey ayağımın altındadır!" sözünün öne çıktığı menkıbeyi iyi hatırlamak gerekiyor kanaatindeyim.

Şimdi detayları ilgili eserlere bırakarak petrolün ülkemizi ilgilendiren kısmına doğru meseleyi getirelim.

OSMANLIYI PARÇALAYAN PETROL YAMYAMLARI

18. yüzyıl sonlarına doğru emperyalist devletler Osmanlı topraklarının zenginliğinin geleceği şekillendireceğini fark ederek her aşamada Osmanlı`yı bölüp parçalama planları yapıyorlardı. Bu hesapların içinde ticari ilişkiler dahi vardı. O yıllarda özellikle Amerikan varlığı her sahada gittikçe pekişiyordu. Örneğin Osmanlı donanmasının gemi yapım işi Henry Eckford ve Foster Rhodes`e veriliyor, Abdülmecit`in emriyle Amerikan pamuğunun yetiştirilmesi için deneyler yapılıyor, Lawrence adlı Amerikalı özel izinle Osmanlı dağlarında maden arıyor ve o sıralar İstanbul konsolosu Osmanlı`yı ticarette nasıl bir denetim ve etki altına aldıklarını belirtmek istercesine şöyle konuşuyordu: "Mekke`de ve Medine`de yanan lambaların yağlarını bile Osmanlı`ya biz veriyoruz."

Toprakları elinden koparılan, petrol bölgelerine türlü siyasi ve askeri hilelerle el konulan Osmanlı İmparatorluğu için devrin ABD Başkanı Wilson, "Osmanlı yıkılmak mecburiyetindeydi" diyor ve bu yıkılışın sebeplerinden birisinin de petrol olduğunu -anlayanlara sivrisinek saz misali- söylüyordu. Bu sözün benzeri daha değişik bir üslupla bir önceki ABD Başkanı Bill Clinton tarafından Türkiye ziyaretinde TBMM gibi milletçe kutsi devlet vazifesinin ifası için milletvekillerine emanet edilmiş bir mekânda ifade ediliyordu: "20.yy`ı Osmanlı İmparatorluğunun yıkılması belirledi 21.yy.`ı da Türkiye`nin tutumu belirleyecek". Yani 60`lı yıllarda Barış Gönüllüleri vasıtasıyla toplumsal haritanızı çıkartıp etnik ve bölücü tohumlardı attık. 1970`li yıllarda sizleri sağcı solcu diyerek kamplara bölerek vuruşturduk, 1980`li yıllarda tüm toplum yapınızı yozlaştırarak kanunlar da dâhil olmak üzere değiştirdik ve Dünya Bankası`ndan ısmarlama adamlarımızı size gönderip küreselleşmenin alt yapısını hazırladık. Üstüne üstlük PKK ile ülkeyi bölünme aşamasına getirdik. Şimdi de 1990`lı yıllardan itibaren sözde Sivil Toplum Örgütü adlı ajan ordularımızla ülkenizi Kürdistan; Lazistan (Pontus) ve Türkiye adı altında üç parçaya bölme hazırlığını ve şartlarını tamamladık ve tam bunları da 5000- 5500 metre derinlikte sahibi olduğunuz başta petrol olmak üzere, bor, toryum gibi geleceğin ana maddesi yeraltı ve yerüstü zenginlikleriniz için yaptık demek istemişti. Türk halkının büyük bilgi ve irfan sahibi (!) vekilleri Clinton`un bu sözlerini çok ince bir şaka ve nüktedanlık örneği kabul etmiş olacaklar ki, onu ayağa kalkarak dakikalarca alkışladılar.

İngilizler, Balkanlar ve Trablusgarp`ta diğer bölgelerinde kışkırttıkları milliyetçi unsurla ortalığı kana bularken Ortadoğu`nun zengin yeraltı kaynaklarını ve özellikle de petrolü kendi kontrolü ve nüfuzları altına almak istiyordu. Osmanlı İmparatorluğu`nu parçalayarak amacına ulaşmak isteyen İngiltere`nin, İmparatorluk üzerindeki mücadelesi şekil değiştirmeye başladı. Petrol sahasını elde edebilmek için bu topraklarda egemen güç olan Arap milliyetçiliğini istismar ederek Arap Yarımadası`nı Osmanlı`nın elinden aldı.  Arap Yarımadası`nda çıkarttığı isyanların ve tüm muharebelerin bu bölgede petrol yataklarına sahip olmaktır. Musul`a ve oradaki petrole sahip olmak isteyen İngiltere`nin bir Kürdistan siyaseti oluşturmadan kolaylıkla Musul`a sahip olunamayacağı yönündeki tezi nedeniyle  İngilizler Anadolu Türk toprağı üzerinde bir Kürdistan ve Ermenistan oluşturmak yönünde siyasetini geliştirdi.

Lozan`da barış anlaşması imzalanmış ancak Irak sınırının tespiti Cemiyet-i Akvam`a (Milletler Cemiyeti) bırakılmıştır. Güney sınırlarının tespiti için Milletler Cemiyeti`nce hazırladığı raporun son kısmında  "Türk hükümeti hukuki haklarından vazgeçmedikçe Musul ve havalisi hiçbir devlete verilemez" denmesine ve Musul, Misak-ı Milli hudutlarımız içersinde olmasına rağmen Musul Sancağı, petrolü ile birlikte Türklerin elinden alınmıştır. Milletler Cemiyeti`nin bölgedeki Araştırma Komisyonu`na baskılar yaparak Türkiye`nin bölgede istediği plebisiti (referandum) engellemiştir. Siyasi bir nitelik taşıyan bu cemiyet, İngiliz-Siyonist baskılarına boyun eğerek ve onun tarafını tutarak oy birliği ile Musul`un İngiltere`nin himayesindeki Irak`a bırakılmasını kararlaştırdı.

Çıkarcı güçlerin hâkimiyet kurmak için din, millet ve mezhep farlılıklarını tahrik ederek üzerinde etkili olmaya çalıştıkları Arnavutluk`tan Afganistan`a, Çeçenya ve Trans Kafkaslardan Basra Körfezi, Kızıldeniz ve Fas`a kadar uzayan coğrafyayı kapsayan geniş bir enerji kaynağının bu bölgede bulunması, sadece Osmanlı İmparatorluğu`nu parçalamakla kalmamış, onun yerine kurulan devletlerin de Batıdan veya ABD`den gelen Siyonist emelller için her zaman parçalanabileceğini tarihsel süreç, inkâr edilmez bir şekilde BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ adı altında göstermektedir.

TÜRKİYE`NİN MİLLİ PETROL POLİTİKASI

Türkiye`nin enerji kaynaklarının üretimine bakacak olursak 1970-73 döneminde kömür sektörünün büyük ağırlığını görürüz. Şahsen babamın görevi nedeniyle çocukluğumun da geçtiği Zonguldak ve çevresindeki kömür yatakları bir dönem Türkiye`nin sanayileşmesinde önemli bir yer almıştır. Bu yönüyle adı "Kara Elmas Diyarı" olarak nam salmıştır. Petrolle ilgili durumu incelersek 1970 toplam tüketim içersinde yüzde 42`lik olan petrolün payı, 1975`te yaklaşık yüzde 52`ye çıkmıştır. Doğalgaz rezervinin büyük bölümü yüzde 35`lik payla Rusya`da olup, bunu yüzde 14`le İran takip etmektedir.

Türkiye`de halen yıllık 24-25 milyon ton petrol tüketilmekte bunun yaklaşık 4/5`i ithal edilmektedir. Ulaşım sektörü 1990`da kullanılan petrolün yüzde 35`lik payını harcarken; 2010`da bu oranın yüzde 53`lere çıkacağı hesap edilmektedir.

Bir süre önce Enerji Bakanlığı Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (PİGM), "Türkiye`de 852,1 milyon ton ham petrol 14,9 milyar metreküp de doğalgaz rezervi var" açıklamasında bulundu. Verilen bilgilere göre ham petrol rezervlerinin yaklaşık değeri 1,5 milyar doları buluyor. Bu karşılık büyük bir bölümü çok derinde olan Türkiye`deki petrol yataklarının çok az bir kısmı mevcut teknolojimizle kullanılabiliyor. Bunların dışında Karadeniz, Ege Denizi ve Batı Akdeniz`de deniz dibinde önemli petrol ve doğalgaz yatakları olduğu yerli ve yabancı uzmanlar tarafından iddia ediliyor. PİGM`in verilerine göre 2000 yılı itibariyle Türkiye`de 852 Milyon 145 bin 509 ton (5 Milyar 771 Milyon 996 bin varil) ispatlanmış, muhtemel ve mümkün ham petrol rezervi (kümülatif rezerv düştükten sonra kalan rezerv) bulunmakta. Buna karşın büyük bir bölümü diğer petrol yataklarının bugünkü teknolojiyle sadece 41 Milyon 6 bin 509 kullanılabilir durumda. Bu yatakların büyük bir bölümü (yüzde 72.06) doğrudan TPAO; yüzde 1.29`u ise TPAO`nun ortak olduğu iki şirkete; yüzde 17.93`ü N.V. Turkse Perenco`ya (!), yüzde 7.58`i Petrom E.M.İ-Dorchester (!) şirketlerine ait bulunuyor.

Bu arada Diyarbakır Ergani ilçesi Gökiçi Köyü`nde bulunan petrolün kalitesinin 34 olduğu, Hafif Arap petrolü türündeki petrolün oldukça kaliteli olduğu belirtiliyor. 2000 yılı itibariyle Türkiye`de 101 petrol sahası var. Bunların 24`ünde üretim yapılamıyor.

Enerji Bakanlığı, halen 31,3 Milyon ton olan petrol tüketimin 2010 yılında 49,3 milyon tona, 2020 yılında 69.1 milyon tona yükseleceğini öngörüyor. Buna göre Bakanlık 2002-2010 döneminde yıllık ortalama yüzde 5,2, 2011-2020 döneminde ise yıllık ortalama 3,4 artış olacağını hesaplıyor.

Diğer taraftan Karadeniz dibinde büyük Uranyum yatakları bulunduğu iddialarını da ayrıca hatırdan çıkartılmamalıdır.

DARBELER VE PETROL KARTELLERİ

Uluslar arası İlişkiler Uzmanı Daniel Durand tarafından hazırlanan "Uluslar arası Petrol Politikası" isimli eserde; "demokratik yönetimler ve etkin dış politika izleyen iktidarlar, uluslar arası petrol kartellerinin hiçbir şekilde işine gelmez." Görüşüne yer veriliyor. Emekli Tümamiral Gökmen Keçeci, 25 sene önce Ege Denizi`nde petrol olduğuna dair bazı bilgilere ulaşıp bu bilgileri bir rapor halinde, dönemin Genelkurmay Başkanı ve Dışişleri bakanına sunduğunu ifade ediyor. İTÜ Petrol ve Doğalgaz Mühendisliği Başkanı Prof. Dr. Abdurrahman Satman, Ege Denizi`nde Petrol konusunda Yunan tarafının ciddi çalışmalar yürüttüğünü açıkladı. Satman, Yunan milli petrol şirketinin 1990`ların başından bu yana Ege`de ABD`li petrol şirketleriyle petrol çıkardığını açıkladı.

1953`te İran Petrol şirketlerini millileştiren dönemin Başbakan`ı Musaddık`ın İngiliz Petrol Şirketi tarafından iktidardan uzaklaştırıldığı CIA tarafından açıklanan belgelerle ortaya çıkmıştı. İngiliz Sunday Times Gazetesi`de Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) tarafından hazırlanan gizli bir raporu yayınlayarak, 1955`te Elbulfez Elçibey`i iktidardan uzaklaştıran darbenin, İngiliz BP şirketi tarafından gerçekleştirildiğini yazmış; İngiliz şirketinin yöneticileri de bu iddiaları yalanlamıştı.

Diğer taraftan Türkiye Cumhuriyeti`nin serbest seçimle iktidar olan ilk başbakanı Adnan Menderes`in iktidardan uzaklaştırılmasına sebep olan meşhur adıyla 27 Mayıs darbesinin, ABD`li petrol kartelleri tarafından tezgâhlandığıyla ilgili haberler medya da yer aldı. Yunanlı Yazar Athanasi Strigas`ın yazdığı "İ Turkia Dialiete-Türkiye Yıkılıyor" isimli kitaba göre Menderes, Ege`deki petrol sahalarını paylaşmak isteyen uluslar arası petrol kartellerin mücadelesine kurban gitti.

Kitapta yer alan iddialara göre, Kıbrıs sorununun barışçıl yollardan çözümü için Zürih`te bir araya gelen dönemin Yunanistan başbakanı Karamanlis ve Türkiye Başbakanı Menderes, Ege`de bulunan zengin petrol sahalarının işletilmesi için ortak hareket etme kararı aldı. Anlaşmayla Ege Denizi`ndeki petrol sahaların işletilmesi Royal Dutsch/Shell, BP ve Rus petrol şirketlerinin ortaklığına bırakılacaktı. İki liderin bu tutumu ABD`li petrol kartellerini endişeye sevk etti. Yunanlı yazar şirketler tarafından iki liderin de ipinin çekilmesine karar verildiğini ileri sürüyor. ABD`li petrol şirketlerinden Texaco ve Aramco Petrol şirketlerinin ABD yönetimini Menderes yönetimine kışkırttığı bilgisinin yer aldığı kitapta, aynı tarihlerde ekonomik kriz yaşayan Türkiye'nin kredi bulmak için Sovyetler Birliği`ne yanaşma politikası izlemesinin de Washington yönetimini rahatsız ettiği ifade ediliyor.

RETOG ŞİRKETİ`NİN HAZIRLADIĞI TÜRKİYE`DE PETROL DOSYASI:

EN ZENGİN YATAKLAR TÜRKİYE KÜRDİSTAN`INDA (Elin Gâvuru Güneydoğu Türkiye diyemiyor.)

Türkiye sınırları içindeki petrole ilişkin oyunların yoğunluğu çok zaman kamuoyunda "Türkiye`de petrol var ama ortaya çıkarılmıyor" tartışmalarına yol açıyor. Yıllardan beri bu konu da medya kuruluşlarında (son yıllarda nedense (!) bu haberler tamamen durdu) birçok haber dönem dönem yer alır. Ne hikmetse bulunan petrol sahalarını ne bir siyasetçi ne bir medya mensubu yerinde görmez tespit etmez veya edemez. Şahsen birkaç defa bu konuda girişimlerim olmasına rağmen bir dijital kamerayı bile bana çok gördüler. Hatta ciddi kurumlara bu konuyla ilgili projelerimi aktarmama rağmen onlar küflenmiş konuları belgesel yapmakla bana en iyi cevabı vermiş oldular. Otur oturduğun yerde memleketi kurtarmak sana mı kaldı kendini kurtar. Hangi vatan evladı hangi çağlarda bu ruhsuz beyanları duymadı ki… Ayrıca bu konuyu ciddiyetle ele almış hiçbir haber program veya haberi gündem de bulamazsınız. Şahsıma da yapıldığı gibi, teşebbüs eden birçok araştırmacıyı da işinden ederek, gündelik meşgalelerin içine gömerler. Diğer taraftan Türk halkı bu iri gazete ve televizyonlarda yayınlanan magazin programlarına ilgisini günbegün gösterirken, niye kendilerine bu tarz programların gösterilmediğini ilgililere sormazlar. Gecekondu yapmak için oy satanlar, memleketinin konuları gündeme gelmesi için biraz da oy satsalar ya!..

Neyse konumuza dönelim ve 27 Şubat 1992 tarihli Güneş Gazetesi`nin birinci sayfasında yayınlanan hayli ilginç rapora bakalım: "En verimli Petrol Yataklarının "Türkiye Kürdistan`ında" olduğunu ileri sürdüler.. AMERİKALI CEYARLAR GÜNEYDOĞU`da" başlıklı haberde bakın hangi cümleler yer alıyordu.

"Güneydoğu Anadolu'yu ve Bitlis, Van, Adıyaman, Tunceli illerini "Türkiye Kürdistan`ı olarak değerlendiren bir ABD şirketi, ülkemizin yeraltı zenginlikleri konusunda ilginç iddialarda bulundu. Amerikalı petrol şirketi Retog, Türkiye, Suriye, Irak sınır bölgesinin petrol ve gaz rezervlerinin raporunu yayınladı. Rezerv açısından çok zengin olduğu bildirilen bu bölge, raporda KÜRDİSTAN (!) Yıl:1992- olarak nitelendirildi.

14900 Landmark Blyd. Sutte 370 Dallas, Texas 75240 USA adresindeki RETOG şirketince hazırlanıp satışa sunulan raporda, Türkiye`nin çok şaşırtıcı bir konumu olduğu kaydedildi. Güneydoğu Anadolu Bölgesi`nin, Ortadoğu petrol bölgelerinin kuzeydeki uzantısı olduğu belirtilen raporda, şu anki faal petrol sahalarının az miktarda petrol rezervlerine sahip olduğu vurgulandı. (Haliyle asıl petrol denizi sahalar işletilmezken emzik mahiyetinde olan diğer verimsiz sahalarla meşgul ediliyoruz demek istiyorlar!!!)

Raporda öne sürülen görüşlerin aşırı derecede detaylı olması dikkat çekti. Dört ciltten oluşan rapor, bölgedeki 517 petrol kuyusunun tüm kayıtlarını kapsıyor. Ayrıca bölgenin tüm jeokimya ve termal özellikleri ve tarımsal etkinliklerini gösteren haritalarda raporda bulunuyor.

Raporda yalnızca Ortadoğu'nun Güney Bölgeleri'nin petrol bakımından zengin olduğu görüşünün aksine, içinde Türkiye'nin Güneydoğu bölgesi topraklarının da bulunduğu kuzey bölgelerinin petrol bakımından zengin olduğu belirtildi. Ayrıca bu bölge de daha önce ayrıntılı bir şekilde araştırma yapıldığı kaydedildi.

456 bin ABD doları fiyatla satışa çıkarılan raporda, Türkiye Kürdistan'ı olarak adlandırılan yöredeki, işlenmeyen petrol sahalarını rezervleri övülüyor. Bakir bölge olarak adlandırılan işlenmeyen sahaların Irak ve Türkiye`de işlenen petrol sahalarından daha verimli olduğu iddia ediliyor.

RETOG şirketinin yeraltı ve petrol araştırma fırsatları, Türkiye/Kürdistan adlı raporunda, 500 bin ölçekli harita, kuyular, büyük petrol ve gaz sahaları, 52 ayrıntılı kuyu jurnali, 517 kuyu bilgi kayıtları, yerüstü coğrafi bilgiler, Bouger yerçekimi bilgileri, Türkiye-Suriye ve Irak`ın sismik derinlik haritaları ile ülkelerde halen faal petrol sahalarının ayrıntılı haritaları bulunuyor.

Raporda ayrıca Türkiye`nin siyasi yapısıyla bunun komşu ülkelerle kıyaslamaları da anlatılıyor.

Bu arada yeri gelmişken hâlihazırda onlara göre kurulmuş bize göre kurulma aşamasında K. Iraktaki İsrail`in taşeron devletçiği  Kürt devleti ile ilgili Behram Salih`in sözlerini hatırlatmak isterim; " Biz zaten 10 yıldan beri bağımsızız. Bunu da ABD ve Türkiye`nin İncirlik Üssü vasıtasıyla bize sağladığı korumaya borçluyuz".  Acaba bu Retog şirketinin hazırladığı raporda İncirlik Üssü`nün bu raporu hazırlamakta sağladığı yararlardan da bahsedilmiş midir?!

Diğer taraftan İngiliz ve ABD`li gizli servislerin çalışmaları ve toplantılarıyla ilgili 1919 yılına ait bazı vesikaları ortaya çıkaran ve bunları "Doğu Aşiretleri ve Emperyalizm" adlı bir kitapta yayınlayan Mahmut Rişvanoğlu Kürt Devleti ile ilgili olarak  şu bilgileri vermektedir "… Evvela İngiltere Rusların bu isteklerini (Skyes-Picot anlaşması ile ilgili) uygun buldu. Fakat yarın Doğu Anadolu`nun Rusya tarafından istilası halinde, Irak`ın idaresi kendilerinde olduğu için Ruslarla hem sınır olma durumu ortaya çıkacaktı. Halbuki Ortadoğu`da emperyalist çıkarları olan (özellikle petrol yatakları) İngiltere, böyle bir durumun ortaya çıkması ile bu çıkarları diğer bir emperyalist güç tarafından tehlikeye sokulmuş olacaktı.  Böyle bir tehlikeyi azaltmak için önceleri Rusların tezgâhladığı Ermeni komitecilerinden bazıları ile satılmış Kürt aşiretleri  ile temas kurarak, kendilerinin Ermeni ve Kürdistan hareketini destekleyeceğini söyleyerek; Irak ile Türkiye ve Rusya arasında tampon devletçiklerin kurulmasını destekledi".

Bugün bu tampon devletlerden Ermenistan ortada. Bir de buna geçtiğimiz günlerde yapılan ABD mahreçli bir darbeyle Gürcistan eklendi şimdi de sıra yüzyıllık ihtiras Kürdistan`da. Şurası unutulmamalıdır ki; İngiliz gizli belgelerinde de yer alan belgelere göre emperyalist güç merkezlerini ne Kürtler, ne Ermeniler, ne Iraklılar ve ne de Türkler ilgilendirmemektedir. Onları tek ilgilendiren husus petrol ve diğer maden kaynaklarıdır. Yani kapital zenginliğe dayalı histerik hegemonya.

Shell Eski Genel Müdürü Anthony Hages:

"TÜRKİYE PETROL OKYANUSUNUN ÜZERİNDE OTURUYOR"

Şu anda Türkiye`nin aktif olarak görev başındaki yüksek rütbeli Generaline Hindistan`da bir Uzay Üssünde, "Türkiye`nin 5000-5500 m. Derinliklerdeki zengin petrol varlığı" bilgisi, bir Amerikalı üst düzey yetkili general tarafından şahsen söylenmiştir.

Bu doğrultu da bir diğer müspet bilgi de, Türkiye`de 20 yıl müddetle Shell firmasının Genel Müdürlüğü`nü yapmış olan Anthony Hages tarafından dile getirilmiştir, Hages; "PETROL İLE İLGİLENEN ABDA ŞİRKETLERİ BİLİRLER Kİ TÜRKİYE PETROL OKYANUSUNUN ÜZERİNDE OTURMAKTADIR."

1980 idaresinin Enerji Bakanı Serbülent Bingöl, 6326 sayılı kanunu bu konuda araştırma yapan ekibiyle birlikte değiştirmiş, petrol arayıcı şirketlerin hisselerini denizlerde yüzde 45, karada yüzde 35 olarak belirlemiştir. Bakan Serbülent Bingöl,  ABD`yi yöneten ve yönlendiren üç büyük petrol şirketi tarafından  bu konuda görüşülmek üzere ABD`ye davet edilmiştir. Yapılan görüşmelerde bu üç şirketin yöneticileri de Türkiye`nin derinlerdeki zengin petrol yataklarının varlığını doğrulamış fakat bunların işletilmesine" Garantimiz yok, siz de İran, Irak örneğinde olduğu gibi petrolü millileştirirsiniz." Diyerek razı olmamışlardır.

Zaman zaman basında, petrol hakkında yazılıp söylenenleri sorumlular ısrarla görmezde gelmektedirler. Yakın zamanlarda Cumhuriyet Gazetesi`nde Leyla Tavşanoğlu`nun konuğu olan İTÜ Öğretim Üyesi önemli sayılabilecek bilgiler vermişti: "1984 yılında Shell şirketi Barbeş Sahasında 3300 metre de iyi bir gaz rezervuarı ve kıymetli bir yoğuşuk saptadı. Bu bölgenin yakınındaki Güney Hazra Sahası`na TPAO derin bir kuyu deldi ve 3780 metre de gaz ve yoğuşuk rezarvuarı buldu."

Gerek TRAO`nun gerekse Shell`in araştırmaya devam etmemelerini "Üretip de Nereye Satacaklar?.." şeklinde anlaşılmaz bir mantıkla cevaplandıran öğretim üyesi kuyuların daha sonra bilinmeyen bir nedenle kapatıldığını ifade etmiştir.

Mülakatı yapan gazetecinin "Türkiye bu arama çalışmalarına hız verirse kendi ihtiyacını karşılayamaz mı?" şeklindeki sorusuna öğretim üyesi,  "Tabii karşılar" şeklinde cevap vermiş ve "Türkiye bugün tükettiği petrolün sadece yüzde 11`ini üretiyor, bu miktar yüzde yüze çıkabilir" diye cevaplamıştır (Kendi Kendimize Yetebiliriz"[2])

Basına yansıyan haberlerden birkaçını vermek,; petrolün varlığını ve İLGİLİLERİN İLGİSİZLİĞİNİ açıkça gösterecektir:

Hakkâri'de TPAO-Avusturya ve ABD tarafından açılıp "Burada Petrol Yoktur" diyerek terk edilen kuyuda son derece kaliteli ve büyük miktarda petrol bulunduğunu, jandarmanın çabaları ortaya çıkardı.
 Deprem sonrası Sapanca ve havalisinde devamlı yanan göletler televizyonlara haber konusu olmuştur
 Adana-Yumurtalık deprem yarıklarından ve değişik yerlerde çıkan petrol, resimleriyle birlikte gazetelere haber kaynağı olmuştur.

 Ayrıca birçok araştırmacı Tekirdağ`ın Yeni Çiftlik Beldesi`nde açılan bir su kıyısında bizzat müşahede ettiler.
 Adıyaman Bölgesinde birkaç yıl önce açılan sondaj kuyusundan çıkan yüksek basınçlı doğalgazı 6 ay süreyle kontrol altına almak mümkün olmamıştır.

Arco şirketinin 10 yıl önce kapadığı kuyuda TPAO tarafından Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi`nin en zengin yatağının bulunduğu, 30 Mart 1999 tarihli Cumhuriyet Gazetesi`nin haberidir.

 29.07.2001 tarihinde Flaş televizyonunda Ferhan Şaylıman`ın yönettiği "Flaş Gündem" programına telefonla katılan Prof. Dr. Anıl Çeçen, petrolle ilgili şu bilgiyi vermiştir.; "Zamanın Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay`a Sovyetler Birliği`nin o dönem Ankara Büyükelçisi, uzaydan yaptıkları araştırmalarda Türkiye`nin zengin petrol yataklarını tespit ettikleri bilgisini ve buradaki petrolün çıkartılıp işletilmesini birlikte gerçekleştirebilecekleri teklifini iletmiştir."

Bir arkadaşımız Hakkâri Bölgesi`ne sırf  bu gayeyle bir gezi düzenlemiş  ve 3000 m. Yükseklikteki Shell şirketinin 1991 yılında yaptığı araştırma sonucu bulduğu petrol kuyusunu resimlemiş ve bu petrolden örnek getirmiştir. Christmas Tree (Hıristiyan Ağacı )adı verilen vanaları takılmış olarak bırakılan ve "Burada Petrol Yok" söylencesi yayılarak terk edilmesi sağlanan kuyunun görünümünü bu konunun eksperleri şöyle tınlamışlardır. "HER AN FAALİYETE HAZIR PETROL KUYUSU!!!"

Her konudaki politikası tartışmaya açık olan mazisi şan ve şerefle dolu Yüce Türkiye'mizin idarecilerinin hiçbir konuda geliştirdiği bir güvenlik tedbiri oluşturmadığı neredeyse kesine yakın bir gerçektir.

TOPRAKLARIMIZ YAĞMA HASAN`IN BÖREĞİ SANKİ!..

6 Haziran 2001 tarihli Akit Gazetesi`nden Serdar Arseven ve Kamuran Akkuş`un haberi şöyle; "… Mossad`a teknik destek vermesiyle tanınan… Geophysical Institute of İsrail (GII) adlı bir şirket, aldığı bir izinle Türkiye`nin stratejik öneme sahip yeraltı ve yerüstü haritalarını çıkarıyor. Deniz ötesi Operasyonlar Sorumlusu Efrail Levy; `Gerek Başbakanın gerek Başbakan yardımcılarının, gerekse enerji yönetiminin gösterdikleri ilgi  sayesinde Türkiye`de petrol ve doğalgaz çalışmalarında söz sahibi olduk…" Hem Diyarbakır`da hem de Trakya`da ekiplerimizle çalışıyoruz. Trakya`da doğalgaz. Diyarbakır`da petrol sahaları var. Biz bunların haritaların hazırlıyoruz` demiştir. Levy ayrıca yeni petrol kanununa maden araması yapan yabancı şirketlerden vergi alınmaması yönünde bir madde konulmasını talep ettiklerini söyledi."

Bu konuyla ilgili bir diğer haberden anlaşıldığı kadarıyla 17 Ağustos depreminden sonrada Marmara Denizi`ne biri gelip biri giden ve güney fay hatlarının sismik incelemesini yaptıkları bildirilen yabancı gemilerin, 17 Ağustos depreminin hemen ardından başlayan bu çalışmalarının hedefi petrol sahalarının tespitidir ve hızı hiç kesilmeden devam etmektedir. Hatta bu gemilerin bir kısmının mevcut fay hatlarını tetikleyerek İstanbul`da muhtemel bir Marmara depremini planladıkları şeklinde İstihbarat birimlerine akan bilgiler bulunmaktadır. Bununla ilgili olarak yapılan bir espriyi nasıl algılayacağınızı bilmiyorum ama ben gene de aktarıyorum: "ABD Türkiye`ye ne zaman yerleşir biliyor musun?.. Tabii Marmara depremi olduğunda İnsanı yardım adı altında… Bu amaçla ulus ötesi  şirketlerin ya hiç bina yapmadıkları ya da yapılanların da en az 9 şiddetinde depreme dayanabilecek şekilde dizayn edildiği verilen ifadeler arasında. Bu bir teori de olsa incelemek ve araştırmak ilgisi olan ve gücü yeten herkesin boynunun borcu. Dünyayı kabalistlik saplantılarla yetiştirilmiş bir çılgınlar güruhu yönetmiyor mu?!

Türkiye, üzerinde oturduğu zengin petrol yataklarının yanında Bor gibi geleceğin sanayisinin hammaddesi olan madenlerini bir an önce çıkarmak mecburiyetindedir. Tabii bu önce sahiplenmekle olacaktır. Milletçe ve devletçe son kuruşumuzu harcayarak çıkartılmayı bekleyen petrolümüze ve diğer madenlerimizi çıkartmak ve işlemek mecburiyetindeyiz.

BÜYÜKELÇİNİN BAŞINDAN GEÇEN İLGİNÇ OLAY..

Türk devletinin petrol politikasının ve kadrolarının bu konudaki tavrını İsmail Berduk Olgaçay`ın başından geçen şu olay çok acı bir şekilde sergilemektedir;Kuveyt petrol bakanına, "irçok ülkeye arama izni verdiniz. İlerde umarım biz de aynı izni elde ederiz" dedim. Başıma iş açacağım aklıma gelmeksizin durumu Ankara`ya bildirdim. Cevap, yetkimi aşmamam talimat almadan girişimde bulunmamam şeklinde bir azarlama idi. Ankara`ya gittiğimde konuyu açtığım genel sekreter yardımcısı da aynı tavrı sergiledi… Bu petrol arama işinin hiç de beklenmedik bir devam oldu. Biri ABD`de diğeri Kanada`da yaşayan Türk asıllı bir zat bir iki hafta arayla Kuveyt`ten geçtiler. Büyükelçiliğe davetime rağmen, b.enimle otelde görüşmek istediler… Söyledikleri hemen hemen aynı kasetin tekrarı gibiydi. Anlaşmışlar (veya tek merkezden yönlendirilmişler gibi/HYÇ) Türklerin petrol işinden uzak durmalarını önerdiler.Kendilerine Kuveytli Bakan ile bu konuda konuşmamı haber vermemiş olduğuma göre, acaba onlar bunu kimden ve nasıl öğrenmişlerdi?..

Tabii Sayın Olgaçay bu soruyu soruyor ama cevapta yukarıda kendisinin marizleyenlere çıkıyor…

YIL 1992 TÜRKİYE KÜRDİSTAN`I DİLLERDE

YIL 2005: K.IRAK`TA KURULMAK ÜZERE

RETOG şirketinin önceden vermiş olduğu  bilgilerin yanında raporda yer alan Türkiye Kürdistan'ı cümlesine dikkatlerinizi çekmek isterim. Yahudi-Siyonistlerin ABD Ordularına yaptırdığı Irak işgali sonucu bu niyet bugünlerde ivedilikle gerçekleştirilmek üzere. Oysa 1990 yılında neşredilen Yahudilik ve Masonluk adlı eserde bu konuya iki sayfalık da olsa dikkat çekilmiş, "Yukarıda bahsettiğimiz gerek zengin petrol yatakları, gerekse GAP Projesi gibi dev bir projenin yer aldığı topraklarda kurulacak bir Kürt devleti, İsrail için yutulacak lokma değildir. Kurulması tasarlanan bu devletin zayıf, teknolojik ve ağır silaha dayalı askeri bir güçten yoksun, ekonomik açıdan sürekli himayeye muhtaç bir devlet olacağını tahmin etmek hiç de güç değil. Planın ikinci aşamasında, Ortadoğu`nun tek söz sahibi ülkesi haline gelecek İsrail için, bu Taşeron Kürt devletini kontrol ve himayesi altına almak gayet kolay olacaktır. Kürdistan`ın İsrail`in bir eyaleti olmasıyla gelişecek bu aşama, İsrail`in Güneydoğu Anadolu`yu sınırları içine alıp vaat edilmiş topraklara kavuşmasıyla sona erecektir" denilmiştir.

Rapor şöyle devam ediyor; "Olay bu yönden değerlendirilence, Time Dergisi`nde çizilen Kürdistan Haritası`nın Güneydoğu Anadolu`nun uzaydan çekilen petrol haritasıyla üstüste çakışmasının bir tesadüf eseri olmadığı açıkça anlaşılır. Dergide yayınlanan Kürdistan haritasının sınırları Gaziantep`ten başlıyor. Kuzey Irak`tan Halepçe`ye kadar uzanıyor. Türkiye`nin zengin petrol yatakları Diyarbakır, Adıyaman, Nusaybin ve Batman arasında tüm Güneydoğu Anadolu Bölgesi`ni içine alan bir yay çiziyor."

Diğer taraftan uzaydan fotoğrafı çekilen petrol yataklarının haritası üzerine Kürt sorununu bahane ederek ABD`nin bölgeye yerleşmesi çok dikkat çekici bir olay. Körfez Krizi ve şimdi de Irak Savaşı derken bölgede sözde "İnsani yardım ve " Güvenlik Kampları" adı altında Büyük Orta Oyunu !) oynanıyor.

Bu da öylesine bir haber işte (!)

YABANCI ŞİRKETLER KÜRDİSTAN YOLUNA DÜŞTÜ

ABD`nin Irak`a askeri müdahalesiyle yol açtığı ekonomik imkanlar yabancı şirketleri de Güney Kürdistan`a çekti. Alınan bilgilere göre bir çok yabancı şirket şimdi Irak`la birlikte Güney Kürdistan ve Türkiye`de faaliyete geçti. Türkiye`de AKP hükümetinin, Kürdistan`da "Ormanlık vasfını yitirmiş arazileri ABD, İsrail ve Kanadalı şirketlere verdiği ortaya çıktı. AKP`nin onayı ardından şirketler Kürdistan`daki illere uzman ekipler gönderdi. Ekipler petrol, altın tozu, kömür çinko, fosfat gibi madenlerin bulunduğu yerleri incelemeye aldı. Ruhsat alan şirketlerden birinin TECK COMİNCO MADENCİLİK SAN. A.Ş olduğu belirlendi. Teck Cominco şirketinin Kürdistan`a olan ilgisi 1973`te başlıyor. Bu şirket dışında özellikle Kuzey Kürdistan`da ABD, İsrail ve Kanadalı şirketlerin yoğunlukta oldukları belirtiliyor. Bu ülkelere bağlı şirketler Şırnak, Hakkarı, Van, Siirt, Ağrı, Erzurum ve Kars`ı stratejik öneme sahip yerler olarak belirledi. Şirketlerin en çok faaliyet yürüttükleri arazi satın aldıkları, kiraladıkları ve ilgilendikleri alanlar ise şunlar: Hakkari, Şırnak, Cudi Dağı, Maden, Besta, Uludere, Beytuşebab, Şırnak-Maden-Çukurca. (Yani 1 numaralı terör belasının yaşandığı bölgeler ne tesadüf ama!)

… ABD İsrail ve Kanada`nın başını çektiği şirketlerin Kürdistan`daki ekonomik faaliyetleri çeşitli isim ve ortaklıklarla yaptıkları biliniyor. Öte yandan, İsrail`in GAP projesiyle birlikte URFA`ya daha özel bir ilgiyle yerleştiği uzun süredir dikkat çekiyor. İsrail`in bu vesileyle Urfa`da çeşitli yatırımlar yaptı ve ortaklıklar kurdu. (Bu sizlere Arz-ı Mevud topraklarıyla ilgili bir şeyler hatırlatıyor mu? Ya da İsrail Parlamentosu KNESSET`in başında yer alan hayliyle de bayrağına da iki mavi bant olarak nüksetmiş olan Nil`den Fırat`a kadar olan tüm topraklarla bir ilgisi olabilir mi?!)

Bu konuyla bağlantı kurabileceğim en önemli kaynaklardan biri  olması açısından Abdülvahit Erdoğan`ın "Büyük Türkiye Stratejisi" adlı eserinin 28 sayfasında yer alan teşhislere dikkat çekmek istiyorum, böylelikle ulus ötesi şirket eliyle birtakım ülkelerin (!) stratejilerinin ne kadar çakıştığı daha iyi idrak edilebilir kanaatindeyim:[3]

İSRAİL`İN ŞİFRESİ

"…İngilizler`in bölgeyi boşaltmak için açıkladıkları 15 Mayıs 1948 tarihinden bir gün önce, David Ben Gourion, Tel-Aviv müzesinin konferans salonunda okuduğu bağımsızlık bildirisiyle İsrail Devleti`nin resmen kurulduğunu açıkladı. Bu bildiriyle ilan edilen yeni devleti, ABD "fiilen" (de facto), S.S.C.B., Polonya ve Ukrayna da "hukuken" (de jure) tanıdıklarını açıkladılar.

Bu ilan Yahudilerin  Filistin topraklarında kurdukları İsrail devleti onların hayal ettikleri Büyük İsrail Devletinin ilk adımıydı. Kurulan bu Yahudi devletinin yakın milli hedefleri iki merhalede toplanmıştır:

Birinci Merhale: Bu merhale İsrael devletinin adında saklıdır.

İ   Harfi : İraq (Irak) devletini işaret eder.

  Harfi : Syrie (Suriye) devletini işaret eder.

Harfi : Royaumde Jordanie(Ürdün) devletini işaret eder.

A  Harfi : Arabie (Arabistan) devletini işaret eder.

E   Harfi : Egypte (Mısır) devletini işaret eder.

  Harfi : Liban (Lübnan) devletini işaret eder.

Bu demektir ki, ismini teşkil eden bu altı harfin delalet ettiği Arap ülkelerini zaptetmek suretiyle Orta Doğu`da ki birinci merhaleyi teşkil eden Siyonist Hedefine ulaşmış olacaktır.

İkinci Merhale:

Orta Doğu`daki hakimiyetini kayıtsız şartsız devam ettirebilmek için bu bölgede yegane söz sahibi olan Türkiye`nin susturulması lazımdır. Birinci merhaleyi tahakkuk ettirecek olan İsrael devletinin ikinci merhalede asıl sinsi ve şeytani hedefi şüphesiz TÜRKİYE olacaktır.

Bu  arada, İsrael`in gözden kaçırılmaması gereken imkân ve kabiliyetleri şöylece özetlenebilir:

Bütün dünya milletleri içinde çok kuvvetli bir beşinci kola sahiptirler. Bulundukları memleketi iktisadi hayatına hâkimdirler.

 Adeta suni Yahudi denecek kadar Siyonist emellere hizmet eden ve böylece kendilerine sadık olarak kurdukları beynelmilel (Masonluk) teşkilatı sayesinde bulundukları memleketlerde önemli mevkilere hâkimdirler. Böylece diğer memleketlerin iç siyasetlerinde yegane kuvvet sayılabilirler. Irkçı olduklarından diğer hiçbir milleti kendilerinden üstün göremezler. Ve onlara hayat hakkı tanımazlar. Zengin ve fakir olmak  üzere iki Yahudi tipi vardır. Bunların birbirleriyle bağdaşamamaları gerekirken aksine sıkı bir işbirliği halinde çalışırlar. Zengin Yahudi bulunduğu memlekette halka karşıdır. Onu soymak ve sosyal değerlerini dejenere etmek göreviyle, fakir Yahudi ise devlete karşı olup anarşi yaratmak, suikastlar tertip etmek ve Siyonist emellere engel olan siyasi hareketleri kendi isteklerine uygun yöne kanalize etmekle görevlidir.

Dinlerine çok bağlıdırlar. Sosyal görüşleri diğer hiçbir milletinkine benzemez. Binlerce seneye dayanan köklü tek plan ile çalışırlar. Bütün Yahudiler bu planın gerçekleşmesine çalışmaya mecburdur. Bunun dışında hiçbir mukaddes varlık tanımazlar.

Her şeyi para ile satın alabilecek oranda zengindirler. Zenginleri hiçbir fedakârlıktan çekinmeyecek kadar milliyetçi ve mukaddesatçıdır.[4]

NEDEN MADENLERİMİZE SAHİP ÇIKMIYORUZ?..

Konunun uzmanları tarafından da ifade edildiği gibi ülkemizin bir madencilik planlaması, stratejik stok tutma yaklaşımı yoktur. Madenciliğe dayalı sanayinin ihtiyaçlarının tedarik planları stratejileri tespit edilmemiştir. Maalesef bu ilkel ve ilgisiz durum karşısında ülkemiz madenciliğiyle ilgili düşünce sadece "çıkaralım satalım" şeklinde aşağılayıcı bir mantığa dönüşmüştür.

Bu yönde ulus ötesi şirketlerin emperyalist planlarına hizmet etmekte genellikle satın alınmış medya vasıtasıyla zaman zaman "çıkaramıyoruz satalım", "madenlerimiz esir" şeklinde kamuoyunu yanlış yönlendiği psikolojik propaganda rüzgârları estirilmektedir. Bu manipülasyonlar toplumda madenleri topraktan çıkarıp satılması gerektiği şeklinde bir kanıya sürüklemiştir. Bazı akademik kariyer sahibi kişiler de bu kanıyı toplumda yaygınlaştıracak olağanüstü bir çaba sarf etmektedirler. Hatta bu hususta vakıf ve dernekler kurarak  kamusal karar mekanizmalarına ve toplum düşüncesine sızma düşüncesini benimsemişler ve bu hususta da maalesef değneksiz köy bulduklarından dolayı başarı sağlamışlardır. Bu çevreler kamu madencilik teşebbüslerinin üzerinde bulunan maden ruhsatlarını hedefleri arasına almış ve "Devlet madenlerin üzerine çöreklenmiş !" nidalarıyla bu sahaları ele geçirme savaşı başlatmışlardır. Savaş dış güçlerin iç güçlere verdiği destekle, Türk ulusu ve geleceği aleyhine kaybedilmektedir.[5]

Çok önemli bir gelişmede bir çerçeve yasa olan "Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu" ardından, Köy ve tapu kanununda yapılan değişiklikle birlikte, yabancı madenci şirketler maden arama ve işletme ruhsatına bağladıkları arazileri hızla satın almaya başlamasıdır. Bazı şirketler sahip oldukları ruhsatların sınırları içinde kalan arazilerin tamamını satın almıştır. Örneğin Fatsa`da 500 bin kilometrekare büyüklüğünde madence zengin vatan toprağı ulusal hukuk sistemi ve egemenlik alanı dışına çıkarılmıştır. Ülkemizden bölücü faaliyetleri desteklediği gerekçesiyle iki kez kovulan (İngiliz İstihbaratı adına Yunan Ordusuyla sıkı ilişkiler kurduğu için) Minerals Devolopment Ltd. Ülkemizde özellikle Güneydoğu ve Doğu ve Doğu Karadeniz bölgelerinde yerleşmiş 14. 245 km2`lik yani bir buçuk Kıbrıs Adası büyüklüğünde bir toprağa sahip olmuştur. Bu şirketin ortağı olarak hareket eden dünya maden tröstü RİO TİNTO çalışmaları ise ayrı bir çalışma konusu yapılmıştır.

TÜRKİYE PETROL VE MADENLERİYLE İLGİLİ YAPILMASI GEREKENLER!..

Milletçe artık bu saatten sonra bir dakika dahi geç kalmadan hemen yapılması gerekenleri yetkililerden talep ediyoruz:

  • 1- TBMM ve her yetkili, gerekli ödenek için ek bütçe ayrılmasını sağlamalıdır. İcabında, daha az önemli yatırımlar tamamen durdurulup, bunların ödenekleri petrol ve diğer değerli maden çalışmalarına yönlendirilmemelidir. Hatta Başta başbakan ve bakanlar olmak üzere, milletvekillerinin maaşlarına yapılan zam ile oluşan fark bu bütçeye kaydırılmalı, halk da bu uğurda güveni tüm yasal haklarla sağlanarak fedakârlığa davet edilmelidir.
  • 2- Her türlü yol denenerek acilen petrol seferberliği sağlanmalıdır. Uzay teknolojisinden yararlanılmalı, UYDU vasıtasıyla petrol aramalarına hemen başlanmalıdır. Bu iş için teknik araç ve gereç temin edilmeli ve hemen eleman yetiştirme yoluna gidilmelidir.
  • 3- Petrolün ve Bor gibi süper değere sahip madenlerin varlığından kesin emin olunan yerlerde birbiri ardına sondaj kuyuları açılmalıdır.
  • 4- Petrol Kanunu taslağındaki Türk petrolünün çıkarılmasının ve işletilmesinin önünü tıkayıcı bütün maddeler bu taslaktan çıkarılmalıdır. (Tümüyle milli menfaatleri kollayıcı hükümler konulacağı gibi Türkiye`de uluslar arası Konsüle ait petrol rafinelerine de yerli üretilen petrolü satın alma mecburiyeti getirilmelidir.)
  • 5- TPAO`nun savurgan yurtdışı harcamaları, kanuni haklarını kaybetmeyecek şekilde derhal durdurulmalıdır.
  • 6- Petrol ve tam stratejik madenler Milli Mesele ilan edilmeli, mecliste bu görüşmeler başlatılmalıdır. Petrol ve Bor, Toryum gibi madenler ülkemizin kurtuluşu olduğundan bu milli meselenin halli, içinde bulunduğumuz sürekli yoksullaşmanın bir nevi harp gibi kabul edilerek, gereklerinin yapılmasıyla mümkündür. Hiç olmazsa ihtiyacımız olan petrolü kendimiz, kendi kaynaklarımızla kendi ülkemizde çıkarma imkânını mutlaka sağlamalıyız.

Condeleza Rice: 22 ÜLKENİN TOPRAKLARI DEĞİŞECEK"

ABD Başkanının Milli Güvenlik danışmanı Condeleza Rice ABD Parlamentosunda yaptığı  "22 ülkenin sınırları değişecek" açıklamasıyla, ABD`nin Irakta uyguladığı A Planının "B" Planı safhasına geçtiğini duyurmuştu. Nitekim Condeleza Rice tarafından bu B planının orijinal adı; "Greater Middle East Project-Büyük Ortadoğu Projesi" olarak ilan edilmişti. Rice`nin ağzından Proje sahipleri  Ortadoğu`nun Asya`nın ayrılmaz bir parçası olduğunu ilan etmekteydiler.

ABD Ulusal Savunma Üniversitesi Stratejik Çalışmalar Editörlüğü`nde yayınlanan ve profesyonel askeri haber dergisi olan Joint Force Quarterly`nin Autum 1995 sayısında yer alan, Jed C. Snyder imzalı "Turkey`s Role in the Greater Middle East" -Büyük Ortadoğu`da Türkiye`nin Rolü- başlıklı makalede yer alan harita da, Türkiye`nin Avrupa Kıtasında kalan toprakları Yunanistan`a bırakılıyor. Etnik ve siyasi unsurların gösterildiği harita da Türkiye ne Türkçe konuşuyor ne de Müslüman bir ülke olarak gösteriliyor. Bir diğer ilginç olan durum da bu haritayı hazırlayanlara göre Türkiye NATO ülkesi bile değil!.. Bu durum, herhalde ileride kendi planlarına  göre böyle bir ülkenin ancak masallarda yaşadığına şimdiden inanıyor olmalarından kaynaklansa gerek(!) Makaleye göre ; "Son beş yıldır (1990-1995) Türkiye birçok Avrupalı gözlemci tarafından NATO`nun önde gelen bir üyesi olarak değil, stratejik bir ortak olarak görülmektedir.

Kimilerine göre ABD ve İngiltere`nin Irak Operasyonu`nun asıl hedefinin "Su" olduğu ifade ediliyor. Bu durum bütün Türkiye`yi bir kez daha üstelik bu defa ölümcül bir hedef yerine koyuyor. Üstelik bölgede suya olan ihtiyaç şimdilik karşılanabilir düzeyde ancak suya duyulan ihtiyacın şiddeti önümüzdeki zaman diliminde İsrail merkezli yürütülen Su Politikalarıyla giderek artacak.

Giderek marjinalleşen sınırlara yaklaşan kaynakların başında petrolle ilgili  petrole bağımlı ülkeler dünya petrol rezervlerinin kendi ihtiyaçlarına daha kaç yıl karşılayacağını hesaplarken, diğer taraftan petrolün yerini alacak kaynakları araştırıyor ve bu kaynakları şimdiden kontrol altına almak için yazımızın başında da Bush`un ağzından ifade etmeye çalıştığımız gibi azami çaba gösteriyorlar.. Bugün sanayi devrimini temel kaynaklarından biri olan petrol yine sanayileşmiş ülkeler tarafından geliştirilen teknolojilerle bir enerji maddesi olma fonksiyonunu yavaş yavaş kaybederken yerini bir başka kaynağa Bor`a mı  terk ediyor?..

BOP VE HAZAR ENERJİ KAYNAKLARININ KONTROLÜ petrol mevzusunun  Kafkasya ile ilgili bölümüne değinmeden önce ABD`nin son zamanlarda sıkça gündeme gelen Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) adı altında hegomonik liderliğini devam ettirmek amacıyla yürüttüğü enerjinin kontrolü politikalarına özetle yer vermek istiyorum. Bu politikaları araştırdığımızda  NATO`nun değişen stratejileriyle, örgütün önemli enerji kaynaklarına ve geçiş noktalarına sahip olan bölgelere doğru genişlemesi ve bunda ABD`nin rolü daha iyi anlaşılacaktır. Ayrıca bu araştırma sırasında ABD`nin soğuk savaş sonrası oluşmaya başlayan tek kutuplu dünya düzenindeki taassuba varan dünya liderliği ile yeni oluşan NATO stratejisi arasındaki paralellik kolaylıkla anlaşılacaktır. Asıl ismiyle Daha Büyük Orta Doğu, ancak Türk kamuoyuna mal olmuş ismiyle Büyük Ortadoğu Projesi`nin genel olarak Kuzey Afrika, Ortadoğu, Kafkasya ve Ortaasya`yı kapsayan ülkeleri hedef alan; coğrafi olmaktan çok stratejik  bir proje olduğunu söyleyebiliriz. Enerjinin endüstriyel kalkınma için temel hammadde olduğunu hesap ettiğimizde ABD`nin bu projeyle jeopolitik temeller üzerine kurduğu bu stratejilerle; Ortadoğu`nun yanı sıra  eski Sovyet Bloğu ülkelerinin de enerji kaynakları ve yollarını kontrol altına almaya çalıştığını görmekteyiz. Kara, Deniz, Hava, Kıyı-kuşak gibi hakimiyet teorilerinin yanında; "Avrasya`ya hâkim olan tüm dünyaya hakim olur" şeklinde geliştirilen teoriyle de BOP`un stratejilerinin çakıştığını yeri gelmişken söyleyebiliriz. Tüm bunların üstünde  asıl hâkimiyetin temelinde " Enerji kaynaklarını kontrol eden dünyayı kontrol eder" anlayışının yattığını belirtmek isterim. 20. yy`ın yarısından itibaren enerjiye dayalı yeni bir stratejik anlayış oluşmaya başlamış ve bununla ilgili bölgesel ve bütünsel enerji haritaları çıkarılmıştır.

ABD, AB ve Çin`in olduğu gibi diğer ülkelerin de enerjiye olan ihtiyaçları her geçen gün hızlı bir şekilde artmaktadır. Bu durum küresel hakimiyetin enerjiye hakimiyetle mümkün olacağını ispatlıyor. Peki bu enerji kaynaklarını içeren haliyle de hakimiyet sahası olarak nitelendirilen en önemli bölgeler neresi?.. Bunlar Ortadoğu ve Hazar enerji kaynaklarıdır ki projelerin kralı(!) bu BOP Projesi` de bu bölgedeki ülkeleri hedef almaktadır. Ayrıca bu bölgeye olan AB`nin de uzun vadeli ihtiyacı ortadayken… Doğal enerji kaynaklarının coğrafi dağılımına bakıldığında  önemli bir oranın Orta Doğu olduğu görülmektedir ancak Hazar Bölgesi enerji kaynaklarının da tarih boyunca dünya üzerinde egemenlik kurmayı amaçlayan ülkelerin ilgi odağı olduğu da hatırdan çıkarılmamalıdır. En son örnek olarak Hitler`i verebiliriz. Amerikan Enerji Bakanlığı`nın verilerine göre Hazar Bölgesi`nde ispatlanmış ve olası petrol rezervlerinin toplamı günümüz petrol rezervlerinin yüzde 26`sı civarında. Dünya ispatlanmış ve olası petrol rezervleri göz önüne alındığında bu oldukça ciddi bir oran.

ABD Başkanının Milli Güvenlik Danışmanı Condeleza Rice ABD Parlamentosunda yaptığı  "22 ülkenin sınırları değişecek" açıklamasıyla,  hem Ortadoğu hem de Orta Asya enerji kaynakları üzerinde bulunan ülkelere atıfta bulunuyordu. ABD bu projeyle enerji kaynakları üzerinde hakimiyet sağlarken, diğer yandan bu kaynakların ve yolların güvenliğini kontrol altına almayı ayrıca bölgede etkin olan Rusya ve Çin`in etki alanını sınırlandırmayı hedefliyor.. Bunun için de NATO`yu her zaman olduğu gibi minarenin kılıfı (!) olarak kullanacak Bu amaçla ABD, NATO`nun doğuya doğru genişlemesini desteklemektedir; çünkü NATO`nun genişlemesi demek onun lideri olan ABD`nin hâkimiyet ve etki alanının genişlemesi demektir. Bu da ABD`nin Büyük Orta Doğu Projesi içinde yer alan Orta Doğu ve Hazar Enerji kaynaklarının ve yollarının NATO, dolayısıyla da ABD kontrolü altına girmesi anlamına gelmektedir. Bu plan çerçevesinde bir NATO ülkesi ve bu örgütün lideri olarak ABD, Avrupa`daki ve Uzakdoğu`daki birliklerini Orta Doğu, Kuzey Afrika, Doğu Avrupa ve Orta Asya`ya kaydırmaktadır.

Her ne kadar dünyaya yaydıkları hikâye bu hareketlerin terörle daha etkili mücadele etme amacını taşıdığını söyleseler de asıl amacın önce enerji kaynaklarının kontrolü daha sonra da devlet ve milletlerin kontrolüne doğru gittiğini bu bölgelerde yaşayan kuşlar(!) dahi biliyor.

BÜYÜK OYUNUN GEÇ OYUNCUSU: JAPONYA

ABD, BOP Projesi Harekât planları istikametinde  Japonya`daki birliklerini çeke dursun mevcut Japon politikalarına baktığımızda bu proje içinde sinsi politikalarla  Japonya`nın da ciddi bir yerinin de olduğunu görebiliyoruz.  Japonya, Soğuk savaş sonrası süregelen yenidünya düzeni belirsizliğinde küresel güç mücadelesinin Pasifik`ten ve hemen beraberinde de  Avrasya Bölgesi`nden geçtiğinin farkındadır. Kendisi de bu fay hattına dâhil bölgedir ve hemen kenarında yer almaktadır. Bu çerçevede Japonya`nın Çin ve Rusya`ya karşı bir denge unsuru olarak bir süre daha Amerika ve Kore ile birlikte bölgede hareket etmesi kaçınılmaz görünüyor. Nitekim 1996`da yüzde 26 olan Ortadoğu enerji kaynaklarına olan bağımlılık oranının 2020 yılında yüzde 55`leri bulması tahmin edilmektedir. Bu noktada başta Çin olmak üzere tüm Asya ülkelerinin petrol açısından sadece Orta Doğu`ya bağımlı kalmaları Japonya`nın çıkarları ve hedefleriyle çelişmektedir. 1996 itibaren özellikle Hazar Havzası ülkelerinin yavaş yavaş Rusya`dan kopma ve daha bağımsız bir dış politika izleme sürecine girdikleri  bu çerçevede Japonların da dış politikalarında bu ülkelere yönelik denge ve çeşitlendirme arayışlarına gittikleri gözlenmektedir. Bu  amaçla Çin`in ve Rusya`nın bu ülkelerle olan ilgisini dengelemek amacıyla 5 Orta Asya ülkesiyle yeniden diyalog başlatma kararı aldı. Oysa bu tarihe kadar Japonya dış politikasında adeta "Avrasyasızlaştırma politikası" izlenmiştir diyebiliriz. Bu yönüyle Japonya "Büyük oyunun geç oyuncusu" olarak adlandırılmaktadır. Ancak ABD`nin her açıdan etkinliğini Avrasya`da artırdığı bu dönemde, Japonya`nın ABD`den bağımsız bir politika ortaya koyamayacağı çok açık olarak anlaşılıyor. Muhtemel önümüzdeki günlerde Japonya`yı Avrasya`yı haliyle TEK DÜNYA DEVLETİ`NİN inşa ve ibdası için şekillendiren ABD`nin yanında kendisine verilen rolü zamanla daha açık ortaya koyan yardımcı oyuncu olarak göreceğiz. Hâlihazırda izlediği politikalar daha çok ABD tarafından yönlendirildiği izlenimi veriyor…

HAZAR HAVZASINDA PETROL REZERVİ: Ortadoğu  dünya rezervinin  yüzde 54`üne, Türkmenistan, Kazakistan, Azerbaycan yüzde 16`sına, Rusya Federasyonu  yüzde 4,8`ine, ABD  yüzde 4`üne AB  yüzde 6`sına, Çin yüzde 2,4`üne sahip bulunuyor. Hazar havzasının ispatlanmış petrol mevcudunun   (rezerv) 15,6  milyar varil civarında  olduğu tahmin ediliyor. Tahmin edilen miktar ise 150 milyon varildir ve dünya toplam rezervinin  yüzde 2`sini teşkil etmektedir. Dünyada ispatlanmış miktar 800. 8 milyar varildir. Azerbaycan`ın ispatlanmış rezervi 1,3 milyar, Kazakistan`ın 3,3 milyar, Türkmenistan`ın 1,5 milyar varildir.
SSCB`nin 1985 yılı petrol üretimi 542 milyon tondu. Üretim 1996`da  293 milyon tona düşmüştür. 1991 yılında 643 milyon metreküp olan doğal gaz üretimi ise 1996`da  601 milyon metreküpe düşmüştür.
Kazakistan`ın toplam 10 milyar metrik tonluk rezervi bulunduğu değerlendiriliyor. Türkmenistan`ın   3 milyar ton petrol ve 4,5 trilyon metreküp (dünyada en büyük) doğal gaz  rezervi bulunuyor. Bazı ülkelerin  sahip oldukları petrol rezervleri   ile tükettikleri miktarların yüzde değerleri, ABD dünya rezervinin  yüzde 4`üne  sahip olduğu halde toplam üretimin yüzde 25,5`ini kullanmaktadır. Aynı durum  AB`de yüzde 1,6`ya karşılık  yüzde 19.7,  Rusya`da  yüzde 4.8`e karşılık  yüzde 5.2, Japonya`da yüzde 9.05`e, karşılık yüzde 8.5, Çin`de  yüzde 21.4`e karşılık yüzde 4.5`dir. ABD`nin evrensel güç odağı olması ve bu gücü Büyük Ortadoğu Projesiyle mühürlemeye çalışması  bölge ve güzergâh  hakkındaki politikalarının etkinliğini arttırıyor. Japonya, Fransa, Almanya ve İngiltere dışa   petrol bağımlılıkları olduğu halde  ne kaynakları üzerinde ne de güzergâh  üzerinde egemenlik sahibi değiller.  Türkiye, Rusya ve Çin ise güzergâh üzerinde bulunuyorlar. Bütün bu ülkelerin tutum ve politikaları ne kadar BOP`çu olup olmadıkları önümüzdeki günlerde alenen ortaya çıkacaktır.

Mevcut ve Planlanan Yollar ancak 1997`den bu yana Kazakistan, günde 40 bin varil petrolü İran`ın kuzeyindeki bir rafineriye  gönderiyor ve aynı miktar petrol  Karg Adasından Kazakistan adına dünyaya satılıyor. Türkmenistan ise 200 km`lik bir boru hattı ile İran`a doğal gaz sevk etmektedir. Kazakistan- Novorosisk (67 milyon ton), Azerbaycan Novorosisk (17 milyon ton) boru hattı üzerinde çalışılıyor.  Türkmenistan ile Pakistan arasında Kuzey Afganistan`dan geçecek doğal gaz boru hattı  yapılması anlaşması  imzalanmıştır.. Kurulacak şirkete de ABD, Türkmenistan, Suudi Arabistan, Japonya, Güney Kore  katılmaktadır. Rusya`dan Kara Deniz kuzey kıyılarına ulaşacak 16 milyar metreküplük doğal gaz  projesi çalışmaları devam ediyor.

Bakü-Ceyhan Boru Hattı Kazakistan, Çin ile 3000 km`lik bir  boru hattı anlaşması imzalanmıştır. Kazakistan SSCB politikaları sonucu petrolü önce batıdan doğuya   sonra doğudan batıya taşıyordu. Çin yolu bu durumu Rusya`yı dışlayarak düzeltmekte ve Çin`i mücadelenin bir unsuru yapmaktadır.
Uşka (Özbekistan), Herat (Afganistan), Quetta-Karaçi düşünülen  bir demiryolu bağlantısıdır ve Afganistan gelişmesine göre hayata  geçirilebilecektir. Düşünülen  diğer bir demiryolu hattı: Taşkent-Aşkabat-Bakü-Tiflis-Poli. Ceyhan-Kırıkkale petrol boru   hattını Samsun`a kadar  uzatıp Kırıkkale rafinerisi  ihtiyacı ile birlikte Ceyhan`a ulaşımının sağlanması düşünülüyor. Bu boru hattıyla ilgili Enerji Bakanı Hilmi Güler, ilk petrolün 2005 yılında bu hattan Türkiye topraklarına gireceğini müjdeledi.

Diğer taraftan Rusya`dan ve Gürcistan  üzerinden Erzurum`a (Balkanlardan gelen mevcut hat ve Samsun hattı) üçüncü    bir doğal gaz hattı düşünülüyor. İran doğal gazından 4 milyar m3, Irak doğal gazından 15 milyar metreküp  Türkiye`ye getirilmesi ise tartışılıyor.

Boğazların Durumu Boğazlardan halen 30-35 milyon ton Rus  petrolü  güneye 15 milyon ton da  Akdeniz`den kuzeye geçiriliyor. Bakü-Ceyhan Boru  hattı gerçekleşmemesi durumunda  2010 yılında boğazlardan  120 milyon ton  petrol geçirilecektir.  Boğazlar bu miktar petrolün geçişine   olanak veremez.
Bu hatlar  stratejik   ağırlığı olan ekonomik projelerdir.  Bölge üzerindeki  Rusya, ABD, AB mücadelesini  Türkiye bir rakip olarak değil de bir ortak olarak değerlendirmelidir. Bakü-Ceyhan  hattı Türkiye`nin   artan petrol ihtiyacına   kolay kaynak bulma olanağını artıracak  ve boğazların  güvenliği,   çevre ve denizlerin  temizliği sorunları  yaşanacaktır. Türkiye`nin  jeopolitik   konumu ise  soğuk harbin bitmesi ile büyük ölçüde değişmiştir. Soğuk savaş döneminde iki  kutuptan birisinin kanat ülkesi ve ayrılık kabul etmez üyesi iken, soğuk savaş sonrasında Balkanlar, Kafkaslar, Orta Doğu ve  Orta Asya politikalarında etkili bir bölge  devleti  ve evrensel düşüncelerde yer alan bir ülkedir. Kafkasya, Türkiye jeopolitiğinin etki gücünün düğüm noktalarından biridir.

Kafkasya, soğuk savaş döneminde SSCB`nin bir  Kınay`ı iken, SSCB  bütününün hududunda bir bölgeyken, soğuk savaş sonrasında çevresini, hatta evrensel politikaları etkileyen bir özgün bölge durumuna gelmiştir. Bölge ve  evrensel politikaları etkilemekte ve bu politikalarda etki olmaktadır. Soğuk savaş sonrasında teşekkül etmiş olan Orta Asya Cumhuriyetlerinin denizlere ve dünya ile olan ilişkisinin artan ihtiyacı ve Kafkasya`nın önemini arttırmıştır. Bakü-Ceyhan petrol boru hattına ilaveden, Yumurtalık`da kurulacak serbest bölgenin kara ve demir yolları ile  Bakü`ye, İran`a ve Irak`a bağlanması;  Orta Asya ülkelerine  birçok kolaylık sağlayacağı gibi bölgede de her alanda büyüme  yaşanacaktır.

Sadece Türkiye ve Yunanistan  arasında bir sorun olarak gösterilen Ege Denizi`nin durumu gerçekte Karadeniz`e sınır bulunan  bütün ülkeleri yakından ilgilendirmekte, bu ülkelerin  dış dünya ile  bağlantıları  üzerinde bulunmaktadır. Ege Denizi   artık sadece Karadeniz kıyısındaki ülkelere  bağlı   bu denizden yararlanmaya başlayacak  olan Orta Asya Türk Cumhuriyetlerini de  yakından ilgilendirecektir. Mevcut ve olabilecek   bütün gelişmeler Kafkasya`nın  değerini güçlendirmekte, önemini arttırmaktadır.[6]


[1] Bilgi Yayınevi, Ankara-1979-sf 165

[2] Cumhuriyet Gazetesi / 21.08.2001/ Leyla Tavşanoğlu

[3] Mehmet Yaman / Mha / Zaho

[4] Büyük Türkiye Stratejisi / Sf. 28 -Abdülvahit Erdogan. / Beyazıt Devlet Kütüphanesi /  No: 1099

[5] Rant Lordları, Mustafa Çınkı, sf. 560

[6]  Netpano.com – 01-Şubat-2005

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Halil YAMAN

Halil YAMAN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx