SAADET’TE SADAKAT İMTİHANI
Aşağıdaki tespit ve tahlillerimizi herkes aklına, vicdanına ve Kur’anına göre değerlendirip; doğru ve olumlu bulduklarını alıp sahip çıksın, yanlış ve yararsız bulduklarını ise bize bıraksın. Bunları ön yargıları ve saplantılarıyla değil; İz’an, insaf ve irfanıyla okumaya ve anlamaya çalışsın. Özellikle Milli Görüşçüler ve davasının derdini çekenler için yazılmıştır. Bu bir imtihandır, belki de son sınavdır.
Bedir günü Resulüllah (SAV) Rabbine şöyle yalvarıyordu:
“Allah’ım!.. Bana vaat ettiğini gerçekleştir… Allah’ım!.. Senden ahdini ve vaadini arzu ediyorum…”
Şiddetli çarpışmaların başladığı ve savaşın kızıştığı anda ise, Efendimiz şöyle dua ediyordu:
“Allah’ım!.. Bugün eğer bu (bir avuç) topluluk yok olursa, artık sana ibadet eden kalmayacak!”[1]
Bunun üzerine şu ayeti Kerime iniyordu:
“Şüphesiz ben size biri biri ardınca bin melek ile yardım ediciyim.” diye cevap veriyordu.”[2]
Allah’ın Resulü: “Bugün eğer bu topluluk yok olursa artık sana kulluk yapan kalmaz Allah’ım” buyururken;
- Her türlü küfür ve kötülükten kaçınacak
- Zulme, sömürüye ve köleliğe savaş açacak
- İlahi emir ve yasaklar çerçevesinde hayat yaşayacak şuurlu ve onurlu bir çekirdek kadronun mahvolmasının doğuracağı sonuçları düşünüp dertleniyordu.
Bugün Erbakan Hoca’nın:
“Milli Görüş, temel esaslarından ve genel amaçlarından saptırılmak isteniyor. Saadet Partisi batıl görüşlü 60 partiden birisi haline sokulmaya çalışılıyor. Bunu önlemek, “yeniden Büyük Türkiye ve Adil Bir Dünya” hedefini gerçekleştirmek üzere, bütün Milli Görüş’çülere ve delegelere tarihi görev düşüyor; olumlu ve şuurlu bir idare heyetinin teşekkülü için, en kısa zamanda yeni bir kongre yapılması gerekiyor” şeklindeki uyarıları, bize Bedir’deki yakarışı hatırlatıyordu.
Çünkü Milli Görüş:
a-“Önce Ahlak ve Maneviyat, sonra mutlaka Sanayi ve Teknolojik Kalkınma” diyerek yola çıkan
b-Faizi kaldıran, vergiyi ücretten değil, sadece servet ve üretimden alan Adil Ekonomik Düzen ilmi programını hazırlayan
c-Siyonizmin güdümündeki küresel emperyalizme karşı
- İslam Birleşmiş Milletleri ve D-8 yapılanması
- İslam Ortak Pazarı
- İslam Savunma Paktı
- Müşterek İslam Dinarı
- Ve Müslüman Ülkeler Kültür ve Bilim İşbirliği Anlaşması projeleri ortaya koyan ve İlk adımlarını atan.
d-Bu Milli ve evrensel hedefleri nedeniyle bütün şer güçlerin ve içerideki işbirlikçilerin devamlı hücumuna uğrayan ve bu yüzden beş partisi kapatılan tek ve gerçek diriliş hareketi ve silm (barış ve bereket) projesi olduğu için;
- Saadet Partisi, temel esaslarından
- İnsani ve Ahlaki sorumluluğundan
- İslami ve manevi şuurundan
- İlmi ve vicdani huzurundan koparılmak ve kökü kurutulmak isteniyordu.
Bütün çıbanlar deşiliyordu!
Çifte standart ve sahtekârlığına “kahramanlık”, din istismarına ve kiralık tavrına ise “dindarlık” kılıfı geçiren VAKİT Gazetesi yazarlarından SİBEL ERASLAN, “Numan Kurtulmuş’un Gömleği…” yazısında Onu, şehvet hırsıyla kovalayan kadının elinden kaçarken, gömleği arkadan yırtılan masum Yusuf (AS)’a benzetmişti…
Oysa Numan Bey’i; Siyaset ve riyaset şehvetiyle hıyanete yöneldiği için ZÜLEYHA’ya benzetmesi gerekirdi.
Daha önce Milli Görüş gömleğini, yani “artık referans almadığını” ilan ettiği İslami kimliğini çıkarıp, Şeytanın şövalyeleri olan Siyonist Yahudi Lobilerince cesaret (hamaket ve hıyanet) madalyası reva görülen, Mavi Marmara baskınıyla şeref ve haysiyetinin ırzına geçildiği halde boynuna takılan bu esaret madalyasını geri vermeyen Recep Başbakanı da, Milli Görüş’ten kaytarıp ayrıldığı için haklı göstermekteydi.
Tabii Sibel Hanım, oğlu ve kızı üzerinden Erbakan’ı ısırmayı da ihmal etmemişti.
Acaba bunlar, Erbakan’ın çevresine yerleştirilen ve stratejik bir tavırla kendilerine sabredilen kimselerin davayı ve Hocayı İSTİSMARCI, Numan ekibinin ise İNKÂRCI gayretlerini ve perde arkasında her ikisinin de işbirliğini anlamayacak kadar basiretsiz miydi?
Numan Kurtulmuş’tan örtülü tehditler geliyordu
Numan Kurtulmuş: “Ben partinin genel başkanı olarak hem büyüklerime, hem benden sonra yaşça küçüklere şu tavsiyede bulunurum: Hiç kimse sonradan pişman olacağı sözleri söylemesin.”
Baba-oğul Erbakan’lara seslenerek: “Eğer gerçekten ortada bu siyasi hareketin geleceğine ilişkin insanlar müspet bir takım niyetler taşıyorsa herkes sözlerine ve işlerine dikkat etsin”
Diye çıkışıyor ve “Bana oy vermiş iki milyon insana karşı sorumluyum!” diyerek, ayrı parti kurma tehditleri savuruyordu.[3]
Oysa yine kendi itiraflarıyla “eşi Sevgi Hanım asla İstanbul’u bırakmayacağını ve evlerini Ankara’ya taşımayacaklarını” söylüyordu. Yani Parti Genel Merkezine bile ara sıra uğrayacak kadar büyük bir fedakarlık ve kahramanlık(!) taslanıyordu. Ama bunlara gerek yoktu, nasıl olsa AKP ile birleşme tasarlanıyordu.
Zaten Numan Kurtulmuş SP Kongresindeki: “Şu ana Alparslan’ın, Fatih’in Menderes’in, Özal’ın ve Erbakan’ın ruhları burada!..” sözleriyle Erbakan’ın da siyaseten öldüğünü ilan ediyordu.
Bilgiçlik taslayan Ali Bulaç, HAK’
Bu hareketin efsanevi lideri Erbakan Hoca sevilen, sayılan bir liderdir. İlerlemiş yaşına rağmen bir genç delikanlı gibi çalışmaktadır. Son kongrede ortaya çıkan nahoş gelişmeler SP'yi bölünme noktasına getirmiş bulunmaktadır. Eğer parti ikinci defa bölünürse, diğerleri gibi tarihin mahzenindeki yerini alacaktır. Bu yüzden herkesten çok Erbakan Hoca'ya sorumluluklar düşmektedir. Burada birkaç noktanın altını çizmekte zaruret var:
1- İki amelin emekliliği olmaz: İbadetin ve ilmin. Diğer bütün mesleklerde belli bir yaştan sonra beden yorulur, insanlar bir kenara çekilir, tecrübeleriyle faydalı olur. SP'deki "yaşlılar kadrosu" artık bedenlerinin yorulduğunu kabul edip SP'yi bir "emekliler kulübü" olarak kullanmaktan vazgeçmeli, sadece tecrübelerini aktarmakla yetinmelidirler.
2 - Milli Görüş, hukuk, adalet, özgürlük, yüksek ahlaki erdemler ve İslam dünyasının yeniden doğuşu ideallerini temsil eder. Darbecilerle, cuntacılarla, Ergenekoncularla, 28 Şubat artığı ulusalcılarla yakınlığı ve akrabalığı olamaz. Türkiye'de hukuk mücadelesi bu kesimlere karşı verilmektedir. Vahşi kapitalizme ve emperyalizme karşı olmakla ulusalcı olmak aynı şeyler değildir.[4] Diyen Ali Bulaç:
1- Bir Müslüman’ın siyaset ve parti hizmetleri dahil, hayatının her safhasının emir ve nehiy tahtında ve ibadet şuuru ve kulluk sorumluluğuyla yapılması gerektiğini bilmezden geliyor veya inkara yelteniyordu.
2- Siyonist Yahudi güdümlü küresel emperyalizmin madalyalı hizmetçisi Recep Erdoğan AKP’sinin tertip ve tahribatlarına karşı çıkan herkesi, “Ergenekon yanlısı, cuntacı, ulusalcı takımı” olmakla suçlayıp saldırması, Erbakan Hoca’yı da bu kategoriye sokma saçmalaması, Ali Bulaç’ın:
- Yahudi ve Hristiyanlarla, zalim ve saldırgan odaklarla, İslam düşmanı inkarcılarla dostluk ve işbirliğini yasaklayan
- Yeryüzünde Adil bir Düzen ve Silm (barış ve bereket) medeniyetini kurma yolunda Cihad’ı emir buyuran Kur’an ayetlerini hiçe saydığı, Allah’ın vaadine ve nusretine güvenip bel bağlamadığı için ABD, AB ve İsrail’e kapılandığı anlaşılıyordu.
Oğuzhan Asiltürk niye böyle hırçın davranıyordu?
Hürriyet’in haberine göre Saadet Partisi Genel Başkanı Numan Kurtulmuş, olağanüstü kongre hazırlığına giren Milli Görüş lideri Necmettin Erbakan’ı ikna etmek için Balgat’taki konutuna 25 kişilik heyet gönderiyor, ama, Hoca’dan randevu alamıyordu. Bunun üzerine Teoman Rıza Güneri başkanlığında 25 Genel İdare Kurulu üyesi, Erbakan’a gidiyordu. Erbakan, konuklarını Oğuzhan Asiltürk ve Yasin Hatipoğlu’yla birlikte karşılıyordu. SP yöneticileri, “Kurtulmuş’un deneyimli isimlere Onur Kurulu’nda yer vermek istediğini, partinin geçmişini reddetmediğini” anlatarak Hocayı iknaya çalışıyordu.
Hoca, Numan Kurtulmuş’un kendisinden randevu beklediğini söyleyen parti yöneticilerine, “Önce sizlerle görüşmek istedim” deyince araya hemen Asiltürk atılarak, “randevu verilmeyecek” diyordu. Erbakan Hoca, “Milli Görüş hareketine zarar veriyorsunuz” uyarısında bulunuyor. Asiltürk de görüşmenin sonunda “Bizsiz olmaz” diyerek olağanüstü kongreyi yaptıracaklarını söylüyordu.[5]
Peki, her türlü hürmet ve nezaket kurallarını çiğneyerek, Hoca’nın yanında Onun adına hükümler veren Oğuzhan Asiltürk niçin böyle davranıyordu? Bu huysuz ve huzursuz tavırlarının davaya bağlı insanları üzüp usandırdığını ve muhaliflerin safına kaydırdığını anlamıyor muydu?
“Erbakan partiyi yakınlarıyla yönetmek istiyor” diyen Numancılar şimdi, bir zamanlar Şevket Kazan’ın has adamı olan Şeref malkoç’un kendisini, damadını ve avukatlık bürosundaki ortaklarını yeni listeye sokuyordu. Hem zaten, daha önce 2008 kongresinde Elif ve Fatih Erbakan’ları da kendilerinin bilgisi dışında listeye yine Şevket Kazan ve Oğuzhan Asiltürk koyduruyor, Hoca da müdahale etmiyordu. Yoksa ne Erbakan Hoca’nın ne de çocuklarının “ille de listede olalım” gibi bir dertleri bulunmuyordu. Kaldı ki, bu davanın çilesini çekmiş, Hoca’nın terbiyesinde pişmiş, teşkilatın içerisinde yetişmiş, edep ve erdem timsali bu kişilerin parti yönetiminde görev almaları kimleri ve niye rahatsız ediyordu?
Numan Kurtulmuş’un yıllar önce Recep T. Erdoğan’ın Genel Başkan yardımcılığı teklifini reddetmesi olayını nasıl yorumladığımızı soranlara şu yanıtı verdiğimizi dostlar hatırlayacaktır:
“İşin doğrusu, AKP’ye katılma teklifi Numan Kurtulmuş’tan gelmiştir ve kendisine, Saadet Partisini ele geçirip topyekün AKP’ye iltihakı istenmiştir. “Genel Başkan yardımcılığı teklifini Numan Kurtulmuş elinin tersiyle itti” propagandası ise Onun bu görevini kolaylıkla yerine getirmesi için üretilmiştir.”
Şevket Kazan ve Oğuzhan Asiltürk ekibi de Numan Kurtulmuş’un hem Saadet Partisine genel başkan seçilmesinde, hem de Hoca’ya ve davaya sadık teşkilatların tasfiyesinde sürekli destek vermişlerdir. Böylece Erbakan’ı dayanaksız bırakmak ve Milli Görüş’ün kökünü kurutmak hedeflenmiştir ve bu elbette küresel siyonizmin özellikle önem verdiği şeytani bir projedir. Ama bir el, onları son SP Kongresinde karşı karşıya getirmek suretiyle bu tertibi bozuvermiştir. Zaten Şevket Kazan’ın TV. Ler de “Oysa biz Numan’ı Türkiye’nin ve dünyanın liderliğine hazırlıyorduk…” deyip ağlamasını da, bu tezgahın boşa çıkarılmasındaki üzüntüsü olarak değerlendirilmelidir.
Sebahattin Önkibar’ın, Ruşen Çakır’ın ve Ali Bulaç’ın: “Numan Kurtulmuş’un SP’yi AKP’ye ekleme ve Recep Beyin Cumhurbaşkanlığına oturmasından sonra AKP’nin başına geçme” heves ve hesaplarını yazmaya başlaması da boşunda değildir.
Ama sevindirici olan; Milli Görüş camiasının ve teşkilat mensuplarının büyük çoğunlukla bu oyunları sezmesi ve Hoca’nın etrafında kenetlenmesidir. Anlaşılan, son bir denenme ve elenme sürecinden geçilmektedir.
17 Temmuz 2010 tarihli Amerika’nın borazanı Fetullah’cı Zaman yazarı Ali Bulaç’ın iddiasına göre:” Numan Kurtulmuş ile SP barajı geçecek, sonra AKP ile birleşecekti. Ardından Recep Bey köşke yükselecek, Kurtulmuş AKP’nin başına yerleşecekti. Erbakan ise bu süreci durdurmak peşindeydi!?” Ali Bulaç’a göre Numan Kurtulmuş’un AKP’ye yönelik yumuşak, hatta yandaş muhalefeti de bu yüzdendi.
AKP’li Bülent Arınç’ın, Saadet Partisi’ndeki gelişmeleri yorumlarken, “Geçmişte bizim başımıza gelen şimdi Numan Kurtulmuş’un da başına geldi” sözleri, her şeyi izah etmekteydi.
Birlikte siyaset yaptıkları Milli Görüş’ün lideri Necmettin Erbakan ile Saadet Partisi yönetimi arasında yaşanan krizi de değerlendiren Arınç CNNTÜRK’ teki röportajında şunları söylemişti:
“Biz Saadet Partisi ile yola devam etmek yerine yeni bir ekip, program ve vizyonla Türkiye’nin gerçeklerine uygun, halk için siyaset yapma anlayışını kabullenerek AKP’yi kurduk. Şimdi dönüp bakıyorum biz çok hayırlı, doğru, iyi bir iş yapmışız. Çünkü bunun halktaki karşılığını gördük ve ilk seçimde iktidara geldik. 8 sene geçti iktidardayız. Geçmişte bizim başımıza gelen şimdi Numan Kurtulmuş’un da başına geldi. Kurtulmuş kendi özgün fikri olan, mevcut siyaseti iyi okuyan, çevresinde çok değerli insanlar bulunan bir kişi. Yüzde 10’luk barajı aşar mı, iktidar ortağı olur mu onu bilmem. Böyle bir şey reel politikada görünmüyor. Ama ilkeli ve kendi özgün siyasetini takip eden ve başarıya doğru yol almış olan bir siyasetçi tipi. Bunu Sayın Erbakan’ın ve Erbakan’ın yakın arkadaşlarının kendi sistemleri içerisinde kabullenmesi mümkün değil. Biz o yapıyı çok iyi biliriz. Onların defterinde iki adaylı kongre yok.”[6]
Bülent Arınç bu sözleri ile Recep Erdoğan’larla birlikte ayrılmayıp, Fazilet Partisinin başına geçme hevesinin, bugün Numan Kurtulmuş’un yapmaya çalıştığı “Milli Görüş camiasını ve teşkilatlarını temel esas ve amaçlarından saptırıp AKP’ye ve tabi Siyonist emperyalizme yamama” gayesi taşıdığını da itiraf etmekteydi. Ve zaten Onun samimi olmayıp böylesine sinsi bir gayret peşinde olduğunu, ta o zaman defalarca belirtmiş ve maalesef safdirik kesimlerden ne itirazlar işitmiştik.
Yeri gelmişken bir, sözümüzde: “AKP Milli Görüşün devamıdır, Erdoğan Erbakan’ın gizli kahramanıdır” diyen şaşkınlara olacaktır.
“Numan Kurtulmuş Milli Görüş çizgisinden çıkmaya ve davayı rayından saptırmaya uğraşıyor” diye tenkit ediyorsunuz… Ama bütün bunları bizzat yapan ve bu hıyanetinin karşılığı iktidara taşınanan AKP’yi kahraman diye alkışlıyorsunuz!
“Numan Kurtulmuş, İslam Birliği, İslam Savunma paktı, İslam Dinarı gibi Erbakan’ın evrensel projelerine ve Adil Düzen’e sahip çıkmıyor” diye itiraz ediyorsunuz… Ama aynı dönekliği zaten sergileyen AB ve ABD’ye figüranlık eden AKP’yi yere göğe sığdıramıyorsunuz!..
Yoksa:
“Bu yaştan ve bu şartlardan sonra Erbakan’ın yapacağı bir şey kalmamıştır. Öyle ise AKP’ye yaranmanın ve nemalanmanın çaresine bakalım; ama bunu da:” AKP’de Erbakan’ın güdümündedir” kılıfına sokalım” diye mi bu sahtekarlık ve şarlatanlığa başvuruyorsunuz.
Madem AKP Milli Görüş’ün devamıdır ve İslam kahramanıdır.., Öyle ise SP’yi AKP’ye yamamaya çalışan Numan Kurtulmuşu niye alkışlamıyorsunuz?
Bütün bu olup bitenleri doğru algılamak için şu ayeti kerimeleri dikkatle ve ibretle tekrar tekrar okumamız gerekiyordu:
“Yeminlerini (ve Hak dine davaya bağlılık sözlerini) bozan, Elçiyi (makamından) sürmeye çalışan ve önce onlar sizinle (yollarını ayırıp inandığınız değerlerle mücadeleye) başlayan (dönek ve hain) bir toplulukla niçin çarpışmazsınız?
Yoksa onlardan (ve arkasındaki odaklardan mı) korkuyorsunuz? Eğer inanıyorsanız, kendisinden korkulmaya en layık olan Allah’tır.
Onlarla (zalim güçlerle ve işbirlikçilerle) çarpışınız. Ki, Allah onları sizin ellerinizle (mağlup edip) azablandırsın, hor ve aşağılık kılsın ve onlara karşı sizi zafere ulaştırsın, müminler topluluğunun göğsünü şifa ve huzura kavuşturup rahatlandırsın…
(Hakta sebat edip çalışın ki Allah zalimlere ve hainlere karşı) kalplerinizdeki öfkeyi giderip, (sizleri mutmain ve metin kılsın).
Yoksa siz içinizden (samimiyetle) cihat edenleri; Allah ve Resulünden ve (sadık) müminlerden başkasını sır dostu edinmeyenleri bilip ortaya çıkarmadan, bırakılacağınızı mı sanmıştınız? Allah yaptıklarınızdan (ve amaçlarınızdan) haberdardır”.[7]
Şevket Kazan kaybettiği kongre sonrasında çıktığı bir TV programında: “Bunu niçin yapıyorum? Biz Numan beyi dünyaya hazırlıyoruz. Bunu anlamıyor yav!” diyor sonra ağlamaya başlıyordu.
Numan Kurtulmuş’un, Erbakan’dan ve Milli Görüş yolundan kurtulmak için çırpındığını akil baliğ olan herkes görüyor ve biliyordu; ama buna rağmen her nedense Şevket Kazan ve Oğuzhan Asiltürk onu sadece Türkiye’nin değil hatta dünyanın lideri yapmaya hazırlanıyordu? Peki, bir insanı tanımak için ille de size kazık atması mı gerekiyordu? Bunlar bu denli feraset ve basiret yoksunu muydu, yoksa Numan Bey güdümlerinden çıktığı için mi hedef alınıyordu?
Yapılan istişarelere ve verilen sözlere uymamışsa; davaya, kurmaylarına ve camiamıza oyun oynanmışsa, elbette bunun hesabının sorulması ve sorumluların hizaya sokulması gerekiyordu. Ama bunu medyalara ve meydanlara taşımak ve hele “oğlu, kızı, damadı listeye alınmamış diye sanki bütün bu itiraz ve infialleri Erbakan hoca körüklüyormuş” havasını yaymak, bize göre fesatçılık ve fırsatçılığın daniskası oluyordu.
Bu olayların perde arkasını anlamada şu ayeti kerimeler bize ışık tutuyordu:
“O zaman şeytan (o iki gruba) amellerini çekici göstermiş ve onlara: bugün sizi (rakibiniz olan) insanlardan hiç kimse mağlup edemeyecektir, bende sizin yardımcınızım” demiş (makam ve menfaat hırsıyla birbirine kışkırtmıştı)
“(O iki gruptan) münafıklar ve kalbinde maraz olanlar, (sadık ve samimi müminleri kastederek): “Bunları dinleri (ve davaları) aldatmış” diyorlardı. Oysa kim Allah’a tevekkül ederse şüphesiz Allah en üstün ve güçlü olandır. (ve sonunda sadıklar kazanacaktır)” (Bak: Enfal Suresi Ayet 48 ve 49)
Şevket Kazan Numan Kurtulmuş’u niye tehdit ediyordu?
Saadet'in son kongresi olaylı bitiyor, Genel Başkan Yardımcısı Şevket Kazan bu durumda partinin seçime gidemeyeceğini iddia ediyordu.
Partinin hiçbir zaman bölünmesine izin vermeyeceklerini söyleyen Kazan, ortaya çıkan kötü tablonun gerçekleşecek olağanüstü bir kongreyle aşılacağını söylüyordu. Kazan, SP Genel Başkanı Numan Kurtulmuş’tan bu yönde bir adım atmasını beklediklerini kaydedip “Mevcut yönetim yaptığı hatayı yenilenecek bir kongre ile düzeltmelidir. Hata düzeltilmeli ve özür dilenecek bir kongre yapılmalıdır” diyordu. Kazan, Kurtulmuş’tan vefa beklediklerini de sözlerine ekleyerek kendisine uyarılarda bulunuyor ve oyuncağı elinden alınmış çocuk gibi ağlıyordu. Çünkü olaylı biten kongrede, Şevketliler kazanamıyor, Numancılar kurtulamıyordu.
Flash Televizyonu'nun sabah programında konuşan Şevket Kazan kongre sürecini şöyle anlatıyordu:
“Numan Kurtulmuş’un birlikte hazırladıkları liste ile değil de kendi listesiyle kongrede delegenin karşısına çıkmasından ötürü hayal kırıklığına uğradıklarını belirtiyordu. Kazan açıklamalarında, ‘’Bizi zaten hayal kırıklığına uğratan bu. Ben Ona genel başkan yardımcılığı yaptım. Ben ona saygı duydum. Genel başkanım dedim. Fikirlerimi açıkça ifade ettim. Hiçbir partide olmayan bir anlayış gördü bizde ve çok serbest bir genel başkanlık yaptı. Aman o ön planda dursun diye bir yıl süreyle kimse ekrana çıkmadı. O tek olmak istedi. Tek görünmek istedi” diye kendisi açısından duyduğu hayal kırıklığını aktarıyordu.
Hatadan dönülmesi için kongrenin yenileneceğini belirten Kazan; ‘’Bu kongre yenilenecek. Tekrar toplanılacak. Biz ağabeyleri olarak yanlarındayız. Hiç kimse düşünmesin. Hepimizin ittifak ettiği bir liste hazırlasın ve yine Numan Bey'i destekleyelim. Dün akşam bir toplantı yaptım. Numan Bey'le görüşmedim” şeklinde sızlanıyordu.
“Milli Görüş'ün zamanın ruhuna uygun hareket etmediğini düşünmüyoruz. Kimse yokken Erbakan ve ailesi vardı bu partide. Onların partiye katkısı ortadadır. Katkı sağlayana partimizin kapısı kapalı diyemezsiniz” sözleriyle de hala Erbakan Hoca’yı istismar ederek kendi ihtiraslarını savunuyordu.
Oysa Milli Gazete’nin yazdıkları Şevket Kazan’ın çıkışları ile uyuşmuyordu!
Erbakan Dönemi kapanmaz
“Basının "Saadet'te Erbakan dönemi bitti" şeklindeki değerlendirmesi gerçekçi değildir. Erbakan ismini bir partiyle sınırlandırmak ne kadar doğru olabilir? Çünkü bu ülkede ve bütün dünyada Erbakan dediğiniz zaman akla gelen ilk şey siyasi bir parti değil, büyük bir davadır ki, bunu herkes Milli Görüş olarak bilmektedir.
Bunun için, Saadet Partisi'nin öncülüğünde önce Yeniden Büyük Türkiye inşa edilecek ve Türkiye'nin öncülüğünde Yeni Bir Dünya kurulacaktır." Dediğine göre ideolojik anlamda "Saadet'te Erbakan dönemi bitti" demek şeytani bir tesellidir.
Öncelikle, basının "yeşil liste" diye adlandırdığı listeyi Erbakan vermiş değildir.
Milli Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan, kongreye bizzat gelmiş, salonun içini ve dışını hınca hınç dolduran binlerce Milli Görüşçü tarafından inanılmaz derecede bir sevgi seliyle karşılanmıştır. Erbakan Hoca kongrede yaptığı uzun konuşmasında tarihi değerlendirmelerde bulunmuş, en ufak bir ayrışmadan, ima ile dahi olsa bahsetmemiştir. Saadet'e yönelik baştan sona övgü dolu, ümit vadeden sözler etmiştir.[8]” tespitlerine inanmak mı, yoksa inanmamak mı gerekiyordu? Milli Gazete de mi ikili oynuyordu?
Kongreden iki gün sonra, bizim kırk yıldır söyleyip de inandıramadıklarımızı Zeki Ceyhan hayal kırıklığı içinde anlatıyordu.
Bazılarının “Hem kindar, hem vefasız, hem yalancı!” olduğu ortaya çıkıyordu!
Hakkında hüsn-ü zan beslemeye çalıştığımız kişi hakkında önce "Çok iyi yalan söyler" haberi gelmişti! Yalan söylemeyi hiç yakıştıramamıştık kendisine! Sonra baktık ki gerçekten çok iyi yalan söylüyor! Yalan söylerken ne yüzü kızarıyor, ne vicdanı sızlıyor!
Daha bunun şokunu atlatamadan "Çok kindardır" haberini almıştık! Kırk yıl önceki olayı unutmaz diyorlardı! Ne yalan söyleyelim kindarlığı da yakıştıramamıştık kendisine! Öylesine masum bir görünüşü vardı ki! Ama sonunda yine üzülerek müşahede ettik ki gerçekten iyi kin tutuyor! Ve yıllar sonra da olsa intikam almaya çabalıyor!
Ahde vefa özürlüdür demişlerdi! Nereden çıkarıyorsunuz bunları diye kızmıştık bile! Sonra gördük ki gerçekten ahde vefa konusunda sıkıntılı biriymiş! Biz boşu boşuna hakkında hüsn-ü zan beslemeye çalışmışız! Alın size bir sükut-u hayal daha! Yani boşuna akıntıya kürek çekmişiz! Haybeye iyi niyet beslemişiz![9]” sözleriyle kimleri anlatıyordu?
Anlamakta zorlandıklarımız oluyordu!
Bazı şeyleri anlamakta zorlanıyoruz! Mesela siyasette Erbakan'dan uzak durma politikalarını anlamakta zorlanıyoruz!
Siyasette Erbakan'ı bir nimet olarak kabul edip O'ndan alabildiğine istifade etmek varken, sanki külfetmiş gibi görme gayretkeşliğini anlamakta zorlanıyoruz! Ortalıkta biran evvel kurtulmayı gerektiren pek çok vesayet konusu varken Erbakan vesayetinin dillere düşmesini anlamakta zorlanıyoruz! Gönlümüz Erbakan vesayeti ile ilgili sözlerin maksadını aşan sözler olmasını diliyor!
Erbakan'ın siyasi mirasına sahip çıkılırken, vesayetine karşı çıkılmış olmasını siyaseten etik bulmuyoruz!
Diyoruz ki, Erbakan vesayetine kaba saba karşı çıkılacağına bir şemsiye gibi kabullenilip altına girilmelidir! Zira bizi biz yapan değerleri tanımlayan iki nokta arasındaki en doğru çizginin Erbakan çizgisi olduğuna inanıyoruz! Bu çizgiden en ufacık sapmaların bile bizi biz yapmaktan çıkaracağını biliyoruz! Bizi biz yapan değerleri kaale almayacaksak neyi kaale alacağız? Daha farklı kitlelere açılma anlayışını saygı ile karşılıyoruz ve destekliyoruz! Ancak daha farklı kitlelere sahip çıkılmaya çalışılırken eldekilerin yani "çantadaki keklik" ya da "sepetteki üzüm" gibi görülenlerin de kırılmaması-gücendirilmemesi gerektiğine inanıyoruz!
Erbakan vesayeti ile ilgili değerlendirmeleri bir redd-i miras gibi algılamak istemiyoruz! Zor günlerden geçtiğimizi biliyoruz. Bu zor günlerde dostları üzecek, düşmanları sevindirecek söz ve eylemlerden uzak durulması gerektiğine inanıyoruz!
Numan Bey’in Milliyet yazarı Taha Akyol’a söyledikleri, bazı mahfillere “biraz daha görün beni” gayretine benziyordu.
“Bana Sayın Erbakan’ın hiç müdahalesi olmadı ama partimiz üzerinde bir ‘Erbakan vesayeti’ olduğuna dair kamuoyunda bir algı var. Kongremizde bu algıyı kaldıracağız. Hem söylem, hem kadro olarak!” diyordu. Geçen kongreden sonra MKYK’yı değiştiremediği için partide çok fazla bir şey yapamadığını iddia ediyordu. Defalarca Erbakan’ın kendisine bir müdahalede bulunmadığını söylüyordu. Ama buna rağmen Erbakan Hoca’ya “varlığın suç” muamelesi yapıyordu. Bir önceki seçimde Saadet Partisine oy vermiş insanların yüzde yetmişinin yeni seçmenler olduğunu belirtiyordu. Yani bırakın Erbakan Hocayı ve MKYK’yı parti tabanını bile değiştirdiğini vurguluyordu.
Kurtulmuş: “Türk siyasetine format atacağım, ilk atacağım format da Saadet Partisine olacak” diyordu. Format atmak; değiştirmek, eskiyi silerek yenilemek anlamına geliyordu. Ve bazıları hala anlamıyordu.
AKP, Sonuçta Erdoğan kampüsü olacağa benziyordu!
Milli Görüş çizgisinden ayrılan AKP'liler kendilerine model olarak Turgut Özal'ı ve O'nun partisi ANAP'ı seçiyordu! Turgut Özal ve ANAP'a büyük hayranlık duyduklarını her vesile ile ilan etmekten büyük zevk duyuluyordu! Peki, özendikleri ve hayranı oldukları ANAP bugün ne durumda bulunuyordu?
Bir dönemler Türkiye'de fırtınalar estiren ANAP'ın yerinde bugün yeller esiyordu!
Turgut Özal da bir dönem Milli Görüş çizgisinde siyaset yapmak istemiş ama başarılı olamamıştı! Daha sonra Milli Görüş ile arasında mesafe koyup liberal demokrat çizgiye yanaşmış ve bu defa başarılı(!) olup iktidara taşınmıştı! Ne var ki iktidar olmak ayakta kalmalarına yeterli olmamıştı! Yıkılıp tarihe karışmıştı! Bugün ANAP diye bir parti kalmamıştı! Bırakın ANAP diye bir siyasi partiyi bu partinin genel merkez binası bile elden çıkmıştı! Demokrat Parti ile birleşip siyasi varlıklarını korumak isteyenler genel merkez binalarına bile sahip çıkamamıştı! ANAP Genel Merkezi'nin duvarında bugün Demokrat Parti'nin "Turgut Özal kampüsü" yazılmıştı!
AKP’nin akibeti de bundan farklı olmayacaktı.
Milli Görüş'ün değerini bilin diyoruz! Ayakta kalmak istiyorsanız, hayatta kalmak istiyorsanız Milli Görüş'ten sapmayın diyoruz! Saparsanız ne mi olur? Ne olacak, yok olur gidersiniz ve adınız ancak bir duvara "Bilmem ne kampüsü" diye yazılırdı!”
Erbakan’ın siyasi mirasına konanlar, niye partinin borcuna sahip çıkmıyordu?
“Hoca’nın vakfı’ diye tanıtılan VATAN’a konuşan Kurtulmuş’un yakın kadrosu, yaşanan süreçle ilgili şu değerlendirmede bulunuyordu: “Kurtulmuş’un görev yaptığı iki yıldır ne tür zorluklar yaşadığımızı biz biliyoruz. Taban olayların farkında değil ama her türlü engellemelere rağmen bugünlere gelebildik. Ama artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Küçük hesaplar yapanlar düşünsün. İki yıldır Hoca’nın ekibini partinin hesaplarına karıştırmıyoruz. Genel Merkez binası için her ay Hoca’nın kurduğu vakfa 25 bin lira kira parası veriyoruz. Diğer harcamaları da kendi aramızda karşılıyoruz.”[10] diye sızlanıyordu. Oysa bunlar her nedense siyasi mirasına kondukları partinin borcuna sahip çıkmıyordu.
Haksız ve alakasız şekilde yargılandığı ‘Kayıp Trilyon’ davasında arkadaşlarıyla birlikte 12.5 milyon TL ödemeye mahkûm edilen ve karar düzeltme başvurusu da Yargıtay tarafından reddedilen Erbakan Hoca hapis tehdidiyle karşı karşıya bulunuyordu.
“Erbakan’ın, Hazine’ye olan borcunu ödemediği takdirde 3 aydan 3 yıla kadar hapse girmesi gündeme gelecek. AİHM’ye başvurması da borcun tahsilâtını ve bu süreci engellemeyecek” deniyordu.
Erbakan’ın avukatı Yaşar Gürkan, müvekkilinin tüm mal varlığı üzerinde 1999 yılından bu yana tedbir, yaklaşık 2 yıldan bu yana da haciz olduğunu söylüyordu. Gürkan, toplam ödenmesi gereken tazminatın 12.5 milyonu bulduğunu, bu paranın 3 milyonundan kararda adı geçen 73 eski RP’linin, 9 milyonluk bölümünden Erbakan ve Rıza Ulucak’ın sorumlu tutulduğunu belirtiyordu.
Avukatı “Mahkeme, Hazine zararından Sayın Erbakan ve Sayın Ulucak’ı müteselsilen sorumlu tuttu. Yargıtay karar düzeltme talebimizi reddetti ve iç hukuk yolları tükendi. AİHM’ye başvuru konusunu Sayın Erbakan’la değerlendireceğiz. Ödeme konusunda izleyeceği yolu ben bilemiyorum. Karar, objektif olarak doğruluktan uzaktır. Para konularında tek bir imzası bulunmamaktadır. Kendisi bir ağır ceza reisinin oğlu. Bu süreçte çok büyük hayal kırıklıklarına uğradı. CHP konusunda aynı yol izlenmedi. Anayasa Mahkemesi’ne gönderildi. Anayasa Mahkemesi, ilgililer hakkında suç duyusunda bulundu ve o miktarlar kadar zimmet çıkarıldı. Bu miktarda ceza görülmüş şey değildir” diyerek bu hukuk skandalını deşifre ediyordu.
Maliye, dava sürecinde 75 eski RP’li hakkında icra işlemi yapmıştı. Erbakan’ın Altınoluk’taki yazlığı, Ankara ve İstanbul’daki üç evi ve Balıkesir’deki gayrimenkullerinin üzerine haciz konulmuştu.
[1] Buhari İbni Abbas’tan rivayet ediyor.
[2] Enfal:9
[3] Bak; haber7.com / 17.07.2010 / Deniz Güçer röpörtajı
[4] Zaman / 21 07 2010
[5] Hürriyet – 17.07.2010
[6] Milliyet, 18.07.2010
[7] Tevbe: 13-14-15-16
[8] Milli Gazete 13 Temmuz 2010 Başyazı
[9] 13 Temmuz 2010 Milli Gazete
[10] Gerçek Gündem13 Temmuz, 2010
Bu yazarin diger makaleleri
< Önceki | Sonraki > |
---|