Reklam
Reklam
Reklam

İMAN CANLIDIR VE FİDAN GİBİ BAKIMA MUHTAÇTIR

Kullanıcı Değerlendirmesi: / 5
ZayıfMükemmel 

 

İMAN CANLIDIR VE FİDAN GİBİ BAKIMA MUHTAÇTIR

        

İman, hayali bir kavram ve taklidi bir kuram değil, bizzat hakikattir. Kıymetli elmas gibi saklanan cansız bir varlık değil, aynen insan gibi canlıdır. Her insanın hayatını sürdürmesi için havaya, suya ve gıdaya ihtiyaç duyduğu gibi, imanın da ilim ve ibadet gibi ruhi besinlere ve farklı manevi lezzet ve vitaminlere ihtiyacı vardır. Kalbi marazlar ve günahlar gibi mikroplardan korunmayan ve bağışıklık sistemi kurulmayan iman, bir bebek gibi hastalanacak ve ölümden kurtulamayacaktır.

İman, bize atadan babadan miras kalan, gölgesinden ve fıstık yemişinden yararlanılan yüzlerce yıllık bir çam veya çınar ağacı gibi değil, her an korunup bakılması ve boy atması için her tedbirin alınması gereken bir emanet fidan konumundadır. Maalesef pek çok insanların imanı, sadece plastikten yapılma yılbaşı çamları gibi, cansız bir süs ağacıdır.

Oysa gerçek iman; Allah’ın vahdet ve kudretini İKRAR, O’nun vaadine ve inayetine İTİMAT ve Kur’an’ın hükmüne, Resulüllah’ın sünnetine ve sistemine İNKİYAT (kayıtsız, şartsız İslam’a teslim olmak)la olgunlaşır. Avrupa’yı barınak, Amerika’yı sığınak tutanların, Yahudi ve Hristiyanlara uşaklığı gözü açıklık sayanların, imanları kuru bir zan ve kof bir oyalanmadır.

İslam; aklı kirleten ve vicdanı körelten şahsi günahları, kanunlarla yasaklayıcı ve cezalandırıcı tedbirler almamış, bunları uhrevi sorumluluk olarak ahirete bırakmış; ancak toplum huzurunu ve kamu hukukunu ilgilendiren konularda sınırlama ve yasaklama getirip uygun cezalarla caydırmayı amaçlamıştır. Fıkhın konularının başında, “helal”, “haram”, “emir” ve “nehiy/yasak” gelir ve bunların her biri diğerinden hüküm olarak farklıdır.

“HELAL VE HARAM” dini öğretim ve vicdani disiplin çerçevesindedir, özel hukuku ilgilendirir, şahsi tercih ve terbiye meselesidir, tarikatların ve tasavvufi eğitim sahasına girmektedir. Dinimizde helal ve haramlardan dolayı dünyevi yaptırım öngörülmemiştir. Kişiler bunların karşılığında öte dünyada hesap vereceğine, ceza veya mükâfat göreceğine inanıp, ona göre hareket edecektir. Kişi helalleri tercih edip haramlardan kaçınarak hem vicdani mutluluğu ve dinginliği yakalar, hem de toplumla uyumlu birey hâline gelir. Tarikatlar, tekkeler, rehabilitasyon ve meditasyon merkezleri, sanat ve sosyal amaçlı dernekler ve benzeri kuruluşlar; fertleri daha iyi, daha bilinçli ve verimli insan yapmak, daha güzel davranışlar kazandırmak için uğraşırlar. Her birinin kendisine özgü metodu vardır. Tarikat, kelime manası olarak “tek şeritli yol” demektir. Helal ve haramların anlatılması, kişilerin eğitilmesi, yetiştirilmesi ve geliştirilmesi tamamen dini ve ahlâki kuruluşlarca, serbest ortamda ve hayırda yarış anlayışıyla yapılır. Bunları yapan kuruluşlara bütçelerden üyeleri oranında pay ayrılır. Genel hukuka ve ahlâka aykırı olmadıkça her kurum kendi usulü ile üyelerini eğitip, yetiştirmeye çalışır. Sonunda hangi grubun üyeleri daha az suç işlemişse o grup daha başarılı olmuş sayılır.

“EMİR VE NEHİY/YASAK” ise kamu düzenini ilgilendirir ve şeriatın (hukukun) konusu içindedir. Emirlerden ve yasaklardan dolayı kişiler menfaat veya zarar görecektir. Bu zararlı fiillerin karşılıkları yasalarla düzenlenir. Şeriat, çok şeritli yol demektir. Gidiş yönü aynı olarak birden çok şerit seçeneği vardır. Buna bugün “çok hukukluluk veya çoğulculuk” denmektedir. İnsanlar çok farklı yaratılışta olduklarından, herkesin kendi dinine ve düşüncesine uygun bir çevrede yaşayabilmesi için “kamu hukuku” en küçük siyasi birim olan “BUCAKLARDA-NAHİYELERDE” çevresel ve yöresel geleneklere ve özel gereksinimlere uygun düzenlenip disiplinize edilebilir.

Konunun anlaşılması ve güncel olması bakımından içki konusunu örnek alalım: İçki içmek haramdır ve günahtır. Yalnız Müslüman değil, içen ve alışkanlık haline getiren herkes için zararlıdır. Bu nedenle içkinin reklam edilip özendirilmesi elbette yanlış ve sakıncalıdır ve devlet gerekli tedbirleri almalıdır. Ancak içki kullananı değil, sarhoş olup kamu düzenini bozanı engelleyici kanuni düzenlemeler yapılmalıdır. Çünkü; kişinin “günah işleme serbestliği” imtihan sırrının ve doğal hayatın gereğidir. Kişi günah işleyemez hâle getirilemez. Günahı işleyip işlememek tamamen kendi tercihine ve vicdani kanaatine bırakılmıştır. Ancak sarhoş olmak ve kendisini kontrol edemez durumda toplum içine karışmak ise “yasaktır”. Çünkü sarhoş olmak, insanın ayılıncaya kadar (Kur’an bunu “ne dediğinizi bilecek kadar” diye tarif etmektedir) toplumsal faaliyetlerdeki ehliyetini kısıtlar. Sarhoş insan topluluğa karışamaz, karışırsa hukuki cezayı mültezimdir. İçki içene ceza verilemez, ama sarhoş olup topluluğun içine karışana ceza verilir. Böyle kişilerin fiillerinde ve sözlerinde güven ve denge yitirilecektir, zira alkolün etkisiyle sarhoş vaziyettedir. Ayılıncaya kadar ekonomik ve sosyal faaliyet yapmasına müsaade edilemez, çünkü dönüşü olmayan zararlara yol açabilir. Bu sebeple şeriata göre içkinin içilmesi ahlâki ve vicdani eğitim çerçevesindedir; ancak sarhoşlukla ilgili cezai müeyyideler getirilebilir.

Ayrıca İslam hukukunda “ekseriyet sistemi” de geçersizdir. Kur’an “...sen insanların ekseriyetine uysaydın sapıtırdın/onlar seni saptırırdı...” diyerek, ekseriyetin doğruluk ve uygunluk ölçüsü de olamayacağını belirtmiştir. Bu nedenle güdümlü demokrasi ve hile rejimi ile çoğunluğun bir partinin peşine düşürülmesi “hakikatin tezahür ve tecellisi” anlamına gelmemektedir.

Şayet (Hakka ve hayra değil de kalabalıklara) yeryüzündekilerin (veya bulunduğunuz ülkedekilerin şuursuz) çoğunluğuna uyacak olursan, Seni Allah’ın yolundan şaşırtıp saptırırlar. (Çünkü kalabalıklar) Onlar ancak (nefsi hevâlarına,) zan ve kuruntularına uymaktadırlar; ve (Kur’an’ı ölçü almayan kalabalıklar) sadece zan ve tahminle yalan uydurmaktadırlar. (En’am: 116)

Çünkü:

“İnsanların çoğunluğu iman edici değildir.” (Bakara: 100)

“Çoğunluğun fasıklar olması nedeniyle (mü’minlerden ve hakkı söyleyenlerden) hoşlanmayan kimselerdir.” (Maide: 59)

“Onların çoğu akıl erdirmez (ve vicdanına göre hareket etmez) kesimlerdir.” (Maide: 103)

“Onların çoğu cahillik etmektedir.” (En’am: 111)

“İnsanların çoğunluğu Hakkı kerih görmekte (bâtıla yönelmektedir).” (Mü’minun: 70)

“İnsanların çoğu, şükür yerine (nankörlüğe) meyillidir.” (Mü’min: 61)

Bu arada; “ittifak” ekseriyetten farklıdır; çünkü ilim ve irfan erbabının ittifakı “icma”dır, yani uyulması gereken “doğru”lardır. Hâlbuki ekseriyetin aynı görüşte olması, onların doğru olduklarının delili sayılmamaktadır.

GDO’lu İman.

İnsan vücudunun; onun doğal ihtiyaçları olan beslenme ve bakıma, psikolojik sağlığını korumaya ve her türlü hastalık mikrobuna karşı bağışıklık sistemini devamlı devreye sokmaya ihtiyacı vardır. İmanın da aynı insan vücudu gibi günlük beslenip bakılması, psikolojisinin ve sağlığının devamı için korunması lazımdır.

İnsan canlı bir varlıktır ve varlığını devam ettirmesi için gıdaya ihtiyacı vardır. Bunun yanında aldığı gıdaların sağlığını bozmamasına dikkat etmesi şarttır. Yine insanın psikolojisinin sağlıklı olması için stresten uzak durması lazımdır, bu nedenle morale ihtiyacı vardır. Tüm bunun yanında insan vücudunda onu hastalıklardan korumak için çalışan “T” (Timus) hücrelerinden oluşan bağışıklık sistemi vardır. Bu sistemin çalışmaması halinde insanın sağlıklı kalması veya hastalıktan kurtulması imkânsızdır. Genel ve temel bir bakış açısıyla insanın canlı kalabilmesi için; a- Beslenmeye (gıdaya), b- Sağlam psikolojiye (morale), c- Sağlıklı kalması için de bağışıklık sistemine ihtiyacı vardır.

Anlatmak istediğimiz; vücudun ihtiyaçları ile imanın ihtiyaçları birebir aynıdır, her ikisinin de ihmali bizi zorda bırakır. Hissettikleri de aynıdır; iman da insan gibi zayıf düşer, hasta olur, morali bozulur ve strese girer, bakıma ve korunmaya muhtaçtır. Ayrıca insan, sürekli dış dünya ile; bakılacak, tadılacak, içilecek, koklanacak, dokunulacak, duyulacak sebepler sonucunda; zevk, lezzet, sevinç, üzüntü, korku, sevgi gibi hisleriyle tepki vereceği olaylarla her an karşılaşıp durmaktadır. Sonra ne yapacağı konusunda karar verip, bir müdahale ve mücadele işini bedeni (fiziki) ve imani (metafiziki) aynı anda bir bütün olarak yürütmeye başlamaktadır. Sonuçlarının etkilerini her ikisi de aynı anda duymaktadır; yani her ikisi de ya sağlıklı ve huzurludur veya her ikisi de sağlıksız ve mutsuz olmaktadır. Çünkü bu dünyanın nimeti “gönül huzuru ve rahatlığıdır”. “Yarabbi bana hem bu dünyada (vücut sağlığını, ihtiyaçlarımın karşılanmasını ve iman sağlamlığını) hem öbür dünyada ise, (cennet hayatını ve huzuruna erişme bahtiyarlığını) ver” duası; samimi ve tabii (organik) bir imanın, bize bu dünyada şuur ve onur, ahirette ise sonsuz nur ve huzur kazandırmaya yönelik yapılmalıdır.

GDO Nedir?

Bir canlının genetik özellikleri kopyalanarak, bu özellikleri taşımayan başka bir canlıya aktarılması sonucunda üretilen yeni canlıya "Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO)" denilmektedir. Dünyayı açlıktan kurtarmak bahanesiyle tarım üretiminin çoğaltılması gerektiğini savunmanın, bunu da fazla ekerek değil, bir bitkinin yıllık verimini kat be kat arttırmak şeklinde doğal olmayan yollardan sağlayarak yapmanın adına GDO çalışmaları ismi verilmektedir. Daha ziyade bitkilerde (meyve-sebze) denenmektedir ve bugün ülkemizde kısmen yasak olmasına rağmen GDO’lu bitki ve meyve üretilmektedir. Hayvanlara gelince yine kapitalist mantıkla hareket ettikleri için halkın genel tüketim maddeleri (tavuk-koyun vb.) hayvanlar üzerinde de bu GDO’lu yemleri kullandıkları görülmektedir. Bunun yanında üretilen yiyeceklerin kendini koruması (çürümemesi-ezilmemesi) ve dayanıklı olması için de GDO oynaması gündeme gelmektedir. Bu yüzden GDO; görüntü (fiziksel) değişikliğinin pek farkına varılmayan, bilinen orijinal tadı ve kokusu da olmayan, yediğimizde almamız gereken gıdaları da barındırmayan, ancak bünyemize zararı dokunan bir uygulamadır. Bu yüzden bunları tüketenler tat ve gıda almayı bırakın, hastalıktan kurtulamamaktadır. Ama bunu üreten ve ticaretini yapanlar kazançlarını en az 5-10 katına çıkarmaktadır. Bu GDO’yu üretici açısından teşvik etmek sağlıksız bir yaklaşımdır. Asıl amaç; bu ürünlerle halkın vücudunun hücre dokusunu bozmak ve bunun sonucunda insanın DNA profilini tahrip edip özüne yabancılaştırmaktır. Kısaca uzun vadeli ve yıllara yayılan biyolojik gizli ve kirli bir savaş yöntemi uygulanmaktadır.

Bu arada GDO’suz üretilen doğal ürünlere de “Organik” ürün diyoruz. Bu ürünlerin kokusu, tadı, besini bildiğimiz gibi yararlı ve zararsızdır. Bugün organik ürünlerden tüketmek lüks sayılmaktadır, bulmak ise oldukça zorlaşmıştır. Aynen samimi ve sadık mü’minler gibi… Organik ürünler, GDO’lu ürünlere göre daha pahalıdır, çünkü az bulunmaktadır. Ayrıca GDO’lu ürünleri organik diye satanlar da çıkmaktadır, din istismarı yapan münafıklar gibi… GDO’lu yani dışı hoş içi boş, görünüşte yararlı gerçekte zararlı iman taşıyanlar, ilk bakışta iyi ve sağlam adam sanılsa da, gerçekte kof ve boş adamlardır.

İnsan bedeninin iki temel besin kaynağı SU ve EKMEK’tir.

“SU”yun insana faydalarından birkaç örnek verelim: Kanı sulandırır ve dolaşım sırasında pıhtılaşmasını önler. Hücre yapısındaki maddeleri birbirine bağlayan bir yapıştırıcıdır. DNA hasarını önler ve onarım mekanizmalarının daha iyi çalışmasına yardımcı olur, böylece üretilen anormal DNA sayısı azalır. Bağışıklık sisteminin (bütün mekanizmalarının) merkezi olan kemik iliğinde, bu sistemi kanser de dahil olmak üzere, çeşitli hastalıklara karşı güçlendirir. Bütün besinlerin, vitamin ve minerallerin temel çözücüsüdür. Vücutta besinleri küçük parçalara ayırır. Besinlere enerji verir ve parçalanan besinler sindirim sırasında bu enerjiyi vücuda aktarır. Susuz yenen yemeğin vücut için hiçbir enerji değeri yoktur. Bunlara ilave olarak da, "Canlı olan her şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmıyorlar mı?" (Enbiya, 30) ayeti suyun önemine dikkatimizi çekmiştir.

Ekmek ise: Yapısında demir bulunduğundan kan yapar. Kansızlığa karşı ilaçtır. Kemiklerin büyümesini sağlayan kalsiyum ekmekte bol miktarda bulunur. Organizma için çok gerekli bir madensel tuz olan fosfor ekmekte de bulunur. B vitamini sayesinde zihinsel yorgunlukları da giderir. İçeriğindeki kompleks karbonhidratlarla kan şekerini dengede tutar.

Ahmet Hocamız; Elazığ’da Rahmetli Haydar Baba Hazretlerinin nefsi terbiye ve terakki usulünde “Çile; camide 40 gün ve yiyecek olarak sadece su+ekmek” ile yapıldığını anlatmış ve ilaveten “bir insan sadece su ve ekmekle yaşayabilir ve vücudunun temel gıda ihtiyacını karşılayabilir” demişti.

İman için gerekli temel besinler

Demek ki, insan için ekmek ve su, değişmez ve gerekli besin kaynağıdır. Peki İMAN’ın değişmez ve gerekli besin kaynağı nedir dersek; “Dinimizin direği namaz, zirvesi Cihat”tan yola çıkarak, SU yerine CİHAT, ekmek yerine NAMAZ, diyebiliriz.

Bir Psikolojik Sıkıntı Olan Stresin; İmana Zararı

Günümüzde stresin birçok sağlık problemine yol açtığı bilinmektedir. Stres anında beyinden vücuda “savaş” ya da “kaç” mesajı gelir. Bu sırada kalp daha fazla enerji üretmek için kanı daha hızlı pompalamaya ve daha hızlı atmaya girişir. Oksijen miktarını arttırmak için solunum hızı artar ve kan damarları genişler. Dalak daha çok kan üretir ve karaciğer de kana daha fazla glikoz (şeker) üretir. Sindirim hızı yavaşlar. Baş ağrısı, nefes darlığı, hazımsızlık ve yutkunma zorluğu ortaya çıkar. Mide bulantısı ve iştah kaybı dolayısıyla da kilo kaybı ortaya çıkar. Vücut direnci düşer ve sık sık soğuk algınlığına yakalanır. Bunların dışında vücutta tuz tutulmaya başlanır. Böylece tansiyon gerektiğinden fazla yükseltiliyor. Tansiyonun artması kalbin yorulmasına neden olur. Vücut direncini arttırmak için stres hormonu (kortizol) salgılamaya başlar. Enerji sağlamak için yağ harcandığından kandaki kolesterol ve yağ miktarı artmaya başlar. Bu da kalp damar hastalıklarının oluşumuna zemin hazırlar.

Gereksiz stres zihinsel ve fiziksel gücümüzü azaltır. Hayata negatif yönüyle bakar, karamsar bir ruh hali alırız. Olumlu stres ise, amaca ulaşırken kendi potansiyelimizi kullanmamızı ve bu doyumu hissetmemizi sağlar. Bu yüzden kendimiz için yoğun ve uzun olmamak koşuluyla bir miktar strese ihtiyacımız vardır.[1] Bu durum insanı ümit ve korku arası bir ruh haline sokar ki, bu durum ifrat ve tefrit arasındaki “ihtina’s sırâte’l müstakim” denilen orta yoldur.

Stres, vücudun ihtiyaç duyarak aldığı gıdaları (ekmek ve suyu vb.) boşa çıkarma gibi bir işlev de yapar. Vücudun dengesini tamamen bozar. Bu haldeki birine yapılan müdahale genelde yeşil reçete ile satılan uyuşturucu haplardır. Bir psikolog arkadaşın bu konudaki yaklaşımı şöyleydi: “Biz Müslümanlar kadere olan inancımız sayesinde bu stresle başa çıkıyoruz. Ama bu konudaki başarı kişinin imanı ve Allah’a olan itimadı oranındadır” demişti. Yani; Allah’a olan güven ve itimat, kader ve taksimatına olan teslimiyet ne kadar çok olursa, o kadar az stres, ne kadar az olursa, o kadar çok stres yaşamaktadır.

İmanın savunma sistemi “VİCDAN” ve “AKIL”dır.

Vicdan; Kur’an’da “Şems Suresi’nde” bildirildiğine göre (İnsan olarak yaratılan her) Nefse ve ona ‘bir düzen içinde biçim verene.’ Sonra da (her nefse) fücurunu (kötülüklerini) ve takvasını (küfür ve kötülükten sakınma çarelerini) ilham edip (öğreten yüce Rabbe yemin olsun ki). Onu (nefsinin kötü arzu ve alışkanlıklarını) temizleyip terbiye eden felaha erişmiştir. Ve onu (nefsini ve kötülüklerini) sarıp örten (kirli niyetini ve mel’ânetini gizleyip riyakârlık eden ve kendini günah kirlerine gömen) de yıkıma (fitneye ve felakete) sürüklenmiştir.” (Şems Suresi, 7-10) Evet, nefsin ve şeytanın kötü istek ve telkinlerine karşı daima kötülükten sakınıp iyiliği emreden vicdana ilham verenin Allah olduğunu bildirmektedir. Vicdanın en önemli bir özelliği tüm insanlarda ortak olmasıdır. Yani bir insanın vicdanına göre doğru - güzel - iyi - adil ve hak olan, aynı koşullar söz konusu olduğu sürece diğer insanların vicdanları için de geçerlidir. Vicdanlar hiçbir zaman çatışmaz. Çünkü Allah, her insana; iman ışığında vicdanı aracılığı ile Kendisinin hoşnut ve razı olacağı en doğru ve en güzel tavırları bildirmektedir.

Vicdan; her insana güzel olan tavrı ve taraftarlığı, aklı ise; sağlıklı muhakeme ve mukayesede bulunmasını, doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırmasını sağlamaktadır.

Akıl, muhakeme ve mukayesesini İslam’a göre yaparsa isabetli karar vermiş olacaktır. Çünkü, her şeyin (uzunluk metre, ağırlık kilo gibi) bir ölçme ve değerlendirme birimi vardır. Öyleyse akıl, muhakeme ve mukayese yapıp; iyi, güzel, adil, faydalı yönde bir karar verecekse, bu kararlarının ölçü birimi Kur’an ve Sünnet olarak İslam olmalıdır. Benzetme yaparsak: Vicdan savunma sistemi merkezi “T” hücresi (kesin teşhis), Akıl ise; antikor (T hücresi destekli yetenek) gibi çalışır.

Vicdan ve akıl beraber hareket ederler ve imanımızı hasta etmeye ve sağlıksız bırakmaya uğraşan şeytan ve nefsimizin telkin ve tekliflerine karşı savunurlar. Bunların (nefis-şeytan) başarısız oldukları her telkinler, vicdan ve akıl tarafından kopyalanır ve hafızaya atılır. (Savunma sisteminde olduğu gibi, mücadeleyi tekrar anında daha çabuk yapmak için) Vicdan ve aklın hafızaya attıkları her başarı kişinin imanının ve aklının olgunlaşmasına yarayacaktır.

İmanın ve ahlâkın gizli virüsleri: Medya tahribi ve Subliminal taktiği!

“Subliminal mesaj”; beş duyunun sezemeyeceği sinsilik ve gizlilikle, resimler, karikatürler, imgeler ve afişler gibi objelere yerleştirilen, bilinçaltını etkileme ve yönlendirme tekniğidir. Reklamlardan çizgi filmlere, animasyonlardan çocuk dizilerine kadar, bir sürü Siyonist ve satanist işaretler ve masonik simgeler beyinlere işlenerek ahlâki ve manevi tahribat sürdürülmektedir. Böylece şeytani çevreler açıkça reklamını yapamadıkları kirli kurgularını ve dejenerasyon planlarını insanların bilinçaltına şırınga etmekte ve toplumları psikolojik işgale hazır hale getirmektedir. İnsan beyninin “sağ lop-sol lop” olarak iki parçadan meydana geldiği; sol lop’un düzenli bilgileri ve prensipleri hıfzedip kaydettiği, sağ lop’un ise karmaşık hisleri ve bilinçaltı birikimleri depo ettiği bilinmektedir. İşte marazlı medya manipülasyonları ve subliminal mesajları insanların sağ lopunu, yani bilinçaltını etkileyip, sonra beynine ve bilincine hükmetmeyi hedeflemiştir.

Siyonist önderlerin: “Medya kuruluşlarının elimizde, para piyasasının ve faizci bankaların güdümümüzde olduğu her sistem ve ülke bizim hizmetçimizdir!” sözleri tam bir gerçeğin ifadesidir. Gazeteler sadece beyni, radyolar beyni ve kulağı etkilerken, artık televizyon ve internet hem beyni, hem kulağı, hem de gözü etkilemekte ve rahmetli Erbakan’ın tespitiyle, narkozlanıp uyuşturulan kalabalıklar, küresel düzenin demokrat köleleri haline getirilmektedir. Artık böyle ülkede “özgür irade, hür tercih ve demokratik seçim” gibi kavramlar asli özelliğini yitirmekte, sömürü baronlarının manipülasyon aracına dönüşmektedir. Televizyonların kumanda aletleri insanların esaret zinciri haline gelmektedir. Hatta güya dini ve tasavvufi programlar bile, bu kapitalist ve materyalist zehirleri pazarlama ambalajı olarak ekrana sürülmektedir.

Kemal Sunal’ın Şaban tiplemesi üzerinden toplumun yozlaştırılması

“Kemal Sunal,” filmlerinde canlandırdığı “İnek Şaban” tiplemesi bile kasıtlı bir tahribattır. Yıllardan beri televizyonlarda gösterilen “İnek Şaban” tiplemesi nedeniyle insanların artık çocuklarına “Şaban ismini” koymadıklarını, koyanların da değiştirme yoluna gittikleri ortaya çıkmıştır. Çünkü “Şaban adının” Türkiye’de artık aptal, seviyesiz ve patavatsız sıfatlarının hepsini içine alan bir “lakap” haline getirildiği açıktır. Belki de rahmetli “Kemal Sunal’ın kendisinin Şaban tiplemesinden” çoğu kez bilmeden bu rolleri aldığını ve “komiklik adına” yaptığını düşünmek lazımdır.

Ancak bu tür filmlerin, “toplumu ve insanları yozlaştırma projeleri olduğu” unutulmamalıdır.

Toplumda olup biten bu tür olaylar tesadüfî sanılmamalıdır. “Toplum mühendisliği” olarak adlandırdığımız bu organizenin içinde sosyologlar, psikologlar, tarihçiler ve bir sürü “akîl insanlar” yer almaktadır. Yılmadan, usanmadan büyük araştırmalar ve deneyimler sonucunda, her olay ölçülüyor, biçiliyor, en tabii, en sempatik ve en cazibeli bir şekilde hayata geçiriliyor. Bunun için de “sinema, tiyatro, müzik ve diğer sanat dallarıyla” bu projeler uygulanıyor. “Türk Sinemasında,” toplumun “din ve iman” imajını değiştirebilmek için yıllardan beri “imam tiplemesi”ni kimler uydurmuşlardı? Cenazenin önünde yürüyen, tipsiz, sevimsiz, paspal kıyafetli, saçı sakalı birbirine karışmış, yakası kirli “Hoca tiplemeleri” tesadüfen mi ortaya çıkmıştı? Batı taklitçisi zihniyetin temsilcilerini ve takipçilerini “sempatik” hale getirebilmek için onun karşısında çıkarcı, sahtekâr, üfürükçü, fitne fesat çıkaran zalim hacılar veya hocalar çıkararak yıllarca “din düşmanlığı” yapılmıştı.[2]

Türkiye İstatistik Kurumu’nun Aralık 2012 tarihli tespitlerine göre, 75.627.386 olan Türkiye nüfusunun 18.862.319’u 15-29 yaş grubunda yer almaktadır. Bu rakamlar dikkate alındığında mevcut Türkiye nüfusunun %24,94’ünün gençlerden oluştuğu anlaşılmaktadır. Görüldüğü gibi Türkiye, dünyada en genç nüfusa sahip olan ülkelerin başında gelir. Bu genç nüfus iyi değerlendirilse, aslında Türkiye’nin stratejik gücü sayılmalıdır. Gençlik, genel olarak, çok dinamik olup toplumsal değişimlerden, sorunlardan ve bunalımlardan en çok etkilenen kesimi konumundadır. Evet gençlik, düşmanın beşinci kol faaliyetlerinin boy hedefi yapılmaktadır. Gençler, Küresel büyük oyunun hem gönüllü figüranları, hem de kurbanları olarak seçilmekte ve kimlik bunalımına düşürülen gençlik, bir sosyal şizofreni yaşamaktadır. Bu genel ortak özelliğin yanı sıra farklı gençlik kesimleri, şiddet, madde bağımlılığı, yabancılaşma, teröre bulaşma, sefahat âlemine dalma, fuhuş, hırsızlık, pornoculuk gibi sorunlara kaydırılmaktadır.

Subliminal Mesaj bir nevi bilinçaltını etkileme metotlarıdır. Görüntülerin ya da seslerin içinde, normalde görünmeyecek kadar ayrıntıda olan, fakat bilinçaltımızın bu ayrıntıyı atlamadığı mesajlardır. İnsanoğlu bazı şeyleri arzulamakta ve bu şeyler aklına mantığına uymadığı halde yine de ona ilgi duymaktadır. Örneğin yarın çok önemli bir sınavı olan insan, son yirmi dört saat içindeki en önemli hazırlığı bu sınav olması gerekirken, oldukça anlamsız ve yararsız işlerle uğraşması, bu bilinçaltı dürtülerin sonuçlarıdır. İnsanlar farkında olmadan sürekli dış telkinlere muhataptır. Bize, aslında hiç özümüzde olmayan şeyler aşılanmakta ve beyin yıkama yoluyla insan uzaktan yönlendirilen robotlara çevrilmeye çalışılmaktadır.

İslam’da nefis terbiyesi ve tezkiye dediğimiz olay bu bilinçaltını temizlemeyi andırır. Mesela cinsellik, subliminal mesajın bir numarasıdır. Hiç bilmiyorsa bile herhangi bir video sitesinde dolaşan insan bu tahrikle karşılaşacaktır. Asıl mesele bunun farkında olmak ve o tuzağa kapılmamaktır. Allah korkusu, günahtan sakınma duygusu ve insanlık onurunu koruma olgusu en önemli silahımızdır. Şeytanla mücadele etmenin, en iyi yolu inatlaşmaktır. İradesiz insan, şirazesiz (dengesiz ve disiplinsiz) bir hayvan halini alacaktır.

Subliminal mesaj veya bilinçaltı mesaj, başka bir objenin içine gömülü olan bir işaret ya da mesajdır ve normal insan algısı limitlerinin altında kalmak, o anda farkına varılmamak üzere tasarlanmıştır. Subliminal teknikler reklamcılık ve propaganda alanlarında sıklıkla kullanılmaktadır. Dizilerde veya filmlerde karakterlerin içtiği içecek markaları, kıyafet tasarımları, konuşmalarındaki satır araları subliminal mesajlarla doldurulmaktadır. Marka ve ürünlerin pazarlamasından toplumun ilgi, ihtiyaç ve algısını değiştirmeye kadar birçok konuda kullanılmaktadır. Bir kişiyi, kurumu ya da ürünü kötü göstermek için o şey ile kötü olan bir nesnenin aynı temada işlenmesi subliminal mesajın en yaygın kullanıldığı alandır. Şu ana kadar yapılan çalışmalar neticesinde en bilinçli ve defansif kişiler bile bu mesajları ilk bakışta %100 olarak çözmeyi başaramamakta, bu da toplumlarımızı, yönlendirmeli reklamlara karşı savunmasız bırakmaktadır.

Özetle subliminal (bilinçaltı) mesaj, televizyon, reklam, sinema, müzik ve çizgi film gibi birçok alanda maruz kalınan ve biz farkında olmadan bilinçaltını etkileyip esir alan gizli mesajlar olarak tanımlanır. ‘Sub’ zaten kelime anlamı itibariyle “alttan akan, gizli dokunan” manasındadır. Subliminal mesajlar insan kulağının duyamayacağı belli bir duyum eşiğine belli bir frekansa getirilmiş telkinler taşımaktadır. Bunlar görsel de olabiliyor, işitsel de olabiliyor. Yani bu subliminal mesajlar görüntü, ses, elektrik, koku, dokunma gibi birçok yolla bilinçaltına gönderilebiliyor. Aslında bilincimize muhatap olan verilere karşı yani farkındalık alanımız dahilindeki telkinlere karşı, bizler savunmaya geçebiliriz. Yani dışarıdan tehdit edici bir telkin karşısında hemen iç verilerimizi kapatırız ve onun karşısında durabiliriz. Fakat bunlar gizli olduğu zaman, farkında olmadığımız noktada daha zarar verici daha tahrip gücü yüksek oluyor. Tıpkı normal bir su diyorsunuz ama suyun içine zehir katılmış gibi düşünün. Suyun tadını, kokusunu, rengini fark etmiyorsunuz ama belli bir seviyeye geldikten sonra o, artık vücut için zararlı bir hale geliyor. Telkinler de aynı şekilde… Açık telkinlerde siz onunla güreşiyorsunuz ama bu gizli olduğu vakit bilgi sonsuz bir alana akıyor. Aslında bilinç dar bir alan. Bilincimiz bir saniyede iki bin bit bilgiyi alabiliyor. Fakat bilinçaltı dört yüz milyar bit bilgiyi işleyebiliyor.

Acaba bilinçaltını biz mi etkiliyoruz yoksa bilinçaltı mı bilinci etkiliyor? Aslında ikisi birbirinden ayrılmaz bir bütünlük arz ediyor. Bilinçaltı ve bilinç ikisi birbiriyle etkileşim içerisinde bulunmaktadır. Mutlak olan tekliktir, ikisinin birliğidir, bunları birbirinden ayrı düşünmemek lazımdır. Ama ne oluyor; alt boyut üst boyuttan hep etkilenir, üst boyut alt boyutu etkiler. Fakat bilinçaltının burada gücü şu anlamda yadsınamaz; o daha ziyadesiyle geçmiş bilince ait olduğu için yeni olmadığı için gücü daha fazladır.

Bu nedenle, sürekli Kur’ani kavram ve kuralları, Nebevi metot ve mesajları, İlahi kader programlarını ve imtihan sırrını düşünüp ona göre davranan, zikrullah, fikrullah ve şükrullahla meşgul olan bir insan; şeytani tekliflere, nefsani telkinlere ve hayvani dürtülere karşı daha uyanık ve dayanıklıdır.

En Büyük Gerçek Allah’tır ve İman Huzurun Anahtarıdır

Bugün Kâinatın nominal yaşı hesaplanabilmektedir. a) Kâinat ışık hızıyla büyümektedir. Çapını ölçebiliyoruz. Yaşını buradan hesaplayabiliriz. b) Kâinatta entropi büyümektedir, yani soğumaktadır. Bugünkü ortalama sıcaklığı kâinatın yaşını verir. c) Güneş, ışığını yaymakta ve tüketmektedir. Şimdiye kadar yaktığı hidrojen miktarı ile Güneş’in ömrünü hesaplayabiliriz. d) Yeryüzündeki taş parçalarının ömürlerini radyoaktifliği ile bilmekteyiz. O halde yeryüzünün ömrünü bilebiliriz. Bu yollarla ölçülmüş ve 13,7 milyar bulunmuştur. Kalan ömrün hesabını da bunlara göre bu verilere dayanarak yapabiliriz. a) Galaksiler birbirinden uzaklaşmaktadır. Birbirinin ışığını almadıkları zaman iç basınç artacak ve yıldızlar kara deliğe düşeceklerdir. b) Galaksideki sürtünme kuvvetleri yıldızları birbirine yaklaştırmaktadır. Belli miktarda yaklaşınca hız artacak, sürtünme artacak, yıldızlar döküleceklerdir. c) Entropinin büyümesi etkisiz hâle geldiği zaman kıyamet zamanı hazır olmuştur. d) Kâinatın çapı dört boyutlu küre yüzeyinde büyümektedir. Bir gün küçülmeye başlayacaktır. O zaman da başka bir âleme geçmiş olacağız. Bu verilere dayanarak kıyametin olma zamanı hesaplanır ama bu nominal ömürdür. Çok önce de kıyamet olabilir, hesapladığımız günlerden de ileri gidebilir... Müsbet ilimleri ve sosyal ilimleri ne kadar çok bilirsek Kur’an’ı o kadar daha kolay anlar hâle geliriz. Yapacağımız tek şey vardır, beşikten mezara kadar öğrenmek ve öğretmek, böylece uygarlaşmaya katkıda bulunmaktır. Ahirete gittiğimiz zaman, yaptıklarımız kadar öğrendiklerimiz ve öğrettiklerimizle de sorumlu olacağız...

“Aslında her insan için kıyamet kendi ölümüdür.”

Bugün yaşayan insanların yaptıkları filme alınmaktadır. Dört boyutlu uzay ise bu filmin canlı olanıdır. Ne var ki bu film günah ve sevabı anlatmaz. Her hareketin takdir edilmesi gerekmektedir. Yani değerlendirilip borç ve alacak sütunlarında yazılacaktır. Bunun için her insan için dünyada görevlendirilmiş melekler vardır. Biri takdir ederek günahları yazar, diğeri de takdir ederek sevapları yazar. Bunlar hakemdirler. Biri savcı, biri de kişinin avukatı durumundadır. Bir fark var. Bunlar eşit seviyede görevlilerdir. Bunların başlarında bir melek vardır. İhtilafa düştükleri zaman baş meleğin dediği kaydedilir. Böylece ahirete gelindiği zaman insanın bu hesap defteri eline verilecektir. Buradaki ifadeden öğreniyoruz ki yapılanlar madde madde okunacak yani yazılı defterin yanında sözlü tebligat da yapılacaktır. Nitekim bugün savunma yargılamanın temel maddesi kabul edilir. İfadesi alınmayan kişi kesinlikle mahkûm edilemez. İşte, ahirette de kişi bu dünyada kullandığı savunma hakkını kullanacak, cehenneme gitmeyi geciktirmek için savunmasını uzatabilecektir...

Kâinat ilk patladığı zaman çıkan ışıklar bize şimdi gelmektedir. Bu ışığın dalga boyu uzaklığa göre değişmektedir. Dolayısıyla ne zaman yola çıktığını bilebiliyor, gerisin geriye giderek yaratılışı çok açık olarak takip ediyoruz. İşte kâinat o zaman patlamış ve büyümeye başlamıştır. Önce kâinatın bugünkü durumu alması, Güneş Sistemi’nin oluşması, yeryüzünün bugünkü haline ulaşması ve canlıların yaratılmış olması tahminen 13,7 milyar yılda tamamlanmıştır. Canlılardan sonra, nihayet 60 bin sene önce insan ortaya çıkmış, insan uygarlaşmaya devam etmiştir. 32 bin sene toplayıcılık, 16 bin sene avcılık, 8 bin sene önce çobanlık ve 4 bin sene önce tarımcılık dönemine girmiştir. Yazı takriben Milattan Önce 4000 yıllarında bulunmuş ve tarih dönemlerine girilmiştir...

Akıllı insan, bu hayat imtihanından kazançlı çıkmayı düşünen ve sonsuzluğa yönelik hazırlıklar gören insandır. İman fidanını canlı tutup büyütmeyi başarmak “Hayat; İman ve Cihattır” şuuruyla yaşamak, asıl amaç olmalıdır.

 


[1] http://www.sağlık.net/stres.html

[2] Milli Gazete / 03 05 2013 / Mustafa K. Topaloğlu

 


Bu yazarin diger makaleleri

 Recep T. Erdoğan, 30 Mart 2014 Yerel Seçim sonrası yaptığı...
Devami
  SİHA’LAR VE İHA’LAR ERBAKAN’IN TEKNOLOJİK MİRASI VE STRATEJİK DEHASIDIR          22 Nisan 2021’de...
Devami
Seçimlerden yaklaşık iki ay kadar önce, Ahmet Akgül Hocamız bir...
Devami
  Darbenin “Bit yeniği”, azgınlaşıp “it eniği” olup çıkmıştı!? Hayret, TBMM 15...
Devami
  NEDEN, RUSYA-UKRAYNA SAVAŞI; TÜRKİYE’YE PAHALIYA PATLAYACAKTI?        İsrail, Ukrayna krizinde ebeveynlerinin kavgasını...
Devami
  Bediüzzaman'ın ifadesiyle; "İfrat (herhangi bir konuda aşırılık) ta; tefrit...
Devami

Makale Paylaşım Sayısı: 1496

SON YORUMLAR