ERDOĞAN, TRUMP, SİYONİZM İRTİBATI VE ERKEN SEÇİM TELAŞI
ERDOĞAN, TRUMP, SİYONİZM İRTİBATI
VE
ERKEN SEÇİM TELAŞI
BOP Süreci ve Eşbaşkanlık Görevi Hâlâ Devam mı Ediyordu?
ABD İstanbul Başkonsolosluğunda irtibat görevlisi olarak çalışan Metin Topuz'un FETÖ'ye yardım suçundan 11.06.2020 tarihinde 8 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırılması sonrası, ABD Büyükelçiliği'nin karara tepkisi küstahçaydı. ABD Büyükelçiliği’nin Twitter hesabından yapılan açıklamada şu ifadeler kullanılmıştı:
“ABD'li yetkililer, Metin Topuz'a yönelik davada İstanbul'daki tüm duruşmaları izlemişlerdir. Bugünkü kararın derin hayal kırıklığı içindeyiz. Bu kararı destekleyecek inandırıcı bir delil görmediğimiz gibi, kararın süratle üst mahkeme tarafından bozulmasını diliyoruz. Sayın Topuz, yaklaşık 30 yıldır iki ülke yetkililerinin ve vatandaşlarının takdirini kazanan önemli çalışmalar yapmıştır. Talimatlarımız doğrultusunda, Türkiye ve ABD kolluk kuvvetleri arasındaki iş birliğini geliştirmiş; her iki ülkedeki insanların güvenliğine katkıda bulunmuştur. Sayın Topuz'un resmi görevlerine ilişkin iddialar, yerel çalışanlarımızın ABD hükümeti adına ve ikili ilişkilerimizi geliştirmek amacıyla yürüttükleri önemli çalışmaların kapsam ve mahiyetini çarpıtmaktadır.”
Evet ABD Büyükelçiliği, FETÖ ile iş birliği yapmanın ve suçüstü yakalanmanın telaşıyla Türk yargısına saldırmakta ve Erdoğan iktidarına “Ayağını denk al!” mesajı yollamaktaydı.
Oysa ABD ve Siyonist merkezler her türlü terör ve darbenin arkasındaydı.
Amerika Uluslararası Din Özgürlüğü Komisyonu (USCIRF) tarafından hazırlanan, Harvard Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Amy Austin Holmes imzalı özel rapor, bunların amacını ortaya koymaktaydı!
Siyonist bir kuruluş olan Amerika Uluslararası Din Özgürlüğü Komisyonu (USCIRF) Nisan 2020’de yayımladığı raporda Ayasofya Camii ve Türk milleti hedef alınmıştı. Aynı kuruluş şimdi de “Suriye’nin Kuzeydoğu Dini Özgürlüklerini Korumak” adlı bir rapor daha yayımlamış ve Türkiye’yi işgalci, savaş suçlusu ve soykırımcı olarak tanıtmıştı. Harvard Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Yahudi Prof. Dr. Amy Austin Holmes tarafından hazırlanan raporda, YPG, SDGH ve PYD terör örgütleri ise takdirle alkışlanmıştı. Evet, bu Siyonist kuruluş tarafından Türkiye’ye karşı açıkça ve düşmanca bir tavır alınmıştı. Geçtiğimiz aylarda yayımlanan skandal raporda, Ayasofya Camii ve Türk milleti hedef alınırken, yeni yayımlanan raporda ise Türkiye; Ermeni ve diğer azınlıklara karşı işgalci, savaş suçlusu ve soykırımcı olarak tanıtılmıştı.
Suriye’de Terör Örgütleri Huzuru Sağlıyorlarmış!
“Amerika’nın Suriye’deki mücadelesi haklı ve tarihsel bir başarıya sahip, bununla gurur duyulmalı” diye sözlerine başlayan, Amerika Uluslararası Din Özgürlüğü Komisyonu gözlemcisi ve Prof. Dr. Amy Austin Holmes, “Öncelikle Suriye’deki araştırmam, Kürt önderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG)’ye yöneliktir. SDG, bölgedeki tüm yerli halkların temsil edildiği etnik bir güce sahiptir. Ayrıca bölgede bulunan Suriye Demokratik Kuvvetleri (SDF) ise beş yıldan fazla süredir, Amerika Birleşik Devletleri tarafından eğitilmiştir. Bu örgütler Amerika tarafından bölgede koruma altına alınmıştır. İstikrar ve huzur SDF, SDG ve Amerika tarafından yürütülmüştür. Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Suriye’de meşru siyaseti olan tek silahlı gruptur. Bölgenin istikrarı için, Türkiye’nin kontrol altında tuttuğu alanları bırakarak geri çekilmesi gerekir” diyecek kadar küstahlaşmıştı.
Prof. Holmes’ten Terör Gruplarına açıkça destek mesajı yayınlanmıştı!
Suriye’nin kuzeyine ülkemizin yapmış olduğu operasyonları raporunda işgal ve soykırım olarak niteleyen, Amy Austin Holmes, “Tarih 2019 Ekim ayını gösterirken, Türk Ordusu Kuzey Suriye’ye bir saldırı başlattı. Türkiye tarafından başlatılan saldırılar sonucu, yüz binlerce sivil yerlerinden edildi. Bölgede, Türkiye çok fazla savaş suçları işledi. 20 Ocak 2018’de Türkiye’nin, Afrin’e yaptığı ‘Zeytin Dalı Harekâtı’ sonucu, Aleviler, çeşitli Hristiyan topluluğunun üyeleri, Ermeniler, Süryaniler, Keldaniler ve Protestan Hristiyanlardan oluşan yüz binlerce insan zorla yerlerinden edildi. Bu harekât, 19’uncu yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun başlattığı etnik temizliğin devamıdır. 24 Nisan 1915-1917 yıllarında Ermenilere karşı yapılan soykırım haritası ve 20 Ocak 2018’de Türk askeri tarafından işgale uğrayan alanların haritası neredeyse aynı bölgelerdir. Bu da savaşın başlamasıyla Türkiye’nin Suriye’deki, Ermeni soykırımının en ölümcül ikinci bölgesi olmuştur” ifadelerini kullanmıştı.
Müslüman ülkelerin devlet yönetimlerinin sözden öteye geçemeyen tepkilerinden cesaret alan İsrail, tarihinin en pervasız dönemini yaşamaktaydı!
Golan Tepeleri “Trump Tepeleri” olup çıkmıştı!
İsrail yönetimi “en büyük” yardımcısı olan ABD Başkanı Trump’a Siyonist rejimden teşekkür hediyesi olarak; 53 yıldır işgal altında tuttuğu Suriye toprağı Golan Tepeleri’nin adını “Trump Tepeleri” olarak değiştirdiğini açıklamıştı.
İşgale verdiği tam destekle İsrail yönetimi tarihinin “en büyük” yardımcısı olarak ünlenen ABD Başkanı Trump’a Siyonist rejimden teşekkür hediyesi gelmişti. İsrail Çetebaşı Binyamin Netanyahu, Siyonizm’in hamisi ABD yönetiminin İsrail işgali altında bulunan Golan Tepelerindeki egemenliğini tanımasına teşekkür babında, bu bölgede inşa edilecek yerleşim birimine “Trump Tepeleri” ismi vereceklerini belirtmişti. İsrail Başbakanı Netanyahu’nun açıklamasına göre, Golan Tepeleri civarına Birleşmiş Milletler’in “aykırı” kararlarına rağmen bir işgal alanı inşa edilecekti.
İşgal ettiği Golan Tepeleri’ne ABD Başkanı’nın ismini veren İsrail, Filistin’deki zulmünü de artırmıştı.
Batı Şeria’ya yönelik ilhak planını hızlandıran İsrail, bölgede sadece birkaç günde 350 parselden fazla alanı işgal altına almıştı. Müslümanlara ait tarım arazilerine, evlere operasyonlar düzenleyen İsrail askeri ile bölgedeki Yahudi yerleşimciler, Müslümanların araçlarına ve iş makinelerine de el koymuşlardı. Yüzlerce Filistinliyi gözaltına alan Siyonistler, taş ocağındaki işçilere de şiddet uygulamıştı. İsrail, Batı Şeria’yı ilhak planlarını devreye sokmak için bölgedeki zulmünü korkunç boyutlara ulaştırmıştı. İsrail askeri ve bölgeye yerleştirdiği Yahudiler, Kudüs ve Batı Şeria’nın bazı bölgelerine gecenin geç saatlerinden itibaren saldırılar düzenleyerek, Müslümanların arazi ve evlerini işgal altına almıştı. Sadece birkaç günde 350 parselden fazla alan işgal eden Siyonistler, Filistinlilere ait tarım arazilerinde de yangın çıkartmıştı.
Şimdi sormak lazımdı: Erdoğan iktidarının, hâlâ bu Trump’la Suriye ve Libya’da iş birliği çağrıları ve çabaları, BOP eşbaşkanlığının icabı mıydı?
ABD, Libya’da çok sinsi ve Siyonist hesaplar kurgulamaktaydı!
ABD yönetimi “ABD yanlısı” Doğu Akdeniz Gaz Forumu ile birlikte çalışmasına yönelik olarak Doğu Akdeniz’e özel bir temsilci atamıştı. Bu temsilcinin Libya’da ABD çıkarlarına hizmet eden ve “İslami olmayan”(!) bir hükümet sistemi kurmak için müzakere edilen bir çözüme yönelik diplomatik çabalar yürütmesi amaçlanmıştı.
Washington’daki Siyonist araştırmacılar ve stratejik uzmanlar da siyasi liderlere tavsiyelerde bulunarak, ABD’nin Libya’da acil bir liderlik rolü oynaması gerektiğini vurgulamışlardı. Uzmanlar, aynı zamanda ABD’nin Avrupa’nın “gönlünü hoş tutarak” Akdeniz’in kalbindeki bu enerji zengini ülkede diğer güçlerin nüfuzunu zayıflatmaya çalışması gerektiğini hatırlatmışlardı. ABD’nin eski Savunma Bakanlığı Müsteşarı Eric Edelman ve Avrupa’daki ABD Askeri Komutanlığının eski Başkan Yardımcısı olan babası Charles, siyasetçilerin Doğu Akdeniz’i, ABD’nin bölgedeki deniz varlığını güçlendirerek ABD stratejisinin temel direği yapmak için çalışmaları çağrısında bulundu. Edelman ve Charles ayrıca siyasetçilerin Yunanistan ile savunma iş birliğini desteklemeleri gerektiğini savunmaktaydı.
Libya’da İslami olmayan bir hükümet arzuları!
İki eski yetkili, Washington’un yakın zamanda büyük gaz ve enerji keşiflerini geliştirmek ve Türkiye’nin bölgede ağırlık oluşturarak “ABD yanlısı” Doğu Akdeniz Gaz Forumu ile birlikte çalışmasına yönelik olarak Doğu Akdeniz’e özel bir temsilci atamasını istiyorlardı. Aktarılana göre bu temsilci aynı zamanda Libya’daki çatışmayı güya sona erdirmek veya hafifletmenin yanı sıra ABD’nin çıkarlarına hizmet eden ve “İslami olmayan”(!) bir hükümet sistemi kurmak için müzakere edilen bir çözüme yönelik diplomatik çabalar üzerine yoğunlaşacaktı.
Rusya ile göstermelik mücadele arenası
ABD siyasi ve savunma çevrelerinde Libya ve Doğu Akdeniz bölgelerinde yaşananlara ilişkin duyulan endişe, Soğuk Savaş’ın sonlanmasından bu yana Libya ve bölgeyle ilişkilerde ABD’nin stratejik yaklaşımının bulunmamasından kaynaklanmaktaydı. Doğu Akdeniz bölgesi, sadece gaz ve deniz enerjisi keşifleri için önemli bir yer sayılmamaktaydı. Ayrıca; Afrika ve Asya’dan, Avrupa ve diğer bölgelere toplu göç için de önemli bir arter konumundaydı. Bölgedeki yüksek riskli jeopolitik rekabet, Moskova’nın Suriye’deki kalıcı varlığı ve Libya’daki nüfuzunun artmasıyla yeniden gündeme taşınmıştı. UMH’nin ‘LUO’nun (Hafter’in Trablus’taki son kalesi olan) Tarhuna’dan geri çekilmesine yol açan’ askeri operasyonları söz konusu gelişmelerin önemli bir dönüm noktası olmasına rağmen, Libya’da yaşananlarda nasıl bir değişiklik sağlayacağı halen muammaydı.
AKP’nin kuruluşuna destek sağlayan, Abdullah Gül’le ve Tayyip Bey’le ilişkiler kuran RABITA; Yahudilerin konferansına katılmıştı!
Türkiye’de kısaca RABITA olarak bilinen Suudi Arabistan denetimindeki Râbıtatü’l-Âlemi’l-İslâmî (Dünya Müslümanlar Birliği) Genel Sekreteri Muhammed İsa tepki çeken bir adıma imza atmıştı.
Dünya Müslümanlar Birliği Genel Sekreteri Muhammed el-İsa, Amerikalı Yahudi Komitesi'nin sanal konferansına katılmıştı. (Haziran 2020) Bu adımın ardından İslam âleminden yoğun bir tepki almıştı. Müslümanlar ve Yahudiler arasında yeniden ilişki kurulması girişimlerini desteklediğini söyleyen İsa, İslam dini ve diğer inancın mensupları arasındaki ayrılığın, siyaset ve dinin birbirine karıştırılmasından kaynaklandığı iddiasını ortaya atmıştı.
Suudi çağdaş Bel’am Yahudilerle ilişkiyi övmüş, ama Filistin'i unutmuşlardı!
Muhammed İsa konuşmasında, Yahudilerle ilişkilerin iyileştirilmesine övgülerde bulunurken, Filistin hakkında tek bir kelime konuşmamıştı. Daha önce, Suudi Arabistan'da Adalet Bakanı olarak görev yapan İsa, anti-Semitizm hareketi ve Amerikan Sefarad Birliği tarafından, anti-Semitizmle mücadelede yer alan ilk Müslüman lider ödülünü almıştı. İşgalci İsrail Savunma Kuvvetleri'nde IDF Sözcüsü Avichay Adraee, Dünya Müslümanlar Birliği Genel Sekreteri Muhammed İsa'nın konferansta yaptığı konuşmayı büyük bir zevkle paylaşmıştı.
Bu Siyonist hayranı RABITA Örgütü, AKP’nin iktidara taşınmasında da önemli destekler sağlamıştı.
Askerimizin sahada kazandığını, AKP siyasetçileri masada kaybediyorlardı!
Siyonist Haçlı ittifakı hep aynı oyunu piyasaya sürüyor ama her seferinde de TSK’nın arazide kazandığını masada kaybettiriyorlardı. Özellikle Suriye’de masada varılan anlaşmanın sonucuna göre arazide terör örgütlerini temizleme harekâtı başlatan TSK, ilerlemeye başlayınca hemen ülkemize telefonlar gelmeye, ardından heyetler birbirini takip etmeye başlamaktaydı. Sonuç olarak ister istemez masaya oturmadan önce arazideki harekâtı durdurmak zorunda kalınmaktaydı. Birkaç gün süren masa başı müzakerelerin ardından tüm şartlarda anlaşıldığı, Suriye’nin ve Libya’nın teröristlerden temizlenmesi için birlikte hareket edileceği, hatta birlikte devriyeye çıkılacağı açıklandı. Ancak, bir süre sonra görülüyor ki, kontrollerindeki alanın teröristlerden temizlenmesi işini ne ABD ne de Rusya yapmamaktaydı. Bunun da ötesinde ABD, teröristlere Suriye’de ve Libya’da bir özerk alan oluşturmanın peşinde koşarken, Rusya da yıllardan beri Suriye’deki varlığını giderek genişletiyor, üslerine yeni üsler ekliyorlardı.
Suriye ve Libya kazanımlarımız rüşvet mi sunulmaktaydı?
Evet, Türkiye ile Libya’da BM’nin meşru hükümet olarak tanıdığı ‘Ulusal Mutabakat Hükümeti’ arasında Akdeniz’deki deniz yetki alanlarının sınırlanmasına ilişkin bir mutabakat muhtırasının imzalanması, uluslararası politikada son zamanların en çok dikkat çeken hadiselerinden biri olmaktaydı. Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi (KRY) anlaşmaya sert tepki gösterirken, Avrupa Birliği de eleştiri dalgasına katılmıştı. Yunanistan’ın tepkisi Libya’nın Atina’daki Büyükelçisinden ülkeyi terk etmesinin istenmesine kadar varmıştı. Akdeniz’deki ekonomik yetki alanlarının sınırlanması meselesi, 2000’li yılların başlarında Doğu Akdeniz’de petrol ve doğal gaz kaynaklarının bulunmasıyla birlikte stratejik bir önem kazanmıştı. Kıbrıs Rum Yönetimi, 2003’te Mısır, 2007’de Lübnan ve 2010’da İsrail ile kıta sahanlığı anlaşmaları imzalamıştı. KRY, ayrıca, kendi yetkisinde gördüğü bu alanlarda Batılı şirketlere arama ruhsatları tahsis etmeye başlamıştı. Buna karşılık Türkiye ve KKTC de TPAO’ya Kıbrıs adasının çevresinde ruhsat vermiş durumdaydı. Mısır-KRY anlaşmasına Türkiye’nin verdiği karşılık, 2004 yılında Birleşmiş Milletler’e yaptığı bir bildirimle Akdeniz’deki kıta sahanlığının dış sınırlarını nasıl tarif ettiğini kayda geçirmesi adımıydı. Bu bildirimde, Türkiye için kıta sahanlığı sınırının 32 derece 16 dakika 18 saniyedeki meridyen hattının (haritada C noktası) batısına uzanan alanda “hakkaniyete uygun bir şekilde” belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştı. BM’ye daha sonra yapılan bildirimlerde hattın 28’inci meridyenin (D noktası) de batısına gittiği anlatılmıştı.
Sonraki süreçte bir başka dikkat çekici gelişme Türkiye ile KKTC’nin 2011 yılında kıta sahanlığı sınırlama anlaşması imzalamalarıydı. Bunu izleyen dönemde Türkiye ve KKTC’nin petrol ve doğal gaz aramalarında sondaj çalışması için ruhsat verdiği alanlarla, KRY’nin ruhsatlı sahalarının yer yer üst üste çakışmasının neden olduğu gerilimler yaşanmıştı. Yunanistan ise, adaların da kıta sahanlığı bulunduğu tezini savunmaktaydı. Girit’ten kuzeydoğu istikametinde Kaşot, Kerpe, Rodos ve Kaş’ın hemen bitişiğindeki Meis adasına kadar uzanan bir hat uzatmaktaydı. Yunan tezinde bu adaların kıta sahanlığının doğuya ve güneye doğru genişlemesi, Türkiye’nin ekonomik yetki alanının Akdeniz’in güneyine doğru inişini ciddi bir şekilde sınırlandırmaktaydı. AB’nin İspanya’daki Sevilla Üniversitesi’ne hazırlattığı ve bazı resmi belgelerinde de kullandığı ‘Avrupa Deniz Yetki Alanları Haritası’ büyük ölçüde Yunanistan’ın bu tezine dayanmaktaydı. AB’nin bu haritaya referans vermesi, Türkiye ile AB arasında gerginliğe yol açmıştı. Türkiye, adaların 'otomatikman' kıta sahanlığı bulunduğu tezine karşı çıkmış ve bu tezini destekleyen birçok uluslararası mahkeme kararını AB’ye hatırlatmıştı.
İşte Türkiye’nin Libya ile yaptığı anlaşma Yunanistan’ın Akdeniz’deki kıta sahanlığı tezlerine kuvvetli bir yanıt niteliği taşımaktaydı. Aslında Libya hamlesini hazırlayan ilk adım, anlaşmanın imzalanmasından kısa bir süre önce Türkiye’nin BM Daimi Delegesi Büyükelçi Feridun Sinirlioğlu tarafından 13 Kasım 2019’da BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’e iletilen bir mektupla atılmıştı. Türkiye, bu bildirimiyle 28’inci meridyenin yani (D) noktasının batısındaki kıta sahanlığı sınırlarını ilk kez tam olarak netleştirmiş olmaktaydı. Bu bildirimde, Türkiye’nin kıta sahanlığının 28’inci meridyenin batısında kalan alanlardaki Yunan adalarının (6 mil olan) karasuları sınırına kadar uzandığı vurgulanmıştı. Burada kastedilen Girit, Kaşot, Kerpe, Rodos ve Meis adalarının oluşturduğu hattı. Ankara’nın tezinde bu hattaki adaların kıta sahanlığı sınırlanınca Türkiye’nin kıta sahanlığı da Akdeniz’in ortasına kadar uzanmaktaydı. Bu bildirimi destekleyen ikinci hamle Libya ile 27 Kasım 2019 tarihinde imzalanan anlaşmaydı. Anlaşmada haritada E-F hattı olarak görünen yaklaşık 30 kilometrelik hat Türkiye ile Libya arasındaki kıta sahanlığı sınırını oluşturmaktaydı. Bu hattın bitiminin Girit Adası’nın hemen güneyinde olduğu dikkate alınırsa, Türkiye kendi pozisyonunda kıta sahanlığını Girit Adası’nın güneyine kadar indirmiş durumdaydı. Türkiye’nin Libya ile bu anlaşmayı imzalamasının önemi, Akdeniz’deki tezlerine ilk kez bir başka ülkeyle akdettiği bir anlaşma üzerinden destek sağlayabilmiş olmasıydı.
Türkiye’nin tavrının ana noktalardan biri, Yunanistan ile KRY’nin pozisyonlarını yansıtan, AB’nin benimsediği Sevilla haritasında şekillenen tasarımın Libya anlaşması ile tersyüz edilmiş olmasıydı. Ankara, böylelikle Türkiye’nin Akdeniz’de ekonomik yetki alanlarının belirlenmesiyle ilgili mücadelede hamle üstünlüğü kazandığı, Akdeniz’in enerji jeopolitiğinde kendi çıkarları yönünde etki icra edebileceği önemli bir pozisyona ulaşmıştı. Libya mutabakatı da bu çerçevede hukuki ve meşru zeminde kazanılmış bir hak konumundaydı. Meseleyi iyice karmaşık hale getiren bir faktör de, sahada çıkarı bulunan çok sayıda oyuncunun bulunmasıydı. Akdeniz’e sahili olan Türkiye, Yunanistan, KKTC, KRY, Suriye, Lübnan, İsrail, Filistin Devleti, Mısır ve Libya olmak üzere toplam 10 ülke bu konuya el atmıştı.
Şimdi tekrar sormak lazımdı: Akdeniz’deki haklarımızı ve Libya’daki çıkarlarımızı korumaya yönelik bu kazanımlara sahip çıkmak ve dik durup korumak yerine, şimdi ille de ABD ve Rusya’yı Libya’ya çağırma gafletinin altında neler yatmaktaydı?
“Suriye’de yıllardan beri Türkiye ne zaman bir askeri hamle başlatsa, hem de bu harekâtı masada varılan bir mutabakat sonucu ortaya koysa bile, eğer Türkiye bir ilerleme sağlıyorsa hemen ABD ve Rusya görüşme talebinde bulunmaktalardı. Türkiye’ye heyetler gönderiyorlar ve karşılıklı görüşmeler başlatıyorlardı. Elbette bu sonuca varana kadar Türkiye en azından harekâtı askıya almış olmaktaydı. Ayrıca masada varılan mutabakatlara da uymuyorlardı. Olaya bu açıdan bakıldığında diyebiliriz ki şimdiye kadar Suriye konusunda Türkiye ne zaman görüşmeye davet edilmiş ise, bu çağrının sebebinin sadece terör örgütlerini sıkışmışlıktan kurtarmak olduğunu defalarca yaşamıştık. Bu yaklaşımın ABD ve Rusya için ortak olduğunu da unutmamak lazımdı. Özellikle ABD’nin açıktan terör örgütleri ile işbirliği halinde olduğunu zaten bilmeyen kalmamıştı. Hatta terör örgütü yöneticileri ile kol kola resimler vermekten bile çekinmiyorlardı. Bunun da ötesinde ABD’nin terör örgütüne desteği ne zaman gündeme gelse, bunun Türkiye ile müttefikliğe aykırı olduğu yüzlerine vurulsa bile hiç aldırış etmiyorlardı. Bu arada Rusya, Libya’da çatışmaların başından beri bulunuyor, hatta Rus paralı askerler çatışmalarda etkin rol oynuyorlardı. Üstelik ellerindeki silahların genellikle Rus yapımı olduğu da bilinip durmaktaydı.” tespitleri de haklıydı.
Bütün bunlara rağmen Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan, “Libya’da ABD ile ortak çalışma talimatı aldık” açıklaması onurumuza dokunmaktaydı.
Bu arada ABD ve Çin, COVID-19'un kaynağı konusunda birbirlerini suçlamaya devam ediyorlardı. En son China Daily, virüsün ABD Maryland'deki Fort Detrick'den yayıldığını yazmıştı. Bütün bunlar, Siyonizm’in dünyayı aldatma ve oyalama senaryolarıydı.
Çünkü Trump’ın seçilmek için Çin’den yardım istediği ortaya çıkmıştı!
Trump yönetiminin eski Ulusal güvenlik Danışmanı John Bolton’ın henüz piyasaya çıkmadan davalık olan kitabının ayrıntıları ABD basınına sızmıştı. Bolton’ın iddiasına göre ABD Başkanı Trump, 2019’daki bir görüşmesinde, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’ten 2020 seçimini kazanması konusunda yardım talebinde bulunmuşlardı.
John Bolton’ın 17 ay boyunca Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak görev yaptığı dönemi anlattığı kitabından bazı bölümler Washington Post, Wall Street Journal ve New York Times gazetelerinde yer almıştı. Bu gazetelerin haberine göre, Bolton kitapta 2019 yılı haziran ayında düzenlenen G20 zirvesi sırasında Çin devlet Başkanı Xi Jinping ve ABD Başkanı Donald Trump’ın yaptığı yemekli görüşmenin ayrıntılarını şu ifadelerle aktarmıştı. “Trump şaşırtıcı bir şekilde sohbeti ABD Başkanlık seçimine getirip, Çin’in devam eden kampanyaları etkilemede ekonomik kapasitesine atıfta bulunarak Xi’den kendisinin seçimi kazanmasını sağlaması ricasında bulunmuşlardı. (Trump) çiftçilerin önemini ve Çinliler’in daha fazla miktarda soya fasulyesi ve buğday satın almalarının ABD’deki seçim sonuçlarını nasıl etkileyeceğini vurgulamıştı.”
Riyakârlık ve istismarcılık bunların sanatıydı. Aynı Trump Uygur Türklerine sahip çıkmıştı!
ABD Başkanı Trump, Uygur Türklerine yönelik baskı politikaları nedeniyle ekonomik olarak mücadele ettiği Çinli yetkililere yaptırım uygulanmasını öngören yasa tasarısını onaylamıştı. Pekin yönetimi ise, ABD’yi Çin’e karşı yaptırım uygulaması halinde doğacak sonuçlara katlanmakla tehditler savurmuşlardı.
ABD Başkanı Donald Trump, Çin işgali altındaki Doğu Türkistan’daki Uygur Türklerine yönelik baskı politikalarını bahane ederek Çinli yetkililere yaptırım uygulanmasını öngören yasa tasarısını onaylamıştı. Trump yazılı açıklamayla Çin’in Müslüman azınlığa yönelik insan hakları ihlallerini kınayan ve bazı Çinli yetkililere yaptırım uygulanmasını öngören yasa tasarısını imzaladığını duyurmuşlardı. Tasarı Senato’da 15 Mayıs’ta, Temsilciler Meclisi’nde de 27 Mayıs’ta onaylanarak Trump’ın imzasına sunulacaktı. Tasarıda ABD Başkanı Donald Trump yönetimine, Uygur Türkleri ve diğer Müslüman azınlıklara uygulanan baskı ve şiddetten sorumlu olan bazı Çinli yetkililere yaptırım uygulanması çağrısı yapılmıştı. Söz konusu yaptırımlar arasında, Çinli yetkililerin ABD’deki mal varlıklarının dondurulması ve bu yetkililere vize yasağı getirilmesi de yer almaktaydı.
ABD’nin (Siyonizm’in) Biyolojik Silah Dosyası!
Albert Hofmann (1906-2008) İsviçreli kimyager olarak tanınmıştı. Sandoz ilaç şirketi laboratuvarlarında kan akışını hızlandırıcı ilaç yapımı için çalışırken, 37 yaşında (buğday, çavdar, mısır gibi tahıl ürünleri üzerinde asalak yaşayan) zehirli mantarın uyuşturucu özelliğini keşfetti: “LSD” böyle ortaya çıktı. Dört yıl sonra… CIA şu projeye başladı: MKULTRA-LSD… Bütçesinin yüzde 6'sını bu projeye ayıran CIA, kimyasal uyuşturucu LSD'yi biyolojik silah olarak kullanacaktı. Çalışmaların yapıldığı yer, Maryland'deki Fort Detrick olmaktaydı. Burası aynı zamanda ABD Ordusu Biyolojik Savaş Laboratuvarları (USBWL) biriminin olduğu mekândı. Ki çalışmalar İkinci Dünya Savaşı'nda başladı. Burası biyolojik savaş araştırma alanı yapılmıştı. Bu araştırmalara ilk Merck ilaç şirketi sahibi Yahudi asıllı George W. Merck destek çıkmıştı. Rockefeller'a ait firmalar da bu işlerin arkasındaydı.
Bunun gibi Sidney Gottlieb (1918-1999) da Amerikalı zehir uzmanı bir kimyager olmaktaydı. MK-ULTRA olarak bilinen biyolojik savaş projesinin başındaki adamdı. “Kara Büyücü” ve “Kirli Düzenbaz” olarak tanındı. Çünkü: CIA'nın 1950'lerden itibaren yaptığı suikast girişimlerinin gizli yöneticisi konumundaydı. Kongo Başbakanı Lumumba'dan Irak Başbakanı Abdülkerim Kasım'ın öldürülmesine kadar bir dizi cinayette parmağı vardı…
Stephen Kinzer ise (d.1951) Amerikalı gazeteci-yazardı. Dünyanın dört bir yanında New York Times gazetesi için haberler yazmıştı. Türkiye'de bile bir dönem tanınmaktaydı; 1996-2000 yılları arasında gazetenin İstanbul bürosunu kurup yöneten insandı.
-1991 yılında, ABD'nin Nikaragua iç savaşı dönemindeki gizli faaliyetlerini anlattığı “Blood of Brothers” kitabını yazdı…
-2003 yılında, ABD'nin İran'da yaptığı darbeyi ve Ortadoğu terörünün kaynağını anlattığı “All the Shah's Men” kitabını yazdı…
-2006 yılında, ABD'nin çeşitli ülkelerde yaptığı darbeleri anlattığı “Overthrow” kitabını yazdı…
-2013 yılında, Soğuk Savaş'ın “mucidi” ABD Dışişleri Bakanı John Foster Dulles ile CIA Başkanı Allen Dulles kardeşleri anlattığı “The Brothers” kitabını yazdı…
-2017 yılında, Theodore Roosevelt, Henry Cabot Lodge ve William Randolph Hearst gibi emperyalist genişleme için bastıranlar ile bunlara karşı çıkanların mücadelesini anlatan “The True Flag” kitabını yazdı…
ABD gizli operasyonları hakkında kitaplar yazan Stephen Kinzer 2019 yılında “Poisoner in Chief” kitabını çıkardı. “Usta büyücü”-“kibar kalpli işkenceci” dediği CIA'nın “baş zehirleyicisi” Sidney Gottlieb ve onun başında olduğu MK-ULTRA projesi ürünü biyolojik savaş gereçleriyle dünyanın dört yanında neler yapıldığını gözler önüne çıkardı. Bu projeyle üretilen casus aletlerinin CIA elemanları tarafından yıllarca nasıl kullanıldığını anlattı…” diyen Soner Yalçın, bu adamın hakkında ABD’de soruşturma bile açılmadığını ama nedense Türkiye’de herkesin bildiği gerçekleri yazan gazetecilerin hapse atıldığını… Ve bundan en çok da Sn. Erdoğan’ın zararlı çıkacağından kuşkulandığını yazmıştı. Bakalım Soner Yalçın ve Doğu Perinçek gibileri Erdoğan iktidarını kurtarmayı başaracaklar mıydı?
Türkiye’nin Ekonomik ve Sosyal Manzarası.
3 Aylık bütçe açığı 90 milyar lirayı aşmıştı.
Bütçe gelirleri Mayıs’ta 68,1 milyar lira, giderleri 85,4 milyar lira olurken; bütçe açığı 17,3 milyar liraya çıkmıştı. Ocak-Mayıs dönemindeki bütçe açığı ise 90,1 milyar liraya ulaşmıştı. 5 aylık dönemdeki faiz giderleri ise yüzde 40 artarak 65 milyar lirayı bulmaktaydı.
Hazine ve Maliye Bakanlığı, mayıs ayına ilişkin bütçe uygulama sonuçlarını açıklamıştı. Buna göre, Mayıs’ta bütçe gelirleri, geçen yılın aynı ayına göre yüzde 4,8 azalarak 68 milyar 145 milyon lira, bütçe giderleri ise yüzde 2,2 artarak 85 milyar 446 milyon lira olmuştu. Ocak-Mayıs döneminde ise bütçe gelirleri, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 12 yükselerek 389 milyar 139 milyon lirayı, bütçe giderleri yüzde 15,7 artarak 479 milyar 219 milyon lirayı bulmuştu. Böylece merkezi yönetim bütçesi mayıs’ta 17 milyar 301 milyon lira ve ocak-mayıs döneminde 90 milyar 80 milyon lira açık veriyordu.
3 ayda Faize 65 Milyar Lira Yatırılmıştı!
Mayıs’ta faiz giderleri geçen yılın aynı ayına göre yüzde 21,8 artışla 9 milyar 664 milyon lira olarak kayıtlara geçiyordu. Ocak-Mayıs dönemindeki faiz giderleri ise yüzde 40 yükselişle 64 milyar 960 milyon lira olmuştu. Hükümetin sene başındaki 2020 yılı için bütçe açığı hedefi 139 milyar liraydı. Ocak-Mayıs döneminde gerçekleşen 90 milyar liralık açık ile birlikte, yılın daha ilk 5 ayında bu tutarın yarısı aşılmış durumdaydı.
Milli Piyango, internetten oynanan yeni kumar oyununu açıklamıştı; Adı: “Banko Kumar”dı!
Milli Piyango, kumar oyunları yelpazesini genişletmeye başlamıştı. “Banko Piyango” adıyla başlatılan ve bilet satışları internet üzerinden gerçekleştirilecek yeni kumar oyununun ilk çekilişi 9 Haziran 2020 akşamı yapılmıştı. Oyun, her gün sadece tek çekilişle belirlenen şanslı 5 rakam için bir kişiye 50 bin lira kazandıracaktı. Milli Piyangonun başına, bir zamanların meşhur vaizi Timurtaş Uçar’ın oğlunu atayan dindar kahraman(!) Erdoğan iktidarı, yeni kumar çeşitleriyle işsizlik bunalımı ve geçim sıkıntısı içinde kıvranan halkımızı şeytani umutlarla avutmaktaydı.
Eski AKP’li ve eski Başbakan Ahmet Davutoğlu: “Bütün ihaleleri kontrol altına alacak düzenlemeler yapacaktım. Çünkü ihalelerde neler döndüğünün farkına vardım. Fakat sonrasında parti içi darbeye maruz kaldım.” iddiasında bulunmuşlardı.
Bu sözler oldukça önemli bir iddiaydı, daha doğrusu mutlaka dikkate alınması gereken bir suçlamaydı. Bir dönem iktidar partisince kurulan hükümetin Başbakanı tarafından söylenmiş olduğu için, bu sözler asla duyulmamış gibi yapılmamalıydı. İktidar partisi yönetimi bu sözlerin gerçekleri yansıttığını düşünüyorsa Ahmet Davutoğlu’nu davet ederek, “Gördüklerini bizimle paylaş ki biz üzerine gidelim” demek zorundaydı. Yok, bu iddianın yani bu suçlamanın gerçek olmadığını düşünüyor ise ihalelerde hiçbir şeyin dönmediğini kamuoyu ile paylaşmalıydı ve Davutoğlu hakkında iftira davası açmalıydı” uyarıları mutlaka dikkate alınmalıydı. Yoksa tamamen istismar ve riyakârlık amaçlı: “Diyanet, maaşları faizsiz Finans kuruluşlarına taşıdı!” haberleriyle artık toplumu aldatamazlardı.
Birçok anket sonuçlarına göre Cumhur İttifakı %42’ye düşmüş durumdaydı!
Avrasya Araştırma Başkanı Kemal Özkiraz, Devlet Bahçeli'nin anketler ve anket şirketleri hakkındaki açıklamalarını yanıtlamıştı. Özkiraz, ''Bu iki seçimde bana kaç para rüşvet vererek beni kaça satın aldığını sayın Bahçeli açıklamalıdır'' çağrısı yapmıştı.
Devlet Bahçeli'nin anket şirketlerine yönelik açıklamasının ardından Avrasya Araştırma Başkanı sosyal medya hesabından yaptığı açıklama ile Bahçeli'nin açıklamalarını yanıtlamıştı. Özkiraz, ''Bu iki seçimde bana kaç para rüşvet vererek beni kaça satın aldığını sayın Bahçeli açıklamalıdır. Yok sadece sonuçları hoşuna gitmediği için meslek onurumuza hakaret ederek iftira atıyorsa iki cihanda hakkım haramdır. Anketçilerle olan ilişkisinden pay biçiyorsa onu da bilemem'' diye çıkışmıştı.
Twitter üzerinden açıklama yapan Özkiraz, şu ifadeleri kullanmıştı:
''Sn. BAHÇELİ, AVRASYA ARAŞTIRMA’nın son anketini kast ederek ısmarlama anket demiş. Sn. BAHÇELİ'ye açık soru; 7 Haziran’da AKP anketçileri MHP'yi 8-9 gösterirken %17 diyen, 24 Haziran’da 5-6 gösterirken, %13 diyen Kemal ÖZKİRAZ'a anket mi ısmarlamıştınız? Ve bana rüşvet mi verdiniz? Bu iki seçimde bana kaç para rüşvet vererek beni kaça satın aldığını sayın Bahçeli açıklamalıdır. Yok sadece sonuçları hoşuna gitmediği için meslek onurumuza hakaret ederek iftira atıyorsa iki cihanda hakkım haramdır. Anketçilerle olan ilişkisinden pay biçiyorsa da bilemem... Sayın Bahçeli açıkladığımız sonuçları temennimiz zannediyorsa yanılıyor.
1- Bu rakamlar bizim değil halkın tercihlerini yansıtıyor. 2- Temennimi yazacak olsaydım MHP listede kendisine yer bulamazdı. Hakaret ve iftiralarınızdan bıktık. Siyaset yapın, bize sarmayın. Avrasya Araştırma şimdiye kadar 8 seçim geçirmiş, bunların 6'sında tam sonuç vermiş sadece ikisinde yanılmıştır. Ancak yanıldığımız iki seçim de dahil olmak üzere, MHP oylarını 8 seçimde de nokta atışıyla doğru bilmiştir. Anketlerimiz MHP denetimine de açıktır. İftira edeceğinize, arayıp sonuçlarınızı ham datalarınızı denetlemek istiyorum deseydiniz, seve seve ham verileri paylaşırdık. Anketçiler siyasetçileri mutlu etmek için anket yapmaz.''
Velhâsıl Erdoğan iktidarı ve ortağı iyice sıkışmıştı ve bu yüzden hırçınlaşmaya başlamışlardı. Evet, seçim telaşı ve kaybetme kuşkuları bunlara daha büyük yanlışlar yaptıracaktı.
Bu makaleyi sesli olarak dinleyebilirsiniz:
Bu yazarin diger makaleleri
< Önceki | Sonraki > |
---|