Reklam
Reklam
Reklam

Kur’an’a Göre Uşaklık Psikolojisi: KORKAKLIK, KOLAYCILIK VE KAYPAKLIK YANSIMALARI

Kullanıcı Değerlendirmesi: / 3
ZayıfMükemmel 

 

Kur’an’a Göre Uşaklık Psikolojisi:

KORKAKLIK, KOLAYCILIK VE KAYPAKLIK YANSIMALARI

        

Bugünkü ilmi ve teknolojik gelişmeleri, bilimsel deneylerle kanıtlanan sosyolojik ve psikolojik gerçekleri ve çok çeşitli ve çetrefilli insan tiplerini Kur’an-ı Kerim açıkça anlatmaktadır. 1450 sene önceki cahiliye şartlarında yetişen, asla mektep-medrese görmeyen Hz. Muhammed’in (SAV) bütün bunları kendi kafasından uydurması ve hepsinin aynen çıkması imkânsızdır. Öyle ise bu Kur’an, her şeyi bilen Allah’ın kelâmıdır ve insanlığa huzur ve kurtuluş mesajıdır.

Kur’an-ı Kerim, sadece geçmişteki olayları ve insanları anlatan bir kutsal kitap değil; günümüzdeki sorunları ve sahtekârlıkları da aydınlatan, gelecekteki sıkıntı ve sapkınlıkları da hatırlatıp tedbir ve tedavi yöntemleri sunan İlahi bir kaynaktır. Kur’an ayetlerini; kendi nefsimize, ailemize, ekibimize, cemaat ve partimize ve tüm milletimize ve insanlık âlemine hitaben; her gün yeniden inen ve yol gösteren, psikolojik, sosyolojik, ekonomik ve politik problemlerimizi hem teşhis eden, hem tedavi çarelerini öğreten bir hidayet reçetesi olarak ve samimi bir ihtiyaç duyarak okuyup araştırmadıkça, ondan yararlanmamız ve felaha (kurtuluşa) ulaşmamız imkânsızdır. Asla unutmayalım ki, Kur’an’daki bütün kavimlerin ve peygamberlerin ibretli hikâyeleri; aslında bizi anlatmaktadır, bize ayna tutmaktadır, günümüze ve gönlümüze ışık tutan mana ve mesajlar taşımaktadır. Bu nedenle Kur’an; asla değişmeyen ve değerini yitirmeyen doğruların, asla eskimeyen ve modası geçmeyen olgunlukların, asla zamana yenik düşmeyen ve çağ dışına itilemeyen en güzel ahlâk ve en mükemmel kuralların kitabıdır; çünkü her şeyi bilen ve belirleyen Allah’ın kelâmıdır.

Günümüzde her kesimde, her partide, her kavimde ve her dinde en sık rastlanan KORKAKLIK, KOLAYCILIK VE KAYPAKLIK problemini ve bunun asıl nedeni olan UŞAKLIK-KÖLELİK psikolojisini, Maide Suresi 21-26. ayetleri şöyle anlatmaktadır:

21- (Hz. Musa halkına şöyle seslenmişti:) “Ey kavmim, Allah’ın sizin için yazdığı (imtihan aracı ve hürriyet diyarı olarak saptadığı) kutsal topraklara (Kudüs ve civarına) girin ve sakın gerisin geri arkanıza dönüp (davanızdan vazgeçmeyin), yoksa hüsrana uğrayanlar olarak (Hakk’tan ve hayırdan) çevrilip gidersiniz.”

22- (Beni İsrail) Dediler ki: “Ey Musa, orada (o topraklarda) gerçekten cebbar (güçlü ve zorba) bir topluluk vardır. (Onlarla mücadele etmemiz ve yenmemiz imkânsızdır.) Onlar (Filistin topraklarından) çıkmadıkça (oradan uzaklaştırılmadıkça) biz kesinlikle oraya girmeye (yeltenmeyeceğiz), şayet onlar (bir şekilde oradan çıkıp) boşaltırlarsa, biz (o takdirde) elbette girip (yerleşeceğiz).”

23- (Bunun üzerine) Bu korkaklar (ve kolaycı kaypaklar) arasında bulunup da, Allah’ın kendilerine nimet (fazilet ve gayret) verdiği iki kişi, (İsrailoğullarına dönüp şunları) söylemişti: “(Korkaklığa ve kahpelik yapmaya yönelmeyiniz, gevşeklik göstermeyiniz. Kutsal vatanınızı işgal eden zalim ve zorba topluluğun) Üzerine kapıdan (cepheden ve cesaretle hücum edip) giriniz. Böyle (bir gayret ve hareketle) girerseniz, şüphesiz siz galip geleceksiniz. Eğer (sahte değil samimi) mü’minlerseniz, sadece Allah’a tevekkül ediniz (şeytani kuşku ve kuruntularınızın peşinden gitmeyiniz!)”

24- (Yahudiler bütün bu uyarılara rağmen) Dediler ki: “Ey Musa, o (zorbalar) orada durduğu sürece, biz hiçbir zaman asla oraya girmeyeceğiz (böyle bir tehlikeye göğüs germeyeceğiz). Bu nedenle, sen ve Rabbin gidiniz, ikiniz savaşıp (düşmanları bertaraf ediniz), biz burada (her türlü tehlike ve tecavüzden uzak) durup oturanlar olarak (bekleyeceğiz).”

25- (Bunun üzerine Hz. Musa) Dedi ki: “Ey Rabbim (görüyor ve biliyorsun ki) ben gerçekten, kendi nefsimden ve kardeşimden başkasına malik değilim (sözümü geçirememekteyim). Öyle ise, bizimle bu fasıklar (ve sapkınlar) topluluğunun arasını ayır(manı dilerim).”

26- (Cenab-ı Allah) Buyurdular ki: “Artık orası (huzur ve hürriyet ortamı) kendilerine kırk yıl haram-yasak edilmiştir. (Korkaklıkları, kaypaklıkları ve kolaycılıkları yüzünden boyunlarına zillet, esaret ve eziyet halkası geçirilmiştir.) Onlar yeryüzünde (çöllerde ve verimsiz vadilerde), şaşkın (ve perişan) vaziyette dolaşmayı hak etmişlerdir. Sen de o fasık (ve sapkın) topluluğa acıyıp üzülmeyesin (ve bizi yalnız ve yardımsız bıraktılar diye zaferden ümitsizliğe düşmeyesin).”

Bu ayetlerden anlaşılıyor ki: YAHUDİLİK; bir dine ve kavime mensubiyetten daha öte, azgın ve sapkın zihniyeti anlatan bir kavramdır. Dünya hayatına ve rahatına tapınan, olabildiğince zevk almak ve keyfince yaşamak peşinde koşan, bu şeytani amaçları uğruna her türlü haksızlığı ve ahlâksızlığı mubah sayan mantığı taşıyanlar; Müslüman, Hristiyan veya ateist de görünseler, aslında fikren ve fiilen YAHUDİ kafalıdır. Bunun gibi; ırkçılık güden, İslam’ı ırkçılığın bir aksesuarı gibi gören, ahireti önemsemeyip bu dünyanın nimet, servet ve lezzetlerinden azami yararlanmak için didinen herkes, Yahudiliğin tabii taraftarı durumundadır. Daha açıkçası, Yahudilik; insanlık bünyesinin nefsü emmaresi olmaktadır.

“Dinler Arası Diyalog”, “Kültürler İttifakı”, “Ilımlı İslam” safsatalarıyla, Müslümanları dünyevileştirme ve “Siyonist sömürü düzenine uysal vatandaş haline getirme” çabalarında rol alanlar da, ismen ve resmen olmasa da, fikren ve fiilen YAHUDİLEŞMİŞ İNSANLARDIR.

Bu ayetlerin bulunduğu Kur’an-ı Kerim’de 110. sayfanın başındaki, Maide: 18’de:

“Yahudi ve Hristiyanlar: (Hâşâ) ‘Biz Allah’ın çocukları ve O'nun sevdiği (seçtiği dostları)yız diyorlar’...” ayeti de, onların sahtekârlık ve istismarcılık psikolojilerini açığa vurmaktadır.

Şöyle ki:

a- Önce Allah’a oğul isnat etmekle sapıtılmakta ve hâşâ Allah, kendileri gibi bir beşer olarak tanınmaktadır.

Kitab-ı Mukaddes Karş. çıkış IV. 22-23’te; “İsrail benim oğlumdur.”

Yeramya XXXI, 9’da: “Ben İsrail’in babasıyım” gibi ifadeler, İncil ve Tevrat’ın nasıl tahribata uğradığını, Hak dinin nasıl ırkçı emperyalizmin (Siyonizm’in) şeytani hedefleri doğrultusunda çarpıtıldığını ortaya koymaktadır.

b- Bu ayetler Yahudi ve Hristiyanların ve hele bu odaklara kiralanmış insanların samimiyetsizliklerinin ve sahteciliklerinin de ispatıdır.

Çünkü; “Allah’ın sevdiği ve seçtiği dostları” olduklarını, dünya ve ahiret nimetlerinin kendileri için hazırlandığını iddia eden bu insanlar, aslında cennet ve ebedi saadete giriş kapısı olan kabirden ve ölümden şiddetle sakınmakta ve korkmaktadır.

“De ki: ‘Ey Yahudi (kafalı) olanlar, eğer siz, (bütün diğer) insanlardan ayrı (ve seçilmiş) olarak, sadece sizlerin Allah’ın gerçek velileri (dostları ve sevgili kulları) olduğunuzu öne sürüyorsanız; o halde (sonsuz ve kusursuz saadet diyarına ulaştıracak olan) ölümü temenni ediniz; eğer iddianızda sadık ve samimi iseniz (sizi cennete ve Allah’ın rahmet evine ulaştıracak ölümden asla ürkmemeniz, hatta istemeniz gerekir).’” (Cum’a: 6)

c- Yahudilerde gerçek bir Allah ve ahiret inancı bulunmamaktadır. Onların dindarlık taslamaları ve Allah’a yakınlık iddiaları aslında;

1- Yaptıkları zulüm ve kötülüklerden dolayı oluşan vicdan azaplarını bastırmak,

2- Yüzlerini kızartan ayıplarını kapatmak ve zevahiri kurtarmak amaçlıdır.

İnsanların gerçek imanları ve ayarları; zulmü ortadan kaldırmak ve adil bir düzen içinde bağımsız yaşamak üzere çağrıldıkları CİHAD (küfür ve kötülükle mücadele) esnasında ortaya çıkmaktadır.

Hz. Musa’nın:

“Ey kavmim, Allah’ın sizin için yazdığı (imtihan aracı ve hürriyet diyarı olarak saptadığı) kutsal topraklara (Kudüs ve civarına) girin ve sakın gerisin geri arkanıza dönüp (davanızdan vazgeçmeyin)…” (Maide: 21) çağrısı karşısında Beni İsrail’in:

“Oradaki cebbar (güçlü ve zorba) topluluk çıkmadıkça, biz kesinlikle oraya girmeyeceğiz…” (Maide: 22) yanıtını vermeleri, Yahudi zihniyetini ve dünya ehli insanların din ve devlet uğrunda, izzet ve hürriyet yolunda ciddi ve cesaretli fedakârlıklara asla yanaşmadıklarını vurgulamaktadır.

Korkaklık ve kaypaklık, iman zafiyetinden ve dünya sevgisinden kaynaklanır.

“Andolsun, onları (Yahudileri ve Yahudileşmiş kimseleri) hayata (dünya rahatına ve çıkarına) karşı (diğer) insanlardan ve (hatta) şirk koşanlardan (bile) daha ihtiraslı bulacaksın. (Onlardan) Her biri, bin yıl yaşatılsın arzusundadır; oysa bunca yaşaması (bile) onu azaptan kurtarmayacaktır. Allah, onların yapmakta olduklarını her halde Görendir (ve kayıt altına almaktadır).” (Bakara: 96)

“(Daha önce Hz. Peygamberden silahlı mücadele için izin istediklerinde;) Kendilerine: ‘(Şimdilik) Elinizi (kıtalden ve kötülüklerden) çekin, namazı (şuurla ve huzurla) ikame edin (yerine getirin), zekâtı verin (ve Allah’ın hükmünü bekleyin!)’ denilen kimseleri görmedin mi? Oysa ardından (Hakk ve adalet düzeni kurulsun diye) savaş(mak) üzerlerine yazıldığında (cihadla ve milli savunmayla sorumlu tutulduklarında) onlardan bir grup, Allah'tan korkar gibi, hatta daha da şiddetli bir korkuyla insanlardan (düşmanlardan) korkuya kapılıp, ‘Rabbimiz ne diye savaşı üzerimize farz kıldın, bizi yakın bir zamana kadar ertelesen olmaz mıydı?’ diye (itiraz etmektedirler). De ki: ‘Dünyanın metaı ve sefası azdır, (rahatı ve menfaati kısadır;) ahiret ise müttakiler için daha hayırlıdır ve siz 'bir hurma çekirdeğindeki incecik bir iplik kadar' bile haksızlığa uğratılmayacaksınız.’ (Öyleyse bu dünya tutkunuz ve zalim odaklardan korkunuz nedendir?)” (Nisa: 77)

“(Sadık ve sağlam mü’minler) Öyle kimselerdir ki; bir kısım (korkak ve münafık) insanlar (onlara gelip), ‘Gerçekten (kuvvetli ve tehlikeli düşman olan) insanlar size karşı toplanıp (bir şer ittifakı kurdular.) Aman ha, onlardan korkun (ve kendileriyle uyuşun. Çünkü bunlarla başa çıkmanız ve başarılı olmanız imkânsızdır.)’ dediklerinde, bu (tehdit ve teklifler o mü’min ve mücahitlerin) imanlarını artırıp (moral ve maneviyatlarına güç katmıştır; çünkü onlar:) ‘Allah bize yeter. Ve O ne güzel (ve en mükemmel) Vekîl’dir. (Biz O’nun emrinde, O da bizimle beraber olduktan sonra, O’nun izni ve iradesi dışında hiçbir güç bize zarar veremeyecektir)’ diyerek (dik duran sadıklardır).” (Âl-i İmrân: 173)

“(O münafıklar, hâlâ) Gerçekten sizden olduklarına (zahiren düşmanlarla işbirliğine girişseler de, içten ve gizlice davaya bağlılıklarına dair) Allah’a yemin ederler. Halbuki onlar (kesinlikle) sizden değillerdir. (Aslında) Onlar ancak korkak (ve Hakk davadan ayrılan kaypak) bir kavim (ve kesim)dir.”

“(Düşman tehlikesi karşısında korkak ve kaypak insanlar) Eğer onlar bir sığınak ya da (kalacak) mağaralar veya kaçıp girebilecekleri yurtlar bulsalardı, hızla oraya yönelip koşuverirlerdi (ve İslam davasından yüz çevirirlerdi).” (Tevbe: 56-57)

Hak davanın sadıkları her asırda azın azıdır!

Cenab-ı Hakkın kendilerini Firavun’un zulüm ve zilletinden kurtardığı, aylar boyunca kudret helvası ve bıldırcın kızartmasıyla besleyip sakladığı binlerce Beni İsrail arasından Hz. Musa’ya destek olan ve halkını bağımsızlık mücadelesi için gayrete çağıran sadece iki kişi çıkmıştır. Bunlar Maide Suresi 12. ayetinde: “Onlardan on iki güvenilir gözetleyici (düşman topraklarına gidip bilgi ve haber getirici nakib-casus kişiler) göndermiştik” diye belirtilen kimselerden sadık ve sağlam kalan iki insandır. Kitab-ı Mukaddes, Sayılar XIV 6-9-24,30,38. bölümlerinde de bunlar anlatılmaktadır.

Ancak, ucuz ve uyuz karakterli, köle ve uşak zihniyetli basit insanlar:

“Ey Musa, o (zorbalar) orada durduğu sürece, biz hiçbir zaman asla oraya girmeyeceğiz (böyle bir tehlikeye göğüs germeyeceğiz). Bu nedenle, sen ve Rabbin gidiniz, ikiniz savaşıp (düşmanları bertaraf ediniz), biz burada (her türlü tehlike ve tecavüzden uzak) durup oturanlar olarak (bekleyeceğiz).” (Maide: 24) demek küstahlığında bulunmuşlardır.

Bu tıynetsiz tipler; namaz kılmak, oruç tutmak, hacc ve umre yapmak, ilim ve zikir sohbetlerine katılmak gibi nefislerine kolay gelen ve herhangi bir tehlike arz etmeyen ibadetleri emreden Allah’ı kabul ediyorlar da; CİHAD’ı, din ve dava uğruna fedakârlığı, mazlum halkların huzur ve onurunu kurtarmak üzere rahatını ve gerekirse hayatını ortaya koymayı isteyen Allah’ı asla tanımıyor, takmıyor ve Peygamberine: “Bizim değil, senin Rabbinle gidip savaşınız”, “Eğer kazanır ve galip çıkarsanız, ganimeti paylaşmak ve birlikte huzur içinde yaşamak için bizleri de çağırınız!..” demekten utanmıyorlardı.

Bu sözler Allah’a olan imansızlık ve itimatsızlıklarını yansıtmaktadır:

“Ey Musa, Rabbin o kadar güçlüyse, her şeye kadirse, va’ad ettiğini yerine getirecekse, o zaman bizim yardımımıza ve kendimizi tehlikeye atmamıza ne gerek var?!” anlamındaki bu sözler; elbette korkaklığın, kolaycılığın ve kancıklığın ifadesi olmaktaydı.

Bugün ABD Siyonist Lobileri tertipli 28 Şubat tehditleri ve birtakım makam ve menfaat teklifleri karşısında, haklı ve hayırlı davasından ayrılıp dönekleşen; Türkiye dahil, 22 İslam ülkesini parçalayıp Büyük İsrail hayaline hizmet için BOP eş başkanlığına getirilen kişilerin, o gün Hz. Musa’yı yalnız bırakan Yahudilerden ne farkı vardır?

Ucuz kahramanlık, gizli kölelik psikolojisini yansıtmaktadır; aşağılık ve bayağılıktır!

Beni İsrail’in Hz. Musa öncülüğünde Mısır’dan ayrılıp Filistin’e doğru yol alırken, kendilerine İlahi bir lütuf olarak günde iki sefer gökten bıldırcın kızartması ve kudret helvası gönderilmesine rağmen, “Biz ille de soğan, sarımsak, bezelye gibi sebzeleri özledik” diye tutturmaları ve ardından Hz. Musa’ya: “Sen git, Rabbinle birlikte savaş. Filistin’e yerleşen zorba kavmi çıkarabilirseniz, ardınızdan geliriz” gibi küstahlıkları, aslında onların UŞAKLIK VE AŞAĞILIK PSİKOLOJİLERİNİ VE KÖLELİK YAŞAMINI ÖZLEDİKLERİNİ yansıtmaktaydı. Sürekli Mısır’a dönme arzuları ve bağımsızlık için mücadele ve özveriye yanaşmamaları, bu psikolojinin dışa vurulmasıydı. Bunlar kölelik ve esarette, bir nevi şeytani rahatlık ve kolaylık bulmaktaydı. Nasıl olsa zalim yöneticiler, bunların yaşayacak kadar karınlarını doyuracak, bu sorumsuzluk ortamında birtakım hayvani ve şehvani arzularını, kaçamak yollu tatmin fırsatı yakalayacaklardı.

Bu nedenle; “Onlar Firavunların emrine uymuşlar (zulmüne razı olmuşlar)dı.” (Hud: 97)

“Firavun ve avanesinin baskı ve barbarlığından korkuyor, (kuşku ve kuruntularının esiri oluyorlar)dı.” (Yunus: 83)

“Firavun ve önde gelen yakın çevresinin ihtişam ve iktidarı, onların dünyalık imkân ve saltanatları karşısında hayret ve hayranlığa kapılıyor ve bir nevi tapınıyorlardı.” (Yunus: 88)

“(Firavun) Böylece kendi kavmini küçümseyip hafife aldı (onları basit ve haysiyetsiz ayaktakımı kimseler saydı). Buna rağmen, yine onlar kendisine (hürmet ve) itaatini (artırdı). Gerçekten onlar fasık (duyarsız, davasız ve bayağı insanlardan oluşan) bir kavim olmuşlardı. (Çünkü Firavun kendilerini hakir gördükçe, ona daha çok yanaşmışlardı.)” (Zuhruf: 54)

Günümüzde zalim ve kâfir Amerika ve Avrupa’ya hayranlık duyanların, her türlü hakaretine rağmen hâlâ AB’ye girmek için can atanların, servet ve siyasete yön veren Yahudi Lobilerinin ve İsrail’in gözüne girmek için çırpınanların; Milli, insani ve İslami amaçlı bağımsızlık ve kalkınmışlık mücadelesinden kaçıp kaytaranların, evet hepsinin asıl psikolojik hastalığı bu KÖLE MANTIĞI VE GÜÇLÜLER TARAFINDAN GÜDÜLME arzularıdır.

Allah korkusu olmazsa neler yapılır?

Her tavrının bir karşılığı olduğunun bilincinde olan ve Allah'a kavuşacağını bilen bir insanla, kimseye hesap vermek zorunda olmadığını zanneden bir insanın davranışları arasında çok büyük farklılık gözlenecektir. Allah korkusu olmayan ve hesap verme endişesi taşımayan bir insan fırsat buldukça ve kanunlardan kaçacağına inandıkça her türlü kötülüğü işleyebilir, davasına ve vatanına hıyanet edebilir, çıkarları için her türlü ahlâksızlığa göz yumabilir. Örneğin; çok sıradan bir sebepten veya dünyevi bir çıkar için "gözünü bile kırpmadan" adam öldürebilen hatta işte Irak’ta ve Afganistan’da olduğu gibi, milyonlarca Müslümanın katline destek veren bir insan, bu cinayetlere Allah'tan korkup sakınmadığı için girişir. Çünkü Allah'a ve ahiret gününe kesin bir bilgiyle iman etse, asla ahirette hesabını veremeyeceği bir zulme yönelmeyecektir.

Kur’an'da, Hz. Adem'in oğullarından örnek verilerek; Allah'tan korkan bir insanla hain ve zalim bir insan arasındaki keskin farklılığa dikkat çekilmiştir:

“Onlara Adem'in iki oğlunun gerçek olan haberini oku ki: Hani o vakit onlar (Allah'a) yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Onlardan (iyi niyetli ve merhametli olan) birininki kabul edilmiş, (kötü niyetli hain olan) diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen ve bu maksatla Hâbil'in sahip olduğu nimet ve faziletleri gasp etmek isteyen Kâbil) ‘Mutlaka seni öldüreceğim (ve kökünü keseceğim)’ demişti. (Öbürü ise) ‘Allah; ancak (müttaki olanlardan, Rabbinden) korkup (küfür, zulüm ve kötülükten) sakınanlardan kabul eder. (Bana haset ve hakaret edeceğine, kendi niyetini düzeltmelisin!’ dedi. Hâbil Kâbil’e:) Andolsun ki sen, öldürmek için bana elini uzatsan (bile), ben asla öldürmek kastıyla sana el uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkan birisiyim.’ (Bu ayette dolaylı olarak, cezaları; mağdur olan kişilerin değil, ancak devletin uygulayacağı, hukukullah=kamu haklarını adil yargının sağlayacağı öğretilmektedir.)” (Maide: 27-28)

Allah korkusu olmayan taraf, kardeşini hiçbir suçu olmadığı halde, gözünü bile kırpmadan öldürebilirken, diğeri ölüm tehdidi aldığı halde kardeşini öldürmeye yeltenmeyeceğini söylemektedir. İşte bu, o kişinin sahip olduğu Allah korkusunun ve ahiret duygusunun bir neticesidir. O halde toplumun tüm bireyleri Allah korkusuna ve hesap verme sorumluluğuna sahip olduğunda; cinayet, zulüm, haksızlık ve ahlâksızlık gibi tüm kötülüklerin kökü kesilecektir.

İnsanların kötülük ve zalimliklerinin bir diğer nedeni ise; dünyaya olan tutkulu bağlılıklarıdır. Bu yapıdaki insanlar sürekli fakir kalma, geleceğini garanti altına alamama endişesi taşımaktadır. Bu yüzden birçok insan; rüşvet, yolsuzluk, hırsızlık, yalancı şahitlik, fuhuş gibi suçlara bulaşmaktadır. Oysa gerçekten iman eden bir insan, Allah'ın rızasına ve temel insan haklarına aykırı bildiği bir şeyden şiddetle sakınır. Sadece Allah'tan korkup sakındığından ve yalnız O’na sığındığından ne ölüm, ne açlık, ne de başka bir zorluk onu doğru bildiği yoldan ayıramayacaktır.

Dinsizlik ve münafıklık ise vicdansızlığı teşvik edecektir. Örneğin; bir kişinin arabasıyla bir insana çarptıktan sonra arkasına dönüp bakmadan kaçması, o kişinin dinden ve merhametten ne denli uzak oluşunun bir göstergesidir. Can çekişen, belki gerekli müdahale ile kurtarılabilecek bir insanı vicdansızca kendi haline bırakan kişi, insanlardan kaçarak kurtulacağını düşünmektedir. Ama bu sırada Allah'ın her anına şahit olduğundan gafildir. Oysa Allah’ın azabından ve hesap gününden kaçış hiçbir şekilde mümkün değildir. Allah; yapılan tüm haksızlıkların, ahlâksızlıkların, vicdansızlıkların karşılığını hesap gününde eksiksiz olarak verecektir. Peki her gün televizyon ekranlarında; Asya’da ve Afrika’da yüzlerce mazlum insanın emperyalist amaçlar uğruna katledilmesini izleyen, ama buna rağmen bu zulümleri işleyen Amerika ve Avrupa’ya övgüler dizen sözde çok dindar ve duyarlı kişiler, acaba nasıl bir vicdan sahibidir?! Kur’an’da Allah şöyle buyurmaktadır:

“…Her kim, (ganimetten, devlet hazinesinden veya cihad bütçesinden) ihanetle bir şey çalarsa, kıyamet günü, o (haksız ve ahlâksız yollarla) aldıklarını (sırtlamış ve Allah’ın lanetine uğramış vaziyette) gelip (âleme rezil edilecektir). Sonra, (zerre kadar) haksızlık edilmeden, her nefsin kazandığı kendisine eksiksiz olarak ödenecektir. Allah’ın rızasına uyan (Kur’an nizamına tâbi olan) kişi, (şeytanlığa taraf olan) Allah’tan bir gazaba uğrayan ve barınma yeri cehennem olan kişi gibi midir? O ne kötü (barınak) ve varılacak son durak yeridir. (Âl-i İmrân: 161-162)

Sadece bir kişiyi öldüren, tüm insanları öldürmüş gibi muamele göreceğine ve lanetlendiğine göre, acaba; yanı başımızdaki Irak’ta, Afganistan’da, Filistin topraklarında ve Libya’da yüz binlerce masum Müslümanın katline ortak olanlar ve bu hıyanete kılıf uyduranlar, Kur’an’a göre nasıl bir karakter sahibidir ve Allah’a nasıl hesap verecektir?

Sonuç olarak:

Cesaret ve metanet imandan, korkaklık ve kaypaklık ise iman noksanlığından ve nifaktan kaynaklanır. Kadere inanan ve Allah’a sığınan bir mü’min, başka hiçbir şeyden ve hiç kimseden korkmayacak, sadece Rabbinin rızasını arayacaktır. Bu gerçek imana sahip olmayan kişiler ise, menfaat umduğu veya zararından korktuğu her şeye tapınmak ve korkmak durumunda kalacaktır. Bu arada, şeytani bir sorumsuzluk ve şuursuzlukla, ahmaklıktan kaynaklanan bir “gözü karalık” ve kuru kahramanlık dürtüsüyle tehlikelere atılmaklık ise, imani ve Rahmani cesaretten çok farklı bir davranıştır.

Zalim sapkınlardan ve kâfir saldırganlardan korkup Hakkı saklamak veya makam ve menfaat umarak Siyonist odaklara sığınmak Kur’an’a göre şirk sayılmıştır.

“…Gerçekten şeytanlar (ve şerli odaklar), sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına (işbirlikçi uşaklarına) gizli teklif ve tavsiyelerde (vahyeder gibi sinsi telkinlerde) bulunurlar. Eğer onlara itaat eder de (şirke ve şekavete yönelirseniz), şüphesiz siz de (artık) müşriklerden oluverirsiniz.” (En’am: 121) ayeti bu durumu anlatmaktadır. Ve tabi böylesi işbirlikçi, hainleri destekleyen gafil halkın, onların zulüm yönetimi altında ezilmeleri de kaçınılmaz ve müstahaktır.

“Böylece Biz kendi kesbleri (kötü tercih ve gafletleri) nedeniyle, zalimlerin bir kısmını, diğer kısmının (yanına yoldaş) başına yönetici yapar (ezdiririz).” (En’am: 129)

 

SON YORUMLAR