Reklam
Reklam
Reklam

NUMAN KURTULMUŞ, “MİLLİ GÖRÜŞ”E NİYE MESAFELİ?

Kullanıcı Değerlendirmesi: / 5
ZayıfMükemmel 

“Milli Görüş ve Adil Düzen” bu davaya inanmış insanların gerçek sıfatı ve değişmez amacıdır.  Ama “Milli Nizam, Selamet, Refah, Fazilet ve şimdi de Saadet Partisi” ise bu inanç ve amaçtaki insanların resmi ve geçici “siyasi etiket ve adresleri” konumundadır.  Milli Görüş’ü temsil eden siyasi partilere ve sivil örgütlere, kalben ve aklen Milli Görüşçü olmadıkları halde; ya geçici heves ve heyecanlarla, ya makam ve menfaat hesaplarıyla veya teşkilatta tahribat yapmak ve davayı rayından saptırmak amacıyla pek çok insanın katıldıkları, ama Milli Görüş disiplinine uzun süre katlanamadıkları veya malum merkezlerce satın alındıkları için kaytarıp ayrıldıkları bilinen bir olaydır. Tabi ölünceye kadar demirbaş olanları da vardır.

Daha da ilginci Numan Bey’in bir söyleşide sarf ettiği: “Her ülkenin kendi Milli Görüşü vardır. Japonya’nın farklı, Hindistan’ın farklıdır” anlamındaki çarpıtmaları hangi çuvala sığdırılacaktır?

Oysa Hz. Ademden günümüze ve kıyamete kadar:

1-    Yeryüzünde hangi kavim ve ülkeden olursa olsun; Hakka inanan, hayra çalışan, temel insan haklarına saygılı ve evrensel hukuk kurallarına bağlı olan herkesin sahip olduğu ve savunduğu MİLLİ GÖRÜŞ,

2-    Zahiren hangi din ve kavimden olursa olsun; haksızlığı ve ahlaksızlığı mubah sayan, ırkçı ve baskıcı yöntemler kullanan, zulüm ve sömürüye dayanan kesimlerin bağlı bulunduğu KİRLİ GÖRÜŞ diye, temelde sadece iki görüş vardır.

MİLLİ GÖRÜŞ insani, vicdani ve imani esaslara; KİRLİ GÖRÜŞ, şeytani, nefsanî ve inkari hesaplara dayanır. Velhasıl, aslolan ve tabi zor olan, Milli Görüşçü olmaktır. Her Milli Görüşçü doğal olarak Saadet partilidir, ama her Saadet Partili Milli Görüşçü olmayabilir. Ülkemize, Milletimize, bölgemize ve tüm insanlık alemine, özlenen huzur ve emniyet ortamı ancak, Milli Görüş zihniyetiyle ve evrensel prensip ve projeleriyle sağlanacaktır; yoksa özünü yitirmiş ve Milli Görüş’ü terk etmiş bir Saadet Partisinin iktidara taşınmasıyla değil… Çünkü o taktirde AKP’den hiçbir farkı kalmayacaktır ve işte AKP ortadadır.

Peki, Numan Kurtulmuş’un çıkıp açıkça: “Ben elbette Milli Görüşçü birisiyim ve Erbakan Hoca’nın tarihi projelerinin takipçisiyim” dese ve bizleri sevindirse ve bu endişelere son verse, Allah aşkına söyleyin bu tavrı kimleri hoşnut kılacak ve kimleri kızdıracaktır… Bundan niye özenle sakınmaktadır?!

Numan Bey’in, Milli Gazete’den Mustafa Canbey’le yaptığı söyleşide sarf ettiği:

“Çünkü biz makul çoğunluğun kabul edebileceği fikirleri söylüyoruz. Makul çoğunluğun kabul etmeyeceği fikirlerle de uğraşmıyoruz” (6 Mayıs 2010. sh: 10) sözleri;

  • İmanen tehlikeli
  • Vicdanen geçersiz
  • Siyaseten dirayetsizdir

Makul: Akla uygun, mantıklı, anlayışlı, akıllıca davranış anlamındadır.

“Makul çoğunluk” ise belirsiz hatta yersiz ve geçersiz bir kavramdır. Olsa olsa “mantıklı çoğunluk, akılcı tabaka” anlamında kullanılmıştır. Önce bu yaklaşım Kur’an’a aykırıdır. Çünkü Cenabı Hak “İnsanların çoğunluğunun aklını kullanmadığını ve akıllı davranmadığını” (Maide: 103) haber buyurmaktadır.

“Yoksa sen onların çoğunu (gerçeği) dinleyip anlar ve aklına, vicdanına uyar mı sanmaktasın?” (Furkan: 44)

“Gerçekten İnsanların çoğu bizim ayetlerimizden gafil bulunmaktadır” (Yunus: 99)

“Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp saptıracaklardır” (Enam: 116) gibi uyarıları dikkate almayıp, çoğunluğun peşine ve keyfine takılmanın sonu hüsrandır. Görevimiz; çoğunluğa Hakkı ve hayırlı olanı duyurmak, onları akıllı-vicdanlı davranmaya çağırmaktır.

Üstelik Numan Bey’e göre, kimler ve hangi ölçüde “makul çoğunluk” kapsamındadır? Önümüzdeki seçimde bize oy verenler mi “makul çoğunluk” sayılacaktır? Veya Numan Bey’in davetine katılmayan ve destek çıkmayanlar hangi sınıfa sokulacaktır? Milli Görüş hakikatlerini ve Erbakan’ın ilmi ve isabetli kavramlarını kullanmaktan korkup kaçanların, işte böylesi kof sloganlara ve safsatalara sığınması kaçınılmazdır.

Bu itiraflar kalabalıklara tapınmanın, Hakka değil halka yaranmanın ve malum odaklara göz kırpmanın, tezahürleridir. Oysa lider vasıflı siyasiler, ilmen, imanen ve insaniyeten geçerli ve gerekli olan doğrularını halkın arzuları ve umutları haline getirebilme gayreti ve metaneti gösteren şahsiyetlerdir. Yoksa, kasıtlı ve devamlı propagandalarla kafaları karıştırılmış kalabalıkların hoşnutluğunu ve oyunu kazanma hatırına yanlış ve yararsız yönelimlere, kof ama cafcaflı söylemlere girişmek, basit bir particiliktir.

Milli Görüş’ün kurmay takımı ve Numan Bey’in kuruntuları

25 Nisan 2010 tarihinde SP gençlik Şöleni’nin yapıldığı Ankara Anadolu Gösteri merkezi önünde “Numan Kurtulmuş’un konuşmasının bittiğini ve çekip gittiğini” Hoca’ya haber vermek üzere görevliler beklemiştir. Sanki Hoca, defalarca ve saygısızca yaptığı gibi “seni takmıyorum, oturup dinleme zahmetine katlanmıyorum” dercesine, Hoca tam konuşmaya başlarken orayı terk eden Numan’a bu nefsanî zevki tattırmak için özellikle böyle hareket etmiş ve salona girince, daha öncekileri yapılmamış sayıp yeniden İstiklal Marşı okutularak konuşmasına geçmiş ve salonda görülmemiş bir heyecan fırtınası esmiştir. Oysa ne Milli Gazete’de ne töreni tertipleyen yetkililerce, son dakikaya kadar Hoca’nın katılacağı nedense söylenmemiştir.

Önceki konuşmacı, genellikle:

  • Kendi yaptıkları ve AKP’ye alternatif olarak sunmakla gururlandıkları Anayasa taslağından,
  • Rüşveti kelam cinsinden, gençlere “geleceğin milletvekilleri, bakanları ve yüksek bürokratları sizlerin aranızdan çıkacaktır” gibi dünyalık ve hayali makam dağıtmaktan,
  • AKP’nin manevi ve ahlak tahribatını es geçip sadece ekonomik sıkıntılarından bu arada “Suriye ile vizeleri kaldırmak” gibi hayırlı başarılarından dem vurup ayrılmasına karşılık Hoca:
  • “Maneviyat olmadan saadet imkânsızdır. Gerçek ve içtenlikli bir ahiret inancı taşımadan da maneviyat olmayacaktır. Ahiret inancı ve amacı olmadan bu sefer şehitlik kavramının bir anlamı kalmayacaktır. Şehitlik duygusu körlenirse, vatan ve bağımsızlık kaygısı ortadan kalkacaktır. Sonunda vatan olmazsa, yıkılış ve yok oluş kaçınılmazdır!”
  • “Eskiden dinden uzaklaştırma sadece zorbalıkla ve dini yasaklamakla yapılmaya çalışılmıştır. Ama günümüzde ondan daha etkili ve tehlikeli olarak, dini yozlaştırma ve yavaş yavaş değiştirip laytlaştırma-ılımlaştırma yoluyla, insanımız haktan ve hayırdan koparılmaktadır!”
  • Sizin parti programlarınızı (şu beğenmediğiniz ve tenkit ettiğiniz anayasayı da, övüp sahiplendiğiniz taslakları da) kim hazırlamış!? Ahmet, Mehmet… Yahu zaten eksik, aciz ve nefsine esir kulların yaptığı ve yapacağı programlardan (anayasalardan) hayır gelseydi insanlık bu ıstırapları çeker miydi?  Bunların anayasaları, Batılıların ürettiği ilaçlara benzemektedir. Bir yeri tamir ederken on yeri tahrip etmektedir.
  • “AKP’nin kahramanlığı gibi takdim ve takdir edilen “Suriye ile vizelerin kaldırılması ve Suriye ile iyi ilişkiler kurulması” Siyonist merkezlerin “Büyük ve kalıcı hedefler için, küçük ve geçici tavizler verilebilir” stratejisinin bir parçasıdır. Yani AKP’nin değil İsrail’in başarısıdır.”
  • “Sadece ülkemizde ve bölgemizde değil, bütün yeryüzünde adil ve acil, köklü bir değişim ve dönüşüme ihtiyaç vardır. Zafer inananlarındır ve zafer yakındır!”
  • “Daha bir şuurlanmak, onurla ve huzurla çalışmak için, Milli Görüşü anlatan yayınlara abone olunmalıdır!”

ABD’li diplomatlar, 1 ayda 2 kez SP yöneticilerini niye ziyaret ediyordu?

Numan Kurtulmuş'un genel başkanlık koltuğuna oturmasının ardından dikkat çekmeye başlayan Saadet Partisi (SP), başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin de yakın markajına girmişti. ABD'li diplomatlar, defalarca SP'li yöneticilerle görüşmüştü. ABD İstanbul Başkonsolosluğu Siyasi Konsolosu Harold Bonaquist, Bursa SP İl Başkanlığı'nda, SP Genel Sekreteri Turhan Alçelik ve Bursa İl Başkanı Hilmi Tanış'la bir araya gelmiş, ABD'li diplomatın isteği üzerine gerçekleşen görüşme tam 2 saat devam etmişti.

Kendilerini ABD’ye pazarlama gayreti

SP Bursa İl Başkanı Hilmi Tanış, ziyaretle ilgili olarak, “Bize 'sizi tanımak istiyoruz' dediler. Biz de kendimizi ve Milli Görüş'ü anlattık. Kendilerine 'Sizin, bizim içimizden çıkarıp kurdurduğunuz hükümetler, bu topraklarda başarılı olamıyor. Ömürleri en fazla 10 yılı geçmiyor. Siz onları bırakın, bu ülkenin gerçek sahibi Milli Görüş'ü dikkate alın. Numan Kurtulmuş yakında Başbakan olacak. Buna hazırlıklı olun” dediklerini söylemişti.

ABD’li diplomat Bonaquist da 'SP, Yahudi düşmanı mı?' diye sorarken, SP'liler, Yahudi düşmanı olmadıklarını ancak ABD'nin bazı politikalarının bu ülkeye olan aleyhtarlığı körüklediğini ifade etti. SP'liler 'Obama'yla birlikte yeni bir dönem başlayabilir' değerlendirmesinde de bulundu.

İki numara da kurtulmuş ile görüşmüşlerdi!

ABD Büyükelçiliği Siyasi Müsteşarı Doug Sullivan da, SP lideri Numan Kurtulmuş ile 25 dakika süren bir görüşme gerçekleştirmişti. SP'ye Batılıların ilgisi, partiye yapılan son ziyaretlerle de gündeme gelmişti. Numan Kurtulmuş daha önce de Danimarka'nın Ankara Büyükelçisi Jesper Vahr'ı parti genel merkezinde kabul etmişti.

Büyükelçi Vahr, süreçle ilgili SP lideri Kurtulmuş'un da değerlendirmelerini almak istediklerini ifade ederek, “Parti olarak sizin bazı sorunlara vurgu yaptığınızı fark ettik. Özellikle dini konulara yaklaşımınızı beğendik. Bunlar Danimarka'da da gündemin üst sıralarında yer alıyor” demişti. Bulgaristan'ın Ankara Büyükelçisi Branimir Mladenov da 20 Ocak'ta Kurtulmuş'u ziyaret etmişti.[1]

Milli Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Saadet Partisi yönetimini Zeki Müren tavrıyla muhalefet yapmakla eleştirmişti.[2]

Milliyet Gazetesi'nden Abdullah Karakuş'un haberine göre; Saadet Partisi yöneticilerinin muhalefet anlayışının çok yetersiz kaldığını belirten Erbakan, Müren’in bir filmde el bombasını kadınsı bir tavırla, “Kahrolası düşman, al sana bomba!” diyerek atmasını örnek göstererek: “Herkesin çok çalışması lazım. Şöyle bir olay anlatılır: Zeki Müren askere gitmiş. Eğitim sırasında o malum tarzıyla ‘kahrolası düşman’ diye somun ekmeği sunar gibi el bombası atmış ve tabi ayağının dibinde patlamış! İşte böyle bir muhalefet anlayışıyla ülkemiz üzerindeki korkunç oyunları ve kurtuluş yollarını milletimize anlatamayız ve Saadet’i iktidara taşıyamayız” anlamında uyarılar gelmişti.

Bazı parti yöneticilerinin de katıldığı toplantıda Hoca, Milli şuurun artırılmasının ve toplumun dış ve iç tehditlere karşı duyarlı hale sokulmasının önemine dikkat çekmişti.

Yüreğim en çok neye yanıyor?!

“Size şimdi ‘filanca mahalle temsilcilerini toplayın’ desem maalesef yarısını bile zor toplarsınız. Şuurlandırma ve sorumluluklarımızı kuşanma toplantılarınızı aksatmayınız. Aidatlarınızı alınız. Gazetemiz için (Milli Gazete) abone yapınız. En çok neye yüreğim yanıyor biliyor musunuz? Koca profesör olmuş, akıllı ve inançlı bir adam, ama çıkıp: ‘AKP’ye oy veriyorum’ deyince şaşırıp kalıyoruz. Bu durumda o adama kızmıyorum, niye bunlara hakikati anlatamamışız diye kendimi suçluyorum.”

Oysa, “Saadet yoksa kendinizi bulamazsınız ve huzura kavuşamazsınız! Bana bak yahu, sen şuurlu ve sorumlu bir Müslüman isen, nerede arıyorsun saadeti? Deli misin sen be kardeşim? Akıl sahibi insan Saadet’i bırakıp felaketin peşinden gider mi? . Önce seni ıslah etmek lazım ey sakallı Hüsnü.  Bak hala: “Halk Partisi gelmesin diye AKP’ye oy verdiğini” söylemektesin. Yahu bunların farkı nedir? Oysa sen İstanbul Belediyesi oğluna iş verdi, onun için AKP’lisin!? Seni dünyacı seni!”

AKP ıspanak’a benzer. Ispanaktan yağ çıkmaz!

“En çok gücüme giden ve vicdanımı rahatsız eden nedir biliyor musunuz? Bu AKP Türkiye’yi İsrail’e vilayet yapmaya uğraşıyor. Biz bu kadar açık ve acı bir durumu, milletimize 40 senedir nasıl anlatamıyoruz? Bir öğrenci hocasının sorularını yapamıyormuş. Sürekli “sorular yine hiç çalışmadığım yerden çıktı” diye mazeretlere sığınıyormuş... Hoca’nın cevabı ise: ‘evladım ıspanaktan yağ çıkmaz!’ olmuş… (Yani “bu kabiliyet ve gayretle, senden adam olmaz!”)

Ben şimdi de size diyorum ki, AKP’den yağ çıkmaz. Bizim için: ‘Hoca iki partiyi birden idare ediyor’ diyorlar. ‘AKP’yi siz kurdurdunuz. Belli olmaması için kimseye söylemiyorsunuz’ diyorlar. Bu AKP’nin bin türlü vebalini bizim sırtımıza yüklemeye çalışıyorlar.”

Bazı AKP yetkilileri bile, hala eski Milli Görüşçü tabanına bu yalanı söyleyip kendilerini aklamaya ve toplumu aldatmaya uğraşıyorlar.

Bazı tarafsız yazarların ve önyargısız yorumcuların:

“Sn. Numan Kurtulmuş’un

  • Önce SP’deki Erbakan Hoca’ya sadık kadroları tasfiye edeceği
  • Partiyi şeklen değil, ama fikren ve fiilen Milli Görüş çizgisinden uzaklaştırıp layt ve Batıyla uyumlu hale getireceği
  • Recep T. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığına sığınması üzerine de, SP’yi AKP’ye katarak, AKP’nin genel başkanlığına seçileceği” sıkça yazılıp söylenmektedir.

Numan Bey’in çıkıp: “Bunlar tamamen yanlıştır, yakıştırmadır, hatta iftiradır. Milli Görüş çizgisinden kopmamız ve hele AKP ile kaynaşıp dış güçlere taşeronluk yapmamız akıl ve vicdan dışıdır ve imkânsızdır” şeklinde bir açıklama yapması ve bizleri suizandan kurtarması beklenirken, nedense böyle bir şeye ihtiyaç bile hissetmemesi, hatta bir nevi seviniyor tavrı sergilemesi dikkat çekicidir. Ve zaten özellikle Milli Görüş hakikatine ve Hocasına bağlı il ve ilçe teşkilatlarını bir bir feshedip, “dava değil dünya ehli” olan ekiplere görev ve yetki verilmesi ve şuurlu camiamızı hayrete düşüren talihsiz söylemleri, bu iddiaları ispatlar mahiyettedir.

Bizim Numan Bey’e samimi tavsiyemiz:

Milli Görüş kaideleri, hakkın haklının ve tüm mazlumların kurtuluş prensipleri ve Adil Bir Medeniyet projeleridir. Bunlardan sapmak, hatta savsaklamak, şeytani güçlere ve zalim merkezlere hizmet etmekle aynı anlama gelir. SP’ye genel başkanlık gibi talihli bir fırsatı, tarihi bir fesatlığa alet etmek isteyenlere meyletmek, dünyamızı da ukbamızı da hüsrana sürükleyecektir! Çünkü AKP’nin başına buyruk olmak, siyonizme kiralık kuyruk olmak demektir…

Bu tür girişimler, Siyonist ve sabataist şebekenin bir zamanlar Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Korkut ve Turgut Özal ve Recep T. Erdoğan, Abdullah Gül gibilerin eliyle; “Milli görüş’ün kökünü kurutma ve BOP’un en büyük engeli Erbakan’dan kurtulma” heveslerinin bir neticesidir. Ve eğer doğruysa, Numan Bey,  Bu Siyonist Haçlı seferinin yeni şövalyesidir. Sn. Kurtulmuş’un bu iddiaları yalanlaması, imani ve tarihi gerçeklere ve Milli Görüş’ün talihli çizgisine uygun davranması en büyük dileğimizdir.

Tarih boyunca, zalim güçlerin ve şeytani çevrelerin; kendilerine rakip gördükleri, baskı ve sömürü saltanatlarını yıkacağından endişe ettikleri hareket ve şahsiyetleri

a) Kontrol altında tutmak

b) Gizli girişim ve projelerinden haberdar olmak

c) Sadık ve samimi bağlıların ayarını ve ahlakını bozmak

d) Teşkilat mensupları arasına rekabet ve menfaat hırsı aşılamak

e) Bunlar eliyle yanlış ve kışkırtıcı beyan ve tavırlarla davayı zor durumda bırakmak üzere;

en sinsi ve gizli adamlarını içlerine ve Liderin yakın çevrelerine sokma taktikleri zaten bilinmektedir.

Şimdi, Gizli Dünya Devletinin yöneticileri olan Siyonist merkezlerin ve küresel şebekenin, Erbakan Hoca’yı ve Milli Görüş harekâtını kendi başına bırakacaklarını sanmak, hem saflık alametidir, hem de milli görüşün mahiyetini ve ehemmiyetini idrak etmemektir.

Peki, Erbakan Hoca gibi bir deha, bu tür “sızma”lardan gafil ve habersiz miydi, değilse niye izin vermekteydi?

Dünyadaki şeytan şebekesinin bütün şer çetelerini ve projelerini, bunların bizim ülkemizdeki masonik şebeklerini ve hıyanetlerini en ince ayrıntısına kadar bilen ve bunlara karşı milli ve insani tedbirler geliştiren bir Liderin, kendi teşkilatına sızdırılan, ya da hususi ve hukuki dayatmalarla mecburen sokulan kişileri bilmemesi elbette mümkün değildir.

Öyleyse bu tiplere müsaade etmesi:

  • Onların Müslüman Dava adamı görünmelerini ve bu yöndeki zahiri gayretlerini, kendi kutsi hedefleri istikametinde değerlendirip yararlanması
  • Bu kişilerin içinde ve başında bulundukları oluşum ve organizeleri bir paravan olarak kullanarak dikkatleri bunlar üzerine yoğunlaştırıp, aslında başka alanlarda hazırlıklarını olgunlaştırması
  • Bazı özel tavizlerle teşkilatına alıp yularını uzattığı ve yüksek etiketler taktığı bu kimseler sayesinde, siyasi ve hukuki şartlar ve fırsatlar yakalaması
  • Böylece camiasını daha rahat eğitme, organize etme, deneme ve eleme imkânları kazanması
  • Bu marazlı ve münafık tipleri tanıma ferasetini, bunların tahribatlarına alet olmama dirayetini, son ve kesin karar mercii olarak sadece liderini görme ve ona göre hareket etme sadakatini gösterebilecek sağlam ve seçkin kadroların, çok tabii bir ortamda ve kendi inanç ve iradeleri doğrultusunda yetişip belirlenmelerinin sağlanması gibi hedef ve hikmetler gütmelidir.

Hz. Peygamber efendimizin;

Aylar ve yıllar boyu eğitilip hazırlanan ve İslam ordusu olarak Uhud Savaşını yapmak üzere yola çıkarılan 900 kadar seçme sahabenin, 300’den fazlasının, yani üçte biri kadarının, hem de tam savaş başlamak üzereyken:

“Muhammed, kendi hırs ve hevesleri için bizi eski dost ve kardeşlerimizle çarpıştırıp, kökümüzü kurutmak ve mevcut huzur ortamını bozmak istiyor!”

gibi kışkırtıcı ve moral yıkıcı sözlerle, ordu saflarından ayrılıp Medine’ye kaytaran kahpe döneklerin “artık münafıklıklarının kesinleştiği ve hepsinin öldürülmesi gerektiği” şeklindeki tepkilere rağmen, bunları cezalandırma ve resmen dışlama yoluna gitmeyip, hala camiası ve teşkilatı içinde tutmasının hikmet ve hedeflerini çok iyi bilen, Rabbine ve verdiği yüksek yeteneklere güvenen seçkin Liderler, işte şeytanlarla oynadıkları satrançta, onları yanlış yapmaya ve yaş tahtaya basmaya sevk eden böylesi geçici ve cüzi tavizler verebilmektedir.

Erbakan Hoca Milli Görüş’ün 40. Yıl Kutlamaları çerçevesinde Konya’daki muhteşem katılımlı konferansında:

“Milli Görüş’ün kurulması, bu güne kadar görüp yaşadığımız ve daha bundan sonra şahit olacağımız gibi, asrın en büyük olayıdır. Ancak, büyük tarihi olaylar, içinde yaşarken önemi ve özelliği pek anlaşılamamaktadır.

Aslında, Türkiye’mizin ve bütün insanlık aleminin kurtarıcısı şerefine erişen şu muhterem insanlarla birlikte olmanın hazzı ve huzuru yaşanmaktadır.

Şanlı Selçuklu ve Osmanlının, şanslı ahfadı (evladı) olarak, burada toplanıp, büyük zafere hazırlık yapılmaktadır.

Nasıl Çanakkale’de bütün dünya ile savaştık ve kazandık ise, Milli Görüş Mücadelesi de tüm zulüm dünyasına karşı yapılmış, bu yüzden beş parti kurmaya mecbur kalınmış, ama artık inşallah kutlu zafere yaklaşılmıştır. Yaşadığımız süreç, tarihin en önemli dönüm noktasıdır.

Ahirette bu partileri simgeleyen şu beş yıldızlı amblemi gösterip, Hak davasının hatırına Rabbımızın rızasına erişip, sorgusuz sualsiz cennete girmemize vesile olması, temenni ve duamızdır”

diye başladığı tarihi sözlerinin sonunda şu acı gerçeği ifade buyurmuşlardı:

“1974 senesinde, Hükümet ortağı olan Milli Görüş’ün çok özel gayreti ve cesareti sayesinde başlatılıp başarılan şanlı Kıbrıs Harekâtı sürecinde; dönemin Genel Kurmay Başkanı Semih Sancar Paşa bize:

“Kıbrıs’a çıkmak, soydaşlarımıza yönelik zulüm ve cinayetleri durdurmak, barış ve güvenliği sağlamak üzere, (Sn. Ecevit Londra’da bulunduğu için) yetkili başbakan vekili olarak, lütfen bize kesin bir emir veriniz. Gemilerimizi harekâta hazır hale getirelim. Ama daha önce İsmet İnönü ve Süleyman Demirel’in yaptığı gibi, dış baskılarla bu emri geri çekmeyiniz ve ordumuzun maneviyatını körletmeyiniz!” ricasında bulunmuşlardı.

“Bu arada, hem Yunanistan’ın hem de Avrupa ve Amerika’nın “karşı hazırlık yapmasına ve işimizi zorlaştırmasına fırsat vermemek üzere: “Hükümet olarak Meclisten çıkarmayla ilgili açıkça yetki istenmesinin” bir müddet geciktirilmesi ve malum ülkelerin ve içimizdeki Mason işbirlikçilerinin ürkütülmemesi kararlaştırılmıştı.

Milli Selamet Partisi grubumuzda da, bütün milletvekili arkadaşlarımızla bu stratejik tavrın nedenini ve önemini uzun uzun anlatmış, aksi ve fevri çıkışlar yapılmaması konusunda sıkı sıkı tembihat yapılmıştı.

Ancak buna rağmen Meclis oturumunda bir arkadaşımız kalkıp: “Kıbrıs’taki kardeşlerimize yönelik katliamların durdurulması ve adadaki haklarımızın korunması için, yüce Meclisten ve tüm milletvekillerimizden yetki ve destek istiyoruz!?” şeklinde ve ucuz kahramanlık rolüyle karşı tarafı uyaran ve niyetimizi duyuran bir konuşma yapması hepimizi şaşırtmıştı.

Şükür ki, rahmetli Turan Feyzioğlu, tecrübeli bir devlet adamı ferasetiyle duruma müdahale edip düzeltmiş ve “iktidar böyle bir yetki istemiyorsa, herhalde bir bildiği veya hazırlık eksiği vardır. Bize düşen iktidar ortaklarının tespit ve tavsiyelerine uymaktır” diyerek bizi o zor durumdan kurtarmıştı.”

Erbakan Hoca on binlerin huzurunda ve bütün medya karşısında bu olayı aktarırken, bize göre şu gerçeği vurgulamak istiyordu.

Milli Görüş davasının başladığı günden beri, bütün partilerimizin ve diğer örgütlerimizin içinde ve yakın çevresinde, sırlarımızı dışa sızdıran, işlerimizi zorlaştıran hain tipler her zaman vardı. Sadece dışımızdaki Masonik odaklara karşı değil, içimizdeki bu münafıklara karşı da sürekli dikkatli olmak, bazen mecburen karşı tarafı yanlış yönlendirecek kararlar alıp aksini yapmak zorunda kalınırdı…

Hatta, resmi, siyasi ve hukuki engelleri aşmak, rakiplere şaşırtıcı mesajlar verip oyalamak, onların bazı elemanlarını dava hizmetinde kullanmak gibi mazeret ve mecburiyetlerle bunlara katlanmak lazımdı...”

Numan Kurtulmuş’un niyeti ve mahiyeti:

Numan Kurtulmuş’un gerçek misyonunu ve gizlenen rolünü; Saadet Partisinin ve Milli Görüş çizgisinin tamamen dışındaki, duyarlı ve tutarlı bir araştırmacı-yazarın şu ilginç ve isabetli tespitlerinden anlamaya çalışalım:

“Hemen buradan fokur fokur kaynayan Saadet Partisi’ne geçelim. Genel Başkan Numan Kurtulmuş’un “Kürt açılımına” verdiği destek, “Ne Mutlu Türküm Diyene” dizesiyle biten Öğrenci Andı’nın kaldırılmasını istemesi, Suriye açılımı için Erdoğan’a teşekkür etmesi, bilmem dikkatinizi çekti mi? Kurtulmuş’un bu açılımları en çok Erbakan ve ekibini rahatsız ediyor, zaten beyanlarına da yansıyor. Bardağı taşıranın ise “Kurtulmuş’un, partiye ait TV-5’in Aydın Doğan’a satışından elde edilen 15-20 milyon doları, borçların tasfiyesi için Erbakan ekibine vermeyip, kendi kadro ve politikalarını oluşturmada kullanması” olduğu öne sürülüyor. Bir de Milli Gazete’de Hasan Ünal ve Afet Ilgaz gibi milli duyarlı ve Erbakan yanlısı kalemlerin yazılarına süresiz ara verilmesi var ki, kelimenin tam anlamıyla “savaş baltalarının” çıkarılması addediliyor.

Yani Erbakan’ın, Kurtulmuş’un tasfiyesi için düğmeye basması mukadder görünüyor. Ancak Hoca’nın açmazı büyük. İddialara göre, daha önce milletvekilliği, bakanlık vaatlerini elinin tersiyle iten Kurtulmuş’a, AKP tepelerinden bu defa, “Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığından sonra AKP’nin başı olması” teklifi geldi!. Bundan haberdar olan Erbakan bir türlü düğmeye basamıyor olabilir mi?       

Tam bunların konuşulduğu bir dönemde Erdoğan’ın gazete takımının en üstünde Milli Gazete’nin durduğunun ve güne bu gazeteyi okuyarak başladığının duyurulması tesadüf olabilir mi?

Evet, Erdoğan içeride, dışarıda gerekli yığınakları yapıp, tam gaz erken seçime gidiyor… Ya da oraya sürükleniyor… Sonucu mu? Galiba son galibiyetin, ilk “mağlubu” kendisi olacak!..”[3]          

Sn. Numan Kurtulmuş’un, Milli Gazetenin manşet yaptığı: “Saadete Kimse rol biçmesin!.” sözlerinin muhatabı olarak, pek çok insanın aklına Erbakan Hoca geliyordu!? Ve zaten Milliyetten Melih Aşık Beyin kökenleri ve kimlikleri malum Soner Yalçın, Oray Eğin, Yalçın Doğan ve Mehmet Tezkan’la birlikte davetli olarak katıldıkları sabah kahvaltısında Numan Beyle ilgili en çarpıcı tespiti olarak:

“Numan Kurtulmuş geçmişle (Yani Milli Görüş’le - M.Ç.) arasına kalın bir siyasi çizgi çekiyor:

“Din istismarı üzerinden siyaset yapmayacağız. Siyaseti yeniden formatlayacağız.!”[4] sözlerini aktarması ve tabii keyfinden bayılması bunların amacını ortaya koyuyordu. Tabi Bay Numan’ın “Din istismarı yapmayacağız.” ifadesiyle Erbakan’a gönderme yaptığını ve iftira attığını ve bazı merkezlere: “İslam davasıyla alakasını kopardığını” duyurmaya çalıştığını feraset ehli anlıyordu.

Önkibar’ın övgüleri:

Bu arada, hayret, Yeniçağ yazarı Sabahattin Önkibar da, Numan Kurtulmuş reklâmcılarına katılmıştı. (Bak. 21 Kasım 2009. Panzehir Numan Kurtulmuş’tur.)

Numan Beyi överken:

“Önceden belirlenmiş peşin düşmanları yok” buyuruyor.

Oysa Kuranı Kerim; bütün Tağuti güçleri[5] ve Siyonist Yahudileri ve emperyalist müşrikleri (Maide: 82) ve tüm şeytani şahsiyet ve hareketleri[6] peşin ve kesin düşman tanımayı emrediyor.

Numan Beyin ülkemizi ve milletimizi parçalayacak olan Kürt Açılımına değil de;

“Bunun şova dönüştürülmesine karşı olduğunu” söylüyor. Sn. Önkibar, acaba Kürt Açılımını mı, yoksa şov şımarıklığını mı tehlikeli görüyor?

Sabahattin Önkibar; Numan Kurtulmuş’un:

“….rasyonel, yani maceracı olamayan bir anti emperyalist; dolayısıyla dış politikada uçuk bir söylemi ve teklifi olmadığını” alkışlıyor. Aslında bu iltifatıyla Numan Beyin “Adil Düzen, Yeni Bir Dünya,   D-8’ler merkezli İslam Birliği” gibi ilmi, insani ve İslami evrensel projelere sahip çıkmadığını, AKP gibi cıvık ve sırıtan şekilde değil, biraz daha cilalanmış söylem ve eylemlerle siyonizme yamanacağını, dolaylı olarak deşifre ediyor.

Ve işte, başka bir internet sitesinin haberi:

Recep Erdoğan hep Milli Gazete okuyormuş!

Her sabah Başbakan’ın masasının üstüne 20’den fazla gazete bırakılıyormuş... Ama bir gazete var ki hep en üstte duruyormuş… Başbakan en çok onun manşetini merak ediyormuş...

Başbakanın en kıymetli gazetesi ne “Bizim Çalık’ın gazetesi” Sabah, ne Hürriyet, ne Milliyet, ne Zaman ve ne Yenişafak değilmiş… 

Başbakanlık kaynaklarından edinilen bilgilere göre; gazete takımının en üstünde Milli Gazete bulunuyormuş…

Peki, Başbakan Milli Gazete’yi neden bu kadar önemsiyormuş?

Çünkü Recep Erdoğan hala Milli Gazete okurlarını yani Saadet Partisi tabanını avlamaya ve kendi safına katmaya çalışıyormuş…[7]

Ve tabi, herhalde Recep Başbakan Milli Gazete’nin manşetlerini merak edip, kendine ona göre rota çiziyor ve Milli Görüşçülerin gönlünü okşayacak söylemler geliştiriyormuş!?

 

Numan Bey’in netameli (gizli, sinsi ve tehlikeli) destekçileri

Ve Milli Gazete’de[8] Dr. Recai Yahyaoğlu imzalı “Türklerin ve Yahudilerin siyasetinde psikolojik güç” başlıklı yazıda:

“İsrail politikacıları Gazze savaşı öncesinde maalesef dünyada gelişen ve yenilenen zihniyetin farkında olamadılar. Onlar dünyanın gözü önünde yaptıkları hataların faturasını eskiden olduğu gibi görmeyecekleri yanılgısına kapıldılar. Böylelikle Amerika'daki seçimin sonuçlarını anlayıp doğru yorumlamaktan ve Türkiye'de yaşanan değişimin farkına varmaktan oldukça uzak bir noktada olduklarını bu savaş vesilesiyle göstermiş oldular.”

“Güçlü medeniyetlere sahip milletlerde değişimin önündeki en büyük engel gelenekler ve mit’lerdir... Milletler bugün gelinen noktada kendi değerlerine yabancılaşmadan zihniyet değişimini ve demokratikleşme politikalarını yaşamlarına kattıkları oranda dünya ile daha fazla entegre olacaklarının farkına vardılar. Böylelikle savaş psikolojisinin yerine barış psikolojini benimsemeye başladılar. Türkiye'nin son uygulamaları, dindar insanlar açısından her ne kadar bazı eksiklikler bulundursa da yakın tarihte bölgesel olmaktan çıkarak dünyada pek çok farklı ülkeye örnek olacak boyutlar ve ufuklar açacak gibi görünmektedir.” demektedir. Yani:

a) Türkiye’deki AKP değişiminin önündeki en büyük engel dediği “gelenek ve mit’ler”in İslami düşünce olduğu açıktır.

b) “Dünya ile entegre” dediği, küresel sömürü düzenine ve siyonizme köleliğe razı olmaktır.

c) Türkiye’de AKP’nin son uygulamalarında: “Dindarlar açısından bazı eksiklikler bulunsa” da bunlar hiç de önemli sayılmamaktadır.

Şöyle devam etmektedir: “Doğru olan bu tercihli yönelimi bulması durumunda Amerika Birleşik Devletleri yeniden dünyanın hâkim gücü olacağının farkına varmıştır. Bölgesinde güçlenen ve dünyada örnek model oluşturan bir ülkenin doğru politikalarının ilk önce bu ülke tarafından keşfedilmesi son derece doğaldır. Amerikalı politikacılar öncelikli olarak yapmaları gerekenin İsrail'in hatalı uygulamalarını durdurmaktan geçtiğinin farkındadırlar. Ve bu yüzden Amerika'nın seçilen Başkanı ilk ziyaretini Türkiye'ye gerçekleştirdi. Bu gelişmelerin hiç birisi tesadüfî değildir. Şimdi Başkan Obama'nın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı bir çalışma toplantısı için ülkesine davet etmesi son yaşanan gelişmelerden kesinlikle bağımsız değildir.”

Yani: ABD’nin yeni Başkanı Obama, Recep Erdoğan’ın bu “doğru tercihli yönelimini” hemen fark etmiş ve “örnek model oluşturan” AKP Türkiye’sini birden keşfetmiş ve bu yüzden hem ilk ziyaretini Türkiye’ye gerçekleştirmiş, hem de bir çalışma toplantısı için, tam da 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı günü Recep Beyi ayağına davet etmişmiş…

Bu kişilere göre: “Zira dünyanın gelişmiş ve demokratikleşmiş milletleri bilirler ki, dinlerin güçlü baskı unsuru haline geldiği savaşlarda kazanan tarafın net olarak ortaya çıkması mümkün değildir...” Yani:

Bütün savaşlar “Dinlerin güçlü baskıları sonucu çıkmaktaymış”, gelişmiş ve demokratikleşmiş ülkeler bunu bilirlermiş.. Yani demokratikleşme ve gelişme ile Dinin etkisinden kurtulmak lazım gelirmiş!?..

Recai Yahyaoğlu’nun Milli Gazetedeki yazısı şöyle bitmektedir: “Geçmiş dönemlerin kendi içinde baskıcı ve gücüne inanmamış zayıf politikacıların yönettiği ülkelerde yaşanan demokratikleşme süreçleri sadece iç politikalarında değil dünya siyasetinde de değişimler ortaya çıkaracağı daha önceden küresel aktörler tarafından ön görülmüş olmalıydı. Hayal kırıklığı yaşayan başta İsrail olmak üzere bazı ülkelerin yıllanmış siyaset adamlarının bile bu konularda doğru öngörülerde bulunamamaları düşündürücüdür.

Psikolojik gücün eksen kayması sadece bölgede değil dünyada Türkiye'yi çok yıldızlı ülkeler ligine çıkaracağa benziyor.”

“İlginçtir ki bu partiler, İsrail'in Yahudi karakterinin korunmasının en bariz yolu olan iki devlet çözümünü reddetmekteler.”

“Dünyanın gözü önünde Ermenilerle yüz yıllık dargınlıkların barışa ve bölgesel ilişkilerin kardeşçe bir ilişkiye çevrildiği bu süreçte hiçbir dünya ülkesi İsrail ile Türkiye arasında yaşanan bu huzursuzlukta hatanın Türkiye'den kaynaklandığını düşünmeyecektir. Barış psikolojisinin, bölgesine ve dünyaya hakim olmasını isteyen bir ülkeyle İsrail anlaşmak ve iyi geçinmek zorundadır.” Yani:

a) AKP’nin açılımları sayesinde, Ermenistan’la Türkiye arasındaki yüz yıllık dargınlık barış ve kardeşliğe dönüvermişmiş…

b) İsrail’in de yok olup yıkılmaktan kurtulması ve hayatta kalması için de bu modeli benimsemesi ve Tayyip Türkiye’siyle iyi geçinmesi gerekirmiş…

Şimdi anladınız mı okumaktan ve anlamaktan pek hoşlanmayan Bay Recep Erdoğan niye her gün Milli Gazete okuyordu?

Çünkü dıştan ve içten yapılan onca tazyik ve tahribata rağmen, hala asli şuurunu ve İslami onurunu koruyan bir avuç Milli Görüşçünün de yozlaştırılması ve AKP’ye kuyruk yapılması amaçlanıyordu.

Numan Kurtulmuş’un Davos horozlanması, Kürt ve Ermeni açılımları ve yeni anayasa hazırlıkları konusundaki desteklerini de önemsiyor ve “dolaylı tarafgirlik” gösteren Milli Gazete yazarlarına minnettarlık duyuyormuş…

Bu arada kulislere yansıyan ve kulağımıza çalınan haberlere göre,  hem İsrail Büyükelçiliği hem de AKP’li işbirlikçileri MİLLİ ÇÖZÜM’ün, mert, net ama biraz sert yayınlarından ise, özellikle şiddetli rahatsız oluyor ve susturma çareleri aranıyormuş…

Numan Bey’in tavrı ve tarafı net değildi:

Bay Numan Kurtulmuş, Konya’daki Milli Görüş 40. yıl kutlamalarında ise “Artık pek çok siyasi yazar ve yorumcu AKP adımlarını SP’ye göre atıyor” sözleriyle, yukarıdaki iddialara haklılık kazandırıyordu.  Konuşmasının başında “Kökü mazinin derinliklerinde bulunan Milli Görüşün Semaya yükselen dallarını budamak için buradayız” ifadeleri de, feraset ehlince “Allah söyletti, içindekini itiraf ettirdi” yorumlarına neden oluyordu.

Numan Kurtulmuş’un: Siyonizm gerçeğini ve tehlikesini asla ağzına almadığı, gelenler usanıp dağılsın ve Erbakan Hoca’ya zaman kalmasın diye uzatıp bıktırdığı, “siyaseti yeniden formatlamaya geliyoruz” sözleriyle Milli Görüş çizgisini saptırıp yozlaştıracağını açıkladığı,

  • Bu toplantıyı Erbakan’ın manevi cenaze namazına çevirmeye çalıştığı
  • Tavrı ve tarzıyla, “Ey “hayâ” nerdesin?” “Ey “maya” cibilliyetin işlersin!” haykırmalarına yol açtığı, “Bir çuval keçiboynuzu çiğnesen yüz gram şeker çıkmaz” cinsinden kof konuşmasında en çok dikkatimizi çeken “Bölgemizi Darusselam yapacağız” lafı oluyordu…

Numan Kurtulmuş “Farklı Çözüm: Dış Politika” konulu konferansında:[9]

Saadet’in temel prensiplerini

Dış politikamızı pragmatizm, yani çıkarcılık üzerine değil KÜRESEL ERDEMİ sağlayacak prensipler üzerine inşa etmek…

REEL POLİTİĞİ (kabullenmekle birlikte); güce boyun eğmek olarak değil, TÜRKİYE VE DÜNYAYI GÜNÜN MEVCUT ŞARTLARININ getirmiş olduğu imkânları kullanarak bir barış yurdu haline getirmek”

Şeklinde açıklıyordu. Böylece yaldızlı ve yanıltıcı lafları kılıf yaparak küresel Siyonist sömürü düzenine entegre olacaklarını ilan ediyordu.

“Türkiye’nin bölgede ÇOK ÖNMELİ BİR ROL MODEL olabileceğini” vurgulayarak, Yahudi Lobilerinin kuklası ABD Başkanı Barack Obama’nın sözlerini tekrarlıyordu.

“IMF’nin yeni dönemde FONKSİYONLARININ NE OLACAĞI tartışılıyor.

Sovyetlere karşı kurulan NATO’nun hiçbir anlamı kalmamış bulunuyor” diyordu.

Yani IMF’nin faizci ve kan emici kapitalist barbarlığını ortadan kaldırmayı ve devre dışı bırakmayı değil, yeni ve cilalı fonksiyonlarla devamını sağlayacağının işaretini veriyor ve NATO’nun artık İslam’ı düşman seçtiği gerçeğini örtmeye çalışıyordu.

Hepsinden ilginci:

“Başta Türkiye olmak üzere, bölgemizin DARUSSELAM olmasını sağlayacak aktif ve şahsiyetli dış politika vizyonuna sahip olmalıyız” sözlerindeki “Darusselam” kavramı, “Selamet ve emniyet yurdu ve cennet” anlamında ve Kur’an kaynaklı olmakla beraber, SİYONİST YAHUDİLER KUDÜS ve bu merkezli ARZ-I MEV’UD (NİL’DEN FIRAT’A BÜYÜK İSRAİL) için de “JARUSSELAM” tabirini kullanıyordu ve bu isimle birçok gazete çıkarıyor, vakıf-dernek kuruyordu.

Yoksa Numan Kurtulmuş “JARUSSELAM hayaline hizmet edeceği” mesajını mı veriyordu?

Ve zaten Bay Numan’ın Milli Görüş ve Adil Düzen gibi ilmi, insani ve evrensel projeleri bırakıp “FARKLI ÇÖZÜM” gibi dışı hoş içi boş sloganlara sarılmakla kimlere ve hangi mesajlar verdiğini ortaya koyuyordu.

Yeri gelmişken Numan Kurtulmuş’a imani bir gerçeği hatırlatalım:

“Yahudiler, inananların en şedit düşmanıdır, içlerindeki bazı iyiler hariç” yaklaşımı Kur’an’ın kuralıdır.

Ama:

“Yahudilere düşman değiliz, kötüleri hariç” anlayışı ise şeytan saptırması ve münafıklık mantığıdır…

Açılım meselesi ve Erbakan’a ters düşmesi

Malum ve mel’un güçlerin dayattığı, AKP’nin ise sadece taşeronluğunu yaptığı “Kürt açılımı” safsatası; hem milli çıkarlarımıza, hem bölge istikrarına, hem inanç esaslarımıza, hem de Kürt kardeşlerimizin huzur ve onuruna aykırı şeytani bir projedir. Numan Kurtulmuş’un bu konuda AKP ağzıyla konuşması ve Erbakan Hoca’yla zıtlaşması dikkat çekicidir ve endişe vericidir.

Sn. Kurtulmuş, “Gönüllü Birliktelik” başlıklı, 20 Ağustos 2009 Diyarbakır basın konuşmasında:

“Barış ve esenliğin temeline ilişkin her adımı (ve açılımı) destekleriz..”

“Hiç kimse ortamı germesin ve konuyu sulandırıp sabote etmesin…”[10]

Sözleriyle ve aynen AKP söylemleriyle sahiplendiği Açılım meselesiyle, aslında Erbakan Hoca’nın belirttiği gibi: “Açılım saçılım saçmalığıyla Dış güçlerce oluşturulan ve ülkemizi parçalamayı amaçlayan sinsi ve tehlikeli bir gündeme figüranlık edilmektedir.”

Ve hele AB, ABD ve İsrail’in bile resmen söylemeye cesaret edemediği, sadece PKK ve temsilcisi partilerin ve sözde sivil örgütlerin sıkça ve ordumuzu yıpratmak amacıyla dile getirdiği: “PKK’ya yönelik askeri operasyonlara son verilsin...” teklifini, Numan kurtulmuş’un:

“… Her türlü provokasyonun önüne geçmek için rutin operasyonlar durdurulmalıdır” şeklinde[11] tavsiyeye yeltenmesi, bunların niyetini, tiyniyetini ve mahiyetini göstermektedir.

Bu yaklaşım, sanki Kürt meselesinin arkasında Dış güçler (ABD, AB ve İsrail) yokmuş… Bu, sadece Türklerle Kürtler arasındaki bir sorunmuş… hatta “TSK’nın PKK’ya yönelik rutin operasyonları Kürtleri durduk yere kışkırtıyormuş… Ve derhal kesilmesi gerekiyormuş…!? Yalanlarını ima ediyor ki, tam bir saptırma ve sahtekârlık örneğidir.

Sanki, bin yıldır, zoraki, işgalci ve barbar bir tavır sonucu, Kürtler Türklerce esir alınmış ve sürekli baskı uygulanmış gibi, şimdi kalkıp:

“Sorun ancak, rızaya dayalı birliktelik ve gönüllü kardeşlik içinde çözülebilir”[12]

İddiaları cahillikten çok öte bir hinlik ve talihsizliktir.

Ve yine,  sanki Kürtler ve Türkler, zaten iki ayrı, farklı ve aykırı toplumlarmış da, artık birleşmelerinde fayda varmış tavrıyla söylenen bu sözlerde oldukça sinsi ve şeytani hedefler gizlidir.

Soralım, peki bu gün “Gönüllü birleşelim” diyenler, yarın için “şimdi de gönüllü ayrılıyoruz!” deme hakkını elde etmez miydi? Yoksa zaten bu amaçla mı, böylesi dışı jelatinli, ama içi zehirli kavramlar, karınlarından konuşulup gündem kokuşturulmakta, Siyonist ve emperyalist projelere piyonluk edilmekteydi?

Peki, gerekirse ve şartlar elverirse “gönüllü ayrılık ve bağnazlık” yolunu da açıveren “GÖNÜLLÜ BİRLİKTELİK” prensibini, Kürtler dışındaki Arapların, Lazların, Hatta nüfus olarak Kürtlere yaklaşan Balkan ve Kafkas kökenli Müslüman vatandaşlarımızın da uygulamaya kalkışması ihtimali ve “demokratik hak talebini(!)” Numan Bey hiç mi hesap etmemişti? Yoksa sıra onlara da mı gelecekti?!..

Ya Numan Kurtulmuş’un, Fener Rum Patrikhanesine bağımsız Ekümenlik kapısını açmayı ve 2. Vatikan olma imkanı sağlamayı hedefleyen hıyanet girişimlerini haklı gören bir yaklaşımla “… Gayrimüslim vatandaşların sorunları…”ndan bahsetmesi (sh. 16) neyin nesiydi? Bu ülkede % 99 ezici çoğunluğu oluşturan Müslümanların gayrimüslimlerin onda biri kadar Din, vicdan, ibadet ve fikir özgürlüklerine sahip olmadıklarını bilmeyecek kadar, toplumun gerçeklerine yabancı birisi miydi, yoksa Haim Nahum Gavurunun Türkiye’yi çökertme projesine, jelatinli kılıf geçirme görevlisi miydi?

Numan Kurtulmuş Bey Fener Rum Patriğinin Amerika’daki bir televizyona verdiği demeçlerde resmen Türkiye aleyhine Bartholomeos’un şu sözlerini işitmemiş miydi?

“Türkiye’de kendimi çarmıha gerilmiş gibi hissediyorum!?” Bu arada hararetli bir AKP yandaşı olan Patrikhane avukatı Kezban Hatemi’nin Bartholomeos hainini haklı çıkarma çabaları da bunların kirli mahiyetini deşifre etmekteydi.

Sen de mi Brütüs!..

Patrik Bartholomeos da açılım istiyor!.. Ve kendisini uluslar arası – Haçlı Siyonist arenada kutsuyor. “Türkiye’de çarmıha gerilmiş gibiyim!”... diye imdat istiyor!

Numan Kurtulmuş, “Erbakan’ın, 28 Şubat sürecinde din adamlarına yemek vererek hata yaptığını” iddia ediyordu!

TV8’de Candaş Tolga Işık’ın “Bunu Konuşalım” programına katılan Numan Kurtulmuş, Milli Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın, 28 Şubat sürecinde din adamlarına yemek vererek hata yaptığını iddia ediyor ve Milli Gazete bu bölümü atlıyor ve saklıyordu.

Numan Kurtulmuş, “Milli Görüş’ün 1970’lerde söylediği şeylerin bugünün dünyasında aynı üslupla söylenemeyeceğini” iddia ediyordu. Böylece:

  1. Ya Hakkın değişmez olduğunu bilmiyordu.
  2. Veya kendisinin değiştiğini ispatlıyordu.

Siyasi ekonomik ve dış sorunlar üzerinde Milli Görüş’ün artık yeni bir pencereden baktığının altını çizen Kurtulmuş ve Tolga Işık’ın “ben size bunu sormadım, size daha açık söyleyeyim, “siz başbakan olduğunuzda başbakanlık binasında tarikat liderleriyle iftar yemeği yiyebilecek misin?” sorusuna “o dönemi (28 Şubat) kendi şartlarında değerlendirmek gerekiyor. Daha önceden de verilmişti. Ama o gün Başbakan Erbakan tarafından verildiği için Türkiye’de çok ciddi gerginliklere neden oldu. Daha doğrusu: var olan gerginlikleri daha fazla arttırdı. Keşke o gergin dönem yaşanmasaydı ve keşke öyle bir yemek verilmemiş olsaydı”!? yanıtını verip tavrını ve tarafını ortaya koyuyordu.

Yine Sn. Numan Kurtulmuş: Erbakan’ın İran’a giderken yaptığı basın toplantısıdır ve o seyahat Erbakan’ın tamamen kendi kişisel seyahatidir. Zaten biz parti olarak o seyahatin Erbakan’ın kişisel seyahati olduğunu resmi olarak açıkladık. Bizim seyahatin içeriği hakkında herhangi bir bilgimiz yok. Kendisi bu seyahati eski bir Başbakan olarak yapmıştır.” Sözleriyle “Erbakan’ın duruşunu hiç sevmediğini, ondan çok farklı olduğu için Numan Kurtulmuş’u beğendiğini” söyleyen Tolga Işık’a: Ne kadar güzel. Bunları sizin ağzınızdan bu kadar açıklıkla duymak çok önemli.” dedirtiyordu.[13]

Önemli not:

Daha önce, Milli Selametten kaytarıp Mason ve Morrison Süleyman’a sığınan NURCULAR; Erbakan’a kuyu kazan Korkut ve Turgut ÖZAL’LAR; Avrupa Milli Görüş Teşkilatını parçalayan Cemalettin ve civcivi Metin KAPLAN’LAR; Fitnetullah görevi yapan FETULLAHÇILAR; Tarikat şeyhliğinden şahlığa heveslenen ve Erbakan’a iftira ettiği şekilde can veren Esat ÇOŞANLAR; Milli Gazete’de palazlanıp sonra camiayı malum ve mel’un merkezlere pazarlamak için ZAMAN ve VAKİT gazetelerini kuran Fehmi Koru ve Abdurrahman DİLİKAYPAK’ların; Milli Görüş’ü parçalamak suretiyle parsa toplamak üzere parti kuran, ama Allah tarafından paçavraya çevrilip boyunun ölçüsünü alan ve Numan Bey tarafından özellikle örnek alınan ve her konuşmasında hürmetle anılan Sezai KARAKOÇ’ların; ve nihayet Milli Görüş gömleğini, yani İslami kimliğini çıkarıp atarak, BOP (Büyük İsrail) uşaklığına razı olan, makam ve menfaat avcısı AVANAK’ların; henüz içimizdeyken yaptıkları kıvırma ve kuyu kazmaları hatırlatıp camiamızı uyardığımız zamanlarda bize; “Suizan ediyorsunuz. Fitne çıkarıyorsunuz. Hele hıyanetleri kesinleşsin, sonra konuşursunuz!..” diye çıkışanlara hep, Nasrettin Hoca’nın şu fıkrasını hatırlatmıştık: “Testiyi kırdıktan sonra çocuğu azarlamanın bir faydası yoktur!..”

Hz. Peygamber Efendimiz: “Mü’min ferasetli insandır, bu nedenle aynı delikten iki sefer asla ısırılmayacaktır” buyurmasına rağmen, yahu siz, davamıza ve Hocamıza yönelik bunca hıyanet ve hakaretten sonra bile, hala nasıl böylesine bir saflık gösteriyorsunuz? Yoksa siz de mi, Erbakanın tercümanlığını yaptığı hakikatlerden ve inancımızdan kaynaklanan evrensel programlarından ve haklı davamızdan umut kesip, uzaklaşıp kurtulmak için bahane mi kolluyorsunuz?!”

Şu anda bazılarının hala; “Madem öyle ise Hoca niye bunlara fırsat veriyor?” dediklerini duyar gibi oluyorum. Çok söyledik, yine hatırlatalım:

Partiler amaç değil, araçtı… Partiler bir eğitme, deneme ve eleme okulları, insanlarımıza ve inancımıza hizmet kurumlarıydı… Asıl amaç ise, Aziz milletimizi, İslam ümmetini ve tüm ezilen insanlık alemini, özlenen huzur, hürriyet ve refah iklimine taşımak ve böylece mazlumların duasını ve Rabbımızın rızasını kazanmaktı…

Bu kutsal amaçlar uğruna, araçların hedef yapılıp yıpratılmasına ve bazı mayasızların ayartılmasına göz yumulmaktaydı, ama hedeflenen amaçlardan ve kutlu sonuçlardan asla vazgeçmek ve taviz vermek olmazdı.

Amaçları feda edip, araçları fiyakalı tutanları kahraman sanmak ise, tek kelime ile ahmaklıktı…

Bütün bunları niçin mi anlatıyoruz? İşte ayeti kerime:

“(böylece hem) Helak olacak (dünya ve ahirette rezil ve perişan şekilde azaba uğrayacak) kimseler, apaçık bir delilden sonra (bile bile kendi tercihleriyle ve hiç mazereti olmadan) helake uğrasın; hem de (gerçek) hayat ve huzura kavuşan kişiler de yine apaçık bir delilden (bilgi ve belgeden ve hür tercihinden dolayı, izzet, fazilet ve nimet içinde zaferi) yaşasın (ve sonsuz saadete ulaşsın) diye Allah sizi Hak yolunda cihatla ve sahip olduklarınızdan feragatle imtihan etmektedir.)[14]

 

 



[1] 10 Mart 2009 / Devlet Arık /  İHA Anakara

[2] www.MarmaraHaber.Net / 29 Aralık 2009

[3] Meyyal Uygur / 16.10.2009 / Açık İstihbarat

[4] 18 Şubat 2010 Milli Gazete sh.17

[5] Bakara: 256

[6] Yasin: 60

[7] Odatv.com

[8] Milli Gazate / 24 Ekim 2009. sh. 13

[9] Bak: 10 Ekim 2009 Milli Gazete sh. 10

[10] sh. 6

[11] sh. 29

[12] sh. 10

[13] http://www.marmarahaber.net/kurtulmus-erbakan-hata-yapti_haberi_12057.html

[14] Enfal: 42


Bu yazarin diger makaleleri

  KÜRT GERÇEĞİ VE MİLLET BİLİNCİ      Adıyaman E. İlçe Başkanımız değerli...
Devami
“Mescid-i dırar”: Peygamber efendimiz zamanında münafıkların, fitne ve fesat yuvası...
Devami
  Bir soruna, doğru bir teşhis ve tespit yapmadan, olumlu bir...
Devami
  Bizce aslı ve ayarı malum  Bülent Arınç, Twitter'da yayınladığı videolu...
Devami
Mahir Kaynak, Mine Şenocaklı ile Vatan Gazetesinde 19.20.21 Ocak 2009...
Devami
  3. Dünya Savaşı Hazırlığında: RUS GAZI, HAÇLI GARAZI VE AKP’NİN MARAZI     ...
Devami

Makale Paylaşım Sayısı: 2334

SON YORUMLAR