UKRAYNA SAVAŞININ PERDE ARKASI VE MUHTEMEL SONUÇLARI
UKRAYNA SAVAŞININ PERDE ARKASI
VE
MUHTEMEL SONUÇLARI
Ukrayna Savaşında; elbette Rusya’nın toprağını genişletmeye çalışması ve komşu ülkenin doğalgaz rezervlerine de sahip olması hesapları da vardı. Fakaat asıl mesele; "İsrail'in Kudüs'te cebren ve hile ile yeni bir yerleşim alanı açıp, Ukrayna'daki Yahudileri oraya getirip yerleştirmek gayesiydi, ancak bu Yahudilerin evlerini işlerini bırakıp İsrail’deki yeni açılan yerleşim alanına gitmek istememeleri" üzerine bu savaş başlatılmıştır. Bunun sonucu olarak da; bu Yahudilerin bir kısmını (Siyonist olmayanlarını) cezalandırmak, bir kısmını da korkutarak göçe mecbur bırakmak için Ukrayna saldırısı yapılmıştır. Ancak Putin gücüne ve imkânına rağmen çok ciddi bir savunmayla karşılaşmış ve çok önemli kayıplar vermeye başlamıştır. Maalesef ki bu ülkenin yetkilisi olan zat Suriye'de, Irak'ta vs. olduğu gibi; şimdi Rusya'nın Ukrayna kuşatması sırasında da Montrö Anlaşması’nı delerek Boğazlardan Karadeniz'e askeri teçhizatın geçmesini temin etmiş ve ne yazıktır ki yine eline masum kanı bulaşmıştır... Masum çocukların, kadınların, yaşlıların ve sivil halkın acımasızca katliama uğradığı, yaralandığı, yurtlarının ve yuvalarının yakılıp yıkıldığı bu kirli savaş; İsrail’in ve Siyonist merkezlerin kışkırtması ve Putin’in emperyalist hesapları yüzünden yaşanmaktadır.
Washington Post gazetesi: ABD ve müttefiklerinin şu kanaati taşıdıklarını yazmıştı:
“Zelenski’nin kaçması durumunda, sürgünde bir Ukrayna hükumeti kurulmalıdır. Rusya’nın Kiev’i alacağına kesin gözüyle bakılmaktadır. Ama uzun zaman içinde çok ciddi ve etkili bir halk direnişi Rusya’yı zora sokacaktır!..”
Bu yaklaşım, ABD ile Rusya’nın, Ukrayna’yı işgal konusunda anlaşarak gizli bir plan yaptıklarını açığa vurmaktaydı. Acaba bunun karşılığında ABD ne alacaktı?
Çünkü Putin, Dinyeper Nehri’nin doğusunda kalan Ukrayna topraklarına konacaktı! Sovyetler dağıldıktan sonra Rusya Federasyonu’nun nüfusu 145 milyon kadardı. Bunun 100 milyonu Ruslardan, 45 milyonu Türkler ve Çeçenler gibi Müslümanlardan oluşmaktaydı. Şimdi ise Rus nüfusu 80 milyona düşerken Müslümanlar 65 milyona çıkmıştı. Putin Ukrayna’daki Rus nüfusunu da bünyesine katma hesabındaydı.
İsrail medyası, “Rusya-Ukrayna Savaşı’nın en büyük kazananının Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olduğunu ve krizi doğru yönetirse siyasi açıdan büyük bir galibiyet alacağını” yazmıştı. İsrail’in en eski gazetesi Haaretz, yayınladığı bir makalede Türkiye’nin Rusya-Ukrayna Savaşı’ndaki konumunu yorumlamıştı. 24 Şubat’ta Rusya-Ukrayna Savaşı’nın başlamasıyla birlikte taraflar da netleşmeye başlamıştı. Avrupa Birliği ve NATO ülkeleri, Rusya’ya peşi sıra ekonomik yaptırımlar uygulamış ve hava sahalarını Rus uçaklarına kapatmışlardı.
Türkiye ise Rusya’nın Kırım ilhakını ve Ukrayna’ya açtığı savaşı kınamış, ama Rusya’ya yaptırım uygulamamıştı. İsrail’in Haaretz gazetesindeki makaleye göre, Erdoğan ilginç üçüncü bir yol izlemişti. Türkiye’nin ne Ukrayna ne de Rusya ile bağlarını koparamayacağını söyleyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, iki ülke arasında yürütmesi çok zor bir denge politikası kurmaya başlamıştı!?
İsrail Gazetesinin:
“Türkiye, Ukrayna’ya Bayraktar TB2 SİHA sistemleri sattı. Bu SİHA’lar, Rus birliklerine karşı aktif olarak kullanıldı. Türkiye ayrıca Rus savaş zırhlıları ve denizaltıları Karadeniz’e geçtikten sonra Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni uygulamaya koydu ve NATO müttefiklerinin dediğini yaptı. Rusya ile yakın ilişkileri sebebiyle NATO ülkelerinin yakın takibinde olan Türk diplomasisi, Batılı müttefiklerini rahatlattı.” yorumları, bütün bu sinsi gelişmelerin kendi planları olduğunu açığa vurmaktaydı.
Çin, Rusya’nın işgal girişimine arka çıkmıştı.
Dünya gündeminin bir numarası haline gelen Rusya'nın Ukrayna'yı işgaline yönelik dünya liderlerinden tepkiler gelirken, Çin'den Rusya'nın lehine adeta işgali meşrulaştıran bir açıklama yapılmıştı. Çin, Rusya'nın işgal girişimine adeta destek vererek: "İşgal değil, ABD körüklüyor" iddiasındaydı!
Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hua Chunying, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, “Pekin yönetimi, Rusya'nın egemen bir ülke olarak kendi çıkarları doğrultusunda hareket etme hakkına sahip olduğunu” vurgulamıştı. Rusya’nın, Ukrayna’da sivilleri korumaya yönelik bir operasyon düzenlediğini belirten Chunying, Ukrayna'nın bazı bölgelerinde bulunan Rus askerlerinin varlığının işgal olmadığını açıklamıştı. Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Chunying ayrıca ABD'yi yangına körükle gitmekle suçlarken, yaşanan gerilimi artırdığını hatırlatmıştı. Chunying, “ABD, sürekli Ukrayna’ya silah satarak, savaş çığırtkanlığı yaparak, gerilimi artırıyor. Esas sorulması gereken, Ukrayna krizinde ABD’nin ne rolü oynadığı” olmalıydı.
ABD'den İsveç ve Finlandiya kararı!
ABD Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, ''NATO'ya katılmak isterlerse İsveç ve Finlandiya'ya kapılar açık.'' ifadeleri kullanılmıştı. Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova ise Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılmasının "sonuçları olacağı" uyarısını yapmıştı. Ülkelerin güvenliklerinin, başka ülkelerin güvenliği pahasına inşa edilmemesi gerektiğini savunan Zaharova, "Finlandiya ve İsveç'in öncelikle bir askeri blok olan NATO'ya katılımı, ülkemizin yanıt vermesini gerektirecek ciddi siyasi-askeri sonuçlara yol açacaktır" ifadesini kullanmıştı. Rusya Dışişleri Bakanlığı, İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya alınması durumunda "Rusya'nın karşılık vermesinin gerekeceğini" hatırlatmıştı.
Küresel çeteler Türkiye’yi savaşa itiyorlardı!
ABD'nin köklü dergilerinden olan Time dergisi, Rusya'nın Ukrayna'ya karşı başlattığı işgal operasyonunda kilit nokta olarak Bayraktar TB2 üzerinden Türkiye'yi işaret etmişti. Time dergisi, Türk yapımı Bayraktar TB2 SİHA haberini resmi Twitter sayfasında sabitleyerek önemli içerik olarak kullanıcılarına iletmişti. Time dergisi, Türk Drone’ları haberini, "Artık Türkiye’nin büyüyen bir savunma sanayisi var" başlığıyla Twitter’da sabitlemişti. Video Ukrayna’nın dronelar ile Rus ordusu üzerindeki yıkıcı etkisini gösteren siyah beyaz karelerden ibaretti. Ukrayna’dan paylaşılan video Twitter’da 2 gün içerisinde 3 milyon izlenirken, açıklamasında “Korkun düşmanlar! Size dünyamızda barış yok!” yazıvermişti. Ukrayna ordusu Bayraktar insansız hava araçlarının bir tank ve iki karadan havaya füze sistemini bir gecede imha ettiğini belirtmiştir. "Ukrayna ordusu tarafından yayınlanan görüntüler, Rus hava savunmasındaki ciddi kusurları gösteriyor ve bu birçok gözlemci için sürpriz oldu. Görüntüler ayrıca halkla ilişkiler ve psikolojik savaş için çok faydalı." ifadelerine de yer verilmişti.
Çoğu Batı ve ABD medyasından olmak üzere, gazeteler, dergiler, gazeteciler, akademisyenler ve uzmanların sık sık Bayraktar TB2'yi gündeme getirmesinin ardında bir art niyet olduğu kesindi. Rusya'nın olası bir askeri başarısızlığını Türkiye'nin Ukrayna'ya sattığı Bayraktar TB2'lere bağlamak isteyen küresel medya, ABD ve Batı'nın Ukrayna'ya gönderdiği milyon dolarlar değerindeki silahlardan hiç bahsetmemişti.
Oysa, Rusya’nın Ukrayna saldırısı, Türkiye ile Ukrayna arasında ortak savunma girişimlerinin askıya alınmasına sebebiyet vermişti. İHA-SİHA ve TİHA’ların motorlarının ve önemli parçalarının bir kısmı Ukrayna’da üretilmekteydi!
Kıbrıs’a Rus uçakları inebilir miydi?
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, yaptığı açıklamada Ukrayna’ya düzenlenen harekât için Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti örneğini vermesi ilginçti. KKTC için ilk kez ‘sözde’ ifadesini kullanmayan Lavrov’un bu çıkışını değerlendiren KKTC Cumhurbaşkanlığı Komitesi üyesi Hasan Ünal, “Rusya, Kıbrıs’ta tek devlet esaslı bir çözümün kendi ulusal çıkarlarına uygun olmadığının farkına varmaya başladı” demişti. Lavrov, 22 Şubat’ta Rossiya 1 televizyonundaki konuşmasında Donetsk ve Luhansk’ı anlatırken Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni örnek göstererek şunları söylemişti: “Kıbrıs'a bakın. Kuzeyde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tek taraflı olarak ilan edildi. BM Güvenlik Konseyi kararlarına uymayı reddediyor, ancak kimse Kuzey Kıbrıs temsilcilerinin diyaloğun bir parçası olma hakkını inkâr etmiyor.”
Lavrov’un bu açıklaması ile KKTC için ilk kez ‘sözde’ ifadesini kullanmadığı dikkat çekmişti. Lavrov’un bu ifadeleri, “Rusya, KKTC için yeni bir döneme mi giriyor?” sorusunu akıllara getirmişti. KKTC Cumhurbaşkanlığı Komitesi üyesi Prof. Dr. Hasan Ünal, Lavrov’un bu çıkışı için Rusya’nın geleneksel tavırlarını bir kenara bıraktığını belirtmişti. Karşılıklı vizyon pazarlığı ile Rusya’nın KKTC konusunda daha somut adımlar atabileceğini söyleyen Hasan Ünal, şunları söylemişti:
“Rusya Kıbrıs’ta tek devlet esaslı bir çözümün kendi ulusal çıkarlarına uygun olmadığının farkına varmaya başladı. Rusya geleneksel tavırlarını bir kenara bırakıyor. Tek devletli bir çözüme ulaşıldığında Kıbrıs tamamen Avrupa Birliği toprağı olacak. Hatta Türkiye, Batı ile anlaşarak böyle bir çözüm sağlanacaksa Kıbrıs NATO’ya da girer. NATO’nun genişlemesine karşı olan Rusya bunun farkına vardı. Bahsettiğimiz toprak parçası Rusya’nın Suriye’deki sınırlarının 97 kilometre karşısında yer alıyor.”
Avrupa Birliği kararıyla Rus uçaklarına kapanan hava sahaları haritasında Kıbrıs Rum Kesimi ile birlikte KKTC’nin hava sahası da kapalı olarak gösterildi. Maltepe Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Hasan Ünal, AB üyesi olmayan KKTC’nin hava sahasının bu şekilde kapatılmasına “Rusya-KKTC uçuşları başlatılmalı” diyerek sözlerine şöyle devam etmişti:
“Burada karşılıklı bir vizyon pazarlığı devreye girmelidir. Türkiye, Suriye politikasını değiştirebilir, Suriye rejimi ile ilişkilerini normalleştirebilir. Türkiye ve Rusya geniş bir iş birliği yelpazesine sahip. Özellikle 29 Eylül’de gerçekleşen Soçi Zirvesi’nden itibaren Türkiye’nin Rusya politikasında önemli değişiklikler var. KKTC ve Türkiye harekete geçerek Moskova’ya bu hava sahasının Rus uçaklarına açık olduğunu bildirmeli. Yunanistan ve Rumlar tam Rusya karşıtı bir tutum içindeyken bu bölgenin Rus uçaklarına açık olduğunu göstermek için Moskova’dan Ercan’a charter seferleri istenebilir.”
Putin, İsrail Başbakanı Bennett ve Hindistan Başbakanı Modi ile görüşme yapmıştı!
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, İsrail Başbakanı Naftali Bennett ve Hindistan Başbakanı Narendra Modi ile görüşmüşlerdi. Görüşmelerde, "Rusya’nın Donbas’ı korumak için başlattığı özel askeri operasyonunun" ele alındığı belirtilmişti. AA'nın haberine göre; Putin'in Bennett ile görüşmesinde, Rusya’nın Ukrayna konusundaki pozisyonunu anlattığı ifade edilen açıklamada, "Putin, Rusya'nın güvenlik çıkarlarının koşulsuz olarak dikkate alınması, Ukrayna devletinin militarizmden ve Nazizm’den arındırılması, Ukrayna’nın tarafsız ve nükleer olmayan statüsünün sağlanması, Rusya'nın Kırım üzerindeki egemenliği ve (sözde) Donetsk ve Luhansk Halk Cumhuriyetlerinin bağımsızlığının tanınması konusundaki tutumunu özetledi." ifadelerine yer verilmişti.
Putin-Modi görüşmesinde Ukrayna’da bulunan Hint vatandaşların tahliyesinin ele alındığı bildirilmişti. Gerekli tüm talimatların verildiğini ve Rus ordusunun Hint vatandaşlarının çatışma bölgesinden güvenli şekilde çıkarılmasını ve anavatanlarına dönüşlerini sağlamak için mümkün olan her şeyi yaptığını ifade eden Putin, "Son bilgilere göre bu öğrenciler, onları canlı kalkan olarak kullanan ve mümkün olan her şekilde Rus topraklarına gitmelerini engelleyen Ukrayna güvenlik güçleri tarafından rehin alınıyor. Bu durumda sorumluluk tamamen Kiev yetkililerine aittir." demişti.
Selim Kuneralp’in Montrö'yü tartışmaya açması
İngiliz işbirlikçisi Ali Kemal’in torunu emekli büyükelçi Selim Kuneralp, Rusya - Ukrayna savaşıyla ilgili kuzeni İngiltere Başbakanı Boris Johnson'a övgüler dizmişti. Montrö’yü tartışmaya açması ise, gizli tıynetini göstermekteydi. ABD'li Chrest Vakfı'ndan fon alan Serbestiyet'ten ABD'ye tam teslimiyet çağrısı yapan Selim Kuneralp'in son sözleri ise Kavala ve Demirtaş'a özgürlük istemesiydi!.. Türkiye'nin Avrupa Birliği nezdindeki Daimi Temsilcisi ve İngiltere Başbakanı Boris Johnson'ın kuzeni Emekli Büyükelçi Selim Kuneralp, ABD'li Chrest Vakfı'ndan aldığı fonlar ortaya çıkan Serbestiyet'e Rusya - Ukrayna savaşını değerlendirmişti. Selim Kuneralp Türkiye’deki emekli askerlerin "Putin hayranlığı" sergilediğini öne sürerek, “Bu askerler görevdeyken Rusya’yla savaş çıksaydı demek ki gidip gemilerini Rusya’ya teslim edeceklerdi” iddiasını gündeme getirmişti.
Savaşla birlikte önemi bir kez daha ortaya çıkan Montrö'yü tartışmaya açan Selim Kuneralp’in şu ifadeleri ilginçti:
"Bu savaşın neticesinde Rusya zayıflayıp, Ukrayna güçlü çıkarsa, o zaman Montrö her durumda revizyona gitmek durumunda kalacaktır. 1945’ten beri Boğazlar rejimi az çok istikrarlı bir rejim olmuştur ama o rejim Sovyetler’in Karadeniz’de egemen olmasıyla ayakta kalmıştır. Rusya, Ukrayna’yla savaşından galibiyetle çıkmazsa Karadeniz’de egemen olmayacak ve dolayısıyla Montrö tekrar gündeme taşınacaktır. Türkiye’nin de buna hazır olması lazımdır."
Kurtuluş Savaşı'na ve Mustafa Kemal'e muhalefet ederek, işgalcilerle saf tutan, Kuvayi Milliye'ye ağır hakaretler eden İngiliz işbirlikçisi Yahudi Ali Kemal'in torunu olan kuzeni Boris Johnson'a övgüler dizen Selim Kuneralp şunları söylemişti:
"Putin’in yarattığı ve yaratacağı tehdidi de en iyi İngiltere Başbakanı Boris Johnson gördü. Churchill üzerine kitaplar yazan, tarih bilgisi diğer Batılı liderlerden daha derin olan Johnson, ‘1945’ten beri böyle tehdit görmedik’ dediğinde onunla dalga geçenler oldu ama herkes onun ne kadar haklı olduğunda kısa sürede birleşti."
Yeni dünyanın temel dinamiğinin Rusya’ya düşman olmak olduğunu kaydeden ve ABD'ye tam teslimiyet çağrısı yapan Selim Kuneralp şunları öne sürmüşlerdi:
"Yeni dünyanın temel dinamiği Rusya’nın hasım olduğudur. Rusya medeni dünya için hasımdır bugün. Şehirlerin içine füze atılıyor, siviller ölüyor. 1945’ten beri Avrupa’da görülmemişti bunlar. Esad’ın Suriye’de yaptığını şimdi Putin Avrupa’da yapıyor. Esad nasıl aforoz edilmişse Putin de aforoz ediliyor. Sadece Putin değil, bakın, Putin’le bağlantılı bir orkestra şefi de aforoz ediliyor. Rusya’ya askeri, siyasal, kültürel ve ekonomik açıdan bir izolasyon var. Rusya, Suriye statüsüne indiriliyor, yalnızlaştırılıyor. Bu ölçüde bir dışlama Soğuk Savaş döneminde bile olmadı. Rusya gidip şimdi belki sadece Afrika’yla iletişim kurabilir. Bu, dünya için yeni bir sınama: Ya Batı’dan yana olacaksınız ya da siz de dışlanmış olacaksınız." diyen İngiliz Ali Kemal’in torunu, tam bir Siyonist Yahudi ağzıyla konuşmaktaydı.
“Yeni bir dünya kuruluyor. Herkes tarafını seçecek. Türkiye açık bir şekilde Avrupa ve Batı kartını oynarsa karşılığını görecektir. Ama bu kartı oynayacak mı? Ödevlerini yapacak mı? Kavala’yı, Demirtaş’ı serbest bırakmanın tam zamanı aslında. Türkiye’yi tekrar demokratik, hukuk devleti haline sokmanın tam zamanı. AB, Türkiye’ye açıkça ‘Hukuk devleti ol, komşularına bulaşma, AİHM kararlarını uygula’ diyor. Erdoğan’ınki haklı bir sitem ama o sitemin de karşılığını bilmeli. Avrupa, Erdoğan’a ‘Biz sana kapıyı kapatmadık ki, sen kendi kendine kapattın kapıyı’ diyor. Erdoğan sitem etmemeli, ödevini yapmalı.”
Meral Akşener açıklamalarında hem iktidarı hem de Batı ülkelerini hedef almıştı ama hâlâ AB’ye girme taraftarıydı!
“S400’lerden acilen kurtulmalı, Akkuyu millileştirilmeli” diyen İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener yine çok sert açıklamalar yapmaktaydı. Türkiye’nin, Rusya’nın Avrupa Konseyi’nden çıkarılmasında çekimser oy vermesini eleştirerek, “Putin’in gölgesine özenen yavru tek adamlar, bugün bile aynı ikiyüzlülükle Rusya'nın AB Konseyi üyeliğinin askıya alınmasına çekimser oy vermişlerdir” ifadelerini kullanmıştı.
Meral Akşener’in bir sürü çelişkiler barındıran açıklamaları:
“1956 senesinde Budapeşte’de, 1968 senesinde Prag’da ne yaşandıysa; 2022 senesinde Kiev’de yaşanan da odur. Tek fark; hür dünyanın despotizme ve saldırganlığa daha müsamahakâr ve ilgisiz oluşudur. Kravat takmış çarlar ve türevleri, ABD’nin banisi olduğu küresel ekonomi tarafından şımartılmış hatta cesaretlendirilmiştir. Öyle ki; Batı demokrasileri bu otoriter yönetimlerin şantaj ve tehditlerine boyun eğmiş âdeta dış politikalarını rehin vermişlerdir. (Erdoğan’ı kastederek) Hatta Putin’in gölgesine özenen yavru tek adamlar, bugün bile aynı ikiyüzlülükle Rusya'nın AB Konseyi üyeliğinin askıya alınmasına çekimser oy vermişlerdir. Avrupa kendisini içeriden kilitlemiş bir müze değildir. Geçmişte Bosna ve göçmen meselelerinde olduğu gibi kendisini korumak için zorbalara hoşgörü ile yaklaşamaz, yaklaşmamalıdır. Bugün gerçek Avrupa, Petersburg ve Moskova sokaklarında işgali protesto edenlerdir, Ukrayna’da ülkesini terk etmeyen, hayatı pahasına işgale karşı duran insanlardır. Onlar bugün Avrupa’yı, Alman ve İtalyan hükûmetlerinden daha fazla temsil ediyor. Uluslararası toplumu; despotizme ve saldırganlığa verdiği bu krediyi geri almaya, küçük ve kısa vadeli çıkarları için tehlikeye attıkları uluslararası güvenliğe sahip çıkmaya davet ediyorum.”
Acaba Meral Akşener, AB’nin bir Haçlı yapılanması olduğunu ve Türkiye’yi de asla içlerine almayacaklarını bilmiyor muydu?
Oysa AB ülkelerinde; Müslüman mültecilere kapanan kapılar Ukraynalılara açılmıştı!
“Attığım başlığın” Polonya, Macaristan, Romanya ve Almanya gibi ülkelerin Ukrayna’dan gelen mültecilere kapılarını açmış olmalarına karşı olduğum anlamına gelmediğine özellikle dikkat çekmek istiyorum. Kimin yardıma ihtiyacı varsa, ona el uzatılması insan olmanın gereğidir. Bu bakımdan Rusya’nın saldırıları karşısında ülkelerini terk ederek Avrupa kapılarına yönelen Ukraynalılara özellikle başta Polonya’nın kucak açması, daha göçler başlamadan gelecekleri kabul etme hususunda her türlü tedbiri almaları, bu arada İslam ülkelerinden gelen mültecileri AB’nin sınırlarından içeri sokmamak için her türlü tedbiri aldıklarını, özellikle de Yunanistan’ın sınırlarına yaklaşan mültecileri bindikleri botlarla geri itilerek denizde ölüme mahkûm etmeleri karşısında hiçbir tepki verilmemesinin bu vesileyle yeniden değerlendirilmesi gerekiyor. Özellikle Haçlılarda yüzyıllar öncesinden bugünlere gelen Haçlı ruhunun hâlâ devam ettiği bir kez daha görülmüş oldu. Tüm bunları söylerken hemen belirteyim ki, Müslümanları kabul etmeyen AB ülkelerinin Ukraynalılara kucak açmalarını yanlış buluyor değilim. Yapılması gerekeni yapıyorlar. Ancak aynı tavrın Afganistan, Suriye ve Irak gibi ülkelerden gelenlere karşı da sergilenmesi gerekiyordu. Bu yapılmadı, hâlâ da yapmıyorlar. Çünkü onlar Müslümanları hâlâ düşman görüyorlar. Böyle olunca da söz olarak ne söylerlerse söylesinler, neyi savunduklarını dile getirirlerse getirsinler, Haçlıların İslam düşmanlığını inançlarının bir gereği haline getirdiklerini görmek durumundayız. Böyle olunca ister istemez Haçlı ittifakı ile bir arada kardeşçe yaşamamızın mümkün olmadığını, biz ne kadar onlara benzemeye çalışırsak çalışalım kabul görmeyeceğimizi bilmek durumundayız. Bu gerçek görüldüğünde 50 yılı aşkın bir süreden beri AB kapısında bekletiliyor oluşumuzun sebebi görülmüş olur.
Bu gerçeğin görülmesiyle; Haçlılarla birlik oluşturmak için yıllardan beri harcadığımız emeği, İslam Birliği'nin sağlanması için harcamış olsaydık, geleceğe daha iyimser bakabileceğimizi görürdük. Ne var ki, bunca yaşananlara rağmen Batı ile ilişkilerimizde Müslümanları kendilerinden saymadıklarını, birlikte ülkelerinde yaşama hakkımızı çok gördüklerini, görmemiz gerekiyor. Tüm bunları bir düşmanlığın tetiklenmesi için hatırlatıyor değilim. Çünkü dost diye, medeni diye, yıllardan beri insanımıza ulaşılması gereken hedef olarak takdim edilen Haçlıların buna layık olmadığını yaşanan olaylar ışığında değerlendirmek ve artık düşman olmayalım ama Haçlıların dost olmayacağını görmek gerekiyor. Bunun yanında ikide bir bizi niçin aralarına almıyorlar? Bunlar samimi değil, bize karşı ikiyüzlü davranıyorlar demek ve bundan şikâyetçi olmak yerine mevcut dünya düzeninde Hakkın hâkim olabilmesi için yeni bir güç dengesi oluşturulmasına ihtiyaç olduğu, dengenin de ancak İslam Birliği ile sağlanabileceği gerçeğini anladığımız an atılması gereken adım atılabilir. Atılacak İslam Birliği yolundaki adımdan Haçlıların rahatsız olduğunu unutmadan hedefe ulaşmaya çalışmak gerekiyor. Çünkü Haçlılar dünya üzerinde, özellikle de İslam dünyasındaki etkinliğinden gönüllü olarak vazgeçecek değiller. Bu yola çıkanların önünü kesmek için başvurmayacakları yol yoktur. Rusya-Ukrayna çatışmasında olduğu gibi nasıl Ruslar, Ukrayna’da kendi emirleri altında bir yönetim kurmak için Ukrayna ordusuna, “yönetiminizi devirin” talimatı veriyorlarsa, ülkemizin de öncülük ettiği bir İslam Birliği adımı karşısında hemen harekete geçecekler, hareketin önünü kesmek için ellerinden geleni yapacaklardır. Çünkü Haçlılar için tek ölçü çıkardır. Ancak bu çıkar çatışmasında karşılarında bir Müslüman ülke var ise çok daha tahammülsüz oluyorlar.[1]
Emekli Rus Generallerin Putin’e Uyarıları!
Emekli General Leonid Grigoryevich Ivashov imzasıyla yayınlanan ve tüm subaylar adına açıklanan bildiride, “Aksi takdirde Türkiye'nin bu durumdan istifade edip Kafkasya ve Kırım'ı işgal edeceği” uyarısında bulunmuşlardı... Rusya'da emekli ve yedekte olan subaylar bildiri yayınlayarak, Moskova'yı ''Ukrayna'yı işgal'' planından vazgeçmeye çağırmışlardı. Açıklanan bildiride, tüm emekli ve askeri personele ve Rusya vatandaşlarına: “Uyanık olma, organize olma, Tüm Rusya Subaylar Meclisi Konseyi'nin taleplerine destek çıkma; propagandaya ve savaş başlatmaya aktif olarak karşı çıkma ve sivil bir iç çatışmadan kaçınma” tavsiyesi ve çağrısı yapılmıştı. Ukrayna'ya karşı askeri güç kullanımının, öncelikle Rusya'nın bir devlet olarak varlığının sorgulanacağına dikkat çekilen bildiride, Rusları ve Ukraynalıları da sonsuza kadar can düşmanı yapacağı aktarılmıştı. Savaşın on binlerce ölü genç, uzuvlarını kaybeden erkekler yaratacağını dile getiren bildiride, Rusya’nın gelecekteki demografik durumunu kesinlikle etkileyeceği vurgulanmıştı. Rusya’nın savaş açması halinde Rus birliklerinin, aralarında sadece birçok Rus erkeğinin yer alacağı sadece Ukrayna ordusu ile değil aynı zamanda birçok NATO ülkesinden askeri personel ve teçhizatla da karşı karşıya kalacağı uyarısı yapılmıştı.
“Türkiye Kırım’ı ve Kafkasları İşgal Edebilir” İddiası
Bildiride Türkiye’nin de savaş sonrasında Kırım ve Kafkasya’ya müdahale edeceği iddiası yer almıştı. Bildiride, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Türkiye'nin hangi tarafta savaşacağını açıkça belirttiği vurgulanırken, Türkiye filosunun Kırım ve Sivastopol'u "kurtarması" ve muhtemelen Kafkasya'yı işgal etmesi emrinin verilebileceği uyarısı yapılmıştı. Ayrıca Rusya’nın kesinlikle barışı ve uluslararası güvenliği tehdit eden ülkeler kategorisine gireceği de aktarılan bildiride, ülkenin en ağır yaptırımlara maruz kalacağı, dünya toplumunun bir paryasına dönüşeceği ve muhtemelen bağımsız bir devlet statüsünden bile mahrum kalacağı hatırlatılmıştı. Rusya’nın yeniden dünya güç dengesinde devreye girmesi, etrafındaki ülkelere yerleşmiş olan ABD’ye karşılık verme maksatlı komşusu ülkelere nizamat vermeye girişmesi, Soğuk Savaş’ı yeniden canlandırdı. Fillerin tepişmesi neticesinde ezilen yine çimenler olmaktadır. Gürcistan’da ABD kuklası olarak nitelenen Saakaşvili’yi bahane ederek ülkeyi işgal etmesi, Çeçenistan harekâtı, daha sonrasında dünyanın gözleri önünde Kırım’ı Ukrayna’dan koparıp alması, dünyanın başına bela olan emperyalistlerin yeniden didişeceklerinin işaretiydiler zaten.
Rusya’nın 2014’te Ukrayna’nın doğusundaki belli oranda Rus nüfusu barındıran sanayi ve maden bölgelerini “ayrılıkçı unsurlar” marifetiyle didiklemesi, bugünkü savaş manzarasını da doğuruyor anlaşılan o ki. Elbette ki, NATO tarafından çevrelendiğine dair endişelerini de ileri sürüyor, ki bu noktada hayli zamandır varlığı tartışma konusu olan NATO’yu da yeniden bir tartışma konusu haline getiriyor. Türkiye’nin de Batı ile münasebetlerinde her daim temel bir argüman olarak ileri sürülen NATO üyeliği, bu noktada bir kez daha tartışılıyor. Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski’nin, Rus işgalinin ikinci gününde yaptığı açıklamada sarf ettiği, “Bugün 27 Avrupalı lidere açıkça Ukrayna’nın NATO’ya katılıp katılamayacağını sordum, korkuyorlar, cevap vermiyorlar” ifadesi, aslında Batı’nın her zamanki ikiyüzlü ve kendi dışında kimse için sorumluluk almak istemeyen tavrını yansıtıyor.
Bizler de bu tavrı, 50 küsur senelik AB üyeliği sürecinden gayet yakinen biliyoruz. Hem NATO’nun hem de AB’nin Türkiye’ye olan tavrının, güçlü ordusundan istifade etmek ve Ortadoğu ve Rusya’ya karşı belli ölçüde tampon oluşturmak odaklı olduğu ayan beyan ortada zaten. Kendi rahatından ve oluşturduğu konformist yapıdan taviz vermek istemeyen, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diye diye hiçbir konuda elini taşın altına koymayan AB’den medet ummak zorunda kalan Ukrayna’nın işi bu anlamda zor. Benzer durumu, 2. Dünya Savaşı’na giden yolda önce Çekoslovakya, sonra da Polonya yaşamıştı. Avrupalı devletlerin o gün Almanya’ya gösteremedikleri reaksiyon, bugün de Rusya meselesinde “tarih tekerrürden ibarettir” misalini doğruluyor adeta. Rusya’nın baş rakibi ABD’nin, Ukrayna’ya “dua ediyoruz” demesi ve “lafta” kalan “destekliyoruz” tavrı da ayrı bir fasıl tabi. Sonu itibariyle, savaşın her türlüsü kötüdür ve kaybeden de her zaman masum insanlar olur. Bununla birlikte emperyalizmin “demokrasi” soslusu da, “çarlık” üniformalısı da birbirinden beterdir ve ne yazıktır ki ülkemizde her ikisinin de muhipleri bolca bulunmaktadır. Zalimlerin kurduğu sistemden de, tesis etme iddiasında oldukları sözüm ona barıştan da insanlığa fayda gelmeyeceğini kanıtlayan günlerdir bunlar.[2]
Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin Kuralları
Montrö Boğazlar Sözleşmesi, 1936'da imzalanan ve Türkiye'ye İstanbul ve Çanakkale boğazları üzerinde kontrol ve savaş gemilerinin geçişini düzenleme hakkı veren uluslararası sözleşmedir. Sözleşme, Türkiye'ye Boğazlar üzerinde tam kontrol hakkı tanımakta ve barış zamanı sivil gemilerin özgürce geçişini garantiye bağlamaktadır. Sözleşme, Karadeniz'e kıyısı olmayan ülkelere ait savaş gemilerinin geçişini sınırlamaktadır. Sözleşmenin şartları, özellikle Sovyetler Birliği Donanması'na Akdeniz'e erişim hakkı sağlaması yıllar boyunca tartışma konusu yapılmıştır. 1923'te Lozan Antlaşması ile birlikte imzalanan Boğazlar Sözleşmesi'nin yerini almıştır. Bu sözleşmeyle birlikte Uluslararası Boğazlar Komisyonu'nun da görevi sonlanmıştır.
Türkiye, Lozan Antlaşması'yla birlikte imzalanan Boğazlar Sözleşmesi'nin getirdiği kısıtlamalardan dolayı haklı bir endişe içinde yaşamıştır. Sözleşmenin imzalandığı tarihlerde güncelliğini koruyan silahsızlanma ümitlerine güvenen Türkiye'nin silahlanma yarışının tekrar başlamasıyla duyduğu huzursuzluk giderek artmıştı. Türkiye, duyduğu bu huzursuzluğu ve Boğazlar'ın statüsünde değişiklik yapılması yolundaki teklifini konu ile ilgili imzacı devletlere duyurduğunda farklı kutuplarda yer almaya başlayan bu devletlerin hemen hepsinden ortak bir anlayış görmüştü. İngiliz Dışişleri Bakanlığının 23 Temmuz 1936 tarihli bir notasında konu hakkında şu görüşler yer almıştı: "Türkiye'nin Boğazlar Sözleşmesi'nin değiştirilmesi ile ilgili isteği haklı bulunmaktadır."
Boğazların statüsü ve gemilerin geçiş rejimi ile her zaman yakından ilgilenen Birleşik Krallık'ın Türkiye'yi desteklemesine paralel olarak Balkan Antantı Daimi Konseyi'nin 4 Mayıs 1936'da Belgrad'da yaptığı toplantıda Türkiye'nin teklifini destekleme kararı alınmıştır. Türkiye'nin girişimi Lozan Boğazlar Sözleşmesi'nin diğer akitleri tarafından da kabul edilince Boğazlar'ın rejimini değiştirecek olan konferans, 22 Haziran 1936'da İsviçre'nin Montrö kentinde toplanmıştır. İki ay süren toplantılardan sonra 20 Temmuz 1936'da Bulgaristan, Fransa, Büyük Britanya, Avustralya, Yunanistan, Japonya, Romanya, Sovyetler Birliği, Yugoslavya ve Türkiye tarafından imzalanan yeni Boğazlar Sözleşmesi ile Türkiye'nin kısıtlanmış hakları iade edilmiş ve Boğazlar bölgesinin egemenliği Türkiye'ye bırakılmıştır. Türkiye daha önce Sovyetler Birliği ile yaptığı saldırmazlık antlaşması uyarınca Sovyetler Birliği'nin de desteği alınmıştır. Sözleşme 9 Kasım 1936'da yürürlüğe girmiş ve Milletler Cemiyeti Sözleşme Serisi'ne 11 Kasım 1936'da imzalanmıştır ve hâlâ yürürlükte bulunmaktadır.
Montrö’nün Maddeleri
Ticari Gemilerin Geçiş Rejimi
- Barış zamanında, gündüz ve gece, bayrak ve yük ne olursa olsun, hiçbir işlem (formalite) -sağlık denetimi hariç- olmaksızın Boğazlar'dan geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) tam özgürlüğünden yararlanacaklardır.
- Savaş zamanında Türkiye, savaşan değil ise bayrak ve yük ne olursa olsun Boğazlar'dan geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) özgürlüğünden yararlanacaklardır. Kılavuzluk ve yedekçilik (römorkörcülük) isteğe bağlı kalmaktadır.
- Savaş zamanında Türkiye savaşta ise, Türkiye ile savaşta olan bir ülkeye bağlı olmayan ticaret gemileri, düşmana hiçbir biçimde yardım etmemek koşuluyla Boğazlar'da geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) özgürlüğünden yararlanacaklardır. Bu gemiler Boğazlar'a gündüz girecekler ve geçiş, her seferinde Türk makamlarınca gösterilecek yoldan yapılacaktır.
-Türkiye'nin kendisini pek yakın bir savaş tehlikesi tehdidi karşısında sayması durumunda, Boğazlar'dan geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) tam özgürlüğünden yararlanacaklardır; ancak gemilerin Boğazlar'a gündüz girmeleri ve geçişin her seferinde Türk makamlarınca gösterilen yoldan yapılması gerekecektir. Kılavuzluk, bir durumda zorunlu kılınabilecek; ancak ücrete bağlı olmayacaktır.
Savaş Gemilerinin Tâbi Olacağı Yaptırımlar ve Geçiş Rejimi
1. Barış Zamanı
- Karadeniz'e kıyısı olan devletler, bu deniz dışında yaptırdıkları ya da satın aldıkları denizaltılarını, tezgâha koyuştan ya da satın alıştan Türkiye'ye vaktinde haber verilmişse, deniz üslerine katılmak üzere Boğazlar'dan geçirme hakkına sahip olacaklardır. Söz edilen devletlerin denizaltıları, bu konuda Türkiye'ye ayrıntılı bilgiler vaktinde verilmek koşuluyla, bu deniz dışındaki tezgâhlarda onarılmak üzere de Boğazlar'dan geçebileceklerdir. Gerek birinci gerek ikinci durumda, denizaltıların gündüz ve su üstünden gitmeleri ve Boğazlar'dan tek başlarına geçmeleri gerekecektir.
- Savaş gemilerinin Boğazlar'dan geçmesi için, Türk Hükümeti'ne diplomasi yoluyla bir ön bildirimde bulunulması gerekecektir. Bu ön bildirimin olağan süresi sekiz gün olacaktır; ancak, Karadeniz kıyıdaşı olmayan devletler için bu süre on beş gündür.
- Boğazlar'dan geçişte bulunabilecek bütün yabancı deniz kuvvetlerinin en yüksek toplam tonajı 15.000 tonu aşmayacaktır.
- Herhangi bir anda, Karadeniz'in en güçlü donanmasının (filosunun) tonajı sözleşmenin imzalanması tarihinde bu denizde en güçlü olan donanmanın (filonun) tonajını en az 10.000 ton aşarsa diğer kıyıdaş ülkeler Karadeniz donanmalarının tonajlarını en çok 45.000 tona varıncaya değin arttırabilirler. Bu amaçla, kıyıdaş her Devlet, Türk Hükümeti’ne, her yılın 1 Ocak ve 1 Temmuz tarihlerinde, Karadeniz'deki donanmasının (filosunun) toplam tonajını bildirecektir; Türk Hükümeti de, bu bilgiyi, kıyıdaş olmayan diğer devletlerle Milletler Cemiyeti nezdinde paylaşacaktır.
- Bununla birlikte, Karadeniz kıyıdaşı olmayan bir ya da birkaç Devlet, bu denize, insancıl bir amaçla deniz kuvvetleri göndermek isterlerse, bu kuvvetin toplamı hiçbir varsayımda 8.000 tonu aşamaz.
- Karadeniz'de bulunmalarının amacı ne olursa olsun, kıyıdaş olmayan devletlerin savaş gemileri bu denizde yirmi-bir günden çok kalamayacaklardır.
2. Savaş Zamanı
- Savaş zamanında, Türkiye savaşan değilse, savaş gemileri yukarıda belirtilen koşullar içinde, Boğazlar'da tam bir geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) özgürlüğünden yararlanacaklardır.
- Saldırıya uğramış bir Devlete ve Türkiye'yi bağlayan bir karşılıklı yardım antlaşması gereğince yapılan yardım durumları dışında savaşan herhangi bir Devletin savaş gemilerinin Boğazlar'dan geçmesi yasak olacaktır.
- Karadeniz'e kıyıdaş olan ya da olmayan devletlere ait olup da bağlama limanlarından ayrılmış bulunan savaş gemileri, kendi limanlarına gitmek maksadıyla boğaz geçişi yapabilirler.
- Savaşan devletlerin savaş gemilerinin Boğazlar'da herhangi bir el koymaya girişmeleri, denetleme (ziyaret) hakkı uygulamaları ve başka herhangi bir düşmanca eylemde bulunmaları yasaktır.
- Savaş zamanında, Türkiye savaşan ise, savaş gemilerinin geçişi konusunda Türk Hükümeti tümüyle dilediği gibi davranabilecektir.
- Türkiye kendisini pek yakın bir savaş tehlikesi tehdidi karşısında sayarsa, Türkiye savaş durumu geçiş rejimini uygulamaya başlayacak ancak; Milletler Cemiyeti Konseyi Türkiye'nin aldığı önlemleri 3'te 2 çoğunlukla haklı bulmazsa Türkiye bu önlemlerini geri almak zorunda kalacaktır.
Uçaklar
- Sivil uçakların Akdeniz ile Karadeniz arasında geçişini sağlamak amacıyla, Türk Hükümeti, Boğazların yasak bölgeleri dışında, bu geçişe ayrılmış hava yollarını gösterecektir; sivil uçaklar, Türk Hükümetine, ara sıra (tarifesiz) yapılan uçuşlar için üç gün öncesinden bir ön bildirim ile, düzenli (tarifeli) servis uçuşları için geçiş tarihlerini belirten genel bir ön-bildirimde bulunarak, bu yolları kullanabileceklerdir.
- Öte yandan, Boğazların yeniden askerleştirilmiş olmasına bakılmaksızın, Türk Hükümeti, yine de Türkiye'de yürürlükte olan hava ulaşımı yönetim kuralları uyarınca, Avrupa ile Asya arasında Türk ülkesi üzerinden uçmalarına izin verilmiş olan sivil uçaklara, tam bir güvenlik içinde geçmeleri için gerekli kolaylıkları sağlayacaktır. Bir uçuş izninin verilmiş olduğu durumlarda, Boğazlar bölgesinde izlenecek yol belirli dönemlerde gösterilecektir.
Genel Hükümler
- Boğazlar kayıtsız şartsız Türkiye Cumhuriyeti'ne bırakılacak, tahkimat yapmak hakkı tanınacaktır.
- Türk Hükümeti, sözleşmenin, savaş gemilerinin Boğazlar'dan geçişine ilişkin her hükmünün yürütülmesine göz kulak olacaktır.
Fesih şartları
Sözleşmenin süresi, yürürlüğe giriş tarihinden başlayarak, 20 yıl sürecektir. Bununla birlikte, sözleşmenin 1. maddesinde doğrulanan geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) özgürlüğü ilkesinin sonsuz bir süresi olacaktır.
20 Temmuz 1956'da sözleşmenin süresi bitmiş, sözleşmeyi imzalayan devletler Montrö Boğazlar Sözleşmesi'ni değiştirmek için girişimlerde bulunmuşlar ancak başarılı olamamışlardır.
Uluslararası Deniz Hukuku kuralları ve fesih şartlarında da belirtildiği gibi gemilerin uğraksız geçiş (transit değildir) hakkı gereği sözleşmenin değişmesi durumunda dahi, sözleşmenin I sayılı Ek'i değişmedikçe Türk Boğazları'ndan geçecek hiçbir gemiden zorunlu olarak, sözleşmenin I sayılı Ek'inde öngörülen vergilerden ve harçlardan başka ücret alınmayacaktır.
[1] Abdülkadir Özkan, Milli Gazete, 28 Şubat 2022
[2] Burak Kıllıoğlu, Milli Gazete, 01 Mart 2022
< Önceki | Sonraki > |
---|