SN. RECEP BEY, GÜCÜN YETİYORSA, KUR’AN’I YASAKLA!
Sn. Başbakan Recep T. Erdoğan’ın büyük bir suçluluk psikolojisi ve haklı tepkileri törpüleme terapisiyle; 50 dakika boyunca mazeret ve mecburiyetlerini sıralayıp, sonra 10 dakikada demokratik hedeflerini anlattığı paketin özenle gizlenen iki temel unsuru seziliyordu:
$11- Seçim propagandalarında ve seçmeli ders olarak okullarda, sözde ana dillerin kullanılmasına izin verilerek, dolaylı biçimde Kürtçeye resmiyet kazandırmak suretiyle; Kürdistan’ın temel taşları mı döşeniyordu?
$12- “Nefret suçlarını önleme” bahanesiyle, Siyonist Yahudilerin ve İsrail mezaliminin aleyhine yapılacak konuşma ve yazılar artık ağır suç kapsamına alınıyor, hükümet ve cemaate yönelik tenkit ve tespitlerin sahipleri susturulmaya mı çalışılıyordu? Soruları kafaları kurcalıyordu.
Dindar başbakan olarak tanınan Sn. Recep T. Erdoğan’ın bu talihsiz tavrı, daha önce CHP zihniyetiyle ve açık zulümlerle İslam’ı yasaklamaya ve halkımızı dinden uzaklaştırmaya yönelik baskılardan çok daha tehlikeli bulunuyordu. Çünkü Fetullah Gülen Cemaati, ılımlaştırma kılıfıyla İslami duyarlılıkları ve Kur’ani kuralları yozlaştırmaya çalışırken; AKP Hükümeti ise “nefret suçlarını önleme” bahanesiyle Siyonist Yahudilerle ilgili tespit ve tenkitleri dolaylı yasak kapsamına alarak korkunç bir din tahribatı mı yapıyordu?
Kürdistan’ı kurma ve Siyonizm’i koruma taslağı mıydı?!
AKP’nin demokratikleşme paketinin içinde yer alan ‘Nefret Suçu’ yasası sonunda meclise taşınmış ve yasalaşmıştı. AB’ye üye olan birçok ülkede dahi bu yasa geçerli değilken, Türkiye’de Sn. Erdoğan açıklamıştı. Bu ısrarın gerekçesi açıktı. Avrupa ve İsrail’de Müslümanlara yönelik her türlü hakareti, insan hakları kılıfıyla geçiştirenler, Türkiye’de Siyonist İsrail’i eleştirmeyi suç sayacaktı. İsrail’in ve Haçlıların işledikleri insanlık suçlarına sansür uygulamayı hedefleyen bu yasada, para cezasından hapis cezasına kadar çeşitli hükümlerle gerçekleri konuşanlar susturulmaya çalışılacaktı. Acaba Sn. Erdoğan ve iktidarı dindarlık görüntüsüyle Siyonist patronlara hizmet mi sunmaktaydı?
Birilerinin bozuk inançları, şeytani amaçları ve ırkçı yaklaşımları hakkında eleştiri yapmadan önce artık kırk defa düşünmeniz lazımdı. Meclise getirilen ‘Nefret Söylemi’nde bundan böyle Yahudi’ye Yahudi demek suç sayılacaktı. Türkiye’nin böyle bir hazırlık içerisinde olduğunu ilk olarak Şalom Gazetesi haber yapmıştı. Musevi cemaatinin yayın organında “Bundan sonra ‘Pis Yahudi’ demek nefret suçu, cezası ise 1.000 TL ile 500.000 TL arasında değişiyor” diyerek herkesten gizli yürütülen yasa hakkında ne kadar geniş bilgi sahibi olduğunu kanıtlamıştı. Gazete “Paketten büyük beklenti” manşetiyle çıkarak “Hükümet tarafından hazırlanan demokratikleşme paketinde nefret suçları ile ilgili düzenlemeler olması da bekleniyor” diye yazmıştı. Evet, Yahudi lobisi pakette nefret suçlarıyla ilgili yeni bir düzenleme olacağından emin bulunmakta ve AKP’ye destek çıkmaktaydı.
5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) ‘Ayrımcılık’ başlıklı 122. maddesinde, ‘Kişiler arasında dil, ırk, renk, cinsiyet, özgürlük, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım yapmak’ yasaklanmıştır” ifadesi zaten yer almaktaydı. Hazır böyle bir yasa varken, neden daha farklı bir uygulamaya ihtiyaç duyulduğu sorusu yanıtsız bırakılmıştı ve kafaları karıştırmıştı.
Amaç Siyonizm Karşıtı Medyayı Susturmaktı!
Yeni düzenlemeyle Siyonist İsrail’in Filistin topraklarında, Haçlıların ve küresel kovboy ABD’nin İslam coğrafyasında yaptığı katliamlar değil, Yahudi veya Siyonist demek suç sayılacaktı. Ortadoğu’yu cehenneme çevirmek için elinden geleni ardına koymayan bir devlete Siyonist demek bile artık yasak kapsamına alınacaktı. Mavi Marmara katliamında 9 şehit vermemizin ardından Türkiye İsrail’e hiçbir yaptırım uygulamamış, aksine ticaret hacmini artırmıştı. Bütün bunlar yetmezmiş gibi şimdi de bu yasayla İsrail adeta kutsallaştırılıp, Siyonizm dokunulmaz kılınacaktı.
Türkiye’ye En Büyük Kötülüklerden Biri Yapılmış Olacaktı!
Kültür Genetik Araştırmaları Düşünce ve Teşhis Platformu Onursal Başkanı Dr. Deniz Şar da Türkiye’de ‘Nefret Suçu’ projesinin Siyonizm’in bir oyunu olduğunu vurgulamıştı. Şar, “Böyle bir yasa çıkarsa Türkiye’ye tarihinin en büyük kötülüklerden biri yapılacak ve Siyonizm’in ekmeğine yağ sürülmüş olacaktır. Nefret söylemi deyimi bile Türkiye’ye sokulmak istenen bir Truva atıdır. Bütün bunlar İsrail’in suçlarının üstünü örtme çabasıdır. İsrail her zaman bir taşın altında gizlenme gereği duymaktadır. Bunlar hiçbir zaman biz şuyuz, buyuz diye ortaya çıkmamıştır. Tevrat kökenli öğretilerinin gereği yapılmaktadır. Gizlenmeyi, örtülü olarak aktivitelerini yürütmeyi marifet ve meziyet sanan Siyonistlerin sinsi ve kirli amaçlarını konuşup yazanlar, bu yeni yasayla kolaylıkla cezalandırılacaktır.
‘Nefret söylemi’ İsrail’e özel destek yasası mıydı?
Mescid-i Aksa’nın altını delik deşik eden ve zaman zaman çöküntülere sebebiyet veren Siyonist İsrail, bu yasakla hedeflerine daha da kolay ulaşacaktır. Yapılanlar karşısında kimse tepkisini istediği gibi gösteremeyecek, laf söylerken kırk defa düşünmek zorunda kalacaktır. AKP’nin bu yasası Filistin topraklarında Müslümanlara zulüm eden ‘Siyonist İsrail’e hizmeti mi amaçlamıştı? Yıllardır İslamiyet’e hakaret eden, Peygamber Efendimize küfreden, Müslümanları katleden bir ülkeye ‘Nefret Söylemi’nin suç sayılması nasıl bir şeytanlıktır? ‘Nefret Suçu’ ile ilgili açılmış kuruluşların destekçileri de projenin arkasında kimlerin olduğunu görmek için yeterli olmaktadır. www.nefretsoylemi.org sitesinde yer alan bilgilerde “Bu proje Avrupa Komisyonu, Demokrasi ve İnsan Hakları Avrupa Aracı, Friedrich Naumann Vakfı ve Global Dialogue tarafından desteklenmektedir” notları her şeyi ortaya koymaktadır. İngiltere’nin Ankara Büyükelçiliğinin projeyi destekleyenler arasında bulunması da oldukça uyarıcıdır.
Yahudilerle ilgili şu Kur’an Ayetlerini yazmak ve konuşmak artık suç mu sayılacaktır?
1– Yahudiler küfürleri ve hak dine olan kinleri yüzünden Allah tarafından lanetlenmiştir:
“Onların kendi sözlerini bozmaları, Allah'ın ayetlerine karşı inkâra sapmaları, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve: "Kalplerimiz örtülüdür" (Allah’ın kelamını ve Peygamberin uyarılarını anlamıyoruz) demeleri nedeniyle (Yahudileri lanetledik.) Hayır; Allah, inkârları dolayısıyla ona (kalplerine) damga basmıştır. Onların azı dışında, inanmayacaklardır” (Nisa: 155)
2– Yahudilerin çoğu yeryüzünde anarşi ve savaş ateşini körüklemekte; küresel fitne ve fesada öncülük etmektedir ve bu nedenle lanetlenmişlerdir:
“Yahudiler: "Allah'ın eli sıkıdır" dediler. (tam aksine) Onların elleri (hayra harcamakta) bağlandı ve söylediklerinden dolayı lanetlendiler. Hayır; O'nun iki eli (Allah’ın rahmet hazinesi) açıktır, nasıl dilerse infak eder. Andolsun, Rabbinden sana indirilen, (Kur’an Yahudi ve Hıristiyanların) onlardan çoğunun taşkınlıklarını ve inkârlarını arttıracaktır. Biz de onların (Yahudi ve Hıristiyanların) arasına kıyamet gününe kadar sürecek düşmanlık ve kin bıraktık. Onlar ne zaman savaş amacıyla bir ateş alevlendirdilerse Allah onu söndürüp (şeytani planlarını boşa çıkaracaktır) Onlar yeryüzünde bozgunculuğa çalışırlar. Allah ise bozguncuları sevmez” (Maide: 64)
3– İsrail oğullarının inkârcı ve isyancı kesimi, Hz. Davut ve Hz. İsa (AS) diliyle lanetlenmiştir:
“İsrail oğullarından inkâr edenler, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lanete uğramıştır. Bu, isyan etmeleri ve haddi aşmaları dolayısıyladır. Yapmakta oldukları münker (çirkin iş)lerden birbirlerini sakındırmıyorlardı. Yapmakta oldukları şey, ne kötü bir davranıştı!” (Maide: 78 - 79)
4– Yahudiler, sürekli zulüm planlamaları ve insanları sapıklığa kaydırmaları sebebiyle, ayrıca faiz yoluyla haksız ve haram kazançla insanları sömürmeye kalkıştıkları için, Allah’ın kahrını ve azabını hak etmişlerdir:
“Yahudilerin yaptıkları zulüm ve birçok kişiyi Allah'ın yolundan alıkoymaları nedeniyle (önceleri) kendilerine helal kılınmış güzel şeyleri onlara haram kıldık. Ondan nehyedildikleri halde faiz almaları ve insanların mallarını haksız yere yemeleri nedeniyle (öyle yaptık.) Onlardan kâfir olanlara pek acıklı bir azab hazırlamışızdır” (Nisa: 160 - 161)
5– Müminlere en şiddetli ve tehlikeli düşman olan; öncelikle Yahudiler, ikincisi müşriklerdir:
“Andolsun, insanlar içinde, mü'minlere en şiddetli düşman olarak Yahudileri ve müşrikleri bulursun” (Maide: 82)
6– Yahudilerin çoğunluğu kâfirler ve zalimlerle dostluk ve ittifak yaparken görülecektir:
“Onlardan çoğunun inkâra sapanlarla dostluklar kurduklarını görürsün. Kendileri için nefislerinin takdim (ve tercih) ettiği şey ne kötüdür. Allah onlara gazaplanmıştır ve onlar azapda ebedi kalacaklardır. Eğer Allah'a, peygambere ve ona indirilene iman etselerdi, onları (inkârcıları ve münafıkları) dostlar edinmezlerdi. Fakat onlardan çoğu fasık olanlardır” (Maide: 80 - 81)
7– Kur’an’da Yahudilerin, küfür ve kötülük ehline ve Siyonist kesimine özellikle dikkat çekilmiştir:
“Ey Peygamber, kalpleri inanmadığı halde ağızlarıyla "İnandık" diyenlerle, Yahudilerden küfür içinde çaba harcayanlar seni üzmesin. Onlar, yalana kulak asanlar, sana gelmeyen diğer topluluk adına kulak tutanlar (haber toplayanlar)dır. Onlar, kelimeleri (dini kavram ve kuralları) yerlerine konulduktan sonra saptırırlar, "Size (rahatınıza ve menfaatinize uygun düşen) bu verilirse onu alın, o verilmezse ondan kaçının" derler. Allah, kimin fitne(ye düşme)sini isterse, artık onun için sen Allah’tan hiç bir şeye malik olamazsın. İşte onlar, Allah'ın kalplerini arıtmak istemedikleridir. Dünyada onlar için bir aşağılanma, ahirette onlar için büyük bir azab vardır” (Maide: 41)
8– Yahudilerin çoğu Mü’min değil müşriktir:
“Dediler ki: "Yahudi veya Hristiyan olun ki hidayete eresiniz." De ki: "Hayır, (doğru yol) Hanif (muvahhid) olan İbrahim'in dini(dir); O (bugünkü Yahudi ve Hıristiyanlar gibi) müşriklerden değildi" (Bakara: 135)
“Yoksa siz, gerçekten İbrahim'in, İsmail'in, İshak'ın, Yakub'un ve torunlarının (sizin gibi) Yahudi veya Hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: "Siz mi daha iyi biliyorsunuz, yoksa Allah mı? Allah'tan kendisinde olan bir şehadeti gizleyenden daha zalim olan kimdir? Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir" (Bakara: 140)
“İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyandı: ancak, O hanif (muvahhid) bir Müslümandı, (sizin gibi) müşriklerden de değildi” (Al-i İmran: 67)
9– Yahudi ve Hıristiyanların EVLİYA edinilmesi, onların ve zalim kuruluşlarının yönetim ve denetimine girilmesi yasaklanmış, onlara güvenilmemesi emredilmiştir:
“Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dostlar (veliler) edinmeyin (onların himayesine ve hizmetine sakın girmeyin); onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden onları kim dost edinirse, kuşkusuz (o artık) onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez. İşte kalplerinde hastalık olanları: "Zamanın, felaketleriyle aleyhimize dönüp bize çarpmasından (ve güçlü olan Yahudi ve Hıristiyanların bize kızıp kuşatmasından) korkuyoruz" diyerek (Yahudi ve Hıristiyanlarla) aralarında (gizli ve şaibeli) çabalar yürüttüklerini görürsün. Umulur ki Allah, bir fetih veya katından bir emir getirecek de, onlar, nefislerinde gizli tuttuklarından dolayı pişman olacaklardır” (Maide: 51 - 52)
“Ey iman edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları (inkârcıları, Yahudi ve Hıristiyanları) veliler edinmeyin. Siz onlara karşı sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar haktan size geleni (Kur’an’ı Kerim’i ve Hz. Muhammed’i) inkâr etmişler, Rabbiniz olan Allah'a inanmanızdan dolayı elçiyi de, sizi de (yurtlarınızdan ve İslamca yaşama şartlarınızdan ) sürüp-çıkarmışlardır. Eğer siz, Benim yolumda cihad etmek ve Benim rızamı aramak amacıyla çıkmışsanız (nasıl) onlara karşı hâlâ sevgi gizliyorsunuz? Ben, sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilirim. Kim sizden bunu yaparsa, artık o, elbette yolun ortasından şaşırıp-sapmış olur”. (Mümtehine: 1)
10– Yahudi ve Hıristiyanların MİLLET’lerine (bozuk ve barbar sistemlerine) tabi ve alet olmadıkça, asla Müslümanlardan razı olmayacakları ve iyiliğimize çalışmayacakları bildirilmiştir:
“Sen onların milletlerine (ırkçı emperyalist emellerine) uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olacak değillerdir. De ki: "Şüphesiz doğru yol, Allah'ın (gösterdiği) yoludur." Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva (arzu ve tutku)larına uyacak olursan, senin için Allah'tan (artık) ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı” (Bakara: 120)
11- Yahudi ve Hıristiyanlar kendilerini seçkin ve imtiyazlı görmekte, diğer halkları köle ve hizmetçi olarak değerlendirmekte, demokrasiyi bir dolaylı sömürme ve hükmetme aracı olarak benimsemektedir:
“Yahudi ve Hıristiyanlar: "Biz Allah'ın çocuklarıyız ve sevdikleriyiz" derler. De ki: "Peki, ne diye sizi günahlarınızdan dolayı azaplandırıyor? Hayır, siz O'nun yarattığından birer beşersiniz. O, dilediğini (iman ve istikamet ehlini) bağışlar, dilediğini (küfür ve kötülük işleyenleri) azaplandırır. Göklerin, yerin ve bunların arasındakilerin tümünün mülkü Allah'ındır. Son varış O'nadır" (Maide: 18)
Şimdi Soralım:
S- 1: Sn. Recep T. Erdoğan’a ve AKP iktidarına göre, Kur’an ırk, din ve felsefi ayrımcılık yapıp nefret suçlarını mı körüklemektedir?
S– 2: Bu gerçekleri yazanlar ve konuşanlar, bütün Beni İsrail’in değil, ama Siyonist kesiminin zulüm ve mel’anetlerini anlatan bu ayetleri hatırlatanlar “nefret suçu işlemiş” muamelesi mi görecektir?
S– 3: Öyle ise, önce bu ayetleri içeren Kur’an’ın yasaklanması, mana ve mealinin kısıtlanması ve çıkarılması gerekli değil midir?
S– 4: Bilimsel veriler, tarihi belgeler ve günümüzde yaşanan örnekleriyle, Siyonist Yahudi Lobilerinin ve İsrail’in şeytani hedef ve mahiyetlerini anlatan ciltler dolusu eserlere de yasaklama getirilecek midir ve bu eserlerdeki bilgileri aktaranlar “nefret suçu işleme” kapsamına girecek midir?
S– 5: “Ey Yahudiler, siz leş ve murdar yemeyeceksiniz. Ama bunları Yahudiler dışındaki yabancılara satabilirsiniz. Çünkü siz mukaddes ve seçkin bir kavimsiniz, başkalarını hor ve hakir görebilirsiniz”[1] gibi Tevrat hükümleri de nefret suçlarına dâhil edilecek midir?
S– 6: Öz kız kardeşinin çıplak vücudunun ayrıntılarını şehvetle anlatan ve onunla sapık sevişme duygularını aktaran Kitabı Mukaddes Neşideler Neşidesi Bab: 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7 ve 8 (Sh: 659 – 665)[2] Tevrat bölümlerini, yani ensest (aile içi sapık) pornoculuğun Yahudi kökenini eleştirip Müslüman halkımızı uyarmak da, nefreti körükleme suçları kabul edilecek midir?
S– 7: AKP Hükümetinin ve Fetullah Gülen Cemaatinin, din tahrifatını ve devlet tahribatını gündeme taşıyanlara da “nefreti körükleme” kapsamında ceza verilecek midir?
İstiklal Marşı Derneği’nin:
Kelimenin gerçek anlamıyla “gizli bir paket” açıklanmıştır. Her paket gibi havale edilmek, bir adresten bir adrese teslim edilmek üzere hazırlanmıştır. Muhtevasını, halkımız kadar, açan şahsın da bilmediği ve merak ettiği bir paket açılmıştır. İçinde ne olduğuna bakarak paketi kimlerin hazırladığını ve nereden havale edilip yollandığını anlamak kolaydır. Sadece paket açma ve okuma görevi ile iktidara taşınanlar eliyle Türkiye bölünmek değil tarihten silinmeye çalışılmaktadır. Müslümanlıktan başka istinat edeceği hiçbir karakteri olmayan Türkiye üzerinde gayr-i Müslim libasının nasıl duracağının provası yapılmaktadır. İstiklâl Marşı’mızı, demokratikleşme adı altında yapılanların referansıymış gibi göstererek açıklamak zorunda kalınan havale paketteki her başlık aslında; İstiklâl Marşı’mıza alenen düşmanlığı yansıtmaktadır. Hz. Peygamber Efendimize Sevr Mağarasından neşet eden “Korkma” hitabı mağaranın dışındakilere değil, içindekine(ikinin ikincisine) ve onun şahsında bütün sıddıklara yapılmış bir manevi destek uyarısıdır. Azınlık adı altında gayr-i Müslim haklarını parlatmak için kurulan sofrada İstiklâl Marşı’ndan dem vurmak nifakta azgınlıktır. Paket için “yetmez ama…” serzenişiyle başlayan yalaka ve yalama cümlelerden anlayabiliriz ki; Türkiye’de hükümeti, muhalefeti ve sivil toplum kesimleri ile maalesef gaflet ve dalalet cephesi Amerika’nın safında yer almıştır. Yetmez ama… diye başlayan cümlelerin sonu: “Bu bir son değildir. (yani daha tehlikeli tahribatlar ardından gelecektir.)” (AKP) / “Bu, taleplerimizin kötü bir kopyasıdır.” (CHP) / “Beklentileri karşılamadı ama iyi bir gelişmedir.” (BDP)… demek suretiyle hepsi ayarını ve amacını ortaya koymuşlardır. Üzeri başörtüsüyle örtülmüş bu paketle verilen veya alınan her şey Milli varlığımızı silme amacına yönelik çok sinsi bir aşamadır. Yıllardır her fırsatta istismar ve suistimal aracı olarak gündeme sokulan “başörtüsü”nün aslında kimlerin ve nelerin üzerini örttüğü demokratikleşme paketiyle bir kez daha anlaşılmıştır. Müntekîm olan Hakk’ın vaat ettiği günler geldiğinde tüm gâvurlukların hesabını; İslam potasında kaynaşmış ve farklı kökenlerin ortak tanımı ve devlet kurucu unsuru olarak Türk Kavramını tarihin altın sayfalarına kazımış olan Aziz Milletimiz elbette soracaktır” şeklindeki uyarıları yerden göğe haklıdır.
Sonuç: Zalimlerin ve İşbirlikçilerin Yıkılışı Yakındır!
Kamu kurumlarının sadece bir kısmında başörtüsünün serbest bırakılması ise, bu gaflet ve dalalet girişimlerinin ağır vebalini unutturmak ve dindar halkımızı avutmak üzere, sus payı cinsinden pakete konulan “ayıp savma aksesuarları” olarak sırıtmaktadır. Bakalım dindar ve kahraman başbakan Yahudileri lanetleyen ayetlerin sahibi Allahu Teala ve bu konuda uyarıcı ve çarpıcı hadisler buyuran Hz. Peygamber Aleyhisselam hakkında da “Nefreti körükleme suçundan” mahkeme açacak mıdır? American The Atlantic Dergisine “Kur’an’da Yahudileri lanetleyen ve onlara güvenmeyi yasak eden ayetlerin yanlış anlaşıldığını ve bunların Yahudi toplumlarını ve değil, bazı şahısların kötü karakterlerini hedef aldığını” söyleyen Fetullah Gülen’in Siyonistleri aklama gayretlerinin hemen ardından bu paketin açıklanması ve kurumlarını İsrail zulümlerini ve Yahudi Siyonizm’ini gündeme taşıyanların susturulmaya çalışılması, her ikisinin de hangi odaklarca doldurulduğunun kanıtıdır. İsrail Siyonizm’ine, ABD ve AB emperyalizmine hizmet karşılığı siyasi rant (makam ve menfaat) sağlayanların, hangi acı ve alçaltıcı akıbetle yıkılacaklarını ise, Kur’an’dan okumanın tam zamanıdır!
Demokratikleşme kılıflı “Dini ve devleti dejenere etme” paketinde “Vatan’a ihanet ve terör suçlarından mahkûm olanların da siyasi partilere üye olmasına” imkân sağlanmasının, aslında Abdullah Öcalan’a siyaset yolunun açılması olduğunu anlamayanların ya akılları kapanmış, ya da vicdanları kararmıştı. Hatta “ibadete engel olanlara hapis” cezası, sakın ha Müslümanlara yönelik sanılmasındı; bu ülkemizde hızla yaygınlaştırılan Haçlı hortlamasına karşı çıkanları susturmak amaçlıydı. Üstelik AKP kurmayları ve yandaş yazarları bile “Bu paketin ardından çok daha demokratik ve kritik paketlerin açıklanacağını” hatırlatmaları, toplumun alıştıra alıştıra, uyuştura uyuştura, ülkenin parçalanma senaryolarına hazırlandığının bir itirafıydı. Partilere eşbaşkanlık sistemi ise tamamen PKK’nın partisi BDP’nin işini kolaylaştırmaktaydı.
Değerli Ekrem Şama’nın şu tespitleri aslında her şeyi açıklamakta ve “dindar kahraman” sanılanların gerçek ayarını ortaya koymaktaydı.
Erbakan’a ilk iftirayı Başbakan Erdoğan atmıştı!
28 Şubat 1997’nin hemen birkaç gün sonrasındaydı. Sayın Recep Tayyip Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve Refah Partisi’nin MKYK üyesi olduğu yıllardı. 28 Şubat’tan sonra yapılan ilk MKYK toplantısında Erdoğan, Erbakan Hocamızı meşhur 18 maddelik kararları imzalamakla suçlamış, İmam Hatip Liselerine zarar verdiği gerekçesi ile sataşmıştı. Böyle bir belgenin imzalanmadığı ifade edilmesine rağmen, Recep Bey sürekli Hoca’yı suçlamıştı!
Bu eleştirilerini, daha sonra halka açık ya da teşkilat içi konuşmalarında da tekrarlamıştı. Biz şahsen bu üslupla konuştuğu bazı toplantılarını protesto mahiyetinde terk edip çıkmışızdır. Refah Partisi’ni bölmeye görevli olanlar, Recep Tayyip Erdoğan’ın bu konuşmalarını çok kullanmıştı. Burada bir paslaşma olup olmadığının belgeleri de bir gün herhalde ortaya çıkacaktır. Refah Partisi’nin kapatılmasından sonra kurulan Fazilet Partisi döneminde de bu haksız söylemleri, gerek bizzat kendisi ve gerekse Milli Görüş’ü bölmeyi kafasına koymuş çevreler sıkça gündeme taşımıştı. Bunlardan sadece bir tanesini aktarırsak söylemek istediğimiz anlaşılacaktır:
Fazilet Partisi’nin o meşhur kongresi yaklaşmaktadır. Sayın Abdullah Gül ve Bülent Arınç genel başkanlık için aday olacaklarını açıklamışlardır. Sonra Arınç, Gül’ün lehine adaylıktan çekildiğini duyurmuşlardı. 28 Şubat sürecinde Erbakan Hocamın 18 maddelik kararların alınmasında rol aldığı, hatta Tansu Çiller’in karşı çıkmasına rağmen bu kararları imzaladığı, böylece Müslümanları büyük zararlara uğrattığı, artık köşesine çekilmesinin yakışık aldığı, partide yönetime artık “yenilikçi” kadroların gelmesinin kaçınılmazlığı konusunda, gerek basında gerekse parti içinde yoğun bir kulis yapılmaktaydı. Bunların bir yerlerden yönlendirildiği o gün de sırıtmaktaydı. İşte o karambol günlerinde İstanbul’da, güya seçilmişleri temsilen Bağcılar Belediye Başkanı Feyzullah Kıyıklık, Pendik Belediye Başkanı Erol Kaya ve Beykoz Belediye Başkanı Yücel Çelikbilek; Erbakan Hocamızdan randevu almışlar ve heyet halinde gidip görüşme yapmışlardı. Buna görüşmek değil, muhtıra vermek desek daha isabetli olacaktı. Zira dış ve iç egemen güçlerle boğuşmakta olan Merhum Erbakan Hocamız, böylece kendi yetiştirdiği kadrolar tarafından içeriden de haksız isnatlarla hançer darbelerine maruz bırakılmıştı. Sonradan neler konuştuklarını bizim de bulunduğumuz bir ortamda açıklamışlardı. Hocama ifade ettikleri konu gene 28 Şubat’ta yapılan yanlışlarmış... Yenilikçilere yönetimi teslim etmesi, aksi takdirde istifa edecekleri hatırlatılmış!..
Sonunda Fazilet Partisi de kapatıldı, Saadet Partisi kuruldu. İşte o süreçte AKP’de kuruldu, Milli Görüş hareketi böylece kendi içinden en büyük darbeyi aldı. Erbakan Hocamızın meşhur o kararları imzaladığı yönünde gerek maksatlı, gerekse yanlış bilgi yüzünden yoğun bir itham ve isnat süreci başlatılmıştı. Başbakan Sayın Erdoğan zaten bu söylemleri dile getirerek ayrılık sinyallerini, ta o günlerde vermiş durumdaydı. Sayın Arınç ve AKP’nin diğer kurucuları, kendini İslami diye lanse eden gazeteler, yorumcular, köşe yazarları, siyasetçiler ve diğer ismini dahi anmaya değmez bir takım siyaset cambazları hep o haksız isnatlara sarılmışlardı. Erbakan Hocamızın vefatından önce ve sonrada aynı iftirayı dillendirip durmuşlardı. Ama şimdi takke düştü kel göründü. Artık o meşhur 28 Şubat MGK tutanakları açıklanmıştı. Erbakan Hocamızın cunta heveslilerine karşı kahramanca direndiği, herhangi bir belge imzalamadığı ortaya çıkmıştı. Bütün iftiracılar sus pus olmuşlardı. Sanki böyle bir iftira süreci yaşanmamış gibi davranmaya başlamışlardı. Şimdi beklenen, Sayın Başbakan’ın ve diğer iftiracıların Merhum Erbakan Hocamızın ruhaniyetinden ve Milli Görüş camiasından özür dileyip, pişmanlıklarını ortaya koymalarıydı.
Burada bir Hadisi Şerif’i nakletmek yerinde olacaktır.
Büyük Sahabi Ebu Hüreyre’nin rivayet ettiği bir Hadisi Şerif’e göre Efendimiz sahabelerine bir defasında şu soruyu yöneltir:
“İflas etmiş kişi (Müflis) kimdir, biliyor musunuz?”
Sahabeler; en doğrusunu Allah ve Resulü bilir, “Bize göre iflas etmiş kişi parası ve malı kalmayandır.”
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardı:
“Ümmetimin gerçek iflas edeni, kıyamet gününe; namaz, oruç ve zekât görevlerini yerine getirdiği halde, ona buna kötü söz söylemiş, iftira etmiş, şunun-bunun (haksız yere) malını yemiş, kanını dökmüş, onu-bunu dövmüş olarak gelen kimsedir. Bu kişinin iyiliklerinden ve sevap hanesinden hak sahiplerine verilir. Borcu ödenmeden sevabı biterse, hak sahibinin günahları ona yükletilir. Sonra da cehenneme sürüklenir”[3]
[1] Kitab-ı Mukaddes – Tensiye Bab: 14 – ayet:21
[2] Kitab-ı Mukaddes şirketi İstanbul -1997
[3] Milli Gazete / Ekrem Şama / 30 Eylül 2013
Bu yazarin diger makaleleri
< Önceki | Sonraki > |
---|