ERBAKAN HOCAMIZIN, MİLLİ ÇÖZÜM’E TAVIRLARI VE İLTİFATLARI
ERBAKAN HOCAMIZIN,
MİLLİ ÇÖZÜM’E TAVIRLARI VE İLTİFATLARI
Milli Çözüm’den Ekrem Başaran’ın Bursa’da Erbakan Hocamıza Arz Ettiği “Ahmet Akgül’ün Yasaklanması” Konusuna İlginç ve İbretli Yanıtları
1999 yılı sonları idi. Kocaeli MGV İl Başkanı telefon ile Osman Eraydın’ı arayıp, MGV İl Başkanları toplantısında Şevket Kazan’ın konuşmasında “Ahmet Akgül’ün teşkilatlarda konferanslarının yasaklandığını ve Amerikan ajanı olduğunu” söylediğini Osman Eraydın’a iletmişti. Osman Eraydın ise Ahmet Akgül Hocamıza bu konuyu açmış, Ahmet Akgül Hocamız ise; “Bursa FP teşkilatının iftar programının yapılacağını ve o programa bizlerin katılıp Erbakan Hocamıza bu konuyu sormamızı” istemişlerdi. Biz de Osman Eraydın, Ekrem Başaran, Ali Çağıl ve Nevzat Gündüz olarak Bursa’daki Erbakan Hocamızın teşrif ettiği iftar programına gittik. Salonda Erbakan Hocamız masasında Ş. Kazan ve O. Asiltürk ile birliktelerdi. İftar yemeği yendikten sonra, Ekrem Başaran kardeşimiz Hocamızın huzuruna vararak: “Muhterem Hocam, MGV İl Başkanları toplantısında Ş. Kazan Bey konuşmasında ‘Ahmet Akgül Hocamızın Amerikan ajanı olduğunu ve teşkilatlarda konferanslarının yasaklandığını’ söylemiş. Biz de sizin bu konudaki emirlerinizi beklemekteyiz.” demişti. Erbakan Hocamız da Şevket Kazan’a dönerek: “Şevket öyle bir şey söylemez!? Ahmet’e selam söyleyin çalışmalarına devam etsin!” talimatını vermişlerdi. O esnada Bursa, İzmit ve Gebze teşkilatlarından pek çok kişi de bu soruyu ve Hocamızın yanıtını işitmiş ve olaya şahitlik etmişlerdi.
Aziz Hocamızın bu net ve kesin uyarıları ve açıkça Ahmet Akgül üstadımıza sahip çıkmaları karşısında Şevket Kazan ve Oğuzhan Asiltürk mosmor kesilmişler ve susup kalıvermişlerdi. Çünkü Ahmet Akgül’ün ve Milli Çözüm’ün haklılığını, yüksek sadakat ve donanımını elbette bilmektelerdi. Onların tek silahı; zahiri etiket ve yetkilerine dayanarak, hiç Allah’tan çekinmeden ve davanın yararını gözetmeden iftira etmekti. “Peki, Erbakan Hocamız niye bunları zahiren o makamlara getirmişti?” sorusunun yanıtı ise, Milli Çözüm’de defalarca verilmişti. Ama “Anlayana sivri sinek saz gibiydi, anlamayana davul zurna az gelirdi!..”
Bir Rüya Daveti Üzerine Aziz Erbakan Hocamızın İzni ile Milli Çözüm Ekibinin Kendi Konutlarında Ziyaretleri
Ali Çağıl kardeşimizle bir gün İstanbul’a giderken bana, “Nevzat abi, bu gece rüyamda ev telefonum çaldı. Açtığımda, Erbakan Hocamız; ‘Sizi bekliyorum!’ diyerek telefonu kapattı.” Bunu anlatınca ben de: “Bu rüyayı hemen Ahmet Akgül Hocamıza anlat!” dedim. Ahmet Hocamızla görüştükten sonra: "Erbakan Hocamızın evine rüyanızı yazıp fakslayın!” diye talimat buyurdular. Biz de rüyayı yazıp Hocamızın evine faksladık. Bir süre sonra Hocamızın evinden görevliler bizi arayıp “kimlerin bu ziyarete katılacağını?” sordular. Biz Ahmet Akgül Hocamıza durumu bildirdik. Hocamızın talimatları üzerine İsmet Sezgin, Osman Eraydın, Nevzat Gündüz ve Ali Çağıl olarak isimleri yazıp faksladık. Ardından Erbakan Hocamızın evinden arayan görevli: “Bir hafta sonra (salı akşamı saat 6’da) Hocamız sizleri evinde kabul edecek” diye bilgi verdiler. Biz de bu bilgileri Ahmet Akgül Hocamıza aktardık.
Ahmet Akgül Hocamız Ali kardeşimize: “Erbakan Hocam rüyanı sana sorabilir, ondan dolayı rüyanı yaz ve yanında bulundur” dediler. Bana da (Nevzat) Erbakan Hocamızın huzurunda okumam için 1 sayfalık bir yazı verdi. O gün geldiğinde (05 Aralık 2009) biz arkadaşlarla Ankara’ya SP Genel Merkezinde bulunan Hamidiye Camisinde biraz gecikmiş vaziyette ikindi namazımızı kılıp dışarı çıktığımızda, Anadolu Gençlik Derneğine mensup birçok kişinin orada olduğunu gördük. Onlara; “Hayırdır, bir toplantınız mı var?” diye sorduğumuzda, “Evet, akşam saat 6’da Erbakan Hocamızın katılımıyla büyük bir salon toplantımız var” dediler. Biz o zaman biraz şaşırdık. “Acaba Hocamız bizi de aynı toplantıya mı davet etti?” diye düşündük. Sonra biz yine Erbakan Hocamızın evine doğru yola çıktık. Hocamızın konutuna varıp korumalara Milli Çözüm yazarları olduğumuzu söyleyince, bizim içeri girmemizi istediler. Bize, “Şimdi Erbakan Hocamız diğer odada, birileri ile konuşması bitince sizi oraya alacağız, akşam namazını da beraber kılacağız” denildi. Nihayet yan tarafta Hocamızın bulunduğu odaya girdik. Hocamız akşam namazı için saf tutmuşlardı. Biz de safa durup namazımızı kıldıktan sonra elini öptük. Hocamız; “Buyurun ayakta kalmayın, siz masaya oturun, ben ellerimi yıkayıp geliyorum” dedi. Hocamız dönüp teşrif edince, masanın baş tarafında kendine özel ayrılan sandalyeye buyurdu. Bizler tekrar elini öptük, izin verince oturduk. “Bir Fatiha okuyalım!” dedi, Fatiha okuduk.
Aziz Hocamız: “Hoş geldiniz, ayaklarınıza sağlık; bu ziyaretlerinizle büyük ecir aldınız. Bir Fatiha daha okuyalım” buyurdular. (Odada bizden başka kimse yoktu.) “Evet, bizde önce misafire söz verirler. Buyurun bakalım” dedi. Bu arada Hocam, “Ne içersiniz, çay, kahve, su veya soğuk bir şey?” diye sordu. Biz ses çıkarmayınca, Hocam: “Bana açık çay, arkadaşlara da çay getirin” dedi ve çaylar geldikten sonra, görevliye kapıyı kapatmasını söyledi. Sonra ben (Nevzat) Ahmet Akgül Hocamızın şu yazısını okudum. Hocamız; “Çok doğru ve güzel tespitler yapmışsınız!” buyurdular.
İşte Ahmet Akgül Hocamızın Verdiği O Yazı:
Muhterem Efendim, bir sohbetinizde Zat-ı Âliniz şunları buyurmuştunuz:
“Önce Biz Neyiz? Sorusunun yanıtını hatırlatalım. Cenab-ı Hakkın bu sonsuz kâinatının içerisinde yarattığı; ‘Eserden müessire intikal etme kabiliyeti’ verdiği tek mahlûk olan insanlardır. Akıl ve vicdan sahibi kimseler için; bitki, hayvan ve insan olarak dünyadaki milyarlarca harika yaratığa ve şu muazzam ve muntazam kâinata dikkat ve ibretle bakıp, bütün bunların Yüce Yaratıcısını hatırlayıp hayran olmamak imkânsızdır.
Allah insanları Kendisini bilsinler diye yaratmıştır. Ancak biz Cenab-ı Allah’ı göremiyoruz, gücümüz Cenab-ı Allah’ı görmeye yetmiyor. Musa (AS) Cenab-ı Allah’ı görmeyi arzuladığını, Cenab-ı Allah dağa tecelli edince ona dayanamadığını, Kur’an-ı Kerim haber veriyor. Çünkü bizim yapımız zayıf olduğundan dünyada iken Cenab-ı Allah’ı görmeye tahammül edemiyor. İnşaallah cennette göreceğimiz Hadis-i Şeriflerle müjdeleniyor. Öyle ise Allah’ı bilmek için ne yapmamız gerekir? Allah insanlara “eserden müessire intikal etme kabiliyeti” vermiştir. İnsan bir esere bakarak o eseri yapanı tanıyabilir. Bir resme bakarsanız ressamını hatırlayıp hayranlık duymak tabiidir.
Başımızı gökyüzüne çevirip baktığımız zaman ne görüyoruz? Sonsuz bir kâinat, sonsuz bir güzellik ve sanat, sonsuz bir nizam! O kadar büyük bir kâinat ki, sadece 1. tabaka gök içerisindeki bir yıldızın ışığı diğer bir yıldıza 100 milyon senede bile gidemiyor. Oysa ışık bir saniyede 300 bin km. yol almaktadır. Cenab-ı Allah yedi kat gök yaratmıştır. Her bir gök, bir üstteki yanında, sahra çölleri içindeki bir yüzük kadar kalmaktadır. Onun üzerinde Arş vardır. Arş’ın üzerinde Kürsü bulunmaktadır. Bu ne büyük azamettir Ya Rabbi!”
Şimdi Muhterem Hocam, bu gerçeği şöyle anlayıp açıklamak doğru mudur? diye Zat-ı Âlinizden öğrenmek istiyoruz.
“Cenab-ı Hakkın “Zat”ı, her türlü şekilden, biçimden, cisimden ve hayalden münezzehtir. Yüce Allah’ın Zatı, hiçbir şeye ve hiçbir kimseye asla benzetilemeyecektir. O’nun Yüce Zatını idrak ve ihata etmek, künhüne ermek asla mümkün değildir. Allah (CC) ancak yarattıklarında tecelli ve tezahür eden, “esma ve sıfatlarıyla” bilinmekte; kendi mevcudiyetini, kudret ve hikmetini, san’at ve nimetini bizlere böylece göstermektedir. Kâinattaki her zerrede ve kürrede, yeryüzünde ve göklerde, her çiçek ve böcekte O’nun tecellisi, kudret ve rahmet eseri sezilmektedir.
En güzel tecelli ise Hz. Adem ve neslinde, en mükemmel temsili ise Hz. Muhammed Aleyhisselam Efendimizdedir. O, ahir zaman Nebisidir, tecelli ve tezahürün her bakımdan “son” örneği ve insanlığın ebedi rehberidir. Yüzyıllardır feyiz ve bereketle okunan Mevlid-i Şerif müellifi Süleyman Çelebi Hazretlerinin: “Zatıma mir’at edindim zatını – Bile yazdım adım ile adını” (Ey Nebim, Senin şahsını, Kendi Zatıma bir ayna olarak yarattım. Bu nedenle Kelime-i Tevhitte Benim adımla Senin adını birlikte yazdım) beyitleri de bu hakikatin hikmetli ifadeleridir.
Geleceği sahih hadis ve haberlerle kesinleşen, asırlardır hasret ve hararetle beklenen Hz. Mehdi Aleyhisselam ise, Hz. Peygamber Efendimizin aynen izinde, O’nun dinini ve adalet düzenini hâkim kılma ve Siyonist Deccal sistemini yıkma görevinde, O’nun halifesi ve temsilcisi yerinde çok yüksek, mübarek ve özel bir şahsiyettir. Kur’an-ı Kerim’in talim ve terbiyesinde, Resulüllah Efendimizin sünneti ve hayat sistemi çerçevesinde ve Milli Görüş mektebinde; sadece Hz. Allah’ın rızası ve insanlığın hayrı hatırına, nefsi ve siyasi cihadını sürdürenler bu imanın zirvesine ve zevkine erişecektir.”
Bunları dinleyen Erbakan Hocamız: “Çok doğru ve güzel tespitler yapmışsınız!” dedikten sonra: “Evet, biz neyiz?” diyerek yazıyı tekrar özetle şöyle izah buyurdular. “Kemâl, Kâdir, Sübhanallah” sıfatları üzerinde durdular. “Evet, arif olan insanlar şu muhteşem âlemlere baktıkça Cenab-ı Allah’ın 99 sıfatını görür!” buyurdular ve kafaya çakılacak 3 çivi konularını, cihadın anlamını ve amacını ve cihadın edasının farzlarını anlattılar. Cihadın edasının farzlarını anlatırken “ittifak ve iyi ahlâk” maddelerinde “ümmet içinde tefrika yapılmayacak” diyerek bu iki madde üzerinde biraz daha fazla durdular, birkaç defa tekrarladılar. Hocam bu arada; “Buyurun çaylarınızı soğutmayın” diyerek kendileri de çayını içmeye başladılar.
“Şimdi diyelim ki; yıldızlardan ve gezegenlerden insanlar inip gelip bu masanın etrafına toplansalar, hepsi de Müslüman olsalar, peki önce ne yapmaları lazım? Efendim gelin namaz kılıp tesbih çekelim mi demeleri lazım? Hayır! Önce aralarında bir imam seçip tâbi olmaları ve Emr-i bi’l Ma’ruf Nehy-i Ani’l Münkeri yerine getirmek için Adil Bir Düzeni kurmak üzere çalışmaları, yani cihat yapmaları lazım. İmametle ümmet, aynı harflerle yazılır ve aynı kökten kaynaklanır. İmam=Önder olan kişiye, Allah rızasına ve insanlığın huzuru hatırına itaat edilmesi gerekli kılınmıştır. Niye imama itaat edilecek, çünkü birlik ve dirliğin sağlanması için böyle emir buyrulmaktadır, hayır ve şer Allah’tandır. İmama itaatte bereket vardır.
Evet, namaz dinin direği, cihat ise zirvesidir. Cihat eden bir insan gece gündüz ibadet ediyor gibidir. Bakınız; Sahabe-i Kiram bir seferinde Efendimizin huzuruna çıkmadan önce; “Biz ne yapalım ki imtihanı kazanalım ve en büyük ecri-sevabı alalım? Cihat dışında böyle bir ibadet var mıdır? diye tek bir soru soralım, fazla zamanını alıp günaha batmayalım” diye konuştuktan sonra, Efendimizin huzuruna çıkıp sordular. Efendimiz sahabeye: “Siz ömrünüz boyunca gündüzleri hiç durmadan ibadet yapsanız ve oruç tutsanız, geceleri de hep teheccüt kılsanız cihadın ecrine ancak ulaşırsınız ki, buna da dayanamazsınız!” buyurdular.
“Şimdi Gebze sizden sorulacaktır, her hafta (bir) sandık bölgesine gidip onlara Hak-Bâtılı anlatacaksınız. AKP ve CHP’nin aynı olduğunu, temelde hiçbir farklarının bulunmadığını, ABD-AB’nin geçmişinin Firavunlara dayandığını anlatacaksınız. Bizim tarihimize baktığımızda hep adalet vardır. Haftada bir gün tebliğ yapacaksınız. Cuma namazını kılıyoruz, ama hutbe cumanın farzıdır ve hutbede Hakkı anlatmamız lazımdır. Bu yapılmıyor. İşte bu haftalık tebliğ toplantıları cuma hutbesinin yerine geçecek ki cumamızın eksiği tamamlansın. Maalesef bazı şeyhler ve hoca efendiler iki torba kömür almak ve çocuğuna iş bulmak, ihale kapmak ve iktidara yaranmak için AKP’li olmuşlar, yanlarına üç beş tane derviş bulmuşlar, “biz ibadetle meşgul olacağız, siyasetle uğraşmayacağız” diyorlar, ama AKP’ye çalışıyorlar…”
Ardından Hocamız, Ali Çağıl kardeşimize dönerek; “Evet rüyayı sen görmüşsün, şimdi buyur bakalım…” deyince, Ali Çağıl Milli Çözüm Dergimizi kendilerine takdim etti ve gördüğü rüyayı okudu. Hocam Milli Çözüm Dergimizi gösterip: “Son sayısı mı?” diye sordular ve inceledikten sonra, “Allah razı olsun!” diyerek tebrik ve takdir buyurdular. Böyle, sessizlik içinde biraz beklendi. O sırada İsmet Abi kendini tanıttı, sonra sıra ile biz kendimizi tanıttık.
Sonra Hocamız: “Bizim bir kardeşimizin yeni damadı Gebze’de Milli Görüşçü oldu. Orada oto ve beyaz eşya yedek parçaları üreten büyük fabrikaları var. O bana: “Hocam ben Milli Görüş’ü yeni anladım. 500 iş adamını toplayıp sizi davet edeceğim” diye söz verdi. Ben de kendisine: “Bak ha, 499 olursa kabul etmem, 500 kişi toplarsan gelirim!” dedim. İsmi Abdullah, onunla tanışın, yardımcı olun deyince. Ali bir kâğıda; “Abdullah en büyük yedek parça üreticisi, Gebze” diye not aldı. Hocamıza, “Hocam soy ismini veya firma ismini verebilir misiniz?” deyince; Gebze’de oto ve beyaz eşya yedek parçası üreten en büyük fabrikayı bulursunuz. Siz onu tanıyorsunuz… O da sizi tanıyor. O beş yüz iş adamının da birçoğunu tanıyorsunuz. Onu kolaylıkla bulursunuz…” dedi.
Hocamız son olarak: “Evet, Kelime-i Şehadet getiren cennete gider, ama eğer günah işlerse ve zulme meylederse o kötülüklerinden dolayı da cehenneme girer, cezasını çeker; sonra iman ehli ebedi cennette kalır” buyurdular.
Önünde duran o günkü çalışma programını bize eliyle göstererek: “Şu anda benim AGD’de olmam lazım, saat 18:00 randevu vermişiz. Sizin hatırınıza 1 saat kadar da geciktim. Şimdi 500 kişi bir salonda toplanmış beni bekliyorlar. Sizi her zaman beklerim. (İstediğiniz zaman gelebilirsiniz.) Allah razı olsun” deyip bir Fatiha okuttuktan sonra elini öpüp ayrıldık.
Yola çıkıp arabada gelirken aklımıza yazarımız Abdullah Akgül geldi. Telefonla arayıp, çalıştığı iş yerinde patronların oğullarından Abdullah isminde birinin olup olmadığını ve Hocamızın yakınlarıyla bir akrabalık kurup kurmadığını sorduğumuzda, “evet o ismi taşıyan ve yakın zamanda Hocamızın oğlu Fatih Bey’le bacanak olan biri var!” diye öğrenmiş ve bulmuş olduk.
Erbakan Hocamızın Milli Çözüm Ekibini bizzat kendi konutuna özel davetleri, bizim ziyaret ve sohbetlerimiz; telefon ve kamera kayıtlarında saklıdır. O süreçte Balgat’taki konutta görevli kimseler de bu görüşmelerin tanıklarıdır. Evet zahirde ve resmiyette Rahmetli Erbakan Hocamızın kimlerle çalıştıkları zaten ortadadır. Ama özelde ve samimiyetle Milli Çözüm Ekibi ile ve özellikle Ahmet Akgül’le muhabbet ve münasebetleri de bu kadar net ve açıktır. Hem zaten asıl şahit Allah (CC) ve Kur’an’dır. Milli Çözüm’ün: Kur’an’a, İslam’a ve davamıza bağlılığına; Erbakan Hocamızın aziz hatırasına nasıl sahip çıkıp savunduğuna şeytani kesimler bile hayret ve hayranlıkla şahit oldukları halde, maalesef bizimkilerin haset ve husumet damarıyla tavır almaları ve bunca kirli hesap ve tahribatlarına rağmen hâlâ Oğuzhan Asiltürk’e ve kiralık ekibine tâbi ve taraf olmaları ise tam bir şaşkınlıktır.
Bu durumun temelinde ise, ruhlara sinmiş “cahili mantık” yatmaktadır. Cahili mantık; dinleri, dilleri, ülkeleri, gelenek ve görenekleri, mezhepleri, tarikatları, partileri, dernekleri farklı da olsa, dünyaya bakış açıları, yaşam amaçları ve ahlâk ayarları aynı olan, çıkara, makama ve konfora tapınan insanların ortak marazıdır.
Bu konuyu Ahmet Akgül Üstadımızın bir şiiri ile bağlayalım:
CAHİLİYE İNSAN TİPİ
Cahiliye ahlâk, mantık marazı
Cübbe sarık takar, tapar paraya…
Hakiki İslam’a, vardır garazı
Hidayet kararmış, muhtaç çıraya…
Dindarı fasıkı, aynı kafada
Bedeni Kâbe’de, beyni Yafa’da1
Sağ sol İslamcısı, AB safında
İslam Birliğini, sokmaz araya…
Şekilci taklitçi, riyakâr tipler
Fırsatçı fesatçı, sahtekâr tipler
Saf garip kimseye, cüretkâr tipler
Vicdanlı “AK” der mi, özü karaya…
Makam çıkar arar, parti tekkede
Kimi Brüksel’de, kimi Mekke’de
Dili zikrederken, kalbi sikkede2
Otlak-yatak ehli3, lazım haraya4…
İslam aksesuarı, motoru değil
Onun hademesi, rektörü değil
Faiz mikrobudur, doktoru değil
Zehir merhem olmaz, hiçbir yaraya…
İsmin değiştirir, işler günahı
Loto toto pyango, kumar cenahı
Fuhuş azmış; faiz, banka penahı5
Faizle uğraşan, uğrar “sara”ya6…
Hastane gişeler, haline bakın
Herkes öne geçer, çiğner kul hakkın
Uyarsan saldırır, belaya yakın
Sabırsız saygısız, girmez sıraya…
Tarikat cemaat, sahte kıratı7
Şeyhi geçirirmiş, kesin sıratı
Günahın yıkamaz, salsan Fırat’ı
Kur’an’a danışmaz, uymaz şûra’ya8…
Âlim geçinenler, çözüm üretmez
Tağuti sisteme, itiraz etmez
Facire fetvacı, hiç hayra yetmez
Kitap yüklü merkep, layık meraya…
Lağımdan beslenir, haram çatlıyor
Her gün günahını, beşe katlıyor
Adil Düzen duysa, ödü patlıyor
Çirkefte yaşayan, çıkmaz karaya…
Dünya kumdan kale, çocuk kovası
Sel ve yel dağıtır, serçe yuvası
Ölünce tükenir, caka havası
Mü’min göz koymuştur, cennet saraya…
Her an yaptıkların, kayda geçilir
Bu imtihan biter, kefen biçilir
Mü’minle münafık, orda seçilir
Allah işin koymaz, şansa kuraya…
Kur’an kutlu yasa, okumaz cahil
Mealin mesajın, bilene kefil
Ahrete hazırlık, yapmayan gafil
Kışın sebze seven, baksın seraya…
Siyonist uşağı, sanı9 meliktir10
Çamurdan çömlektir, sanma çeliktir
Hak dava haini, vicdan deliktir
Adı temiz; aslı, gider “Karay”a11…
1- Yafa: Terörist İsrail’de bir şehir.
2- Sikke: Madeni para ve altın damgası.
3- “Gündüz otlak, gece yatak” hayvanların hali.
4- Hara: At çiftliği.
5- Penah: Sığınak.
6- “Sara”: Beyin ve sinir hastalığı, cin çarpması.
7- Kırat: Kıymetli taş ve madenlerin ayarı, fiyatı.
8- Şura: İlim ve akıl ehlinin ortak kararı.
9- San: Şan, şöhret, tanıtıcı sıfat (Sanı: rütbesi, sıfatı)
10- Melik: Hâkim yönetici, Başkan.
11- “Karay”: Kafkas, Karadeniz ve Kırım Yahudileri.
Bu yazarin diger makaleleri
< Önceki | Sonraki > |
---|