Dilipak'ın İtirafları; Siyonizm Güdümlü Halifelik Hazırlıkları Ve TÜRKİYE'Yİ HEDEF ALAN SAVAŞ PLANLARI
19 Ocak (2017) Perşembe akşamı Kanal-A'da, Tarih ve İrfan programına katılan Abdurrahman Dilipak şu itiraflarda bulunmuşlardı:
"Doksanlı yılların başlarında BOP'un ve ılımlı İslamcılığın siyasal ayağını organize etmemi öneren (Siyonist Yahudi stratejist) Graham Fuller bana: 'Çünkü bu bölgede biz sizsiz (Türkiyesiz) başarılı olamayız; siz de bizsiz (ABD'siz) bir yere varamazsınız!.' teklifini sunmuşlardı."
Şimdi sormak lazımdı:
a) Sn. Dilipak, demek ki bu Siyonist gâvurların zatıâlinize, böylesine tehlikeli ve hıyanet içerikli teklifleri getirmeye cesaret verecek ve kendilerini ümitlendirecek kadar güven duymalarına yol açan, çok gizli ve kirli irtibatlarınız ve geçmişte ortak alakalarınız vardı. Yoksa Graham Fuller gibi şeytanın şakirdi bir Siyonist Yahudi'nin, öyle torbadan tombala çeker gibi sizi bulup bu teklifleri aktarması ve zatıâlinize sırlarını ve amaçlarını açması imkânsızdı.
b) Siyonist kâfirlerin bu yöndeki heves ve hedefleri (ve sizin daha önce itiraf ettiğiniz Türkiye üzerindeki DIŞ PROJELERİ) başarıldığına ve BOP'un siyasi ayağı olan AKP iktidara taşındığına göre, herhalde sizin de bu oluşumun aşamalarında özel ve önemli katkılarınız ve gâvur hizmetkârlığınız olmalıydı!?..
Neyse, sizin ABD ve onun derin devleti Siyonist Yahudi Lobileriyle ilginç hatta iğrendirici irtibatınızı, koyu dindarlık ve şeriatçılık perdesi altındaki manevi tahribatlarınızı; hem kendi ifadelerinizle hem de basında yer alan ve yalanlanmayan haberlerle ve tabi elimizdeki bilgi ve belgelerle uzun bir yazı halinde kamuoyunun dikkatine sunma zamanı yaklaşmakta ve zaten şartlar da olgunlaşmaktaydı.
Aynı programda Sn. Dilipak; sırıtan bir bilgiçlik edası ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yön ve akıl veren önemli bir fikir adamı tavrıyla, ağzından şu anlamda laflar da kaçırmıştı!
"Hilafet makamı ve mesuliyeti, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin şahsı manevisinde mündemiç (Yetki ve sorumluluk sahası içerisinde saklı) bulunmaktadır. Sn. Erdoğan Ak Saray'da: Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Afganistan... gibi tüm İslam ülkelerinin temsilcilerine bir oda ayırmalı ve böylece Tüm İslam Dünyasının fiili koruyuculuğunu üzerine almalıdır!.."
Oysa HİLAFET, öyle simgesel ve göstermelik bir siyasi araç değil, İslam Âleminin gerçek ve geçerli gücünü temsil edecek etkin ve yetkin bir makamdır. Erbakan Hoca'nın tarihi beş adımı: 1- İslam Birleşmiş Milletler Teşkilatı, 2- İslam Ortak Pazarı, 3- İslam Ortak Dinarı, 4- İslam Savunma Paktı, 5- İslam Kültür ve Eğitim İşbirliği Kurumları oluşturulmadan... Ve tabi İsrail'le ve arkasındaki Haçlı ABD ve AB ile tarihi hesaplaşma yaşanıp, şeytani güçler hizaya sokulmadan, tutup uyduruk bir Hilafet kılıfını Erdoğan'ın sırtına takmak ve hem kendi milletimizi hem de İslam Ümmetini bu kof görüntülerle avutup oyalamak, işte o Siyonist merkezlerin başka bir planıydı! Yoksa görüştüğünüz Graham Fuller zatıâlinize bu hususta da mı bazı öneriler ve projeler fısıldamıştı?
Bay Dilipak, İsrail'le normalleşme ve teslimiyet anlaşmasını resmen ve cesaretle(!) imzalayan, Haçlı AB peşinde huzur ve kurtuluş arayan, stratejik müttefiki ABD'ye, bunca hıyanet ve hakaretine rağmen, bir iki sızlanma-nazlanma dışında hiçbir ciddi tavır koyamayan, hatta hıyanet ve işgal üssü İncirlik'i bile kapatamayan şu dindar kahramanlarınıza bir de tutup HALİFE cübbesi geçirirseniz, söyleyin bakalım İslam Ümmeti'nin mi, yoksa İsrail'in mi hizmetkârı olacaktı?
ESAM Konferansı'na katılan İHH Başkanı Bülent Yıldırım bile şu itiraflarda bulunmuşlardı…
"Dünya Siyonizm’i, İsrail'in güvenliği ve geleceği açısından Türkiye'yi kontrol etmek istiyor... Ve tabi Türkiye üzerinden de tüm İslam dünyasını yönlendirmeye çalışıyor... İsrail'le Türkiye arasında imzalanan normalleşme anlaşması, ne beni, ne bizi temsil etmiyor... AKP iktidarının tarihi bir gafletle imzaladığı bu anlaşma sonrasında İsrail'in daha da azgınlaştığını herkes görüyor!.. Yüksek bir şuur ve sorumlulukla ve Erbakan Hoca'nın özel talimatıyla başlatılan Mavi Marmara sürecinin olumlu ve onurlu etkileri de, bu anlaşma ile boşa çıkarılmış oluyor..."[1]
Erbakan'a 11 ay dayanamayan dış güçler ve Masonik merkezler, acaba Sn. Erdoğan'a 15 yıl iktidar, şimdi Halife-Başkan fırsatını niye sunmuşlardı?
Çünkü Büyük İsrail'i kurmak için AKP'yi kullanacaklardı ve tam 15 yıl bunun altyapısını dindar kahramanlara hazırlatmışlardı. Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, bu tutarsız ve duyarsız politikaları "makas değiştirmek" olarak yorumlamaktaydı. Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, Türkiye ve Rusya'nın koordinasyonunda gerçekleştirilecek Astana zirvesi öncesi gittiği Davos'ta iyice zırvalayıp AKP'nin gerçek ayarını ortaya koymuşlardı. Mehmet Şimşek, "Türkiye'nin Suriye'de Esad'sız bir çözüm konusunda ısrar etmemesi gerekir" sözlerine kendince açıklık getirerek, "Esad'lı bir çözümü içlerine sindiremediklerini; ancak bölgedeki şartların dramatik biçimde değiştiğini" vurgulamıştı.
Davos'un en prestijli ve değişmez davetlilerinden biri Washington Post editörü Siyonist Yahudi Lally Weymouth'un Seehof Hotel'de verdiği öğle yemeğindeki açıklamaları AKP'nin gaflet ve hıyanetine ayna tutmaktaydı. Evet, Mesud Barzani, bütün dikkatlerin çevrildiği Davos’tan, Washington Post aracılığı ile bütün dünyaya şu mesajı açıklamıştı:
“Bağımsız Kürdistan’ı konuşma ve bütün Kürtleri tek bir bayrak altında toplama zamanı gelip dayanmıştır." İşte bu Barzani'ye resmiyet ve devlet statüsü kazandıran ve Büyük İsrail'in en önemli bir ayağını oluşturan ise bu AKP iktidarıdır.
Abdurrahman Dilipak: "Ah İsrail, vah İsrail"[2] yazısında, Siyonistlere "Acıtmadan ve çaktırmadan adım adım açılın!" mesajı mı yollamaktaydı?
"Dinle Netanyahu! Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak! Sizi ne Clinton kurtarabilir ne de Trump! Öfkesi aklından büyük, gırtlağına kadar zulme batmış bu adamlar İsrail için kurtuluş umudu değil, felaketin büyütülmesinden daha başka bir şey yapamazlar... Seni oraya yerleştiren batılı abilerinin sözünü dinlemediğin için cezalandırılacaksın... Şimdi, daha fazla toprak kazanmak değil, artık mevcudu muhafaza için çalışman gerektiğini söylüyorlar, anlamıyorsun... Senden istedikleri, bugünkü Filistin yönetimi ile masaya oturman ve barış anlaşması imzalaman. Hatta Filistin yönetiminin masaya oturmasını garanti etmek için, gerekirse taviz de vermen... (Dediklerini yap ve kurtul...)
Anlamak istemiyorsun ya, yarın bugünkü Filistin yönetimi gidip yerine Hamas türü, Halid Meşal gibi biri gelirse bugünleri çok ararsın demeye çalışıyor batılı dostların (onlara uy). İsrail kuruluşundan bugüne en büyük krizlerinden birini yaşıyor... BMGK kararı aslında bu anlamda İsrail’in yalnızlığının tescili oldu... Bu durum İsrail’de iktidar ve muhalefet arasında daha da ciddi bir ayrışma konusu oldu... Şimdi İsrail ABD ve batıdaki yalnızlığı gidermek için muhtemelen Rusya’ya, Türkiye’ye, Arap dünyasına yakınlaşmaya çalışacak… Bu çok da kolay olmayacak. Bunu hem kendileri, hem de ötekiler çok da içlerine sindirmeyecekler... (Ama yapmaları gerekir, Türkiye ile normalleşme anlaşması olumlu bir gelişmedir.)
Zaten Hilafetten Cumhuriyete devreden manevi bir miras olarak Kudüs konusu Türkiye’nin sıcak gündeminde… Biz artık o topraklara bir adım daha yakınız... Biz sadece bir kale olarak ya da Vahdeddin Han’ın türbesi için değil, Ankara anlaşmasının verdiği imtiyazdan öte, gelinen noktada daha ileri bir birlik için Bilad-ı Şam topraklarında olacağız... Yeni bir dünya kuruluyor ve Türkiye bu dünyadaki yerini almaya hazırlanıyor..." diyen Dilipak, acaba Filistinlileri mi yoksa İsrail'i mi kollamaktaydı?
"Pentagon'da İngiltere ve Amerika savaşı çok açıktır. Normalde ortaklar birlikteliğin zafere ulaşması için çabalar. Ancak konu Asya, Avrupa veya Afrika olunca bu ortaklık biter. İngiltere 2011 yılından itibaren Afrika ve Asya'da kaybetti. Avrupa Birliği'nden çıkmasaydı, Avrupa'yı da kaybedecekti. Şimdi, yeni ortaklık başladı. Trump, İngiltere'nin ilk tercihi değildi. Ancak büyük devletler ani karar değişikliğinde treni raydan çıkarmadıkları için büyük kalırlar. İngiltere bunu yaptı. Trump'la da işbirliği kararı aldı. İngiltere'nin yeni dönemde güçlü anlaşmalar yapacağı ülkeler de netleşti: Hindistan, Japonya, Türkiye ve Pakistan.
İngiltere, Türkiye'yi Ortadoğu ve Afrika'ya açılan kapı olarak görüyor. Aynı zamanda, oradan gelecek tehlikelere de tampon bölge olarak Türkiye'yi seçti. Akıllı adamlar. En büyük rakiplerini dizginlemek için adım atıyorlar. Ortadoğu kabul etsek de etmesek de dünyanın merkezi. Savaşların burada olması tesadüf değil. Bunca terör örgütünün gelip buralarda boy göstermesi kendiliğinden olan bir şey hiç değil. Bunca liderin devrilmesi de... Oyun kapımızın önünde kuruluyor. Bu nedenle ittifaklar kurulur ve yıkılır! Trump da şimdilik İngiltere'nin bu fikirlerine sıcak bakmak zorunda. Ancak 20 Ocak öncesi ve sonrası farklı olacak. Kesin olan şu ki ABD'de iki kanat çarpışacak. Biri İngiltere ile ortaklık istiyor, diğeri de karşı çıkıyor. Çünkü Amerika'nın da içinde derin bir yapı bulunuyor. Ve o yapı da Britanya'yı istemiyor. Oradaki kavganın sonuçları sadece bizi değil dünyayı etkileyecek görünüyor"[3] diyen Ergün Diler "Türkiye'nin çıkarı Amerika'nın yanında yer almak ve İsrail'le barışmaktır" mesajını kafalara kazıyıp durmaktaydı...
Evet, "Savaş başlamıştı", ama asıl tehlike işbirlikçi iktidardı!
"Zaten AB ile ciddi bir sorunumuz vardı. Bu gidişatla krizin daha da yoğunlaşacağı sanılmaktaydı. Çünkü Avrupa giderek faşizme doğru kaymaktaydı. Öte yandan; NATO ile kriz kapıdaydı. İncirlik konusu 15 Temmuz’dan beri gündeme taşınmıştı. Darbe girişiminin ardında NATO’nun olduğu iddiası tek başına yeteri kadar sinir bozucuydu... En son iddia İstanbul’daki terör saldırısının arkasında Gladyo’nun olduğu iddiasıydı. Bu iddia sahiplerine göre GLADYO B’nin gerçek ismi JSOC’tu. Yani The Joint Special Operations Command. Müşterek Özel Operasyonlar Komutanlığı. Bu oluşum ABD’nin içinde kurulmuş, sonra ağ gibi yayılmıştı. El Kaide de, DEAŞ da bunların uzantısıydı.
ABD’nin hem Gülen’e, hem de PYD’ye sahip çıktığı artık açıktı… NATO ülkeleri de hem FETÖ hem de PKK-PYD terör örgütü militanlarını korumaktaydı. ABD, Suriye’deki kampta PKK’lı teröristlere askeri eğitim yaptırmaktaydı. Afrin kampında ABD’li askerlerin eğittiği PKK’lılar Türkiye’de eylemlere katılmaktaydı. Türkiye’ye karşı örtülü bir savaş açılmıştı. İstihbarat birimleri tarafından Başbakan Yıldırım’a sunulan rapora göre, PKK’ya verilen silahlarla ‘modern bir askeri birlik’ donatılırdı. PKK’nın, sözde kantonlara inen hafif ve ağır silahlar ile birlikte, önemli miktarda cephaneyi Münbiç - El Bab - Afrin hattına naklettiği gelen bilgiler arasındaydı. Silah eğitiminin de bizzat ABD’liler tarafından “hızlandırılmış kısa dönem kurslar” biçiminde verildiği saptanmıştı... Bu kamplarda aynı zamanda PKK-PYD ile birlikte hareket eden Hıristiyan güçler, Ezidiler de vardı. Hıristiyan gerillalar arasında yerli milisler kadar, Afrika, Latin Amerika, Avrupa, Asya, Balkanlar ve Rusya’dan gelenler de bulunmaktaydı.
Bunlar arasında uygun tipler ve başarılı elemanlar Gladio-B’ye alınmakta ve bölgede operasyonlar için özel bir operasyon timi oluşturulmaktaydı... Yani ABD ve NATO sadece destek sağlamamakta, bu kaynaktan kendisi de en azından istihbarat ve insan kaynakları açısından yararlanmaktaydı... Zaten bu savaş, olaylar bu şekilde gelişmese de bir şekilde başlayacaktı. Çünkü BOP üzerinden ilk etapta 22 ülkenin sınır, rejim ve iktidar yapıları değiştirilmeye çalışılmaktaydı. Bu soğuk savaş dalgasının ilk etkisi Kuzey Afrika, Arap yarımadası ve ön Asya’da kendini göstermeye başlamıştı.. “Arap Baharı” dedikleri de buydu aslında. “Islam and Democracy Foundation” bunun için “Demokrasi” etiketi ile soğuk savaş için “Özgürlük, acıklı, yeniden yapılanma” hareketleri için hazırdı... Kademeli olarak İran, Balkanlar, Kafkasya, ön Asya, Nil Vadisi ve tüm Afrika’ya doğru genişlemiş olacaktı... Ama evdeki hesap çarşıya uymayacaktı...
Bu arada; Trump’ın akıbeti halâ karanlıktı. Bu yeni başlayacak savaş, eski soğuk savaştan ibaret sanılmasındı. ABD kendi içinde de ayrışmıştı... Başkanlık seçimlerinin meşruiyetine ilişkin tartışmalar son yayınlanan raporla daha da içinden çıkılmaz bir hal almıştı. CIA, FBI ve NSA’in ortak hazırladığı 25 sayfalık raporda, Moskova açık bir şekilde Trump’ın seçimleri kazanması için devreye girmekle suçlanmıştı. Raporda, Demokratların adayı Hillary Clinton’ı itibarsızlaştırarak Donald Trump’ın seçimleri kazanmasını sağlamak için siber saldırı emrini Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in bizzat verdiği yazılmıştı. Bana göre ABD içeride birlik sağlamak ve halkın bölünmüşlüğünü, “ölümü gösterip hastalığa razı etmek için” gizli bir el 11 Eylül’ü hatırlatan bir dış tehditle giderek can sıkan siyasi tartışmaları durdurmaya çalışacaktı... Trump eğer yemin eder ve göreve başlarsa Nisan sonuna kadar, yani 90 günlük bir süre içinde olacakları görmek lazımdı.
Mayıs’ı bekleyelim. Hem Türkiye, hem bölge, hem AB, ABD ve NATO’da olacakları görmek için biraz daha beklememiz lazımdı. Suriye, DAEŞ, PYD, PKK, FETÖ, NATO, ABD, AB ile ilişkiler, Anayasa referandumu ve yeni hükümet teşkili hepsi bu zaman dilimi içinde gerçekleşmiş olacaktı... Bakın 2017’nin ilk çeyreği çok önemli bir zamandı... Açı ve istikamet bu zaman diliminde şekillenecek. Sonrası o istikamette devam edecek durumdaydı. Birilerinin “Vay” haline... ABD’nin, İsrail’in, NATO ülkelerinin, İngiltere’nin, AB’nin vay haline ki, ne “vay!” Ve tabi sadece Şeytan’ın rızasının tecellisine vesile olanlar için değil, içeride ve dışarıda onların muhibleri için de vay onlara! Allah servet ve iktidarı halklar ve ülkeler arasında evirip çeviren Rahman’dı ve vaa’dinden asla caymayandı!" diyen Dilipak, evet çok doğru saptamalar yapmakta, ama bütün bu sorun ve sıkıntıların suç ortağı olan AKP iktidarını "Kurtuluş odağı" göstermekle, gerçekleri saptırmaktaydı. Oysa BOP eş başkanlığı yaptırılan, Suriye'de Arap Baharı yangınına benzin taşıtılan ve Haçlı ordularıyla, Libya'nın tahribat ve talanında taşeron olarak kullanılan iktidarın ve sorumlularının kim olduğunun Dilipak elbette farkındaydı.
ABD istihbaratı: Türkiye'nin dış politikasını NATO için tehdit saymaya başlamıştı!
ABD Ulusal İstihbarat Direktörlüğü tarafından hazırlanan bir raporda, Türkiye'nin giderek daha bağımsız hale gelen dış politikasının NATO için bir tehdit olduğu vurgulanmıştı. Ulusal İstihbarat Direktörlüğü'nün küresel eğilimleri değerlendirdiği 'Global Trends' isimli raporunun Avrupa bölümünde Türkiye'ye ilişkin olarak değerlendirmeler yapılmıştı. Raporda şu ifadeler yer almıştı: "Türkiye'nin gitgide daha bağımsız ve çok yönelimli hale gelen dış politikası ve ülkedeki demokratik olmayan dürtüleri en azından orta vadede, Avrupa'daki dağılma akımlarını artıracaktı. Bu durum, NATO'nun uyumu ve NATO-AB işbirliği karşısında bir tehdit oluşturacaktı."
Ve zaten Ankara Beştepe'de kaymakamlara seslenen Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Türkiye içeride ve dışarıda çok büyük bir saldırı altındadır. Bu saldırı zayıf bir ülke olduğumuzdan kaynaklanmıyor güçlü, güçlenen bir ülke olduğumuz için bu saldırılar yapılıyor" tespitinde bulunmuşlardı.
Bütün bunlara rağmen "ABD ve Avrupa’yla iyi geçinmek teslimiyetçilik değil" stratejik akıllılıkmış!
"Otuz-kırk yıldır mücadele ettiğimiz PKK’yı ‘terör örgütü’ olarak ilan etmesine rağmen Amerika dolaylı yollardan bu örgütün fiili uzantılarına destek çıkmaktadır. Mesela PYD-YPG, PKK’nın çatısı altında yer alan bir örgüttür ve Amerika YPG’ye açıktan silah desteği sağlamaktadır. Washington resmi olarak bu desteği sağladığını, sağlamaya devam edeceğini çoğu kez resmen ilan etmiş bulunmaktadır. Açık konuşalım, bu tavrın dostlukla, müttefiklikle bağdaşması imkânsızdır. Nitekim Washington Post’un Ortadoğu’daki kıdemli isimlerinden Liz Sly, Amerikan yönetiminin PKK’nın Suriye uzantısı PYD ve YPG’ye yaptığı askeri yardımların hem Türkiye’yi, hem de Suriye’deki yerel unsurları rahatsız ettiğini yazmıştı. Sly: “YPG, PKK’nın elebaşı Öcalan’ı lideri olarak görüyor, bu çelişkili bir durum.” yorumunu yapmıştır.
Karşı karşıya olduğumuz manzara budur, ancak terör örgütleri ne kadar büyük olursa olsun, elbette devletin kapasitesi bunlarla mücadeleye muktedir durumdadır. Terörün aynı zamanda uluslararası bir mesele olduğunu da dikkate aldığımızda, diplomatik bir vizyona ihtiyacımız olduğu da muhakkaktır. Yani meseleyi sadece “Bütün dünya bizi bölmeye, parçalamaya çalışıyor” söylemine indirgemek yanlıştır. Öncelikle bu duygulardan kurtulmak lazımdır, zira Türkiye öyle kolay vazgeçilecek bir ülke sanılmamalıdır. Yolun bir yerinde müttefiklerimizin de, muarızlarımızın da siyasi ve askeri gücümüzü dikkate almaya ihtiyaçları olacaktır... Karşımızdakileri tehdit etmek ve sopa göstermek değil, çıkarlarımızın ortak olduğuna ve birlikte çalışmamız gerektiğine ikna etmek lazımdı. Elbette iyi ilişkileri sadece Avrupa ve Amerika ile değil, başta komşularımız olmak üzere bütün ülkelerle aynı minval üzere sürdürme zaruretimiz vardır..." diyen yalaka yandaşlar, ABD, AB ve İsrail uşaklığına, akılcılık kılıfı sarmaktan utanmamaktaydı!
Sn. Cumhurbaşkanı: “Cezaevindeki (FETÖ'cü) örgüt mensuplarından şu anda içeride (cezaevinde) olanlardan çok iyi tanıdıklarım var. İtirafçı olarak ortaya çıkıyorlar. Fakat bunlar doğru konuşmuyorlar. İtirafçı diyerek ortaya çıkarken bunlar gayet iyi aldatmacayı oynuyorlar. En tehlikeli olan da budur. Çünkü bunların bir kısmıyla benim zamanında (yani geçmişte) baş başa görüşmelerim olmuştur. Başbakanlığım zamanında. (Bunlarla oturup konuşmuşuzdur) Şimdi itirafçı olarak söyledikleri ile o zaman bana söylediklerine baktığım zaman tamamen aykırı ifadeler (olduğu anlaşılıyor). Bu oyuna asla gelmemek gerekiyor. Hiç kimseden çekinmemize gerek yoktur.” itirafına niye ihtiyaç duymuşlardı? Yoksa FETÖ ile irtibatları ve ortak tahribatları deşifre olacak telaşıyla mı böyle davranmıştı?
Dilipak'ın akıl hocası Graham Fuller, (CIA'nın Türkiye danışmanı) "Yeni Türkiye Cumhuriyeti" isimli bir kitap yazmıştı. Ona göre, Cumhuriyet, devrimler ve değişimler sakıncalıydı. 1924 Anayasası yanlıştı. Bu sebeple Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet askıya alınmalı ve bugünkü iktidarın çizgisinde yeni bir cumhuriyet kurulmalı yeni bir anayasa hazırlanmalıydı. "Yeni Türkiye" lafları da buradan kaynaklıydı. PKK sorununa çözüm arama iddiasıyla, ABD ve İngiltere'nin eski Ankara Büyükelçilerinin de katkısıyla 2009 yılında bir rapor hazırlayan Atlantic Council isimli Amerikan kuruluşunun çözüm önerileri arasında "Türkiye'nin yeni bir anayasa hazırlaması ve bu anayasada Türk kelimesinin yer almaması" önerisi de vardı. Aynı öneri Center for American Progress isimli kuruluşun raporunda da yer almıştı. Geçmişte başka ülkelere anayasa dayatmanın örneklerine ancak savaşlardan sonra rastlanmıştı. II. Dünya Savaşından sonra Japonya'ya ve Almanya'ya anayasa dayatılmıştı... Türkiye bir savaş kaybetmiş de bizim mi haberimiz olmamıştı? soruları haklıydı ve halâ yanıtsızdı.
Defalarca yazdık ve hatırlattık: Amerikalılar ve Avrupalılar, bu anti-demokratik Anayasa değişikliği konusunda neden hiçbir tepki koymamışlardı? Bizi her vesileyle eleştiren Avrupa Parlamentosu, Avrupalı Başbakanlar, Dışişleri Bakanları nereye saklanmıştı? Ergenekon davasına en çok AB destek çıkmıştı. AB Parlamentosu Ergenekon'un devletin içine sızmış olan bir çete olduğunu savunan bir karar almıştı. Şimdi ses çıkarmıyorlardı, çünkü bir kişi tarafından yönetilecek Türkiye'ye daha kolay baskı yapacaklarını ve talimatlarını uygulatacaklarını düşünüyorlardı" yorumları da bizi haklı çıkarmaktaydı.
Amerika-Rusya savaşı mı, yoksa Türkiye'ye saldırma hazırlıkları mı?
Terör yeni sistemi uygulamak için ucuza mal edilen savaşın kılıfı yapılıyordu. Rusya'nın Atina Büyükelçiliği'nde görev yapan çok kez büyükelçi gibi davranan eski istihbaratçı Andrey Malanin evinde ölü bulunuyordu. Anlaşılan birileri ısrarla Rusya'yı kıskaca alıyordu ve gözdağı veriyordu. Tel Aviv'de Rus Büyükelçi zehirleniyor, Atina'daki ölüyor, Ankara'daki suikasta kurban gidiyordu... Çok belli ki Moskova Akdeniz'de istenmiyordu! Ne doğusunda ne batısında, hatta Karadeniz'de bile istenmiyordu. Kızılordu Korosu'nu taşıyan uçağı düşürerek bu mesaj veriliyordu... Dünyada karar alacak güce sahip üç merkez bulunuyordu! Moskova, Londra ve Washington... Biri ya da ikisi birden Moskova'yı dışlıyordu!
CIA Başkanı John Brennan'a bakın: Yeni Başkan Trump'ı acımasızca eleştiriyor hatta tehdit ediyordu.
"Yeni hükümet ve Başkan'ın, dünyanın tehlikeli bir yer olduğunun farkında olması lazımdır. Ancak Trump bu tutarlılıktan uzaktır. Ülkemizin istihbaratı, güvenlik çıkarlarımızı koruyup gözetmek için vardır... Seçimlerde ne olup bittiğine dair çok net raporlar ortadadır. Rusya'nın seçimlere entegre olduğu açıktır. İstihbarat raporlarının önemini dikkate almayan bir hükümet ya da Başkan ülke güvenliğini ciddi bir tehlikeye sokacaktır. Rus yetkililerle yakınlaşma, ulusal güvenliğimiz için de sakıncalıdır. CIA'nın kuralları açıktır bu da, Başkanlara göre değişmez esaslardır. Trump, ülke güvenliğini tehlikeye sokmaktadır..."
Yani nereden bakarsanız bakın Trump'ın Putin ile bir denge kurması pahalıya patlayacaktır. CIA böyle uyarmakta ve resmen tehditler savurmaktadır. ABD'nin içindeki bir kanat Rusya'ya savaş açmış durumdadır. Bunun ayak izleri CIA ve NATO içinde de fazlasıyla vardır. Zaten ellerinin altında her zaman kullandıkları ve her zaman değişim yaşatarak operasyon yaptıkları bir GLADYO organizasyonu bulunmaktadır" saptamaları haklıdır, ama asıl Rusya bahanesiyle Türkiye'ye saldırma hazırlıkları maalesef dikkatlerden kaçırılmaktadır...
Genelkurmay Başkanlığı'nın yetkisi niye alınmıştı?
Tam da böyle kritik ve kaotik bir aşamada 681 sayılı KHK’yla TSK’da kadroların oluşumuyla ilgili Genelkurmay Başkanlığı’ndaki yetkiler, Milli Savunma Bakanlığı’na niye aktarılmıştı?
Resmi Gazete'de yayımlanan Kanun Hükmündeki Kararname'den (KHK) biri olan 681 sayılı KHK, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Personel Kanunu ile İç Hizmet Kanunu'nda değişiklikler yapılmıştı. Özellikle 926 numaralı TSK Personel Kanunu'nda, TSK komuta kadrosunu da ilgilendiren önemli ve tehlikeli kararlar alınmıştı. Eski Personel Kanunu'nda kuvvet komutanlarının atanması ve görev süresi uzatım süreci, Genelkurmay Başkanı'nın teklifiyle başlamaktaydı. Yeni KHK ile artık Genelkurmay Başkanı'nın görüşü alınmayacaktı. Kuvvet komutanının atanmasını veya görev süresi uzatılmasını Milli Savunma Bakanı önermiş olacaktı. Kuvvet komutanı, Milli Savunma Bakanı'nın önerisi, Başbakan'ın imzası ve Cumhurbaşkanı'nın onayı ile belli olacaktı. Daha önce Genelkurmay Başkanlığı tarafından belirlenen ve Yüksek Askeri Şura'da görüşülecek general ve amiral kadroları da artık Milli Savunma Bakanlığı'nca saptanacaktı. KHK ile buna ilişkin 926 sayılı kanunun 21. maddesinde ‘Genelkurmay Başkanlığınca' ibaresi ‘Genelkurmay Başkanlığının görüşü alınarak Milli Savunma Bakanlığınca' şeklinde değiştirilmiş durumdaydı.
Kuvvet komutanlıklarına atanan Orgeneral ve Oramiraller bu görevlerde iki yıl kalacaktı. Bu süre Cumhurbaşkanı'nın onaylayacağı kararnameyle yaş haddine kadar birer yıllık süreyle uzatılacaktı. Kuvvet komutanlarını atama usulüne göre uygun şekilde görevden alma yolu da açılmıştı.
Bu KHK ile emrin üniformayla verilmesi zorunluluğu kaldırılmıştı. Astlara, üniformalı veya üniformasız asker amirleriyle, sivil amirlerinin verdiği emirleri yerine getirme zorunluluğu getirilmiş bulunmaktaydı.
TSK'nın tanımından, daha önce İçişleri Bakanlığı'na devredilen Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı ifadeleri çıkarılmıştı. Böylece TSK artık sadece Kara, Deniz ve Hava kuvvetlerinden oluşacaktı. 681 sayılı KHK'da “Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun 1. maddesinde yer alan ‘Jandarma dahil' ve ‘Sahil Güvenlik dahil' ibareleri yürürlükten kaldırılmıştır” ibaresi yer almıştı.
Asıl kuşku uyandıran konu şu soruda yatmaktaydı:
Türkiye hızla fiili bir savaşa doğru kaydırılırken, TSK'nın moral ve motivasyonunu bozacak ve çok tehlikeli sonuçlara yol açacak bu kararların Meclis ve muhalefet devre dışı bırakılarak KHK düzenlemeleriyle alınması hangi sıkıntı ve sarsıntılara sebep olacaktı?
Hatırlayınız, 2016 Haziran’ında Dresden'de CIA eski Direktörü David Petraeus'un öne çıktığı Bilderberg toplantıları yapılmıştı. Orada ısrarla tek bir madde üzerinde yoğunlaşmıştı. Yahudi David Petraeus'a göre: Türkiye ile Rusya asla yakınlaşmamalıydı.. Dresden'de baronlar bunu tartışırken kısa bir süre sonra düşürülen Rus uçağından dolayı Erdoğan, devletin ve askerin uyarmasıyla Putin'e özür mektubu yollamıştı. Bu mektup ilişkileri inanılmaz bir şekilde yumuşatmıştı. Herkes için sürpriz olan bu adımdan sonra iki ülke arasındaki ilişkiler hızla eski moduna dönmeye başlamıştı... Yetmez Ankara üzerinde uzun süre çalıştıktan sonra Suriye'ye müdahale için hareket başlatmıştı. Hedef PYD/YPG'nin barındığı yerlerden sökülüp atılmasıydı. YPG dediğimiz şey bizzat ABD'nin kendisi sayılırdı. Desteği ve ilişkileri ortadaydı. Plana göre Türkiye büyük bir hızla Suriye'nin kuzeyine girecek ve temizliğe başlayacaktı. Amaç YPG'nin bulunduğu bölgenin yüzde 100 güvenliğini sağlamaktı. İşte tam bu sırada yabancı bir el düğmeye basmış ve 15 Temmuz'u yaşamıştık! Türkiye başka bir sabaha uyanmak için hazırlık yaparken bambaşka bir meseleyle karşı karşıya kalmıştı!
Bu arada ABD içinde Trump ile başlayan ve tavan yapan tansiyon yükselmesi hayra alamet sayılmazdı. Acaba niçin seçilmiş ABD Başkanı hakkında olumsuz bir kampanya başlatılmıştı?
Çünkü bu tavır kasıtlıydı ve Siyonist odakların bir savaş çıkarma hazırlığıydı. Bütün suçu ve sorumluluğu da Trump'ın üstüne yıkacaklardı. Bu şeytani plan Milli Çözüm Dergimizde aylar önce yazılmıştı. Bütün bunları İngiliz derin devletiyle ABD derin devletinin gizli bir kapışması saymak, toplumu aldatmak ve Siyonizm gerçeğini saklamaya çalışmaktı. Çünkü İngiltere'yi de ABD'yi de ele geçirip kullanan aynı Yahudi odaklardı.
Meselenin bizi ilgilendiren asıl kısmı Suriye'nin kuzeyindeki sorunlardı. Orada Salih Müslim isimli biri vardı. Gençliğinde Londra sokaklarında maçlarda el ilanı dağıtırdı. İngiliz istihbaratı ile yakın ilişkisi olduğu yazılıp konuşulmaktaydı. Yani Siyonist odakların bir figüranıydı.
"Bizler çok fazla konuşmasak da içimizde aralıksız bir ABD-İngiliz çekişmesi vardı. Darbeler tarihi bunu açıkça ortaya koyardı. Şimdi isimlere girmek istemem ama suçsuz olduğu halde sadece İngilizlere yakın olan çok kişi alınmıştı. Ergenekon'un bir amacı Avrupalı güçlere dayanan askerleri ve organizasyonu dağıtmak ve etkisiz kılmaktı. Zaten Balyoz ve Ergenekon özünde darbe davalarıydı. Bir karargâhta iki darbe hazırlığı olmazdı. Oluyorsa bu başkalarının bizim üzerimizden savaşıydı. 15 Temmuz'la kaybeden ise şimdi Amerika'ydı" safsata veya saptamalarına (daha doğrusu saçmalıklarına) göre 15 Temmuz'u ABD'liler değil İngilizler tezgâhlamıştı ve ABD'yi devre dışı bırakıp başarısız kılmışlardı!? Bütün yazılarında İngiliz-ABD rekabetinde, Amerikalıların yanında olmamız gerektiğini savunan kiralık yandaşlar, bu sefer İngiliz taraftarı olup çıkmıştı!?
Netice olarak, Türkiye hızla bir savaşa doğru kaydırılmaktaydı. İlk başta ABD-Rusya kapışması gibi başlatılacak olan bu 3. Dünya Savaşı'nda asıl hedef Türkiye olacaktı. Belki de Türkiye'yi suçlu ve sorumlu göstermek amacıyla Rusya yanlısı bir pozisyona mecbur bırakan da aynı odaklardı. Şu anda Türkiye'nin en büyük sıkıntısı ise, stratejik beyin ve birikimden, inançlı ve kararlı beceriden mahrum işbirlikçi takımıydı. Yoksa Türkiye bütün bu tuzakları bozacak, ağırlık ve saygınlığını ispatlayacak potansiyel imkânlara elbette sahip bulunmaktaydı! Ve zaten iyice bulanmadan sular durulmayacaktı. ABD ve AB'yi güdümüne alan Siyonist odaklar, Kur'an'ın ifadesiyle: "Kendi tutuşturdukları ateşte yanıp kavrulacaklardı!" Ve yine ayet ve hadislerle haber verilen Melheme-i Kübra = Armageddon kaçınılmazdı, mutlaka yaşanacaktı ve tarihi hesaplaşma yakındı. Bu kutlu kapışmada Avrupa ve Amerika, üstün teknoloji harikası sistemler sayesinde, yenilip hizaya sokulacak, İsrail çıbanı deşilmiş olacak; kısaca dış güçler de işbirlikçi hainler de hak ettiklerini bulacaklardı!
[1] ESAM toplantısına katılan arkadaşımızın derlediği notlardan alınmıştır.
[2] 07 Ocak 2017, Akit
[3] Cehennemin Dibi, Takvim, 20 Ocak 2017
Bu yazarin diger makaleleri
< Önceki | Sonraki > |
---|