IGMG'NİN ASLINI İNKÂRI VE MİLLİ GÖRÜŞ'ÜN YOZLAŞTIRILMASI
IGMG'NİN ASLINI İNKÂRI
VE
MİLLİ GÖRÜŞ'ÜN YOZLAŞTIRILMASI
İslam Topluluğu Milli Görüş, Almanya’da Bir İmamı Siyonizm Karşıtı Sözleri Nedeniyle Görevden Almıştı!
Avrupa’da faaliyette bulunan İslam Topluluğu Milli Görüş (IGMG), Siyonizm karşıtı söylemleri nedeniyle Almanya’da bir imamı görevden almıştı. Oysa o imam, Siyonizm’le Yahudileri birbirinden ayırmıştı. Görevden alınan imam, Mayıs 2021’de sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşımda “İsrail’i, Filistinlilere ‘soykırım’ yapmakla” suçlamıştı. İmam paylaşımında ayrıca, İsrail’in soykırım benzetmesi yaptığı eylemlerini: “Almanya’da Yahudilere yapılanlarla” aynı olduğunu vurgulamıştı.
Görevden alınan Bonn İmamı Ensar Işık, Mayıs 2021’de sosyal medyada yayınladığı bir saatlik videoda, “Yahudiliğe de karşı değiliz. Herkesinki kendine. Ama biz Siyonistlere karşıyız. Maalesef, Siyonistlerin yüzde 99,9’u Yahudi” saptamasını yapmıştı. İmam ayrıca Yahudilerin, kıyameti başlatmak istediğini hatırlatmıştı.
IGMG Genel Sekreteri Bekir Altaş, İmam Ensar Işık’ın yayınladığı video için, “İfadeler Yahudi aleyhtarı ve kabul edilemez. Derhal imamla iletişime geçtik ve videonun daha fazla yayılmasını durdurmasını istedik. Video hemen silindi ve editoryal ekipte bir kopyası var” sözleriyle kahramanlık taslamıştı.[1]
Bekir Altaş, “IGMG bölge derneğinin, Işık hakkında disiplin soruşturması başlattığını ve atılması muhtemel yasal adımların araştırıldığını” da açıklamıştı. İmam Işık ise; perşembe günü (27 Ocak 2022) düzenlenen toplantıda, yaptığı yayın için özür dilemek zorunda bırakılmıştı. Oysa bu imam; Kur’ani ayetlere, tarihi ve fiili gerçeklere tercümanlık yapmıştı. Demek ki IGMG ve Genel Sekreteri Kur’ani gerçeklerin açıklanmasından bile rahatsızdı!?
“Fachtagung - Muslime und die Islamischen Föderationen in Österreich im Politischen Fokus” (Sempozyum - Siyasi Odakta Avusturya'da Müslümanlar ve İslam Federasyonları); başlığıyla paylaşılan videolar sosyal medyada yayılmıştı. Bunun üzerine Konya’da Mehmet Sıtmapınar kardeşimizle irtibat kurularak, Avrupa temsilcimiz Süleyman Bey’den kısa tercümesi alınmıştı.
Özet olarak videoda; sempozyumda konuşulanlardan, Süleyman Bey tarafından Sıtmapınar arkadaşlarımıza aktarılanlar şunlardı:
Avusturya’da, antisemitizm üzerinde yapılan bir panelde gazeteciler ısrarla Hamas hakkında ne düşünüyorsunuz diye sorular soruyorlardı. Bekir Altaş isimli IGMG Genel Sekreteri de;
“Vereceğim cevabı 1980’li yıllarda olsaydı veremezdim. Ama şimdilik rahatlıkla verebilirim. Hamas siyasi bir oluşum değildir, legal bir oluşum değildir, tamamen terör unsurlarına bağlı bir terör şebekesidir. Terörist bir harekettir!” gibi talihsiz laflarla ve Siyonist ağzıyla HAMAS’ı suçladıktan sonra:
“Erbakan’ın da olumlu yönlerini alacağız, ama olumsuz yönlerini almayacağız! Onun her yönünü almak zorunda değiliz” ifadelerini kullanmış ve gerçek ayarını ve amacını ortaya koymuşlardı.
Kur’an’daki Siyonist Yahudilerle İlgili Ayetleri Yok mu Sayalım?
Sade ve dürüst Yahudilerle, Siyonist ve ırkçı-emperyalist Yahudiler elbette ayrı tutulmalı ve sadece fesatçı ve fırsatçı zalim kesimler hedef alınmalıdır. Ama zalim güç odaklarına yaranmak için Siyonizm’i konuşmayı bile engellemeye çalışanlar, ya korkak ve Dilsiz Şeytan kafalıdır veya kiralık takımıdır. Bu tıynetsiz tiplere ve dejenere edilmiş Milli Görüş döküntülerine sormak lazımdır:
Şimdi, sizin gibilerin ve Efendilerinizin hoşuna gitmiyor ve işine gelmiyor diye, şu Ayet-i Kerimeleri Kur’an’dan çıkaralım mı?
“Yahudiler: ‘Allah'ın eli sıkıdır’ diyerek (iftira attılar ve haddi aştılar. Bu yüzden) Onların elleri bağlansın! (Ve bağlandı; cimri, bencil ve rezil insanlar yapıldı.) Ve söylediklerinden dolayı Allah’ın lanetine uğrasınlar! Hayır, bilakis; O'nun (Allah'ın) iki eli açıktır, nasıl dilerse (ve Keremine yakışır şekilde) infak eder. Andolsun Rabbinden Sana indirilen (Kur’an-ı Kerim), onlardan çoğunun taşkınlıklarını ve inkârlarını ziyadeleştirir. Biz de onların arasına kıyamet gününe kadar sürecek düşmanlık ve kin salıverdik. Her ne zaman savaş çıkarmak amacıyla bir fitne ateşini alevlendirmek isterlerse, Allah-u Teâlâ, onların yaktıkları ateşi (sonunda) söndürecektir (ve Yahudiler şeytani amaçlarına erişemeyecektir). Halbuki onların âdetleri her zaman yeryüzünde fesada sa’yü gayret etmektir. (Oysa) Allah-u Teâlâ, fesat çıkaranları asla sevmemektedir.” (Maide: 64)
“İsrailoğullarından inkâr edenlere (ve sürekli kötülüğü planlayıp yürütenlere) Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lanet edilmiştir. Bu, (hidayetlerinin kararması ve lanete uğramaları, İlahi hükümlere) isyan etmeleri ve haddi aşıp (İslami ölçüleri değiştirmeleri) sebebiyledir.
Ki, onlar yapmakta oldukları münker (çirkin) işlerden birbirlerini sakındırmıyor (haksızlık ve ahlâksızlıklara göz yumuyor ve kılıf uyduruyor)lardı. Bu ne kötü bir davranış biçimiydi.” (Maide: 78-79)
“Sen onların milletlerine (Siyonist ve emperyalist emellerine ve zulüm düzenlerine) tâbi olmadıkça Yahudi ve Hristiyanlar, kesinlikle Senden (ve Ümmet-i Muhammed’den) asla razı olacak (memnun kalacak) değillerdir. (Eğer Yahudi ve Hristiyanların zalim takımı, Müslüman bilinen kimselerden razıysa ve yardımcı oluyorsa, anlayın ki bunlar, kendilerinin güdümüne girmişlerdir.) De ki: Şüphesiz (tek) kurtuluş ve huzur yolu, Allah’ın yoludur (Peygamberin sünneti ve sistemidir). Eğer Sana gelen bunca ilimden (ve Kur’ani haber ve hükümlerden) sonra onların (yani Siyonist ve emperyalist odaklara yanaşanların) hevâlarına (ve şeytani arzularına) uyacak olursan, (artık) Senin için Allah (tarafın)dan ne bir dost, ne de bir yardımcı kalıverir.
Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereği gibi okuyanlar, (ayetleri anlamaya ve uygulamaya çalışanlar, Siyonist ve emperyalist zalimlerden uzak duranlar var ya) Ona (gerçekten) iman edenler işte bu kimselerdir. Kim de Onu (Kur’an’ı) inkâr (ve itiraz) ederse, artık işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.” (Bakara: 120-121)
Gelelim, “Erbakan’ın Olumsuz Yönleri” İddialarına!..
Bizim inancımıza göre Peygamberler dışında, Sahabe-i Kiram da olsa, Evliya da tanınsa ve Ulema’dan da sayılsa, her insanın; herhalde bazı hataları olacaktır. Ancak bu hataların, hem maksadına, hem de kapsamına bakmak lazımdır. Önce Kur’an’a, Resulüllah’a, akla ve vicdana dayanarak; fıkhi, siyasi ve ekonomik konularda ilmi tespit ve tahlillerde bulunan kimselerin, doğruyu yakalamaları durumunda iki, yanıldıkları konularda ise bir sevap aldıkları hususunda ulemanın ittifakı vardır.
Kaldı ki, Erbakan gibi İslam ve insanlık âlemine, kutlu ve umutlu çığırlar açmış ender ve önder şahsiyetler hakkında: “Onun olumlu yanlarını alır, olumsuz yanlarını bırakırız!..” gibi temelsiz ve terbiyesiz laflar, Erbakan’ın tüm olumlu ve onurlu çabalarını ve programlarını da töhmet altına alan, tüm doğrularının bile yanlış olabileceği kanaatini kafalara sokan kasıtlı bir yaklaşımdır. Bunun yerine, Erbakan’ın hangi gayret ve girişimlerinin “olumsuz ve yanlış” olduğunun sıralanması lazımdır ki, bunlara gerekli ve yeterli yanıtlar verme imkânı sağlansın…
Şimdi Bay Bekir Altaş!..
• Erbakan’ın; Milli Görüş Hareketini başlatması, vatanımızdaki ve Avrupa’daki sahipsiz ve ezilen insanlarımızın haklarını araması ve onlara huzur ve şuur sağlama çabaları mı yanlıştı?..
• Erbakan’ın; akla, vicdana, Kur’an’a ve bilimsel doğrulara dayalı ve temel insan haklarına saygılı ADİL DÜZEN projeleri mi olumsuz ve hatalıydı?
• Erbakan’ın; İslam Birliği’ni oluşturma, ama Batı ile de, onurlu ilişkiler kurma çabaları ve D-8 başarısı mı yanlıştı?
• Erbakan’ın; yerli ve milli kalkınma atılımları ve Türkiye’yi fabrikalarla donatmaları mı hatalıydı?!..
• Yoksa Erbakan’ın; tüm insanlığın baş belası olan Siyonist sömürü ve zulüm çarkına ve ırkçı emperyalist fesatlıklarına karşı, toplumları uyarması mı olumsuz bir davranıştı?
Evet bunları belirtin ki, hem ayarınızı ve amacınızı anlayalım, hem de cevaplarınızı vermiş olalım.
Yoksa Erdoğan’ı aklamak için mi, Erbakan hakkında böyle soysuz ve sorumsuz ithamlarda bulunulmaktaydı?
• 20 yıldır faizli dış borçla geleceğimizi karartan ve ülkemizi rehin konumuna sokan… Ve kof çıkışlarına rağmen faizsiz düzenle ilgili hiçbir adım atmayan…
• Haçlı AB dayatmalarıyla Zina’yı suç olmaktan ve ceza almaktan çıkaran… (12 Ekim 2004 Resmi Gazete) Hatta 20 Şubat 2018’de bunun çok yanlış olduğu itirafında bulunan, ama düzeltilmesi için hiçbir adım atmayan…
• Eşcinsellik dahil her türlü cinsel sapkınlığı meşrulaştıran ve kolaylaştıran İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’ni (11 Mayıs 2011’de) imzalayan ama halkı oyalamak için, yıllar sonra bunu feshettiğini açıklayan… Ancak 14 Mart 2012 tarihinde SP dışındaki bütün partilerin ittifakıyla 6284 sayılı kanunla İstanbul Sözleşmesi’nin bütün hükümlerini yasalaştırıp uygulayan…
• Loto, toto, piyango, at yarışı, it yarışı… gibi her çeşit kumarı yaygınlaştıran…
• İslam Birliği’ni ve D-8 girişimini canlandırmak yerine, Haçlı AB kapısında nöbet tutan ve tüm hakaret ve haksızlıklarına katlanan…
• Görünüşte ve sözde Filistin yanlısı davransa da, gerçekte Siyonist Herzog’u Krallar gibi ağırlayacak kadar duyarsız ve tutarsız davranan…
• Sanayiden tarıma, üretim yerine faizli borçla hazır tüketime dayanan, şimdi ülkemizi ekmeklik buğdaydan, sıvı yağa kadar Rusya’ya ve dışarıya bağımlı hale taşıyan ve toplumun yarısına yakınını sosyal sadakaya mahkûm bırakan…
Sn. Recep Tayyip Erdoğan için de; “Olumlu yanlarına sahip çıkarız, ama olumsuz ve yanlış icraatlarına karşı çıkarız!..” gibi bir cümle kuracak ciddiyet ve cesaretiniz var mıydı?
Avrupa IGMG’nin "Erbakan’sız Milli Görüş" Safsatası
1961'de Türkiye ve Federal Almanya arasında imzalanan "Türk İş gücü Anlaşması’nın" yürürlüğe girmesiyle Türkiye'den Almanya'ya iş gücü göçü artık resmiyet kazanmış ve Türkiyeli işçiler için büyük bir umudun adı olan bu anlaşma ile Almanya'ya göç hızlanmıştı. 70'li yıllara gelindiğinde ise, iş gücü göçünün resmen durdurulmasıyla Avrupa’daki ülkelerde ikamet hakkına sahip olanlar ise, Aile Birleşimi Vizesi ile birlikte, eşleri ve çocuklarının da Almanya'ya gelme serüvenleri başlatmıştı. İlk zamanlarda ülkelerine geri dönme eğiliminde olan Türkiyeli işçiler, artık tedricen misafirlikten yerleşik hayata geçmişler ve Almanya'daki yaşam tarzlarını da bu mecburiyete göre şekillendirmeye mecbur kalmışlardı.
Nitekim Almanya'da camilerin kurulması ihtiyacı da bu mecburiyet ile birlikte ortaya çıkmıştı.
Ancak, maalesef sefil ve sahipsiz insanlarımıza “Mark yumurtlayan tavuk” gözüyle bakan işbirlikçi ve taklitçi hükümetler, Avrupa’ya gönderdikleri işçilerimizin ve ailelerinin manevi ve ahlâki ihtiyaçlarını hiç hesaba katmamış ve hiçbir girişimde bulunmamışlardı. İşte bu önemli boşluğu dolduran ve açtıkları camilerde gurbetçilerimizi koruma altına alıp ruhen doyuran ve böylece onların Milli ve manevi boşluklarını dolduran da yine Erbakan Hocamız ve öncülük yaptıkları Milli Görüş Teşkilatları olacaktı. Her durumda ve her konumda: “Hayırlara motor, şerlere fren!..” olma gayretiyle yola çıkan ve işte Devletin ve çeşitli Dini cemaatlerin bile Avrupa’daki insanlarımıza sahip çıkmalarına öncülük yapan ve vesile olan ERBAKAN ZİHNİYETİNDEN ve Milli Görüş çizgisinden sapanların sonu elbette hüsran ve pişmanlıktı!
Evet, bu dönemlerde Almanya'daki bu camilerin ve cemiyetlerin oluşmasında Milli Görüş Teşkilatları öncü rol oynamışlardı. Hatta, Devlet ve Diyanet bile Milli Görüş korkusundan bu konuya el atmışlardı. Yani 1960 ile 1980 arası 20 yılda Avrupa’daki garibanlarımızın manevi sorunlarına eğilen ve gerekli tedbirler geliştiren sadece Erbakan’dı ve Milli Görüş Teşkilatlarıydı.
Münferit çabalarla kurulan cami cemiyetleri, söz konusu dönemde Almanya'daki Türk İslam Birliği adı altında toplanmış ve bu ziyaretlerle birlikte Almanya'daki cemaatlerin Türkiye'deki Milli Görüş hareketiyle bütünleşme süreci yoğunlaşmıştı.
Milli Selamet Partisi'nin (MSP) milli ve yerli kalkınma hamleleri ve özellikle şanlı Kıbrıs Zaferi, masonları ve dış odakları kuşkulandırmıştı. Derken Konya'da 6 Eylül 1980 günü gerçekleşen Kudüs Mitingi, 6 gün sonra Ordu’nun yönetime el koyduğu 12 Eylül Askeri Darbesi'nin de başlıca gerekçelerinden biri sayılmıştı. Bütün kesimlere yapılan işkence ve baskılardan Milli Görüşçüler de nasibini almış ve Akıncılar'a mensup birçok isim Avrupa'ya kaçmak zorunda kalmıştı.
Türkiye'de 80 darbesi sonrası baskılar arttıkça, Almanya'da Müslümanların daha keskin bir ideolojiye kaymaları, kasıtlı olarak kışkırtılmıştı.
O dönem Iraklı bir cerrah olan Dr. Yusuf Zeynel Abidin, Necmettin Erbakan tarafından kendisiyle irtibatlı teşkilatların Genel Başkanı olarak görevli kılınmıştı. Dr. Yusuf Zeynel Abidin; Arapça, Türkçe ve Almanca dillerine hâkim ve Müslüman Kardeşlerin ılımlı kanadıyla bağlantılı bir insandı.
Türkiye'deki 12 Eylül sonrasında rejim, güya Almanya'da Türk toplumundaki "radikalleşmenin" önüne geçebilmek ve Türkiye kökenli göçmenleri devletin istediği sınırlarda tutabilmek adına Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı, Milli Görüş gibi ortaya çıkan diğer yapılarla mücadele edecek; ama Almanya’da yasal bir dernek statüsünde faaliyet yürüten DİTİB'i kurmuşlardı. DİTİB'e bağlı cemiyetlerde uzun yıllar askerin vesayet etkisi Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği vasıtasıyla hissedildiği bir süreç yaşanmıştı.
Bu arada Diyanet'in tek tip Müslüman oluşturmak isteyen devlet anlayışına başkaldırı olarak Milli Görüş, artık tam bir çatı kurum olarak faaliyetlerini yoğunlaştırmıştı. 90'ların başından itibaren Türkiye'deki Refah Partisi'nin (RP) başarıları ile cemaat büyümüş ve Milli Görüş Teşkilatlarının çatı örgütü Avrupa'da yeniden yapılandırılmıştı.
Bununla beraber teşkilatta hâlâ yönetici konumunda olan birinci nesil için Türkiye'de siyasi bir alan açılmış, bazıları Avrupa'daki teşkilatları bir kariyer basamağı olarak kullanmıştı. Süreç Avrupa'da bu şekilde ilerlerken, Türkiye'de RP iktidarın ortağı olmuş ve Erbakan'ın iktidar sürecinde efsane hizmetler başarılmıştı. RP ve DYP hükümeti kurulduğu dönemde koalisyon sözleşmesinde bazı konularda ödünler verildiği ve hükümetteyken temel ilkelerden vazgeçtiği gerekçesiyle, malum ve mel’un odaklarca “tavizsiz İslamcılık ve şeriatçılık” kılıfıyla Milli Görüş’ü parçalama çabaları kışkırtılmıştı.
Neticede postmodern bir darbe ile alaşağı edilen Erbakan Hoca, Türkiye siyasetinden silinmeye çalışılmış, tamamen haksız ve dayanaksız bahanelerle RP kapatılmıştı. Böylece Avrupa'da yaşamını sürdürenlerin gelecek tahayyülü, Türkiye'deki Milli Görüş hareketinin düşünce dünyasından sıyrılma adımları atılmaya başlamıştı. İkinci neslin Almanya'yı benimseme aşamaları ve Türkiye'deki Milli Görüş iktidarı ile ortaya çıkan hayal kırıklıkları ile iş entelektüel bir mücadeleye dönüşmüş durumdaydı.
1999'da Necmettin Erbakan Hocanın yeğeni Mehmet Sabri Erbakan yönetimi devralmış ve özellikle 11 Eylül 2001 sonrası Avrupa'da Müslümanlara baskının arttığı bir dönemde, Milli Görüş’ü rayından saptırıcı çok sinsi adımlar atmaktan sakınmamıştı. Artık Avrupa'da Milli Görüş hareketi, Almanya'da sosyalize olmuş ikinci nesil tarafından yönetilmeye başlanmış ve ikinci nesil RP iktidar deneyimi sonrası ve Türkiye'deki Milli Görüş hareketini merkeze alan düşünceyi bir kenara bırakma eğilimi yoğunlaşmıştı.
Avrupa'daki Milli Görüş Teşkilatı, bu yeni kadrolarla birlikte gelecek projeksiyonunu belirgin bir şekilde Avrupa merkezli oluşturmaya başlamışlardı. Aslında bu Erbakan’dan ve Milli Görüş esaslarından da uzaklaşma çabalarıydı.
Artık bu ikinci nesil Avrupa'da yaşayan Müslümanların vazgeçmedikleri “toplumsal tanzim” iddialarını, yaşadıkları ülkelerin anayasal düzenlerinin çizdiği sınırlar içerisinde kendilerine özgü değerlerle ortaya koyuyorlardı. Bu yeni arayışı ya da "toplumsal tanzim denemesi" konusunu Prof. Dr. Werner Schiffauer derinlemesine irdelemiş ve bu bağlamda önemli bir kitap yayımlamıştır.
Schiffauer "Nach dem Islamismus" isimli eserinde bu teşebbüsü, Avrupa'daki Milli Görüş Teşkilatının kurucu neslinin İslamcı mirasıyla başa çıkmaya çalışan Almanya'da sosyalize olmuş ve eğitim almış ikinci neslin, Alman anayasal düzeni içerisinde "İslam'ın ve siyasetin rolünü yeniden tanımlama" olarak açıklamakta ve ikinci neslin bu sorgulama ya da hesaplaşma girişimini "post-İslamcı arayış" olarak tanımlamaktadır.
Yeğen Erbakan ile başlayan, Yavuz Çelik Karahan, Oğuz Üçüncü ve diğer aktörler tarafından sürdürülen bu yeni anlayışın gelişmesi gayretine Türkiye'de büyükler iyi bakmamış ve bu gidişi durdurmaya çalışmışlardı. Erbakan'ın vefatından çok kısa bir süre önce, Türkiye'deki gelişmelerin de etkisiyle ve Erbakan'a sadakatsizlik ithamları ile "post-İslamcı arayışın" en önemli aktörleri, Avrupa'daki Milli Görüş Teşkilatlarından uzaklaştırılmış ve zamanla saf dışı bırakılmışlardı. Bu süreci müteakiben yeni bir yönetim görevi devralmıştı.
2011 yılına gelindiğinde icazeti tekrar Erbakan Hoca'dan almış yeni bir yönetim kadrosu Avrupa'daki İslam Toplumu Milli Görüş (IGMG) teşkilatlarının dümenine geçmiş bulunmaktaydı. Yeni yönetimin, teşkilatın idaresini ele aldığı ilk yıllarda, artık Türkiye'deki Milli Görüş hareketi ile olan sorunları mazide bırakmıştı ve böylece de Avrupa'da neşv-ü nemâ bulmuş post-İslamcı damar nihayet kurutulmuş olmaktaydı.
Ancak; Post-İslamcı arayışın sonu olarak telakki edebileceğimiz bu yeni dönemde ise paradoksal bir yönetim anlayışı ortaya çıkmıştı.
Bir taraftan Türkiye ile uyumlu olduğu gözlemlenen bu yeni yönetim anlayışı, diğer taraftan gerek Türkiye hükümetinin gerekse Milli Görüş hareketinin müdahalelerinden rahatsızlığını Almanca neşredilen sert açıklamalarında dile getirip, Almanya kamuoyuna yönelik teşkilatın depolitize olması (siyasi faaliyetlerden uzaklaşması) gerektiği konusunu gündeme taşımışlardı.
Sonunda, IGMG Genel Sekreteri Alman Die Welt gazetesine verdiği demeçleriyle, "teşkilat olarak artık Erbakan Hoca'nın antisemitik söylemlerini tartıştıklarını ve gerekli adımları attıklarını, hatta İslam Toplumu Milli Görüş (IGMG) teşkilatının, Milli Görüş hareketiyle yollarını ayırdığını" da basın yoluyla açıklamışlardı.
Geçmiş dönemde de Post-İslamcı kanadın, Erbakan'ın başta Siyonizm eksenli ifadelerini, Yeni ve Adil Bir Dünya hedeflerini eleştiren açıklamaları vardı; fakat bu kanadın hiçbir zaman direkt “Erbakan'la yolumuz ayrıldı” açıklamalarına hiç rastlanmamıştı! İşte bu şeref de Bekir Altaş’a ve Sn. Erdoğan’a kalmıştı!
Avrupa'daki Milli Görüş hareketinin son dönemde kamuoyuna verdiği mesajların içeriğini nasıl okumak gerektiği konusuna gelince, yapılabilecek en önemli tespit; geçmişte Almanya'da Müslümanları ilgilendiren meselelerde Anayasa ile örtüşmeyen uygulamaları, kanunları ve karar vericileri kıyasıya eleştiren, gerektiğinde hukuka müracaat eden ve hukuki kanallar tükendiğinde tavrını net bir biçimde sivil itaatsizlik yoluyla ortaya koyabileceğini açıktan ifade eden post-İslamcı kanadın aksine; bugün Almanya, Fransa ve Avusturya gibi ülkelere karşı nötr bir tavır takınan, sorunlara karşı olumsuz tavır alıyormuş gibi davranan, ama tartışma yaratacak reflekslerden geri duran, Müslümanları ilgilendiren problemlere sadece yüzeysel tepkiler koyan; fakat eylemleriyle yaşadıkları devletlerin tepkilerini üzerine çekmemeye çalışan bir yönetim tarzı oluşturmuşlardır. Bu manada post-İslamcılığın temel savı olan “toplumsal tanzim iddiasını”, riskli tartışmaların dışında kalarak depolitize olmak ve nötr olmak suretiyle yok eden yeni bir yönetim anlayışı işbaşındadır.
'Gelinen bu noktada, üstelik Erbakan'ın vefatından tam 11 yıl sonra neden şimdi hesaplaşmaya gerek duyulmaktadır?' sorusunun cevabı, aynı zamanda Avrupa Milli Görüş hareketinin gelecek perspektifi ve zihniyet dejeneresi ile alâkalı önemli ipuçlarını da barındırmaktadır.
Aslında Avrupa'da yaşadıkları devletlerle problemli ilişki istemeyen gerekçeli, yani teslimiyet gayeli anlayışın, başta Erbakan mirasıyla hesaplaşma, ve kurulu dünya düzeniyle uyuşma amacı taşıdığı sırıtmaktadır.
Peki, Avrupa'da Milli Görüş hareketi sürekli bu beklentileri yerine getirince, yeterince "sivil" bir sivil toplum hareketi olacak mıydı?
Veya bu şekilde Almanya, Avusturya veya Fransa ile krizler sonlanacak mıydı?
Ve hatta Almanya'da ya da diğer ülkelerde geçmişte olduğu gibi tekrar "yaşanılan ülkeye sadakat meselesi" gündeme geldiğinde, Milli Görüş hareketi geçmişte olduğu gibi yeniden özgün bir tavır ortaya koyacak mıydı?
Ve son olarak; genel seçimler yaklaştıkça Türkiye ile doğal olarak var olan bağlar sorunsallaştırılırsa, Sivil Toplum yetisi yara almış bir teşkilat bu süreci yönetmeyi başaracak mıydı?
Neticede pragmatist davranan, hukuki mücadele içerisine girmeye yanaşmayan ve daha da önemlisi entelektüel hesaplaşmalardan kaçarak güya Avrupa ülkeleriyle sorunsuz ilişki arzulayan bu teslimiyetçi yaklaşım; başta bu yapıya artık genç nesilleri çekememe gibi ağır sonuçlarının olacağını ve teşkilatın bu şekilde adım adım içinin boşalacağını da öngörmek lazımdır.”[2]
“Biz Milli Görüş gömleğini çıkardık!..” “Artık FAİZ’in bir dünya gerçeği olduğunu kavradık!..” ifade ve itirafları ile Erbakan’dan kopma ve Haklı davasına hıyanete kalkışma karşılığı iktidara taşınan ve 20 yılda yaptıkları derin ekonomik, sosyal ve ahlâki tahribatlarla Türkiye’mizi 1,5 trilyon dolar dış borçla rehin konuma taşıyan ve geleceğimizi karartan Erdoğan’ın Avrupa’daki takipçilerinin de, maalesef aynı marazlı mantıkla yozlaştıkları açıktı…
[1] https://medyascope.tv / Kaynak: Die Welt - 31 Ocak 2022
[2] (Independent Türkçe - 27 Şubat 2022 - Aydın Enes Seydanlıoğlu. Düzeltme ve eklemelerle)
Bu yazarin diger makaleleri
< Önceki | Sonraki > |
---|