AHMET ÖZCAN'IN KEHANETİ VE SOYSUZLARIN MARİFETİ
30 Temmuz 2001 tarihinde Ahmet Özcan adlı kişi "Selametçiliğin Trajedisi" başlıklı bir yazı yayınlamış, yıldır Milli Görüş Hareketini ve Aziz Liderini hedef alan bütün şeytanların ve şarlatanların toplam hakaretlerinin bir özetini çıkarmıştı... Artık "dipten gelen bir dalganın Selamet Gemisini batıracağını ve yeni oluşumların iktidara taşınacağını" kehanetle (!) açıklamıştı...
Şimdi, o "dip dalga" dedikleri Siyonist propaganda ve provokasyonların iktidara taşıdığı AKP'nin bütün hıyanet ve melanetlerinin bir misli günahı da Ahmet Özcan'ların sırtındadır. İşte o zaman kustukları ve Milli Çözüm'ün hatırlatmaları:
"Selamet"çiliğin Trajedesi
Tarihte her şey iki defa sahnelenir, ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak
K. Marx
FP'nin de kapatılması ile birlikte aynı filmi aynı aktör ve figüranlarla bir kez daha çevirmeye dayalı arayışlar gündeme geldi. Bu kez, iyice siyaset esnafı olmuşluğun tilki taktikleri ve belediyelerden kamu kaynağı aktarmanın kazandırdığı daha dünyevi ideallerin şehvetiyle hareketlenen yeni parti çalışmaları bölünme ihtimali ile birlikte başladı. Sonunda ne tür bir 'saadet' çıkarsa çıksın, bu hareketi vareden ana çizginin şöyle enine boyuna iyice bir sorgulanması şart oldu. Zira millet ve dindarlık adına otuz yıldır seyrettiğimiz bu alaturka filmin ipoteğine aldığı hayli ciddi bir sosyolojik damar sözkonusu ve bu millete ait damarın kaderini selametçiliğin tekelinden kurtarmak neredeyse bir haysiyet davası haline geldi.
Evet, Siyonist ve emperyalist küresel şebekenin ve sizin gibi şebeklerin otuz yıl süren şeytani gayretleri sonucu "selametçiliğin tekelinden kurtardığınız o sosyolojik damar şimdi, milli gömleğinden soyunan değişimci döneklerin elinde, dinin ve devletin tahribine figüranlık yapmaktadır.
Selametçilik: "Kutsal otorite"cilik ve "Kurtulmuşluk" İllüzyonu
Eğer selametçiliği özetlemek mümkün olsaydı,, herhalde bu, "kutsal otorite tapınması" ve "kurtulmuşluk evhamı" şeklinde olurdu. 1960 sonlarında masum ve iyi niyetli bir "siyasete atılış"ın otuz yıl içinde tarihten ve toplumdan bir 'damar' yakalayarak ortaya çıkardığı, yeniden ürettiği ve büyüttüğü bir zihni duruş ve pratik çizgidir selametçilik. Siyaset arenasındaki konjonktürün lehine olan avantajlarını iyi kullanan bu çizgi, asıl olarak 1990'ların ortalarında yakaladığı tek şansını kullanırken bütün kimliği ile deşifre oldu. Soğuk savaş döneminde "ne doğu ne batı", "ne sosyalizm ne kapitalizm" sloganıyla özetlenen genel reaksiyonu, milliyetçi-sağcılığa karşı ürettiği muhafazakar-dindar sağcılığı, azgelişmişliğe karşı "milli kalkınma"cılığı, geleneksel apolitik dindarlığa karşı politik İslamcılığı ile selametçi çizgi, bu topraklarda her zaman varolan ve varolacak bir damar üzerinden bugünlere geldi. Bu damar, tarihten "din-ü devlet"i, "Devlet-i Ali"yi, "Devlet-i ebed müddet"i, "dindar Osmanlıcı/ümmetçi" söylem olarak devraldı.
Cahillikten kaynaklanan cesaretlerine bilgiçlik kılıfı saranların... Kendi nefsi emmaresine ve masonik merkezlere kölelik ve kulluk yapanların ve Kur'an'ın emrettiği, biat ve itaat sorumluluğunu, "Kutsal otorite tapınması" sayanların;
"...Kendilerine verilen ilimle (sağdan-soldan devşirilen ve hazmedilmeyen bilgi kırıntıları ve şahsi kuruntularıyla gururlanıp) sapıtan ve heva-i nefislerini ilahlaştıran"[1] nasipsiz ve edepsiz tiplerden oldukları açıktır.
Toplumdan ise, dışlanmış, horlanmış, kendine güvensiz dindar yığınların hegemonya özlemine yaslandı. "Devlet" kutsalıyla devletten icazet almayı, hegemonya özlemiyle devleti ele geçirmeyi ortak bir çizgi haline dönüştürdü. Bu çizgi üzerinden kendi zihniyetini, partisini ve liderini meşrulaştırdı. Meşrulaştıkça ikinci ana vasfını, "kurtulmuşluk" evhamını üretti. "Selametçi" olmak dünyada ve ahirette kurtulmaktı. Bütün otorite tapınmalarının doğal diyalektiğini kendi içinde dindar bir kimlikle yeniden üretti:" Kölenin kurtuluşu efendiye en iyi itaattir."
Fetih süresi 12. ve Nisa süresi 59. ayetlerinde ve Kütübü Sittede yer alan pek çok sahih hadislerde emredilen biat, itaat, teşkilat ve cihatla ilgili İslami ve insani sorumluluklarını yerine getiren ve bu yüzden iç ve dış bütün şer odaklarının şimşeğini çeken şuurlu ve onurlu bir topluluğun, "Halıka isyan konusunda mahlûka itaat yoktur. Ama Allah adına, din ve dava hatırına ve İslami ölçüler tahtında itaat ise, ilahi buyruktur" anlayışını: "Kölenin kurtuluşu, Efendiye itaattir" şeklinde çarpıtan, çapsız ve pervasız süprüntüler "yükseklere tükürdükleri balgamların, dönüp kendi yüzlerine düşeceğini" unutmaktadırlar.
"Selametçi"lik, kutsal devlet zihniyetinden kutsal parti ve lider zihniyetine bu diyalektikle geçişi mümkün kılan bir kanaldı artık. Parti, Hz. Yusuf'un makamı, lideri ise noksan sıfatlardan münezzeh bir halifeydi.
Selametçiliğin bütün politik geçmişi boyunca her tür söylemi, eylemi, tavır ve politikaları işte bu iki temel vasfa yaslanarak anlaşılabilecek "olaylar" yığınıdır sadece... Ne parti programı ne de gayrı resmi parti propagandalarında dile getirilen niyetler, bu vasıflar olmadan anlaşılamaz. Zira parti programında 'Devlet'e, gayrı resmi propagandalarda ise dindarlara karşı "takiyye" yapmanın mantığı, "Devleti ele geçirme" ana-hedefinin doğal sonucudur. Çünkü "Selametçilik", "varolan kurallar içinde devleti ele geçirmenin" yoludur. "Selametçiliğin" devleti ele geçirmesi nihai hedeftir. Devlet ele alındıktan sonra ne yapılacağı önemli değildir. Zira 'kurtuluş'un bizatihi kendisidir "Selametçilik". Parti devletleşince ve halife başa geçince, hedefe varılmış olacaktır. Ondan sonrası halifenin "eskiden olduğu gibi" herşeyi yoluna koymasıyla geçecek önemsiz ve normal bir süreç olacaktır.
Milli Görüşçülerin ve Selametçilerin, hiçbir ciddi projesi ve hedefi olmadığını söylemek, şeytanları bile utandıracak ve sahibinin aklını ve ahlakını ortaya koyacak açık bir yalandır; insafsız bir iftiradır.
Son birkaç asırdır hiçbir ülkede ve hiçbir kimsenin düşünemediği ve dillendirmeye cesaret edemediği,
- İslam Birleşmiş Milletler Teşkilatı,
- İslam Ortak Pazarı,
- Müşterek İslam Dinarı,
- İslam Savunma Paktı,
- İslam Kültür ve Eğitim Ortaklığı,
gibi evrensel kurumları, ilmi projeleriyle ortaya koyan...
Türkiye'de;
- Önce Ahlak ve Maneviyat,
- Sonra Ağır Sanayi, Yerli ve Yaygın Kalkınma diyerek yola çıkan ve girdiği hükümetlerle bunları gerçekleştirmeye çalışan...
Ve en son D-8‘ler gibi tarihi ve talihli bir oluşumu başaran...
Ve işte bu yüzden, kendisine karşı 3 ihtilal yapılan, 5 partisi kapatılan bir harekete, liderine ve gönül verenlerine böylesine saldırmak için ya Siyonistlere satılmış olmak veya bizzat şeytanlaşmış olmak lazımdır.
MSP-RP-FP'nin, otuz yıl boyunca elle tutulur bir programa, ciddiye alınır bir kadro eğitimine, önemsenebilir bir söyleme sahip olmamasının esas nedeni işte bu "kurtulmuşluk" evhamıdır. Bu evhamın yarattığı teorik-söylemsel boşluk, işte bu nedenle yuvarlak, terkedilebilir, zamana ve zemine göre değişebilir, "ne olsa gider"ci "takiyyeciliğiyle" doldurulmuştur. Çünkü fikirler, projeler, sözler, vaadler önemli değildir. Çünkü parti ve liderin iktidar olması, her sorunun çözümü, her çözümün menfezidir zaten. Ünlü "hocanın bir bildiği vardır" tapınmasının da ana kaynağı bu mantıktır.
Kutsal otorite ve kurtulmuşluk evhamı, hem içi boş ve çok yüzlü bir kimlik üretmiştir, hem de korkak, çokyüzlü, vasıfsız ve yeteneksiz bir karakterin yaygınlaşmasına yol açmıştır.
Devlet karşısında köle parti/lider ve parti/lider karşısında köle taraftar çevrimi sonucunda zincirleme bir "ortak huy" ve davranış tipi gelişmiştir.
Otorite tapınmasının doğal sonucu özgür ve özerk alanların yok olması demektir. Uysalca boyun eğen, söz dinleyen, itaat eden kölelerin doğal yetenekleri körelir ve "efendi korkusu" temel karakter olur. Selametçilik, bu "köle ruhunun" mayalandığı bir kanaldır. Güce tapan ve o nedenle güçten korkan, yükselememiş ve o yüzden bağlandığı parti/lideri yücelterek yükselmeye çalışan, toplum içinde kenarda kalmışlığın acısını ilk fırsatta çıkarmak için yol arayan, kendine güvensiz ve doğal olarak çevresine de güvenmeyen, "sahip olamamış"lığın verdiği ürkek ve silik davranış kalıplarıyla yaşayan, bin yıldır devletten dayak yemişliğin travmasını iliklerine kadar sindirmiş ortalama Anadolu insanının "namazlı-niyazlı" yüzüdür, selametçilik. Kendisini ifade edebilmek ve var kılabilmek için kendisi gibi insanlardan tek farkı olan "mütedeyyin" yaşam tarzını abartarak ve altını çizerek öne çıkaran ve bir gösteriye dönüştüren bu karakter, Kemalizm ve Din'le ilişkisinde de ilginç vasıflar üretmiştir.
Selametçilik, Anadolu'nun zihinsel azgelişmişliğinin tabii sonucu olarak "reaksiyoner"likle politika yapar. Antikemalizm, selametçiliğin temel politikasıdır. Çünkü devleti elinde tutan elitin ideolojisi olarak Kalıpçı Kemalizm'le, Anadolu dindarlığının ürettiği Selametçilik aynı düzlemde yeralmaktadır. İkisi de Jakoben, totaliter, kutsal devletçi ve "kurtuluş"çudur. Kalıpçı Kemalizm, "Batıcı-cılığın", Selametçilik ise doğucu reaksiyonun "kalıp" ideolojileridir. Özünde Kalıpçı Kemalizmle selametçiliğin kafa yapısı birbirine oldukça benzerlik gösterir. Birinin ak dediğine ötekinin kara demesi zihinleri yanıltmamalıdır. Çünkü, kutsal devletçilik, otorite, tektipçilik, tek doğruculuk, şanlı tarihçilik, popülizm, oligarşik örgütlenme, amacın aracı meşrulaştırması ve güce tapma noktasında ikisi de aynı kafa yapısına sahiptir. Özgürlük, adalet, hukuk, insan hakları, erdem gibi değerler karşısında ikisi de pragmatik tavır alır. Aralarındaki tek fark, Kalıpçı Kemalistliğin beyaz Türkler eliyle ittihatçı damardan da beslenen ve devleti ele geçirmiş olmanın verdiği saldırgan duruşu ve buna karşın, Selametçiliğin henüz devleti ele geçirememişliğinin korkaklığıdır.
Erbakan'la İsmet İnönü'nün, Şevket Kazan'la Nusret Demiral'ın, Oğuzhan Asiltürk'le Coşkun Kırca'nın mantığı, tepkileri, refleksleri, tavır ve davranışları hemen hemen aynıdır. Devlette durarak ve devlet için "düşünürler". Ciddi ve köklü her değişime karşıdırlar. Bol sayıda "iç ve dış düşman"ları vardır ve kendileri gibi olmayan herkese düşmandırlar. Selametçiliğin antikemalizmi, ciddi ve özgürleştirici bir Kalıpçı Kemalizm eleştirisi değildir. Sadece devlet içi bir iktidar mücadelesi için gerekli meşruiyet aracıdır. Kalıpçı Kemalistler iktidarlarını korumak için, Selametçilik ise iktidar olabilmek için Mustafa Kemal'i kullanır.
Selametçiliğin "dindar" yüzü de özünde birçok sahtelik ve yapaylıkla maluldür. Selametçi dindarlığı, taşra İslam'ının politikleşmiş ifadesi değil, tam tersine Selametçi kafa yapısının taşra İslam'ını deforme etmesinden elde edilen, üretilmiş bir dindarlıktır. Taşranın doğal, içten ve hesapsız Müslümanlığı, Selametçilik üzerinden devlet içi iktidarı ele geçirme mücadelesinin aracı haline getirilmiş ve bütün safiyetini, doğallığını, derinliğini kaybetmiştir. Millet üzerinde bir üst kimlik, derin bir bilinçaltı ve saygıdeğer bir konumu olan İslam, son otuz yıllık Selametçi çizgi sayesinde Kemalizm gibi siyasal bir ideoloji düzeyine indirgenerek bir rekabet nesnesine dönüşmüştür. Selametçiliğin ürettiği dindarlık; gerçek anlamda Kur'an ve sahih sünnete dayanma gayreti olan, doğru itikat, salih amel, ahlak, gerçek fazilet ve erdem hassasiyeti, zalim düşmanlığı ve mazlum yandaşlığı, özgür düşünce ve dürüst davranış, medeni incelik ve felsefi derinlik üreten, insanlığa rahmet olacak bir İslami şahitlik pratiği geliştirmeye çalışan sahici bir Müslüman kimlikten oldukça uzaktır. İslami sembol ve sloganları öne çıkaran, bir kimlik kazanma çabasının tezahürü olan dindarlık gösterilerine meydan veren, geleneksel alışkanlıkları koruyan, bilgi, estetik ve dürüstlük içermeyen, derinliksiz ve kof bir dindarlıktır Selametçilik... Otuz yıllık tarihi boyunca Bir tek fikir adamı, bilim adamı, alim, yazar, gazeteci, şair, edebiyatçı yetiştirmemiş, hiçbir kalıcı kültürel, politik, sosyal, ekonomik kurum ve kuram üretememiştir. Selametçilik, tarihi boyunca ödünç fikir adamları ve devşirme kadrolarla yürümüştür. 80 öncesi Akıncılar, 80 sonrası ise radikal çevrelerden yetişmiş kadrolar sayesinde seçim dönemleri, belediyeler ve hükümet dönemindeki başarılarını gerçekleştirebilmiştir.
Nobel ödülü sahibi BM Yeni Düzen Arayışları uzmanı Prof. Örwin Lazlo'nun;
"Yıllardır tasarladığım, ama bir türlü tanımlayamadığım, dünyayı huzura, insanlığı barışa ve kurtuluşa ulaştıracak tek ve gerçek ilmi projeler olarak Adil Düzen hazırlıklarını gördüm."
Şeklinde içtenlikle iltifat buyurduğu...
Zerre kadar vicdanı bulunan sağcı-solcu, dinci-devrimci bütün ilim ve fikir erbabının:
"Erbakan'a karşı yapılan 28 Şubat darbesinin asıl nedeni;
•1- Siyonizm'in ve emperyalizmin kontrolü dışında ilk evrensel oluşum olan D-8'leri gerçekleştirmesi...
•2- Havuz sistemi gibi dâhiyane buluş ve uygulamalarla rantiyeci vurguncuların sömürü hortumunu kesmesidir" itirafında bulunduğu bir parti ve lideri için bu iddiaları ortaya atanlar, acaba hangi yem aşkına şeytanın oltasına takılmışlardır?
Selametçi dindarlığın bir diğer özelliği takiyyeciliktir. Mahrum ve yoksul kitleler, "İslam devleti, faizsiz düzen, dava" söylemi ile itaate zorlanırken, teşkilatta yükselebilmiş bir selametçinin ilk işi cebini doldurmak, birikmiş komplekslerini tatmin etmek ve yaşam tarzını mahrum ve yoksullardan ayırmak olmaktadır. Aynı şekilde "dışarıya" karşı da farklı bir dil ve üslup kullanılır. Seçim dönemi üç-beş cahil oyu kafalamak için bol bol martaval atan parti propagandistlerinin, TV'lerde söylediklerini inkâr etmesi, münferit olaylar değildir. Bu Selametçiliğin ortak karakteridir. Evde, salonda "bizimkilerin yanında" farklı, dışarda, kamuoyunda "bizimkilerden olmayanların" karşısında farklıdır. Çünkü Selametçiliğin kendine güveni yoktur, elle tutulur, akla yatkın, herkese hitap eden, doğru ve tutarlı bir programı yoktur. Çünkü Selametçiliğin derdi İslam'ı, adaleti, ahlakı ya da milleti egemen kılmak değil, partiyi ve liderini egemen yapmaktır. Parti ve lider iktidar olana kadar, selametçilik daha çok kılık ve kimlik değiştirecektir.
Selametçi çizginin, yüzlerce yıllık İslami birikimi, Müslüman kitlelerin moral, umut ve özlemlerini şahsiyetsiz ve aymaz politikalarla tüketmesinin hesabı sorulmalıdır. "İslam için" ve Müslüman kitleler adına siyaset yapmanın danışıklı dövüşçü naylon çizgisi, mağdur ve mahrum insanlarımızı oyalamaktan vazgeçmelidir.
Selametçi çizgi, artıları ve eksileriyle misyonunu tamamlamıştır. Türkiye, Selametçi oligarşiyle Kalıpçı Kemalist oligarşi arasındaki hegemonya kavgasını aşmalıdır. Anadolu insanı da bu iki oligarşinin ikisine de tavır alabilen, bütün milleti muhatap alan, Müslüman kimliğin içten ve gerçek tezahürlerini üretip yayan, tutarlı ve herkesi içeren projeler geliştirebilen dürüst, hesapsız, onurlu kadrolarını sahneye sürmeye başlamalıdır.
Aksi halde Selametçiliğin Kalıpçı Kemalist oligarşi karşısındaki acziyetinin bedelini bütün millet ödemek zorunda kalacak ve en az 20-30 yıl bu travmanın tahribatı yaşanacaktır. Artık anlaşılmalıdır ki, selametçiliğin ikide bir devlet tarafından kapatılması Kalıpçı Kemalist modası geçmişlerin şikesidir. Oligarşik modası geçmişler demokrasi oyununun kuralları ve sınırları ekseninde batıya karşı şike yapmaktadırlar.
Başta FP'ye gönül vermiş samimi ve mahrum taban olmak üzere, köklü bir toplumsal dönüşüm talep eden ve özgür, onurlu, büyük bir Türkiye isteyenlerin duygusallığı bırakıp ciddi bir muhasebeye başlaması gerekmektedir.
Zaman, yeni başlangıç ve daha güçlü adımlar için düşünme ve karar alma zamanıdır.
Bu ülkeye ve bu millete musallat olmuş çağdaş, ilerici, dindar ya da vatansever görünümlü bütün şarlatanları silip süpürecek, büyük ve derin bir yürüyüşün önünü açacak, zalimlere korku, mazlumlara umut verecek, sahte kavgalara dur diyecek gerçek bir hareket için köklü bir değişimin inşasına başlamanın vakti gelmiştir.
Selametçiliğin, artık komediye dönüşen trajedisi, adalet ve özgürlük için dipten gelen dalganın zaferine yol açmalıdır..."[2]
Sonunda Ahmet Özcan gibilerin dışı hoş içi boş palavralarına, Radikal İslamcılarla, rantiyeci masonların ortak propagandalarına kapılan "dipten gelen dalga"; AKP'yi (Arkası Karanlık Partiyi) Selamet çizgisinden koparıp, melanet merkezlerine yanaştırmış ve Recep T. Erdoğan'a cesaret madalyası takanlar tarafından iktidara taşınmıştır.
Ama 3 yıldan fazladır, bütün yaptıkları:
- AB kapısında sürünmek,
- ABD karşısında eğilip bükülmek,
- Kıbrıs davamızı rüşvet vermek,
- Irak'ı zalimlere peşkeş çekmek,
- Fener patriğine hizmet üretmek,
- Dini duyarlıkları dejenere etmek,
- Devleti temelinden tahribe yöneltmektir.
- Namus meselemiz dedikleri başörtü problemini çözememiştir.
- İmam-Hatiplilerin mağduriyetini giderememiştir,
- Özelleştirme kılıfıyla KİT'ler talan edilmiştir.
- Milli birliğimiz ve ülke bütünlüğümüz tehlikeye girmiştir.
- Kürtler istismar edilip "Kürtçülere" cesaret verilmiştir!..
Bütün bu hezimet ve hıyanetlerde Ahmet Özcan gibi bilgiçlik budalalarının ve Milli Görüş muarızlarının büyük bir sorumluluk ve suçluluk payı vardır...
İşte eseriniz, övünebilirsiniz!..
ŞİİR
Biraz imanı olan, insan korkar Allah'tan,
Kim mümin, kim münafık; elbetteki o tanır!..
Kahbeden şerefsizdir, mümine bühtan atan,
Bu kuru iftiradan, şeytan bile utanır!..
Şaron, mason ve moon; Erbakan'a hasımdır,
İsrail hep gol atar, ama senin pasındır!
İşte bu gün karşına çıkan, kuruntu molla Kasımdır,
İnsaf, ihlas olmazsa; kuruntu kalp kurtlanır!..
[1] Casiye: 23
[2] http://www.derinanadolu.com/ / 30.07.2001
Bu yazarin diger makaleleri
< Önceki | Sonraki > |
---|