NİMETLERİN HAK EDİLMESİ
VE
GÖREVLERİN EHLİNE VERİLMESİ
Dünyevî ve uhrevî, maddî ve manevî, zahirî ve bâtınî bütün nimet ve faziletler, Allah’ın biz kullarına ikramı ve ihsanıdır. Ancak, bütün hidayet ve inayet, nusret ve muvaffakiyet O’nun elinde olmasına rağmen, hem adalet ve hakkaniyetini göstermek, hem de kullarını sevindirip şereflendirmek üzere Allah; başarıları ve hayırlı sonuçları da, acıları ve alçaltıcı durumları da, bunları hak edene ve liyakat gösterene verip takdir buyurmaktadır. Yani herkes netice olarak; hak kazandığına ve müstahak olduğuna ulaşmaktadır.
Yasin Suresi 54’üncü ve 70’inci ayetleri de bu gerçeği vurgulamaktadır.
“Artık o gün hiç kimseye (ve hiçbir şekilde) zerre kadar zulmedilmeyecektir, sadece yaptıklarınızın karşılığını göreceksiniz.” (Yasin: 54)
“(Ve bu gerçekler size tebliğ edildi) Ki (Kur’an’la kalpleri) diri olanları uyarsın (ve hidayet yolunu göstersin) ve inkâr edenlere de (azap) söz(ümüz) hak olsun ve gerçekleşsin (ve hiçbir bahaneleri kalmasın diye gelmiştir).” (Yasin: 70)
Yani ahirette ve sonsuzluk ülkesinde herkes hak ettiğine ulaşacak ve burada ektiklerini biçmiş olacaktır.
Şu ayet-i kerimeler de, farklı yönleriyle bu hakikati anlatmaktadır.
“(Hudeybiye’de Müslümanlarla barış imzalamaya mecbur kalan, ama bunun ezikliğini çok ağır şartlar koşarak gidermeye çalışan) Kâfirler, kalplerinde o (şeytani) hamiyet gururunu (kavmiyetçilik ve ataperestlik taassubunu) ve cahiliye damarını kabartıp kaynattıkları zaman, Allah (CC) Peygamberinin ve mü’minlerin üzerine sabır ve sükûnet indirip (onları rahatlattı). Ve onların takva kelimesi (Peygambere ve Hakk dava ve devlet liderine Allah için biat ve itaat sözleri) üzerinde kararlılıkla durmalarını sağladı. Zaten onlar (sadık sahabiler ve mü’minler) buna layık ve ehil insanlardı. (Yani sadakat ve liyakat ehli başarıya ulaşırlardı. Zaten) Allah (CC) her şeyi (ve herkesi) hakkıyla Bilendir.” (Fetih: 26)
“Kesinlikle Allah (CC) size; emanetleri (devlet yönetimi ve milletin idaresiyle ilgili görevleri), mutlaka ehil ve emin kimselere vermenizi ve insanlar arasında (karar verirken ve tercih yaparken) hükmettiğiniz zaman ise adalet ve hakkaniyetle hükmetmenizi emretmektedir. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor!.. Doğrusu Allah, (her şeyi tüm ayrıntılarıyla) İşitendir, Görendir.” (Nisa: 58)
“Allah’a döneceğiniz günden sakının. (Faiz günahıyla huzura çıkmayın.) Sonra herkese kazandığı eksiksizce ödenecek ve onlara haksızlık yapılmayacaktır.” (Bakara: 281)
Rüyadaki Hikmetli Uyarı ve İmtihan Sırrı
Şu salih rüya; şeksiz ve şeriksiz imanın… Allah’ın rızasını her şeyin ve herkesin üstünde tutmanın… Sonsuz ve kusursuz cennet hayatını, dünyalık arzuların önüne almanın… Ve özellikle her nimet ve fazileti “hak ederek kazanmanın…” gereğini ve gerçeğini öğretip uyarmaktadır.
“Rüyamda: Türkiye genelinde Milli Çözüm’e gönül vermiş bütün kardeşlerimizle birlikte, uçsuz bucaksız bir okyanusun önünde oluyoruz. Toplanma sebebimiz bir kutlama veya tatil yapma vesaire değilmiş; hepimiz bir görev için oradaymışız. Az sonra havada küçük, tek kişinin binebileceği bir uçak görüyoruz. Uçak bir süre üzerimizde daireler çizerek uçuyor. Sonra havada, tam bizim üzerimizde sabit duruyor. Uçağı kullanan Zatın Aziz Erbakan Hocamız olduğunu anlıyoruz. Bir süre sonra küçük uçağın kapısı, uçak havada sabit vaziyette dururken açılıyor. Aziz Erbakan Hocamız kapıdan çıkıyorlar ve uçağın üzerinde ayakta duruyorlar. Mübarek ellerine bir megafon alıyorlar ve megafonu mübarek ağızlarına götürüp: “Biraz sonra bir silahla sizleri tek tek vuracağım. Vurulan herkes kendini okyanusa atacak. Kendinize geldiğinizde akıntı hepinizi buluşma yerine sürükleyip taşıyacak… Orada sonsuz ve kutlu bir beraberlik bizleri bekliyor olacak!” buyurdular.
Birden kalabalıktan uğultular yayılmaya başladı. Kimisi: “Ben yüzme biliyorum, bilsem bile vurulmuş bir halde okyanusta hayatta kalamam!” diyor. Kimisi: “Okyanus köpek balıkları ile doludur, buluşma yerine varmadan bizi kendisine yem yaparlar!” diyor. Kimisi: “Ben vurulmanın acısına nasıl dayanacağım, buluşmamız illa kanlı ve acılı olmak zorunda mı?” diyor… Daha bir sürü soru ve itiraz cümlesi okyanusun sahilini dolduruyor. Herkes ikili üçlü vaziyette konuşadursun, Erbakan Hocamız megafonu bırakıp, mübarek ellerine bir kalaşnikof silah alıyorlar ve kalabalığa doğrultuyorlar. Ben çocuklarımın ve eşimin ellerini tutuyorum ve onların ellerini kendi ellerime bir tülbentle bağlıyorum. Sesli bir şekilde: “Ya Rabbi, buluşma yerinde beni, çocuklarım ve eşimle birlikte uyandır!” diye dua ediyorum. Eşim ve çocuklarım: “Amiin” diyorlar. O esnada Erbakan Hocamızın silahlarından çıkan bir tek mermi, önce eşimi, sonra tek tek çocuklarımı, en son da beni kalbimden vuruyor. Öyle kuvvetli bir acı hissediyorum ki, acının şiddetini gerçekmiş gibi kalbimde hissederek uyanıyorum.”[1]
Bu rü’yada;
• Onurlu ve huzurlu amaçlar için, büyük fedakârlıklar gerektiğine…
• Yüce gayeler için, ciddi gayretler gösterilmesine…
• Ucuz kahramanlıklarla, kutlu sonuçlar elde edilemeyeceğine…
• Dünyada zafer ve galibiyete, ahirette cennete ve sonsuz saadete ve hele Allah’ın rızasına ve rü’yete erişmek için, kalbini; dünyalık fani ve fena heveslerden, şeytani ve şehvani kötülüklerden temizlemek icap ettiğine yönelik işaret ve ibretler vardır.
Bu halis kardeşimizin salih rüyasında;
• Mü’min Suresi 12. ayette haber buyrulan: Allah’a, Kitabına, Resulüllah’a ve ahiret hayatına şeksiz ve şeriksiz inanmanın gereği ve gerçeği vurgulanmaktadır.
“(Onlara: Hayır bu samimiyetsiz istekleriniz asla kabul olunmayacaktır.) “İşte şu sebepten dolayı; çünkü Allah’a Vâhid (yegâne yardım umulacak ve korkulup sığınılacak tek Zat) olarak (imana ve itaate) çağrıldığınızda inkâr edip (sapıtırdınız. Ama) Eğer O’na ortak koşulduğunda ise inanıp onaylardınız. (Canlı ve cansız tağutları ve şeytani güç odaklarını, Allah’a eşler tutardınız.) Artık hüküm; O Yüce, O Büyük olan Allah’ındır.” (Mü’min: 12)
• Bu salih rüyada; sonsuz ve kusursuz bir cennet hayatına, hemen ulaşmak için, şu fani ve fena dünya hayatından, canından, malından, makamından ve evlatlarından vazgeçme şartı karşısında, bu imtihanı kazananların ve kaytaranların durumu anlatılmaktadır.
“Eğer gerçekten Biz onlara: (Madem samimiyetle tevbe etmişseniz, haydi Allah için) ‘Kendinizi öldürün (bağışlanmak ve cennete ulaşmak karşılığı intihara yürüyün) ya da yurtlarınızdan çıkıp (buradan uzaklaşın!)’ diye yazmış (ve ağır şartlar dayatmış) olsaydık, onlardan az bir bölümü dışında, (çoğu) bunu yapmazlardı. Ama onlar, kendilerine verilen öğüdü (tutarak gereğini) yerine getirselerdi, bu şüphesiz onlar için daha hayırlı ve yararlı olacak (bir tercihti. Yani Hz. Peygamber, (SAV) Allah’ın vahyi olarak; kendi canımıza kıymayı bile emretse, yerine getirilmesi icap ederdi.)” (Nisa: 66)
“Biz de onlara, (emirlerimizi tuttukları ve hükmümüze teslim oldukları takdirde) o zaman katımızdan elbette çok büyük bir ecir verirdik.” (Nisa: 67)
• Bu rüyada; her nimet ve fazilete müstahak olanların veya mahrum kalanların, mutlaka bir imtihan sonucu belirlenmiş olacağı üzerinde durulmaktadır. Çünkü imtihan, adaletin icabıdır. Sonsuz bir hayatı ve sınırsız nimet ve imkânları kazanmak karşılığı, ne denli ağır olursa olsun, bir anlık acıları göze alamayanların, samimiyet sınavında sınıfta kalacakları vurgulanmaktadır.
• Bu rüya; Haklı, hayırlı ve yararlı tüm hakikatlerin, aynı Rahmani kaynaktan alınıp aktarıldığının da bir kanıtıdır.
• Özetle her insan; Mevlâ’sını da belasını da, kendi arayış ve çabasıyla bulmuş olacaktır. Ve hiç kimse hiçbir haksızlığa uğratılmayacaktır.
Liyakat: Nitelikli, yetişmiş ve o sahada deneyim edinmiş ehil ve layık olan kimselerin hizmete alınması ve yükseltilmesi anlamını içerir. Anayasa’nın 70. Maddesine göre de memurluğun olmazsa olmaz şartlarından birisidir. Devlet Memurları Kanunu’na göre memurluğun üçüncü niteliği liyakattir. Liyakatte aranan ve esas olan; önce gerekli ve yeterli bilgiye, sonra da bir işi layığıyla yapma becerisine sahip olma özelliğidir.
Kur’an-ı Kerim konuyla ilgili İlahi emri 1450 yıl önce şöyle beyan etmiştir: “Kuşkusuz Allah görevi liyakatli olana vermenizi, insanlar arasında hakem olduğunuz zaman da adaletle hüküm vermenizi emreder. (Varlığınızı ve huzur ortamınızı sürdürmenizin önemli şartı olarak) Allah bunları size öğütlemektedir.” (Nisa: 58) Bu ayette Yüce Allah görev verilecek kişide: Dil, din, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç veya benzeri ayrılıklar dikkate almayı değil, işi bilene, onu tarafsızlıkla ve başarıyla yürütene yani ehline görevi tevdi etmeyi emretmektedir. Yoksa “hak ettiler” diye akraba, eş-dost ve cemaat/tarikat asabiyeti ile himaye etmeyi değil, makam ve mevkie gelecek olan kişilerin ehil olanlardan seçilmesini öngörmektedir. Bu ayeti tefsir edersek şu sonuçları çıkarabiliriz: Liyakat ve yeteneğine göre bilgi, beceri ve deneyimine göre rütbe, makam, mevki sahibi olmadan etkili ve yetkili makamlara atananlar; çıkar ilişkileri üzerine atanmış yöneticilerdir. Ki bunlar kıyametin ve felaketin sebepleridir.
Liyakat, bir işe ehil olmak; bir görevle ilgili, bilgili ve becerikli demektir. Bir işe hakkını vermek ve gereğini tastamam yerine getirmek yeteneğidir. Bu yetenek ve beceri ise bir güzel ahlâk prensibi olan “emanete riayet etme” temeline dayanmakta olup, eğitimle ve deneyimle elde edilir. Nisa: 58 ayeti:
“Allah size, emanet ve yetkileri o konuda güvenilir ve yetenekli olan ehil ve emin kişilere vermenizi ve insanlar arasında karar verdiğiniz zaman, kim olursa olsun adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bakın, Allah size ne güzel öğüt veriyor! Hiç kuşkusuz Allah her şeyi İşitendir, Bilendir.” şeklinde de yorumlanabilir.
Bu ayetle emanetin veya işin, yani görev ve yetkilerin ehil kimselere verilmesinin ne kadar önemli olduğuna dikkat çekilmiştir. Bununla, aslında işi ehline vermenin, emaneti hakkını verecek kimseye teslim etmenin bir mesuliyet olduğu bildirilir.
“Çünkü onlar, gerek Allah’ın, gerek Hz. Peygamber’in ve gerekse insanların kendilerine verdiği emanetleri en güzel şekilde koruyan, verdikleri sözü (ve aldıkları yükümlülüğü) en güzel biçimde yerine getiren dosdoğru mü’minlerdir.” (Mearic: 32) ayeti de buna işaret etmektedir.
Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), bir hadislerinde kendisine kıyametin ne zaman kopacağını soranlara cevap olarak şunları söylemişlerdir:
“İş, (görevler ve yetkiler) ehli olmayan kişilere verilince kıyameti bekle, (bu durumda) kıyametin kopması (felaket ve musibetlerin yoğunlaşması) pek yakın demektir.” (Buhârî, İlim, 2.)
(Devlet idaresiyle ve çeşitli memuriyet ve mes’uliyetlerle ilgili) İşin ehline verilmemesi, hiç şüphesiz toplum ve ümmet bünyesinde nerede ise kıyamete denk ciddi sonuçlar meydana getirir. Bunlar toplumu kıyamete benzer bir kargaşaya götürecektir. Bu korkunç sonucun asıl sebebi ise, ehil olmayanların, Kitap ve Sünnet gibi dini esaslara dayanmadan, kişisel arzu ve istekleriyle veya Bâtıl ve Batılı sistem ve prensiplerle verilen görevi yapmaya yönelmeleridir.
Şimdi düşünmek ve durumumuzu buna göre değerlendirmek gerekir:
Ülkede dört-beş yılda bir tekrarlanan özgür seçimlerde; Muhtarlıktan Belediye Başkanlığına, Milletvekilliğinden Devlet Başkanlığına, bütün bu etkili ve yetkili görevlere getirilecek partileri ve kişileri kendi oylarıyla tercih ve tensip edenlerin… Faiz, fuhuş, kumar, vurgun ve soygun zihniyetli… Haçlı AB heveslisi ve ahlâksız Batı hedeflisi… Din istismarcısı sicilli ve Siyonizm işbirlikçisi zihniyetli kimseleri ve kesimleri iktidara getirenlerin, onların bütün günahlarına ve tahribatlarına ortak olduklarını bilmeleri gerekir.
Bir işte ehil ve emin kimselerin, layık ve sadık kişilerin görevlendirilmesi o işin önemini ve o işe verilen ehemmiyetin derecesini gösterir. Bu sayede hem ehil olan kimseye haksızlık edilmemiş ve kendisini geliştirme imkânı verilmiştir, hem de o iş gereği gibi yerine getirilecektir. Dahası eğer bu mesele birilerinin eğitimi şeklinde ise, eğitilmesi istenen kişiler her şeyden önce başlarında bulunan ehliyetli kişinin, adaba uygun geliş gidiş, oturuş kalkış, yiyip içme, konuşma dinleme, vb. gibi tüm hal ve hareketlerinden de istifade ederek istenilen hedefe doğru, uygun bir şekilde yol alınabilecektir. Öte yandan, kişileri ehil olmadıkları işlerde istihdam etmek; hem o işe, hem o kimseye, hem de o işten etkilenenlere karşı bir zulüm sebebidir. Çünkü yapılmak istenen iş güdükleşir, ehil olmayan kimse, o işi yaparken isteksiz ve beceriksizdir. Nihayet, o işten etkilenen kimseler de (o işin yapılmasını öngören kişiler de dahil) ya mazlum konumuna ya da hayal kırıklığına düşeceklerdir.
İşi ehline verme, aslında bir basiret ve feraset işidir. Efendimiz Medine’ye hicreti sırasında yanına en sadık dost olarak Hazreti Ebû Bekir’i alırken de, Habeşistan’a gönderdiği heyetin başına Cafer b. Ebi Tâlib’i seçerken de, Medine’ye ilk mürşid olarak Hazreti Mus’ab b. Umeyr’i gönderirken de, hicret ederken yatağına Hazreti Ali’yi bırakırken de, Mekke’de kalıp istihbarat yapmak üzere Hazreti Abbas’ı görevlendirirken de, hep isabet etmiştir. Her birini kabiliyetlerine göre vazifelendirmiş, hepsi de işin ehli olarak ellerinden geleni yapmış ve görevlerini hakkıyla eda etmişlerdir. Aynı şekilde, Efendimiz’in (SAV) vefatından kısa zaman önce Suriye üzerine yapılacak bir sefere bütün sahabeler arasından Üsame Bin Zeyd’i kumandan tayin etmesi bunun en güzel örneklerindendir. Bu sayede Efendimizin bir göreve tayin ederken maharete ne kadar önem verdiği belirtilmiş, hem o işler tam olarak gerçekleşmiş, hem de o sahabeler vazifelerinde başarılı olmanın huzuruna erişmişlerdir.
Kişilere görev verilirken bazen öncelikle o işin eğitiminin verilmesi gerekebilir. Bazen de ehil olmayı belirleyen şey zekâ ve kabiliyettir. Tüm bunlar ehil olacaklar için olması ya da yapılması gerekenlerdir ama zekâ ve kabiliyet bazen yaşı da, makamı da ikinci konuma indirebilir. Yani, ehil kimsenin yaşı, geldiği muhit, tahsilinin düşük olması işe vaziyet etmesine engel teşkil etmemelidir, lâkin ayrıca, pek dikkate almadığımız etik (ahlâki) tabir ettiğimiz esaslar da önemlidir. Ayrıca, bir işe ille de diplomalı veya unvanlı kimse değil, o işi hakkı ile yapabilen kimseler getirilmelidir. Yoksa adama göre iş vermek uygun değildir. Her konuda işe göre birikimli ve deneyimli adam seçmelidir. O eleman o işe layıksa o iş ona verilmeli, layık değilse, layık olanını aramak gerekir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de mü’minlerin bir işi yaparken de aralarında istişare ettikleri, birbirine danışarak yaptıkları bildirilmektedir:
“Onlar Rablerinin (her emrine) icabet ederler, namazı dosdoğru yerine getirirler, (devlet, millet ve hükümet) işlerinde meşveret ederler (danışma ve dayanışma sonucu ortak kararla yönetirler.) Kendilerine verdiğimiz rızıktan da (Allah yolunda) harcayıp infak ederler.” (Şûrâ: 38)
Efendimiz de bu konuda şunları haber vermektedir:
“Emanete riayet edilmezse, zekât zorla verilirse, ilim, dine hizmet için değil de, para ve makam için öğrenilirse, kişi, hanımının meşru olmayan arzusunu yapmaya yönelirse, ana babasına isyan ederse, fâsık ve ehil olmayanlar işbaşına getirilirse, kötülüğünden korkup zalime hürmet edilirse, gayrı meşru ilişkiler, çalgılı içkili yerler çoğalır da, (mel’anet ve rezalet yerleri normal görülürse) yeni nesil, önceki âlimleri kötülerse, o zaman çeşitli belaya maruz kalırlar.” [Bezzar]
Örneğin; mesleğini iyi bilmeyen bir doktor, hastasına faydadan ziyade zarar verecek, onun sakatlanmasına, hatta ölümüne bile sebep olabilecektir.
Verilen veya alınan her görev bir emanettir. İşi doğru ve düzgün yapmak ise, emanete uygun davranmanın bir gereğidir.
“(O halde, ey Peygamber ve ey İslam toplumunun önderi! Rabbinin yolunda hedefe doğru adım adım ilerlerken, sağa sola sapmadan, yalpalamadan yoluna devam et ve Sana) Emredildiği gibi dosdoğru ol! (Sadece sen değil) Günahlarından tevbe edip Senin yanında yer alan (diğer Müslüman)lar da böyle olsunlar! Ve (sakın İlahi yasaları ihlal ederek yahut hak ve adalet sınırlarını aşarak) azgınlık etmeyin! (Unutmayın ki) Allah, yaptığınız her şeyi görmektedir.” (Hud: 112) ayeti bize işlerimizde dürüst olmayı ve işe hakkını vermeyi emretmektedir. İşe hakkını vermek için işe ehil olmamız, yani iş becerisi kazanmamız, iş hakkında yeterli düzeyde deneyim yaşamamız, işi yapma isteğimiz ve kararlılığımızın bulunması gerekir. Bu sıfatların hepsinin bir araya gelmesine liyakat diyebiliriz. Her birimiz üstlendiğimiz işleri düzgün yapmaktan sorumlu kimseleriz. Eğer âmir konumunda isek, işi ehil olana, yani işi bilene ve işi yapmak kararlılığı gösterene vermek vazifemizdir.
Sahabeden Ebu Zer (RA) şunları rivayet etmiştir: “Ey Allah’ın Rasulü, beni memur tayin etmez misin?” dedim, O (SAV) ise bana dedi ki;
“Ey Ebu Zer, Ben seni zayıf görüyorum. Ben kendim için istediğimi senin için de isterim. Sakın iki kişi üzerine âmir olma, yetim malına da velilik yapma. Memurluk bir emanettir, hakkını vermediğin takdirde kıyamet günü perişanlık ve pişmanlıktır. Ancak kim onu hak ederek alır ve onun sebebiyle üzerine düşen vazifeleri eksiksiz eda ederse o günün perişanlığından kurtulur.” [(Müslim, İmaret 17, (1826); Ebu Davud, Vesaya 4, (2868)]
“Allah Teâlâ, insanlara lütfettikten sonra ilmi (bilgi, beceri ve tecrübeyi); hafızalarından zorla söküp almaz. Ancak âlimleri ilimleriyle birlikte aralarından (ölüm vasıtasıyla) alıp çıkarır; geriye kara cahil bir grup kalır. Halk bunlara sorularını ve sorunlarını götürür, onlar da (Kur’an’a, Resulüllah’a ve bilimsel doğrulara göre değil) kişisel görüşleriyle cevap verirler. Böylece hem halkı saptırır, hem de kendileri saparlar.” (Buhârî, İ’tisam 7, Müslim)
Herhangi bir konuda bir insan dindar ve faziletli olabilir, cefakâr ve vefakâr olabilir, çok arzulu ve heyecanlı da olabilir; lakin, eğer o işe liyakatli; yani yeteri kadar bilgili, becerikli, deneyimli ve güvenilir değilse o görev ona verilmemelidir. Bir göreve getirilirken ideal insan hem istikametli, mütedeyyin ve hamiyetli, hem de vazifesinde de mahir ve ihtisas sahibi kimsedir. Aksi halde hem o vazifeyi yüklenen, hem de ona o vazifeyi tevdi edenler sorumlu olurlar. Bu bakımdan bir insan, hangi sahada ihtisas yapmış ve kabiliyetini hangi sahada geliştirmiş ise o sahada söz sahibi olmalı ve kendisine o sahada görev verilmelidir.”[2]
[1] Fatma Betül Erişkin / Konya / 28.10.2021
[2] Liyakat ve Ehliyet – İsmail Şahin
MECBURİ ve MİLLÎ-İNSANÎ ÇIKIŞ YOLU!..
Bu konuda pek çok yazılar yazılmış,önemli tespitler yapılmıştır. Ancak her konuda olduğu gibi bu mesele üzerinde de Milli Çözüm yaklaşımları asıl özü-ruhu veren bir içeriğe sahiptir.
İlim, yığınla malumat sahibi olmak değil; işin hakikati kavramak,esasına ulaşmak,öz çıkarmak…prensiplerini içerdiğine göre;Milli Çözüm bu vazifeyi en doğru ve doyurucu şekilde yapan bir HİKMET OKULU ‘olmaktadır!..
Hem ülke,ümmet ve insanlığın yaşadığı sorunların doğru teşhisi…Hemde doğru tedavi yöntemleri ve çıkış yollarını göstermek bakımından; ve bunu uygulayacak;ilim,bilgi, hidayet,feraset, dirayet, cesaret,vizyon..vb içeren liyakat ve ehliyet esasları açısından!…Milli Çözüm’ün fikri ve fiili rehberliği artık kaçınılmaz bir zorunluluk halini almıştır!..Ve bu süreç Allah’ın izniyle,hiç bir faninin keyfine ve tercihine bırakılmadan mutlaka yaşanacaktır!..
“56:1
VÂKIA vuku bulduğu zaman!.. (Va’ad edilen büyük devrim ve değişimle, dünya ve insanlık tarihinin en önemli olayı ve daha sonra kıyamet sabahı koptuğu an; kâfirlerin, zalimlerin ve işbirlikçi hainlerin durumu nasıl olacaktır?)
56:2
(Artık) Onun vukuunu (zulüm ve küfür saltanatının çöküş olayını ve kâfirlerin dünyasının yıkılışını) hiç kimse yalanlayamayacaktır.
56:3
O (olay ve onun takdir edicisi Allah (C.C) zalimleri, kâfirleri ve hainleri) aşağılatıcı; (mü’minleri, mücahitleri ve mazlumları ise) yüceltici ve onurlandırıcıdır. (O gün, münafıklar ve azgınlar yenilgiye uğramış, mücahit ve müttaki kullar ise zafere erişmiş olacaklardır.)”
VAKIA SURESİ
“Allah size, emanet ve yetkileri o konuda güvenilir ve yetenekli olan ehil ve emin kişilere vermenizi ve insanlar arasında karar verdiğiniz zaman, kim olursa olsun adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bakın, Allah size ne güzel öğüt veriyor(nisa 58)
Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), bir hadislerinde kendisine kıyametin ne zaman kopacağını soranlara cevap olarak şunları söylemişlerdir:
“İş, (görevler ve yetkiler) ehli olmayan kişilere verilince kıyameti bekle, (bu durumda) kıyametin kopması (felaket ve musibetlerin yoğunlaşması) pek yakın demektir.” (Buhârî, İlim, 2.)
“(O halde, ey Peygamber ve ey İslam toplumunun önderi! Rabbinin yolunda hedefe doğru adım adım ilerlerken, sağa sola sapmadan, yalpalamadan yoluna devam et ve Sana) Emredildiği gibi dosdoğru ol! (Sadece sen değil) Günahlarından tevbe edip Senin yanında yer alan (diğer Müslüman)lar da böyle olsunlar! Ve (sakın İlahi yasaları ihlal ederek yahut hak ve adalet sınırlarını aşarak) azgınlık etmeyin! (Unutmayın ki) Allah, yaptığınız her şeyi görmektedir.” (Hud: 112)
ayeti bize işlerimizde dürüst olmayı ve işe hakkını vermeyi emretmektedir. İşe hakkını vermek için işe ehil olmamız, yani iş becerisi kazanmamız, iş hakkında yeterli düzeyde deneyim yaşamamız, işi yapma isteğimiz ve kararlılığımızın bulunması gerekir. Bu sıfatların hepsinin bir araya gelmesine liyakat diyebiliriz. Her birimiz üstlendiğimiz işleri düzgün yapmaktan sorumlu kimseleriz. Eğer âmir konumunda isek, işi ehil olana, yani işi bilene ve işi yapmak kararlılığı gösterene vermek vazifemizdir.
Allah için herşeyi göze alabilmek…
“Eğer gerçekten Biz onlara: (Madem samimiyetle tevbe etmişseniz, haydi Allah için) ‘Kendinizi öldürün (bağışlanmak ve cennete ulaşmak karşılığı intihara yürüyün) ya da yurtlarınızdan çıkıp (buradan uzaklaşın!)’ diye yazmış (ve ağır şartlar dayatmış) olsaydık, onlardan az bir bölümü dışında, (çoğu) bunu yapmazlardı. Ama onlar, kendilerine verilen öğüdü (tutarak gereğini) yerine getirselerdi, bu şüphesiz onlar için daha hayırlı ve yararlı olacak (bir tercihti. Yani Hz. Peygamber, (SAV) Allah’ın vahyi olarak; kendi canımıza kıymayı bile emretse, yerine getirilmesi icab ederdi.)” (Nisa: 66)
Her insan; Mevlâ’sını da belasını da, kendi arayış ve çabasıyla bulmuş olacaktır. Ve hiç kimse hiçbir haksızlığa uğratılmayacaktır.
Bu bilgilerin bizlere ulaşmasına sebeb olanlardan Cenabı Mevlamız razı olsun. Ne büyük bir nimete sahibiz. Ya Rabbim, kıymetini bilenlerden eyle bizleri. Amin.
EHLİNE VERİLEN HİZMETLE GELEN RAHMET…
RASULLULLAH EFENDİMİZİN HAYATLARINDA ilk İslam Devletinin kurulmasında işin ehline verilmesinin mükemmel örneklerini görmekteyiz…Fakat sonrasında ki zaman da münafıkların ve islam a yeni girmiş fakat bilgi eksiği olan kişilerin yaptığı hatalar neticesince oluşan yanlış davranışların hala günümüze kadar olan sonuçlarını görmekteyiz ve yaşamaktayız…
Erbakan Hocamızın hükümetleri zamanında da mükemmel örnekler vardı…Fakat yine sonrasında dış mihraklarında kötü niyetlerinin hayata geçmesiyle ülkemizde ve Dünya da ne kadar acı ve yanlış icraat ve hareketlerin olduğunu üzülerek görüyoruz ve yaşamaktayız…İnsanları insan olmaktan çıkardığını VE YENİ NESİLE AHLAK MİRASINI BIRAKMAKTAN ACİZ OLDUĞUNU izliyoruz…
İnşaAllah Adil Düzen Medeniyeti ile bu keşmekeşlik bitecektir…Rabbimiz layık olmayı ve gereğini yapabilmeyi nasip eylesin…
ADİL DÜZEN SİSTEMİNİN TEMELİ
Mekke fetholunduğu zaman Allah’ın evine hizmet etmeyi en üstün bir şeref ve mukaddes bir vazîfe telâkkî eden ashâbın ileri gelenleri, Kâbe anahtarının kendisine verilmesini istiyordu. Ancak Allah Resûlü (s.a.v), emâneti ehline verdi. Bu hakşinaslık karşısında bütün insanlar hayran kaldı, hattâ bir kısmı da hidâyetle şereflendi.
Bir defasında Resûlullah efendimiz, îmân edenlerle birlikte Kâbe’ye girmek istemişlerdi. Osman bin Talha Kâbe’ye de sokmak istemediği gibi sert de davranmıştı.
müslüman olmamasına rağmen
Anahtarlar fetihten sonra tekrar kendisine verilmişti.
Kıtabın Ortası
Halk arasında kimseye yaranmak için konuşmayan, gerçeği ifade eden kişilere “kitabın ortasından konuştu” denilerek tanımlama yapılır. İşte bu liyakat ve ehliyet konusunda da, herkes şikayetçi olsa da kimse gerçeği olduğu gibi ifade etmeye yanaşmıyor. Ta ki Milli Çözüm konuyu ele alana kadar, hep sınırlarda geziliyor. Ehliyet ve liyakat hususlarını hep metaforlara sıkıştırma gayreti çeken, söylediği sözlerin kendisini bağlamadığını ima eden tiplere inat, sayın yazarımız hepimizin kulağına küpe olacak, içimizi kıpırdatan bazı haksız hevesleri törpüleyecek gerçekleri bizlere tam da kitabın ortasından aktardılar. Artık bu vakitten sonra, umarım ki nefsim(iz) bu uyarıları unutmaz ve gereğini yapanlardan oluruz.
Adil olmak Adil düzen kurmanın gereğidir Liyakat
Adil olmanın güvenilir karşılığı hak edilen çaba harcanıp karşılığında olan yer hakkaniyet ve liyakat vesilesi ile Adil Bi Düzen olacaktır.
“Onlar Rablerinin (her emrine) icabet ederler, namazı dosdoğru yerine getirirler, (devlet, millet ve hükümet) işlerinde meşveret ederler (danışma ve dayanışma sonucu ortak kararla yönetirler.) Kendilerine verdiğimiz rızıktan da (Allah yolunda) harcayıp infak ederler.” (Şûrâ: 38)
Herhangi bir konuda bir insan dindar ve faziletli olabilir, cefakâr ve vefakâr olabilir, çok arzulu ve heyecanlı da olabilir; lakin, eğer o işe liyakatli; yani yeteri kadar bilgili, becerikli, deneyimli ve güvenilir değilse o görev ona verilmemelidir. Bir göreve getirilirken ideal insan hem istikametli, mütedeyyin ve hamiyetli, hem de vazifesinde de mahir ve ihtisas sahibi kimsedir. Aksi halde hem o vazifeyi yüklenen, hem de ona o vazifeyi tevdi edenler sorumlu olurlar. Bu bakımdan bir insan, hangi sahada ihtisas yapmış ve kabiliyetini hangi sahada geliştirmiş ise o sahada söz sahibi olmalı ve kendisine o sahada görev verilmelidir.”[2]
DÜNYA SİYASETİNİN ŞİFRELERİ VE OYUNCULARI!
Büyük beyinler büyük hedeflere kilitlenir ve o hedefe ulaşmak için sabırla, adım adım ilerlerler. Küçük beyinler şahıslarla uğraşır ve büyük çalışmalara ve hayırlı hizmetlere engel olma yolunda her türlü fitne ve çirkef olaya tevessül ederek kendilerince çok büyük iş yapmış olduklarına inanırlar. Yani egolarının ve nefislerinin köleleri olurlar. Bir dönem Elazığ’da ikamet ederken, Milko teşkilatlarında şu andaki ihanet şebekesinin güdümünde hareket eden bazı küçük beyinler, Milli Çözüm dergisinin okunmaması, anlaşılmaması ve mesajlarının kitlelere ulaşmaması için gizli gizli sadık ve samimi insanlara yalan, yanlış ve iftiralarla algı oluşturarak engellemeye yönelmişlerdi. Tabi bu korkak ve kaypak tipler bizleri gördükleri zamanda, farklı bir yüze bürünüyor yani münafıklıklarını açıkça ortaya koyuyorlardı. Ama zaman herşeyin ilacıydı ve Milli Çözüm çok şükür hep haklı çıkmıştı ve münafıklar bu durum karşısında çıldırdıkça çıldırmışlardı. Buradan çıkacak sonuç şu idi. Milli Çözüm, Milli Görüş ve Adil Düzen gibi büyük hedeflerin gerçekleşmesi yolunda emin adımlarla ilerlerken, birileri küçük hesaplar yaparak herzaman Milli Çözüme karşı toplumda farklı bir algı oluşturmaya yeltenmiştir. Kısacası herkes işini yapıyordu. Milli Çözüm ustalıkla yiluna devam ediyor, diğerleri ise kendileri için biçilmiş olan rollerde ayakta kalma ve birilerine yamanma mîcadelesi veriyordu. Dünya siyasetinin şifresi Milli Çözümle çözülecek ve başarıya ulaşılacaktır inşallah.
İslama hakkıyla hizmet etmek…
Mükemmel bir makale… Bu özelliklere sahip olabilmek için, Rabbimizi ve Peygamberimizi tanımamız gerekiyor. Bunun için sürekli, meal okuyup, anlamalı ve yaşamalıyız. Peygamber efendimizin hayatıyla ilgili en az bir kaç kitap okumamız, Milli Çözüm dergisi ve kitaplarını bitirmemiz gerekiyor. Allah bizlere İslam davasına en güzel şekilde hizmet etmeyi nasip etsin
Gözümüz, gönlümüz ,kalbimiz, beynimiz, elimiz , ayağımız , kulağımız, ağzımız, kısacası bütün azalarımız; Aziz Erbakan Hocamızın takipçisi ÜSTAD AHMET AKGÜL HOCAMIZA TAM VE EKSİKSİZ OLARAK Tâbi ve taraf olmak mecburiyetindeyiz“Kesinlikle Allah (CC) size; emanetleri (devlet yönetimi ve milletin idaresiyle ilgili görevleri), mutlaka ehil ve emin kimselere vermenizi ve insanlar arasında (karar verirken ve tercih yaparken) hükmettiğiniz zaman ise adalet ve hakkaniyetle hükmetmenizi emretmektedir…………. (Nisa Suresi 58. Ayet ) Bu Nisa 58. Ayette rabbimiz,[u][b] “karar verirken ve tercih yaparken) hükmettiğiniz zaman ise adalet ve hakkaniyetle hükmetmemizi” [/b][/u]herhangi bir göreve getireceğimiz, yani kendilerine bir makam ve memuruyiyeti emanet edeceğimiz kişileri tayin ederken, mutlaka dikkat ve riayet etmemiz gereken hususları anlatmaktadır. Bunlar: [u][b]1- Liyakat ve Ehliyet: [/b][/u]Yani o görevi yerine getirebilecek bilgi ve beceriye sahip bulunması.[u][b]2- Sadakat ve Emniyet:[/b][/u] Yani samimiyet ve ciddiyet derecesinin bilinmesi, güvenilmesi ve denenmiş olması[u][b]3- Kıdem ve Hizmet:[/b][/u] Bir konudaki ve teşkilattaki hizmet süresinin, gayret ve fedakârlık derecesinin hesaba katılması.[u][b]4- Karakter ve Fazilet:[/b][/u] Özü sözüne uygun, takva ve istikamet ehli olması, laubalilik ve laçkalıktan uzak durması.[u][b]5- Metanet ve Cesaret:[/b][/u] Zorluk ve sıkıntılardan yılmaması, hak bildiğini konuşmak ve yapmak hususunda tehdit ve tecavüzden korkmaması gibi esaslardır. Bir göreve getirilecek kişiler hakkında görüşümüzü beyan ederken veya tercih yaparken bu sayılan ölçüleri esas alarak ve vicdani kanaatimize uyarak hareket etmek hem İslâmi bir görevdir, hem de Hakk’a bağlılığımızın ve karakter yapımızın bir göstergesidir. Vicdani kanaatimize göre “layık ve sadık olanı” değil de, “işimize yarayanı” tercih ve teklif etmek ise, hem emanete hıyanettir. Hem davamıza hakarettir, hem de bile bile bir insanın hakkına tecavüz demektir. (Üstad Ahmet AKGÜL Hocamızın MESAJ VE METOD ADLI ESERİNDEN ALINTIDIR.) Evet bu 5 maddeyi de bihakkın üzerinde bulunduran günümüzde Aziz Erbakan Hocamızın en sadık talebesi ve takipçisi Üstad Ahmet AKGÜL Hocamız bulunmakta malum. İnsanlık maddi ve manevi büyük sıkıntılardan geçmekte… Yeryüzünde zulmün temsilciliğini yürüten Siyonizm canhıraşane işbirlikçileriyle büyük ama gerçekten profesyonel bir çabayla insanlığı madden ve manen sömürmekte… Ve bu Siyonizmi deşifre eden , deşifre etmekle kalmayıp onu etkisiz ve yetkisiz kılmak için projeler hazırlayan, uygulayan, ömrünü bu yola harcayan Aziz Erbakan Hocamızdan sonra, O’nun en sadık talebe ve takipçiliğini bihakkın yerine getiren getirmeye de devam eden Milli Çözüm ve Şahsi Manevisi Üstad Ahmet AKGÜL Hocamıza katıksız tâbi ve taraf olmamız, şeytanın ve nefsimizin iğvalarına kulak kabartmamız , [u][b]çünkü şeytan vicdan ehli Milli Çözüm ehli kimselere inandığı değer verdiği kıymet verdiği yollarla gelir ve ayartmaya çalışır..[/b][/u]. [u]Örneğin[/u] Milli Çözüm sadık rüyalara önem veriyor kıymet veriyor ölçü sayıyor. Şu an yeryüzünde sadece ülkemiz değil , sadece müslümanlar değil , bütün insanlık aleminin huzur ve saadeti için, hak hakim olsun insanlık huzur bulsun diye hazırlanan ADİL DÜZEN PROJELERİ başta olmak üzere D8′ ler , Yeni Anayasa Hazırlıkları, İslam Ortak Pazarı, Müşterek İslam Dinarı, İslam Savunma Paktı, İslam İlmi Araştırma ve Eğitim Ortaklığı, İslam Kültür ve Sanat İşbirliği Kurumları vb..fikir ve projeleri hazırlayan ikinci bir adres ve ikinci bir lider YERYÜZÜNDE BULUNMAMAKTADIR… Şeytan , böylesi kutlu bir hareket içinde bulunan vicdan ve sorumluluk ehli kardeşlerimize önem verdiğimiz değerler üzerinden mesela rüya yoluyla vesvesesini iğvasını fışkırtır ve sapmamıza sebep olur… Böylesi bir… Devamını oku
Emanet ve liyakat
Verilen veya alınan her görev bir emanettir. İşi doğru ve düzgün yapmak ise, emanete uygun davranmanın bir gereğidir.
“(O halde, ey Peygamber ve ey İslam toplumunun önderi! Rabbinin yolunda hedefe doğru adım adım ilerlerken, sağa sola sapmadan, yalpalamadan yoluna devam et ve Sana) Emredildiği gibi dosdoğru ol! (Sadece sen değil) Günahlarından tevbe edip Senin yanında yer alan (diğer Müslüman)lar da böyle olsunlar! Ve (sakın İlahi yasaları ihlal ederek yahut hak ve adalet sınırlarını aşarak) azgınlık etmeyin! (Unutmayın ki) Allah, yaptığınız her şeyi görmektedir.” (Hud: 112) ayeti bize işlerimizde dürüst olmayı ve işe hakkını vermeyi emretmektedir. İşe hakkını vermek için işe ehil olmamız, yani iş becerisi kazanmamız, iş hakkında yeterli düzeyde deneyim yaşamamız, işi yapma isteğimiz ve kararlılığımızın bulunması gerekir. Bu sıfatların hepsinin bir araya gelmesine liyakat diyebiliriz. Her birimiz üstlendiğimiz işleri düzgün yapmaktan sorumlu kimseleriz. Eğer âmir konumunda isek, işi ehil olana, yani işi bilene ve işi yapmak kararlılığı gösterene vermek vazifemizdir.
AHİR ZAMANIN MÜJDESİ-LİYAKAT ABİDESİ.
Rabbimiz den Onun davasına hizmet için, izzet ve devlet istenir.
Sâd 35
(Hz. Süleyman:) “Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasip olmayacak (başka birisinin bir daha ulaşamayacağı) bir mülkü (maddi imkân ve iktidarı) bana hibe-armağan edip (büyük lütfuna ulaştır!) Şüphesiz Sen, karşılıksız armağan edensin” (diye yalvarmıştı. Evet, Hakkı ve adaleti yürütmek, halka hizmet, hayra rehberlik etmek ve bu yolla Allah’ın rızasına erişmek maksadıyla Mevlâ’dan imkân ve iktidar istenebilir ve bu yönde çalışmalıdır.)
(sad/35)
Fakat Bakara 286. ayetin uyarılarını dikkate almalı ve Allah’a sığınılmalıdır.
“Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden (kapasitesinden) başkasını yüklemez. (Herkesin) Kazandığı (iyilikler) lehine, kazandırdıkları (veya sebep oldukları kötülükler ile, kendisine haksız şekilde kazandırılan şeyler ise) kendi aleyhinedir. “Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya (bu Kur’an’a, akla ve vicdana dayanarak vardığımız kararlarda ve içtihatlarımızda hataen) yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutarak azarlayıp cezalandırma! Rabbimiz; (hadlerini aştıkları ve azıp şımardıkları için) bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır (sorumluluklar) yükleyip (bizi bunaltma!) Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma! Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirgeyip acı! Sen bizim Mevlâ’mızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et. (Nusret ve muvaffakiyet verip zafere eriştir. Amin.)”
(bakara/286)
Herkes farkındadır ki; Aziz Erbakan Hocamızın Milli Çözüm ve liyakat kesbetmiş devlet yöneticisi müjdesi; ülkede ve dünyadaki temel sorunlara Milli Çözümler üreten MİLLİ ÇÖZÜMÜN ŞAHSİ MANEVİSİDİR.
Selam ve saygılarımızla..
Allah (cc) zaten yardımcısıdır. Sadıkları da eksikleriyle yolundadır inşallah.
Liyakat-Ders…
Ümmetin ve insanlığın hakkı üzerinde olan her seviyeden bir yöneticinin görev ve sorumluluk paylaşırken nelere ve liyakat hususunda hangi sıralamaya önem vermesi gerektiği…
Diğer taraftan da liyakat kazanmanın göstergesi ve nasıl kazanılacağını da öğreten bir makale.
Bu arada belli seviyedeki liyakatın, sadakat ve teslimiyetle de bağı olduğunu hissettiren bir makale…Allahualem…
Rabbimiz bizleri ders edenlerden eylesin. amin…
Sonsuz ve kusursuz cennet hayatını, dünyalık arzuların önüne almayı nasip eyle ..
Dünyada zafer ve galibiyete, ahirette cennete ve sonsuz saadete ve hele Allah’ın rızasına ve rü’yete erişmek için, kalbini; dünyalık fani ve fena heveslerden, şeytani ve şehvani kötülüklerden temizlemek icab ettiğine yönelik işaret ve ibretler vardır.
Yaratılış amaçlarını bilip olgunlaşmak
hizmet ehli olmak , halıka hürmet, mahluka merhamet, düşüncesini cihat şuurundan bizleri ayırma.
Baş koyduğumuz bu yolda, bütün kardeşlerimizle birlikte dünyada İzzet ve devlet e ahirette ise cennet ve rüyete ulaştır .amin
İşi Ehline Vermek Bir Basiret Ve Feraset işidir.
Kesinlikle Allah (C.C) size; emanetleri (devlet yönetimi ve milletin idaresiyle ilgili görevleri), mutlaka ehil ve emin kimselere vermenizi ve insanlar arasında (karar verirken ve tercih yaparken) hükmettiğiniz zaman ise adalet ve hakkaniyetle hükmetmenizi emretmektedir. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor!.. Doğrusu Allah, (her şeyi tüm ayrıntılarıyla) İşitendir, Görendir.(Nisa Suresi 58)
Yüce Rabbimiz işi(görevi) ehline ve emin kimselere verilmesini, birisi o işin ehli değilse o işi o insana vermemek gerektiğini emretmiştir. O halde Hem müslümanım hem ehliyet ve liyakat aramam diyemeyiz. Sorumluluklarımızı kuşanmak ve huzurlu bir insan olmak için Bizleri her daim aydınlatan Şuur kaynağı Milli Çözüme güzel ve aydınlatıcı makalemiz için teşekkür ederiz.
Ehil İnsan Olmak ve İşi Ehline Verebilmek İçin Okunacak Baş Makale
Makalemiz, makalemizin içerisinde geçen rüya ve tevili; Yazarımızın bir paragrafla fakat mükemmel olarak vurguladığı;
“Allah’ın rızasını her şeyin ve herkesin üstünde tutmanın… Sonsuz ve kusursuz cennet hayatını, dünyalık arzuların önüne almanın… Ve özellikle her nimet ve fazileti “hak ederek kazanmanın…” gereğini ve gerçeğini öğretip uyarmaktadır.”
Gerçeğini -kabukta kalmayıp içe(kalbe) işleyecek bir tarzda/hikmetle- anlatmaktadır.