YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
66426a2272f9d
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 8 7
Bugün : 20494
Dün : 22768
Bu ay : 269861
Geçen ay : 737322
Toplam : 23786147
IP'niz : 3.145.156.204

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 Siyonist Yahudi Lobilerinin ve onların güdümündeki emperyalist güçlerin, PKK gibi onyıllardır emek verdikleri ve masraf ettikleri “markalaşmış bir terör şirketini”, öyle “Türkiye’de toplumsal barışı sağlamak hatırına” hemen vazgeçip tasfiye edeceklerini düşünmek, en hafif tabiriyle, saflıktır. Güneydoğumuza özerklik sağlamaya hazırlık süreci kapsamında, PKK’nın bir bölümüne geçici eylemsizlik kararı aldırsalar da, “Bunlar Öcalan’ı takmıyor!” bahanesiyle, Kandil’deki fiili PKK eşkiyabaşı Murat Karayılan ve Suriyeli Nusayri Fehman Hüseyin ekiplerinin anarşist saldırılara devam edecekleri anlaşılmaktadır. Çünkü yıllık 500 milyar dolarlık cirosundan bahsedilen Afganistan, İran, Kuzey Irak ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırılan uyuşturucu trafiğinin en önemli “taşıyıcı” ve “dağıtıcı” elemanlarını PKK’lılar oluşturmaktadır. Hatta İstanbul’da esrarengiz bir cinayetle ortadan kaldırılan Bayan Sierra’nın da, bu uyuşturucu şebekesinin Türkiye-AB ülkeleri irtibatıyla görevli bir ABD FBI özel ajanı olduğu ortaya çıkmıştır.

Ayrıca ABD ve İsrail, PKK’yı İran, Irak ve Suriye’ye karşı kullanmak ve sözünden çıkarsa tekrar Türkiye’nin başına bela sarmak üzere elinde tutacaktır. Çünkü böylesine markalaşmış bir terör şirketini ve cinayet şebekesini dağıtmak onların işine yaramazdı. Hepsinden geçtik, bölge ülkelerini ve hükümetlerini “hizaya sokmak ve kendisine mahkum bırakmak” üzere, CIA ve MOSSAD ajanlarının, hatta patriot füzeleri komandolarının yapacağı “kanlı saldırı ve patlamaların” suçunu üzerine yıkacakları, PKK gibi bir bölgesel eşkıya şebekesine ihtiyaçları vardı.

PKK, İran’ın üzerine sürülecek’ şekilde yeniden düzenleniyordu!

İran kaynaklarına göre, ‘açılım’ın seyrine bağlı olarak, Türkiye’den çekileceklerle birlikte PKK militanları İran’a, Irak Nuri Maliki hükümetine ve Suriye’ye karşı kullanılacaktı. PKK bunun ilk işaretini Suriye için vermiş, Yeni Şafak Yazarı Abdülkadir Selvi, ‘Öcalan, devlete, Suriye’de işbirliği yapılması önerisinde bulundu’ şeklinde yazmıştı. AKP hükümetinin, Mesut Barzani’den sonra PKK ile de ortak zeminde buluşturulması, Tahran’ın önüne kocaman bir soru koymuştu: Türkiye’den Kuzey Irak’a çekilecek PKK militanları ne olacaktı? Çekileceklerle birlikte toplam 7-8 bin kişilik silahlı bir güç söz konusuydu. Bunun yaklaşık yarısı, üç bölge ülkesinde (İran, Irak ve Suriye) yuvalanmıştı.

Tahran’ı tedirgin eden görüş, yeni süreçte PKK’nın bölge ülkelerine, özellikle de İran’a karşı kullanılacağıydı.

PKK’nın yeni görev alanı

Tahran’daki endişe, önce Türkiye’de İran politikasına yakın çevrelerde tartışılmaya başlandı. Kaygı, rasthaber.com’da yorumlara konu olmuştu:

“AKP-PKK arasında sıkı bir pazarlık yaşanmaktadır… dikkatlerden kaçmayan sayın Başbaka’nın PKK için söylediği şu hatırlatmasıdır: ‘Silahları bırakıp çekildikleri sırada operasyon yapmayız!?’ Bu söz, PKK için yeni bir görev tayin edilmiş kokusu veriyor. İran ciddi bir tehlike ile karşı karşıya demektir. Çünkü, Türkiye’de misyonu biten PKK, kardeş örgüt PEJAK ile İran’ın başına bela olacakmış gibi görünüyor.” (12 Ocak 2013)

Başka İran kaynaklarında, PKK’nın yeni “görev alanı”nın İran’la sınırlı olmadığı, Suriye ve Irak Nuri Maliki Hükümetini de kapsadığı yorumlarına rastlanıyordu.

Üst düzey Dışişleri kaynağı

Habertürk gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı da gelişmeleri doğrulayan bir yazı kaleme almış, 4 MİT görevlisinin Kandil’e Öcalan’dan bir mektup götürdüğünü vurgulamıştı. Mektup, “yeni dönem”de örgütün İran ile nasıl karşı karşıya olacağının da işaretini veriyordu:

“Öcalan‘ın Kandil’e ilettiği en ‘kritik mesaj’ ise, ‘İran’a dikkat’ olmuş. ‘Provokasyonlar olacaktır ama en önemlisi İran’dan gelebilecek provokasyonlar. Bunu engelleyin’, demiş.” (10 Ocak 2013).

Bütün bu gelişmelere Tahran nasıl bakıyordu acaba? İran Dışişleri’ne yakın üst düzey bir kaynağa, “doğru mu, spekülasyon mu” diye sorulduğunda, İranlı kaynağın cevabı netti. “Evet”, kendileri de böyle bir yönlendirme bekliyordu. PKK’yı bölge ülkelerinin üzerine sürme politikasını, bir halk deyimiyle, “anasının oynaşını komşunun kapısına yollama”ya benziyordu.

BBC, PKK ile OSLO Yerine “ERBİL” Görüşmelerine Başlanacağını duyuruyordu.

BBC’ye konuşan Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Hükümet Sözcüsü Dizai sürece destek vereceklerini söylüyordu. Dizai’nin, “Eğer bu sorunun çözümüne katkıda bulunmak için herhangi bir destek veya bir rol oynamamız gerekirse kesinlikle rolümüzü oynamaya çalışacağız” sözleri dikkat çekiyordu. KDP Dış İlişkiler Sorumlusu Hawrami ise “Kolaylaştırma, teşvik etme ve fikir verme konusunda kırmızı çizgilerimiz yok” şeklinde konuşuyordu. MİT ile PKK arasındaki görüşmelerin yeni adresinin Oslo yerine Erbil olacağı yönündeki iddialar, İngiliz yayın kuruluşu BBC’yi harekete geçiriyordu. “PKK-MİT görüşmeleri Erbil’e mi taşınıyor?” sorusunun yanıtını Erbil’de arayan BBC’ye konuşan Bölgesel Kürt Yönetimi Hükümet Sözcüsü Safin Dizai “Gerekirse kesinlikle rolümüzü oynamaya çalışacağız” diyordu. BBC, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin başkenti Erbil’i, “Son yıllarda Türkiye için git gide önem kazanan bir adres” olarak nitelerken “Erbil’in dört yanında hemen hemen her sektörde Türk şirketleri göze çarpıyor” diye övüyordu. Ama Erbil’in adının bugünlerde Türkiye kamuoyunda sadece ekonomik değil, iç siyasal gelişmelerle ilgili de sıkça telaffuz edildiğini kaydeden BBC, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, “siyasi muhataplarımız yerli de olur, uluslararası da olur. Eğer uluslararası camiada da Erbil’deki siyasi muhataplardan istifade edeceksek onlarla da bu işi görüşürüz” sözlerine vurgu yapıyordu. Bu arada Viranşehir’de “Amara’dan doğan güneş, Rojava’yı özgürleştirecek” adıyla miting düzenleyen BDP’den PYD’ye destek veriliyordu. Viranşehir’de düzenlenen, “Amara’dan (Abdullah Öcalan’ın doğduğu Halfeti İlçesi’ne bağlı Ömerli köyü) doğan güneş, Rojava’yı (Suriye’nin Kamışlı kenti) özgürleştirecek” adlı miting, büyük Kürdistan hayalini deşifre ediyordu.

Barak’tan İran’a mesaj

Münih Güvenlik Zirvesi’nde konuşan İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak, Türkiye ile İsrail’in arasının düzeltilmesi gerektiğini söylüyordu. İsrail-Filistin arasındaki ihtilafların giderilmesi ve Filistin meselesi’nin halledilmesi için tüm planların masaya yatırılmasından yana olduklarını ifade eden Barak, “Biz çözüm için masa başında bir araya gelinmesini istiyoruz. Her ülkenin planını da bekliyoruz. Ancak hala İsrail’i tanımayan Hamas problem oluşturuyordu. Ancak biz İsrail-Filistin meselesini çözsek bile körfezde ve bölgede hakim olmak isteyen İran, sıkıntı çıkarmaya devam ediyordu.

“Türkiye ile Yakınlaşmalıyız”

İsrail Savunma Bakanı sözlerini şöyle sürdürüyordu: “Türkiye ve Mısır bölgedeki en büyük kilit ülkeler. Türkiye gerçekten çok kilit bir noktada yer alıyor. Türkiye ile tekrar yakınlaşmalıyız. Birkaç sene öncesine kadar aramız gayet iyiydi, ancak malum Mavi Marmara hadisesinden sonra hükümetler arası anlaşmazlık çıktı ve Türkiye-İsrail arası biraz açıldı. Türkiye ile aramızda tekrar iyi ilişkiler kurulacağını ümit ediyorum. Bilhassa bölgenin böyle çetin hadiselere gömüldüğü bir devirde aramızdaki tansiyonu mümkün mertebe düşürüp iki ülke arasındaki karşılıklı ve anlayışlı yakınlaşmaların tesis edilmesi gerektiğini düşünüyorum”

ABD’nin ‘Bölgesel Süper Güç’ zokasını AKP yutuyordu!

Cengiz Çandar, 7 Ocak 2013 günü Vatan gazetesinde yayınlanan röportajında Mine Şenocaklı’ya, “Kürt sorununun çözümünün, Türkiye’nin Kuzey Irak bölgesi ve Kürtlerin yaşadığı Kuzey Suriye ile federasyon şeklinde birleşmesinden” geçtiğini söylüyordu.

Çandar zaten 1990’lı yıllardan beri “ya büyüyecek ya küçülecek” diyerek, Kerkük-Musul’u ilhak etmeyen bir Türkiye’nin parçalanacağı görüşünü savunuyordu. Aslında bu görüşlerin asıl sahibi bilindiği gibi Turgut Özal’dır. ABD’nin “Türkiye himayesinde Kürdistan” planını 1987 yılında ABD Savunma Bakan Yardımcısı William Taft, Türkiye’ye gizlenen bir “yıldırım ziyareti” yaparak getiriyordu. “Türk-Kürt ittifakını gerçekleştirerek Türkiye Bölgesel Süper Güç olacak!” AKP’nin İmralı’da Öcalan’la başlattığı yeni “Açılım süreci” bu şekilde propaganda ediliyordu.

Türkiye’nin Bölgesel Süper Güç olacağı propagandasının asıl sahibi Washington oluyordu. Obama’nın başkan seçilmesinden sonra ABD, Irak ve Afganistan’dan çekileceğini ilan ediyor, doğacak boşluğun ise taşeron devletler tarafından doldurulması hedefleniyordu. İşte, Türkiye’nin Irak’ın kuzey ile bütünleşmesi anlamına gelen “Kürt açılımı” böyle başlıyordu. Abdullah Gül “Kürt açılımı iyi olacak” diyor, Türkiye Erbil’de konsolosluk açıyor, Oslo’da PKK ile gizli görüşmeler başlıyor, kamuoyu yapıcıları da harekete geçiriliyordu. Niall Ferguson tarafından Newsweek’te büyük bir Osmanlı İmparatorluğu haritası ile birlikte kaleme alınan yazıda, Ortadoğu’da ABD’nin çekilmesiyle doğan boşluğun Türkiye tarafından doldurulacağı anlatılıyordu. HaberTürk, Newsweek yazarı N. Ferguson’un, “Çokuluslu şirketlerin sömürge danışmanı” olduğunu belirtiyordu. İşte bu “Siyonist sömürge danışmanı; Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’sinin bölgesel bir süper güç olacağını, Atatürk öncesi sürece dönme arzusu taşıdığını ve Türkiye’nin “Ortadoğu’da yeni bir Müslüman imparatorluğa ulaşacağını” söylüyordu.

“Bölünmüş Irak, ucuz enerji demek” haberleri bilinçli yayılıyor, Barzani ile gizli anlaşmalar yapılıyordu.

Aytun Çıray, AKP Hükümetinin, Kuzey Irak yönetimiyle 2012 Mayıs’ında gizli anlaşma yaptığını ve bunu Meclis’ten kaçırdığını söylüyordu. Çıray, Mayıs 2012 de AKP Hükümeti’nin “Bağdat’ı devre dışı bırakarak Kuzey Irak bölgesi Yönetimi ile bir enerji anlaşmasını imzalamak üzere olduğunu, bir madde hariç anlaşmanın diğer maddelerinde mutabakat sağlandığını, bu anlaşmaya zemin teşkil edecek olan çerçeve düzenleme anlaşmasının da çoktan imzalandığını” belirtiyordu. “Basında çıkan haberlere göre anlaşma, Irak’ın kuzeyinde petrol ve doğalgaz arama ve çıkarmayı, bulunan petrol ve doğalgazın Türkiye üzerinden dünya piyasalarına pazarlamayı içeriyordu. Türkiye, Kuzey ırak Bölgesel yönetimi ile henüz TBMM’den çıkmamış bu anlaşmayı çerçeve Düzenleme Anlaşması’na dayanarak hayata geçiriyordu.

Babakan’ın Neçirvan Barzani, Enerji Bakanı Taner yıldız ve kuzey Irak’ın Doğal Kaynaklar Bakanı Ashti Hawrami arasında doğalgaz ve ham petrole yönelik imzalar atıldığını söylediğini hatırlatan Çıray, petrölü çıkartan ve özerk bölgenin onayıyla Türkiye üzerinden satan şirketin genel müdürü Tony Heyvard’ın 17 Ocak 2013 tarihinde uluslar arası haber ajanslarına bir açıklama yaptığını ve bu açıklamada söz konusu sevkiyata cevaz veren anlaşmanın niteliğinin “devletten devlete” olduğunu söylediğini belirtiyordu.

– Bu anlaşma varsa ve ilgili şirket yetkililerince ifşa edildiği şekilde “devletten devlete” imzalanmışsa, Türkiye ile hangi devlet arasında imzalanmıştır? KIBY diye uluslararası tanınılırlığı olan bir “devlet” statüsü kazanmış mıdır?

– Eğer böyle bir anlaşma yapıldıysa, Irak ve KIBY Anayasalarına göre KIBY’nin merkezi Irak hükümetinin onayı olmadan bu anlaşmaya imza atma yetkisi var mıdır?

– KIBY’nin bu anlaşmayı yapma yetkisi varsa, Irak Merkezi hükümeti neden ve neye dayanarak petrolün doğrudan Türkiye’ye sevk edilmesi ve satılması halinde üretici firmayı dava edeceğini, satılan mallara el koyacağını resmen açıklanmış mıdır?

– Irak Merkezi Hükümeti’nden bu onay alınmadıysa, T.C adına bu anlaşmayı imzalayanlar hangi hukuki zemine, kanuna, kararnameye veya yönetmeliğe dayanarak bu belgeye imza atmışlardır?

– Dış İşleri Bakanlığımız KIBY’ni muhatap kabul ettiği takdirde, bu muhataplık hangi ulusal ve uluslararası hukuka uygun yapılmıştır?

– Bu anlaşma hala TBMM’nin onayına sevk edilmediği ve hukuken yürürlüğe girmediği halde, Kuzey Irak’tan petrol sevkiyatı neye dayanılarak merkezi Irak yönetiminin kesin muhalefetine rağmen başlatılmıştır?

Bu anlaşma, KIBY ile Türkiye arasında federatif bir cumhuriyet kurulmasının alt yapısı ve hazırlığı mıdır? Soruları hala yanıtını aramaktaydı.

Yani Anayasa Hazırlığı!

ABD Ankara Büyükelçisi Ricciardone de Türkiye’deki sorunlara çözüm için, “Yeni Anayasa”ya işaret ederek, “Hükümet örnek bir çaba ile yeni anayasa yapmaya çalışıyor” ifadesini kullanıyordu.

Gazetelerin Ankara temsilcileri ile bir araya gelen ABD Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone, halen hapiste olan milletvekillerini, öğretim üyelerini, eski YÖK Başkanını ve tutuklu askerleri gündeme getirerek, “Tam anlaşılamayan suçlamalar, 16 yıl önceki çalışmalarla ilgili belirsiz ithamların ve hüküm öncesi uzun süren tutuklamalar ve şeffaflık eksikliği gibi hatalar” olduğunu hatırlatıp, “Bu insanlar terörist olarak yorumlanırsa kafalar karışır, Avrupa ve ABD mahkemelerinin buna anlam vermesi zorlaşır. Burada iyi haber şu: Hükümet son derece örnek bir çaba ile yeni bir Anayasa yapmaya çalışıyor. Bunu Türkiye dışında yapan pek görünmüyor. Eminim daha iyi bir Anayasa olacak. Ayrıca Adalet Bakanı, bir değil, 2 değil, tam 4 yargı paketi gündeme getirdi. Türkiye, hukukun üstünlüğüne dayalı, mükemmel bir yasamaya sahip bulunuyor” diye övüyordu.

Ricciardone, “nüfusunun bir parçası olan Kürtlerin ana dilini kullanması konusunda birlikte attıkları adım için” de hem hükümeti hem de muhalefeti kutluyordu.

“ABD ve Türkiye’nin üst düzey askeri liderleri arasında çok önemli ziyaretler oldu. Bunları gizli tutmam gerekiyor. Bizim, ‘operasyonel istihbarat füzyonu’ dediğimiz bir çalışma sistemi var, yürüyor” diyen Ricciardone’nin sözünü ettiği işbirliği çerçevesinde, geçen yıl Ağustos ayında Türkiye-ABD Dışişleri, istihbarat ve askeri birimleri arasında “Operasyonel Ortak Görev Gücü” adlı bir birim kuruluyordu. Suriye’deki gelişmeler gerekçesiyle kurulduğu açıklanan bu görev gücünün daha geniş bir görev kapsamı olduğu ortaya çıkıyordu. Bu mekanizmaların kurulmasının ardından, İzmir NATO’nun Kara Kuvvetleri Komutanlığı merkezi yapıldı, Patrotlar Türkiye’ye yerleştirildi ve Ricciardone’nin sözünü ettiği “deneyim paylaşımı” gerekçesiyle ABD-Türkiye Özel Kuvvetleri arasında süresiz bir ortak çalışmayı hedefleyen özel anlaşma imzalanıyordu.

Davutoğlu’nun “Çakıl taşı” palavrası!

İsrail uçaklarının Suriye’yi vurması üzerine Dışişleri Bakanı Davutoğlu: “Suriye, İsrail’e bir çakıl taşı dahi atmadı” diyerek eleştiriyordu. Mavi Marmara’dan sonra Türkiye İsrail’e çakıl taşı attı da biz mi görememiştik? İsrail’in Suriye’ye düzenlediği hava saldırısı karşısında “Şam”ın tavrını eleştiren Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “Niye İsrail uçakları Esad’ın sarayının üzerinden uçup ülkesinin onuruyla oynarken bir çakıl taşı bile atmıyor? Diye hava atıyordu. Oysa İsrail, Akdeniz’de 9 Türk’ü Mavi Marmara gemisinde şehit edip ülkenin gururu ile oynarken Davutoğlu ve AKP kadrosu sadece şov yapıyordu. Çünkü Türkiye’nin 10 yıllık AKP iktidarında en fazla ticaret hacminin genişlediği ülkeler arasında ABD ve İsrail ilk sıralarda yer alıyordu. Rakamlara bakıldığı zaman 10 yıllık süre içinde ABD’de ile ihracatımız tavan yaparken, ithalatımız yerinde sayılıyordu. Türkiye ve İsrail arasındaki toplam dış ticaret hacmi de bu süre içinde 29 milyar 510 milyon dolara yükseliyordu. 8 milyon nüfuslu İsrail ile yapılan bu ticaret hacmi, İsrail ile AKP arasındaki, ilişkinin “duygusal” boyutunu gözler önüne seriyordu. AKP Türkiye’si vatandaşlarını kanını İsrail’e “dış ticaret” “reel politik” adı altında para karşılığında satıyordu. Oysa AKP’nin Beşar Esad karşıtı politikalarında sarıldığı bir yalan da “İsrail’in Şam yönetimini desteklediği” iddiası oluyordu. Böylece tabanlarının “Biz İsrail karşıtıyız. İsrail Beşar Esad‘ı desteklediğine göre, partimizin Şam’a karşı harekete geçmesi doğrudur ve normaldir” şeklinde düşünmesi sağlanıyordu.

AKP’nin Yeni Şafak‘ta yazan Merkez Karar Yönetim Kurulu (MKYK) üyesi Yasin Aktay ise; “Esad’a İsrail’den hayat öpücüğü“ başlıklı yazıyla, bu yalanın dozajını daha da artırıp, iki ülkenin işbirliğinin uzun yıllara dayandığını ileri sürüyordu. Profesör unvanlı Yasin Aktay‘ın Şam’ın sürekli İsrail’in çıkarlarını savunduğunu yazması, kuşkusuz cehaletten değil fakat yalanın kuyruklusuna duyulan ihtiyaçtan kaynaklanıyordu.

İsrail’in Suriye’ye operasyon hazırlığı sürüyordu!

Peki, gerçek ne? Olayları ve açıklamaları tarihi sırasına göre anımsayalım:

1) İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak: “Suriye’ye operasyon için hazırlıklara başladık“ diyordu. (Hürriyet, 21 Temmuz 2012)

2) İsrail Dışişleri Bakanlığı Siyasi Direktörü Pinhas Avivi, Suriye konusunda Türkiye ile masaya oturmayı öneriyordu. (Hürriyet, 22 Ekim 2012)

3) İsrail’den Suriye’ye ateş açılıyordu. (Hürriyet, 11 Kasım 2012)

4) İsrail, Ürdün’de Özgür Suriye Ordusu subaylarıyla gizli görüşme yapıyordu. (Ajanslar, 31 Aralık 2012)

5) Almanya’da yayımlanan Focus dergisi, İsrail’in Sayeret Matkal adlı komando birliğinin, Özgür Suriye Ordusu’na destek için uzun bir süredir Halep’te olduğunu yazıyordu. (1 Ocak 2013)

6) Lübnan’da yayımlanan El Manar Dergisi, Türkiye ile Katar’ın 20 Ocak 2013’te Tel Aviv’de İsrailli yetkililerle Suriye konusunda gizli bir görüşme yaptığını açıklıyordu. Dergiye göre Türkiye’yi İstihbarat Başkan Yardımcısı temsil ediyordu.

7) Ve nihayet İsrail uçakları, Suriye’yi vuruyordu. (31 Ocak 2013)

İsrail güvenliğinin mihenk taşı: AKP Oluyordu.

8) İsrail’in eski güvenlik danışmanı Moşe Maoz, 1 Şubat 2013’te ABD’nin Los Angeles Times gazetesine verdiği demeçte, “İsrail’in Suriye saldırısının ABD ve Türkiye ile koordine edilmiş olabileceğini” belirtiyordu.

9) İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak‘ın Münih Güvenlik Konferansı’nda söylediği şu sözler, İsrail’in gerçekte AKP’nin Suriye politikasıyla uyumlu olduğunu gösteriyordu: “Hizbullah ve İranlılar Esad’ın kalan tek müttefikidirler. Esad’ın düşüşü çok yakındır ve bu İranlılar ile Hizbullah’a büyük bir darbe olacaktır.”

Üstelik Ehud Barak konuşmasında, Şam Yönetimine karşı mücadele eden Türkiye ile Suudi Arabistan’ı “bölge güvenliğinin mihenk taşı” olarak övgüler yağdırıyordu. (Anadolu Ajansı, 3 Şubat 2013) Haliyle “İsrail’den Esad’a hayat öpücüğü” diyen AKP yöneticilerine sormak durumundayız: İsrail aslında kimi öpüyordu?[1]

Böylesine kuru sıkı palavralarla “halkın havasını” alan AKP En büyük terörist olan ABD’ye hizmet yasası çıkarıyordu.

Hükümet, “Terörizmin Finansmanın Önlenmesi Tasarısı” adı altında, başta Hamas olmak üzere Müslüman örgüt, grup ve siyasi oluşumlara yapılacak yardımın önünü kesmeye hazırlanıyordu. Tasarı yasalaşırsa ABD ile İsrail’in istemediği İslami gruplar tüm dünyada yalnız ve yardımsız bırakılıyor bu kuruluşlara destek veren kurumlar da ‘’terörü finanse ediyorlar’’ yaygarasıyla kapatılıyor ve mal varlıklarına el konuluyordu. Yasaya göre Türkiye, ABD ve İsrail’in terörist ilan ettiklerini terörist olarak kabul ediyordu. Bu yasayla, başta ABD ve İsrail olmak üzere dünyada terör estiren devletler, kendi çıkarları doğrultusunda, kendilerine tehdit olarak gördükleri kişi ve kurumları ‘terörü finanse ediyor’ suçlamasıyla bertaraf edebiliyordu. Yapılan düzenlemeye ve BM Terörizmin Önlenmesi İle İlgili Uluslararası Sözleşme’nin pratiğine bakıldığında, başta ABD olmak üzere Güvenlik Konseyi’nin, terörist olarak ilan ettikleri, örgüt, grup, siyasi oluşum ve camialar Türkiye tarafından da terörist sayılması gerekiyordu. Bu şekilde terörist ilan edilen kuruluşlarla ilişki kuran bütün kişi, STK ve şirketler de kara listeye alınıyordu. Hiçbir yargı kararı da terör listesine giren kurum ve kuruluşları aklayamayacaktı. Aynı zamanda bu kurum ve kuruluşların mal varlıkları da dondurulacaktı.

Peki PKK’dan nasıl kurtulacaktık?

Eşkıya başıyla ve Batılı gavurların dayatmasıyla pazarlığa oturup, Güneydoğumuzun adım adım koparılmasına yol açacak tavizleri vermek, PKK’yı uslandırmaz, daha da azdırırdı. PKK belasından ancak Kürt kardeşlerimizin bilinçlenmesi ve direnişe geçmesi sayesinde kurtulma imkanı vardı, bunun da yolu “manevi şuura ve maddi huzura”, yani İslam’a dayanmaktaydı. Öyle lafta kalan bir “Din kardeşliği” edebiyatıyla değil, tamamen Allah rızasına ve Kur’ani esaslara bağlı bir iman inkılabı yapılması, Türk-Kürt bütün halkımıza temel hak ve hürriyetlerinin sağlanması, PKK’nın zehirli zihniyetini kökünden kurutacaktır.

18. Yüzyılın sonunda emperyalistlerin kayıtlarında açık şekilde görüleceği üzere Batılılar, birden Kürtleri keşfediyor; Türklerden koparmak ve başka bir millet inşa etmek için çalışmaya başlıyordu. Oysa, 19. Yüzyıla kadar ne Kürtler kendilerini ayrı bir millet olarak görüyordu, ne de Türkler Kürtleri ayrı sayıyordu. Hatta Avrupalılar bile, bu tarihlere kadar Kürtlerde dahil, Anadolu’da yaşayan herkesi Türk sayıyor ve Türk kavramını Müslüman anlamında kullanıyordu. Yani Batıda “Türk”le “Müslüman” biri birini çağrıştırıyordu. Bunu en çarpıcı örneği, İngiliz ansiklopedisi Encyclopedia Britannica’nın Kürdistan maddesi görülüyordu. Encyclopedia Britannica’nın 1875-1911 yılları arasındaki bütün baskılarında Kürtler, Turani bir topluluk olarak tanıtılıyordu. 1911 yılından sonra ise, Turani olan Kürtler, birdenbire İrani olup çıkıyordu.[2]

1993 yılında, lise çağında iken 13 arkadaşıyla Selam Anadolu Hareketi’ni başlattığını söyleyen Galip İlhaner, şu an 5 binin üzerinde üyeye eriştiklerini, Türkiye’nin 81 ilinde ve birçok ilçede temsilciler belirlediklerini, partileşme çalışmalarına hız verdiklerini belirtiyordu. PKK/BDP karşıtı “Selam Anadolu Hareketi”nin “Benim adıma kan dökme” yürüyüşleri ve “Artık yeter” mitingleri düzenleyeceğini bildiren Kürt kökenli İlhaner, şunları kaydediyordu: “Tüm halkımızı bizlere destek vermeye, terörü beraberce lanetlemeye davet ediyoruz. Biz barış isteyen Kürtleri temsil ediyoruz. Bütün Kürtler adına PKK’yı silah bırakmaya, bizim adımıza kardeşlerimizi öldürmekten vazgeçip, vatanlarına dönmeye, kendi kendilerini tasfiye ederek, Türkiye’ye teslim olup bu kirli savaşa son vermeye çağırıyoruz” PKK, ancak Kürt halkının isteğiyle, çocuğu, yakını PKK’da olanların örgüte baskı yaparak ‘çocuğumu, kardeşimi, yakınımı istiyorum’ çağrısıyla tasfiye edilebilir. Sadece Kürt halkının barışçıl iradesi PKK’yı dağdan indirmeye yeterlidir. Bunu PKK’nın ana gövdesinden bahsederek söylüyorum. Yoksa Ortadoğu coğrafyasında PKK’lar daha uzun süre bitmez. Bugün PKK, başta İsrail adına, ABD ve AB gibi dış güçler adına Türkiye’de kaos çıkarmaya çalışmaktadır. PKK, Türkiye’yi dış güçlerin müdahalesine açık hale getirerek Libya’daki, Suriye’deki gibi bir ortama zemin hazırlamaya çalışmaktadır”

“PKK’nın en zayıf halkası Kürtlerdir. En güçlü halkaları ise İsrail’dir, ABD’dir, AB ülkeleri ve bazı komşu devletlerdir. PKK’nın Öcalan üzerinden tasfiye edilmesi neredeyse imkânsızdır. Biz bu şekilde zaman kaybediyoruz. Çatışma uzuyor ve insanlarımızı kaybediyoruz. PKK, bugün Kürtlerin elinden çıkmıştır. Mossad güdümlü, Suriye istihbaratının elemanı olan, Nusayri Fehman Hüseyin’in eline geçmiştir. MOSSAD ajanı bir Nusayrinin Vanlı, Diyarbakırlı, Şırnaklı, kardeşlerime emir vererek; Konyalı, Antalyalı, Trabzonlu, kardeşlerimize kurşun sıkmasına seyirci kalamayız. Bu oyun Kürt halkının iradesiyle bozulacaktır. BDP ve avanesi çocuklarımızı kendi rantlarına alet ediyor, çocukları kullanarak ortalığı karıştırıyorlar. Molotofçu bir nesil oluşturmaya çalışıyorlar. Biz barış isteyen son nesiliz diye de tehditler savuruyorlar. Kendilerini vazgeçilmez olarak görüyorlar. Bizce PKK, ancak kürt halkının baskısıyla, annelerin karşı çıkmasıyla silah bırakabilir. Biz bu yolun en mantıklı yol olduğunu düşünüyoruz”[3]



[1] maliguller@aydinlikgazete.com

[2] Bilal N. Şimşir, Kürtçülük (1787-1923) Bilgi yayınları, Ankara 2007. Sh.16

[3] Osman Yiğit / Ankara. Akit, 28 ağustos 2012, Sh.10

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Ahmet AKGÜL

Ahmet AKGÜL

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

ÖZEL YAZILAR

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx