SADAKAT VE İTAAT
Kur’an’da; insan karakterleri, çeşitli şekillerde ve pek çok detay verilerek tarif edilir. İnkârcıların taşıdığı kötü ahlâk özellikleri ve karakter bozuklukları anlatılır. Buna karşın, mü’min ahlâkının da son derece kapsamlı bir tarifi yapılır. Allah’ın ruhunu taşıyan, O’na yönelen ve yalnızca Allah’a itaat eden mü’minlerin Kur’an’da sayılan tüm özellikleri, yüksek bir ahlâk ve karaktere dayanır.
İnkârcıların ve mü’minlerin tarifine baktığımızda, iki tarafın da birbirine tamamen zıt özellikler taşıdığını görürüz. Örneğin; mü’minler samimi ve güvenilirdir, inkârcılar ise samimiyetsiz ve son derece içten pazarlıklı bir yapıya sahiptirler. Mü’minler; mütevazı, cesur ve fedakâr iken, inkârcılar; kibirli, korkak ve bencildirler. Mü’minler ve inkârcılar arasındaki bu büyük farklardan biri de sadakat konusunda ortaya çıkar. İnkârcılar asla gerçek bir sadakate sahip olamazlar. Kıstas olarak yalnızca kendi çıkarlarını seçtikleri için, bu çıkarlar uğruna kolaylıkla sevdiklerini söyledikleri insanları (dostlarını, yakınlarını) aldatabilirler. Doğru olduğunu bildikleri bir yoldan, kolaylıkla geri dönebilirler.
Oysa mü’minler tamamen farklıdırlar. Onların kıstası; kendi küçük çıkarları değil, Allah’ın rızasıdır. Tüm tavırlarını, Allah’ın istediği şekilde düzenlerler. Bu nedenle de sevdiklerini (yani diğer mü’minleri), basit hesaplar uğruna yüzüstü bırakmaları ya da bir zorluk nedeniyle doğru bildikleri yoldan dönmeleri söz konusu değildir. İman edenlere ve özellikle de Peygambere karşı, büyük bir sadakatle bağlıdırlar. Allah, mü’minlerin sadakatini şöyle tarif eder:
“Mü’minlerden öyle (mert ve metin) er kişiler vardır ki, Allah üzerine yaptıkları ahde (iman, itaat ve cihad sözlerine) sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirip (Hakk uğrunda canını vermiştir), kimi de (gönülden cenneti ve şehadeti umup) beklemektedirler. Onlar hiçbir vazgeçme ve yan çizme (bedel ve bahanesi) ile (Allah adına verdikleri sözlerini) değiştirmemişlerdir.” (Ahzâb: 23)
Sadakat, mü’minleri bir arada tutar. Kararlılığın önemli bir göstergesi olan bu özellik, gevşek yapının oluşmasına engel teşkil eden mü’min özelliklerinden biridir. Sadakatte gösterilecek ufak bir gevşeklik, kişinin kendisine olan saygısını kaybettirir. Kendisine saygısını kaybeden bir kişi ise, gittikçe daha da kötü bir duruma doğru ilerler. Yapılan bir sadakatsizlik, ardından çok büyük sonuçlar doğurmaktadır. Sadakatsizlik yapan bir kişi, ilk önce bu hareketini mü’minlerden gizli tutmaya çalışarak sahtekârlık boyutuna girer. Birbirini izleyen yalanlarla, mü’minleri aldatmak için uğraşmaya başlar. Bu durumu yeni yalanlar takip eder ve kişi; mü’minleri aldatabildiği hissine kapılarak, farklı bir yaşam tarzını benimsemeye başlar. Bu yaşam tarzı; olabildiğince mü’minlerden kopuk, onlara sevgi duymayan, sadece mü’minlerden faydalanabilmeye dayanan bir yaşam tarzıdır. Bu; kişinin Allah rızasını değil, insanların rızasını alabildiğince gözettiği ve onlar karşısındaki itibarını kendi aklınca kurtarabilmek gayesiyle yalanlara sığındığı zavallılık durumudur. Bu zavallılık durumunun ardından, mü’minler tarafından fark edilip yalanları teker teker ortaya çıkmaya başlayan kişi, münafıklık noktasına doğru adım adım ilerler. Sadakatsizliğine; mazeretlerle çıkış noktaları bulmaya çalışarak, kendini temize çıkarmaya uğraşır. Kendini temize çıkarma uğraşı; mü’minlerden ayrılıp müşrik, münafık ve dinsizlerle ittifaka gidebilme noktasına kadar kişiyi götürür.
Sadık mü’minler ise sadakatlerini ölünceye dek sürdürerek, kararlılıklarını ve Peygambere olan itaatlerini gösterirler. Çünkü mü’minlerin bu sadakati, gerçekte Allah’a karşı olan sadakatleridir. Sadakatsizlik yapan kişi; bu hareketini mü’minlere karşı değil, Allah’a karşı yapar. Sadakat ve itaat de yalnızca Allah’adır. Kur’an’da Peygambere itaat edenlerin Allah’a itaat etmiş olacağı şöyle haber verilmektedir:
“Kim Resul’e itaat ederse, gerçekte Allah’a itaat etmiştir. (Hz. Peygamber; hem tebliğ hem de teşri -hüküm belirleme- ile görevli ve yetkilidir.) Kim de (Resul’den ve Sünnet’inden) yüz çevirirse (o hüsrana düşecektir), Biz Seni onların üzerine zorlayıcı bir bekçi göndermedik ya!..” (Nisa: 80)
Sadakat, bir mü’minin en hassas olması gereken konulardan biridir. Kur’an’da, Peygamberle birlikte mücadeleden kaçmaya yeltenen münafıklardan söz edilirken, onların daha önceden sadakat göstereceklerine dair yemin etmiş oldukları söylenir ve bu yeminin ağır bir sorumluluk olduğu şöyle bildirilir:
“(Halbuki) Andolsun, daha önce ‘arkalarını dönüp kaçmayacaklarına (ve İslam davasından kaytarmayacaklarına)’ dair Allah’a söz vermişlerdi; Allah’a verilen söz (ahit) ise, (ağır bir) sorumluluktur. (Ahdine vefa etmeyenler belasını bulacaktır.)” (Ahzâb: 15)
Allah’a verilen sadakat sözü, ağır bir sorumluluktur. Bu nedenle de Allah mü’minlere şöyle emreder:
“Allah’ın ahdini (Hakk adına verdiğiniz garantileri ve sözleşmeleri basit dünyalık çıkarlar karşılığı) değersiz bir menfaate satmayın. Eğer (iyice düşünüp) bilirseniz Allah katında olan, (samimiyet ve gayret ehli mü’minlere va’ad edilmiş bulunan) sizin için daha hayırlıdır (ve gereklidir).” (Nahl: 95)
Kuşkusuz sadakatin en açık göstergesi, Peygambere itaattir. İtaat, pek çok Kur’an ayetinde emredilen son derece önemli bir ibadettir. Ayetlerin bildirdiğine göre Elçiye itaat etmek; hem Allah’tan gelecek rahmet ve merhametin, hem cennetin, hem de inkârcılara karşı kazanılacak başarının anahtarıdır. Ayetlerde şöyle hükmedilmektedir:
“Allah’a ve Elçisine (ve Onların izinden giden adil devlete ve hükümete) itaat edin, olur ki merhamet edilir (huzurlu ve onurlu yaşama ulaşıverir)siniz.” (Âl-i İmrân: 132)
“İşte bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse, (Allah) onu (ağaçları) altından (ve zemin kısmından) ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Orada ebedi kalacaklardır. İşte asıl büyük başarı ve kurtuluş bu (olacaktır).” (Nisa: 13)
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin (Kur’an’a uyun), Peygambere (sünnetine tâbi olun), ve sizden olan ‘Ulu’l-Emr’e’ (yani, inandığınız gibi Hakk ve hayır üzere sizi yönetenlere, adil devlete ve hükümete, gerçek ilim ve içtihat ehline) de itaat edin. Eğer herhangi bir hususta anlaşamayıp çekişirseniz, onu hemen Allah’a (Kur’an’a) ve Resulüne (Sünnete) arz edip (bunlara göre hüküm verin. Sorunlarınızı; sarih ayetleri ve sahih hadisleri esas alarak, akıl ve ilim yoluyla kıyas yaparak, İÇTİHAT yöntemiyle çözmeyi öğrenin). Şayet Allah’a ve ahirete inanıyorsanız, bu sizin için daha hayırlıdır ve dönüp erişilecek netice olarak daha güzeldir.” (Nisa: 59)
“Biz elçilerden hiç kimseyi, ancak Allah’ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir gaye ile göndermedik. (Münafıklar) Onlar (isyan ve itiraz sebebiyle) kendi nefislerine zulmettiklerinde, şayet Sana gelip Allah’tan bağışlanma dileselerdi ve elçi de onlar için bağışlanma talep etseydi, elbette Allah’ı tevbeleri fazlasıyla kabul eden, merhamet buyurup esirgeyen olarak bulabilirlerdi.” (Nisa: 64)
“Her kim Allah’a ve Resul’e itaat ederse (ve sonuna kadar İslam’da ve cihadda sebat gösterirse), işte onlar Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar (Hakkı doğrulayan sadıklar), şehitler ve salihlerle beraberdirler. Bunlar arkadaş olarak; ne iyi ve ne güzel (kimseler)dir.” (Nisa: 69)
Ayetlerde emredildiği üzere; Peygambere itaatin her türlü şartta, her türlü zorlukta kayıtsız-şartsız uygulanması gerekir. Küçük birtakım zorluklara göğüs gererek yapılan itaat, belki münafıklar tarafından da gösterilebilir; oysa gerçek anlamda zorluk ve sıkıntıya rağmen ortaya konan itaat, mü’minlere has bir özelliktir. Nitekim Kur’an’da; Peygamber Efendimizin dönemindeki münafıkların, Allah yolunda girişilecek mücadeleyi zor görerek geride kaldıkları bildirilir. Ancak eğer; “Yakın bir dünya menfaati ve orta halli (zahmetsiz) bir sefer” olsa geleceklerini, ayetlerde şöyle haber verilmektedir:
“(Ey mü’minler!) Gerek hafif (gençlik çağında ve teknolojik imkânlarla), gerek ağırlıklı (olgun yaşta ve klasik-ağır silahlarla donatılmış) olarak seferber olun ve mallarınızla canlarınızla Allah yolunda cihad edin. (Adalet düzeni kurulsun ve insan hakları korunsun diye gayret gösterin.) Eğer bilirseniz sizin için bu pek hayırlı (bir gayrettir. Şayet onları çağırdığın şey) Yakın bir dünya menfaati ve orta halli (zahmetsiz) bir sefer olsaydı, herhalde (o münafıklar) Sana tâbi olurlardı. Fakat zorlukla (ve uzun zamanda) aşılacak mesafe (ve hizmetler) onlara uzak ve meşakkatli geldi. (Her biri birer bahane uydurup Tebük seferinden kaytardı.) Üstelik; ‘Eğer gücümüz ve imkânımız olsaydı, mutlaka sizinle beraber çıkardık’ diye de gelip (yalan yere) Allah’a yemin ederek boşuna kendilerini helak ediyorlardı. Çünkü, Allah onların yalancı olduklarını elbette bilmektedir.” (Tevbe: 41-42)
Mü’minin sahip olduğu en önemli özelliklerden biri, itaatini her durumda korumasıdır. Kur’an’da, gerçek mü’minlerle, ikiyüzlüler (münafıklar) arasındaki fark şöyle bildirilmektedir:
“Onlar (bazı insanlar): ‘Allah’a ve Elçisine iman ettik ve itaat ettik’ derler, (ama) sonra bunun ardından onlardan birtakımı sırt çevirirler. (Aslında) Bunlar (önceden de tam ve sağlam) iman etmiş değildirler.
Aralarında hükmetmesi için Allah’a ve Resulüne (ve Onların ölçülerine ve öğretilerine uygun Adil bir Düzen’e) çağrıldıkları zaman, onlardan (sözde Müslümanlardan) bir fırka (Hakk’tan ayrılıp) tersine dönerler.
Eğer Hakk (Kur’ani hüküm) onların lehinde (rahatlarına ve menfaatlerine uygun biçimde) ise, ona boyun eğerek gelir (teslimiyet gösterir ve takva rolüne girişir)ler.
(Kur’an’ın va’ad ettiği zaferden kuşku duyanların, Allah’ı ve Hakk davayı bırakıp dünyadaki zalim ve şeytani güçlere dayananların; acaba) Bunların kalplerinde hastalık mı var? Yoksa şüpheye (ve ümitsizliğe) mi kapıldılar? Veya, Allah’ın ve Elçisinin, kendilerine ‘hayf’=hükümde haksızlık ve vefasızlık yapacağından (ümit ve gayretlerini karşılıksız bırakacağından) mı korkup çekiniyorlar? (Oysa, Allah asla adaletsiz değildir.) Asıl zalim olan kendileridir!..
Aralarında hükmedip (karar vermesi) için Allah’a ve Elçisine (Kur’an ve Sünnet kaynaklı hükümlere ve düzene) çağrıldıkları zaman mü’min olanların sözü: ‘(Hay hay, başımız üstüne!) İşittik (kabul ve) itaat ettik’ demeleridir. İşte ancak bunlar (ve böyle davrananlar) kurtuluşa ereceklerdir.
Kim (her konuda) Allah’a ve Resulüne itaat eder de (Kur’an-ı Kerim’i ve Peygamber Sünnetini ölçü alırsa) ve Allah’tan saygıyla korkup O’ndan (kahrına uğramaktan) sakınırsa, işte bunlar ‘başarı ve mutluluğa’ erecek kimselerdir.
(Ey Resulüm!) Eğer Sen onlara emrettiğin takdirde, (cihad için hemen sefere) çıkacaklarına dair (münafıklar) yeminlerinin olanca gücüyle Allah’a and içmektedirler. De ki: ‘Boşuna yemin etmeyin, (sizden istenen sadece) bilinen (örf üzere beklenen) bir itaattir. Allah, (bütün) yaptıklarınıza (en ince ayrıntılarına kadar) Habîr’dir.’
De ki: ‘(Her hususta sarih ayetleri ve sahih hadisleri esas alarak) Allah’a itaat edin, Resul’e itaat edin. Eğer yine yüz çevirip dönerseniz, artık Onun (Peygamberin) sorumluluğu kendisine yüklenen, sizin sorumluluğunuz da size yüklenendir. Eğer Ona (Peygambere) itaat eder (sünnetine uyup izinden gider)seniz, hidayet bulmuş olursunuz. Elçiye düşen, apaçık bir tebliğden başkası değildir.”’ (Nur: 47-54)
Elçiye gösterilecek olan bu itaat, içten gelerek yapılacaktır. Mü’min, Elçinin verdiği kararın doğru olduğuna kesin olarak kanaat getirmeli ve itaatinde hiçbir şüphe ya da kuruntu duymamalıdır. Bu son derece önemli bir konudur. Çünkü aksi bir tavır, yani gönülsüz bir itaat, Kur’an’da imansızlık göstergesi olarak tarif edilmektedir. Allah ayette şöyle buyurmaktadır:
“(Ey Nebim!) Hayır (onların zannettiği gibi) değil; Senin Rabbine andolsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde Seni hakem kılıp, sonra Senin verdiğin hükme, (hem de) içlerinde hiçbir sıkıntı (ve gizli itiraz) duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, onlar hakkıyla iman etmemişlerdir. (Çünkü iman; Ayet ve Hadisleri kutsal ölçü edinmeyi gerektirir. Bu ayete göre adil devlet ve hükümet kararlarına da itaat edilmelidir.)” (Nisa: 65)
İtaat, insanın Allah’a iman ettiğinin ve O’na kul olmayı kabul ettiğinin en açık göstergesidir. İnsanı ebedi kurtuluşa kavuşturacak olan da ancak itaattir. Çünkü ayetteki, “Ey iman edenler! Size hayat (ve huzur) verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’a ve Resulüne icabet edip (emirlerine uymalısınız)…” (Enfâl: 24) hükmüne göre, Resul; mü’minleri kendilerine “hayat verecek”, kendilerini kurtaracak şeylere çağırmaktadır. Bir başka ayette, Resulün; mü’minleri kurtuluşa, özgürlüğe, ferahlığa çağırdığı ve kötülükten alıkoyduğu şöyle haber verilmektedir:
“Onlar ki, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan Elçiye (Hz. Muhammed’e) tâbi olurlar. Ki, O onlara ma’rufu (iyiliği) emreder, münkeri (kötülüğü) nehyeder, tertemiz şeyleri helâl; (ama) murdar (pis) şeyleri ise haram kılıp (öğütler) ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indirip hafifletir. İşte Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edip (işini kolaylaştıranlar) ve Onunla birlikte indirilen nura (Kur’an’a ve Sünnet-i Resulüllah’a) tâbi olanlar, elbette kurtuluşa erenler bunlardır. [Not: Bu Ayet-i Kerime, Tevrat ve İncil ehli olan Yahudi ve Hristiyanların, son Elçi Hz. Muhammed Aleyhisselam’a iman ve itaat etmeden felaha kavuşamayacaklarını vurgulamaktadır.]” (A’raf: 157)
Mü’minlerin inkârcılara karşı başarı kazanması da ayetlerde haber verildiği üzere Resullerine ve içlerindeki emir sahiplerine olan itaatlerine bağlıdır. Eğer itaat ederlerse Allah mü’minleri destekler ve onlara başarı verir. Ancak bunun tersi de geçerlidir. Eğer mü’minler emre itaat etmezlerse, inkârcılar karşısında güç kaybederler. Aşağıdaki ayette, Peygamberimiz döneminde mü’minlerin yaşadığı bu tür bir olay, şöyle haber verilmektedir:
“Andolsun (Uhud’da ve kıyamete kadar buna benzer durumlarda), Allah size verdiği sözünde sadık kaldı (ve O’nun va’adi doğru çıktı, ki önceleri) siz O’nun izniyle onları (inkârcıları) kırıp-geçiriyordunuz. Ta ki sevdiğiniz (zafer)i size gösterdikten sonra, siz yılgınlığa yöneldiniz, isyan ettiniz ve (Hz. Peygamberce: ‘Sakın yerinizden ayrılmayın!’ şeklinde verilen) emir hakkında çekiştiniz. Sizden kiminiz dünyayı, kiminiz ahireti istiyordu. Sonra (Allah) denemek için (imtihan gereği) sizi (bir müddet) ondan (manevi yardımdan mahrum bıraktı, cihad şuurundan ve ahiret duygusundan) çevirip uzaklaştırdı. Ama (sonra yine de) sizi bağışladı. Allah mü’minlere karşı fazıl (ve ihsan) sahibi olandır.” (Âl-i İmrân: 152)
Kurtuluş ancak itaatle olur. İtaat etmeyen, Peygamberden ya da mü’minlerden ayrı bir yola sapan kimsenin varacağı yer ise, Kur’an’ın hükmüne göre cehennemdir. Allah, Nisa Suresi’ndeki bir ayetinde şöyle hükmetmektedir:
“Her kim kendisine ‘dosdoğru yol’ apaçık belli olduktan (hidayet ve hakikati bilip tanıdıktan, Hakk ile Bâtıl’ın farkına ve şuuruna vardıktan) sonra, (dünyalık makam ve menfaat hırsıyla) Elçiye (Peygambere ve Hakk dava rehberine) muhalefet edip (haklı ve hayırlı hareketten ayrılırsa) ve mü’minlerin yolundan başka bir yola (Siyonist ve Haçlı İttifakına ve şeytani kurallarına) uyarsa, onu dönüp gittiği yanda (şerli ortam ve ortaklıkta) bırakırız (bu hıyanet ve hakaretinden dolayı tekrar Hakka ve hidayet yoluna dönmesine fırsat tanımayız ve hidayetini karartırız) ve (ahirette de) cehenneme sokarız. O ne kötü ve sürekli bir (zindan) karargâhıdır! [Not: İmam-ı Şafii: “Bu ayet, ‘icma’ya ve Hakk hâkim olsun diye ortaya çıkan oluşuma bağlı kalmayı gerekli sayan en önemli ayetlerin başındadır” buyurmaktadır. Bak: Razi. Cilt: 11 Sh: 43]” (Nisa: 115)
SADAKAT VE HIYANET
Tarih boyunca; Hak davalara karşı işlenen hıyanetler, genellikle şu şekilde ortaya çıkmıştır:
1- Değişme ve düzelmeye ihtiyaç duymamak ve mevcut zulüm ve zillete razı olmak, İslam adaletinin uygulanmasını arzulamamak şeklindeki hıyanet,
2- Değişime, önceden taraftar olduğu ve sözde Hakkı savunduğu halde, sorumlulukla ilgili davete ve fiili hizmete katılmamak, rahatına ve menfaatine düşkünlük gibi çeşitli sebeplerle hizmetten kaçmak şeklindeki hıyanet,
3- Liderini ve hizmet prensiplerini, beraberlik ve bağlılığa lâyık görmemek gibi bahanelerle teşkilat düzeninden ve disiplininden kaytarmak suretiyle hıyanet,
4- Genel Başkan ve komutanın, nefislerine hoş gelmeyen bazı talimat ve tatbikatlarına itiraz ve isyan ederek karşı çıkmak, fitne çıkarmak biçimindeki hıyanet,
5- İlk başta cemaat disiplinine ve teşkilat düzenine girdiği ve gayret gösterdiği halde, sonradan yılgınlık ve yorgunluk gösteren, düşmanların üstün güçleri karşısında çaresizlik ve ümitsizlik ifade eden ve bu işin böyle başa gidemeyeceğini söyleyenlerin, moral bozucu iddia ve davranışlarda bulunup fesat oluşturmak veya umduğu makam ve menfaatleri bulamayınca ayrılmak şeklindeki hıyanet.
Bu gerçekler Bakara Suresi’nin 246-252. ayetlerinde Talut’la Calut kıssasında anlatılmakta ve ta başından, nihai başarıya kadar cihat döneminde yaşanan ve ortaya çıkan “insan manzaraları” tanıtılmaktadır. Aynı bu tür hıyanetler, tarih boyunca her Hak davanın içinde görülmüştür. Maalesef bunların acı örneklerine günümüzde de rastlanmaktadır.
a- Bugün ülkemizde ve yeryüzünde Müslüman bilinenlerin pek çoğu, “İslam’a bütünüyle karşı çıkarak ve hayatlarından dışlayarak” hıyanet etmişlerdir.
b- Bazıları da İslam’ın sadece itikat ve ibadet kısımlarına razı olup, onun “Şeriat ve Muamelat” kısmını lüzumsuz sayarak hıyanet etmişlerdir.
c- Bir kısım Müslümanlar da “Zulmü ve kötülüğü ortadan kaldırmak ve yerine adalet nizamını kurmak” üzere kurulan cemaat düzenine ve teşkilat disiplinine uymamak ve Hakkı ve hayrı savunmamak suretiyle hıyanet içine girmişlerdir.
d- Zulme ve zillete karşı çıkan, hizmet arzusu ve gayreti taşıyan bazı kimselerin de maalesef Talut’la Calut hikâyesinde anlatıldığı gibi, bir kısmı, komutanını beğenmeyip, biat ve itaati içine sindirmeyerek, bir kısmı liderimizin bazı icraatlarına akıl erdiremeyerek, bir kısmı üzerine aldığı vazife ve mesuliyetlerini yerine getirmeyerek, bir kısmı makam ve yetkilerini istismar ederek derece derece hıyanete düşmüşlerdir.
Hâlâ dava adamı bilindikleri ve pek samimi ve şuurlu zannedildikleri halde, “biat ve itaati” kabul etmeyen ve bu gibi kavram ve kurallara burun büken kimselere rastlanmaktadır.
Davamızın ilmi programı ve inancımızın tatbikat planı olan “Adil Düzen” projelerini okumayan, anlamaya çalışmayan, hatta sorumsuzca hafife alan ve beyinleri bulandıran tipler bulunmaktadır.
Hizmet için kurulan bu harekete ve bu muhterem ve mübarek cemaate gerçekten inandığı ve manevi sorumluluktan kurtulmaya çalıştığı için değil, milletvekili olmak, şan ve şöhrete kavuşmak için giren nasipsizler vardır.
Ta başından itibaren davanın çilesini çeken, zahmetini yüklenen, en zor zamanlarda bile sabır ve sadakat gösteren, cemaatimize moral ve metanet veren kimseleri horlamak, dışlamak, hizmetlerine mani olmak şeklindeki hakaret ve hıyanetlere şahit olunmaktadır.
Üstelik dünyalık heves ve hesaplarla, bir yandan biat ve sadakat numarası yapan, bir yandan da bu teşkilata ve başımızdaki Zat’a en adi hakaret ve hıyanetleri reva gören alçakları, hâlâ seven ve savunan ikiyüzlüler ortalıktadır.
Velhasıl bu dava, hem herkesin hakiki ayarını ve değerini ortaya çıkaran bir imtihandır…
Çünkü bu dava; hem kimi yararlı kimi zararlı pek çok mahlûkatı içinde barındıran, ama asla bulanmayan bir bahr-i ummandır…
Hem bu dava; hizmet ve sadakat ehlinin piştiği ve yetiştiği manevi bir kışladır…
Hem bu dava; şeytanın saltanatını yıkacak ve Rahman’ın adalet düzenini kuracak inkılab-ı ahir zamandır.
Öyle ise, “Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne hainlik yapmayın. (Bu durumda) Bile bile kendi emanetlerinize (huzur ve emniyetinize) de hıyanet etmiş olacaksınız.” (Enfâl: 27) emrini dinlemek ve düşünmek zorundayız. Her ne suretle olursa olsun, hıyanet sayılacak davranışlarda bulunmak ve hıyaneti açık olan kimseleri savunmak kesinlikle yasaklanmıştır.
“(İslam davasını ve iktidar imkânlarını istismar ve suistimal ederek, aslında) Kendi nefislerine hıyanet edenleri de savunma. Çünkü Allah (CC) daima (ve her fırsatta) hainlik yapan ve günahlara dalan kimseleri asla sevmez.” (Nisa: 107) tehdidinden mutlaka sakınılmalıdır. Ve bu dünyanın fani olduğu ve hepimizin imtihanda bulunduğu hatırdan çıkarılmamalı, bunun için “Ne elimizden çıkan nimetlere, ne de başımıza gelen musibetlere asla üzülmemeli” (Bak Hadid: 23) ve Allah’ın takdirine razı olmalıdır.
Ve hiç unutulmamalıdır ki; önünde sonunda müstaz’aflar, (ezilen, hor görülen, ama davanın çilesini çeken ve sadakat gösteren kahramanlar) yeryüzünde iktidara varis olacaklardır… Çünkü Allah (CC), “Biz ise yeryüzünde (her yerde ve her devirde) zayıf düşürülen kimselere (aciz ve çaresiz hale getirilip ezilen; inanç, itaat ve cihad ehline) lütufta bulunup (nimet ve faziletimizi tattırmak), onları (devlet, hükümet ve siyaset) önderleri kılmak istiyorduk; ki böylece (ülkelerindeki ve yeryüzündeki imkân ve iktidarlara onları) mirasçı yapmayı (amaçlamıştık).” (Kasas: 5) buyurmaktadır.
“(İmanın ve Hakk davanın çilesine katlanan ve uzun yıllar) Hor görülüp ezilmekte olan o (mü’min ve mücahit) topluluğu (ise), içini bereketler ve nimetlerle donattığımız yeryüzünün doğularına ve batılarına (bütün dünyaya) mirasçı (ve hükümran) kıldık (kılacağız.)…” (A’raf: 137) Allah’ın va’adi ve müjdesidir.
“Hatırlayın ki bir zaman siz çok azdınız, yeryüzünde (ve ülkenizde) müstaz’aftınız (zayıf bırakılmıştınız, bulunduğunuz her) yerde hırpalanmakta, (hakaret ve haksızlığa uğratılmaktaydınız. Hatta o hale gelmiştiniz ki) insanların sizi kapıp götürmesinden (tutuklayıvermesinden) korku duymakta (ve kuşku içinde yaşamaktaydınız. Ama Allah (CC), bütün bu olumsuz şartlarda bile) size sahip çıktı ve barındırdı. Sizi (manevi) yardımıyla destekledi (ve başarılı kıldı. Sizi en güzel şekilde) ve en temiz şeylerle rızıklandırdı… Ta ki şükredesiniz (şuurlu ve sorumlu davranasınız).” (Enfâl: 26) ayetinin gerçekleşeceği günler elbette gelecektir.
Dinimiz İslam üzere hakka ve hak davanın yanında olmaya, bunun üzerine de Allah ve Resulü ne itaatten geçer. Önce Ahlâk ve maneviyat la tamamlanır.duygusal değil duygulu olmak üzere donanımlı birikimli sürekli kendini yetiştiren aranılan kalifiye elemanı olmaktan geçer .yapılan iyiliği unutmamak herzaman Allah’ın huzurunda imiş gibi yasamak bu insanı hem olgunlaştıracak hemde refaha kavuşturacaktir.
Rahman ve Rahim Allahın adıyla
“Rabbimiz, bizim günahlarımızı ve işlerimizdeki (cihad görevimizdeki ihmalkârlık ve) taşkınlıklarımızı bağışla. Ayaklarımızı (Hakk’ta ve cihad yolunda) sağlam tut (kaydırma). Kâfir (ve zalim) topluluk (ve teşkilat)lara karşı bize yardım et!”
3/147
Tekrar tekrar okunarak, Kalbe, Kafaya, Karakter ve kişiliğe nakşedilecek bir Makale…
HİDAYETİ BİLEREK SAPITANLARIN GERİ DÖNÜŞÜ MÜMKÜN DEĞİLDİR !!!
“Her kim kendisine ‘dosdoğru yol’ apaçık belli olduktan (hidayet ve hakikati bilip tanıdıktan, Hakk ile Bâtıl’ın farkına ve şuuruna vardıktan) sonra, (dünyalık makam ve menfaat hırsıyla) Elçiye (Peygambere ve Hakk dava rehberine) muhalefet edip (haklı ve hayırlı hareketten ayrılırsa) ve mü’minlerin yolundan başka bir yola (Siyonist ve Haçlı İttifakına ve şeytani kurallarına) uyarsa, onu dönüp gittiği yanda (şerli ortam ve ortaklıkta) bırakırız (bu hıyanet ve hakaretinden dolayı tekrar Hakka ve hidayet yoluna dönmesine fırsat tanımayız ve hidayetini karartırız) ve (ahirette de) cehenneme sokarız. O ne kötü ve sürekli bir (zindan) karargâhıdır! [Not: İmam-ı Şafii: “Bu ayet, ‘icma’ya ve Hakk hâkim olsun diye ortaya çıkan oluşuma bağlı kalmayı gerekli sayan en önemli ayetlerin başındadır” buyurmaktadır. Bak: Razi. Cilt: 11 Sh: 43]” (Nisa: 115)
Kim Resul’e itaat ederse, gerçekte Allah’a itaat etmiştir. (Hz. Peygamber; hem tebliğ hem de teşri -hüküm belirleme- ile görevli ve yetkilidir.) Kim de (Resul’den ve Sünnet’inden) yüz çevirirse (o hüsrana düşecektir), Biz Seni onların üzerine zorlayıcı bir bekçi göndermedik ya!..” (Nisa: 80)
Batılın gelmiş geçmiş en büyük her Türlü zulmü yaptığı günümüzde batıla destek olan değil, hak davada sadıklardan olabilmek kalabilmek en büyük duamız.
“(Ey iman edenler ve toplum düzenine girenler!) Sakın Elçinin (ve temsilcilerinin talimat ve) davetini, aranızda herhangi birinizin diğerini (hizmete) çağırması gibi değerlendirmeyin. Allah sizden, birbirinizin (ve uydurma mazeretlerin) arkasına gizlenerek sıvışıp kaçanları (ve görevden kaytaranları çok iyi) bilir. Bu nedenle Elçinin (Kur’an’ın Adil Düzenine davetçilerin) emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir belanın çarpmasından, yahut kendilerine acı bir azabın dokunmasından korkup çekinmelidirler!..” (Nûr Suresi 63. Ayet)
Allah’a verilen sadakat sözü, ağır bir sorumluluktur.
Peygambere itaat edenler Allah’a itaat etmiştirler.
Elçiye gösterilecek olan bu itaat, içten gelerek yapılmalıdır.
Mü’min, Elçinin verdiği kararın doğru olduğuna kesin olarak kanaat getirmeli ve itaatinde hiçbir şüphe ya da kuruntu duymamalıdır.
Sadakatin en açık göstergesi, Peygambere itaattir. Elçiye itaat etmek; hem Allah’tan gelecek rahmet ve merhametin, hem cennetin, hem de inkârcılara karşı kazanılacak başarının anahtarıdır.
Peygambere itaatin her türlü şartta, her türlü zorlukta kayıtsız-şartsız uygulanması gerekir.
İtaat her durumda korunmalıdır.
Mü’minlerin bu sadakati, gerçekte Allah’a karşı olan sadakatleridir.
Sadakatsizlik yapan kişi; bu hareketini mü’minlere karşı değil, Allah’a karşı yapmıştır.
Her ne suretle olursa olsun, hıyanet sayılacak davranışlarda bulunmak ve hıyaneti açık olan kimseleri savunmak kesinlikle yasaklanmıştır.
“Ve de ki: “Rabbim, Beni (gidilecek yere, hicret ve ziyaret edilecek şehre ve girişilecek her işe) doğru (ve şuurlu) bir girdirişle girdir ve (çıkarılacak yerden) doğru (ve onurlu) bir çıkarışla çıkar ve katından Bana çok güçlü bir yardımcı delil ve dayanak (sultan) ver (ki başarılı olayım).” (İsrâ Suresi 80. Ayet)
İman edenlerin en büyük özelliklerinden biriside sadakat ehli olmalarıdır. Maalesef günümüzde basite indirgenmiş bir özellik olan sadakat Rabbimizin isimlerinden birisidir aynı zamanda. Allah’a ve Resul’e itaat edenler sadakat gösterenler imtihanı kazananlardan birisidir.
Sadakat gösterenler ve Elçiye itaat edenlere Allah bir şekilde yardımını göndermiş ve onlar galip gelmişlerdir. Yazımızda da bahsedilen Hz.Talut’un ordusu sadakat ehli ile hıyanet ehlinin bir birinden ayırmaktı, zor şartlar altında sıkıntılar içinde de olsa davasına sadık kalabilecek mi, elçinin buraya yaklaşmayın demesin de ama demeden itaat edecek mi, bunları ayırt etmekti amaç, sonunda sadakat ehline zafer nasip ediyordu Allah. Zahiren kılıç sallamıyorlardı ama en önemli olanı yapıyorlardı sadakat gösteriyorlardı, sadıklar her türlü kazanıyordu, Allah onlara bu dünyada zafer ve izzeti, ahirette de cenneti nasip ediyordu.
Kuşkusuz sadakatin en açık göstergesi, Peygambere itaattir. İtaat, pek çok Kur’an ayetinde emredilen son derece önemli bir ibadettir. Ayetlerin bildirdiğine göre Elçiye itaat etmek; hem Allah’tan gelecek rahmet ve merhametin, hem cennetin, hem de inkârcılara karşı kazanılacak başarının anahtarıdır. Ayetlerde şöyle hükmedilmektedir: “Allah’a ve Elçisine (ve Onların izinden giden adil devlete ve hükümete) itaat edin, olur ki merhamet edilir (huzurlu ve onurlu yaşama ulaşıverir)siniz.” (Âl-i İmrân: 132)
Hakk davaya ihanet edenler…
28 Şubat sürecinden sonra, Adil Düzen’e inanmayan, Adil Düzen’i sadece hayal olarak gören, İsrail, ABD ve ABD’nin dünyanın efendisi olduklarını, bunlarla başa çıkılamayacağını ve bunlara uşaklık yapmanın en zeki plan olduğunu öne sürenler…
AKP’yi kurdular…
Ardından SP beyin takımının hata ve yanlışlarını bahane ederek (kalıp mücadele etmek ve sabretmek yerine) şahsi hesaplar yüzünden Milli Görüş camiasını tekrar bölenler…
Kendi ayarlarını ortaya koymuşlar ve kendi zihniyetinde ki insanları peşlerinden sürüklemişlerdir.
Bu tipler, ne zaferi bir dakika erteleyebilir ne de öne alabilirler..
Sadakat ehlini hayalperestlikle itham edenler,
İsrail, ABD ve AB’yi yenilmez zannedenler.
Faizsiz bir düzen olmaz diyenler, Allah ve Resulüne savaş açmanın bedelini çok yakında ödeyecekler…
Bu Dava…
“Bu dava, hem herkesin hakiki ayarını ve değerini ortaya çıkaran bir imtihandır…
Bu dava; hem kimi yararlı kimi zararlı pek çok mahlûkatı içinde barındıran, ama asla bulanmayan bir bahr-i ummandır…
Bu dava; hizmet ve sadakat ehlinin piştiği ve yetiştiği manevi bir kışladır…
Bu dava; şeytanın saltanatını yıkacak ve Rahman’ın adalet düzenini kuracak inkılab-ı ahir zamandır.”
Sadakat ruhun derinliklerinde olan bir mevzudur. İtaat da onun ikiz kardeşidir.Yaşamımızdaki doğrular ve dürüstlüğümüz, bunları pekiştiren duygulardır. Şahıs kendini bilip inanırsa,yaptıklarına sadakat söylenilenlere itaati elzemdir.Katidir.
Allah’ın ayetlerinin yazılı olduğu saifalar topluluğu bu kadar güzel anlatmış. Mücahit olmakk buradan anlaşılıyor ki, insanlığın ortak kurtuluşu burda.Burdan başka çare yok ,burdan başka gidecek kapı yok. Önce Allah’a sonra resuller ine inanmak ve hizmet yoluna devam etmektedir
Makam ve menfaat için hâk davadan sapmamak, bunu da yapabilmek için nefis terbiyesi lazımdır. Nefis terbiyesi nefse esir olmayı değil nefsi terbiye edip olğunlaştırmayı esas almak demektir. Hiç kimseye ve hiçbir şekilde haksızlık yapmamak haklı olmaktan öte hep hakla olmayı tercih etmektir. Kur’an’ı emir ve hükümlerine ve tüm insanların ve müslüman ların temel insan haklarının ve refahının sağlanması , insanlığın kurtuluşu için gönderilen önderlerin yolunu takipçi si olmakla birlikte bu davanın yolunda olmakla mümkündür.
En büyük nimetin,hidayet bildim
Sadakat se onun,canı gibiymiş
Bir lahza nefsime,koma Efendim
Hıyanet en acı,cahim dibiymiş
Sıdk dünyada bile,cennet demekmiş!..
Bu yol Sultan Ezel,Ebed’in yolu
Rahmiyle korurmuş,mûtî kulunu
Pek yakın siyonun,biter oyunu
Erbakan Servermiş,Üstad Kamermiş
Milli Çözüm Adil,Düzen istermiş!..
Kim cihad ediyorsa kendi çıkarı için cihad eder”. “Allah âlemlerden müstağni olandır.” Allah nizamını hâkim kılacak da haşa! bir yerde tıkanmış bizi yardıma mı çağırıyor zannediyoruz, hayır ve haşa! Biz kazanalım diye. İmtihanın şartlarından birisi de budur. Madem dünyada hürriyet, izzet, asalet ve devlete kavuşmak istiyoruz, madem sonsuz bir cenneti kazanmak istiyoruz, öyleyse bu imtihanın şartlarını Allah koymuştur, bunlara uyup uygulayacağız. Cihad; Hak nizam kurulsun diye çalışmak, bâtıl-bozuk nizamlara karşı durmak, bunlardan kurtulmaya çalışmak imtihanın şartlarındandır. Allah böyle imtihan ediyor, dinimizi kendi keyfimize uyduramayız.
İşte bu gayret ve ciddiyet üzerinde olanlar Allah’a yaklaştıkça, onların imanları, huzurları arttıkça, Allah lütuf olarak onların işini kolaylaştırmak amacıyla bu seviyedeki Müslümanlara dört ölüm yaşatır. Bununla beraber dört de diriliş tattırır. Birinci aşamada; Allah nefsin sürekli rahatlık ve ferahlık isteğini öldürür. Her insanın nefsi böyledir, nefsin yapısı budur. Rahatlığa, kolaycılığa ve ferahlığa meraklıdır. Hava atmaya ve ucuz kahramanlıklarla büyük hedeflere ulaşmaya meraklıdır. Cenab-ı Hak istikamet ehli, hizmet ehli, samimiyet ehli mü’minlere merhameten, tutar onların bu rahatlık ve ferahlık isteğini öldürür. Onun yerine takdire rıza ve teslimiyet onurunu ve cihat şuurunu diriltir. Tekrar ediyorum. Birinci aşamada Allah sevdiği kullarının sürekli rahatlık ve ferahlık isteğini öldürür; takdire rıza ve teslimiyet onurunu ve cihat şuurunu diriltir.
ikinci aşamada; nefsin dünyalık servet ve riyaset sevgisini öldürür.
Üçüncü aşamada Cenab-ı Hak; halktan rağbet ve hürmet beklentisini öldürür.
dördüncü merhalede Cenab-ı Hak insanın benlik ve kuru bilgiçlik şehvetini öldürür
Kulum farzları yaparak Ben ondan razı olurum. Ama bununla beraber bütün günahlardan, kötülüklerden sakınarak Allah yolunda devamlı cihadını, hizmetini, gayretini artırarak ve bütün bunları Allah rızası için yaparak nafile, sünnet, hayır, her türlü hizmete koşarak Bana öylesine yaklaşır ki nihayet Ben o kulumun gören gözü, duyan kulağı, tutan eli, konuşan dili olurum.”
Hayatımıza maddi ve manevi hususlarda ışık tutacak, hakkını verecek şekilde insan olmamızı sağlayacak, çok mühim bir konu . Muhterem hocamıza şükranlarımı arzeder, rabbimizden makaledeki hakikatlerin gereğini yapabilmek uygulayabilmenin gayret ve çabasını gösterebilenlerden olmamızı lütfeylemesi duasıyla….
Peygamberlik dönemi Efendimiz Hz. Muhammed s.a.v ile ve Kur’an’ın gelişiyle son bulmuştur. Bundan sonra da : HADİSİ KUTSİ DE ŞÖYLE İFADE EDİLİR: *”Allah-u Teâlâ Hz. her yüzyılın başında bu dini ikame edecek birini bahşeder.”*
Yani: “Her yüz sene başında bir müceddid (yenileyici, düzeltici, devrimci) gelir. Esasta değil uygulamada çok gerekli ve önemli değişiklikler gerçekleştirir. Asrın icabına göre bazı teşkilat ve tedbirler geliştirir. Muannidlere (inatçılara) cevap verir. Açıklaması kendi zamanına kalan bazı meseleleri açıklar.
Şuan günümüzde olabildiğince fazlalıkta tarikatler cemaatler bulunduğu halde , ülkemizde ve yeryüzünde ne ahlaksızlıklar azalıyor veya yok oluyor, ne de insanlık İslam’ı yaşamada bir ilerleme katediyor..Sadece manevi konularda sanılmasın bu şikayetler, maddende ne bereket ne de insanca kimseye muhtaç olmadan ekonomik olarak da bir yaşama sahibiz.. . İşte bu problemlerin temeli Cenabı Hakkın her yüzyılda bir gönderdiği o Zatı, arayı bulup Ona tâbi ve taraf olup sadakatle itaat edilmediğinden kaynaklanıyor.
İşte Asrımızda ÖNCE AHLAK VE MANEVİYAT SONRA AĞIR SANAYİ VE KALKINMA prensibiyle ortaya çıkan Aziz Erbakan Hocamıza başta ülke insanımız sadakat göstermedi örneğin taa 70 liyıllarda bu ülke toplu iğne bile üretemezken Milli Görüş Erbakan Hoca hem ağır sanayi de hemde imanlı nesiller olması için imamhatiplere Kur’an Kurslarına dine verdiği önemle devasa icraatlara imza attığı halde , yine 1996 da Refah Yol Hükümetinde iken tarihte ilk defa denk bütçe kurduğu , faizi sıfırlayan havuz sistemini devlette resmi hale getirip uyguladığı ve tüm insan katmanlarının insanca yaşam sürmesi için borç almadan zam yapmadan tatlı reçetelerle kaynak paketleri hazırlayarak madden tarihte görülmemiş ferahlıkta maaşlara zam alım gücünü artırma esnafı çiftçisi hiç olmadığı kadar maddi refah içine girdiği o günlerde bile ertesi seçimlerde böylesi bir hükümeti TEK BAŞINA İKTİDAR YAPMASI GEREKMEZ MİYDİ?!!! Evet gerekirdi ama yapmadılar… O sadakati gösteremedi bu halk… Çünkü Sadakat gösterebilmek ve itaat edebilmek için makalede de vurgulandığı üzere : “Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne hainlik yapmayın. (Bu durumda) Bile bile kendi emanetlerinize (huzur ve emniyetinize) de hıyanet etmiş olacaksınız.” (Enfâl: 27) .Emri gereğince yani insanlık işin başında kalu belada verdiği sözü unuttu Kur’an’dan Sünnetten ve Ondan olan emir sahiplerinden uzaklaştı ve sonuç o güzelliklerden mahrum olmaya doğru gitti kendi huzuruna emniyetine de hıyanet etmiş oldu… İşte Sadakat: Sütü bozukluk yapmamak, ihanete kalkışmamak. Zoru görünce veya cazip makam ve menfaatler vaat edilince kaytarıp kaçmamak anlamına geldiğini de öğrendiğimiz Ahmet Akgül Hocamızın BİLGE ERDOĞAN’DAN, İLKELİ NUMAN’A adlı kaleme aldığı eserde de böyle bir tarifi okumuştuk, SADAKAT VE İTAAT BU DENLİ ÖNEMLİ BİR MEFHUM… Rabbim cümlemizi nankör olmaktan , sütü bozukluk yapmaktan , ihanete kalkışmaktan , yediği kaba pisleyenlerden muhafaza buyursun. Amin.
SADAKAT VE İTAAT
Dürüst olmak, yalandan ve hileden kaçınmak, ne olursa olsun bağlılık yeminin arkasında durmak anlamına gelen sadakat ve; boyun eğme, buyruğa uyma, söz dinleme manasına gelen itaat ile insanın vermiş olduğu ahdi yerine getirmesi gerekmektedir.
Peki insanın ilk verdiği ahd neydi? Bu ahde ne kadar sadakat gösteriyor ve ne kadar itaat ediyordu.
Hani o vakit Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini (bütün insanların ruhaniyetlerini huzuruna) almış ve onları kendi nefislerine karşı şahitler kılmıştı: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (Size vücutlar, çeşitli imkân ve fırsatlar verip dünyaya gönderirsem, Bana iman ve itaat eder misiniz? demişti de) onlar: “Evet (Rabbimizsin), biz şahit olduk” (ve söz veriyoruz) demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir. (A’raf 172)
İnsanoğlu vermiş olduğu bu ahdi yerine getirmekle mükelleftir. Zira Kur’ân-ı Kerîm’de, “Allah’ın ahdini yerine getiriniz”(Nahl 91) diye de bu ahd hatırlatılmıştır.
Hazreti Peygamber de bir Müslümanın vaadinde durması gerektiğini belirterek bu durumun hilâfına hareket edenleri “münafıklık” ile tavsif eder. İşte bilinen bu hadîs-i şerîf şu şekildedir. “Münafığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder.” Hatta bir diğer rivayette, “Oruç tutsa, namaz kılsa ve kendini mümin zannetse bile” diye eklemiştir Allah Resûlü.
Cenâb-ı Hakk’da birçok âyette Kendisinin vaadini yerine getireceğinden, vaadinden asla dönmeyeceğinden bahseder. Bunu söylerken hem bizi uyarır, hem de bizlere “Siz de vaadinizden dönmeyin” diye ikazda bulunur.
O zaman kendimizi hesaba çekip, ne kadar sadakat gösteriyor ve ne kadar itaat ediyoruz bir çek etmemiz gerekiyor. Hem de acilen… Zira ecelin ne zaman kapıyı çalacağı bilinmez!
Sadakat ve itaat de yalnızca Allah’adır. Anlıyoruz ki, sadâkatin tescili, tüm varlığımızla O’na ait olduğumuzu gösterebilmektir. Huzurlu ve onurlu bir yaşantının temeli sadakatten geçer. Tarih boyunca iz bırakan liderler ve öncüler, istinasız hep fedakâr ve sadakat ehli kimseler arasından çıkmıştır. Başarılar ve zirveler de hep fedakârlık, sadakat üzerine bina edilmiştir. Sadakat bir güzelliğe daha vesile olur ki, o da: Sâdık müminler safına girebilme bahtiyarlığıdır. Rabbim sadıklar safından ayırmasın, her daim layık olabilmeyi nasip etsin inşallah. Ders niteliğinde çok faydalı bir makale Allah razı olsun. Selam ve dua ile.
Aynı zamanda başarı ve mutluğun anahtarı olan bir ayet-i kerime:
Kim (her konuda) Allah’a ve Resulüne itaat eder de (Kur’an-ı Kerim’i ve Peygamber Sünnetini ölçü alırsa) ve Allah’tan saygıyla korkup O’ndan (kahrına uğramaktan) sakınırsa, işte bunlar ‘başarı ve mutluluğa’ erecek kimselerdir. Nur 52
Evet, Tarihte tüm elçilerin kıssalarına göz attığımızda;
Elçinin talimatlarını
1- “Emredildiği için” görev sayanlar
2- “Emredildiği şekilde” yapanlar
3- “Emredildiği kadar” tamamlayanalar
4- “Emredildiği zamanda” yerine getirenler
5- “Emredildiği mekânda” icra edenlerin
Başarı ve mutluluğa erişmiş olduklarını görüyoruz.
Aynen Talut’un “bir avuç su için” emrine uyanların ulaştıkları zafer, başarı ve mutluluk gibi.
Aksinin yapılması durumda ise Uhut savaşında olduğu gibi kazanılan bir savaşın kaybedilmesine ve asla unutulmaz acılara sebebiyet verdiğini ümmet ders etmiştir.
Makalemizde geçen Üstad Ahmet Akgül Hocamızın “Bu dava; hem kimi yararlı kimi zararlı pek çok mahlûkatı içinde barındıran, ama asla bulanmayan bir bahr-i ummandır…” sözleri; Allah’tan saygıyla korkup O’ndan (kahrına uğramaktan “hak davanın içinde zararlı bir mahlukat olmaktan da”) korkmamız ve bundan dolayı da hatırlatılan hakikatlere ayrı ehemmiyet vermemiz ve sabır, sebat ve sadakat makamına ulaşanlardan olabilmek duasıyla.
Yıllar evvel Aziz Erbakan Hocamızın Ankara Balgat’ta Genel Merkez binasında İteat ve Sadakat konulu bir eğitimlerine katılmak nasip olmuştu.
Aziz Hocamız ;”Sadakat ve İteat mü’min olmanın şiaridir.
ŞİAR: Bir nevi kimliktir. Düşünce ve inanıştaki ayırıcı özellik, alamet, işaret, yani bir şeyi başka bir şeyden ayıran, onu diğerlerinden farklı kılan, onun tanınmasına sebep olan özellik ve niteliktir.
SADAKAT: Verilen sözü yerine getirmek, ahdinde durmak, din ve salim akılca lüzumlu görülen işleri yapmak, emanetlere riayet etmek, üzerine aldığı vazifeleri hakkını vererek yapmaktır.
İTAAT: Söz dinlemek, emir ve talimatları yerine getirmek, alınan karara uymaktır. İtaatin zıddı, itaatsizlik, serkeşlik ve muhalefet etmektir.”şeklinde bir giriş yapmışlar,uzun uzun bu temel iki kuralı açıkladıktan sonra;”
Sahabein Güzin Efendilerimiz her biri ayrı birer altın ve pırlantadır fakat Bize sorsalar sadakat ve iteatin en canlı ve tartışılmaz örneği Hz Ali’dir deriz. Aleyhisselâtü Vesselam Efendimiz’e Mekkeden Medine’ye hicret emri verildiği zaman,arkalarından kendilerine emanet edilen malların teslim etmesi ve kapıda bekleyen azılı kâfir savaşçıları oyalaması maksadı ile Hz Ali’yi görevlendirir.İteat ve sadakatin vücut bulmuş hali olan Hz Ali,”ben daha gencim belki az sonra Size zaman kazandırmak için yatacağım yatağınızda beni kılıçtan geçirip öldürecekler.Evubekir ise yaşlıcadır.Hicret yolculuğunda ben Size arkadaş olayım Ebubekir yatağınızda beklesin emanetleri sahiplerine versin.Savaşçıları oyalasın o esnada öldürülürse şehit olur kalırsa ardımızdan gelir!”dememiş.Efendimizin ilk görevlendirmelerinde örtüyü yüzüne kadar çekmiş ve ölüm ihtimali yüksek olan bu emre iteat etmiş,kalkamama ihtimali olan yatağa tereddütsüz yatmıştır.Bir süre sonra yanına gelen kılıçlı mızraklı çeteler,üzerindeki örtüyü kaldırıp bakıncaya kadar örtüyü kaldırıp oyunu açık etmemiş sabır ve teslimiyetle beklemiştir.Sahabelerin niçin örtüyü açıp;”ben Ali’yim” demedin? soruları üzerine ise “bana verilen görev Aleyhisselâtü Vesselam Efendimiz ve Ebubekir buradan uzaklaşınca ya kadar küffarı oyalamaktı.Vallahi örtüyü açıp kim olduğuma bakmadan mızrağı kalbime inderselerde oyunu açık etmez son saniyeye kadar onların uzaklaşmasını sağlardım.Eğer Allah bana nasip edecekse hayatta kalır Efendimizin emirlerini yerine getirmiş olarak kendilerine dünyada sımsıkı sarılırım,mızrağı kalbime yeyip şehit olursam yine emirlerini yerine getirmiş olmanın huzur ve sevabıyla kendilerine ahirette sarılırım.Her iki şekilde de kazançlıydım!”diye cevap vermişti.
Sizden istediğimiz Hz Ali’nin sadakati ve teslimiyetidir!.
Milli Görüşçü bir mu’minin şiarı SADAKAT ve İTEAT’dir.
Mü’min verilen her hangi bir emre asla;”
Ne
Ne zaman
Ne için
Nasıl diye sormaz sonrasında ise dünyada da ahirette de kazanır!”buyurmuşlardı.
Bunun yanı sıra;’
Şunu da aslâ unutmayınız ki hiçbir meşrû gayeye, gayr-i meşrû bir yoldan gidilemez. Bu yüzden,ulvî bir gayeye hizmet etme iddiâsıyla Allâh’ın yasaklarını mübah sayanlara aslâ itaat ve teslîmiyet gösterilemez!.
Zira bu bir itaat değil, ahmakliktır.Halkın topyekûn hercümerç olmasına, toplumun fitne-fesâda düşmesine de sebeptir!”buyurarak bağlamışlardı.
Rabbimiz bizlerin iteatimizi sadakatimizi ve teslimiyetimizi emir buyurdukları ölçüye getirsin dünyada yolundan gitme nasibi verdi ahirette cennetinde aynı cemâle bakanlardan etsin inşallah.
Ya Rabbi Kuranı doğru ve doyurucu şekilde kavrayacak bir basiret ve o doğrultuda davranacak, asla sağa sola kaymayacak bir istikamet lutfeyle. Allahım haktan ayrılmaktan, iki yüzlülükten ve kötü ahlaktan cimrilikten Sana sığınıyorum. Allahım açıklarımı ört, korkularımı gider ve bana güven ver. Rabbim sarsılmaz iman, Safi Tevhid, tam manasıyla İhlas, güzel ahlak, şükredici kalp, sabredici beden, zikre den dil nasip eyle. Amin
Velhasıl bu dava, hem herkesin hakiki ayarını ve değerini ortaya çıkaran bir imtihandır…
Çünkü bu dava; hem kimi yararlı kimi zararlı pek çok mahlûkatı içinde barındıran, ama asla bulanmayan bir bahr-i ummandır…
Hem bu dava; hizmet ve sadakat ehlinin piştiği ve yetiştiği manevi bir kışladır…
Hem bu dava; şeytanın saltanatını yıkacak ve Rahman’ın adalet düzenini kuracak inkılab-ı ahir zamandır.
Öyle ise,“Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne hainlik yapmayın. (Bu durumda) Bile bile kendi emanetlerinize (huzur ve emniyetinize) de hıyanet etmiş olacaksınız.” (Enfâl: 27) emrini dinlemek ve düşünmek zorundayız. Her ne suretle olursa olsun, hıyanet sayılacak davranışlarda bulunmak ve hıyaneti açık olan kimseleri savunmak kesinlikle yasaklanmıştır.
Rabbimiz, (cihaddan kaçmamak, ordudan ve itaatten ayrılmamak için) üzerimize sabır ve metanet yağdır; ayaklarımızı (hizmet ve istikamet üzerinde sabit ve) sağlam tut ve (Senin Hakk Dinini ve adalet düzenini) inkâr eden topluluklara karşı bize yardım et…Amiin
“Hatırlayın ki bir zaman siz çok azdınız, yeryüzünde (ve ülkenizde) müstaz’aftınız (zayıf bırakılmıştınız, bulunduğunuz her) yerde hırpalanmakta, (hakaret ve haksızlığa uğratılmaktaydınız. Hatta o hale gelmiştiniz ki) insanların sizi kapıp götürmesinden (tutuklayıvermesinden) korku duymakta (ve kuşku içinde yaşamaktaydınız. Ama Allah (CC), bütün bu olumsuz şartlarda bile) size sahip çıktı ve barındırdı. Sizi (manevi) yardımıyla destekledi (ve başarılı kıldı. Sizi en güzel şekilde) ve en temiz şeylerle rızıklandırdı… Ta ki şükredesiniz (şuurlu ve sorumlu davranasınız).” (Enfâl: 26) ayetinin gerçekleşeceği günler elbette gelecektir.
Kurtuluş ancak itaatle olur. İtaat etmeyen, Peygamberden ya da mü’minlerden ayrı bir yola sapan kimsenin varacağı yer ise, Kur’an’ın hükmüne göre cehennemdir. Allah, Nisa Suresi’ndeki bir ayetinde şöyle hükmetmektedir:
“Her kim kendisine ‘dosdoğru yol’ apaçık belli olduktan (hidayet ve hakikati bilip tanıdıktan, Hakk ile Bâtıl’ın farkına ve şuuruna vardıktan) sonra, (dünyalık makam ve menfaat hırsıyla) Elçiye (Peygambere ve Hakk dava rehberine) muhalefet edip (haklı ve hayırlı hareketten ayrılırsa) ve mü’minlerin yolundan başka bir yola (Siyonist ve Haçlı İttifakına ve şeytani kurallarına) uyarsa, onu dönüp gittiği yanda (şerli ortam ve ortaklıkta) bırakırız (bu hıyanet ve hakaretinden dolayı tekrar Hakka ve hidayet yoluna dönmesine fırsat tanımayız ve hidayetini karartırız) ve (ahirette de) cehenneme sokarız. O ne kötü ve sürekli bir (zindan) karargâhıdır!
Hoca ile olmuyor diyenlerin, Siyonizmin icine sızıp da Siyonizmi alt edeceğine inanarak yola çıkan, çıktığı yolda kalan fasıkların hidayetinin nasıl aşama aşama karardigini izler gibi okudum.
Tıpkı uzaya gönderilen bir fuzenin milimlik sapmasinin giderek büyümesi gibi… İstifadeli bir makale idi. Allah razı olsun
Rabbimiz Sıddık – ı Ekber olan Ebubekir r.a nin peygambere sadakati gibi Erbakan a amasiz fakat’sız sadakat gösterebilmeyi nasip etsin
Amin