BU KAFAYLA EMİN BEY'LER ÇÖL DEĞİL BİR KÖY BİLE AŞAMAZ!
Hürriyet'in havarilerinden Emin Çölaşan, 23 Nisan Çocuk Bayramı nedeniyle bir okulun duvarına ilim ve eğitimle ilgili bir hadisi şerif meali asıldığını duyunca kıyametler koparmıştı... "Burası cami mi, Millilik vakfı taşıyan bir okul mu?" Burası Diyanet İşleri Başkanlığı değil, Devletin bir okulu!.. Dinci pankartların ne işi olabilir?"(27.04.2006. Hürriyet) şeklinde yazılar yazmıştı.
Bay Çölaşan, "Milli"liğin içinde Dinin ve manevi değerlerin de bulunduğunu unutuyordu. Diyanet'in de aynı devletin anayasal bir kurumu olduğunu bilmemezlikten geliyordu. Cami ile okulun, vücut'la ruh gibi ayrılmaz bir bütün oluşturduğunu hala görmek istemiyordu. Hz. Peygamberimizin hadis meallerini" Dinci Pankartlar" diye küçümsüyor ve Danimarkalı Karikatür kışkırtıcılarından daha beter bir duruma düşüyordu.
Bay Emin Çölaşan, eğer;
- § "Şuursuz AKP döneminde Ilımlı İslam safsatasıyla, bir yandan Yüce Dinimiz dejenere edilirken, diğer taraftan okullara Hadis meali asılarak, açıkça din istismarı yapılıyor"
- § "AB hayaliyle ülkemizin geleceği karartılırken ve egemenliğimiz Brüksel'e aktarılırken, AKP dindarlık rolüyle halkımızı avutup aldatıyor."
Deseydi, kendisine katılır ve arka çıkardık...
Ama hayır, anlaşılıyor ki O'nun tavrı ve gıcıklığı istismara değil, bizzat İslam'a karşıdır. Yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bir ülkede, Din Kültürünün resmen ders olarak okutulduğu bir mektepte, Hz. Peygamberimizin bir hadisinin Pankart olarak asılmasına bu denli tepki gösterip tepinen bir adamın sözleri, onun ayarının aynasıdır. Ha, sahi Bay Çölaşan, acaba dindar halkımızın nazarında AKP'yi mağdur ve mazur göstermek için, bir danışıklı düğüş gereği mi böyle çirkef çıkışlar yapmaktadır? Yoksa, bu talihsiz tavırların, AKP gibi işbirlikçi iktidarların ve Fetullah Gülen gibi din istismarcılarının işine geleceğini ve halkımızı bunların tuzağına iteceğini anlayamayacak kadar yaşlanmış mıdır? Danıştay'a yönelik menfur ve melun saldırıda tetikçi olarak kullanılan katilin ve benzeri kişilerin böylesine azgınlaşmasında ve mağduriyet psikolojisinin intikam canavarlığına ulaşmasında: "Acaba bizim İslam'a ve türbana yönelik yanlış ve kışkırtıcı yaklaşımlarımızın da olumsuz bir katkısı var mıdır?" diye, hala bir vicdan muhasebesi ve özeleştiri yapılmayacak mıdır? Çölaşan'daki Hadis Alerjisi nereden kaynaklanır? CHP Tekirdağ Milletvekili Enis Tülüncü'nün, Tekirdağ Fen Lisesinin fidan töreni için bastırdığı davetiyelerde Hz. Muhammed'in (sav) ‘Yarın kıyametin kopacağını bilseniz bile elinizdeki fidanları dikin' Hadis-i Şerifi'ne karşı takındığı alerjiye değinmiş ve "bunun yerine Konfüçyüs'ün bir sözü yazılsaydı emin olun CHP tepki göstermezdi" demiştik. Ardından, Hürriyet yazarı Emin Çölaşan da ayni alerjik reaksiyonun nüksettiğini görüyoruz. "Duvarlar dinci pankartlarla dolu" diyen Çölaşan bakın neler yazdı köşesinde "Bu fotoğraflar gözden uzak okullarda değil, Ankara'nın göbeğindeki Eryaman'da, Bahar İlköğretim Okulu'nda 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı gününde çekildi. Arkadaşımız Olcay Pınar dün bu okula gitti, aynı tablonun devam ettiğini bir kez daha belgeledi. Burası cami mi? Değil. Burası Diyanet İşleri Başkanlığı mı? Değil. Ya neresi? "Millilik!" sıfatını çoktaan yitiren Eğitim Bakanlığı'nın bir okulu. Devletin (!) okulu. Duvarlar 23 Nisan'la değil, dinci pankartlarla dolu... Allah sonumuzu hayır etsin. Amin." |
Laikliğin tanımı mutlaka yapılmalıdır!
Türkiye'de laiklik evrensel özüne uygun bir biçimde hayata geçirilmiyor:
Daha ziyade "inançlarla mücadele" ve yer yer de "inançlara müdahale" kıvamında uygulanıyor.
Yani, Resmi Pratik laikliğin temel felsefesine aykırı bir uygulama içinde seyrediyor.
Bu Kurulu Düzen refleksinin temelinde gerçekten laiklik duyarlılığı yatıyor olsaydı, böyle davranmazlardı. Çünkü, böyle bir tavrın her şeyden evvel laikliğe zararı var. Türkiye Cumhuriyeti'nde laikliğin kemikleşmesini isteyen bir kurulu düzenin "inançlarla kavga eden/ediyor görünen" böyle bir yanlış yoldan gitmemesi gerekiyor.
Buna mukabil "katı laiklik" uygulamasının devamından yana olanlar kategorisinde -laikliğin evrensel ölçülerde hayata geçirilmesi noktasına yaklaşmak şöyle dursun- çok daha sert bir çizgiye kayılıyor!
Öyle ki, laiklik konusunda örnek aldığımız Fransa'yı bile sollamış durumdayız! Mesela, Fransa'daki üniversitelerde türban yasağı yok. Diğer resmi okullardaki türbana ise son dönemde yasak kondu, Fransa'da...
Son tartışmadan sonra "Laikliğin tanımı değişemez" diye başlık atan yazarları görüyoruz. İşbu tavır "dogmatik" laikliğin ta kendisidir. Ne gariptir ki, bu başlığı atanlar da yıllardır "değişimci"liğin ekmeğini yiyen eşik bekçileridir...
Demek ki, Türkiye'deki laiklik uygulamasında evrensel ölçülere ulaşılmasından korkuluyor! Sezer geçenlerde "Laiklik, din ve vicdan hürriyetine indirgenemez" diyordu. İndirgeyen falan yok. Sorun olarak vurgulanan husus, laikliğin temel faktörünün es geçilmesi ile ilgilidir. Sezer'in gözbağcılığı, Türkiye'de laikliğin doğru algılanmasını ve çok daha güçlenmesini engelleyen bir tavırdır.
Sezer nasıl siyasi davranıyorsa maalesef İktidar da laiklik tartışmalarında siyasi davranmaktan öteye geçemiyor...
AKP iktidarı -Anayasa'yı değiştirebilecek güce ulaştığı halde- Anayasa'nın 24. maddesindeki laiklik tanımı üzerinde bugüne kadar somut bir adım attı mı? Hayır![1]
Bunun adı yazarlık değil, Peygamber düşmanlığıdır
Emin Çölaşan'ın bu ülkenin inananlarını nasıl rahatsız ettiği, nasıl rencide ettiği, hatta Müslümanların kendi canından daha aziz bildikleri Peygamberimize karşı nasıl bir düşmanlık içine girdiği bu yazısı ile bir kere daha ortaya çıktı.. Bunun adı gazetecilik filan değil. Peygamber Efendimize karşı öyle bir yaklaşım içinde ki, bunun adını koymak gerekir Bu olsa olsa resmen Peygamber düşmanlığı. Yoksa; Peygamberimizin ilim öğrenmek ve güzel ahlak geliştirmekle ilgili hadisi şeriflerinden rahatsız olup, bunu sütununa alıp Müslüman bir toplumun karşısına öylece çıkmazdı, çıkmaya cesaret edemezdi. Ankara'da Eryaman'da Bahar İlköğretim Okulu'nda okulun duvarlarında "İslam Güzel Ahlaktır", "ilim öğrenmek kadın ve erkek bütün Müslümanlar'a farzdır", "Güzel ahlak sana küskün olanla barışman, sana kötülük yapanı bağışlamandır" sözleri yazılıymış da burası camimiymiş, burası Diyanet İşleri Başkanlığı mıymış!?...
Yoksa Peygamber'in sözleri Türk okullarında yasaklandı da haberimiz mi olmadı? Türkiye'de öyle insanlar var ki, mezarlıkların kapısında yazılan "Her nefis ölümü tadacaktır" ayetine de karşı çıkarlar. Bir CHP'li milletvekili Ankara Mamak'taki bir caminin üzerindeki bir tabelada yazılı olan "İçki bütün kötülüklerin anasıdır hadisi şerifini oradan kaldırtmaya çalışmıştı ve bunun laikliğe aykırı olduğu safsatasını ortaya atmıştı. Doğrusu isterseniz, işi Peygamber düşmanlığına kadar getirebileceklerine hiç ihtimal vermiyordum. Ancak, maalesef bu talihsiz tavır somut biçimde görülüyor. Artık bunu da yapma cesaretini kendilerinde buluyorlar! Ama bütün bunlara sebep olan gene biziz. O'nun yazdığı gazeteyi para verip alıyoruz. O'na kendi paramızla reyting yaptırıyoruz! (Daha da beteri, inançlı insanlar, marazlılar kadar dirayetli davranamıyoruz. Dinimize diyanetimize sahip çıkamıyoruz.. Masonlara ve münafıklara karşı: İslam'ın yüksek prensipleri, Atatürk'ün gerçek hedefleri ve Milli Görüş'ün örnek projeleri etrafında kenetleşemiyoruz.. N.G.)
Belki de şu "Çakallar ve sarı öküzler" masalını bir kere daha anlatıp, bundan kendimize pay çıkarmamızın zamanı gelmiştir: Bir ormanda çakallar ve öküzler beraber yaşıyorlarmış. Pek bir sorun yokken, günün birinde çakallardan bir heyet sarı öküzlere gelip "Bizim sizden şikâyetimiz yok, gül gibi geçinip gidiyoruz, yalnız içinizdeki şu sarı öküz bize çok yan bakıyor. Onu verin bize, tekrar eskisi gibi yaşamaya devam edelim" derler. Huzur ortamının bozulmaması için öküz verilir, hayat bir müddet daha devam eder. Sonra çakallar yine gelirler ve "Bizim sizden bir şikâyetimiz yok ama şu köşedeki öküz bize karşı kuyruğunu çok kötü sallıyor, onu verin hayatımız eskisi gibi devam etsin" derler. Öküzler mutabakatla "Köşedeki öküz"ü de verirler. Çakalların talepleri tükenmez, öküzlerin öküzlüğü geçmez. Sonunda bakarlar ki bir avuç kalmışlar.
Bu durumu kritik etmişler ve: "Biz baştan o sarı öküzü vermeyecektik" diyerek yaptıkları hatanın farkına varmışlar. Ama iş işten geçmiştir."[2]
Çolaşan'in eski ve yeni yoldaşı ve ekip başı Süleyman Demirel'in son incileri, mide bulandırıcıdır!
Darbe destekçisi ve savunucusu Süleyman Demirel, "Başörtülüler üniversiteye giremez, turban özgürlük falan değildir, bu gericiliktir. Orası üniversite, oranın kuralları var. Danıştay, Anayasa Mahkemesi karar vermiş, ille başı bağlı okumak istiyorsan, başı bağlı olarak okunabilen yerler var, oraya gidin. Arabistan'da falan öyle yerler vardır, oraya gidin. Orada okuyun" diyerek, 28 Şubat'taki tavrının arkasında olduğunu gösterdi. Ve yıllar boyu çok ferasetli geçinen Nurcuları, Süleymancıları ve tarikatçıları nasıl aldatıp kullandığını da ispat etti.
Süleyman Demirel, siyaset tarihimizde önemli yeri olan bir isim olmuştur. 28 Şubat dönemine kadar, ‘merkez sağ'ın ve bir ölçüde ‘muhafazakâr' kesimlerin simgesi konumunda olan Süleyman Demirel, ‘post modern darbe' süreciyle birlikte farklı bir ‘misyon'un temsilciliğine transfer olmuştur. Geçmişteki bütün misyonunu ve sahte meziyetlerini ve o güne kadar temsilciliğini yaptığını iddia ettiği muhafazakâr kesimlerin taleplerini reddeden Demirel, yeni dönemle birlikte kelimenin tam anlamıyla "laikçi kesimler"in safına transfer olmuş ve özgürlüklere direnen ‘derin Türkiye'nin temsilciliğine soyunmuştur. Mesela ‘Basın Kulübü'ndeki, ‘laiklik' ve ‘başörtüsü sorunu' konusunda tartışmanın en hararetli bölümünde bir ara sayın Demirel'le aramızda küçük bir polemik yaşandı. Demirel, yine her zamanki gibi buyurgan tavrıyla, "Başörtülüler (türbanlılar) üniversiteye giremez, türban özgürlük falan değildir, bu gericiliktir" deyince, dayanamadım ve kendisine şöyle bir soru yönelttim. "Sayın Demirel, galiba siz farkında değilsiniz ama, bu ülkede başlarını örten binlerce genç kız üniversite kapılarından geri çevriliyor. Bu yüzden, bütün bir Türkiye'de derin acılar ve dramlar yaşanıyor, peki bu kızlar ne yapsın?" Demirel hiç tereddütsüz ve biraz da öfkeli bir üslupla, "Orası üniversite, oranın kuralları var. Danıştay, Anayasa Mahkemesi karar vermiş. İlle başı bağlı okumak istiyorsan, başı bağlı olarak okunabilen yerler var, oraya git. Arabistan'da falan öyle yerler vardır, oraya gidin. Orada okuyun" diyerek, 28 Şubat'taki duruşunun arkasında olduğunu gösterdi. (Mehmet Ocaktan / Yeni Şafak / 01.05.2006) |
"Başörtülüler Arabistan'a gitmeli" diyen Sn. Demirel, ya masonlar nereye yollanmalıdır?
28 Şubatçı Demirel, yine konuştu ve ‘Başörtülüler Arabistan'a gitsin dedi. Şimdi başörtülüler, Süleyman Demirel'e şunu sormalı... ‘Bu vatan babanın memleketi mi ki, sen bizi Arabistan'a gönderiyorsun... Acaba Türkiye topraklarını Isparta'da bulunan Demireller sülalesi mi kurtardı işgallerden? Yoksa Ege Bank'ta milletin parasını hortumlayan yeğen Murat Demirel mi kurtardı bu vatanı? Sayın Demirel ne dersiniz' diye sormalı... Her yerde karşısına çıkmalılar Süleyman Demirel'in... Aslında bir önerimiz var Demirel'e.., Siyaset yapacaksan eğer, in er meydanına ve aslanlar gibi o var olduğunu söylediğin enerjini harca... Ve artık insanların size nasıl baktığını gör... Bugün kötülediğin ve Arabistan'a göndermeye çalıştığın insanlar sizin yalanlarınıza kanarak maalesef yıllarca oy verdi. Verilen oylara yazık... Ama asıl önemlisi sizin bu yaptığınız da ayıp...
Sn. Demirel kaç yaşındasınız? 29 yıl önce, tam bugün Taksim Meydanı'nda, Kazancı Yokuşu'nda 34 kişi öldü. 1 Mayıs'tı. Taksim'de kutlanırdı. Ben diyeyim 300, siz deyin 350 bin kişi. Sonra oradan buradan ateş açıldı; binlerce insan üst üste yığıldı. O günün başbakanı Demirel ile kitleleri peşinden sürükleyen lideri Ecevit, uzun ömürler dilerim, aramızdalar. Darbeyle gittiler, seçimle tekrar başbakan oldular. Cumhurbaşkanı bile oldu Süleyman Bey. Nice siyasetçi, nice hukukçu, nice genelkurmay başkanı, savcı, hakim ve emniyetçi, CIA istasyon şefi filan geldi, gitti. Nice gazeteci, elbette. Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Uğur Mumcu gibi 1 Mayıs'ta ne olduğunu gerçekten merak edenlerden, kendilerine tam ne olduğu dahi aydınlatılmadan öldürülenler vardı. Ama "gerçek" öyle boylu boyunca yattığı yerden alelacele kaldırılıp bir 30 yıldır çok çok derine gömüldü. Kaç yaşındasınız, bilmiyorum; belki hatırlayacak yaşta, belki hatırlamayacak kadar yorgun, bıkkın yahut unutkan. Belki çok genç. Ama, şöyle düşünün: İstanbul'un göbeğinde Taksim Meydanı'nda, 34 kişinin öldürüldüğü, ölüme ittirildiği bir olayın, öyle 1800'lerde filan değil, başınızdakilerin hala aramızda bulunduğu bir olayın dahi aydınlatılmadığı bir ülkede yaşıyorsunuz ve bir de merak ediyoruz ki, Susurluk neydi, Şemdinli ne? (Umur Talu / Sabah / 01.05.2006) |
Masonların özel dili vardır!
Bu ülkede yıllarca başkanlık ve cumhurbaşkanlık yapmış birinin son demeci saf dil Müslümanları üzüvermiş.. Bilinç sahiplerini hiç de şaşırtamayan bir yaklaşımla:
Başörtülüler Arabistan'a" deyivermiş. Zaten bu anlayışın sahibi yakın bir geçmişte 260 küsur ayetin Kur'an'dan çıkarılmasını da istemişti. Çok daha yakın bir zamanda ise İstanbul'daki Hahamlar, İstanbul müftülüğüne başvurarak "Dini kitaplardaki Anti semit hükümler ve yaklaşımlardan olan rahatsızlıklarını" dile getirmişlerdi. Bu iki anlayışın ne denli örtüştüğü ve aynı şeyleri öngördüğü ne kadar da belirginleşiyor. Yılların kurt politikacısının yaklaşımıyla ve aynı mantıkla söylenmesi gereken şu oluyor. "Masonlar İsrail'e!' Çünkü yıllar yılı bu topraklara ırkçı şovenizmi yerleştiren bu anlayış, bu milleti İslam'dan uzaklaştırmak için ne yollara başvurmadılar ki. Semitizmin ruhunda ırkçılık vardır. Bu, yeryüzünde anti ırkçılıkları körüklemiştir.
Masonların İslam ve Müslümanlarla bu denli uğraşmaları boşuna ve rastlantısal değildir. Masonluğun ruhu semitiktir. Siz bakmayın onlara, mensuplarını her dinin mensuplarından seçmelerine ve onları tuzağa düşürmelerine. Üst düzey masonların hiç birinin İslam ile ilgileri bulunmamaktadır. Çünkü onların din mensubiyetleri kalmamıştır. Ve onlar siyonizmin kullarıdır!."[3]
Masonların Üstadı Selami Işındağ'ın Yirmi dokuzuncu Derece Ritüelinin Tetkiki'nde Tanrı mefhumunu ele alırken pozivist bir anlayışla Kur'an'ın ve dolayısıyla Müslümanların Allah anlayışının tam tersi sapık bir inancı ortaya koyarak, şunları kusmaktadır: "Masonluğun inandığı mutlak ilim, yani ilmi hakikat veyahut Allah mefhumu, hiçbir tabiatüstü vasıf taşımaz." Bir başka cümlesinde ise şöyle zırvalamaktadır: Dinleri kuranlar mutlak ilmi daima aldatıcı ve mütehavvil bir şekilde kişileştirmeye uğraşmışlardır. Masonluk dininin diğer özelliklerini de şöyle anlatır. Evet Masonluk bir dindir ve Semitik bir ruh taşımaktadır. "Vahdet halinde kâinat masonlukta mukaddes ruhtur. Bütün insanları aydınlatan Allah değil akıl ve muhakemedir." Masonların Kur'an'dan ve İslam'dan bu kadar rahatsız olmaları bu yüzdendir. Başörtüsü İslam'ın ve Kur'an'ın bir rüknüdür, bir özelliğidir. Bu ruh ise yani baörtüsü inancın simgesidir. Masonların özellikle başörtüsüne bu kadar düşman olmaları da şeytani ruhlarını ele vermektedir. Bugün başörtüsüne savaş açanlar bu ruhun temsilcileridir. Masonların hizmetçisi AKP şimdi, Nüfus cüzdanlarından din hanesini sildirerek veya konulmasını istemeyerek bir adım daha atıyor. Devlet organlarında başörtülülere getirilen yasaklardan sonra hüviyetlerinde ve ruhlarında İslam yazanları da silmenin zamanı gelmektedir! |
Peki ruhlarında mason olan ve semitik öz taşıyanlar devletin en üst kurumlarına yerleşirlerken, onları kimler denetleyecek: Var mı böyle bir denetim, kurumu ve bir güç? Onlarla uğraşmak bizzat Siyonist İsrail'e savaş anlamına geldiği için mi bu kadar ürkülmektedir. İşte bu noktada insafla itiraf edelim: Erbakan Hoca, ne muhteşem ve muhterem bir şahsiyettir...
Ama bu millet peygamber sevgisiyle coşup taşarken, onları yalan yollara yönlendirenlere de dikkat etmek gerekmektedir. Çünkü Müslümanları ve İslam'ı dinci, gerici yaftasıyla suçlayanlar aslında kendi ruhlarındaki çirkefi örtme gayretindedir.
Ey rasül! (sav) Her Şeye Rağmen Sen; Ahmed Peygamber, Rahmet Peygambersin! O Günde Bu Günde tek ve Gerçek Rehbersin! Müminler Senin yolundadır!
"Katade bin Nüman -Radiyallahu anh'ın nakline göre Hz. Musa aleyhisselam- şöyle dedi:
‘Ya Rabbi! Bana verdiğin levhalarda insanlar arasından çıkarılmış, iyiliği emreden kötülükleri yasaklayan en hayırlı bir ümmetten bahsedildiğini görüyorum. Allah'ım onları benim ümmetim kıl!' dedi.
Allah Teala:
‘Onlar Ahmed'in ümmetidir.' buyurdu.
Musa(as): ‘Rabbim! Dünyaya gelişte son, cennete girişte ilk olan bir ümmetten bahsedildiğini görüyorum. Onları benim ümmetim kıl!' dedi.
Allah Teala:
‘Onlar, Ahmed'in ümmetidir' buyurdu.
Musa (as): ‘Ya Rabbi! Yine levhalarda bir ümmetten bahsediliyor ki, onların İncil'leri (kitapları) sadırlarındadır, ezberden okurlar. Hâlbuki onlardan önceki ümmetler kitaplarını yüzünden okurlar, kitapları kaybolunca da ondan hiç bir şey hatırlamazlardı. Şüphesiz Sen bu ümmete daha önce hiçbir ümmete vermediğin bir ezberleme ve muhafaza etme kuvveti vermişsindir. Allah'ım onları benim ümmetim kıl!' dedi.
Allah Teale:
‘Onlar, Ahmed'in ümmetidir' buyurdu.
Hazret-i Musa: ‘Rabbim! Orada hem önceki kitaplara hem de son kitaba iman eden, her türlü sapıklıkla, tek gözlü ve yalancı deccal ile savaşan bir ümmet zikrediliyor. Onu benim ümmetim kıl!' dedi. Allah Teala ‘O, Ahmed'in ümmetidir' buyurdu. Musa (as): ‘Rabbim! Orada öyle bir ümmet zikredilmektedir ki, onlardan biri iyilik yapmaya niyet etse de onu yapamasa ona bir hasene yazılmakta, yaptığı taktirde ise 10'dan 700 katına kadar sevap verilmektedir. Onları benim ümmetim kıl!' dedi. Allah Teala: ‘Onlar Ahmed'in ümmetidir' buyurdu. Bunun üzerine Hz. Musa (as), elindeki levhaları bir kenara bırakıp: ‘ALLAH'IM BENİ DE AHMED'İN ÜMMETİNDEN EYLE' diye yalvardı." Bizim şerefimiz, Hz. Muhammed'e ümmet olmaktır. Bizim faziletimiz, Müslüman olmaktır. Bizim izzetimiz, İslam'dır. Ve Aziz Atatürk'ün de tespitiyle: Bizim dinimiz: akla, ahlaka ve ilmi hakikatlere en uygun ve en son ilahi nizamdır. Din istismarcıları ne kadar alçaksa, bunları bahane edip, İslam'i gelişme ve güzelliklere sataşanlar da o kadar zavallıdır!... Kur'anın hükümlerine olan gıcıklığını mertçe ortaya koyamayan, Aydınlık'tan Fikret Otyam gibilerinin, meretçe: ve AKP'nin akrepliği bahanesiyle "LAN TÜRBANINI ALDA GİT!.." diyecek kadar şımaranları da, bu zavallılığın son aşamasıdır. |
Tansel Çölaşan Hanım halkı kışkırtmak için yalan mı söyledi?
Başörtüsüne Özgürlük İzmir Platformu Sözcüsü Sıdıka Çetin, Danıştay Başkanvekili Tansel Çölaşan'ın görevden el çektirilmesi ve Çölaşan hakkında yasal işlem yapılması gerektiğini ileri sürdü.
Başörtüsüne Özgürlük İzmir Platformu Sözcüsü Sıdıka Çetin, İzmir Adliye Sarayı önünde yaptığı basın açıklamasında, Danıştaya yapılan saldırının hemen sonrasında Tansel Çölaşan'ın açıklamalarının gerçeklerle bağdaşmadığını ve Çölaşan'ın gerginliği artıran bir rol üstlendiğini iddia etti. Çetin, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Tansel Çölaşan, Danıştaydaki menfur saldırı esnasında saldırganın (Biz Allah'ın askerleriyiz, türban yasağının intikamını alıyoruz) şeklinde bağırdığını ve bu saldırının laik düzene yapılmış bir saldırı olduğunu beyan etti. Ancak, daha sonra bizzat saldırıya uğrayanların ve görgü tanıklarının ifadelerine bakıldığında bu ifadelerinin yalan olduğu ortaya çıkmıştır. Tansel Çölaşan, yüksek yargının bir üyesi olarak halkı kin ve nefrete sürükleyecek bir beyanda bulunmak suretiyle tarafsızlığını yitirmiş ve bu davranışı kamu vicdanını zedelemiştir.'' Şeklinde konuştu.
[1] Tamer Korkmaz / Zaman / 28.O4.2OO6
[2] Nuh Gönültaş / Bugün / 28.4.2006
[3] A. H. Haksal / Milli Gazete
Bu yazarin diger makaleleri
< Önceki | Sonraki > |
---|