YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6622d4a997d24
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 3 3
Bugün : 23575
Dün : 26845
Bu ay : 475455
Geçen ay : 453014
Toplam : 23254419
IP'niz : 52.14.22.250

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Danıştay saldırısı, maalesef sulandırıldı, suni gündemler ve sahte gerekçelerle saptırıldı…

Tetikçilerin ve tahrikçilerin hayat hikâyeleriyle uğraşılıp, Siyonist tertipçilerin asıl hedefleri bir nevi saklanmaya çalışıldı.

Oysa bu olayda kullanılan kiralık failler şeriatçı değildi (olsalardı fark etmezdi), Laik düzen falan da hedef alınmamıştı…

AKP iktidarının yıpratılması ve yıkılması da amaçlanmamıştı… Tam aksine AKP;

Hem, saldırının sırlarını birkaç günde çözen ve şer şebekesini çökerten kahraman (!) konumuna taşınmıştı.

 

 

Hem de, dinsiz kesimlerin hırçın hücumuna uğramış "mağdur Müslüman" olarak siyasi rant toplamıştı.

Asıl hedef: Atatürk'ten hemen sonra İnönülerle, Mendereslerle, Demirellerle, Özal Kardeşlerle sürdürülen "Türkiye'yi, adım adım Sevr'e yaklaştırmak ve bu sonuca razı olsun diye, Müslüman halkı laytlaştırmak" hıyanetine en yatkın iktidar olan AKP'nin işini kolaylaştırmaktı…

Laikçiler de gönüllü figüran olarak bu senaryoya katıldı…

AKP'liler ve dindar kesimler bu oyunda ayrı bir piyon olduklarını anlayamadı. Ne AKP hükümeti, ne laiklik, ne Atatürk ilkeleri; bunlar dış güçlerin (ABD, AB ve İsrail'in) umurunda mıydı?

Onlar toprakları parçalanmış, halkı palyaçolaşmış, İslam'ı laytlaştırılmış ve BOP kapsamında Büyük İsrail'e vilayet olmayı, yani sinsi bir mandacılığı tek kurtuluş yolu saymış bir Türkiye oluşturmak sevdasındaydı…

Aslında Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan şu taziye ilanı bile her şeyi açıklamaktaydı…

***

"Bütün düşünce ve inançlara saygılı, hoşgörülü, sevgi dolu yürekleriyle bilimin aydınlattığı aklın yolunda yürüyen, laiklik, Atatürk ilke ve devrimlerini bütün içtenliği ile benimsemiş ve bunları yaşam biçimi olarak kabul etmiş, Derneğimiz Üyeleri; menfur saldırı sonucu vefat eden

Danıştay 2. Daire Üyesi Sayın Mustafa Yücel BİLGİN

Beyefendiye Tanrı'dan rahmet, yaralı olarak kurtarılanlara acil şifa ve tüm adalet camiası ile halkımıza başsağlığı dileklerini sunarlar.

Hür Ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Derneği"

***

Ya hu! Allah aşkına, artık kafalarımızı kumdan çıkaralım… Akıllarımızı başımıza toplayıp biraz çalıştıralım:

Atatürk; Dış güçlerle gizli ve kirli ilişkileri ve hıyanet girişimleri yüzünden bu mason localarını kapatmamış mıydı?

Hem mason, hem Atatürkçü olmak, tam bir sahtekârlık sayılmaz mıydı?

Atatürk camileri kapatmadığı Kur'an'ı ve türbanı yasaklamadığı halde bugün Atatürkçülük kisvesiyle din düşmanlığı yapanlar;

Atatürk'ün bizzat tehlike sayıp kapısına kilit astırdığı kapattığı mason localarıyla sıkı-fıkı olmalarından dolayı hiç utanmazlar mı?

İşte bu noktada, Türkiye dertlisi ve milli düşünceli aydınlarımızdan Doç. Dr. Yaşar Hacısalihoğlu'nun, şu tarihi tesbitleri üzerinde kafa yormanın tam zamanıdır:

Bu Oyun Bozulmalıdır…

Her geçen gün Türkiye, sıkıntılı bir geleceğe süratle sürükleniyor. Değerlerin yıpratıldığı, ortak yaşam kültürünün dağıtıldığı, yabancılaşmanın öne çıkartıldığı yeni bir sosyal atmosfer, Türkiye'nin üzerine bir kara bulut kümesi olarak yerleşik kılınmaya çalışılıyor.

Batı emperyalizmi birinci dünya savaşı sonrası Ortadoğu'ya bıraktığı mirası yeniden harekete geçirerek, bölgenin kaderini yine belirlemeye çalışıyor.

O miras ki, her şeyden önce masada çizilerek yapay sınırlarla oluşturulmuş ülkelere dayanıyordu. Sınırların oluşumunda özel bir strateji güdülmüştü. Buna göre; uluslaşmaya engel olacak şekilde etnik çelişkileri kalıcılaştıracak bir siyasal yapılanma öngörülüyordu. Çünkü günün birinde aynı coğrafi bölgelere ve ülkelere geri dönülebilirdi ve bu çelişkilerden yeniden yararlanılması gerekebilirdi. Bu hesabın başarısı için yerel çelişkilerin çeşitliliğine de dikkat ediliyordu. Bir coğrafi alandan doğan bir kaynağın aynı coğrafi alan içinde sonlanmaması için özen gösteriliyor ve ülke sınırları çizilirken bu durumda dikkate alınıyordu.

Batı için yerel çelişkiler, küresel egemenliğin sağlanabilmesi ve Batı çıkarlarının yerleşik kılınabilmesi için araç olarak görülüyordu.

Bugün de böyle görülüyor. Yine etnik yapı üzerinde oynanıyor. Etnik yapıyı çelişkiler yumağına dönüştürmenin yolları döşeniyor. Millet ve ulus devlet kavramları yıpratılıyor. Batı ülkeleri için post modern zenginlik olarak görülen etnik farklılıklar Ortadoğu için ayrışmanın, bölünmenin, iç çatışmanın nedeni ve zemini haline getirilmeye çalışılıyor. Yeni haritalar oluşturulmaya yeni devletçikler yaratmaya, federatif modeller özendirilmeye çaba harcanıyor. Bu stratejik çabaların ekonomi politik arka planını "dünyayı tek Pazar haline getireceksek parçaları küçük olmalı" hedefi oluşturuyor. Dirençleri kırılmış, büyüklükleri zayıflatılmış, atomize edilmiş bir siyasal atmosfer yaratılmaya gayret ediliyor. Çünkü bölgenin su, enerji/doğal kaynaklarına hükmedilmeye çalışılıyor.

Tüm bunların yaşatılmaya çalışıldığı coğrafi bölgede Türkiye ise, tarihsel birikimiyle, bir anti-tezi oluşturuyor. Batı emperyalizmine karşı verilmiş olan milli kurtuluş mücadelesinin sonunda sınırları kanla, alın teriyle, bir bedel ödenerek çizilmiştir. Kurulan Türkiye Cumhuriyeti; inancın, direncin kararlığın simgesidir. Tüm mazlum milletler için emperyalizmden, sömürgecilikten kurtuluşun ilham ve cesaret kaynağıdır.

Türkiye bu birikimiyle bir harman yeri, bir sentez ülkesidir. Yüzyıllardır üst üste biriken değerlerin alaşımıdır. "Cumhuriyet" onun son harman yeridir. Milli devletinin ve Milli kimliğinin saptandığı yerdir. 'Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir" denkleminin kurulduğu yerdir.

"Türk Milleti" kavramı dışlayıcı değil birleştiricidir, Anadolu'nun sentezidir. Ortak yazgının, direncin, alın terinin, birlikte yaşama iradesinin adıdır. 'Türk Milleti" kavramı anti-emperyalizmin, teslim olmamanın, inanan, azmin ve "kurda kuşa" yem olmamanın adıdır. Ufalanmanın, teslimiyetin, emperyalizmin oyuncağı olmanın, aldatılmanın, ihanetin karşısında durmanın adıdır. Anadolu'nun havasının, suyunun, taşının, toprağının, kurdunun, kuşunun, halayının, horonun, semahının, zeybeğinin adıdır. Birlikte ağlamanın birlikte gülmenin, iç içe geçmenin, kız alıp kız vermenin, et tırnak olmanın adıdır. Etnik kimlik yarışının, yapay farklılıklar yaratmanın, "Yugoslavyalaştırma" oyununun bozulmasının adıdır. Tarihsel, kültürel ve coğrafi birikimin, harman yerinin adıdır.

Bugün Türkiye üzerinde hesaplar, bu harman yerinin dağıtılmasına, Anadolu'nun mayasının ve hamurunun bozulmasına dönüktür.

 

2005 Türkiye İlerleme Raporu

Avrupa Birliği Komisyonu tarafından her yıl düzenli olarak yayımlanan "İlerleme Raporu", aday ülkenin kaydettiği gelişmelerin, Avrupa Birliği müktesebatına uyum düzeyinin, aday ülkeden beklenenlerin, eleştirilerin ve dolaylı olarak taleplerin dile getirildiği bir belgedir.

İngilizce 146 sayfa, Türkçe 162 sayfadan oluşan 2005 Türkiye İlerleme Raporu'nun 6 sayfalık özetinde, ön plana çıkartılması gereken ve kamuoyunun hassas olduğu unsurları bulacaksınız.

İlerleme Raporu'ndan önemli bölümler şöyle:

1)   Asker-Sivil İlişkileri:  "Türk Silahlı Kuvvetlerinin rol ve görevlerini tanımlayan ve Ordu'ya geniş bir manevra sahası tanıyan hükümleriyle Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu değiştirilmemiştir.

Askeri Ceza Yasası'nın sivillerin askeri mahkemelerde yargılanmasına izin veren hükümleri hakkında ilave bir gelişme kaydedilmemiştir.

Jandarma, askeri görevleri itibariyle Genelkurmay Başkanlığına, kolluk kuvveti işlevi itibariyle İçişleri Bakanlığına bağlıdır. İç güvenlik politikası üzerinde tam sivil denetim sağlanması için, İçişleri Bakanlığının, valilerinin ve kaymakamların Jandarma üzerindeki denetimi güçlendirilmelidir.

Silahlı Kuvvetler kayda değer siyasi nüfuz kullanmaya devam etmektedir. MGK'nın askeri üyeleri ve diğer kıdemli silahlı kuvvetler personeli, iç ve dış politika konularındaki görüşlerini kamuoyuna yaptıkları konuşmalar ve basın toplantıları vesilesiyle düzenli olarak ifade etmeye devam etmişlerdir. Bu açıklamalar özellikle Irak, Kıbrıs, terörizm, laiklik ilkesi ve Türkiye-AB ilişkilerine ilişkin olarak yapılmıştır.

Avrupa Birliği üyesi devletlerin uygulaması doğrultusunda askeriyenin tamamıyla sivil kontrol altında olmasını temin etmek konusunda daha fazla çaba gerekmektedir. Silahlı kuvvetler Türkiye'de resmi olmayan yöntemlerle nüfuzunu kullanmaya devam etmektedir."

Avrupalı dostlarımızın (!) bizden istedikleri: Bağımsızlık ve bekamızın sigortası olan ordumuzun, milli savunma ve ülke çıkarlarına sahip çıkma konusundaki etkinliğini ve yetkinliğini törpülemek ve güdük hale getirmektir.

2)  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları: "Yargılamanın yenilenmesine imkan veren hükümler, Öcalan davası dahil, 4 Şubat 2003'ten önce Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi'nde bulunan davalara hala uygulanmamaktadır. Öcalan davası konusunda, AİHM Büyük Dairesi Mayıs 2005'te Türkiye'nin adil yargılanma hakkına dair hükümleri ihlal etmekten sorumlu olduğuna ilişkin bir karar almıştır. Bu kararla, düzeltme önlemlerinin yeniden yargılamayı veya davanın yeniden açılmasını içerebileceği belirtilmiş, ancak konu hakkında verilecek karar büyük ölçüde Türk makamlarına bırakılmıştır. Bugüne kadar Türk makamlarının karara uymak için ne gibi önlemler alacakları acık değildir."

Yani gavurların beklentisi: Apo'yu kahraman gibi salıvermemiz ve PKK'ya siyası kılıf geçirilmesine müsaade etmemizdir.

3) Dini Özgürlükler: "Mevcut yasal çerçeve, dini toplulukların, dinlerini tanıtmak ve korumak amacıyla hukuki bir kişilikle dernek kurma hakkını hala tanımamaktadır. Uygulamada, gayrimüslim topluluklar önemli sorunlarla karşılaşmaya devam etmektedirler: Bu topluluklar tüzel kişilikten yoksundurlar, sınırlı mülkiyet hakkına sahiptirler, vakıflarının yönetiminde müdahaleyle karşılaşmakta ve bunların kendi din adamlarını eğitmelerine izin verilmemektedir.

Din adamı eğitimi konusundaki süregelen yasak, gayrimüslim dini toplulukların, mevcut kuşağın ötesinde, topluluklarını sürdürebilmelerinde güçlüklerle karşılaşacakları anlamına gelmektedir. Ekim 2005'te, Eğitim Bakanı'nın, 1971 yılından bu yana kapalı olan Heybeliada Rum Ortodoks Ruhban Okulu'nun süregelen kapalılık durumuna karşı olduğunu belirtmesine rağmen, Okul'un yeniden açılışını hızlandırıcı hiçbir adım atılmamıştır. Vatandaşlık koşulu, Süryaniler ve Keldaniler gibi Türk olmayan din adamlarının bazı kiliseler için çalışabilmelerini kısıtlamaktadır. Ekümenik Patriğin dinsel unvanının kamusal kullanımı hala yasaktır ve bazı dini azınlık kiliselerinin başkanlarının seçimi katı koşullara tabidir. Türk olmayan Hıristiyan din adamları, vize alma ve yenileme ve oturma ve çalışma izinleri konularında güçlükler yasamaya devam etmektedirler.

Bazı gayrimüslim dini topluluklar geçen yıldan bu yana özellikle aşırı gruplar tarafından şiddet ve tehdit edici tacizlere maruz kalmaktadırlar. Örneğin Ekim 2004'te İstanbul'daki Patrikhane bombalı saldırıya uğramış ve şans eseri bu saldın ölüm ve yaralanmayla sonuçlanmamıştır. Ocak 2005'ten bu yana Protestan kiliselerine karşı çok sayıda saldırı gerçekleşmiştir. Diyanet İsleri Başkanlığı Mart 2005'te misyoner faaliyetlerine karşı olan bir hutbeyi onaylamıştır."

Bu ifadelerden açıkça anlaşılıyor ki, Avrupa Birliği, "dini özgürlük" diye sadece ülkemizdeki gayrı Müslimleri kollayıp kışkırtmayı düşünmekte, Müslüman halkımızın başörtüsü, Kur'an kursu ve imam hatip konusunda uğradığı haksızlıkları görmezlikten gelmekte ve hatta Diyanetin hutbelerine müdahale etmektedir.

4) Azınlık Hakları: "Türkiye'nin, Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'ne, azınlıkların hakları konusunda koyduğu çekince ve BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi'ne, eğitim hakkı konusunda koyduğu çekince, endişelere neden olmaktadır. Bu çekinceler azınlık haklarının korunması konusunda daha fazla ilerleme kaydedilmesini engellemek amacıyla kullanılabilir. Özellikle, Türkiye'nin bu İkiz Sözleşmelere koyduğu çekincelerin, bu maddelerle güvence altına alınan hakların sadece çekincelerde atıfta bulunulan hüküm ve kurallarda adı geçen cemaatlerle sınırlı olduğu anlamına gelmeyeceğini umut edilmektedir.

Türkiye, Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi'ni veya Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı'nı imzalamamıştır.

Türkiye'ye göre azınlıklar, Lozan Antlaşması'nda adı gecen Yahudiler, Ermeniler ve Rumlardır. Bununla birlikte, ilgili uluslararası standartlar ve Avrupa standartlarına göre Türkiye'de azınlık olarak nitelendirilebilecek başka topluluklar da mevcuttur.

Yahudi, Rum ve Ermeni okullarındaki çifte müdürlük uygulaması (bu okulların, Milli Eğitim Bakanlığı'nı temsil eden Müslüman müdür yardımcıları müdürden daha fazla yetkiye sahiptir) konusunda resmi makamlarla başlatılan diyalogda gelişme kaydedilmemiştir. Rum cemaati yeni eğitim malzemelerinin onaylanması ve yurtdışında eğitim görmüş öğretmenlerin tanınmaları konusunda sorunlarla karşılaşmaya devam etmektedir.

Ayrıca, Rum azınlık öğretmenlerine, 2003 İş Kanunu'na aykırı olarak ve Türk kökenli meslektaşlarının durumlarıyla çelişen biçimde, hala sadece bir okulda eğitim verme izni tanınmaktadır. Ermenice dil öğretmeni yetiştirilmesi halen mümkün değildir. Bu konuda Türk makamlarınca İstanbul'daki üniversitelerden birinde Ermeni dilinin öğrenimine olanak verecek bir Ermenice bölümü açılmasına onay verilmesi beklenmektedir. Resmi makamlar tarafından genellikle Lozan Antlaşması kapsamında değerlendirilmeyen Süryaniler gibi Müslüman olmayan azınlıklara hala okul açma izni verilmemektedir.

Gökçeada'daki (Imvroz) Rum azınlık bir dizi sorunla karşılaşmaya devam etmektedir. Bunlar özellikle tapu sicili işlemlerinden ve arsa ve binaların "doğal veya kültürel varlık" olarak gösterilmesinden -ki bu mülkiyete el konulmasıyla sonuçlanmıştır- kaynaklanmaktadır. Haziran 2005'te Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi'nin bir Türk ve bir Yunan üyesi adayı ziyaret etmişler ve Rum azınlığın bir dizi sorunla karşılaştığı sonucuna varmışlardır.

Roman (Çingeneler) kökenlilerin Türkiye'ye göçmen olarak girmesini yasaklayan mevzuat hala yürürlüktedir. Roman kökenlilerin uygun ikamet, eğitim, sağlık ve istihdama erişimde güçlüklerle karşılaştıkları bildirilmektedir. Roman kökenlilerin nüfusu tahminen 500.000 ve 2.000.000 arasındadır.

 

Şubat 2005'te AGİT Milli Azınlıklar Yüksek Komiseri, Türkiye'nin daveti üzerine Ankara'yı ziyaret etmiştir. Fakat komiserin Türkiye'nin Güneydoğusu'nu ziyaret etme önerisi kabul edilmemiştir."

Bu sinsi tespit ve temenniler: Türkiye'deki Kürt, Alevi ve çingene vatandaşlarımız da azınlık kapsamına alıp, farklı kimlik ve kökenleri öne çıkarıp, Milli birlik ve dirliğimizi dinamitlemeye yöneliktir.

5) Kürtler: "Yargının Kürtçenin kullanım hakkını güvence altına almaktaki rolü karışıktır. Siyasi partilerce Türkçe dışındaki dillerin kullanımı konusunda hala kısıtlamalar mevcuttur.

Çoğunluğun Kürt kökenli olduğu Doğu ve Güneydoğu'daki durum konusundaki ilerleme yavaş ve düzensiz olmuştur. Hatta bazı hallerde durum daha da kötüye gitmiştir. Olağanüstü Hal uygulaması kaldırılmış olmasına rağmen, yolların kapatılması ve kontrol noktaları kurulması gibi bir dizi güvenlik önlemi, Güneydoğu'daki bazı illerde yeniden uygulamaya konulmuştur. Bu durumun halkın yaşantısına etkileri olmuştur.

Kültürel hakların kullanımı hala kritik bir durumdadır. Kürtçe yerel yayına henüz izin verilmemiş, Kürtçe dil kursları kapanmıştır. Siyasetçiler, belirli çerçevelerde Kürtçe dilini kullandıkları için mahkûm edilmeye devam edilmiştir. Türkiye, azınlıklar ve kültürel haklar konusunda kısıtlayıcı bir yaklaşım benimsemeyi sürdürmektedir.

Türk makamlarının 2000 yılından beri hiçbir köy korucusu atanmadığı yönündeki açıklamalarına rağmen, sivil toplum örgütlen, güvenlik güçleri ile yasadışı silahlı gruplar arasında artan sayıdaki çatışmalara tepki olarak yeni köy korucularının istihdam edildiği tahmininde bulunmaktadırlar. Köylere dönüş izninin bazen sadece geri dönenlerin köy korucusu olmayı kabul etmeleri durumunda tanındığına dair bilgiler bulunmaktadır.

Bu yıl izin verilen Mart ayındaki Nevruz kutlamaları birçok ilde barışçı geçerken, Mersin'de iki çocuğun Türk bayrağını yırtması olayı bazı milliyetçi tepkileri ateşlemiştir."

Bu sözler, Kürtler üzerinden Türkiye'nin bölünmeye doğru sürüklendiğinin göstergesidir. Batılıların gayesi ve gayreti, Kürtlere sahiplenmek değil, Türkiye'yi Sevr'e sürüklemektir. Saddam'ın zulmünden kaçıp Türkiye'ye sığınan yüzbinlerce kürdün bir tanesi bile ülkelerine kabul etmemişler, tek kuruş yardım göndermemişlerdir.

6) Yunanistan "Casus Belli":  "Nisan 2005'te, Meclis Başkanı, Türkiye'nin, Yunanistan'ın karasularını muhtemel genişletmesi bağlamında 1995 yılında Türk Meclisi tarafından kabul edilen kararda belirtilen,  Yunanistan'la ilgili "casus belli'ye ilişkin ifadeden vazgeçebileceği görüşünü beyan etmiştir. Dışişleri Bakanı Gül, söz konusu atfın çıkarılmasına herhangi bir itirazı olmadığını dile getirmiştir. Ancak, daha sonra bu konuda bir gelişme olmamıştır."

Yani, AKP'ye kalsa, AB'nin uşaklığına çoktan hazır, biz AKP'li kurmaylardan razıyız… Ancak milli güçler bize direnmektedir.

7) Kıbrıs: "Türkiye, Kıbrıs'ın bazı uluslararası örgütlere üyeliğini, ayrıca Konvansiyonel Silahlar ve Çift Kullanımlı Malzeme ve Teknolojinin İhracat Denetim Kurallarına ilişkin Wassenaar Anlaşması'na katılımını veto etmeye devam etmiştir.

Gemi ve uçakların faaliyetlerine yönelik kısıtlamalar, Türkiye ile Kıbrıs arasında malların serbest dolaşımını engellemektedir.

Kıbrıs bandıralı gemi veya uçaklara yönelik kısıtlamalardan kaynaklanan malların serbest dolaşımına ilişkin mevcut engellerin kaldırılması gerekmektedir."

Bu sözlerin anlamı: "Kıbrıs'ı tamamen Rumların yönetimine devretmedikçe, AB üyeliğimiz gerçekleşmeyecektir."

8) Türkçe Dışındaki Dillerde Yayın: "TRT'nin Radyo-1 ve TRT-3 televizyon kanalında Boşnakça, Arapça, Çerkezce, Kirmence ve Zazaca yayınlar yapılmakta, ancak bu yayınlar süre ve kapsam olarak sınırlı kalmaktadır.

Televizyondaki yayınların süresi haftada toplam dört saati, radyodaki yayınların süresi ise haftada beş saati geçememektedir. Bu yayınlar sadece haber, müzik ve kültürel programlardan oluşmakta, örneğin çocuk programlarını kapsamamaktadır.

Yerel ve bölgesel düzeyde ise 11 özel yerel televizyon ve/veya radyo istasyonu Türkçe dışındaki dillerde yayın yapmak için gerekli izni almak amacıyla başvuruda bulunmuştur. Ancak, hem usule ilişkin geniş kapsamlı düzenlemelerin varlığı, hem de RTÜK'ün lisans vermeden önce Türkiye'nin değişik bölgelerinde yerel dillerin kullanımına ilişkin ulus çapında bir "Profil Çalışması"nın tamamlanmasında ısrarlı davranması, herhangi bir yerel yayının gerçekleştirilmesini önlemiştir.

Mahkemelerde, Türkiye'de Türkçe konuşmayan etnik grupların kullandığı diller arasında hukuki tercüme konusunda eğitim görmüş tercüman bulunmadığından, Türkçe konuşmayan nüfus için etkili tercüme sağlanmasında halen zorluklar olabilir."

Kürtçe, Çerkezce, Ermenice, Süryanice… dillerinde yayın ve eğitim özgürlüğünün, Türkiye'yi fikren ve fiilen çözülmeye götüreceğini anlamamak için, ahmak olmak gerekir.

9) Askerlik Hizmeti: "Türkiye mecburi askerlik hizmetine karşı vicdani ret hakkını tanımamakta ve vicdani redde ilişkin ilkeleri belirleyen Avrupa Konseyi tavsiyelerinde yer alan alternatif sivil hizmet imkânını sağlamamaktadır."

Gençliğimizin askerlik ruhunu, kutsal vatani görev şuurunu körletmek için yapılan tavsiyelerdir.

10) Yabancılara Mülkiyet Hakkı: 2003 yılında yabancılarca mülk edinilmesine imkân sağlayacak şekilde değiştirilen Tapu Kanunu'nun 35. maddesi, ulusal güvenliğe ve devletin birliğine ilişkin kaygılar nedeniyle Nisan 2005'te Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Temmuz 2005'ten bu yana yabancılara gayrimenkul satışı gerçekleşmemiştir. Uygulamada Yunan uyruklular Türkiye'de miras yoluyla mülk edinme hususunda sorunlarla karşılaşmakta, Türkiye dışında yerleşik ve Türk vatandaşlığı bulunmayan Süryaniler de Güneydoğu'daki mülklerini tescil ettirememektedirler. Gayrimüslim dini topluluklar, mülkiyet haklarıyla bağlantılı bir takım sorunlarla karşılaşmaktadırlar.

11) Avrupa Birliği Vatandaşlarına Seçme ve Seçilme Hakkı: Anayasa'ya göre sadece vatandaş olanlar oy kullanma hakkına sahiptir. Zamanı geldiğinde ülkede yerleşik ve Türk uyruklu olmayan Birlik vatandaşlarının, Avrupa Parlamentosu seçimleri ile belediye seçimlerinde oy kullanmalarına ve aday olmalarına izin verilmesi gerekecektir. Avrupa Parlamentosu ve belediye seçimlerindeki oy kullanma haklarına ilişkin ilgili müktesebatın aktarımını sağlayacak yasal düzenlemenin yapılması icap edecektir.

Yerleşme haklarına ilişkin olarak, kişilerin serbest dolaşımını, özellikle Birlik vatandaşlarının ülke topraklarına giriş ve kalış formalitelerini ve koşullarını düzenleyen müktesebatla uyumunu sağlayacak yasal değişikliklerin, biran önce yapılması gerekecektir.

12) Ermenistan: Ermenistan konusunda sınır hala kapalı ve diplomatik ilişkiler henüz kurulmamıştır. İki ülke arasında işbirliği ve uzlaşmaya dönük şekilde yoğunlaştırılmalıdır. Türk Başbakanı ile Ermenistan Cumhurbaşkanı arasında resmi bir mektup teatisi gerçekleşmiştir. Birçok Türk şehrinden Erivan'a doğrudan uçuşlar devam etmektedir. 1915 yılı trajik olaylarının 90. yıldönümü arifesinde, Türk akademisyenleri Erivan'daki konferanslara katılmışlardır.[1]

13) Cumhurbaşkanı'na Dolaylı Eleştiri: Üçüncü Yasama Yılı'nın Ekim 2004'te başlamasından bu yana, Cumhurbaşkanı, 13 kez kanunları tekrar görüşülmek üzere Parlamento'ya iade etme hakkını kullanmıştır. Sekiz kez, Parlamento tarafından ikinci görüşmede aynen kabul edilen kanunların bazı hükümlerinin iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurmuştur.

Cumhurbaşkanı, mevcut Hükümetin işbaşına geçmesinden bu yana yapılan 2340 atamadan 306'sına onay vermemiştir. Hükümet idari kadroları doldurmak için, Cumhurbaşkanınca veto edilmeyen atamalar da dahil olmak üzere, geçici atama yöntemini giderek daha fazla kullanmıştır.

2004'te kabul edilen Kamu Sektörü Reformu Çerçeve Yasası, Devletin üniter yapısına dair Anayasa hükümleriyle çeliştiği gerekçesiyle Temmuz 2004'te Cumhurbaşkanınca veto edilmiştir. Bu kanun, reform sürecinin ana unsuru olarak tasarlanmıştı.

14) Dış, Güvenlik ve Savunma Politikası: Türkiye, komşularıyla ihtilaf kaynağı olan konuları ele almalı ve sınır sorunlarının barışçı çözüme kavuşturulması sürecini olumsuz etkileyecek her türlü hareketten kaçınmalıdır.

Türkiye Kıbrıs ve Malta'nın Avrupa Birliği-NATO stratejik işbirliğine iştirak etmesini engellemeye devam etmektedir. Aynı şekilde, Türkiye Kıbrıs'ın Wassenaar anlaşmasına katılımına halen karşı çıkmaktadır.

15) Diğer: Başta sivil havacılık, deniz taşımacılığı, radyo ve televizyon yayıncılığı ve enerji alanlarında olmak üzere diğer sektörlere özgü mevzuatta, yabancıların mal edinimi konusunda önemli kısıtlamalar devam etmektedir. Sermaye hareketlerini engelleyen tüm sektörel ve yapısal engellerin belirlenmesi ve ortadan kaldırılması gerekmektedir.

-Sektörel mevzuatta yabancıların yerleşme hakkını sınırlayan kısıtlamalar hala mevcuttur. Belirli sektörlerde, yabancı ülke vatandaşları şirketleri Türkiye'de kurulmuş olsa dahi hizmet sunumunda bulunamamaktadır. Belirli meslekler yabancı ülke vatandaşlarına kapalı kalmaya devam etmektedir.

-Avrupa Birliği vatandaşları ve firmaları tarafından Türkiye'de taşınmaz mal edinilmesini etkileyen tüm kısıtlamaların kaldırılmasında ilerleme kaydedilmesi gerekmektedir.

Posta sektöründeki tekel varlığını sürdürmektedir. Posta hizmetleri pazarının kademeli olarak serbestleştirilmesi için büyük çaba gerekmektedir. Dünya çapındaki posta hizmeti sunucusuna tahsis edilebilecek hizmetlerin azami sınırı belirlenmelidir. Posta Direktifine uyulmasını sağlamak ve posta sektöründe rekabeti teminat altına almak için bir ulusal düzenleyici makam oluşturulmalıdır.

-Kalibrasyon, test ve muayene laboratuarları, kalite kontrol sistemleri (ISO 9000) ve ürün sertifikasyonları alanlarında, Akreditasyon İşbirliği Alanında Avrupa İşbirliği çok taraflı anlaşmasına henüz imzacı statüsü verilmeyen Türk akreditasyon kurumu TURKAK'ın akreditasyonu, Avrupa Birliği tarafından tanınmamaktadır.[2]

-Çelik sektörüyle ilgili olarak, Türk yetkililer sektöre verilen devlet yardımında 1996 AKÇT-Türkiye Serbest Ticaret Anlaşmasında öngörülen tatmin edici şeffaflık düzeyini henüz sağlamış değildirler. Bu alanda ilerleme sağlanması, yalnızca çelik sektörünün genel durumu açısından değil, Erdemir özelleştirmesinin çerçevesinin açıklığa kavuşturulması açısından da aciliyet taşımaktadır.

-Türkiye için kısa vadeden orta vadeye kadar geçen sürede temel öncelik, tarım sektörünü yeniden yapılandırıp, modernize etmek ve kırsal kesimde alternatif istihdam olanakları yaratmaktır. Bu alandaki ilerlemeye özellikle kırsal kalkınma stratejisinin sonuçlandırılması, kırsal kalkınma planı oluşturulması ve Katılım Öncesi Kırsal Kalkınma Aracı bağlamında ivme kazandırılmalıdır. Çiftçilerin ve ekili alanların kaydedilmesi işlemi tamamlanmalıdır.

-Kıyı ticareti (kabotaj) pazarına girişin Türk bayraklı gemilere münhasır tutulması sürdürülmektedir. Kıbrıs bayraklı ve Kıbrıs'la ticaret yapan gemilere uygulanan kısıtlamaların kaldırılması yönünde bir gelişme kaydedilmemiştir.

Kamu İdaresi Reformu Kanunu, 2004 yılında yeniden gözden geçirilmek üzere Cumhurbaşkanı tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne iade edilmiştir. Halen kanunlaşması beklenmektedir. Belediyeler Kanunu, Büyükşehir Belediyeleri Kanunu ve İl Özel İdaresi Kanunu olmak üzere geriye kalan üç yasa, Temmuz 2005'te kabul edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti, ekonomik kalkınmada katılımcı yaklaşımlar konusunda sınırlı deneyimi olan, oldukça merkeziyetçi bir devlettir, Bölgesel Kalkınma Ajansları kurulmasına ilişkin yasal çerçeve konusunda dile getirilebilecek herhangi bir gelişme kaydedilmemiştir.

Su Çerçeve Direktifi ve Topluluğun taraf olduğu uluslararası sözleşmeler doğrultusunda sınıraşan sularla ilgili işbirliğinin geliştirilmesi henüz başlangıç aşamasındadır. Çevreyle ilgili müktesebatta ve Birliğin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde belirtilen sınıraşan sorunlara özel önem verilmesi gerekmektedir.

Hibe şeklindeki yardımlar alanında 2005 yılı Katılım Öncesi Mali Yardım Programı, ülke programı ve TAIEX veya SIGMA, iletişim ve yönetim gibi çoklu-ülke programlarına bağlı harcamalardan oluşmakta olup, bunun toplamı 300 milyon Euro'yu bulmaktadır. Avrupa Yatırım Bankası'nın uzun vadeli uygun finansmanlarla ülkenin ekonomik kalkınması ve Avrupa entegrasyonuna verdiği desteğe olan taahhüdünün niteliğindeki kredilerin toplam tutarı 3,6 milyar Euro'dur.[3]

İşte üyeliğe kabul edilince, dünya cennetine erişeceğimizi sandığımız Avrupa Birliği, bu yaldızlı sözler ve beklentiler içerisinde, bağrımıza çuvaldızını sokarak; egemenliğimizden, milli ve manevi kimliğimizden ne denli vazgeçebileceğimizi test etmektedir.


[1] Yazarın notu: Soykırımı savunan akademisyenlerden söz ediliyor.

[2] Yazarın notu: bu nedenle her yıl on milyonlarca Euro Avrupalı akreditasyon şirketlerine akmaktadır

[3] Yazarın notu: Avrupa Birliği konusunda "hakim medya" tarafından uygulanan bilgi karartması ve çarpıtması nedeniyle, diğer belgelerde olduğu gibi, 9 Kasım'da yayımlanan belgelerde de, ülkemizin geleceğini yakından ilgilendiren konular, kamuoyunun büyük bir bölümünce fark edilemedi. Kendi yorumumu katmadan, bazen açıkça, bazen diplomatik bir dille, bazen de satır aralarına gizlenmiş unsurları bulup çıkarmaya özen gösterdim. Konuyla ilgilenenlerin yararlanacağı bir çalışma olduğunu umuyorum.

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Halil YAMAN

Halil YAMAN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx