YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6621de106458c
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 7 6 3 1
Bugün : 2072
Dün : 26845
Bu ay : 453952
Geçen ay : 453014
Toplam : 23232916
IP'niz : 3.145.154.178

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Haçlı Misyonerlik faaliyetlerinin ve Siyonist Yahudi sermayesinin küreselleşme hedefinin, daha ılımlı ve barış kılıflı bir versiyonu olan “Medeniyetler İttifakı” toplantısı için İstanbul’a gelen…

. BM, İnsan hakları Komisyonu Filistin Özel raportörlüğünü yürüten

. Yıllar önce, Paris’te iken Hümeyni ile görüşüp, ABD’li yetkililere “Hümeyni’nin ve tasarladığı İslam devriminin bir öcü olmadığını ve diyalog kurmanın yararlarını” bildiren Prof. FALK, Suriye konusunda şunları söylüyordu:

“Dışarıdan müdahaleler ülkeleri, Libya ve Somali’de olduğu gibi, bölünmeye sürüklemektedir. Bu nedenle dışarıdan müdahale yerine, halkın organize edilip desteklenmesi ve bir halk devrimi ile yönetimi ele geçirmesi daha gerçekçidir. Amerika Vietnam’da, Rusya Afganistan’da gerekli dersi aldıklarından, şimdi Suriye müdahalesine bulaşmama eğilimindedir”

İşte bu açık gerçeklere rağmen Sn. Recep T. Erdoğan iktidarının Suriye’nin kuzeyine ve tampon bölge oluşturma bahanesiyle askeri müdahale konusunda bu denli istekli davranması, yoksa ABD ve NATO yerine Türk askerini feda etme niyeti ve gayreti mi taşıyordu?

Prof. Dr. Taner Akçam’ın, Neşe Düzel’e verdiği röportajındaki:

“Kürt Devleti maalesef Türkiye’ye (AKP Hükümetine) kurduruluyor. (Fetullahcıların güdümündeki) Abant toplantılarında ise, buna mazeret ve meşruiyet kılıfı uyduruluyor. Bazıları, “Milli çıkarlarımızı korumak ve iç barışı sağlamak amacıyla, Abdullah Öcalan’dan yararlandıklarını” söylüyor ve toplumun tepkisini törpülemeye çalışıyor. Oysa aslında Abdullah Öcalan ve tabi Onun arkasındaki odaklar, kendi emperyalist hedefleri doğrultusunda bu hükümeti ve yandaş kesimleri kullanmaya çalışıyor” tespitleri, çok acık ve çarpıcı gerçekleri ortaya koyuyordu.

Barzani Kürdistan’ına Akdeniz koridoru açacak “Suriye Özerk Kürt Bölgesi” oluşturmayı amaçlayan, Türkiye’nin Suriye Müdahalesine bahane olarak, “Ülkemize sığınan göçmenlere, kiralık ajanlarca ateş açılmasını” gösterecek kadar sırıtan bir dış güdümlü politikayla, AKP kendisiyle birlikte Türkiye’nin de geleceğini kararttığını fark etmiyordu. Ve hele Başbakan’ın “Suriye müdahalesine Çin’i de razı etme” gezisine katılan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, bu ziyaretini yarıda kesip apar topar Türkiye’ye koşması; İngiltere ve Fransa Dışişleri Bakanlarından telefon talimatları alınması, ülkemizin nasıl yönetildiğini gözler önüne seriyordu. Ve tabi giderek bıçak kemiğe değil, hatta iliğe yaklaşıyordu.

AKP, sadece dış politikada değil, iç politikada da tutarsız ve kararsız bir tavır sergiliyordu. Sağlık Alt Komisyonu AKP üyeleri “işyerine içkili gelinmez” ibaresini “işyerine sarhoş gelinmez” şeklinde değiştiriyordu. Yani; içki içmek serbest bırakılıyor, ama sarhoş olmak yasaklanıyordu! Daha önce de “zina serbest bırakılıyor”, ama Başbakan “kürtaj yasak” diye horozlanıyordu. Yani AKP tam anlamıyla bir “fecri kazip – yalancı şafak” oluyordu. Fecri Sadık, Erbakan’ın hedefleriyle ve takipçileri eliyle yaklaşıyordu. Zaten Erbakan sadece “Necmi Sabık – Geçmişin bir yıldızı” değil, asıl “Necmi Ati – Geleceğin Yıldızı” olacaktı. Ve hikmetli bir tevafuk, Rahmetli Hoca, 1923’te Trabzon’da kurulan “Necmi Ati – Geleceğin Yıldızı” Spor Kulübünün onursal başkanlığını yapıyordu.

Siyonist Yahudi Graham Fuller de Erdoğan gibi konuşuyordu: “2. İsrail’e başkent Diyarbakır olur!”

ABD’nin bir dönem CIA Başkan Yardımcılığı’na atanan, Türkiye’de ise 1980 sonrası CIA İstasyon Şefi olarak görev yapan Graham Fuller, “Irak’ın kuzeyinde bağımsız bir devlet kurulacağını, sonra Türkiye’ye entegre olacağını, bu entegrasyonun başkentinin de Diyarbakır olacağını” söylüyordu. Fuller’in açıklaması akıllara Başbakan Erdoğan’ın 14 Şubat 2004’te Kanal D’deki “Teke Tek” programında yaptığı açıklamaları getiriyordu. Erdoğan canlı yayınlanan programda, “Büyük Ortadoğu Projesi içinde Diyarbakır bir merkez olabilir” diyordu.

Türkiye’yi parçalamanın kılıfı: “Barzani Kürt yönetimi Türkiye’ye katılacaktır”!? propagandası yapılıyordu

CIA eski Başkan Yardımcısı Graham Fuller, “Radikal” gazetesine yaptığı açıklamada Türkiye üzerine analizler yapıyor. Halen Kanada’da Vancouver’da Simon Fraser Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapan Fuller, Irak’ın Kuzeyinde kurulan 2. İsrail’in Türkiye’ye doğru genişletilmesini yeniden gündeme getirip şunları söylüyordu: “Kuzey Irak’taki Kürtlerin durumu ise farklı. Elbette şu anda Bağdat Hükümetine güvenmiyorlar. Ancak Kürtler bir bağımsızlık ilan ettiklerinde onları hangi ülke tanıyacak? O zaman bu türden bir Hükümet (Kuzey Irak Kürt Yönetimi), Türkiye’ye katılmak isteyecektir. Bu durumda Türkiye çok çekici bir hale geliyor. Kürdistan’ın Türkiye ile işbirliğine hem politik hem ekonomik açıdan ihtiyacı var. Türkiye ve bölgenin entegre olmuş halinde ise Diyarbakır başkent olur” Diyerek Kürdistan’ı Türkiye eliyle kurmak ve korumak istediklerini açığa vuruyordu.

Türkiye’de daha çok İslami ve sol hareket öngörülüyordu!

Hayatını Müslüman dünyasında Müslüman hareketlerle ilgili çalışmaya harcadığını kaydeden Yahudi Fuller Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu da şöyle değerlendirdi: “Türkiye’yi, Müslüman Kardeşlere ve Arap ülkelerine örnek gösteriyorum. Türkiye’nin bu alandaki başarısından bahsettiğimde ise Türkiye’nin kesinlikle daha İslami olmasını, Türkiye’de daha çok İslamcı parti bulunmasını ve İslam’ı politikaya daha çok katmasını önermiyorum. Çünkü İslami hareketler tüm İslam dünyasında çok güçleniyor. Toplumlara ciddi problemler oluşturuyor. Türkiye bu hareketleri politik sisteme entegre ederek bu sorunu başarıyla çözüyor. Yeni seçimler gelir, nihayetinde AKP kaybeder, sonra tekrar normal bir parti çıkar. Bu en önemli başarı. Benim kişisel hissiyatım ise Türkiye’de daha çok (ılımlı ve uyumlu) sol hareket görmek isterdim. Çünkü bence en büyük ihtiyaç bulunuyor” Diyerek Siyonizm’in güdümünde ve emperyalizmin hizmetinde olan ılımlı İslam ve uyumlu solcuların gerekliliğini vurguluyordu.

Fuller, Gülen Cemaati ile AKP arasında bazı farklılıklar doğmasını da şaşırtıcı bulmadığını bildiriyordu. Fuller, “Ben Gülen Cemaati ve AKP’nin kendi içlerinde de tek ses olduğundan şüpheliyim. Türkiye çok hızlı değişime uğradığı, askeri etkinin dramatik bir şekilde zayıfladığı bir zamanda karışık iç problemlerle karşılaşılınca elbette birçok yeni açılım ortaya çıkacak” diyerek Milli Çözümün tespit ve tahlillerini doğruluyordu.

CIA-AKP-PKK Mutabakatı ile Diyarbakır başkent yapılıyordu!

Fuller-Erdoğan ortaklığı

ABD’nin 1991’deki birinci Irak saldırısında asıl hedefi, Irak’ı bölmek ve Kuzey Irak’ta bir kukla devlet kurmaktı. 1992’de 36. paralelin üstünü Saddam Hüseyin‘e yasaklayarak sınırı belirlenen bu kukla devlete maalesef Türk hükümetleri katkı sağladı. Erbakan Hükümeti ise Havuz sistemi, D-8’ler gibi Milli Projeler üretmesi ve Çekiç Gücü defolmaya mecbur etmesi nedeniyle 28 Şubat tezgâhı ile yıktırılmıştı. ABD, 2003’deki ikinci Irak saldırısında ise bu kukla devletini resmileştirmeyi amaçlamıştı. Bunun yolunun Türkiye’nin himayesinden geçtiği aşikârdı. Nitekim dönemin ABD Büyükelçisi Robert Pearson, 2003’te “Türkiye’nin güneydoğusu ile Irak’ın kuzeyinin tek bir ekonomik bölge olduğunu” açıklamıştı. AKP’nin PKK ile yüzde 95 mutabık olduğunu da Oslo görüşmelerinde Erdoğan‘ın temsilcisi olarak yer alan Hakan Fidan ağzından kaçırmıştı.

TSK’ya Suriye Tuzağı

Peki, Graham Fuller‘in bugün bu açıklamayı yapması ne anlama geliyordu? Barzani Washington’da başbakan gibi ağırlanırken, Fuller neden yeniden piyasa çıkıyordu? Çok açık. Türk Ordusu’nu Suriye’ye sürmek isteyen ABD, Türkiye’yi tehdit ediyordu!

Çünkü Washington, Irak’ın kuzeyindeki yapının yaşaması için iki şeye ihtiyacı olduğunu biliyordu. Birincisi Kürdistan’ın Türkiye’nin himayesine sokulması, ikincisi de bu yapının denize açılması. Bu yapıyı İran, Irak ve Suriye’ye karşı koruyabilecek tek kuvvet Türk Ordusu’dur. Türk subayına Kuzey Irak’ta çuval geçirilmesi, Silivri’de esir edilmesi, bu görevi zorla yapsın diye tezgâhlanıyordu. Kürtleri Suriye Ulusal Konseyi’ne dâhil etmede ısrar ve tampon bölge için sondaj çalışması yapılması da bunu amaçlıyordu. Böylece Irak’ın kuzeyindeki yapı, Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açılacak, Türkiye’nin güneydoğusun da himaye bulacaktır!

Harp Akademileri konferansları

Başbakan Tayyip Erdoğan‘dan sonra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül‘ün de Türk subaylarına Harp Akademileri’nde konferans vermesi, esas olarak Suriye sıkıntısını hafifletme hesaplıydı.

Nitekim Gül, bunu açıkça dile getiriyordu. “Taşların yerinden oynadığı, kıtalar ve ülkeler arasındaki güç dengelerin değiştiği, tarihin akışının hızlandığı bir süreçten geçildiğini” belirten Gül, “böyle dönemlerin ciddi risklerin olduğu kadar, muazzam fırsatların da doğduğu dönemler olduğunu” vurguluyordu.

Nedir o fırsat? Türkiye’nin sınırlarını güneye genişletmek! Dün Kerkük havucu ile Türkiye’yi avutup aldatanlar, bugün Kuzey Suriye havucuyla oyalıyordu.

Başbakan Erdoğan‘ın rahatsızlığı nedeniyle yerine konuşma yapan Ali Babacan ne demişti Aralık 2011’deki Girişimcilik Zirvesi’nde: “Amacımız Ortadoğu’da sınırları kaldırmak.” Aslında bu sözler Büyük İsrail’e hazırlık mesajı veriyordu.

Ve ne demişti Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu TÜSAD’ın Görüş dergisine: “Haritaya baktığımızda Kürt coğrafyasının dağlar üzerinde doğal olmayan bir şekilde ayrıldığını görüyorsunuz. (…) Dolayısıyla onlarla entegre olmamız lazım.” Yani Arz-ı Mev’ud sınırları çiziliyordu.

Artık söz tükenmiştir. CIA istasyon şefiyle, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın ve elbette PKK’nın “Diyarbakır’ın başkent” olması konusunda mutabık olması kelimelerin bittiği anlamına geliyordu.

Bir ülkenin merkezi kurumları, Cumhuriyetinin yıkılması ve topraklarının parçalanması karşısında üç maymunu oynuyorsa bu milletin artık tek bir çözümü kalmış demektir: Diriliş ve Devrim!”[1]

ABD ve İsrail Türkiye’yi kuşatıyordu!

Hemen burnumuzun dibinde, Meis açıklarında gözdağı tatbikatına ABD-İsrail-Yunanistan birlikte katılıyordu. Güya Doğu Akdeniz’deki sondaj kuyularını “Türk tehididi”nden koruyorlardı! Peki 6. Filo’nun orada ne işi vardı? İlki 2002’de yapılan Binyılın Meydan Okuması (Millenium Challenge)’ydı. 10 yıl sonra kıyılarımıza kadar geliyor ve gerçek savaş gemileri kullanıyorlardı. ABD daha ne yapsındı? Genelkurmay’a füze mi sallasındı? Tatbikatta yer alan iki Amerikan gemisi, Kürecik’ten radar verisi alma özelliğine göre donatılmıştı, kendimizi kandırmayalım beyler, ABD ve İsrail, Türkiye’ye resmen savaş açmıştı.

“Mem û Zin Tower”de Happy Nawroz!

İran, Suriye, Irak ve Türkiye’de yaşayan Kürtler için bütün bu bölgelerin coğrafik adı Kürdistan diye biliniyordu. Sadece Kürtler için de değil; Kutadgu Bilig’de de geçiyor, Osmanlı sultanlarının mektuplarında da böyle deniyordu. Yıllarca kışkırtmalar ve iç savaşlarla anılan, Ortadoğu’nun en sert rejiminin baskısıyla yıllarca dağlarda yaşayan bir halka devlet hayalini kurmayı ABD ve İsrail öğütlüyordu. Maalesef Türkiye’deki bölücü ve PKK’lı Kürtler Barzani Kürdistan’ını cennetten bir bahçe sanıyordu.

Yıllarca çatışan Barzani ile Talabani anlaştıktan sonra bölgede neler değiştiğini kimse bilmiyor ve gerçekler gizleniyordu. Özerk Kürdistan’da gündemi artık silahlı peşmergeler değil İsrail ve ABD taşeronu inşaat firmaları belirliyordu. Genellikle Türkiyeli inşaat firmalarının yaptığı ultra-lüks onlarca alışveriş merkezi ihtiyaca cevap veremediğinden her boş alanda yeni bir AVM inşaatı yükseliyordu. İngilizcenin hâkimiyetinin hissedildiği başkent Erbil’de “Mem û Zin Tower” de vardı, Kürdistan Life da Kürtçe yerine İngilizce, Moğolların dahi ele geçiremediği Erbil Kalesi’ni ise çoktan kuşatmış durumdaydı. Kaleden Erbil halkına İngilizce olarak ‘mutlu bir nevruz’ dileniyordu.

Bu Barzani Kürdistanı niye Kürtçeyi resmi dil yapmıyordu? Niye Arapçadan sonra İngilizce yarı resmi dil olarak öğretiliyordu? Ve Türkiye, PKK, BDP ve AKP hangi gaflet ve dalaletle Kürtçeyi eğitim dili yapmaya uğraşıyordu?

Kritik günler yaklaşıyordu.

“Başbakan’ın Seul’e giderken yolda söylediği; “Darbeleri araştırmak için bir Meclis Komisyonu kuracağız…” sözleri acaba neden icap etmişti, kulağına kar suyu mu kaçmıştı?

“Geçmiş darbelerin, askeri müdahalelerin araştırılmadık, didiklenmedik tarafları kalmamıştı. Asıl bu müdahalelere yol açan olaylar ve faktörler araştırılmalı ve ders alınmalıydı. Amerika’nın ünlü New York Times gazetesinin başyazısında “Önümüzdeki bir kaç ayın çok önemli olacağı” vurgulanmıştı. Sadece bu gazetede değil, bütün dünya medyasında da genellikle bu tür gözlem ve beklentiler yer almaktaydı.

New York Times; “Türkiye’nin demokrasisi, farklı ve kutuplaşmış bir halkın haklarını ve özgürlüklerini garanti etmekten hâlâ uzak. Bu zayıflıklar, yeni bir anayasa ile başlayarak düzeltilmelidir. Önümüzdeki birkaç ay hayati olacak” kehanetini yazmıştı.

İlerideki gözle görülür en büyük tehlike; Orta Doğu’da özellikle Suriye yüzünden büyük bir savaş çıkması halinde, hatta daha önce Erdoğan’ın bu konudaki işgüzarlığı yüzünden olayın Türkiye’ye bulaşmasıydı. PKK/BDP/Apo/Karayılan, açıkça bir iç savaş çıkarmaya hazırlanırken, bu hakikaten “kritik” hatta ölümcül olacaktı.

İddiaya göre Suriye’de 2 milyon Kürt vardı. Erdoğan’ın, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’a karşı çıkması, Esad’ın şimdi PKK ile ittifakına ve Suriye Kürtlerinin de PKK saflarında, Türkiye’ye karşı kullanılmasına yol açacaktı. İran konusu da ülkemiz bakımından oldukça sıkıntılıydı… Başbakan İstanbul’da Harp Akademileri’nde gizli bir oturumda konuşma yapmıştı. Söylediklerinin içeriğini çok merak ediyorum. Mesela; PKK-Kürt sorunu konusunda “hem mücadele, hem müzakere” doktrinini kurmaylara anlatmış mıydı?” diyen Altemur Kılıç, hala AKP’nin dindarlığını ve Laiklik karşıtlığını en büyük tehdit ve tehlike olarak sunmaktaydı.

Kamu Düzeni Müsteşarı Murat Özçelik’in ABD Büyükelçisi ile gizli görüşmeleri mide bulandırıyordu!

AKP iktidarının ABD kuklası Barzani üstünden yürüttüğü yeni Kürt açılımı aslında Türkiye’nin parçalanmasıydı. Biliyorsunuz, bu açılım sarmalının Ankara’daki en önemli üssü Kamu Düzeni ve Güvenliği (KDGM) Müsteşarlığıdır. Bu müsteşarlığın başındaki isim Büyükelçi Murat Özçelik olmaktadır.

Büyükelçi Murat Özçelik, Tayyip Erdoğan’dan daha çok Abdullah Gül’e yakın durmaktadır. Abdullah Gül, Özçelik’i 2007’de “Irak özel temsilcisi” olarak bölgeye göndermiş, 2009’da da Bağdat’a büyükelçi yapmıştır. Murat Özçelik, Abdullah Gül ile “aralarında su sızmayan diplomatlar listesinde” oldukça önemli bir konumdadır. KDGM’nin tüm çalışmalarını koordine ve başkanlık eden Habur açılımı mimarı Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın Abdullah Gül’e olan yakınlığı ise zaten herkesin malumlarıdır.

Bu ince ayrıntılara dikkatlerinizi çektikten sonra; gelelim işin aslına. Barzani açılımı için Erbil’i adeta su yoluna çeviren Büyükelçi Murat Özçelik 16 Kasım 2011’de yeni görevine atanmıştır. Sıkı durun!.. Murat Özçelik geçen süre içinde ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone’yi tam dört kez ziyaret yapmıştır. Bizim güvenilir kaynaklara dayanarak tespit edebildiğimiz ve kamuoyundan gizlenen bu dört ziyaret, ortalama olarak ayda bir görüşme anlamındadır. Özçelik, göreve gelir gelmez de ilk yurt dışı ziyaretini ABD’ye yapmıştı.

Medyadaki, Tayyip Erdoğan’a dayandırılarak yapılan “devlet içinde kavga istemiyorum”, “kurum ve kuruluşlarınıza sahip çıkın yoksa kimsenin gözyaşına bakmam” başlıklı dezenformasyonlara göre: İstihbarat ve güvenlik birimleri Başbakan’ın bu talimatlarından o kadar çok etkilenmişler ki; artık çok sıkı bir işbirliği içinde çalışıyorlarmış!?

Oysa terör örgütü ve uzantılarının Nevruz’u bahane ederek başlattıkları yeni kalkışmada Cudi dağlarının eteğinde polis özel harekâttan şehit verdiğimiz aslan gibi altı vatan evladı bu iç çekişme yüzünden kaybedilmişti. İstihbarat birimlerinden aldığım bilgilere göre; “Barzani’nin müjde vereceğinin duyulduğu akşam, polis özel harekât önlem almak amacıyla bölgeye intikal ettirildi. Jandarma özel harekât birimlerine haber verilmeden yapılan bu atakta ilk çatışmada 4 şehit verilmişti. Daha sonra olayı haber alan Jandarma timleri süratle bölgeye ulaşınca daha büyük kayıpların önüne geçilmişti”. İstihbarat birimleri şehit polislerimizin yaşlarının “gençliğine” ve “tecrübesizliğine” de ayrıca dikkat çekmişlerdi. Bu acı olay, servis edilen sahte “uyum” palavralarının en acı ve sıcak örneklerinden sadece birisiydi.[2]

Fetulahcı Zaman Suriye konusunda önce AKP’yi kışkırtıyor; şimdi de uyarıyordu:

“Kendini soruna hayli angaje eden Türkiye, Suriye siyasetinde birbirinden riskli iki açmazla karşı karşıya. Ankara, tek başına müdahil olmaktan ya da ateşe itilmekten sakınmalı. Şayet Türkiye, Ortadoğu genelinde ve Suriye’de kendisiyle ilgili beklentileri karşılayacak adımlar atmaz veya atamazsa son dönemde yükselen liderlik imajı zedelenecek. Arzu edilenden daha pasif tutumu, beklentilerin yüksekliği oranında hayal kırıklığına yol açacak, belki geleceğe dair umutlara da zarar verecek. Daha düne kadar Türkiye’yi yere göğe sığdıramayan kimi Arap medyası, Ankara’yı hafife alan yayınlara yavaş yavaş başladı bile.

Türkiye, şayet bu eleştirilerden kurtulup bölgedeki imajı için daha aktif bir politika izlerse, diyelim tek yanlı bir müdahaleye girişirse bu kez onlarca farklı bubi tuzağıyla ve farklı bir propaganda ile karşı karşıya kalacak. Müslüman’a silah çekmek durumuna düşmekten tutun sahada Baas’a destek veren güçlerle karşı karşıya gelmeye; mezhepsel kavganın içine çekilmekten PKK tuzaklarına ve Esed’ın elindeki füzelere muhatap olmaya; geleceği belirsiz bir sürece girmekten büyük ekonomik bedeller ödemeye kadar birçok risk. Türkiye’yi bu role davet eden Arap medyası ve Arap siyasetçiler, muhtemelen ilk günden Arab’ın Arab’a yaptığını unutup “Osmanlı geri mi dönüyor?” demeye başlayacak. Çoktandır İran medyası, Türkiye’nin akan kanı durdurma çabasını, bölgede Batı’nın çıkarlarına alet olmak diye yaftalıyor. Sadece dışarıda değil, iç politikada da bu yolda yaşanacak başarısızlığı değerlendirmek isteyenler çıkacaktır.”[3] Diyen Abdülhamit Bilici, tam bir münafıklık psikolojisiyle, Suriye müdahalesiyle doğacak sorunların ve tehlikeli sonuçların tamamını AKP hükümetinin sırtına yükleyip, kendilerini aklamak istiyordu.

Ankara nereye sürükleniyordu?

Merhum Turgut Özal, ABD’nin Türkiye’den isteyeceklerini önceden kestiriyor, bunları Türkiye’nin isteğiymiş gibi ortaya atıyor, böylece ABD’nin taşeronu gibi görünmekten kurtulduğunu sanıyordu. AKP hükümeti de Özal’ı taklit ve takip ediyordu. Dış politikadaki havaya bakarsanız Suriye’deki sıkıntılar adeta ABD’den çok Türkiye’nin meselesi gibi gösteriliyor. Dışişleri Bakanı Davutoğlu uzun uzun Suriye ile sınırımızın uzunluğundan, tarihi bağlardan, Suriye halkına karşı sorumluluğumuzdan söz ediyordu. O zaman sormak gerekiyordu:

– Irak’la da sınır komşusu olmamıza rağmen 2003 yılında ABD Irak’a saldırırken bulaşmamaya çalıştık, hatta geride durduk. Şimdi ne değişti de, Türkiye Suriye’ye müdahaleye hazırlanıyordu?

Oyun açık; ABD Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ı devirmek, onun koltuğuna Batı’ya bağlı bir lider oturtmak istiyordu. Böylece aynı zamanda İran’ı yalnızlaştıracaktı. Bu kirli serüvende Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ı öne sürüyordu. İstanbul’da “Suriye’nin Dostları” toplandı… Annan Planı’nın bir takvime bağlanması çağrısı yapılmıştı. ABD ve Türkiye Esad’a karşı harekete geçmek için sabırsız davranıyor; Rusya ise Suriye’nin dostlarının çabalarını: “Kofi Annan’ın misyonunu baltalamak amaçlı” görüyor ve aslında Suriye’yi satıyordu.

Batılılar Suriye’de muhalefeti para ve silahla besledikçe barış ortamı sağlanmasına, Annan Planı’nın başarılı olmasına olanak yoktu. Adım adım bir askeri müdahaleye yürünüyordu. Ve Türkiye en önde gidiyordu! Rusya savaş gemilerini Suriye limanına çekmişken, ufukta bir İsrail- İran savaşı görünürken, olaylar bir dünya savaşına dönüşme ihtimalini de içerirken Ankara’ya:

– Ne yaptığınızın, nereye gittiğinizin farkında mısınız? diye sormak gerekiyordu.[4]

Hanuka’yı ananlar, Nakba’yı neden unutuyordu?

Musevi vatandaşların Hanuka diye bir bayramları yapılıyordu. Bizans’lı Helenlerin Yahudilere yaptığı zulmü, Süleyman Tapınağı’nın yağmalanmasını ve Yahudilerin ilk başkaldırışını simgeliyordu. Hayret; Devlet Erkânımız hiç pas geçmiyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Meclis Başkanı Cemil Çiçek, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Yardımcıları, Bakanlar hepsi Hanuka Günü’nde birer mesaj yayınlayıp bu tarihi günü anıyor ve Yahudileri teselli ediyordu.

Ama bu madalyonun diğer tarafı kafa karıştırıyor ve mide bulandırıyordu. Çünkü aynı tarihlerde Filistinlilerin de Nakba günü anılıyordu. Türkçesi; ‘Felaket günü’ demek. 1948 yılında İsrail’in kuruluşunu, Filistin topraklarının işgalini, Mescid-i Aksa’nın yağmalanmasını, yüz binlerce Filistinlinin ülkelerini terk etmek zorunda kalışını hatırlatıyordu.

Ancak Yahudilerin Hanuka Günü’nü kaçırmayan Devlet Erkanı’ndan, Nakba Günü’nü hatırlayan hiç çıkmıyordu!? Ne kadar garip, acayip ve ayıp bir tabloydu. Evet, Recep T. Erdoğan ve diğer AKP kurmayları, İsrail’e horozlanıyor suretiyle halkı oyalıyor ve böylece Siyonistlere daha rahat hizmet imkanı buluyordu.!?



[1] M. Ali Güller, 7 Nisan 2012 – Aydınlık

[2] Ahmet Takan, Yeni Çağ Gazetesi, 28 Mart 2012

[3] Abdülhamit Bilici, Zaman, 4 Nisan 2012

[4] Melih Aşık, Milliyet, 03 Nisan 212

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Ramazan YÜCEL

Ramazan YÜCEL

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx