YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
692075c0e84dc
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 4 8
Bugün : 24095
Dün : 45549
Bu ay : 876819
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45280640
IP'niz : 216.73.216.128

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Haçlı Hıristiyan Misyonerliği, sanıldığı gibi insanları daha dindar ve ahlaklı olmalarını ve huzurlu yaşamalarını sağlamak değil;

  • O kişilerin beynini yıkayıp psikolojikmen kendilerine bağlamak
  • Fakir ve sahipsiz kesimlere bazı geçici imkânlar sunup, bunları Haçlılara minnettar bırakmak
  • Tuzaklarına düşürdükleri şahısları, bulundukları ülkelerde organize edip, hükümetlere karşı baskı unsurları, hatta terör elemanları olarak kullanmak gibi emperyalist amaçlarına hizmetkâr ayarlamaktadır.

Özellikle Türkiye’mizdeki misyonerlik faaliyetleri:

a) Gençleri aldatıp İslam’dan uzaklaştırmak

b) Devletine ve milletine karşı kin ve nefret duyguları aşılamak

c) Özellikle Kürt kökenli evlatlarımıza ve Alevi yurttaşlarımıza kanca atıp onları iç savaşa ve bölücü provokasyonlara zemin hazırlamaktır.

Maalesef AKP iktidarı döneminde AB’ye yaranma kaygıları ve açılım safsataları çerçevesinde, Misyonerlik faaliyetlerine hız ve resmiyet kazandırılmıştır.

  • En büyük ortaklarından biri Yunan Kilisesi olan National Bank af Greece (NBG), ülkemizden banka satın alıyordu. (Fakat aynı Yunanistan, Ziraat Bankası’nın Atina’da şube açmasına izin veriyor mu?)
  • Başbakan Erdoğan; “etnik, coğrafi ve dini temele dayalı ekonomik birliktelikleri, küreselleşme sürecinin reddettiği bir durum olduğu için, doğru bulmadığını” söylüyordu. (Etnik denilen: Orta Asya Türk Devletleri. Coğrafi denilen: Komşularımız. Dini denilen: İslam Ülkeleri… “AB ile ABD bize yeter” denilmek mi isteniyordu?)
  • 4928 No.lu ve 15.07.2003 tarihli Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’da ‘cami’ kelimesi ‘ibadethane’ olarak değiştirilerek apartman kiliselerinin önündeki yasal engel gideriliyordu. (25173 sayılı Resmi Gazete – Yayın tarihi:19 Temmuz 2003 Cumartesi)
  • Van Akdamar Kilisesi’nin onarımını Başbakan gizlice denetliyordu. (Peki ama niçin gizli?..) Erdoğan, Hakkâri’den Van’a gelirken beklenmedik bir şekilde Van Gölü üzerindeki Akdamar Adası’na iniyordu. Görevli bekçinin dışında hiçbir yetkilinin bulunmadığı adaya konan helikopterden inen Erdoğan ve beraberindeki bakanlar, Ermeni Kilisesindeki restorasyon çalışmalarını inceliyordu. Hakkâri’den havalanan diğer 2 helikopter, Van Ferit Melen Havaalanı’na inerken protokol üyeleri bir süre Erdoğan’ın içinde bulunduğu diğer helikopteri bekliyordu)
  • Okullara gönderilen genelge ile Kuran-ı Kerim’de geçen bazı kelimelerin kullanılması yasaklanıyordu: cemaat, cihad, fetva, halife, hicret, imam, imamet, kâfir, medrese, mücahid, mümin, münafık, şehadet, şehit, şeriat, şirk, tağut, tebliğ, tekke, tevhid… Başbakanlık, İçişleri Bakanlığı’nı söz konusu genelgeyi göndermekle görevlendiriyordu.[1]
  • Sekizinci sınıf Din Kültürü kitabının namaz tarifinde, bayanlar için “başı yarı açık” resim kullanılıyordu. Aynı kitabın 91. sayfasında mezhepler için: “Bunlar tarikatlar gibi insanların din ve vicdan özgürlüğünü, ulusal birlik ve beraberliğini ortadan kaldıran gruplardır” ifadesi geçiyordu.
  • Bazı köylerde ilköğretim 1. sınıf öğrencilerine dağıtılan “okuma-yazma öğreniyorum” kitaplarında 13 ve 15. sayfalarında haç işareti bulunan, 3 çocuğun kilisede aldığı eğitimi ve kilise dualarını gösteren fotoğraflar kullanılıyordu. (MEB-TTKB’nin 12.07.2004 tarih / 115 sayılı onayını taşıyan AB destekli bu kitaplar, ücretsiz dağıtıldı.)
  • 2005’te onaylanan 5. sınıf Din Kültürü kitaplarında “Kelime-i Tevhid, Lailâhe illallah’tır” deniyordu. (“Muhammedur-rasûlullah” ifadesine yer verilmiyordu) (AB projelerini ve ders kitaplarındaki değişimi düşündüğümüzde “Muhammedur-rasûlullah” bölümünün yazılmaması, her şeyi anlatıyordu. “Muhammedur-rasûlullah” ifadesi; Hz. Muhammed’in Allah’ın rasulü olduğunu söyleyen Müslümanları, Hz. İsa’yı rab ve oğul kabul eden Hıristiyanlardan ayırır. Bunu kaldırmak hangi düşünceden ileri gelir?)
  • Eski Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı şimdi Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin’in başörtüsü sorununa: “Başörtüsünü sorun sayanların sayısı yüzde bir buçuktur. Halk hangi konuların öncelikle çözülmesini istiyorsa biz hükümet olarak bu sorunlara odaklandık. Bizim gündemimizde halkın sadece yüzde 1,5′luk bir kesimin gündeminde olan bir konu öncelikli olarak yoktur. Olması siyaseten de yanlıştır” şeklinde bakıyordu.[2]
  • Erdoğan, başörtülüleri 3-5 ağaca benzetiyordu: “Yani burada bizim bireysel özgürlük anlayışlarımız eğer genel özgürlük anlayışının önüne çıkarsa herhalde yanlış yaparız diye düşünüyorum. Geneli kucaklamak durumundayız. Ormanı düşünelim, oradaki birkaç ağacı değil. Birkaç ağaç üzerinden hareket edersek yanlış yaparız. Nitekim Türkiye’de yapılan kamuoyu araştırmalarının bu konudaki neticeleri çok açık net ortadadır.”[3]
  • Urfa’dan Ankara’ya yürüyen başörtü mağdurları Meclis’e girerken ‘terörist’ muamelesi görüyordu. Üç kişilik heyet, polis tarafından ayrı bir odaya alınarak üzerlerindeki paradan çoraplarına kadar aranıyordu. (6.1.05-Gazeteler)
  • MEB’e bağlı Yurt-Kur’un başörtülü ve sakallı fotoğraf veren öğrencilere burs vermeyeceği açıklanıyordu. (09.10.2006-Gazeteler)
  • Antalya’da “Dinlerin Bahçesi” kurulup dini duyarlılığımız yozlaştırılıyordu.
  • Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi zorunlu olmaktan çıkarılmaya çalışılıyordu.
  • 301. maddeyi kaldırıp Milli benliğimize küfür serbest bırakılıyordu.
  • Van’da 2.600 milyar verip kilise restorasyonu yaptırılıyordu.
  • 5253 maddeye ek yapıp eş cinsellik serbest bırakılıyordu.
  • Zina suç olmaktan çıkarılıyordu. (5349 Kanun 11.05.2005)
  • “Domuz eti ve at eti Türk Gıda Kodeksine uygundur” onayı veriliyordu.
  • 5237. Kanunun 26.09.2004-263. Maddesine göre evde Kur’an-ı Kerim öğretene 6 ay ile 3 yıl hapis cezası öngörülüyordu.
  • Taksim Meydanında İncil dağıtanlara özel izin ile plaket dağıtılıyordu.
  • “Kur’an Kursu yıktıran zihniyet” Türkiye’de 7 yılda 742 kilise, 69 manastır, 63 şapel, 24 havra, 18 sinagog yaptırılıyor, Bazilika korumaya alınıyordu.
  • Şimdi hıyanet ocağı Heybaliada Ruhban Okulunu açmak için hazırlık yapılıyordu.

Recep Erdoğan’ın İngiltere’de, horozlanarak itiraf ettiği gibi, Türkiye’ye getirilen 100 bin kadar Ermeni’nin çoğunluğunu teşkil eden kaçak kadınlar, evlerde çocuk dadılığı, aile yardımcılığı, hasta bakıcılığı gibi işlerde çalıştırılıp, bazılarının sinsi misyonerlik ve ahlaki rezillik yapmalarına fırsat tanınıyordu.

Tanzimat’la azdırılan misyonerlik ve yıkıcı sonuçları

İslam düşmanları bilhassa Siyonist Yahudiler ve Haçlı emperyalistler her türlü vasıtaları kullanarak Müslümanları ilimde ve fende geri bırakmışlardı. Müslümanları ticaret ve sanat hayatından uzaklaştırmışlardı. İslam ülkelerindeki güzel ahlakı yıkmak, İslam medeniyetini ortadan kaldırmak, gençlerin İslâm ilimlerini öğrenmelerine mani olmak için içki, fuhuş, eğlence, kumar, uyuşturucu gibi illetler yaygınlaştırıldı. Ahlakı bozmak için, Rum, Ermeni ve diğer gayrimüslim kadınlar birer ajan gibi çalıştırıldı. Bir debdebe içerisinde, moda evi, dans kursu, manken ve artist yetiştirmek gibi hilelerle, genç kızları tuzağa düşürerek, kötü yollara alıştırıldı. Bu hususta Müslüman anne ve babaların çok büyük sorumlulukları vardır. Yavrularını bu ahlaksızlıklara düşürmemek için çok uyanık olunmalıdır. Bugünkü “Dinler arası diyalog” misyonerliğin çok daha sinsi ve tehlikeli bir uygulamasıdır.

Osmanlı devleti son zamanlarda İttihatçı Masonların iktidarında Avrupa’ya tahsil için talebeler ve devlet adamları yollamıştı. Bu talebeler ve devlet adamlarından bazıları aldatıldı, Mason yapıldı. Fen ve teknik öğrenecek olanlara, İslamiyet’i ve Osmanlı Devletini yıkma düşüncesi aşılandı. Bunlardan Osmanlıya ve Müslümanlara en büyük zararı dokunan kimselerden biri de Mustafa Reşit Paşaydı. Londra’da bulunduğu zaman azılı ve sinsi bir İslam düşmanı olarak hazırlandı. İskoç masonlarının maşasıydı. Sultan Mahmut Han, mason Reşit Paşanın ihanetlerini görerek etkisiz kılmaya çalıştı, ama başaramadı.

Sultanın vefatından sonra, İstanbul’a dönen Reşit Paşa ve arkadaşları, İslamiyet’e ve Müslümanlara en büyük hıyanetleri yapmıştı.

1839’da padişah olan Abdülmecit Han, henüz on sekiz yaşındaydı. Genç ve tecrübesizdi. Etrafındaki âlimlerden, kendisini ikaz eden de olmadı. Bu hal, Osmanlı tarihinde korkunç bir dönüm noktası olmuş, koca İslam Devletinin yok olma devri başlamıştı. İyi niyetli ve acemi Padişah, azılı ve sinsi İslam düşmanı olan İngilizlerin tatlı dillerine aldanarak, İskoç masonlarının yetiştirdikleri hainleri işbaşına taşıdı. Bunların devleti ve İslamiyet’i içerden yıkmak siyasetlerini hemen anlayamadı. Bir anlatan da olmadı. İslamiyet’i yıkmak için İngiltere’de kurulmuş olan İskoç Mason Teşkilatının kurnaz üyesi Lord Redcliffe İstanbul’a, İngiliz sefiri olarak atandı. Mustafa Reşit Paşanın sadrazam yapılması için Lord Redcliffe Sultana çok yalvardı. “Bu aydın, kültürlü ve başarılı veziri sadrazam yaparsanız, İngiltere imparatorluğu ile Devlet-i aliyye arasındaki bütün anlaşmazlıklar kalkacaktır. Devlet-i aliyye ekonomik, sosyal ve askeri sahalarda ilerleyip güç kazanacaktır” diyerek halifeyi aldattı.

1846’da sadrazam olan mason Reşit Paşa, iş başına gelir gelmez, hariciye nazırı iken, Lord Redcliffe ile el ele verip, hazırlayıp ilan ettiği “Tanzimat” kanununa istinat ederek, büyük vilayetlerde Mason Locaları açtı. Casusluk ve hıyanet ocakları çalışmağa başladı. Gençler, dinden cahil bırakıldı. Londra’dan alınan planlarla, bir yandan idari, zirai, askeri değişiklikler yapıldı. Bunlarla halkın gözleri, boyandı. Öte yandan da, İslam ahlakını, ecdat bağlılığını ve millî birlik anlayışını parçalamaya başladılar. Yetiştirdikleri kimseleri önemli makamlara atadılar… Bu senelerde Avrupa’da, fizik, kimya üzerinde dev adımlar atılıyor; yeni buluşlar ilerlemeler oluyor; büyük fabrikalar, teknik üniversiteler, modern harp vasıtaları kuruluyordu. Osmanlılarda bunların hiçbiri yapılmıyor, ama geri kalmışlığın suçu İslam’ın üstüne atılıyordu… Hatta Fatih devrinden beri medreselerde okutulmakta olan fen, hesap, hendese, astronomi dersleri bile büsbütün kaldırılıyordu. “Din adamlarına fen bilgisi lazım değildir” diyerek, bilgili alimlerin yetişmelerine mani oldular. Sonradan gelen İslam düşmanları da, “din adamları fen bilmez, din adamları cahildir, gericidir” diyerek Müslüman yavrularını İslamiyet’ten uzaklaştırmaya çalıştılar. İslamiyet’e ve Müslümanlara zararlı olan, İslâmiyet’in öğrenilmesine mani olan şeylere asrilik, ilericilik yaftası taktılar. Çıkardıkları her kanun Müslümanların, devletin aleyhine idi. Vatanın asıl sahibi olan Müslüman Türkler, ikinci sınıf vatandaş haline getirildi.

Askere gitmeyen Müslümanlara, çok kimsenin ödeyemeyeceği çok büyük bir para cezası getirilmişken, gayrimüslimler cüzi bir para ile geçiştirildi. Bu vatanın evlatları, Siyonist güdümlü İngilizlerin tezgâhladıkları harplerde şehit olurken, Reşit Paşanın ve yetiştirdiği masonların oyunları neticesinde, memleketin sanayi ve ticareti gayrimüslimlerin ve masonların eline geçmişti.

İngilizler, Rus çarı birinci Nikola’nın, “Kudüs’te Katoliklere karşı Ortodoksları ayaklandırdığını” bahane edip, Rusların Akdeniz’e inmesini istemeyen Fransa İmparatoru üçüncü Bonapartı da, kışkırtarak Türk-Rus Kırım Harbi çıkarılmıştı. Kendi çıkarları için yaptıkları bu işbirliği, Türk milletine, mason Reşit Paşanın diplomatik zaferleri olarak tanıtıldı. Düşmanların bu yaldızlı reklâmlar ve sahte dostluklarla örtmeğe çalıştıkları imha hareketlerini, herkesten önce anlayan sultan, çok zaman sarayında hüngür hüngür ağlardı. Memleketi, milleti kemiren düşmanlara karşı koymak için tedbirler arar ve Allah-ü Teâlâya yalvarırdı. Bu sebeple, mason Reşit paşayı, bir kaç kere sadrazamlıktan uzaklaştırdı ise de, kendisine (koca), (büyük) gibi isimler takan bu kurnaz adam, dış güçlerin dayatmasıyla rakiplerini devirip, tekrar işbaşına gelmeyi başarırdı. Ne yazık ki, sultan keder ve üzüntüsünden tüberküloza yakalanıp genç yaşında bu dünyadan ayrıldı. Sonraki senelerde, devlet koltuklarını kapışanlar, üniversite hocalıklarına ve mahkeme başkanlıklarına atananlar, hep mason Reşit Paşanın yetiştirmesi masonlardı. Böylece “Kaht-ı rical” (emin ve ehliyetli devlet adamı kıtlığı) devri açılmış ve Osmanlılara “Hasta adam” denilmeye başlanmıştı.

İktisat profesörlerinden Ömer Aksu, 22 Ocak 1989’da bir gazetede neşredilen beyanatında, “Bizde batılılaşma hareketine maalesef başlangıcı olarak 1839 Tanzimat fermanı gösterilir. Biz batıdan almamız gereken şeyin teknoloji olduğunu, kültürün ise, millî olması gerektiğini görememişiz. Batılılaşma hareketine, Hıristiyanlığı benimseme olarak bakmışız. Mustafa Reşit Paşanın İngilizlerle yaptığı ticaret anlaşması, sanayileşmemize en büyük darbeyi vurmuştur” sözleri oldukça anlamlıdır.

Osmanlı imparatorluğunda, İskoç masonlarının hâkimiyeti devam etti. Padişahlar şehit edildi. Vatanın ve milletin hayrına olan girişimler engellendi. İsyanlar, ihtilaller birbirini takip etti. Bu vatan hainleri ile en büyük mücadeleyi yapan Cennet mekân Sultan Abdülhamit Han idi. Bunun için, masonlar tarafından (Kızıl Sultan) ilan edildi. Oysa Sultan Abdülhamit, imparatorluğu iktisaden yükseltiyor, pek çok mektepler ve üniversiteler kurduruyor, memleketi imar ediyordu. Viyana’dan başka bir eşi Avrupa’da bulunmayan modern tıp fakültesini, 1876’da Siyasal bilgiler fakültesini açıyordu. Ardından Hukuk Fakültesi, Sayıştay, Yüksek Mühendis mektebi ve yatılı kız lisesi kuruldu. Avrupa’ya tahsil için giden talebelerin masonlar tarafından aldatılmalarına mâni’ olmak için, Avrupalı profesörler ve fen adamlarını, çok yüksek maaş vererek İstanbul’a getirilip, bu üniversitelerde ders verdiriyordu. Kız talebelerin de, bu hocalardan fen dersleri okumasını istiyordu. Vatanına, milletine, dinine bağlı ilim ve fen adamları yetiştiriyordu. Terkos gölünün suyunu İstanbul’a getirtiyor, Bursa’da ipekçilik mektebini, İstanbul’da Halkalı ziraat ve baytar mektebini açtırıyordu. Hamidiyye kâğıt fabrikası, Kadıköy havagazı fabrikası ve Beyrut limanı rıhtımını yaptırıyordu. Osmanlı sigorta şirketini kurdurdu. Ereğli, Zonguldak kömür ocaklarını işletmeye açtı. Akıl hastanesi ve Şişlide Hamidiyye Etfal hastanesi ve Dârülaceze’yi yaptırdı. Orduyu yeniden kuvvetlendirip, zamanında dünyanın en büyük kara ordusunu tesis etti. Eski gemileri Halice çekip, Avrupa’da yeni yapılan üstün evsâflı kruvazörler, zırhlılar ile donanmayı güçlendirdi. “İstanbul-Eskişehir-Ankara” ve “Eskişehir-Adana-Bağdat” ve “Adana-Şam-Medine” demiryollarını döşetti Osmanlı devletinde, dünyanın en büyük ve en uzun demiryolu şebekesini meydana getirdi. Cennet mekânın bu eserleri bugün bile hizmet vermekteydi. Bugün tren ile seyahat edenler, bir baştan bir başa memleketteki bütün tren istasyonlarının Abdülhamit Han’ın yaptırdığı istasyonlar olduğunu iftiharla görmekteydi.

Yahudiler, İngilizlerin himayesi ve teşviki ile Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurmak peşindeydi. Bu tehlikeyi, Siyonistlerin faaliyetlerini ve hedeflerini çok iyi bilen Abdülhamit Han, Filistin toprağından Yahudilere satılmamasını emretti. Dünya Siyonizm teşkilatının reisi Theodor Herzl ve Haham Moşe Levi, Sultan Abdülhamit’i ziyaret ederek, Yahudiler için çok büyük paralar karşılığı toprak satmasını istediler. Sultanın cevabı, “Dünyanın bütün devletleri ayağıma gelseler ve bütün hazinelerini dökseler, size bir karış yer vermem. Ecdadımın kanlarıyla aldıkları ve bugüne kadar muhafaza edilen bu vatan, para ile satılmaz” şeklindeydi.

İttihat Terakki Fırkası misyonerlere fırsat tanıdı

Yahudiler, ittihat ve terakki fırkası ile işbirliği yapmıştı. Bütün şer güçler, sultana karşı birleşip 1909’da tahttan indirerek, Müslümanları başsız bırakmıştı. İttihat ve terakkinin yöneticileri, din düşmanlarını ve masonları devletin en yüksek mevkilerine taşımıştı. Hatta Şeyhülislam yaptıkları Hayrullah ve Musa Kâzım bile mason yapılmıştı. Memleketi bu günkü BOP, aynı Siyonist planların devamı gibiydi. Bu İngiliz uşaklarının sebep oldukları, Balkan, Çanakkale, Rus ve Filistin cephelerinde, haince, alçakça hazırlanmış İngiliz planları ile Abdülhamit Hanın hazırlamış olduğu, dünyanın birinci kara ordusu yıpratılıp yıkılmıştı. Yüz binlerce vatan evlâdı şehit bırakılmıştı. İngilizlerin hileleri ile devletin başına geçen masonlar, sonunda vatanın en çok birliğe ve müdafaaya muhtaç olduğu bir zamanda, milleti sahipsiz bırakıp kaçmıştı. Hain oldukları böylece de ispatlanmıştı.

Osmanlı imparatorluğunda açılan misyoner mekteplerinde ve kiliselerde aldatılan gayrimüslim vatandaşlar, Osmanlıya karşı ayaklandırıldı. Mekteplere muallim ve kiliselere papaz ismi ile Avrupa’dan gelen siyah cüppeli casuslar, gazeteciler, her geldikleri yere para, silah ve fitne sokmuşlardı. Büyük isyanlar kışkırtıldı. Tarih sayfalarında, insanlık lekesi, vahşeti olarak duran, Ermeni, Bulgar ve Yunan mezâlimi yapıldı. Yunanlıları İzmir’e taşıyanlar da İngilizler ve Amerikalılardı. Allah-ü Teâlâ, Aziz milletimize merhamet buyurarak, Atatürk’ün önderliğinde büyük bir istiklâl mücadelesi sonunda, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti kazanıldı.

Osmanlı devleti parçalanınca, dünya birbirine girdi. Osmanlı imparatorluğu tampon gibi bir devletti. Müslümanlar için bir hami ve kâfirlerin birbirlerine girmemesi için de, bir mâni’ idi. Sultan Abdülhamit Han’dan sonra, hiç bir memlekette rahat ve huzur yüzü görülmedi. Avrupa devletlerinde, birinci cihan harbinde, sonra ikinci cihan harbinde, daha sonra da komünizm istilâsı ve zulmü döneminde ve bugün ABD’nin vahşi işgallerinde kan ve katliam hiç bitmedi.

İngilizlerle birleşip Osmanlıları arkadan vuran bazı Araplar bir daha belini doğrultamadı. Sonra yaptıklarına pişman olmuşlardı. Hatta hutbeleri tekrar Osmanlı Halifesi adına okutmaya başlamışlardı. İngilizler tarafından Filistin’e İsrail devleti kurulunca, Osmanlıların kıymeti anlaşılmıştı. Filistinlilerin İsrail zulmü altında hangi vahşetlere uğradıklarını görenler Osmanlıyı mumla aramaktaydı. 1990 senesinde, Mısır hariciye nazırı İsmet Abdülmecit, (Mısır en rahat ve huzurlu günlerini, Osmanlılar zamanında yaşadı) itirafını yapmıştı.

Misyonerlik emperyalizmin bir aracıdır!

Hıristiyan Avrupa devletlerinin ve Amerika’nın menfaatinin bulunduğu her yerde, Hıristiyan misyonerleri bulunmaktadır. Misyonerler, Hıristiyanlığı yaymak, hâşâ tanrı dedikleri İsa aleyhisselam adına; hizmet, huzur, barış ve sevgi dağıtmak ve dinler arası diyalog kurmak gibi sözler arkasına gizlenmiş, menfaat avcıları, huzur bozuculardır. Daha sinsi vazifeleri ise, gittikleri ülkeleri Hıristiyan devletlerine bağlamaktır. Misyonerler, gidecekleri toplumun dillerini, örf ve âdetlerini, siyasi, askeri, coğrafi, iktisadi ve dini özelliklerini en ince teferruatına kadar öğrenerek, Hıristiyan devlete casusluk yapılmaktadır. Her yerde, kendilerine dost olacak kimseler bulunup bunları satın almaktadır. Bu kimseler, yerli ahalinin isimlerini taşır, fakat ya Hıristiyanlaştırılmış bir cahil veya satın alınmış bir hain konumundadır.

Misyoner olacak kimse, ya vazife göreceği memlekette yetiştirilip hazırlanır veya o memlekette yetişmiş bir misyoner tarafından eğitilip yollanır.

Ermeni isyanları Yahudilerin ve Misyonerlerin kışkırtmasıdır!

Mason Reşit paşanın hazırladığı, “Gülhane Fermanı”ndan sonra, Osmanlı devletindeki misyoner faaliyetleri arttı. Anadolu’nun en güzel yerlerine kolejler açıldı. Fermandan yirmi bir sene sonra, Harput’ta, 1859’da “Fırat Koleji” açıldı. Bu bina yapılırken hiç bir masraftan kaçınılmadı. Bu arada misyonerler, Harput ovasında 62 merkez kurmuşlardı. 21 kilise yapılmıştı. Elazığ’daki 66 ermeni köyünden 62’sinde misyoner teşkilâtı vardı ve her üç köy için bir kilise yapılmıştı. Yediden yetmişe, bütün Ermeniler Müslümanlara ve Osmanlıya karşı düşman edilip kışkırtılmıştı. Misyoner kadınlar da Ermeni kadınlarını ve kızlarını bu hususta yetiştirmek için, büyük çaba harcamışlardı. Meşhur Yahudi asıllı kadın misyoner Maria A.West, daha sonra neşrettiği “Romance of Mission” kitabında, “Ermenilerin ruhuna girdik, hayatlarında ihtilal yaptık” itirafında bulunmaktadır. Bu faaliyet Ermenilerin bulunduğu her yerde başlatıldı. Gaziantep’te, “Antep Koleji” ve Merzifon’da, “Anadolu Koleji”, İstanbul’da ise “Robert Koleji”, bunların başlıcalarındandır. Mesela Merzifon Kolejine, hiç Türk talebe alınmamıştı. 135 talebeden 108’i Ermeni, 27’si de Rum’du. Bunlar leyli (yatılı) olarak Anadolu’nun her yerinden toplanmıştı. Müdürü, diğerlerinde olduğu gibi, bir rahip ve papazdı. Bu arada, Anadolu kaynamağa başladı. Ermeni komiteciler, Müslümanları insafsızca katlediyor, Müslüman köyleri yakıyor, vatanın bekçisi ve sahibi Osmanlıya hayat hakkı tanımıyordu. Bu Ermenilerin takibi sonucu, 1893 senesinde yaptıkları büyük katliamlarda komitacıların bu kolejde yuvalandıkları, bütün faaliyetlerinin hazırlığını burada yaptıkları ve reislerinin “Kayayan ve Tumayan” adlı kolej muallimleri olduğu ortaya çıkarıldı. Bunun üzerine misyonerler, bütün dünyayı ayağa kaldırmıştı. Bu iki hain Ermeni’yi kurtarmak için, Amerika’da ve İngiltere’de çok büyük nümayişler yapıldı. Bu sebeple İngiltere ile Osmanlı devletinin arası açıldı. İşin tuhafı, 1893’de, İngiliz misyonerlerin tertip ettiği bu nümayişlerde Merzifon Anadolu Kolejinin müdürü de, Londra’da bunların arasındaydı. Anadolu’da Müslümanlara karşı yapılan katliamlar, Hıristiyan kitaplarında aksine çevrilerek, yazıldı. Bu yalanlardan biri, Beyrut’ta hazırlanan (El-müncid) arabi lügat kitabında, Mer’aş kelimesinde yazılıdır.

Gaziantep’in sabık defter-i hâkânî memuru Eyyüb Sabri Efendinin 1978’de İstanbul’da neşredilen “Esaret hatıraları” kitabında diyor ki, (İngilizlere göre, Müslümanlara zulüm ve hakaret etmek, millî bir vazife sayılmaktadır. Yirmi binden fazla Müslüman esirin 1919’da, Mısır’ın Abbâsiyye hastanesinde ve çoğu Siyonist Yahudiler eliyle gözleri oyulmuş, kolları, ayakları parçalanmıştır. Esirleri anadan doğma soyarak, Yahudi asıllı İngiliz binbaşının önünde sıralanmıştır. Esirler arasından, Hoca Abdullah efendi, “hiç olmazsa edep yerlerimizi mendil ile örtmeye izin verin” diyerek, çok yalvarmıştır. İzin vermediler. Alay ettiler. Yafa belediye reisi Ömer Baytar Efendi ve Akkâ mebusu ve dördüncü ordu müfettişi Esad Şakir Efendi ve bir çok alim ve şerifler ve Nablüs idare meclisi azasından Seyfeddîn Efendi de bunlar arasındadır. Geçmiş asırlardaki vahşetler ve Engizisyon zulümleri, bu Yahudi güdümlü İngilizlerden çektiğimiz işkenceler yanında hiç kalır. Dünyada hiçbir milletin yapamayacağı zilleti, alçaklığı, İngiliz destekli Yahudiler yapmıştır.

Misyonerler 1893 senesinde ermeni vatandaşlara 3 milyon İncil “Kitabı Mukaddes” ve 4 milyon Hıristiyanlığa ait diğer kitaplardan dağıtmış ve kışkırtmıştır. Buna göre, yeni doğan çocuklar da dâhil, her Ermeni’ye 7 kitap verilmiş demekti. Sadece Amerikan misyonerleri senede 285.000 dolar harcamıştır.

Misyonerlerin bu muazzam parayı, din gayreti ile harcadıklarını düşünmek de saflıktır. Çünkü, misyonerler için din bir ticaret aracıdır. Bu parayı Anadolu’ya, İslam’ı yıkmak, Osmanlıyı ortadan kaldırmak için sarf eden misyonerler “Türkler, Ermenileri katlediyor, onlara yardım edelim” propagandaları ile yüzlerce mislini toplamışlardır.

Yine o senelerde, kolejlerde, kiliselerde, misyonerlerin aldatması ve teşviki ve Siyonist güdümlü İngiliz ordusunun muazzam yardımı ile Rum vatandaşlar da, Atina’da ve Yeni-şehirde isyan ederek, yüz binlerce Müslüman’ı, çocuk, kadın demeden, vahşice katlediyorlardı. Bu isyan, Edhem paşanın emrindeki kuvvetlerle, 1895 senesinde bastırıldı. Bu zafer, yalnız Yunanlılara karşı değil, bunları kışkırtan İngilizlere karşı kazanılmıştır.

Haçlı Batı, haksızlık ve ahlaksızlık batağıdır!

İngiltere devletini idare eden üç temel unsur, “Kral, Parlamento ve Kilise, yani West Minister” olmaktadır 1512 senesine kadar parlamento ve kralın sarayı, West Ministerin içerisinde bulunmaktaydı. 1512 deki büyük yangından sonra kral “Buckingham Sarayına” taşınmış ve parlamento ile kilise aynı çatı altında kalmıştı. İngiltere’de kilise ile devlet iç içe bulunmaktadır. Kral ve Kraliçelere, kilisede, başpapaz tarafından taç giydirildiği bilinen bir olaydır ve İngiliz Kilisesi gizli Yahudilerin kontrolü altındadır.

İngiliz merkez istatistik bürosu tarafından yayınlanan “Cem’iyyet temayülleri” isimli rapora göre, her yüz İngiliz bebekten otuz sekizi gayri meşru ilişkiler sonucu doğmaktadır.

7 Mayıs 1990 tarihli bir İstanbul gazetesinin, İngiliz polis kurumu Scotland Yard tarafından neşredilen istatistiğe dayanarak verdiği haberde, Londra’da can güvenliğinin kalmadığı, bilhassa kadınlar için, çok tehlikeli bir şehir haline geldiği yazılmıştır. İngiliz polisinin raporuna göre, başta ırza tecavüz ve soygun olmak üzere, bütün suçlarda korkunç artışlar yaşanmaktadır.

Bütün dünyada ye bütün dinlerde aile, meşru ve doğal olarak kadın-erkek arasındaki iki erkeğin evlenmesini AB ülkeleri kanunları serbest bırakmıştır.

12 Kasım 1987 tarihli bir İstanbul gazetesinde, “İngiliz ordusunda skandal” başlıklı haberde, kraliçe ikinci Elizabeth’in muhafız alayına yeni katılan genç erkeklerin ırzlarına, namuslarına komutanları ve çavuşları tarafından tecavüz edildiği ve sadistçe işkence yapıldığı haber yapılmıştır. Şimdi AKP eliyle AB’ye girmek suretiyle bizim toplumumuz ve ordumuz da bu hale getirilmeye çalışılmaktadır.

28 Aralık 1990 tarihli Milli Gazetede neşredilen bir araştırma yazısında, İngiltere kiliselerinde bile Lûtî sayısının % 25’i bulduğu, Lortlar ve Avam kamarasında ise, bu sayının, daha da yükseldiği aktarılmıştır. Ahlaksızlık, İngiliz kabinesine kadar sıçramış, Profümo skandalı gibi hadiseler ortaya çıkmıştır. Avrupa’da Lûtîlerin teşkilatlandığı ilk ülke, İngiltere’dir, sonra diğer ülkelere sıçramıştır. Bu ahlaksızlıkların yapıldığı yerlerde bile, İngiliz’in İslam düşmanlığı göze çarpmaktadır. Londra’nın arka sokaklarında fuhuş, livata ve her türlü rezaletin yapıldığı yerler, İslamiyet’te mübarek olan yeşil renk ile boyandığı gibi, bu habaset yuvalarının kapısına “Mekke” levhası asılmaktadır.

İngiliz Guardian Gazetesinin yüz binlerce kız çocuğunun buluğ çağına gelince, babası tarafından tecavüz edildiği için, mahkemeye müracaat ederek, koruma istediğini yazmıştır. BBC televizyonu ise, haberinde, mahkemeye şikâyet etmeyenlerin 5 milyon olarak tahmin edildiğini açıklamıştır.

İngiltere, toprak dağılımı bakımından da, dünyanın en adaletsiz yapısını barındırır. İngiliz köylüsünün, toprak reformları için, Lortlarla verdiği mücadeleler, tarihlerde yazılıdır. Bugün bile, İngiltere toprağının % 80’inin imtiyazlı sınıf denilen azınlığın elinde olduğu bir hakikattir.

“İngiltere’de ve diğer AB ülkelerinde iktisadı tahribat sebebi ile hâsıl olan işsizlik ve sefalet, intiharları artırmaktadır. İngiliz tıp mecmuası “British medical”deki, Oxford hastanesi iki doktorunun tetkikinde, her sene yüz binlerce İngiliz’in intihara teşebbüs ettiği, bunlardan 6500’ünün öldüğü saptanmıştır. Bunların yüzde 62’si genç kızdır. Jetleri, bombaları, füzeleri ile her sene yüz binlerce Müslüman’ı şehit eden, yüz bin vatandaşını da, intihara sevk eden Avrupa Birliği gibi hain, zalim, vahşi bir ortaklığa katılmak bir nevi intihardır.

Haçlı Hıristiyanlar hakkında Seyit Abdülhakim Arvasi’nin “rahmetüllahi aleyh” şu sözleri oldukça anlamlıdır:

İslam’ın en büyük düşmanı Siyonist Yahudiler ve onların güdümündeki İngilizler, Avrupa ülkeleri ve Amerika’dır. İslamiyet’i bir ağaca benzetirsek, başka kâfirler, fırsat bulunca bu ağacı dibinden kesmeye çalışır. Müslümanlar da, bunları tanır ve tedbir alır. Fakat bu ağaç bir gün filiz verip tekrar canlanır. Ama Siyonistler böyle değildir. Bu ağaca zahiren hizmet eder, besler. Müslümanlar da, onu sever. Fakat gece kimse anlamadan köküne zehir sıkar. Ağaç öyle kurur ki, bir daha yeşermez. “Vah vah çok üzüldüm”, diyerek Müslümanları aldatır. ABD ve İngilizlerin himaye ettiği Siyonist Yahudilerin ve Batılı emperyalistlerin İslam’a böyle zehir salması demek; para, mevki ve kadın gibi, nefsani arzular karşılığında satın aldığı yerli münafıkların ve soysuzların elleri ile, İslam alimlerini, İslam kitaplarını ve Kur’an ahlakını ortadan kaldırmasıdır.”

Önemli uyarı:

Günümüzdeki misyonerlik faaliyetlerinin; uluslar arası sendika örgütleri, yardımlaşma ve dayanışma dernekleri, arama ve kurtarma ekipleri, doğal hayatı koruma etkinlikleri, “Erasmus” gibi eğitim ve öğrenci değişimleri, Dinler arası Diyalog girişimleri perdesi altında yürütüldüğü de asla unutulmamalıdır.

Sümela İbadete Açılacak ama Ayasofya daima müze mi kalacaktır?

AKP’li Kültür Bakanı Günay, her gün yeni bir Kilise haberi veriyor…

Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, Trabzon’daki Sümela Manastırı ve Mersin’deki Saint Pauls Kilisesi’nin de yılda bir kez ibadete açılacağını söylüyor!

Yılda bir gün ibadet izni verilen müze statüsündeki Akdamar Kilisesi gibi benzer bir uygulamayı Kültür ve Turizm Bakanlığı Trabzon’daki Sümela Manastırı’nda ve Mersin’deki Saint Paul Kilisesi’nde de gerçekleştirmeye hazırlanıyor. Açıklamayı Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay yaptı. Günay, “Akdamar Kilisesi hala bir müzedir. Müze olarak işlev görmeye de devam edecek. Ama aynı zamanda tarihi de bir kilisedir. Benzer bir uygulamayı Sümela’da, daha kapsamlısını St. Paul Kilisesi’nde gerçekleştirebiliriz. Türkiye’de çeşitli inançlar için duraklar var. Mevlana, Hacı Bektaş nasıl bir inanç dünyası için özel bir ilgi yakalıyorsa, Meryem Ana, Akdamar, St. Pierre, Sümele da ilgi yakalıyor. Ve burada yılda 1 gün, birkaç saat insanlar gelip kendi ibadet ritüellerini yerine getirmek istiyorlar” diyor. Ancak Ayasofya bunlardan çok farklı ve çok özel. İnsanlığın en eski mabetlerinden birisi. Uzun yıllar kilise, uzun yıllar cami olarak kullanılmış fakat şu an müze olarak kullanılıyor. İçinde çok önemli restorasyon çalışmaları vardı ancak kısmen tamamladık. Ayasofya ayakta durduğu sürece müze olarak devam etmesi, herhangi bir başka ritüelle meşgul edilmemesi ziyaretçi sirkülâsyonu açısından da çok zorunlu. Çünkü 2.5 milyondan fazla ziyaretçi alıyor.” Sözleriyle gâvur uşaklığını ortaya koyuyor.

 



[1] http://arsiv.sabah.com.tr/2005/01/13/gnd106.html

[2] Milliyet /2006/05/24

[3] http://www.akpgercegi.com/category/basortusu/

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
2 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

sorunuzun cevabı linkte
şimdi ben bu yoruma ne yazıp söylesem boş …
siz hep görmek istediğinizi göreceksiniz …
sorunuzun cevabını Aziz ERBAKAN Hocamız versin:

https://www.facebook.com/milligorustekcare/photos/a.1455844747994168.1073741828.1401767680068542/1575938272651481/?type=1&theater

Ak Parti elestiriniz hakkinda
Sayin yazarmerhaba,
AK Partinin iflasi, Türkiye’nin iflasi demek, şu ana kadar tam tersi büyüyor ve büyümeye devam ediyor..
Yanılıyorsunuz bence..
Şimdiye kadar AK Partinin hiçmimi hizmeti olmadi bu ülkemize ?
Sizce Mhp ve Chp mi kurtaracak Türkiyeyi

AK Partinin yaptigi bunca çalismalarini göz ardi etmek pek insafli degil..

Yani bunca eleştiri yaptiniz, bir iki cümle de yapilan hizmetlerden bahs etseydiniz iyi olmazmiydi ?.

Picture of Ramazan YÜCEL

Ramazan YÜCEL

YORUMLAR

Son Yorumlar
2
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...